Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yücesoy, "Aşkın ömrü, hem hormon ölçümleri hem beyin görüntülemeleriyle 2,5 yıl olarak belirleniyor" dedi.
Bahçeşehir Üniversitesi'nde düzenlenen "İstanbul'un Kalbinde Bilim Konuşmaları" konferansında kalp ve beyin cerrahisi uzmanlarının gözünden aşkın gelişimi ve yarattığı değişiklikler ele alındı. Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde konuşan Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Kemal Yücesoy ve Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Özalp Karabay, "Aşkın tıbbi bir tanımı var mı?", "Aşkın kimyası, yaşanan hormonal değişikliklerle birlikte ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?", "Aşk bir geçici delilik, akıl tutulması hali mi?" sorularına yanıt aradı. Prof. Dr. Yücesoy, aşkı "geçici bir delilik hali ve akıl tutulması" olarak tanımlayarak, aşka kapılmanın 1,5 saniye sürdüğünü söyledi.
Aşık olunca beyinde 12 merkezin aynı anda çalıştığını belirten Yücesoy, aşkın beyinde meydana getirdiği değişiklikleri şöyle anlattı: "Aşk, görsel bir şeyle başlıyor ama görsel bir beğeni insan beyninde sadece saniyenin beşte biri kadar. Beyin, o an bir fotoğraf çekiyor. Bu fotoğraf çekildikten sonra aşka düşme ya da kalp çarpıntısı başlıyor. Bu durum, toplamda 1,5 saniye sürüyor. Bundan sonra bütün iş beyinde dönüyor. Aşık olunca beyinde hummalı bir faaliyet başlıyor, tam 12 merkez birden çalışıyor."
Hormonlar aşık olmayı etkiliyor
Hormonların aşık olmayı etkilediğinin altını çizen Prof. Dr. Kemal Yücesoy, şu şekilde devam etti:
"Oksitosin ve vasopressin diye iki madde var ki bunlar da çok önemli. Doğumdan sonra anne sütünün gelmesini ve annenin bebeğini sevmesini sağlayan oksitosin aşkta da ortaya çıkıyor. Oksitosin biriyle kucaklaştığınızda, tokalaştığınızda bile yükseliyor. Vasopressin de bağlılığı gösteren bir hormon. Vasopressinin yüksek olması, tek eşliliği artırıyor. Azsa aldatmalar başlıyor."
"Aşkın ömrü 2,5 yıl"
Aşkın ömrünün hem hormon ölçümleriyle hem beyin görüntülemeleriyle 2,5 yıl olarak belirlendiğini anlatan Yücesoy, 2,5 yıl sonra hormonların düşmeye başladığını kaydetti. Yücesoy, şunları kaydetti: "İlk yükseldiği zaman akıl tutulması uyanıyor ancak hormonlar düştükçe yüksek kortikal merkezler harekete geçiyor, yani uyanıyoruz, gözümüz açılıyor. Uyandığınız zaman onu karşınızda gördüğünüzde, mantıklı düşünen yüksek kortikal merkezin kumandasında da dengeli bir ilişki yürütebiliyorsanız, mantığınız devredeyken de keyif alabiliyorsanız eğer, o ilişki ömür boyu sürüyor. Eğer o eski sarhoşluk halini özlüyor, yüksek kortikal merkez devre dışıyken yaşadığınız keyfi arıyorsanız, o ilişkinin ömrü 2,5 yıl sürüyor ve siz de sonra yeni aşklar aramaya gidiyorsunuz" diye konuştu.
"Aşk acısı ruhsal değil, fizyolojik de bir ağrı"
Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde konuşan Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Kemal Yücesoy, aşk acısına da değinerek, sözlerini şöyle tamamladı: "Aşk acısı denen şey aslında sadece ruhsal değil, fizyolojik de olan bir ağrı. Bununla ilgili ilginç bir örnek var. Mutlu evliliği olan kadınlara dışarıdan ağrı verildiğinde, bundan acı duyuyor. Yanına eşini getirip elini tutturduğunuzda, bu acı azalıyor. Mutsuz evliliklerde eş gelip elini tutsa da eğer insan mutsuzsa o acı seviyesi düşmüyor. Dolayısıyla, aşk, içinde sadece mutluluk değil, depresyonu, acısı, deliliği de olan bir yapı."
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yücesoy, "Aşkın ömrü, hem hormon ölçümleri hem beyin görüntülemeleriyle 2,5 yıl olarak belirleniyor" dedi.
Bahçeşehir Üniversitesi'nde düzenlenen "İstanbul'un Kalbinde Bilim Konuşmaları" konferansında kalp ve beyin cerrahisi uzmanlarının gözünden aşkın gelişimi ve yarattığı değişiklikler ele alındı. Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde konuşan Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Kemal Yücesoy ve Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Özalp Karabay, "Aşkın tıbbi bir tanımı var mı?", "Aşkın kimyası, yaşanan hormonal değişikliklerle birlikte ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?", "Aşk bir geçici delilik, akıl tutulması hali mi?" sorularına yanıt aradı. Prof. Dr. Yücesoy, aşkı "geçici bir delilik hali ve akıl tutulması" olarak tanımlayarak, aşka kapılmanın 1,5 saniye sürdüğünü söyledi.
Aşık olunca beyinde 12 merkezin aynı anda çalıştığını belirten Yücesoy, aşkın beyinde meydana getirdiği değişiklikleri şöyle anlattı: "Aşk, görsel bir şeyle başlıyor ama görsel bir beğeni insan beyninde sadece saniyenin beşte biri kadar. Beyin, o an bir fotoğraf çekiyor. Bu fotoğraf çekildikten sonra aşka düşme ya da kalp çarpıntısı başlıyor. Bu durum, toplamda 1,5 saniye sürüyor. Bundan sonra bütün iş beyinde dönüyor. Aşık olunca beyinde hummalı bir faaliyet başlıyor, tam 12 merkez birden çalışıyor."
Hormonlar aşık olmayı etkiliyor
Hormonların aşık olmayı etkilediğinin altını çizen Prof. Dr. Kemal Yücesoy, şu şekilde devam etti:
"Oksitosin ve vasopressin diye iki madde var ki bunlar da çok önemli. Doğumdan sonra anne sütünün gelmesini ve annenin bebeğini sevmesini sağlayan oksitosin aşkta da ortaya çıkıyor. Oksitosin biriyle kucaklaştığınızda, tokalaştığınızda bile yükseliyor. Vasopressin de bağlılığı gösteren bir hormon. Vasopressinin yüksek olması, tek eşliliği artırıyor. Azsa aldatmalar başlıyor."
"Aşkın ömrü 2,5 yıl"
Aşkın ömrünün hem hormon ölçümleriyle hem beyin görüntülemeleriyle 2,5 yıl olarak belirlendiğini anlatan Yücesoy, 2,5 yıl sonra hormonların düşmeye başladığını kaydetti. Yücesoy, şunları kaydetti: "İlk yükseldiği zaman akıl tutulması uyanıyor ancak hormonlar düştükçe yüksek kortikal merkezler harekete geçiyor, yani uyanıyoruz, gözümüz açılıyor. Uyandığınız zaman onu karşınızda gördüğünüzde, mantıklı düşünen yüksek kortikal merkezin kumandasında da dengeli bir ilişki yürütebiliyorsanız, mantığınız devredeyken de keyif alabiliyorsanız eğer, o ilişki ömür boyu sürüyor. Eğer o eski sarhoşluk halini özlüyor, yüksek kortikal merkez devre dışıyken yaşadığınız keyfi arıyorsanız, o ilişkinin ömrü 2,5 yıl sürüyor ve siz de sonra yeni aşklar aramaya gidiyorsunuz" diye konuştu.
"Aşk acısı ruhsal değil, fizyolojik de bir ağrı"
Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde konuşan Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Kemal Yücesoy, aşk acısına da değinerek, sözlerini şöyle tamamladı: "Aşk acısı denen şey aslında sadece ruhsal değil, fizyolojik de olan bir ağrı. Bununla ilgili ilginç bir örnek var. Mutlu evliliği olan kadınlara dışarıdan ağrı verildiğinde, bundan acı duyuyor. Yanına eşini getirip elini tutturduğunuzda, bu acı azalıyor. Mutsuz evliliklerde eş gelip elini tutsa da eğer insan mutsuzsa o acı seviyesi düşmüyor. Dolayısıyla, aşk, içinde sadece mutluluk değil, depresyonu, acısı, deliliği de olan bir yapı."
Son Güncelleme: Cumartesi, 20 Şubat 2016 15:55
Gösterim: 1082
Osmanlı arşivlerinde yer alan ateşli silahlar ve roketlerle ilgili bilgilere göre oluşturulan bir dosya, roketin Osmanlı zamanında yapıldığını ortaya koydu.
Osmanlı arşivlerinde yer alan ateşli silahlar ve roketlerle ilgili bilgilere göre oluşturulan bir dosya, roketin Osmanlı zamanında yapıldığını ortaya koydu.
Konuyla ilgili "Roket Bir Osmanlı İcadı mı?" makalesi Yedikıta Tarih ve Kültür dergisinin son sayısında yayımlanan, İngiltere İslam Kültür Araştırmaları Merkezi Kültür Departmanı Müdürü Prof. Dr. Salim Aydüz, Osmanlı Devleti'nin tarih boyunca kazandığı başarılarda ateşli silahların önemli bir yer tuttuğunu söyledi.
Ateşli silahlar sahasında kısa sürede hayli başarılı bir grafik çizen Osmanlı'nın, zaman içinde bu özelliğini kaybederek Avrupa devletleri karşısında başarısız olmaya başladığını anlatan Aydüz, yaşanan gerilemenin devlet yöneticilerinin tekrar bu alana eğilmelerine yol açtığını dile getirdi.
Aydüz, bu kapsamda özellikle Lale Devri'nde önemli çalışmalar yapıldığını belirterek, "Savaşsız geçen bu devri çok iyi değerlendiren Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, pek çok ilmi, kültürel ve sanatsal faaliyetin gerçekleşmesine imkan tanımıştır. Bu dönemde dikkat çekici çok mühim ilmi faaliyetlerin ve icatların da olduğuna dikkati çekmek lazım gelir. Bunlardan birincisi, Tersane Mimarı İbrahim Efendi’nin, 'Tahtelbahir' ismini verdiği denizaltıyı icat etmesi, diğeri de Humbaracılar Sınıfı İkinci Halifesi Bayramoğlu Ali Ağa'nın icat ettiği ateşli silahlar ve roketlerdir" dedi.
Bayramoğlu Ali Ağa'nın, günümüzdeki roketlerin atalarından sayılacak yeni bir ateşli silah icat ettiğinini aktaran Aydüz, kendisinin hem harp sanatını hem icatlarını anlattığı bir kitap yazdığını hem de bu yeni silahlar ile kullanım şekillerini resimlerle gösterdiğini ifade etti.
"Roketin mucidi"
Prof. Dr. Aydüz, Bayramoğlu Ali Ağa'nın kaleme aldığı "Ümmü'l-Gaza fi Tedbiri’l-Harb ve Levazimiha" isimli eserinde harp sanatı ve levazımatından, kendi icadı olan silahlardan ve aletlerden bahsettiğine değinerek, şu bilgileri verdi: "Top çeşitlerini, havanları tanıtır ve harpte alınması gereken tedbirleri anlatır. Ali Ağa bu eserinde, savaşlardaki başarısızlıkları silah icadında ve geliştirilmesindeki duraklamaya atfederek, padişaha yeni silahlar geliştirilmesini tavsiye etmektedir. Silahlar konusunda pek az eserin yazıldığı Osmanlı dünyasında böyle bir eserin yazılmış olması ve yeni icat edilen silahların resimleriyle birlikte sunulması son derece şaşırtıcıdır. Kendisinin bahsettiği silahlardan birincisi, kale kuşatmalarında kullanılan ve tamamen kendi icadı olan 'tulumba' isimli roketlerdir. Eserinde resimlerini de verdiği bu roketlerin tariflerini detaylı bir şekilde yapmaktadır. Bunların 11-12 arşın yani 7-8 metre boyunda olduğunu ve bir insan tarafından güçlükle kucaklanabileceğini belirtir. Bu yeni silahın resimlerini çizerek etkisinin ne kadar büyük olduğunu da ifade eder. Ayrıca eskiden kullanılan tulumbaların az bir ateş saçtığını ve kurşun atmadığını belirtir."
"Balistik ölçümü yapan terazi de icat etmiş"
Bayramoğlu Ali Ağa'nın, "...doksan hesabından olmak üzere meydanlı bir terazidir" ifadesiyle tarif ettiği balistik bir terazi de icat ettiğini kaydeden Aydüz, bu terazinin o zamanın şartlarına göre epeyce ileri bir seviyede olduğunun altını çizdi.
Prof. Dr. Aydüz, bu terazinin muhtemelen humbaraların (havan toplarının) atışında isabet ettirmek için balistik ayarlamada kullanıldığını vurgulayarak, "Doksan derecelik bir teraziyi ilk defa kendisi icat etmiştir. Diğer humbaracılar, ancak 45 derecelik bir terazi kullanmaktadırlar. Ali Ağa, burada da kendi icat ettiği teraziyle diğer humbaracıların kullandığı eski terazinin resmini kıyas olarak vermektedir. Ayrıca, rüyasında görüp icat ettiği bir alet daha var. Bu alet, havan topunun üzerine konulup havan topunun kundağında doğru olup olmadığını ölçmeye yarıyor" diye konuştu.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Osmanlı arşivlerinde yer alan ateşli silahlar ve roketlerle ilgili bilgilere göre oluşturulan bir dosya, roketin Osmanlı zamanında yapıldığını ortaya koydu.
Osmanlı arşivlerinde yer alan ateşli silahlar ve roketlerle ilgili bilgilere göre oluşturulan bir dosya, roketin Osmanlı zamanında yapıldığını ortaya koydu.
Konuyla ilgili "Roket Bir Osmanlı İcadı mı?" makalesi Yedikıta Tarih ve Kültür dergisinin son sayısında yayımlanan, İngiltere İslam Kültür Araştırmaları Merkezi Kültür Departmanı Müdürü Prof. Dr. Salim Aydüz, Osmanlı Devleti'nin tarih boyunca kazandığı başarılarda ateşli silahların önemli bir yer tuttuğunu söyledi.
Ateşli silahlar sahasında kısa sürede hayli başarılı bir grafik çizen Osmanlı'nın, zaman içinde bu özelliğini kaybederek Avrupa devletleri karşısında başarısız olmaya başladığını anlatan Aydüz, yaşanan gerilemenin devlet yöneticilerinin tekrar bu alana eğilmelerine yol açtığını dile getirdi.
Aydüz, bu kapsamda özellikle Lale Devri'nde önemli çalışmalar yapıldığını belirterek, "Savaşsız geçen bu devri çok iyi değerlendiren Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, pek çok ilmi, kültürel ve sanatsal faaliyetin gerçekleşmesine imkan tanımıştır. Bu dönemde dikkat çekici çok mühim ilmi faaliyetlerin ve icatların da olduğuna dikkati çekmek lazım gelir. Bunlardan birincisi, Tersane Mimarı İbrahim Efendi’nin, 'Tahtelbahir' ismini verdiği denizaltıyı icat etmesi, diğeri de Humbaracılar Sınıfı İkinci Halifesi Bayramoğlu Ali Ağa'nın icat ettiği ateşli silahlar ve roketlerdir" dedi.
Bayramoğlu Ali Ağa'nın, günümüzdeki roketlerin atalarından sayılacak yeni bir ateşli silah icat ettiğinini aktaran Aydüz, kendisinin hem harp sanatını hem icatlarını anlattığı bir kitap yazdığını hem de bu yeni silahlar ile kullanım şekillerini resimlerle gösterdiğini ifade etti.
"Roketin mucidi"
Prof. Dr. Aydüz, Bayramoğlu Ali Ağa'nın kaleme aldığı "Ümmü'l-Gaza fi Tedbiri’l-Harb ve Levazimiha" isimli eserinde harp sanatı ve levazımatından, kendi icadı olan silahlardan ve aletlerden bahsettiğine değinerek, şu bilgileri verdi: "Top çeşitlerini, havanları tanıtır ve harpte alınması gereken tedbirleri anlatır. Ali Ağa bu eserinde, savaşlardaki başarısızlıkları silah icadında ve geliştirilmesindeki duraklamaya atfederek, padişaha yeni silahlar geliştirilmesini tavsiye etmektedir. Silahlar konusunda pek az eserin yazıldığı Osmanlı dünyasında böyle bir eserin yazılmış olması ve yeni icat edilen silahların resimleriyle birlikte sunulması son derece şaşırtıcıdır. Kendisinin bahsettiği silahlardan birincisi, kale kuşatmalarında kullanılan ve tamamen kendi icadı olan 'tulumba' isimli roketlerdir. Eserinde resimlerini de verdiği bu roketlerin tariflerini detaylı bir şekilde yapmaktadır. Bunların 11-12 arşın yani 7-8 metre boyunda olduğunu ve bir insan tarafından güçlükle kucaklanabileceğini belirtir. Bu yeni silahın resimlerini çizerek etkisinin ne kadar büyük olduğunu da ifade eder. Ayrıca eskiden kullanılan tulumbaların az bir ateş saçtığını ve kurşun atmadığını belirtir."
"Balistik ölçümü yapan terazi de icat etmiş"
Bayramoğlu Ali Ağa'nın, "...doksan hesabından olmak üzere meydanlı bir terazidir" ifadesiyle tarif ettiği balistik bir terazi de icat ettiğini kaydeden Aydüz, bu terazinin o zamanın şartlarına göre epeyce ileri bir seviyede olduğunun altını çizdi.
Prof. Dr. Aydüz, bu terazinin muhtemelen humbaraların (havan toplarının) atışında isabet ettirmek için balistik ayarlamada kullanıldığını vurgulayarak, "Doksan derecelik bir teraziyi ilk defa kendisi icat etmiştir. Diğer humbaracılar, ancak 45 derecelik bir terazi kullanmaktadırlar. Ali Ağa, burada da kendi icat ettiği teraziyle diğer humbaracıların kullandığı eski terazinin resmini kıyas olarak vermektedir. Ayrıca, rüyasında görüp icat ettiği bir alet daha var. Bu alet, havan topunun üzerine konulup havan topunun kundağında doğru olup olmadığını ölçmeye yarıyor" diye konuştu.
Son Güncelleme: Salı, 09 Şubat 2016 18:37
Gösterim: 757
Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Dr. Jena: "Liderler, ulusal öncelikleri, doğru beslenme ve egzersiz yapma gibi kişisel önceliklerinin üstünde tutuyor. Aynı zamanda, ülkeyi yönetme stresi, saçlara ak düşmesini, cildin kırışmasını hızlandırabiliyor"Bilim adamları, ülkeyi yönetme stresinin, liderlerin daha hızlı yaşlanmasına ve ömürlerinin yaklaşık üç yıl kısalmasına yol açtığını ileri sürdü.
Bilim adamları, aralarında İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya ve ABD'nin de bulunduğu 17 sanayileşmiş ülkede devlet ve hükümet başkanlarının görevden ayrıldıktan sonra ne kadar yaşadığını araştırdı. Elde edilen sonuçlar, aynı yaş ve cinsiyetteki diğer kişilerin ortalama yaşam süresiyle karşılaştırıldı.
Gelişmiş ülkelerden 279 devlet ve hükümet başkanıyla ilgili verilerin incelendiği, "British Medical Journal" dergisinde yayımlanan araştırma, iktidarın, insan ömründen neredeyse üç yıl çaldığını ortaya çıkardı.
Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesinden Dr. Anupam Jena, "Liderler, ulusal öncelikleri, doğru beslenme ve egzersiz yapma gibi kişisel önceliklerinin üstünde tutuyor. Aynı zamanda, ülkeyi yönetme stresi, saçlara ak düşmesini, cildin kırışmasını hızlandırabiliyor" ifadesini kullandı.
Araştırma, ABD başkanlarının mevkidaşlarına oranla daha şanslı olduğunu ve biraz daha uzun yaşadığını gösterdi.
ABD Başkanı Barack Obama, kısa süre önce Kanada'da başbakan seçilen, kendisinden 10 yaş küçük Justin Trudeau'ya iktidarın yaşlanmayı hızlandırdığı uyarısında bulunmuş ve saçını boyamasını önermişti.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Dr. Jena: "Liderler, ulusal öncelikleri, doğru beslenme ve egzersiz yapma gibi kişisel önceliklerinin üstünde tutuyor. Aynı zamanda, ülkeyi yönetme stresi, saçlara ak düşmesini, cildin kırışmasını hızlandırabiliyor"Bilim adamları, ülkeyi yönetme stresinin, liderlerin daha hızlı yaşlanmasına ve ömürlerinin yaklaşık üç yıl kısalmasına yol açtığını ileri sürdü.
Bilim adamları, aralarında İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya ve ABD'nin de bulunduğu 17 sanayileşmiş ülkede devlet ve hükümet başkanlarının görevden ayrıldıktan sonra ne kadar yaşadığını araştırdı. Elde edilen sonuçlar, aynı yaş ve cinsiyetteki diğer kişilerin ortalama yaşam süresiyle karşılaştırıldı.
Gelişmiş ülkelerden 279 devlet ve hükümet başkanıyla ilgili verilerin incelendiği, "British Medical Journal" dergisinde yayımlanan araştırma, iktidarın, insan ömründen neredeyse üç yıl çaldığını ortaya çıkardı.
Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesinden Dr. Anupam Jena, "Liderler, ulusal öncelikleri, doğru beslenme ve egzersiz yapma gibi kişisel önceliklerinin üstünde tutuyor. Aynı zamanda, ülkeyi yönetme stresi, saçlara ak düşmesini, cildin kırışmasını hızlandırabiliyor" ifadesini kullandı.
Araştırma, ABD başkanlarının mevkidaşlarına oranla daha şanslı olduğunu ve biraz daha uzun yaşadığını gösterdi.
ABD Başkanı Barack Obama, kısa süre önce Kanada'da başbakan seçilen, kendisinden 10 yaş küçük Justin Trudeau'ya iktidarın yaşlanmayı hızlandırdığı uyarısında bulunmuş ve saçını boyamasını önermişti.
Son Güncelleme: Salı, 15 Aralık 2015 11:52
Gösterim: 1244
TİKA'nın Moğolistan'daki Bilge Tonyukuk Anıt Alanı'ndaki arkeolojik kazılarında, Türklerin bin 300 yıl öncesine ait parmak izleri bulundu.
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığından (TİKA) yapılan yazılı açıklamaya göre, Moğolistan'daki Bilge Tonyukuk Anıt Alanı'nda çalışma yapan Türk kazı heyetine başkanlık eden Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, kazı çalışmalarına ilişkin TİKA Başkanı Dr. Serdar Çam’a rapor sundu.
Raporda, Bilge Tonyukuk Anıt bölgesindeki kazılarda bin 300 yıl öncesine ait parmak izleri bulunduğu açıklandı. Prof. Dr. Taşağıl, sunduğu raporda kazı esnasında 11 açma açıldığını belirterek, “Çok sayıda yeni arkeolojik keşfe ulaşıldı. Fakat en dikkat çekicilerinden biri 11 numaralı açmada atalarımızın bin 300 öncesine ait parmak izleri bulunmasıdır. Bu ilginç bir tarihi keşiftir” ifadesini kullandı. Türk tarihinin en eski yazılı belgesi olan Bilge Tonyukuk Anıtı’na ulaşımı kolaylaştırmak amacıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla TİKA tarafından 11 kilometrelik asfalt karayolu yapılmıştı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005’teki Moğolistan ziyaretinin ardından, TİKA’nın çalışmalarıyla Bilge Kağan ve Kül Tigin anıtları müzeye taşınarak, doğa şartlarına karşı muhafaza altına alınmıştı. Bilge Tonyukuk Anıt Alanı’ndaki kazı çalışmalarıyla birlikte, bu alanda da bir müze kurulması da planlanıyor.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
TİKA'nın Moğolistan'daki Bilge Tonyukuk Anıt Alanı'ndaki arkeolojik kazılarında, Türklerin bin 300 yıl öncesine ait parmak izleri bulundu.
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığından (TİKA) yapılan yazılı açıklamaya göre, Moğolistan'daki Bilge Tonyukuk Anıt Alanı'nda çalışma yapan Türk kazı heyetine başkanlık eden Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, kazı çalışmalarına ilişkin TİKA Başkanı Dr. Serdar Çam’a rapor sundu.
Raporda, Bilge Tonyukuk Anıt bölgesindeki kazılarda bin 300 yıl öncesine ait parmak izleri bulunduğu açıklandı. Prof. Dr. Taşağıl, sunduğu raporda kazı esnasında 11 açma açıldığını belirterek, “Çok sayıda yeni arkeolojik keşfe ulaşıldı. Fakat en dikkat çekicilerinden biri 11 numaralı açmada atalarımızın bin 300 öncesine ait parmak izleri bulunmasıdır. Bu ilginç bir tarihi keşiftir” ifadesini kullandı. Türk tarihinin en eski yazılı belgesi olan Bilge Tonyukuk Anıtı’na ulaşımı kolaylaştırmak amacıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla TİKA tarafından 11 kilometrelik asfalt karayolu yapılmıştı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005’teki Moğolistan ziyaretinin ardından, TİKA’nın çalışmalarıyla Bilge Kağan ve Kül Tigin anıtları müzeye taşınarak, doğa şartlarına karşı muhafaza altına alınmıştı. Bilge Tonyukuk Anıt Alanı’ndaki kazı çalışmalarıyla birlikte, bu alanda da bir müze kurulması da planlanıyor.
Son Güncelleme: Pazartesi, 25 Ocak 2016 11:59
Gösterim: 775
Disleksi Öğrenim Güçlüğü Derneği Başkanı Atıf Tokar, ilkokul birinci sınıfta b, d, p, 21 ve 12'yi ters yazan çocuklarda disleksinin görülebildiğini ifade etti.
Disleksi Öğrenme Güçlüğünde Güncel Yaklaşımlar ve Gelecek Hedeflerinin Belirlenmesi Çalıştayı, Antalya'nın Kemer ilçesinde yapıldı.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile Disleksi Öğrenim Güçlüğü Derneğinin ortaklaşa düzenlediği çalıştaya 24 üniversiteden 65'i profesör ve akademisyen olmak üzere 250 kişi katıldı.
Dernek Başkanı Atıf Tokar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, derneğin farkındalık yaratmak için kurulduğunu, disleksinin hastalık değil, "öğrenim güçlüğü" olduğunu söyledi.
Tokar, disleksinin 1996'da Dünya Sağlık Örgütünce, 2002'de de Türkiye tarafından kabul ettiğini aktardı.
Disleksinin çocuklarda ilkokul dönemine kadar yeterince tanınmadığını ifade eden Tokar, "Tanılama sürecinin erkene alınması için uğraşmaktayız. Çocuklar ilkokul birinci sınıfta b, d, p, 21 ve 12'yi ters yazmaya başladıklarında bu sorun ortaya çıkmaktadır. Bu çocuklar normal ve normal üstü zekaya sahiptirler" diye konuştu.
Tokar, disleksinin genetik olduğuna da dikkati çekerek, "Çocuklar harfleri ters yazıyorsa, paragraf atlıyorsa, din, tanrı, takvim, zaman ve para gibi soyut bilgileri zor öğreniyorsa, ailelerin bir psikiyatriste başvurmaları ya da tanılama süreçlerinden geçmeleri gerekiyor" dedi.
Disleksi, Türkiye'de bilinirlik açısından zayıf durumda
Disleksinin bilinirliği açısından Türkiye'nin zayıf olduğuna değinen Tokar, şunları söyledi:
"Türkiye'de aileler, çocuklarının durumunu bilmiyor. Yasal süreçler ve hizmet açısından bakarsak, Türkiye dünyaya model olacak bir ülkedir. Avrupa'da çocuklar disleksi eğitimi alma açısından ileridedir. Türkiye'de ise ciddi anlamda destekleniyor. Ailelerin bilgilendirilmesi için bazı kamu spotları ve internetten hizmetler yapacağız. Bu çalıştay bir milattır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının yaptığı protokol gereği, disleksi devlet politikası haline getirilmiştir. 2016'dan itibaren bunun bilinçlendirilme çalışmaları başlayacaktır."
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Disleksi Öğrenim Güçlüğü Derneği Başkanı Atıf Tokar, ilkokul birinci sınıfta b, d, p, 21 ve 12'yi ters yazan çocuklarda disleksinin görülebildiğini ifade etti.
Disleksi Öğrenme Güçlüğünde Güncel Yaklaşımlar ve Gelecek Hedeflerinin Belirlenmesi Çalıştayı, Antalya'nın Kemer ilçesinde yapıldı.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile Disleksi Öğrenim Güçlüğü Derneğinin ortaklaşa düzenlediği çalıştaya 24 üniversiteden 65'i profesör ve akademisyen olmak üzere 250 kişi katıldı.
Dernek Başkanı Atıf Tokar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, derneğin farkındalık yaratmak için kurulduğunu, disleksinin hastalık değil, "öğrenim güçlüğü" olduğunu söyledi.
Tokar, disleksinin 1996'da Dünya Sağlık Örgütünce, 2002'de de Türkiye tarafından kabul ettiğini aktardı.
Disleksinin çocuklarda ilkokul dönemine kadar yeterince tanınmadığını ifade eden Tokar, "Tanılama sürecinin erkene alınması için uğraşmaktayız. Çocuklar ilkokul birinci sınıfta b, d, p, 21 ve 12'yi ters yazmaya başladıklarında bu sorun ortaya çıkmaktadır. Bu çocuklar normal ve normal üstü zekaya sahiptirler" diye konuştu.
Tokar, disleksinin genetik olduğuna da dikkati çekerek, "Çocuklar harfleri ters yazıyorsa, paragraf atlıyorsa, din, tanrı, takvim, zaman ve para gibi soyut bilgileri zor öğreniyorsa, ailelerin bir psikiyatriste başvurmaları ya da tanılama süreçlerinden geçmeleri gerekiyor" dedi.
Disleksi, Türkiye'de bilinirlik açısından zayıf durumda
Disleksinin bilinirliği açısından Türkiye'nin zayıf olduğuna değinen Tokar, şunları söyledi:
"Türkiye'de aileler, çocuklarının durumunu bilmiyor. Yasal süreçler ve hizmet açısından bakarsak, Türkiye dünyaya model olacak bir ülkedir. Avrupa'da çocuklar disleksi eğitimi alma açısından ileridedir. Türkiye'de ise ciddi anlamda destekleniyor. Ailelerin bilgilendirilmesi için bazı kamu spotları ve internetten hizmetler yapacağız. Bu çalıştay bir milattır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının yaptığı protokol gereği, disleksi devlet politikası haline getirilmiştir. 2016'dan itibaren bunun bilinçlendirilme çalışmaları başlayacaktır."
Son Güncelleme: Cuma, 27 Kasım 2015 17:20
Gösterim: 1256