Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
İTÜ Beylerbeyi Kampüsü Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü
Aileden sonra çocukların becerilerinin ve yeteneklerinin gelişmesinde rol alan en önemli yer okuldur. Özellikle ergenlik döneminin yaşandığı ortaokul süreci; çocukların ihtiyaçlarının, tepkilerinin, duygularının, fiziksel özelliklerinin değiştiği bir dönemdir. Bu nedenle çocuklarımızın yaşadıkları gelişim süreçlerini tanıdıkça onları daha iyi anlayabilir, duygularını dile getirmeleri konusunda onlara destek olabilir ve ihtiyaçlarına cevap verme noktasında onlara daha çok yardımcı olabiliriz.
Çocuklarımızın büyüdükçe ihtiyaçlarının ve tepkilerinin değiştiğini gözlemleriz. Zaman zaman verdikleri tepkilerle, olayları yorumlama biçimi ve yaklaşımlarıyla bizleri şaşırtırlar. Bu süreçte aklımızdan: “Bu çocuk hiç böyle yapmazdı!” gibi düşünceler geçebilir. Ergenlik dönemi, bu sürecin en yoğun yaşandığı dönemdir. Özellikle uzun bir yaz tatilinden sonra bu değişiklikleri yaşayan çocuklarınızın okula başlangıç ve uyum sürecinde de değişiklikler yaşadığını gözlemleyebilirsiniz. Bu dönemde çocuğunuzun yaşamında sadece anne baba önemli olmayacak, öğretmen ve arkadaşları da önem kazanacaktır. Çocuğunuz okulda hem birey olmayı hem de bir grubun üyesi olmayı öğrenecektir. Ayrıca paylaşma, işbirliği, haklar ve sorumluluklar, yarışma gibi kavramlar hayatında yer almaya başlayacaktır.
Ergenlik, çocukluk çağı ile yetişkinlik çağı arasındaki geçiş dönemidir. Ergenlik, bireyde çocuksu tutum ve davranışlarının yerini yetişkinlik tutum ve davranışlarının aldığı, cinsiyet yetilerinin kazanıldığı, bireyin erişkin rolüne psikolojik ve fiziksel olarak hazırlandığı dönemdir.
Ben Kimim ve Neler Yaşıyorum?
- Ben artık çocuk değilim!
Neden istediğim gibi davranamıyorum?
Yalnız kalmak istiyorum!
Bana artık karışmayın!
Bana ne zaman ders çalışacağımı hatırlatmayın!
Beni kimse anlamıyor. Çocuğumda ne gibi değişiklikler oluyor?
Bedensel değişimler
Duygusal değişimler
Zihinsel değişimler
Ergenliğe giriş yaşı; genetik (ailesel), ırk, sosyoekonomik şartlar (çocuk yaşta evlendirme, ağır bedensel yük altında çalıştırılan çocuklar) ve iklim gibi faktörlerden etkilenir. Genel olarak kızlar erkeklere oranla daha önce olgunlaştıkları için bu dönem kızlarda 10-12, erkeklerde ise 12-14 yaşları arasında başlar. Ergenliğin sonuna doğru bu farkın kapandığı görülür.
Ergenlik döneminde; otoriteye karşı olma, söz dinlememe, eleştirme, hata bulma gencin tutumlarındandır. Gelişme döneminde anne-baba tarafından bazen çocuk bazen yetişkin gibi algılanan çocuk, ne zaman ne şekilde davranacağını bilemez. Gelişmekte olan bedenine, cinsel ve duygusal gelişimlerine ayak uyduramaz; "kimlik karmaşası"na düşebilir. Yetişkinlerin gençlere baskıcı ve disiplinli davranmaktan çok sevgi dolu, güven veren, önemseyen ve değer veren bir tutumla yaklaşmaları onların kimlik gelişimlerini kolaylaştıracaktır.
Ergen, ani duygu değişimleri dile getirebilir. Zaman zaman yetişkinin uzaktan denetimine ihtiyaç duyabilir. Aynı zamanda yetişkinin güvenini kazanmaya, kendine güvenilen bir insan olmaya ihtiyaç duyabilir. Kendisine güven duyulmaması onda kaygı yaratır.
Ergenlik döneminin temel özelliklerinden biri olan güvensizlik, ergenin gösterişçi ya da çekingen bir birey olmasına sebep olabilir. Bu evrede ergen, başkalarının kendisi hakkında verecekleri hükümler konusunda aşırı derecede duyarlıdır.
Ergenlik sürecinde ergen; kişilik arayışları içindedir, arkadaş grupları da buna bağlı olarak değişebilir. Kendisi ile çok ilgilidir, ayna karşısında dakikalarca vakit harcayabilir. Kararsızdır, elbise seçimine ve giyimine önem verir. Kendisinin özgür bırakılmasını ister. Ebeveyne karşı isyankar bir tutum içerisine girebilir. Bu süreçte çocuklar bedenlerindeki değişimi anlamaya çalışırken duygusal süreçlerdeki değişiklikleri de anlamlandırmaya çalışabilir. Bu nedenle duygusal tepkileri abartılı olabilir ve genellikle değişkenlik gösterebilir. Sevincini ve öfkesini frenlemekte zorlanabilir. Eleştiri yaparak kendini ifade etmeyi seçmesine rağmen eleştirilmekten nefret edebilir. Nasihat duymaktan, özellikle de “bizim zamanımızda” ile başlayan cümlelerden hoşlanmaz. Kendi özellerini keşfetmeye çalıştıkları bir dönem olduğu için bunu kimseyle paylaşmak istemezler.
Ergenlik döneminde gençler için akranlarla iletişim kurmak giderek önem kazanmaya başlamaktadır. Bu dönemde, arkadaşlar mahremiyet ve sosyal destek kaynağı olarak anne babanın yerine geçmektedir. Bu durum anne babanın her şeyi kısıtlayan, yasaklayan ve sınırlar koyan bir durumda algılanmasına ve aile içinde çatışmalar yaşanmasına neden olmaktadır. Bu süreçle ile ilgili çeşitli makalelerde geçen: “Ergenlikten daha zor olan bir ergenin anne babası olmak!” sözünü düşünerek güven ilişkisi geliştirmek önemlidir.
Çocuklarla doğru ve etkili iletişim kurmak için siz velilerimize önerilerimiz şunlardır: Çocuğunuza karşı dürüst olurken istek ve beklentilerinizi açıkça ifade etmekten çekinmeyin. Bunu yaparken size yaşadıklarını anlatabilmesi için sessizce dinlemeli ve onu kabul ettiğimizi hissettirmeliyiz. Hep konuşan biz olursak gencin duygularını ifade etmesini engellemiş ve sizden gizli bir şeyler yapmasına sebebiyet vermiş olabilirsiniz.
Yaptığı yanlış davranışlar karşısında onunla suçlayıcı bir tutumla tartışmak yerine, düşüncelerine önem verdiğinizi gösterecek ifadeler kullanabilirsiniz. Burada en önemli nokta kendinizi onun yerine koyarak (empati yaparak) ‘’Ben olsaydım ne hissederdim?’’ diye düşünmek ve ifade ettiği duyguları isimlendirerek yansıtmaktır.
Sakin kalmaya çalışarak ona güven verin. Ebeveynle çocuk arasında kaygı, bulaşıcı bir durumdur. Çocuğunuz, kaygı duyduğu, canı sıkıldığı her durumda ne kadar endişelendiğinizi anlamak için size bakacak ve endişeli olduğunuzu gördüğünde korkmakta haklı olduğunu düşünecektir. Bu nedenle ne kadar tedirgin ve gergin olursanız olun, dışarıdan bakıldığında sakin ve rahat görünmeye çalışın.
Okulun ilk günlerinde çocuklarınıza nasıl destek olabilirsiniz?
Yeni bir ortama girmek hangi yaşta olursa olsun bir uyum gerektirir. Bu nedenle uyguladığımız oryantasyon süreci ile tüm öğrencilerimizin okula uyum sürecine destek olmaya çalışıyoruz. Oryantasyon çalışmalarımız ile öğrencilerimiz birbirleriyle tanışır ve burada ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarını öğrenirler.
Ebeveynler olarak okulla ilgili çocuklarınızı önceden bilgilendirmeniz, uyum sürecinde kendilerini daha rahat hissetmelerine yardımcı olacaktır. Okulun sizin için önemi, bu okulu seçmekteki öncelikleriniz, okulun sistemi dahilinde sizin için önemli olan etkinlikler, yemeklerini nerede yiyecekleri, revirin yeri, tuvalet ihtiyaçlarını nasıl giderecekleri gibi konular hakkında bilgi almak çocuğunuzu büyük ölçüde rahatlatacaktır.
Uyku saatlerinin düzenli oluşu, zamanında yatıp kalkması, bir gün önceden okul malzemelerini hazırlaması gibi günlük rutinlerle ilgili kazandıracağınız alışkanlıklar, sabah hazırlıklarında onları gerginlikten uzak tutacaktır. Böylece okulun ilk günlerindeki uyum sürecinde ve yıl içerisinde çocuğunuz kaygıdan uzaklaşacak, okula daha keyifli gelecektir.
Okul bir yaşam alanı olduğu için bazen zorlandığı, sıkıldığı, yorulduğu zamanları da olabilir. Daha sonra hayal kırıklığına uğramaması için sorduğu sorulara gerçekçi cevaplar verin.
Çocuğunuza; öğretmenine, okula güven duyduğunuzu hissettirin ve kendisinin de güvenebileceği mesajını verin. Eğer ilk günlere dair kaygınız varsa bunu çocuğunuzun yanında dile getirmemeye özen gösterin.
Bütün bu davranış özelliklerini göz önünde bulundurarak ve önerilere dikkat ederek yaklaştığınızda okula başlangıçta ve sonraki süreçlerde çocuğunuzla sağlıklı ve mutlu bir ilişki kurduğunuzu gözlemleyeceksiniz.
Gösterilen her türlü özene rağmen her yıl okula uyum sağlama konusunda güçlük yaşayan çocuklar olabilmektedir. Bu durumda zaman kaybetmeden sınıf öğretmeni ve Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü ile işbirliği yapmak, süreci daha rahat atlatmanıza yardımcı olacaktır.
KAYNAKÇA
Parman, Talat (2000), Ergenlik ya da Merhaba Hüzün, Bağlam Yayınları, İstanbul.
Başgül, Yrd. Doç. Dr. Ş. Senem, Popüler Psikiyatri Dergisi, Sayı77
Şenel, Hatice (2007), Eyvah! Çocuğum Okula Başlıyor, Özgür Yayınları.
Jeammet, Philip, Ergenlik, Anne Babalar ve Uzmanlar İçin Nirengi Noktaları, Bağlam, 2012
www.bengisemerci.com, Gençlik Döneminde Okulun Önemi
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
İTÜ Beylerbeyi Kampüsü Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü
Aileden sonra çocukların becerilerinin ve yeteneklerinin gelişmesinde rol alan en önemli yer okuldur. Özellikle ergenlik döneminin yaşandığı ortaokul süreci; çocukların ihtiyaçlarının, tepkilerinin, duygularının, fiziksel özelliklerinin değiştiği bir dönemdir. Bu nedenle çocuklarımızın yaşadıkları gelişim süreçlerini tanıdıkça onları daha iyi anlayabilir, duygularını dile getirmeleri konusunda onlara destek olabilir ve ihtiyaçlarına cevap verme noktasında onlara daha çok yardımcı olabiliriz.
Çocuklarımızın büyüdükçe ihtiyaçlarının ve tepkilerinin değiştiğini gözlemleriz. Zaman zaman verdikleri tepkilerle, olayları yorumlama biçimi ve yaklaşımlarıyla bizleri şaşırtırlar. Bu süreçte aklımızdan: “Bu çocuk hiç böyle yapmazdı!” gibi düşünceler geçebilir. Ergenlik dönemi, bu sürecin en yoğun yaşandığı dönemdir. Özellikle uzun bir yaz tatilinden sonra bu değişiklikleri yaşayan çocuklarınızın okula başlangıç ve uyum sürecinde de değişiklikler yaşadığını gözlemleyebilirsiniz. Bu dönemde çocuğunuzun yaşamında sadece anne baba önemli olmayacak, öğretmen ve arkadaşları da önem kazanacaktır. Çocuğunuz okulda hem birey olmayı hem de bir grubun üyesi olmayı öğrenecektir. Ayrıca paylaşma, işbirliği, haklar ve sorumluluklar, yarışma gibi kavramlar hayatında yer almaya başlayacaktır.
Ergenlik, çocukluk çağı ile yetişkinlik çağı arasındaki geçiş dönemidir. Ergenlik, bireyde çocuksu tutum ve davranışlarının yerini yetişkinlik tutum ve davranışlarının aldığı, cinsiyet yetilerinin kazanıldığı, bireyin erişkin rolüne psikolojik ve fiziksel olarak hazırlandığı dönemdir.
Ben Kimim ve Neler Yaşıyorum?
- Ben artık çocuk değilim!
Neden istediğim gibi davranamıyorum?
Yalnız kalmak istiyorum!
Bana artık karışmayın!
Bana ne zaman ders çalışacağımı hatırlatmayın!
Beni kimse anlamıyor. Çocuğumda ne gibi değişiklikler oluyor?
Bedensel değişimler
Duygusal değişimler
Zihinsel değişimler
Ergenliğe giriş yaşı; genetik (ailesel), ırk, sosyoekonomik şartlar (çocuk yaşta evlendirme, ağır bedensel yük altında çalıştırılan çocuklar) ve iklim gibi faktörlerden etkilenir. Genel olarak kızlar erkeklere oranla daha önce olgunlaştıkları için bu dönem kızlarda 10-12, erkeklerde ise 12-14 yaşları arasında başlar. Ergenliğin sonuna doğru bu farkın kapandığı görülür.
Ergenlik döneminde; otoriteye karşı olma, söz dinlememe, eleştirme, hata bulma gencin tutumlarındandır. Gelişme döneminde anne-baba tarafından bazen çocuk bazen yetişkin gibi algılanan çocuk, ne zaman ne şekilde davranacağını bilemez. Gelişmekte olan bedenine, cinsel ve duygusal gelişimlerine ayak uyduramaz; "kimlik karmaşası"na düşebilir. Yetişkinlerin gençlere baskıcı ve disiplinli davranmaktan çok sevgi dolu, güven veren, önemseyen ve değer veren bir tutumla yaklaşmaları onların kimlik gelişimlerini kolaylaştıracaktır.
Ergen, ani duygu değişimleri dile getirebilir. Zaman zaman yetişkinin uzaktan denetimine ihtiyaç duyabilir. Aynı zamanda yetişkinin güvenini kazanmaya, kendine güvenilen bir insan olmaya ihtiyaç duyabilir. Kendisine güven duyulmaması onda kaygı yaratır.
Ergenlik döneminin temel özelliklerinden biri olan güvensizlik, ergenin gösterişçi ya da çekingen bir birey olmasına sebep olabilir. Bu evrede ergen, başkalarının kendisi hakkında verecekleri hükümler konusunda aşırı derecede duyarlıdır.
Ergenlik sürecinde ergen; kişilik arayışları içindedir, arkadaş grupları da buna bağlı olarak değişebilir. Kendisi ile çok ilgilidir, ayna karşısında dakikalarca vakit harcayabilir. Kararsızdır, elbise seçimine ve giyimine önem verir. Kendisinin özgür bırakılmasını ister. Ebeveyne karşı isyankar bir tutum içerisine girebilir. Bu süreçte çocuklar bedenlerindeki değişimi anlamaya çalışırken duygusal süreçlerdeki değişiklikleri de anlamlandırmaya çalışabilir. Bu nedenle duygusal tepkileri abartılı olabilir ve genellikle değişkenlik gösterebilir. Sevincini ve öfkesini frenlemekte zorlanabilir. Eleştiri yaparak kendini ifade etmeyi seçmesine rağmen eleştirilmekten nefret edebilir. Nasihat duymaktan, özellikle de “bizim zamanımızda” ile başlayan cümlelerden hoşlanmaz. Kendi özellerini keşfetmeye çalıştıkları bir dönem olduğu için bunu kimseyle paylaşmak istemezler.
Ergenlik döneminde gençler için akranlarla iletişim kurmak giderek önem kazanmaya başlamaktadır. Bu dönemde, arkadaşlar mahremiyet ve sosyal destek kaynağı olarak anne babanın yerine geçmektedir. Bu durum anne babanın her şeyi kısıtlayan, yasaklayan ve sınırlar koyan bir durumda algılanmasına ve aile içinde çatışmalar yaşanmasına neden olmaktadır. Bu süreçle ile ilgili çeşitli makalelerde geçen: “Ergenlikten daha zor olan bir ergenin anne babası olmak!” sözünü düşünerek güven ilişkisi geliştirmek önemlidir.
Çocuklarla doğru ve etkili iletişim kurmak için siz velilerimize önerilerimiz şunlardır: Çocuğunuza karşı dürüst olurken istek ve beklentilerinizi açıkça ifade etmekten çekinmeyin. Bunu yaparken size yaşadıklarını anlatabilmesi için sessizce dinlemeli ve onu kabul ettiğimizi hissettirmeliyiz. Hep konuşan biz olursak gencin duygularını ifade etmesini engellemiş ve sizden gizli bir şeyler yapmasına sebebiyet vermiş olabilirsiniz.
Yaptığı yanlış davranışlar karşısında onunla suçlayıcı bir tutumla tartışmak yerine, düşüncelerine önem verdiğinizi gösterecek ifadeler kullanabilirsiniz. Burada en önemli nokta kendinizi onun yerine koyarak (empati yaparak) ‘’Ben olsaydım ne hissederdim?’’ diye düşünmek ve ifade ettiği duyguları isimlendirerek yansıtmaktır.
Sakin kalmaya çalışarak ona güven verin. Ebeveynle çocuk arasında kaygı, bulaşıcı bir durumdur. Çocuğunuz, kaygı duyduğu, canı sıkıldığı her durumda ne kadar endişelendiğinizi anlamak için size bakacak ve endişeli olduğunuzu gördüğünde korkmakta haklı olduğunu düşünecektir. Bu nedenle ne kadar tedirgin ve gergin olursanız olun, dışarıdan bakıldığında sakin ve rahat görünmeye çalışın.
Okulun ilk günlerinde çocuklarınıza nasıl destek olabilirsiniz?
Yeni bir ortama girmek hangi yaşta olursa olsun bir uyum gerektirir. Bu nedenle uyguladığımız oryantasyon süreci ile tüm öğrencilerimizin okula uyum sürecine destek olmaya çalışıyoruz. Oryantasyon çalışmalarımız ile öğrencilerimiz birbirleriyle tanışır ve burada ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarını öğrenirler.
Ebeveynler olarak okulla ilgili çocuklarınızı önceden bilgilendirmeniz, uyum sürecinde kendilerini daha rahat hissetmelerine yardımcı olacaktır. Okulun sizin için önemi, bu okulu seçmekteki öncelikleriniz, okulun sistemi dahilinde sizin için önemli olan etkinlikler, yemeklerini nerede yiyecekleri, revirin yeri, tuvalet ihtiyaçlarını nasıl giderecekleri gibi konular hakkında bilgi almak çocuğunuzu büyük ölçüde rahatlatacaktır.
Uyku saatlerinin düzenli oluşu, zamanında yatıp kalkması, bir gün önceden okul malzemelerini hazırlaması gibi günlük rutinlerle ilgili kazandıracağınız alışkanlıklar, sabah hazırlıklarında onları gerginlikten uzak tutacaktır. Böylece okulun ilk günlerindeki uyum sürecinde ve yıl içerisinde çocuğunuz kaygıdan uzaklaşacak, okula daha keyifli gelecektir.
Okul bir yaşam alanı olduğu için bazen zorlandığı, sıkıldığı, yorulduğu zamanları da olabilir. Daha sonra hayal kırıklığına uğramaması için sorduğu sorulara gerçekçi cevaplar verin.
Çocuğunuza; öğretmenine, okula güven duyduğunuzu hissettirin ve kendisinin de güvenebileceği mesajını verin. Eğer ilk günlere dair kaygınız varsa bunu çocuğunuzun yanında dile getirmemeye özen gösterin.
Bütün bu davranış özelliklerini göz önünde bulundurarak ve önerilere dikkat ederek yaklaştığınızda okula başlangıçta ve sonraki süreçlerde çocuğunuzla sağlıklı ve mutlu bir ilişki kurduğunuzu gözlemleyeceksiniz.
Gösterilen her türlü özene rağmen her yıl okula uyum sağlama konusunda güçlük yaşayan çocuklar olabilmektedir. Bu durumda zaman kaybetmeden sınıf öğretmeni ve Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü ile işbirliği yapmak, süreci daha rahat atlatmanıza yardımcı olacaktır.
KAYNAKÇA
Parman, Talat (2000), Ergenlik ya da Merhaba Hüzün, Bağlam Yayınları, İstanbul.
Başgül, Yrd. Doç. Dr. Ş. Senem, Popüler Psikiyatri Dergisi, Sayı77
Şenel, Hatice (2007), Eyvah! Çocuğum Okula Başlıyor, Özgür Yayınları.
Jeammet, Philip, Ergenlik, Anne Babalar ve Uzmanlar İçin Nirengi Noktaları, Bağlam, 2012
www.bengisemerci.com, Gençlik Döneminde Okulun Önemi
Son Güncelleme: Perşembe, 20 Eylül 2018 10:43
Gösterim: 11761
Öğrenciler uzun bir tatil için geri sayıma başladı. Yoğun geçen bir eğitim yılının ardından yaz tatiline girecek olan öğrencilerin tatilde dinlenmelerinin önemli olduğunu belirten uzmanlara göre, iyi ve verimli bir tatilin ilk şartı kaliteli zaman geçirmek. Uzmanlar, “Çocuklarımıza boş zamanı kaliteli değerlendirmeyi öğretmeliyiz” tavsiyesinde bulunurken dinlenme ve eğlenme fırsatının da çocuklara tanınması gerektiğinin altını çiziyor.
Üsküdar Üniversitesi NP Feneryolu Tıp Merkezinden Uzman Klinik Psikolog Aynur Sayım, yaz tatilini verimli geçirme konusunda ailelere önerilerde bulundu. Bazı ailelerin çocuklarını yaz boyunca kurstan kursa yönlendirirken; bazılarının ise çocuklarını kendi haline bıraktığını dile getiren Sayım, zaman yönetiminin doğru yapılmasının önemini vurguladı.
Çocuk için anne ve baba rehber olmalı
Doyurucu geçirilen zamanın kişiyi mutlu edip, değerli hissederek dinlenmesini sağlayacağını belirten Sayım, “Tabii ki çocuk için tatil, bir dönem boyunca planlı, kurallı bir ortamdan özgür olduğu ve dinlenebildiği daha esnek bir zaman dilimini ifade eder. Anne ve babaların rehberliği çocuğun tatili nasıl geçireceği ile ilgili devreye girmelidir” şeklinde konuştu.
Dinlenme ve eğlenmeye fırsat tanınmalı
“Ailelerin fazla müdahale içermeden, çocuktan beklentiyi yüksek tutmadan, dinlenme ve eğlenmeye fırsat tanıyarak aktivite planı yapmasına yardımcı olmaları önemlidir” diyen Aynur Sayım, “Tatilde seçtikleri arkadaşlar, bulundukları ortamlar aile tarafından denetlenmeli elbette ama bunu yaparken de fazla baskı kurmadan özenli davranılmalı” önerisinde bulundu.
Karnesi kötü gelen çocuk zorlanmamalı
Uzman Klinik Psikolog Aynur Sayım, çocuğun bir yıl boyunca başaramadığını tatilde başaramayacağını söyleyerek sözlerine şu şekilde devam etti: “Çocuğu zorlamamak, çözüme yönelik eyleme geçmek, en doğru yaklaşım olacaktır. Çocuktan, tatilde sıkı çalışma programı uygulamasını beklememek; ancak özel eğitimle desteklenmesi gereken bir durum varsa, bir eğitici rehberliğinde ek çalışma yapılması uygun olabilir. Özel destek gerektiren durumlar dışında genel bir tekrar, kitap okuma, çok zorlayıcı olmayan çalışmalar yapılabilir. Çocuklara odasını toplamak, dişlerini fırçalamak gibi günlük sorumlulukların da verilmesi, ayrıca spor, satranç, drama gibi sevdiği etkinliklere yöneltilmesinin fiziksel ve sosyal gelişimlerine katkıda bulunacağının altını çizmek yararlı olacaktır.”
Çocuğa iç disiplin kazandırılmalı
“Çocuk zamanını iyi yönetmeyi öğrenmişse bu tutumu, tatildeki etkinlik ve aktivitelerine, arkadaşları ile nasıl zaman geçirdiğine, zamanının ne kadarını arkadaşlarıyla ne kadarını kendisine ayırdığına yansıyacaktır” diyen Aynur Sayım, çocuğa kazandırılan iç disiplinin önemine değindi.
Tatilde kitap okuma saatleri yapılmalı
Klinik Psikolog Aynur Sayım, “Uzun tatil döneminde çocukların yıl içinde öğrendikleri bilgileri unutmamak ve yeni eğitim dönemine hazırlanmak için günlük planlamalar içinde kısa ders tekrarları ve kitap okuma saatlerinin eklenmesi yararlı olacaktır” diyerek ders tekrarının çocuklar için verimine işaret eti.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Öğrenciler uzun bir tatil için geri sayıma başladı. Yoğun geçen bir eğitim yılının ardından yaz tatiline girecek olan öğrencilerin tatilde dinlenmelerinin önemli olduğunu belirten uzmanlara göre, iyi ve verimli bir tatilin ilk şartı kaliteli zaman geçirmek. Uzmanlar, “Çocuklarımıza boş zamanı kaliteli değerlendirmeyi öğretmeliyiz” tavsiyesinde bulunurken dinlenme ve eğlenme fırsatının da çocuklara tanınması gerektiğinin altını çiziyor.
Üsküdar Üniversitesi NP Feneryolu Tıp Merkezinden Uzman Klinik Psikolog Aynur Sayım, yaz tatilini verimli geçirme konusunda ailelere önerilerde bulundu. Bazı ailelerin çocuklarını yaz boyunca kurstan kursa yönlendirirken; bazılarının ise çocuklarını kendi haline bıraktığını dile getiren Sayım, zaman yönetiminin doğru yapılmasının önemini vurguladı.
Çocuk için anne ve baba rehber olmalı
Doyurucu geçirilen zamanın kişiyi mutlu edip, değerli hissederek dinlenmesini sağlayacağını belirten Sayım, “Tabii ki çocuk için tatil, bir dönem boyunca planlı, kurallı bir ortamdan özgür olduğu ve dinlenebildiği daha esnek bir zaman dilimini ifade eder. Anne ve babaların rehberliği çocuğun tatili nasıl geçireceği ile ilgili devreye girmelidir” şeklinde konuştu.
Dinlenme ve eğlenmeye fırsat tanınmalı
“Ailelerin fazla müdahale içermeden, çocuktan beklentiyi yüksek tutmadan, dinlenme ve eğlenmeye fırsat tanıyarak aktivite planı yapmasına yardımcı olmaları önemlidir” diyen Aynur Sayım, “Tatilde seçtikleri arkadaşlar, bulundukları ortamlar aile tarafından denetlenmeli elbette ama bunu yaparken de fazla baskı kurmadan özenli davranılmalı” önerisinde bulundu.
Karnesi kötü gelen çocuk zorlanmamalı
Uzman Klinik Psikolog Aynur Sayım, çocuğun bir yıl boyunca başaramadığını tatilde başaramayacağını söyleyerek sözlerine şu şekilde devam etti: “Çocuğu zorlamamak, çözüme yönelik eyleme geçmek, en doğru yaklaşım olacaktır. Çocuktan, tatilde sıkı çalışma programı uygulamasını beklememek; ancak özel eğitimle desteklenmesi gereken bir durum varsa, bir eğitici rehberliğinde ek çalışma yapılması uygun olabilir. Özel destek gerektiren durumlar dışında genel bir tekrar, kitap okuma, çok zorlayıcı olmayan çalışmalar yapılabilir. Çocuklara odasını toplamak, dişlerini fırçalamak gibi günlük sorumlulukların da verilmesi, ayrıca spor, satranç, drama gibi sevdiği etkinliklere yöneltilmesinin fiziksel ve sosyal gelişimlerine katkıda bulunacağının altını çizmek yararlı olacaktır.”
Çocuğa iç disiplin kazandırılmalı
“Çocuk zamanını iyi yönetmeyi öğrenmişse bu tutumu, tatildeki etkinlik ve aktivitelerine, arkadaşları ile nasıl zaman geçirdiğine, zamanının ne kadarını arkadaşlarıyla ne kadarını kendisine ayırdığına yansıyacaktır” diyen Aynur Sayım, çocuğa kazandırılan iç disiplinin önemine değindi.
Tatilde kitap okuma saatleri yapılmalı
Klinik Psikolog Aynur Sayım, “Uzun tatil döneminde çocukların yıl içinde öğrendikleri bilgileri unutmamak ve yeni eğitim dönemine hazırlanmak için günlük planlamalar içinde kısa ders tekrarları ve kitap okuma saatlerinin eklenmesi yararlı olacaktır” diyerek ders tekrarının çocuklar için verimine işaret eti.
Son Güncelleme: Çarşamba, 06 Haziran 2018 13:30
Gösterim: 12360
Prof. Dr. Belma HAZNEDAR / Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü
ÇOCUKLUKTA DİL ÖĞRENİMİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ
Normal gelişim gösteren her çocuk, çevresinde yeterince duyabildiği/maruz kaldığı ve etkileşim içinde kullanma olanağı bulduğu tüm dilleri öğrenme kapasitesine sahiptir. Nörolojik olarak beynin, bir çocuğun öğrenebileceği dillerin sayısını sınırlaması söz konusu değildir. Tersine, öğrenme koşulları uygunsa, her çocuk iki, üç veya daha fazla dili öğrenebilir. Yapılan çalışmalar yeni doğan bir günlük bir bebeğin bile annesinin sesini aynı odada bulunan diğer kadın seslerinden ayırt edebildiğini göstermiştir. Aynı şekilde, bebek doğumu izleyen ilk birkaç ay içinde çevresinde konuşulan dili maruz kalmadığı diğer dillerden ayırt edebilir. Bu durum, bebeğin duyduğu dilin ezgisini (prozodisini), diğer bir deyişle o dilde seslerin nasıl birleştiğini ve bir ritim oluşturduğunu bildiğini gösterir. Tüm bu bulgular, çocukta dil işlemleme sürecinin çok erken evrelerde, hatta doğumdan önce başladığını göstermektedir.
Çocukların bir bölümü aile içinde anne babanın farklı dilleri konuşuyor olması nedeniyle birden fazla dile maruz kalırken, daha büyük bir bölümü ise adına ‘ardışık ikidillilik’ dediğimiz çocuğun anadilinin temel özelliklerini öğrendikten sonra (4 veya 4 yaşından sonra), yeni bir dil sistemi ile karşılaşma durumudur. Ülkemizde ve dünya genelinde gerek okul gerekse doğal ortamda yaygın olarak gerçekleşen ikinci dil öğrenme türü, ardışık ikidillilik örneğidir. Günümüzde dünya genelinde yaklaşık 200 ülkede 7000 dolayında dil konuşulduğu düşünüldüğünde, ikidilliliğin alabildiğine yaygın bir olgu olduğu görülebilir. Ancak burada hemen vurgulamak gereken önemli bir nokta, ikidilli veya çok dilli bireylerin dağarcığında bulunan tüm dilleri ve dil becerilerini aynı yetkinlikte kullanmalarını beklememek gerektiğidir. Bunun en önemli nedeni ise, ikidilli bireylerin her dildeki yeterlik düzeyinin o dilleri kullanma ihtiyacına, neden kullandığına ve dillere ne ölçüde maruz kaldıklarına göre birbirinden farklılıklar göstermesidir. Örneğin, bir dilde eğitim olanaklarına bağlı olarak okuryazarlık becerilerinin edinilmesiyle, birey o dili yazılı ve sözlü biçimde etkin kullanabilir, sonuç çıkarma ve değerlendirme gibi üst düzey bilişsel kazanımlar elde edebilir. Diğer dilin, ağırlıklı olarak ev ortamı ile sınırlı olduğu durumlarda ise, yazılı beceriler şöyle dursun, özellikle genç kuşaklarda sözlü dil becerilerinde bile sınırlılıklar görülebilir. Bu nedenle, dünyanın pek çok yerinde dengeli ikidillilik olarak nitelendirilen olgu, ikidilli bireylerde çoğu zaman ender karşılaşılan bir durumdur.
NEDEN ERKEN YAŞTA YABANCI DİL ÖĞRETİMİ?
Bilişsel, akademik ve kültürel kazanımlar
Beyin onu nasıl kullandığımıza bağlı olarak değişir ve şekil alır. Nasıl ki, bir müzisyenin beyin yapısı bir mimarın beyin yapısından farklı ise, iki veya üç dilli bir bireyin beyin yapısı da tek dilli bir bireyinkinden farklıdır. İki dili aynı anda, dikkatle ve değişen ortama göre uygun biçimde kullanma, beyinde bellek, problem çözme ve planlama gibi pek çok işlevi kontrol eden yönetsel yapılardan kontrol sisteminin aktif olarak kullanılmasını gerektirir. Bilimsel çalışmalar, erken yaşta yabancı dil öğretiminin doğru yöntem ve yaklaşımlarla yapıldığında, iyi sonuçlar verdiğini göstermiştir. Erken yaşta bir başka dili öğrenme, çocuğa bilgiyi algılamada, işlemede ve kullanmada zihinsel esneklik sağlarken, aynı anda iki dille uğraşıyor olması, çocuğa dikkati kontrol etme ile diller-üstü farkındalık gibi becerilerde üstünlük sağlamaktadır. Dahası, son yapılan çalışmalar birden fazla dil bilmenin bilişsel yararlarının sadece çocukluk dönemi ile sınırlı olmadığını, tersine yaşam boyu sürdüğünü göstermektedir.
Erken yaşta dil öğrenimi ayrıca çocuğun anadilinin de desteklendiği artırıcı ikidillilik ortamlarında, çocuğun akademik başarısına, bireysel ve sosyal gelişimine de olumlu katkılarda bulunmaktadır. Bu sayede çocuk erken yaşta farklı kültürleri tanımakta, kültürlerarası benzerlikleri ve farklılıkları görebilmekte, farklı kültürlere saygı ile yaklaşmayı öğrendiği gibi, karşılaştırmalar yaparak kendi kültürünü daha iyi tanıma olanağı bulmaktadır.
Erken yaşta yabancı dil öğrenimin özellikleri nelerdir?
Erken yaşta yabancı dil eğitiminde başarı, anlamlı dil öğretim yöntemlerinin benimsenmesi ve tüm öğrenim sürecini kapsayan uygun eğitim ortamlarının yaratılmasıyla mümkündür. Erken çocukluk dönemi soyut düşünme yetisinin henüz tam olarak şekillenmediği ve bu nedenle yapılan tüm etkinliklerin somut olarak öğrencinin yaparak, oynayarak, deneyerek öğrenmeyi gerçekleştirdiği yıllardır. Yabancı dilde öğretim ilk aşamalarda iletişime dayalı olmalıdır. Ancak, ilk evrelerde çocuk sessiz kalıyorsa buna saygı gösterilmeli ve zorlanmamalıdır. Sessiz dönem bazı çocuklarda haftalarca, bazılarında aylar sürebilir. Sessiz olarak nitelendirilen bu dönemde çocuğun dili öğrenmediğini düşünmek doğru değildir. Çocuk bu ilk evrelerde sınıfta öğretmenin sunduğu dili anlamaya çalışıyordur. Tıpkı anadilimizi öğrenirken olduğu gibi, ikinci bir dilde konuşma ve yazma gibi üretime dayalı beceriler her zaman anlamadan sonra gelişir. Yabancı dilin sadece birkaç saatle sınırlı olduğu sınıf ortamlarında bu sürenin daha uzun süreceği göz ardı edilmemelidir.
Yabancı dil öğreniminin ilk aşamalarında çocuğun anadilinin özellikleri görülebilir. Bu, doğal bir süreçtir çünkü adına ‘dillerarası etkileşim’ dediğimiz bu durum, çocuğun dağarcığında olan halihazırda var olan anadil ile yeni öğrenmeye başladığı dil arasında sürekli bir etkileşimin olduğunu gösterir.
İkinci bir dil öğrenirken pek çok dilsel özelliğin yavaş ve belli bir sıra ile öğrenildiği görülür. Dilde bazı özellikler diğerlerinden daha önce, bazıları ise daha geç öğrenilir. Kimi zaman diller arası farklardan (alfabe, yazı sistemi, cümle yapısı gibi) kaynaklanan nedenlerle basitmiş gibi görünen pek çok özelliğin ve yapının öğrenilmesi aylar, hatta yıllar alabilir. İngilizce’nin öğreniminden örnek verecek olursak, İngilizce’de sayıları 14 kadar olan ‘can, could, would, should’ gibi yardımcı fiiller bir çırpıda öğrenilen yapılar değildir. Gerek anlam gerekse örtüşen fonksiyonları nedeniyle, anadili İngilizce olan çocukların bile bu yapıları uzun sürede öğrendiği görülmektedir. Bu nedenle, Türkiye koşullarında özellikle ders saatlerinin haftada birkaç saatle sınırlı olduğu sınıf ortamında İngilizce öğrenen çocukların kısa bir sürede bu gibi yapıları ve işlevleri öğrenmesi beklenmemelidir.
Doğası gereği, yazılı ve sözlü bir iletişim aracı olan dilin öğrenimi süreklilik gerektirir. Bugünden yarına kısa sürede gerçekleşmez. Öğrenci dili yeterince duymaz ve kullanma olanağı bulamazsa gelişme sağlanamaz ve öğrendiklerini kısa sürede unutur. Yabancı dilin günlük ders programında düzenli ve sürekli biçimde yer alması gerekir. Devlet okullarında yabancı dil öğretimi için ayrılan haftada 2-4 saatlik süreler kesinlikle yeterli değildir. Bir yabancı dilde akademik anlamda dinleme, konuşma, okuma, yazma ve sözcük bilgisini içeren donanımın edinilmesi ve tüm bu becerilerin doğru ve akıcı bir biçimde kullanımı için yaklaşık 5-7 yıl süren düzenli ve etkin bir öğretim programına ihtiyaç vardır. Kullanılan öğretim malzemelerinde ve kitaplarda sunulan konu ve yapıların çocukların gelişim basamaklarına uygun olması gerekir. Dahası, öğretilen yabancı dilin hangi özellikleri daha erken öğreniliyorsa, öğretim programının ve buna bağlı olarak hazırlanan yabancı dil kitaplarının ve öğretim malzemelerinin buna uygun hazırlanması gerekir.
Özetlemek gerekirse, her çocuk birden fazla dili öğrenme kapasitesine sahiptir. Bunu sağlamak için çocuğun öğretilen dili yeterince duyma ve kullanma olanağının olması kadar, öğretilen dilin çocuğa anlamlı ortamlar içinde sunuluyor gerekir. Çocuğun bilişsel, psikolojik, sosyo-duygusal ve akademik olarak hangi yaşta neyi iyi yapabileceğini bilmekle ve söz konusu gelişimsel evrelere uygun olarak hazırlanan öğretim malzemeleri ve yöntemleriyle ülkemizde erken yaşta yabancı dil öğretimini başarmak mümkündür.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Prof. Dr. Belma HAZNEDAR / Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü
ÇOCUKLUKTA DİL ÖĞRENİMİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ
Normal gelişim gösteren her çocuk, çevresinde yeterince duyabildiği/maruz kaldığı ve etkileşim içinde kullanma olanağı bulduğu tüm dilleri öğrenme kapasitesine sahiptir. Nörolojik olarak beynin, bir çocuğun öğrenebileceği dillerin sayısını sınırlaması söz konusu değildir. Tersine, öğrenme koşulları uygunsa, her çocuk iki, üç veya daha fazla dili öğrenebilir. Yapılan çalışmalar yeni doğan bir günlük bir bebeğin bile annesinin sesini aynı odada bulunan diğer kadın seslerinden ayırt edebildiğini göstermiştir. Aynı şekilde, bebek doğumu izleyen ilk birkaç ay içinde çevresinde konuşulan dili maruz kalmadığı diğer dillerden ayırt edebilir. Bu durum, bebeğin duyduğu dilin ezgisini (prozodisini), diğer bir deyişle o dilde seslerin nasıl birleştiğini ve bir ritim oluşturduğunu bildiğini gösterir. Tüm bu bulgular, çocukta dil işlemleme sürecinin çok erken evrelerde, hatta doğumdan önce başladığını göstermektedir.
Çocukların bir bölümü aile içinde anne babanın farklı dilleri konuşuyor olması nedeniyle birden fazla dile maruz kalırken, daha büyük bir bölümü ise adına ‘ardışık ikidillilik’ dediğimiz çocuğun anadilinin temel özelliklerini öğrendikten sonra (4 veya 4 yaşından sonra), yeni bir dil sistemi ile karşılaşma durumudur. Ülkemizde ve dünya genelinde gerek okul gerekse doğal ortamda yaygın olarak gerçekleşen ikinci dil öğrenme türü, ardışık ikidillilik örneğidir. Günümüzde dünya genelinde yaklaşık 200 ülkede 7000 dolayında dil konuşulduğu düşünüldüğünde, ikidilliliğin alabildiğine yaygın bir olgu olduğu görülebilir. Ancak burada hemen vurgulamak gereken önemli bir nokta, ikidilli veya çok dilli bireylerin dağarcığında bulunan tüm dilleri ve dil becerilerini aynı yetkinlikte kullanmalarını beklememek gerektiğidir. Bunun en önemli nedeni ise, ikidilli bireylerin her dildeki yeterlik düzeyinin o dilleri kullanma ihtiyacına, neden kullandığına ve dillere ne ölçüde maruz kaldıklarına göre birbirinden farklılıklar göstermesidir. Örneğin, bir dilde eğitim olanaklarına bağlı olarak okuryazarlık becerilerinin edinilmesiyle, birey o dili yazılı ve sözlü biçimde etkin kullanabilir, sonuç çıkarma ve değerlendirme gibi üst düzey bilişsel kazanımlar elde edebilir. Diğer dilin, ağırlıklı olarak ev ortamı ile sınırlı olduğu durumlarda ise, yazılı beceriler şöyle dursun, özellikle genç kuşaklarda sözlü dil becerilerinde bile sınırlılıklar görülebilir. Bu nedenle, dünyanın pek çok yerinde dengeli ikidillilik olarak nitelendirilen olgu, ikidilli bireylerde çoğu zaman ender karşılaşılan bir durumdur.
NEDEN ERKEN YAŞTA YABANCI DİL ÖĞRETİMİ?
Bilişsel, akademik ve kültürel kazanımlar
Beyin onu nasıl kullandığımıza bağlı olarak değişir ve şekil alır. Nasıl ki, bir müzisyenin beyin yapısı bir mimarın beyin yapısından farklı ise, iki veya üç dilli bir bireyin beyin yapısı da tek dilli bir bireyinkinden farklıdır. İki dili aynı anda, dikkatle ve değişen ortama göre uygun biçimde kullanma, beyinde bellek, problem çözme ve planlama gibi pek çok işlevi kontrol eden yönetsel yapılardan kontrol sisteminin aktif olarak kullanılmasını gerektirir. Bilimsel çalışmalar, erken yaşta yabancı dil öğretiminin doğru yöntem ve yaklaşımlarla yapıldığında, iyi sonuçlar verdiğini göstermiştir. Erken yaşta bir başka dili öğrenme, çocuğa bilgiyi algılamada, işlemede ve kullanmada zihinsel esneklik sağlarken, aynı anda iki dille uğraşıyor olması, çocuğa dikkati kontrol etme ile diller-üstü farkındalık gibi becerilerde üstünlük sağlamaktadır. Dahası, son yapılan çalışmalar birden fazla dil bilmenin bilişsel yararlarının sadece çocukluk dönemi ile sınırlı olmadığını, tersine yaşam boyu sürdüğünü göstermektedir.
Erken yaşta dil öğrenimi ayrıca çocuğun anadilinin de desteklendiği artırıcı ikidillilik ortamlarında, çocuğun akademik başarısına, bireysel ve sosyal gelişimine de olumlu katkılarda bulunmaktadır. Bu sayede çocuk erken yaşta farklı kültürleri tanımakta, kültürlerarası benzerlikleri ve farklılıkları görebilmekte, farklı kültürlere saygı ile yaklaşmayı öğrendiği gibi, karşılaştırmalar yaparak kendi kültürünü daha iyi tanıma olanağı bulmaktadır.
Erken yaşta yabancı dil öğrenimin özellikleri nelerdir?
Erken yaşta yabancı dil eğitiminde başarı, anlamlı dil öğretim yöntemlerinin benimsenmesi ve tüm öğrenim sürecini kapsayan uygun eğitim ortamlarının yaratılmasıyla mümkündür. Erken çocukluk dönemi soyut düşünme yetisinin henüz tam olarak şekillenmediği ve bu nedenle yapılan tüm etkinliklerin somut olarak öğrencinin yaparak, oynayarak, deneyerek öğrenmeyi gerçekleştirdiği yıllardır. Yabancı dilde öğretim ilk aşamalarda iletişime dayalı olmalıdır. Ancak, ilk evrelerde çocuk sessiz kalıyorsa buna saygı gösterilmeli ve zorlanmamalıdır. Sessiz dönem bazı çocuklarda haftalarca, bazılarında aylar sürebilir. Sessiz olarak nitelendirilen bu dönemde çocuğun dili öğrenmediğini düşünmek doğru değildir. Çocuk bu ilk evrelerde sınıfta öğretmenin sunduğu dili anlamaya çalışıyordur. Tıpkı anadilimizi öğrenirken olduğu gibi, ikinci bir dilde konuşma ve yazma gibi üretime dayalı beceriler her zaman anlamadan sonra gelişir. Yabancı dilin sadece birkaç saatle sınırlı olduğu sınıf ortamlarında bu sürenin daha uzun süreceği göz ardı edilmemelidir.
Yabancı dil öğreniminin ilk aşamalarında çocuğun anadilinin özellikleri görülebilir. Bu, doğal bir süreçtir çünkü adına ‘dillerarası etkileşim’ dediğimiz bu durum, çocuğun dağarcığında olan halihazırda var olan anadil ile yeni öğrenmeye başladığı dil arasında sürekli bir etkileşimin olduğunu gösterir.
İkinci bir dil öğrenirken pek çok dilsel özelliğin yavaş ve belli bir sıra ile öğrenildiği görülür. Dilde bazı özellikler diğerlerinden daha önce, bazıları ise daha geç öğrenilir. Kimi zaman diller arası farklardan (alfabe, yazı sistemi, cümle yapısı gibi) kaynaklanan nedenlerle basitmiş gibi görünen pek çok özelliğin ve yapının öğrenilmesi aylar, hatta yıllar alabilir. İngilizce’nin öğreniminden örnek verecek olursak, İngilizce’de sayıları 14 kadar olan ‘can, could, would, should’ gibi yardımcı fiiller bir çırpıda öğrenilen yapılar değildir. Gerek anlam gerekse örtüşen fonksiyonları nedeniyle, anadili İngilizce olan çocukların bile bu yapıları uzun sürede öğrendiği görülmektedir. Bu nedenle, Türkiye koşullarında özellikle ders saatlerinin haftada birkaç saatle sınırlı olduğu sınıf ortamında İngilizce öğrenen çocukların kısa bir sürede bu gibi yapıları ve işlevleri öğrenmesi beklenmemelidir.
Doğası gereği, yazılı ve sözlü bir iletişim aracı olan dilin öğrenimi süreklilik gerektirir. Bugünden yarına kısa sürede gerçekleşmez. Öğrenci dili yeterince duymaz ve kullanma olanağı bulamazsa gelişme sağlanamaz ve öğrendiklerini kısa sürede unutur. Yabancı dilin günlük ders programında düzenli ve sürekli biçimde yer alması gerekir. Devlet okullarında yabancı dil öğretimi için ayrılan haftada 2-4 saatlik süreler kesinlikle yeterli değildir. Bir yabancı dilde akademik anlamda dinleme, konuşma, okuma, yazma ve sözcük bilgisini içeren donanımın edinilmesi ve tüm bu becerilerin doğru ve akıcı bir biçimde kullanımı için yaklaşık 5-7 yıl süren düzenli ve etkin bir öğretim programına ihtiyaç vardır. Kullanılan öğretim malzemelerinde ve kitaplarda sunulan konu ve yapıların çocukların gelişim basamaklarına uygun olması gerekir. Dahası, öğretilen yabancı dilin hangi özellikleri daha erken öğreniliyorsa, öğretim programının ve buna bağlı olarak hazırlanan yabancı dil kitaplarının ve öğretim malzemelerinin buna uygun hazırlanması gerekir.
Özetlemek gerekirse, her çocuk birden fazla dili öğrenme kapasitesine sahiptir. Bunu sağlamak için çocuğun öğretilen dili yeterince duyma ve kullanma olanağının olması kadar, öğretilen dilin çocuğa anlamlı ortamlar içinde sunuluyor gerekir. Çocuğun bilişsel, psikolojik, sosyo-duygusal ve akademik olarak hangi yaşta neyi iyi yapabileceğini bilmekle ve söz konusu gelişimsel evrelere uygun olarak hazırlanan öğretim malzemeleri ve yöntemleriyle ülkemizde erken yaşta yabancı dil öğretimini başarmak mümkündür.
Son Güncelleme: Çarşamba, 14 Mart 2018 14:01
Gösterim: 14588
Prof. Dr. Sinan Alçın, İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi
Son birkaç yıldır yeni bir üretim paradigmasıyla karşı karşıyayız: Sanayi 4.0! Bu süreç, geleceğin ekonomilerinin ve üretim ilişkilerinin de çerçevesini çiziyor. Sanayi 4.0 sadece teknik, metrik ve robotik bir süreç değil. Sanayi 4.0’ın odağında insan var. Sanayi 4.0 sürecinde adaptasyonun ilk adımı zihinsel dönüşüm. Bu dönüşüm ise Sanayi 4.0 süreciyle uyumlu bir eğitim sistemiyle mümkün. Geleceğin ekonomisine yön verecek kuşakları yetiştirmek için Eğitim 4.0 dönüşümü şart!
Sanayi 4.0 sürecinin kırılma noktası bilgi derinliğinde saklı. Bilgiye hâkimiyet farkları hem firmalar hem de ülkeler arasındaki farkı da belirliyor. Sanayi 4.0’ın tarif ettiği çoklu bağlantılı üretim ve ilişkisellik, doğal olarak bu düzeni olanaklı kılacak tasarım ve mühendislik bilgisini de gerekli kılıyor. Gelecekteki mesleklerin mevcutlarla neredeyse bütünüyle farklılaşacağını da hesaba kattığımızda bizim için, geleceğin belirsizliklerle dolu bir muamma mı, yoksa tasarımına bugünden başladığımız ve içinde rollerimizi belirlediğimiz bir süreç mi olacağı tam olarak bugün attığımız adımlara bağlı.
İlk adımlar…sonrasında takip eden adımlar…hepsi önemli! Yanlış ilk adımları yalpalayan yeni adımlar ve kaçınılmaz çöküşler izler. Doğru ilk adım temel eğitimden başlayarak giderek yaşam boyu öğrenmeye kadar genişleyen bir yelpazede kendine alan buluyor. Eğitim piyasası diye düşündüğümüzde, bu piyasanın global değeri yıllık 6.3 trilyon dolara erişmiş durumda. Bunun yaklaşık 300 milyar doları sadece uzaktan öğrenme (e-learning) yatırımlarına ait. Pasta büyük! Pasta büyük ama sonuçlar aynı büyüklükte veya etkileyicilikte değil maalesef.
PISA testi sonuçlarındaki durumumuz ortadayken, Eğitim 4.0 mümkün mü?
Zorlu bir yol. Bir taraftan temel bilim alanlarında giderek gerileyen bilgi düzeyi, hallaç pamuğuna dönüşmüş bir temel eğitim sistemi, ilişkisel bütünlük ve muhakeme yerine geçirilen teste dayalı öğretim yöntemlerinin tümü işimizi zorlaştırıyor. Ama kolay yol hiçbir zaman yok.
Sanayi 4.0’ın ana hattını çizdiği geleceğin ekonomilerinde kendisine etkili yer bulabilecek insan gücünün sahip olması gereken temel nitelik çoklu problemlere interdisipliner çözüm üretme gücü. Bunu Himalayaların bilmem kaç metre yükseklikte olduğunu A, B, C, D, E seçeneklerinden birini seçtirerek malumat edindirmeye dayalı mevcut sistemden derinlemesine bilgi sistemine geçiş zor ama şart!
MALUMATTAN BİLGİYE GEÇİŞ
Malumat (enformasyon) ile bilgi (knowledge) arasındaki derin farkı kavramak atılacak ilk adım belki de. Bilgiyi malumattan ayıran temel fark derinlikli deneyimleme sürecidir. Örneğin bir yerlerde balıkçıların balık tuttuğunu ezberlemek malumat edinmek oluyor. Himalayaların yüksekliğini ezberlemek gibi yani… Sürekli bu tip enformasyonla doldurulan beyinlerin yenilikçi kapasitelerini büsbütün kaybetme olasılıkları çok yüksek. Balık tutulduğunu duyduk ve ezberledik. Bize faydası yok! Balık tutmayı öğrenelim… Öğrenelim ama nasıl? Burada da bilgi kendi içerisinde ikiye ayrılır: Gömülü Bilgi (Tacit Knowledge) ve Kodlanmış Bilgi (Codified Knowledge). Kodlanmış bilgiye erişmek görece kolaydır. Alırsınız bir “10 saatte Balıkçılığı Öğrenme Kitabı” okursunuz. Okursunuz da sonuç genelde kitaptaki gibi olmaz. Birbirine dolaşmış olta ile balıkçının yolunu tutarsınız eve dönerken! Hiç işe yaramaz mı bu tip kitaplar. Eh işte, yarar gibi görünür. Yani dünyanın geri kalanını olmasa da kendinizi inandırabilirsiniz balık tutmayı bildiğinize. Bu da bir şey!
İşin esası gömülü bilgide. Balık tutmanın gömülü bilgisi, ancak birkaç geceyi usta balıkçılarla birlikte olta sallayıp, her türlü hatayı yapıp bunlardan ders çıkartarak, derinlemesine bir gözlem ve kendine has farklılıklar katarak elde edilebilir.
Bilginin bu deneyimlemeye dayalı gömülü kısmı bugünün dünyasında da yarının dünyasında da ülkeleri ve firmaları birbirinden ayıran en önemli fark! Bedava yazılımlarla birçok işinizi kolaylaştırabilirsiniz. Verimliliği de artırabilirsiniz ama o yazılımları yeniden-üretmeyi öğrenemediyseniz hep öndekilerin arkasında onlardan dökülenleri toplarken bulursunuz kendiniz.
FEN VE MATEMATİK TASARIMLA KAYNAŞIYOR!
Geleceğin ekonomilerinin ihtiyaç duyduğu çoklu yeteneğe sahip bireyler yetiştirmek için genel kabul gören eğitim yaklaşımına STEM adı veriliyor. STEM, Science, Technology, Engeneering ve Math’ın kısaltılmış hali. Bir de STEAM var. STEM’den farkı A (Art). Yani, bilim, teknoloji mühendislik, tasarım gücü ve matematik olmazsa olmaz! Maker hareketleri, kodlama programları, robotik teknolojiler özellikle temel öğrenim çağına dönük olarak hızlıca yaygınlaşıyor. Okullarda inovasyon merkezleri, STEM programları, kodlama ve algoritma dersleri yaygınlaşıyor. Hafta sonları futbol atölyesi yerine maker kurslarına devam edenlerin sayısı giderek artıyor. Bunların hepsi çok kıymetli. Eğitim sektörünün bu konuyu temel gündem haline getirmesi de önemli. Ancak, burada da işi reklam ve pazarlama aracına dönüştürüp, niteliksel olan gömülü bilgi sürecini ıskalayan yaklaşımlarla işi gerçekten bir deneyimleme süreci olarak okuyup, meseleyi günlük karlılığın ötesine taşıyan ve en önemlisi bu ülkenin kaynaklarına odaklanan yaklaşımlar da var. Sayıları henüz az, bölgesel olarak da eşitsiz, ama var! Bu örnekleri paylaşıp yaygınlaşmasına vesile olmak da hepimizin geleceğe karşı ortak sorumluluğu!
TAKİP EDEN DEĞİL, YENİDEN ÜRETEN NESİLLER
Sanayi 4.0 süreci sadece ileri otomasyona sahip makinalardan ibaret değil, sadece kodlamadan da ibaret değil ya da robotik teknolojileri öğrenmek de tek başına Sanayi 4.0’a adaptasyon için yeterli değil. Bunların tümünde, bütünlüklü bir temel okur-yazarlık gerekiyor. Okur-yazarlık önemli ama bu sadece ortaya çıkan yeni teknolojileri “takip eden” konuma getirebilir bizi. Eğer ülke olarak, geleceğin öne çıkan ekonomilerinden biri olmayı ve insan gücü açısından da “iyi takipçiler” değil de dümene geçenler safında yer almak istiyorsak Eğitim 4.0 dönüşümü kaçınılmaz!
ÖĞRETEN OKULLARDAN, ÖĞRENEN OKULLARA!
Geleceğin ekonomilerinde, kalıplaşmış, birbirini tekrar eden, indirgemeci yaklaşımlara yer yok. İlköğretimden başlayarak, ortaöğrenim ve yükseköğrenimde tüm öğretim sisteminin öğrencilere veri transfer etme özelliğinden sıyrılıp, araştırma niteliğini öne çıkartan ve öğrencisiyle birlikte geleceği öğrenen yeteneğe kavuşması gerekiyor.
Yani, dönüşüm eğitimden, o da eğitim kurumlarından başlayacak!
EĞİTİM 4.0 DÖNÜŞÜMÜ İÇİN 4WARE YAKLAŞIMI
Sanayi 4.0 sürecinin işaret ettiği dört yetkinlik alanı bulunuyor: Makina teçhizat teknolojisi, yazılım teknolojisi, ilişkisellik ve beyin gücü. Geliştirdiğimiz 4ware yaklaşımı bu dört alana odaklanıyor: Hardware, Software, Netware ve Wetware. Hardware, Sanayi 4.0 sürecinde ihtiyaç duyulan ileri teknolojiye sahip üretim araçlarını anlatıyor. Software, yeni makinaların koordinasyonunu sağlayacak ERP yazılımlarını, Netware küresel ölçekte ilişki ağını ve Wetware ise beyin gücünü anlatıyor. Bu dört alanda uyumlu bir gelişme sağlanmadan, sadece makinada ya da yazılımda iyileşme çok önemli bir ayırt edici özellik kazandırmıyor.
NEREDEN BAŞLAMALI?
Dönüşüme başlamak için öncelikle bu dört alandaki düzeyin ölçülmesi gerekiyor. Yani, kurumun röntgeninin çekilmesi gerekiyor. Röntgen sonucuna göre ise yol haritası (Eğitim 4.0 dönüşüm haritası) çıkartılması lazım! 4ware yaklaşımına dayalı olarak geliştirdiğimiz edu4ware testi ve ülkemizdeki Eğitim 4.0 dönüşüm serüvenine ilişkin bilgileri egitim4.com isimli bloğumuzda paylaşıyoruz.
Gelecek sayılarda uygulama örneklerini de buradan siz değerli Artı Eğitim okuyucularıyla paylaşıyor olacağız. Birlikte öğrenmek üzere!
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Prof. Dr. Sinan Alçın, İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi
Son birkaç yıldır yeni bir üretim paradigmasıyla karşı karşıyayız: Sanayi 4.0! Bu süreç, geleceğin ekonomilerinin ve üretim ilişkilerinin de çerçevesini çiziyor. Sanayi 4.0 sadece teknik, metrik ve robotik bir süreç değil. Sanayi 4.0’ın odağında insan var. Sanayi 4.0 sürecinde adaptasyonun ilk adımı zihinsel dönüşüm. Bu dönüşüm ise Sanayi 4.0 süreciyle uyumlu bir eğitim sistemiyle mümkün. Geleceğin ekonomisine yön verecek kuşakları yetiştirmek için Eğitim 4.0 dönüşümü şart!
Sanayi 4.0 sürecinin kırılma noktası bilgi derinliğinde saklı. Bilgiye hâkimiyet farkları hem firmalar hem de ülkeler arasındaki farkı da belirliyor. Sanayi 4.0’ın tarif ettiği çoklu bağlantılı üretim ve ilişkisellik, doğal olarak bu düzeni olanaklı kılacak tasarım ve mühendislik bilgisini de gerekli kılıyor. Gelecekteki mesleklerin mevcutlarla neredeyse bütünüyle farklılaşacağını da hesaba kattığımızda bizim için, geleceğin belirsizliklerle dolu bir muamma mı, yoksa tasarımına bugünden başladığımız ve içinde rollerimizi belirlediğimiz bir süreç mi olacağı tam olarak bugün attığımız adımlara bağlı.
İlk adımlar…sonrasında takip eden adımlar…hepsi önemli! Yanlış ilk adımları yalpalayan yeni adımlar ve kaçınılmaz çöküşler izler. Doğru ilk adım temel eğitimden başlayarak giderek yaşam boyu öğrenmeye kadar genişleyen bir yelpazede kendine alan buluyor. Eğitim piyasası diye düşündüğümüzde, bu piyasanın global değeri yıllık 6.3 trilyon dolara erişmiş durumda. Bunun yaklaşık 300 milyar doları sadece uzaktan öğrenme (e-learning) yatırımlarına ait. Pasta büyük! Pasta büyük ama sonuçlar aynı büyüklükte veya etkileyicilikte değil maalesef.
PISA testi sonuçlarındaki durumumuz ortadayken, Eğitim 4.0 mümkün mü?
Zorlu bir yol. Bir taraftan temel bilim alanlarında giderek gerileyen bilgi düzeyi, hallaç pamuğuna dönüşmüş bir temel eğitim sistemi, ilişkisel bütünlük ve muhakeme yerine geçirilen teste dayalı öğretim yöntemlerinin tümü işimizi zorlaştırıyor. Ama kolay yol hiçbir zaman yok.
Sanayi 4.0’ın ana hattını çizdiği geleceğin ekonomilerinde kendisine etkili yer bulabilecek insan gücünün sahip olması gereken temel nitelik çoklu problemlere interdisipliner çözüm üretme gücü. Bunu Himalayaların bilmem kaç metre yükseklikte olduğunu A, B, C, D, E seçeneklerinden birini seçtirerek malumat edindirmeye dayalı mevcut sistemden derinlemesine bilgi sistemine geçiş zor ama şart!
MALUMATTAN BİLGİYE GEÇİŞ
Malumat (enformasyon) ile bilgi (knowledge) arasındaki derin farkı kavramak atılacak ilk adım belki de. Bilgiyi malumattan ayıran temel fark derinlikli deneyimleme sürecidir. Örneğin bir yerlerde balıkçıların balık tuttuğunu ezberlemek malumat edinmek oluyor. Himalayaların yüksekliğini ezberlemek gibi yani… Sürekli bu tip enformasyonla doldurulan beyinlerin yenilikçi kapasitelerini büsbütün kaybetme olasılıkları çok yüksek. Balık tutulduğunu duyduk ve ezberledik. Bize faydası yok! Balık tutmayı öğrenelim… Öğrenelim ama nasıl? Burada da bilgi kendi içerisinde ikiye ayrılır: Gömülü Bilgi (Tacit Knowledge) ve Kodlanmış Bilgi (Codified Knowledge). Kodlanmış bilgiye erişmek görece kolaydır. Alırsınız bir “10 saatte Balıkçılığı Öğrenme Kitabı” okursunuz. Okursunuz da sonuç genelde kitaptaki gibi olmaz. Birbirine dolaşmış olta ile balıkçının yolunu tutarsınız eve dönerken! Hiç işe yaramaz mı bu tip kitaplar. Eh işte, yarar gibi görünür. Yani dünyanın geri kalanını olmasa da kendinizi inandırabilirsiniz balık tutmayı bildiğinize. Bu da bir şey!
İşin esası gömülü bilgide. Balık tutmanın gömülü bilgisi, ancak birkaç geceyi usta balıkçılarla birlikte olta sallayıp, her türlü hatayı yapıp bunlardan ders çıkartarak, derinlemesine bir gözlem ve kendine has farklılıklar katarak elde edilebilir.
Bilginin bu deneyimlemeye dayalı gömülü kısmı bugünün dünyasında da yarının dünyasında da ülkeleri ve firmaları birbirinden ayıran en önemli fark! Bedava yazılımlarla birçok işinizi kolaylaştırabilirsiniz. Verimliliği de artırabilirsiniz ama o yazılımları yeniden-üretmeyi öğrenemediyseniz hep öndekilerin arkasında onlardan dökülenleri toplarken bulursunuz kendiniz.
FEN VE MATEMATİK TASARIMLA KAYNAŞIYOR!
Geleceğin ekonomilerinin ihtiyaç duyduğu çoklu yeteneğe sahip bireyler yetiştirmek için genel kabul gören eğitim yaklaşımına STEM adı veriliyor. STEM, Science, Technology, Engeneering ve Math’ın kısaltılmış hali. Bir de STEAM var. STEM’den farkı A (Art). Yani, bilim, teknoloji mühendislik, tasarım gücü ve matematik olmazsa olmaz! Maker hareketleri, kodlama programları, robotik teknolojiler özellikle temel öğrenim çağına dönük olarak hızlıca yaygınlaşıyor. Okullarda inovasyon merkezleri, STEM programları, kodlama ve algoritma dersleri yaygınlaşıyor. Hafta sonları futbol atölyesi yerine maker kurslarına devam edenlerin sayısı giderek artıyor. Bunların hepsi çok kıymetli. Eğitim sektörünün bu konuyu temel gündem haline getirmesi de önemli. Ancak, burada da işi reklam ve pazarlama aracına dönüştürüp, niteliksel olan gömülü bilgi sürecini ıskalayan yaklaşımlarla işi gerçekten bir deneyimleme süreci olarak okuyup, meseleyi günlük karlılığın ötesine taşıyan ve en önemlisi bu ülkenin kaynaklarına odaklanan yaklaşımlar da var. Sayıları henüz az, bölgesel olarak da eşitsiz, ama var! Bu örnekleri paylaşıp yaygınlaşmasına vesile olmak da hepimizin geleceğe karşı ortak sorumluluğu!
TAKİP EDEN DEĞİL, YENİDEN ÜRETEN NESİLLER
Sanayi 4.0 süreci sadece ileri otomasyona sahip makinalardan ibaret değil, sadece kodlamadan da ibaret değil ya da robotik teknolojileri öğrenmek de tek başına Sanayi 4.0’a adaptasyon için yeterli değil. Bunların tümünde, bütünlüklü bir temel okur-yazarlık gerekiyor. Okur-yazarlık önemli ama bu sadece ortaya çıkan yeni teknolojileri “takip eden” konuma getirebilir bizi. Eğer ülke olarak, geleceğin öne çıkan ekonomilerinden biri olmayı ve insan gücü açısından da “iyi takipçiler” değil de dümene geçenler safında yer almak istiyorsak Eğitim 4.0 dönüşümü kaçınılmaz!
ÖĞRETEN OKULLARDAN, ÖĞRENEN OKULLARA!
Geleceğin ekonomilerinde, kalıplaşmış, birbirini tekrar eden, indirgemeci yaklaşımlara yer yok. İlköğretimden başlayarak, ortaöğrenim ve yükseköğrenimde tüm öğretim sisteminin öğrencilere veri transfer etme özelliğinden sıyrılıp, araştırma niteliğini öne çıkartan ve öğrencisiyle birlikte geleceği öğrenen yeteneğe kavuşması gerekiyor.
Yani, dönüşüm eğitimden, o da eğitim kurumlarından başlayacak!
EĞİTİM 4.0 DÖNÜŞÜMÜ İÇİN 4WARE YAKLAŞIMI
Sanayi 4.0 sürecinin işaret ettiği dört yetkinlik alanı bulunuyor: Makina teçhizat teknolojisi, yazılım teknolojisi, ilişkisellik ve beyin gücü. Geliştirdiğimiz 4ware yaklaşımı bu dört alana odaklanıyor: Hardware, Software, Netware ve Wetware. Hardware, Sanayi 4.0 sürecinde ihtiyaç duyulan ileri teknolojiye sahip üretim araçlarını anlatıyor. Software, yeni makinaların koordinasyonunu sağlayacak ERP yazılımlarını, Netware küresel ölçekte ilişki ağını ve Wetware ise beyin gücünü anlatıyor. Bu dört alanda uyumlu bir gelişme sağlanmadan, sadece makinada ya da yazılımda iyileşme çok önemli bir ayırt edici özellik kazandırmıyor.
NEREDEN BAŞLAMALI?
Dönüşüme başlamak için öncelikle bu dört alandaki düzeyin ölçülmesi gerekiyor. Yani, kurumun röntgeninin çekilmesi gerekiyor. Röntgen sonucuna göre ise yol haritası (Eğitim 4.0 dönüşüm haritası) çıkartılması lazım! 4ware yaklaşımına dayalı olarak geliştirdiğimiz edu4ware testi ve ülkemizdeki Eğitim 4.0 dönüşüm serüvenine ilişkin bilgileri egitim4.com isimli bloğumuzda paylaşıyoruz.
Gelecek sayılarda uygulama örneklerini de buradan siz değerli Artı Eğitim okuyucularıyla paylaşıyor olacağız. Birlikte öğrenmek üzere!
Son Güncelleme: Cuma, 23 Mart 2018 16:52
Gösterim: 13313
Okan Gürbüz – Forte Kültür Akademi Kurucusu
Dershanelerin kapanması ve özel okullara dönüşüm süreciyle birlikte eğitim sistemimizde zayıf kaldığımız konular daha çok gün yüzüne çıkmaya başladı. Okullarımızın fiziki yapıları, müfredat yetersizliği ve sınav sistemi derken iş TEOG efsanesinin kaldırılmasına kadar geldi. Tabi bu devrim niteliğindeki gelişmeler yıllarca akademik başarı oranı ve özellikle öğrencilerini lise veya üniversitelere yerleştirme oranları ile övünen pek çok özel eğitim kurumunu kara kara düşündürmeye başladı. Dershanelerden özel okula dönüşen temel liselere verilen sürenin de sonuna gelinmesi, durumu iyiden iyiye zorlaştırdı.
Aslında bu belirttiğim adımların hepsini oldukça önemli buluyorum. Zira bu adımlarla öğrenciler için gerçekten okul kavramına yakışan yapılara ve daha donanımlı eğitim modellerine dönüşüm olacağını düşünüyorum, ki bunun somut örneklerini görüyoruz. Özellikle kampüs okul yapısına geçiş ile birlikte özel eğitim kurumlarının öğrencilerine okul öncesi dönemden itibaren sunması gereken nitelikli ve nicelikli eğitim anlayışının zorunlu hale geleceğini umuyorum. Sadece akademik başarı ve eğitim modellerinin değil; öğrencilerin sosyal, fiziksel, kültürel, sportif ve sanatsal kazanımlarına yönelik eğitim programlarının da hayata geçeceğini düşünüyorum. Aslında bu konu özellikle özel eğitim kurumlarının yarışta fark yaratabilmeleri ve geri kalmamaları için zorunlu bir konudur. Köklü özel eğitim kurumlarının yanı sıra son 3 yılda pek çok yeni özel okul açıldığını gözlemliyoruz. Bu okulların hemen hemen hepsinde aynı konular gündemde… STEM, robotik, kodlama bugün pek çok özel eğitim kurumunun tanıtım broşürlerinde ilk sıraları alıyor. Dünya standartlarını yakalamak için son derece değerli olan ve hatta eğitim programlarımıza almakta oldukça geç kaldığımız bu önemli eğitim modellerinin yanında kültür sanat ve sportif eğitimlerde de önemli adımlar atmamız gerektiğine inanıyorum.
Özel eğitim alanında yeni kurumların açılması standartları yükseltecek olsa da özellikle bizim branşımız olan kültür sanat alanında daha ne kadar yol almamız gerektiğini gözler önüne sermektedir. Okullarımızda kültür sanat eğitimleri için gerekli fiziki alan ve materyallerden bu alanlarda eğitim verecek donanımlı öğretmen ihtiyacına kadar pek çok konuda ciddi adımlar atılması gerektiğini görüyoruz. Öğrencilerin sosyal yaşam ve eleştiri yeteneğinin olgunlaşması, geleneksel sanat becerileri ile kültürel miras kavramlarının oluşması, kendini ifade etme ve yaratıcılık olgularının ortaya çıkması, özgüven ve çoğumuzun göz ardı ettiği özsaygı özelliklerinin kazanılması, çevreye duyarlılık, sanatsal yaklaşım kavramlarının kazanımı gibi pek çok konuda önemli olan kültür sanat eğitimlerinin yeterli çerçevede verilmesi ve bunun okul öncesi dönemden itibaren standartlara oturtulması son derece önemlidir. Bu belirtmiş olduğum konularda ciddi adımlar atan özel eğitim kurumları olduğunu görmek alanımız adına oldukça önemli bir gelişmedir. Artık Dünyayı izleyen, takip eden ve anlamaya çalışan bir veli profili oluşmaya başladığını görüyoruz. Özel okulların sayısındaki artış ile eğitimin ticari bir boyut kazandığını ve buna bağlı olarak hizmet alan ile hizmeti sunan taraf arasında da karşılıklı olarak kaliteli hizmet alma ya da kaliteli hizmet sunabilme kaygısı olduğunu gözlemliyoruz. Bu durum başta da belirttiğim gibi eğitim standartlarında yeniliklere ve herkesin yaptığını yapmamak ya da sunmamak şeklinde bir kaygıyı da beraberinde getirmektedir. Eğitim kurumları artık bizim 20 sene evvel yaptığımız 23 Nisan kutlamalarını adeta bir festival havasında yapma gayreti içerisindeler. Bu önemli günleri ya da yıl sonu kapanış etkinliklerini pahalı prodüksiyonlar şeklinde profesyonel salonlarda yapıyorlar. Bu gelinen nokta kültür ve sanat adına son derece önemlidir. Okul öncesi dönem müzik eğitimlerinde Suziki, Orff, Kodaly. Carabo-Cone ve Dalcroze gibi metodları kullanan eğitim kurumlarımız bulunmaktadır. Ayrıca son yıllarda oldukça popüler olan yaratıcı drama eğitimlerini de eğitim programlarına dahil eden kurumlar olduğunu gözlemliyoruz.
Bu önemli adımlar kültür ve sanat alanında ne denli yol aldığımızın bir göstergesi diye düşünmekle birlikte halen almamız gereken oldukça yol olduğunu da düşünüyorum. Öğrenciler üzerinde bu kadar çok olumlu etkisi olan kültür sanat faaliyetlerinin veya derslerinin akademik müfredat içerisinde tamamlayıcı mı yoksa ayrı bir unsur olarak mı işlenmesi gerektiğini halen netleştirebilmiş değiliz. Bu alandaki derslerin ders saatlerinin yetersiz olması, kültür sanat alanında daha donanımlı eğitimler almamızın önündeki en büyük engellerden birisidir… Müfredat içerisindeki ders saati yetersizliği nedeniyle öğrencilerimizin bu alandaki derslere olan bakış açıları da ne yazık ki fizik ya da matematik derslerine verilen önem kadar kuvvetli olmuyor. Dolayısıyla bu alandaki öğretmenlerimize de bakış açısı aynı oranda zayıf kalabiliyor. Halbuki kültür sanat alanında eğitim almış öğretmenlerimizin matematik ya da biyoloji öğretmenlerimizden hiçbir farkı olduğunu düşünmüyorum. Hatta el becerisi, enstrüman becerisi ve yaratıcılık yönünden bir adım önde olduklarını bile söyleyebilirim. Bunun yanı sıra örnek işler ortaya koyan eğitim kurumları olmasına rağmen özellikle kültür ve sanat alanında “proje” kavramından uzak olan özel eğitim kurumlarımızın da olduğunu görüyoruz. Sahne performansı gerektiren kültür sanat etkinliklerinde basmakalıp şekilde her yıl aynı standartta yapılan işler yerine, ulusal ve uluslararası alanda ses getirecek örnek işler yapılabileceğine inanıyorum. Elbette bunlar ancak kültür ve sanat kavramlarının gerçek anlamda değerine ve gücüne inanan eğitim kurumları tarafından hayata geçirilebilecektir. Kaldı ki doğru planlanmış ve özellikle veli-öğrenci profili dikkate alınarak ortaya konmuş bir kültür sanat projesi kuruma olan aidiyet duygusundan, kurum öğrencilerinin eğitim yaşamları sırasında atacakları adımlara kadar pek çok konuda önemli rol oynayacaktır. Bu projeler aynı zamanda kurum çalışanlarının, velilerinin ve öğrencilerinin ortak sinerji yaratarak ortaya koyabileceği önemli paylaşımlar olacaktır. Kültür sanat alanındaki derslerin ders saati yetersizliği nedeniyle pek çok kurum yaz ve kış okulları kapsamında özel kurslarla ya da ücretsiz kulüp faaliyetleri ile bu açığı kapatmaya gayret etmektedirler. Bu noktada da doğru planlama, operasyon yönetimi ve uzman eğitmen kadrosunun bu eğitimleri vermesi ya da takip etmesi son derece önemlidir.
Forte Kültür Sanat Akademi olarak özel eğitim kurumlarının kültür sanat programlarının doğru şekilde oluşturulması, bu alanda örnek projelerin hayata geçirilmesi ve kurumların kaliteli akademik eğitim anlayışlarının yanı sıra kaliteli kültür ve sanat eğitim modellerine de sahip olması için çalışıyoruz. Yurt içi ve yurt dışı bağlantılarımız ile öğrencilerimizin yerel değerlere sahip bir şekilde evrensel değerleri görmesini ve özellikle yurt dışındaki kültür sanat projelerine katılım sağlamalarına da yardımcı oluyoruz.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Okan Gürbüz – Forte Kültür Akademi Kurucusu
Dershanelerin kapanması ve özel okullara dönüşüm süreciyle birlikte eğitim sistemimizde zayıf kaldığımız konular daha çok gün yüzüne çıkmaya başladı. Okullarımızın fiziki yapıları, müfredat yetersizliği ve sınav sistemi derken iş TEOG efsanesinin kaldırılmasına kadar geldi. Tabi bu devrim niteliğindeki gelişmeler yıllarca akademik başarı oranı ve özellikle öğrencilerini lise veya üniversitelere yerleştirme oranları ile övünen pek çok özel eğitim kurumunu kara kara düşündürmeye başladı. Dershanelerden özel okula dönüşen temel liselere verilen sürenin de sonuna gelinmesi, durumu iyiden iyiye zorlaştırdı.
Aslında bu belirttiğim adımların hepsini oldukça önemli buluyorum. Zira bu adımlarla öğrenciler için gerçekten okul kavramına yakışan yapılara ve daha donanımlı eğitim modellerine dönüşüm olacağını düşünüyorum, ki bunun somut örneklerini görüyoruz. Özellikle kampüs okul yapısına geçiş ile birlikte özel eğitim kurumlarının öğrencilerine okul öncesi dönemden itibaren sunması gereken nitelikli ve nicelikli eğitim anlayışının zorunlu hale geleceğini umuyorum. Sadece akademik başarı ve eğitim modellerinin değil; öğrencilerin sosyal, fiziksel, kültürel, sportif ve sanatsal kazanımlarına yönelik eğitim programlarının da hayata geçeceğini düşünüyorum. Aslında bu konu özellikle özel eğitim kurumlarının yarışta fark yaratabilmeleri ve geri kalmamaları için zorunlu bir konudur. Köklü özel eğitim kurumlarının yanı sıra son 3 yılda pek çok yeni özel okul açıldığını gözlemliyoruz. Bu okulların hemen hemen hepsinde aynı konular gündemde… STEM, robotik, kodlama bugün pek çok özel eğitim kurumunun tanıtım broşürlerinde ilk sıraları alıyor. Dünya standartlarını yakalamak için son derece değerli olan ve hatta eğitim programlarımıza almakta oldukça geç kaldığımız bu önemli eğitim modellerinin yanında kültür sanat ve sportif eğitimlerde de önemli adımlar atmamız gerektiğine inanıyorum.
Özel eğitim alanında yeni kurumların açılması standartları yükseltecek olsa da özellikle bizim branşımız olan kültür sanat alanında daha ne kadar yol almamız gerektiğini gözler önüne sermektedir. Okullarımızda kültür sanat eğitimleri için gerekli fiziki alan ve materyallerden bu alanlarda eğitim verecek donanımlı öğretmen ihtiyacına kadar pek çok konuda ciddi adımlar atılması gerektiğini görüyoruz. Öğrencilerin sosyal yaşam ve eleştiri yeteneğinin olgunlaşması, geleneksel sanat becerileri ile kültürel miras kavramlarının oluşması, kendini ifade etme ve yaratıcılık olgularının ortaya çıkması, özgüven ve çoğumuzun göz ardı ettiği özsaygı özelliklerinin kazanılması, çevreye duyarlılık, sanatsal yaklaşım kavramlarının kazanımı gibi pek çok konuda önemli olan kültür sanat eğitimlerinin yeterli çerçevede verilmesi ve bunun okul öncesi dönemden itibaren standartlara oturtulması son derece önemlidir. Bu belirtmiş olduğum konularda ciddi adımlar atan özel eğitim kurumları olduğunu görmek alanımız adına oldukça önemli bir gelişmedir. Artık Dünyayı izleyen, takip eden ve anlamaya çalışan bir veli profili oluşmaya başladığını görüyoruz. Özel okulların sayısındaki artış ile eğitimin ticari bir boyut kazandığını ve buna bağlı olarak hizmet alan ile hizmeti sunan taraf arasında da karşılıklı olarak kaliteli hizmet alma ya da kaliteli hizmet sunabilme kaygısı olduğunu gözlemliyoruz. Bu durum başta da belirttiğim gibi eğitim standartlarında yeniliklere ve herkesin yaptığını yapmamak ya da sunmamak şeklinde bir kaygıyı da beraberinde getirmektedir. Eğitim kurumları artık bizim 20 sene evvel yaptığımız 23 Nisan kutlamalarını adeta bir festival havasında yapma gayreti içerisindeler. Bu önemli günleri ya da yıl sonu kapanış etkinliklerini pahalı prodüksiyonlar şeklinde profesyonel salonlarda yapıyorlar. Bu gelinen nokta kültür ve sanat adına son derece önemlidir. Okul öncesi dönem müzik eğitimlerinde Suziki, Orff, Kodaly. Carabo-Cone ve Dalcroze gibi metodları kullanan eğitim kurumlarımız bulunmaktadır. Ayrıca son yıllarda oldukça popüler olan yaratıcı drama eğitimlerini de eğitim programlarına dahil eden kurumlar olduğunu gözlemliyoruz.
Bu önemli adımlar kültür ve sanat alanında ne denli yol aldığımızın bir göstergesi diye düşünmekle birlikte halen almamız gereken oldukça yol olduğunu da düşünüyorum. Öğrenciler üzerinde bu kadar çok olumlu etkisi olan kültür sanat faaliyetlerinin veya derslerinin akademik müfredat içerisinde tamamlayıcı mı yoksa ayrı bir unsur olarak mı işlenmesi gerektiğini halen netleştirebilmiş değiliz. Bu alandaki derslerin ders saatlerinin yetersiz olması, kültür sanat alanında daha donanımlı eğitimler almamızın önündeki en büyük engellerden birisidir… Müfredat içerisindeki ders saati yetersizliği nedeniyle öğrencilerimizin bu alandaki derslere olan bakış açıları da ne yazık ki fizik ya da matematik derslerine verilen önem kadar kuvvetli olmuyor. Dolayısıyla bu alandaki öğretmenlerimize de bakış açısı aynı oranda zayıf kalabiliyor. Halbuki kültür sanat alanında eğitim almış öğretmenlerimizin matematik ya da biyoloji öğretmenlerimizden hiçbir farkı olduğunu düşünmüyorum. Hatta el becerisi, enstrüman becerisi ve yaratıcılık yönünden bir adım önde olduklarını bile söyleyebilirim. Bunun yanı sıra örnek işler ortaya koyan eğitim kurumları olmasına rağmen özellikle kültür ve sanat alanında “proje” kavramından uzak olan özel eğitim kurumlarımızın da olduğunu görüyoruz. Sahne performansı gerektiren kültür sanat etkinliklerinde basmakalıp şekilde her yıl aynı standartta yapılan işler yerine, ulusal ve uluslararası alanda ses getirecek örnek işler yapılabileceğine inanıyorum. Elbette bunlar ancak kültür ve sanat kavramlarının gerçek anlamda değerine ve gücüne inanan eğitim kurumları tarafından hayata geçirilebilecektir. Kaldı ki doğru planlanmış ve özellikle veli-öğrenci profili dikkate alınarak ortaya konmuş bir kültür sanat projesi kuruma olan aidiyet duygusundan, kurum öğrencilerinin eğitim yaşamları sırasında atacakları adımlara kadar pek çok konuda önemli rol oynayacaktır. Bu projeler aynı zamanda kurum çalışanlarının, velilerinin ve öğrencilerinin ortak sinerji yaratarak ortaya koyabileceği önemli paylaşımlar olacaktır. Kültür sanat alanındaki derslerin ders saati yetersizliği nedeniyle pek çok kurum yaz ve kış okulları kapsamında özel kurslarla ya da ücretsiz kulüp faaliyetleri ile bu açığı kapatmaya gayret etmektedirler. Bu noktada da doğru planlama, operasyon yönetimi ve uzman eğitmen kadrosunun bu eğitimleri vermesi ya da takip etmesi son derece önemlidir.
Forte Kültür Sanat Akademi olarak özel eğitim kurumlarının kültür sanat programlarının doğru şekilde oluşturulması, bu alanda örnek projelerin hayata geçirilmesi ve kurumların kaliteli akademik eğitim anlayışlarının yanı sıra kaliteli kültür ve sanat eğitim modellerine de sahip olması için çalışıyoruz. Yurt içi ve yurt dışı bağlantılarımız ile öğrencilerimizin yerel değerlere sahip bir şekilde evrensel değerleri görmesini ve özellikle yurt dışındaki kültür sanat projelerine katılım sağlamalarına da yardımcı oluyoruz.
Son Güncelleme: Salı, 13 Mart 2018 16:41
Gösterim: 13326