Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

MEB Üniversitelere giriş sınavı ile ilgili köklü hazırlıklar yapıyor.  İlköğretimden ortaöğretime geçişi  ortaokul kademesinde yapılan TEOG  sınavlarına bağlayan Bakanlık, ortaöğretimden yükseköğretime geçişi de  lise kademesinde yapacağı sınavlara bağlayacak. Bu nedenle  MEB, şimdiden  ÖSYM yerine kendi Ölçme Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Müdürlüğü’nü kurdu.

Hükümet, son dönemde ardı ardına attığı adımlarla halen liselere geçiş sınavı hariç Türkiye’deki tüm merkezi sınavları yapan ÖSYM’yi devre dışı bırakmaya hazırlanıyor. Her yıl yaklaşık 1.5 milyon öğrencinin katıldığı üniversiteye giriş sınavlarının hazırlanmasından, kitapçıkların dağıtımına, puanların hesaplanmasından yerleştirmeye kadar tüm sorumluluğu ÖSYM’ye ait olan LYS ve YGS’nin tamamen kaldırılması için çalışma yürütülüyor. MEB’in üzerinde çalıştığı yeni sisteme göre, üniversiteye girişte, tıpkı liselere geçişte olduğu gibi ortak merkezi sınavlar yapılması öngörülüyor. 2016-2017 eğitim-öğretim yılında uygulanması planlanan yeni sınav sistemi, öğrencilerin 4 yıllık lise eğitimleri boyunca aldığı bütün merkezi sınav sonuçları ile üniversiteye başvurmasını hedefliyor.

MEB, liselere ve üniversitelere geçiş sınavlarının tüm ayaklarını kendi bünyesine bağladı.  Bu süreçte ihtiyaç duyduğu altyapı örgütlenmesini ise,  dershanelerin kapatılmasını öngören torba  yasa ile kurdu. Bakanlık bünyesinde Ölçme, Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürlüğü oluşturuldu. Bu  Genel Müdürlük,  ÖSYM’nin düzenlediği sınavlardaki tüm görevleri üstlenecek. Bundan sonra  bakanlıklara ÖSYM tarafından yapılan tek bir KPSS sınavı ile personel atanması sistemine de son verilecek. Merkezi olarak düzenlenen tek bir sınav yerine tüm bakanlık ve kurumlara kendi ihtiyaçlarına göre alacakları memurlar için sınav düzenleme yetkisi verilecek.

Ölçme, Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde 8 Daire Başkanlığı kuruluyor. Bu  Daire Başkanlıkları;   “Araştırma ve Geliştirme”, “Baskı ve Sevk Hizmetleri”, “İdari ve Mali İşler”, “Ölçme Değerlendirme ve Yerleştirme Hizmetleri”, “Sınav Güvenliği ve Sınav Yönetimi”, “Sınav Yönetimi, Moral Motivasyon ve Rehberlik”, “Soru Oluşturma ve Geliştirme”, “Veri Analizi, İzleme ve Değerlendirme” olarak isimlendirilecek. Yasaya göre, MEB bünyesinde kurulacak bu   Genel Müdürlük “Sınav, ölçme değerlendirme, yerleştirme ve diğer hizmet bedellerini  belirleme, tahsil etme ve döner sermaye hesabını tutma”  görevi de var. Böylece MEB, “sınav ücreti, tercih formu ve yerleştirme ücretleri” gibi çok sayıda kalem üzerinden büyük bir  gelir elde edecek.

Bu düzenlemelerle ÖSYM’nin ve dolayısıyla YÖK’ün üniversitelere girişte pek etkisi ve yetkisi kalmayacak. Bu konuda bütün yetki MEB’nda toplanacak. TEOG gibi belki de ortaöğretimden yükseköğretime geçişi sınavı da OYÜG adını alacak. Görünen o ki, üniversitelere geçiş sınavlarında 40 yıl öncesine dönülecek.  Bazı üniversiteler MEB’nın verileri dışında kendileri de özel sınavlar yapacaklar. Sınavlarla ilgili dedikodular bitmeyecek ve belki de artacak. Eğitim iş kolundaki yetkili sendikaların adı da bu dedikodular içinde geniş yer alacak. KPSS de kaldırılıp her bakanlık kendi sınavı ile personel  alacağına göre ÖSYM de tarihe karışacak.

Dr. Sakin ÖNER

> Üniversiteye girişte TEOG modeline doğru

MEB Üniversitelere giriş sınavı ile ilgili köklü hazırlıklar yapıyor.  İlköğretimden ortaöğretime geçişi  ortaokul kademesinde yapılan TEOG  sınavlarına bağlayan Bakanlık, ortaöğretimden yükseköğretime geçişi de  lise kademesinde yapacağı sınavlara bağlayacak. Bu nedenle  MEB, şimdiden  ÖSYM yerine kendi Ölçme Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Müdürlüğü’nü kurdu.

Hükümet, son dönemde ardı ardına attığı adımlarla halen liselere geçiş sınavı hariç Türkiye’deki tüm merkezi sınavları yapan ÖSYM’yi devre dışı bırakmaya hazırlanıyor. Her yıl yaklaşık 1.5 milyon öğrencinin katıldığı üniversiteye giriş sınavlarının hazırlanmasından, kitapçıkların dağıtımına, puanların hesaplanmasından yerleştirmeye kadar tüm sorumluluğu ÖSYM’ye ait olan LYS ve YGS’nin tamamen kaldırılması için çalışma yürütülüyor. MEB’in üzerinde çalıştığı yeni sisteme göre, üniversiteye girişte, tıpkı liselere geçişte olduğu gibi ortak merkezi sınavlar yapılması öngörülüyor. 2016-2017 eğitim-öğretim yılında uygulanması planlanan yeni sınav sistemi, öğrencilerin 4 yıllık lise eğitimleri boyunca aldığı bütün merkezi sınav sonuçları ile üniversiteye başvurmasını hedefliyor.

MEB, liselere ve üniversitelere geçiş sınavlarının tüm ayaklarını kendi bünyesine bağladı.  Bu süreçte ihtiyaç duyduğu altyapı örgütlenmesini ise,  dershanelerin kapatılmasını öngören torba  yasa ile kurdu. Bakanlık bünyesinde Ölçme, Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürlüğü oluşturuldu. Bu  Genel Müdürlük,  ÖSYM’nin düzenlediği sınavlardaki tüm görevleri üstlenecek. Bundan sonra  bakanlıklara ÖSYM tarafından yapılan tek bir KPSS sınavı ile personel atanması sistemine de son verilecek. Merkezi olarak düzenlenen tek bir sınav yerine tüm bakanlık ve kurumlara kendi ihtiyaçlarına göre alacakları memurlar için sınav düzenleme yetkisi verilecek.

Ölçme, Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde 8 Daire Başkanlığı kuruluyor. Bu  Daire Başkanlıkları;   “Araştırma ve Geliştirme”, “Baskı ve Sevk Hizmetleri”, “İdari ve Mali İşler”, “Ölçme Değerlendirme ve Yerleştirme Hizmetleri”, “Sınav Güvenliği ve Sınav Yönetimi”, “Sınav Yönetimi, Moral Motivasyon ve Rehberlik”, “Soru Oluşturma ve Geliştirme”, “Veri Analizi, İzleme ve Değerlendirme” olarak isimlendirilecek. Yasaya göre, MEB bünyesinde kurulacak bu   Genel Müdürlük “Sınav, ölçme değerlendirme, yerleştirme ve diğer hizmet bedellerini  belirleme, tahsil etme ve döner sermaye hesabını tutma”  görevi de var. Böylece MEB, “sınav ücreti, tercih formu ve yerleştirme ücretleri” gibi çok sayıda kalem üzerinden büyük bir  gelir elde edecek.

Bu düzenlemelerle ÖSYM’nin ve dolayısıyla YÖK’ün üniversitelere girişte pek etkisi ve yetkisi kalmayacak. Bu konuda bütün yetki MEB’nda toplanacak. TEOG gibi belki de ortaöğretimden yükseköğretime geçişi sınavı da OYÜG adını alacak. Görünen o ki, üniversitelere geçiş sınavlarında 40 yıl öncesine dönülecek.  Bazı üniversiteler MEB’nın verileri dışında kendileri de özel sınavlar yapacaklar. Sınavlarla ilgili dedikodular bitmeyecek ve belki de artacak. Eğitim iş kolundaki yetkili sendikaların adı da bu dedikodular içinde geniş yer alacak. KPSS de kaldırılıp her bakanlık kendi sınavı ile personel  alacağına göre ÖSYM de tarihe karışacak.

Dr. Sakin ÖNER

Son Güncelleme: Pazartesi, 02 Haziran 2014 11:26

Gösterim: 2398

Rotasyon yapılabilir mi? Rotasyona Gerçekten İhtiyaç Var mı? Rotasyondaki Gerçek Amaç Nedir? Türk Eğitim-Sen Esenler İlçe Başkanı Yücel ÖNDER yazdı…

Tüm devlet memurlarıyla birlikte Millî Eğitim camiasının da tamamını ilgilendiren konuların başında rotasyon geliyor. Şimdiye kadar böyle bir uygulamaya geçilmemiş de olsa rotasyonun zaman zaman gündeme getirilmesindeki amacın kamuoyunun tepkisini ölçmek ve rotasyonun uygulanabilirliğini test etmek olduğunu düşünüyorum.

İlk önce rotasyonu devlet memurlarının isteyip istemediğine bakalım: Şimdiye dek konuştuğum ve görüştüğüm takriben bine yakın devlet memuru, rotasyonu faydasız ve hükûmet lehinde bir girişim olarak görüyor. (Bu bin kişi içinde mevcut hükûmete oy vermiş arkadaşlarımızın da olduğunu belirtmek gerek.)

Zorunlu Yer Değişikliği MEB’ in Lehinde mi Olur Yoksa Aleyhinde mi?

Rotasyondaki amacı; her memurun, her bölgede görev yapması olarak masumlaştıralım. Kendimden örnek vererek devam ediyorum: Bugün Mersin’ e tayin olmak isterim ama Mersin’ in birçok eğitim-öğretim bölgesi dolmuş vaziyette. Rotasyon neticesinde Mersin Yenişehir Aliye Pozcu Ortaokulu’ na tayin olayım. Oradaki öğretmen de İstanbul’ a gelsin. Aslında Aliye Pozcu Ortaokulu’ ndakiler emekliliği çoktan gelmiş öğretmenler. Ben o öğretmenin yerinde olsam yolluğumu alırım, İstanbul’ a gelirim, bir ay sonra emekliliğimi ister, Mersin’ e geri giderim. Böylelikle Aliye Pozcu Ortaokulu’ ndaki öğretmenin yaptığı gibi devlet; birçok memura boş yere yolluk ödemek zorunda kalacak, bunun yanısıra yeni görev yerinden emekliliğini isteyerek geri dönen öğretmenler de eğitim-öğretimi sekteye uğratacak. O okullara da ders ücretli öğretmenler görevlendirilir ki sayıları Türkiye’ de şu anda resmî rakamlara göre eski bakan Ömer Dinçer’ in açıkladığı gibi 12.000 değil 60.000’ dir. Güvencesiz istihdam, insanlık onuruna aykırıdır. Rotasyon daha şimdiden sonuçları itibarıyla ağırlaşmaya başlayan bir hal aldı.

Türkiye’ de resmî verilere göre 165.000 öğretmenin emekliliği gelmiş vaziyette... Bu öğretmenleri rotasyona tabi tutarsanız bunların neredeyse tamamına yakını yolluklarını alıp emekliliklerini isteyeceklerdir. Görüldüğü gibi zorunlu olarak yer değiştirmelerinde ne devletin ne MEB’ in bir çıkarı vardır. Dikkat ettiyseniz sadece öğretmenlerden örnek verdim, diğer iş kollarında çalışan devlet memurlarının durumunu hiç irdelemedik, onları da deşelersek kim bilir ne sorunlar çıkacak.

Rotasyonun ilginç bir yönüne daha dikkat çekmek istiyorum, muhtemelen bu kısmı hiç kimse fark etmemiştir: Ben zorunlu olarak Mersin gibi Anadolu’ nun yerleşik bir iline tayin olduğumda yaş itibarıyla da zorluklar yaşayacağız. Şöyle ki biz genç öğretmenler olarak hep genç idareci-öğretmen ve hatta velilerle çalışıyoruz. Herkes genç olduğu için aynı jargonu kullanıyor, iletişim sorunu yaşamıyoruz. Yerleşik yeni okulda böyle bir durum olmayacaktır. Veliler, idareciler ve öğretmenler yaşça bizden büyük olacağından sorunlar çıkacak. Benle aynı yaşta müdür yardımcısıyla halı sahada maç yaparken yeni görev yerimde şişe camı gözlükleriyle kelli felli bir müdür yardımcısıyla acaba sosyal olarak ne yapabiliriz? Yine aynı şekilde yerleşik bölgeden sirkülasyonun fazla olduğu bölgeye giden emekliliği gelmiş öğretmenlere çocukları yaşındaki müdür ya da müdür yardımcısı nasıl görev verebilecek? Devlet işinde yaş farkı gözetilmez, yaşlı öğretmenlere görev vermek ya da yapılacakları söylemek yasal ama insanî değil. Bu da sizce mutsuz öğretmenler oluşturmayacak mı? Basit bir ayrıntı gibi duruyor ama unutmayın ki şeytan ayrıntıda gizlidir! Rotasyon ne MEB’ e ne de diğer iş kollarında çalışanlara yarar sağlayacaktır. Rotasyon sevdasında olanlar; bu sorunları görmezden gelemezler, gelmemelidirler.

Rotasyona Gerçekten İhtiyaç Var mı?

Türkiye’ de rotasyona hiçbir zaman ihtiyaç olmadı ve olmayacaktır. Örneğin geçtiğimiz yılın şubat ayında Öğretmenlerin Özür Grubuna Bağlı Yer Değişikliği döneminde MEB’ in rakamlarına göre 8286 öğretmen yer değişikliği talebinde bulunmuş ama bunların 1518’ i yer değiştirememiş. Şimdi rotasyon sevdalılarına birkaç soru soralım:

1-) 8286 öğretmenin yer değişikliğinde bile başarılı olamayan MEB acaba 850.000 çalışanının yerini toptan ya da peyderpey nasıl değiştirecek?

2-) 1518 öğretmenin özrü olduğu halde yer değişikliğini sağlayamayan devlet; acaba 2.500.000 memurun yerini özürsüz nasıl değiştirecek, 2.500.000 memura nasıl yolluk ödeyecek?

3-) Sözleşmeli statüde öğretmenken özür grubuna bağlı yer değişiklikleriyle ya da kendi KPSS puanıyla iller arası yer değiştiren öğretmenlere yolluk vermeyerek davalık olan MEB, acaba 850.000 öğretmene hangi bütçeyle yolluk ödeyecek?

4-) Sirkülasyonun fazla olduğu bölgelerde 4-5 farklı sınıf öğretmeni gören sınıflara rotasyonla birkaç tane daha sınıf öğretmeni göndermek ne kadar doğru, bu durum eğitim ve öğretimi sekteye uğratmayacak mı, kalitesini düşürmeyecek mi?

5-) Emekliliği gelmiş öğretmenlere cazip şartlar sunamayan devlet, rotasyona tabi tuttuğu bu öğretmenlere ilk önce yolluğu daha sonra emekli ikramiyesini nasıl ödeyecek?

Rotasyondaki Gerçek Amaç Nedir?

Şu haliyle yapılması düşünülen rotasyondaki amaç; korkan, eleştiremeyen, düşünemeyen, sorgulayamayan öğretmenler yetiştirmektir. Öğretmenler sürekli yer değiştirecek; sendikal sağlam bağlar kurmalarına engel olunacak; bir yerlerde kendisini eleştiren, yürüyüş, eylem ve basın açıklaması yapan öğretmenler olmayacak ki bu da işverenin elini güçlendirecek. İşte rotasyondaki örtülü amaç budur!

Peki Çözüm Ne?

Yine halisane duygularımla rotasyona çözüm önerilerimi rotasyon sevdalılarına sunmak istiyorum:

1-) İlk önce rotasyon sevdasından vazgeçilmelidir.

2-) Şu an 165.000 öğretmen 5510 sayılı yasa gereği emeklilik kâbusu yaşamakta ve şimdiki brüt maaşlarının %50’ sini emekli maaşı olarak alacakları için emekli olamamaktadırlar. Yerleşik Anadolu il ve ilçelerindeki emekliliği gelmiş öğretmenler zorunlu olmadan emeklilik şartları (emekli ikramiyesi ve emekli maaşı) düzeltilerek emekli olabilmelerinin önü açılmalıdır.

3-) Resmî rakamlara göre bundan 10 sene önce her yıl 25.000 öğretmen emekli olmaktaydı. Eğer emeklilik şartları iyileştirilirse bu, Anadolu’ ya tayin isteyebilecek 25.000 öğretmen demek oluyor ki yukarıda şubat ayında özür grubundan yer değiştiremeyen 1518 öğretmen olduğunu söylemiştim. Dolayısıyla rotasyonu ısıtıp ısıtıp önümüze koyanlar biraz da emeklilik şartlarının düzeltilmesi için çaba gösterebilirler.

4-) Ders ücretli öğretmen statüsünde istihdam kaldırılarak tayin isteyecek öğretmenlere boş kadrolar açılmalı, ders ücretli çalıştırılan öğretmenler sosyal devlet ilkesi gereği bir an önce kadroya alınmalıdır. Böylelikle emekli öğretmenin yerine başka öğretmenler tayin isteyebilecek, bu öğretmenlerden boşalan kadrolara ders ücretli çalışan öğretmenler atanarak sirkülasyon herkesin memnun olacağı şekilde sağlanacak.

5-) Okullaşma oranı artırılmalı, 78 vatandaşa 1 devlet memuru oranı iyileştirilerek hayat standartları yükseltilmelidir. Böylelikle şu an beklemede olan ve resmî olmayan rakamlara göre sayıları yarım milyonu bulan, resmî olarak da 327.000 olan atama bekleyen öğretmenler bu şekilde istihdam edilmelidir.

Yücel ÖNDER

Türk Eğitim-Sen

Esenler İlçe Başkanı

> Rotasyon yapılabilir mi?

Rotasyon yapılabilir mi? Rotasyona Gerçekten İhtiyaç Var mı? Rotasyondaki Gerçek Amaç Nedir? Türk Eğitim-Sen Esenler İlçe Başkanı Yücel ÖNDER yazdı…

Tüm devlet memurlarıyla birlikte Millî Eğitim camiasının da tamamını ilgilendiren konuların başında rotasyon geliyor. Şimdiye kadar böyle bir uygulamaya geçilmemiş de olsa rotasyonun zaman zaman gündeme getirilmesindeki amacın kamuoyunun tepkisini ölçmek ve rotasyonun uygulanabilirliğini test etmek olduğunu düşünüyorum.

İlk önce rotasyonu devlet memurlarının isteyip istemediğine bakalım: Şimdiye dek konuştuğum ve görüştüğüm takriben bine yakın devlet memuru, rotasyonu faydasız ve hükûmet lehinde bir girişim olarak görüyor. (Bu bin kişi içinde mevcut hükûmete oy vermiş arkadaşlarımızın da olduğunu belirtmek gerek.)

Zorunlu Yer Değişikliği MEB’ in Lehinde mi Olur Yoksa Aleyhinde mi?

Rotasyondaki amacı; her memurun, her bölgede görev yapması olarak masumlaştıralım. Kendimden örnek vererek devam ediyorum: Bugün Mersin’ e tayin olmak isterim ama Mersin’ in birçok eğitim-öğretim bölgesi dolmuş vaziyette. Rotasyon neticesinde Mersin Yenişehir Aliye Pozcu Ortaokulu’ na tayin olayım. Oradaki öğretmen de İstanbul’ a gelsin. Aslında Aliye Pozcu Ortaokulu’ ndakiler emekliliği çoktan gelmiş öğretmenler. Ben o öğretmenin yerinde olsam yolluğumu alırım, İstanbul’ a gelirim, bir ay sonra emekliliğimi ister, Mersin’ e geri giderim. Böylelikle Aliye Pozcu Ortaokulu’ ndaki öğretmenin yaptığı gibi devlet; birçok memura boş yere yolluk ödemek zorunda kalacak, bunun yanısıra yeni görev yerinden emekliliğini isteyerek geri dönen öğretmenler de eğitim-öğretimi sekteye uğratacak. O okullara da ders ücretli öğretmenler görevlendirilir ki sayıları Türkiye’ de şu anda resmî rakamlara göre eski bakan Ömer Dinçer’ in açıkladığı gibi 12.000 değil 60.000’ dir. Güvencesiz istihdam, insanlık onuruna aykırıdır. Rotasyon daha şimdiden sonuçları itibarıyla ağırlaşmaya başlayan bir hal aldı.

Türkiye’ de resmî verilere göre 165.000 öğretmenin emekliliği gelmiş vaziyette... Bu öğretmenleri rotasyona tabi tutarsanız bunların neredeyse tamamına yakını yolluklarını alıp emekliliklerini isteyeceklerdir. Görüldüğü gibi zorunlu olarak yer değiştirmelerinde ne devletin ne MEB’ in bir çıkarı vardır. Dikkat ettiyseniz sadece öğretmenlerden örnek verdim, diğer iş kollarında çalışan devlet memurlarının durumunu hiç irdelemedik, onları da deşelersek kim bilir ne sorunlar çıkacak.

Rotasyonun ilginç bir yönüne daha dikkat çekmek istiyorum, muhtemelen bu kısmı hiç kimse fark etmemiştir: Ben zorunlu olarak Mersin gibi Anadolu’ nun yerleşik bir iline tayin olduğumda yaş itibarıyla da zorluklar yaşayacağız. Şöyle ki biz genç öğretmenler olarak hep genç idareci-öğretmen ve hatta velilerle çalışıyoruz. Herkes genç olduğu için aynı jargonu kullanıyor, iletişim sorunu yaşamıyoruz. Yerleşik yeni okulda böyle bir durum olmayacaktır. Veliler, idareciler ve öğretmenler yaşça bizden büyük olacağından sorunlar çıkacak. Benle aynı yaşta müdür yardımcısıyla halı sahada maç yaparken yeni görev yerimde şişe camı gözlükleriyle kelli felli bir müdür yardımcısıyla acaba sosyal olarak ne yapabiliriz? Yine aynı şekilde yerleşik bölgeden sirkülasyonun fazla olduğu bölgeye giden emekliliği gelmiş öğretmenlere çocukları yaşındaki müdür ya da müdür yardımcısı nasıl görev verebilecek? Devlet işinde yaş farkı gözetilmez, yaşlı öğretmenlere görev vermek ya da yapılacakları söylemek yasal ama insanî değil. Bu da sizce mutsuz öğretmenler oluşturmayacak mı? Basit bir ayrıntı gibi duruyor ama unutmayın ki şeytan ayrıntıda gizlidir! Rotasyon ne MEB’ e ne de diğer iş kollarında çalışanlara yarar sağlayacaktır. Rotasyon sevdasında olanlar; bu sorunları görmezden gelemezler, gelmemelidirler.

Rotasyona Gerçekten İhtiyaç Var mı?

Türkiye’ de rotasyona hiçbir zaman ihtiyaç olmadı ve olmayacaktır. Örneğin geçtiğimiz yılın şubat ayında Öğretmenlerin Özür Grubuna Bağlı Yer Değişikliği döneminde MEB’ in rakamlarına göre 8286 öğretmen yer değişikliği talebinde bulunmuş ama bunların 1518’ i yer değiştirememiş. Şimdi rotasyon sevdalılarına birkaç soru soralım:

1-) 8286 öğretmenin yer değişikliğinde bile başarılı olamayan MEB acaba 850.000 çalışanının yerini toptan ya da peyderpey nasıl değiştirecek?

2-) 1518 öğretmenin özrü olduğu halde yer değişikliğini sağlayamayan devlet; acaba 2.500.000 memurun yerini özürsüz nasıl değiştirecek, 2.500.000 memura nasıl yolluk ödeyecek?

3-) Sözleşmeli statüde öğretmenken özür grubuna bağlı yer değişiklikleriyle ya da kendi KPSS puanıyla iller arası yer değiştiren öğretmenlere yolluk vermeyerek davalık olan MEB, acaba 850.000 öğretmene hangi bütçeyle yolluk ödeyecek?

4-) Sirkülasyonun fazla olduğu bölgelerde 4-5 farklı sınıf öğretmeni gören sınıflara rotasyonla birkaç tane daha sınıf öğretmeni göndermek ne kadar doğru, bu durum eğitim ve öğretimi sekteye uğratmayacak mı, kalitesini düşürmeyecek mi?

5-) Emekliliği gelmiş öğretmenlere cazip şartlar sunamayan devlet, rotasyona tabi tuttuğu bu öğretmenlere ilk önce yolluğu daha sonra emekli ikramiyesini nasıl ödeyecek?

Rotasyondaki Gerçek Amaç Nedir?

Şu haliyle yapılması düşünülen rotasyondaki amaç; korkan, eleştiremeyen, düşünemeyen, sorgulayamayan öğretmenler yetiştirmektir. Öğretmenler sürekli yer değiştirecek; sendikal sağlam bağlar kurmalarına engel olunacak; bir yerlerde kendisini eleştiren, yürüyüş, eylem ve basın açıklaması yapan öğretmenler olmayacak ki bu da işverenin elini güçlendirecek. İşte rotasyondaki örtülü amaç budur!

Peki Çözüm Ne?

Yine halisane duygularımla rotasyona çözüm önerilerimi rotasyon sevdalılarına sunmak istiyorum:

1-) İlk önce rotasyon sevdasından vazgeçilmelidir.

2-) Şu an 165.000 öğretmen 5510 sayılı yasa gereği emeklilik kâbusu yaşamakta ve şimdiki brüt maaşlarının %50’ sini emekli maaşı olarak alacakları için emekli olamamaktadırlar. Yerleşik Anadolu il ve ilçelerindeki emekliliği gelmiş öğretmenler zorunlu olmadan emeklilik şartları (emekli ikramiyesi ve emekli maaşı) düzeltilerek emekli olabilmelerinin önü açılmalıdır.

3-) Resmî rakamlara göre bundan 10 sene önce her yıl 25.000 öğretmen emekli olmaktaydı. Eğer emeklilik şartları iyileştirilirse bu, Anadolu’ ya tayin isteyebilecek 25.000 öğretmen demek oluyor ki yukarıda şubat ayında özür grubundan yer değiştiremeyen 1518 öğretmen olduğunu söylemiştim. Dolayısıyla rotasyonu ısıtıp ısıtıp önümüze koyanlar biraz da emeklilik şartlarının düzeltilmesi için çaba gösterebilirler.

4-) Ders ücretli öğretmen statüsünde istihdam kaldırılarak tayin isteyecek öğretmenlere boş kadrolar açılmalı, ders ücretli çalıştırılan öğretmenler sosyal devlet ilkesi gereği bir an önce kadroya alınmalıdır. Böylelikle emekli öğretmenin yerine başka öğretmenler tayin isteyebilecek, bu öğretmenlerden boşalan kadrolara ders ücretli çalışan öğretmenler atanarak sirkülasyon herkesin memnun olacağı şekilde sağlanacak.

5-) Okullaşma oranı artırılmalı, 78 vatandaşa 1 devlet memuru oranı iyileştirilerek hayat standartları yükseltilmelidir. Böylelikle şu an beklemede olan ve resmî olmayan rakamlara göre sayıları yarım milyonu bulan, resmî olarak da 327.000 olan atama bekleyen öğretmenler bu şekilde istihdam edilmelidir.

Yücel ÖNDER

Türk Eğitim-Sen

Esenler İlçe Başkanı

Son Güncelleme: Cuma, 30 May 2014 08:08

Gösterim: 3036

Biltest Okulları CEO’su Faruk Tatar, dershanelerin kapanmasından sonra öğrenci ve velilerin beklentilerinin değiştiğini, günümüzdeki klasik özel okulculuk anlayışının beklentilere cevap vermediğini belirterek gelecek 5 yıl içerisinde özel eğitim sektöründe yapılması gereken geliştirmeler ve özel okulculuktaki klasik anlayışın değişiminin nasıl olacağını açıkladı.

Türkiye ve dünyada teknolojinin ilerlemesi, dünyanın global bir köy haline gelmesi, var olan özel eğitim modellerinin de değişmesi konusunda gereklilik oluşturuyor. Türkiye’de dünyaya kıyasla özel eğitim sektörünün hala %2’lik bir oranda kalmış olması eğitimde nelerin değişmesi gerektiğini açıklıyor. Faruk Tatar,  gelecek 5 yıl içerisinde özel eğitim sektöründe yapılması gereken geliştirmeler ve özel okulculuktaki klasik anlayışın değişiminin nasıl olacağını açıkladı.

Yenidünya düzenindeki özel okullar artık eğitimin geliştirilmesi haricinde; işletme maliyeti, öğretmen eğitimi, PR, CRM ilişkileri, PİAR, reklam ve tanıtım çalışmaları gibi konularda da okulların yeni düzene geçmesini gerektiğini söyleyen Biltest Okulları CEO’su Faruk Tatar; ‘’ Dershanelerin kapanmasından sonra öğrenci ve velilerin beklentileri değişti. Ancak günümüzdeki klasik özel okulculuk anlayışı beklentilere cevap vermiyor ve bir gelecek sağlamıyor. Bu sebepten dolayı da ülkemizde sektör çok küçük oranlarla sınırlı kalıyor. Ülkemizde, eğitim konusunda ne yazık ki dünya ve AB ülkelerinin gerisinde kaldığımızı görüyoruz. Nüfusun artışı ile özel eğitimin ülkedeki payı arasındaki denge doğru orantılı değil. Dünyada algısını değiştirmenin en zor olduğu kişilerin eğitimciler olduğu söylense de, özel eğitim sistemindeki eğitimcilerin yeniliğe ve yaratıcılığa açık olması gerekmektedir. Eğitimciler başarı için en önemli araçtır.’’ dedi.

TÜRKİYE VE DÜNYA GENELİNDE BEKLENTİLER BÜYÜK ORANDA DEĞİŞİYOR

Faruk Tatar, devlet okullarında son yıllarda yapılan iyileştirmeler, teknolojiye artan önem gibi unsurlar da özel okulların fark yaratmasını zorunlu kılıyor. Pek çok okul aynı standartlara sahip, veliler çocukları için akademik, sosyal, kültürel anlamda hiçbir farklı ayrıntıyla karşılaşamayınca devlet okullarını tercih edebiliyorlar. Ancak artık 21.yy da değişen bir eğitim anlayışı var, kara tahta düzeni diye adlandırdığımız senelerin düzeni yerini modern anlayışa bıraktı” diyen Tatar, internet çağında olduğumuzu ve dersler için artık klasik yöntemler dışına çıkarılarak çocuğun her daim bilgiye ulaşabilmesi adına, sanal dersliklerin de hazırlanmasının faydalı olacağını ifade etti.

Eğitim kurumları için 21.yüzyılın en büyük gereksinimi olan profesyonel destek kuvvetlerden faydalanmanın büyük bir artı olduğunu söyleyen Tatar; ayrıca sektördeki okullar arasında da ciddi anlamda bir rekabet mevcut olduğunu, bu rekabet ile beraber aynı zamanda Türkiye’de özel eğitim sektöründe başlayan ve hızla artacak olan değişimlerin;

•             Küreselleşme ile değişen veli ve öğrenci beklentileri,

•             Teknolojinin eğitimdeki yerini hızlı bir şekilde alması,

•             Eğitimci rollerinin değişmesi,

•             Artan seçenekler ve buna bağlı olarak eğitim kurumlarında giderek azalan öğrenci-veli bağlılığı

•             Daha ön plana çıkan ve profesyonelce artan rekabet koşulları

•             Yapılacak Marketing, PIAR, Ar-Ge faaliyetleri, CRM çalışmaları,

•             Öğrenci sayısının artışından daha çok yeni açılan özel okul sayısı ile beraber arz talep dengesizliği,

•             Okul ücretlerinde yaşanacak değişimler ve beraberinde rekabetin daha da artması,

•             Sosyal medya araçlarının eğitim sektörünün içine girmesi ve profesyonelce kullanım gereksinimi,

•             Dünya vatandaşlığı olgusunun gelişmesi ve beklentinin bu yönde artması olarak değerlendirdi.

BİLTEST OKULLARI BEKLENTİLERİ KARŞILIYOR

Biltest Okulları olarak Türkiye genelinde bir vizyon sahibi olduklarını büyük şehirlerde ilerlemeye başlayan eğitimde gelişim anlayışını artık yerel düzeyde de değiştireceklerini dile getiren Faruk Tatar,  özel eğitim yoluna çıkarken diğer özel okulların yıllardır süregelen hatalı anlayışının farkında olduklarını ve Türkiye’de özel okulculuk anlamında fark yaratarak uluslararası düzeyde eğitimin yerele ulaşacağını açıkladı.

“Biltest Okulları özel eğitim sektöründe sadece eğitimdeki gelişmeleri değil, beklentileri de takip ederek veli ve öğrencilerin beklentilerini karşılıyor” diyen Faruk Tatar, eskiden var olan kurumun önceliği ve kazancı anlayışı kenara itilerek, kurumun öğrencisine ne katabildiği ve öğrencinin hedeflerine giderken okulundan ne kazanç sağladığı anlayışı modelini ele aldığını vurguladı.

Faruk Tatar; ‘’Sonuç olarak, Türkiye’de velilerin ve öğrencilerin daha kurumsal gördükleri, daha küresel oyuncu yetiştirdiklerine inandıkları marka kurumlara olan talepleri giderek artacaktır. Bu talep ve beklenti, 2014 -2015 eğitim öğretim yılında hayata başlayacak olan okullar ve devam eden mevcut okullar için de geçerli olacaktır.’’ diyerek sözlerini sürdürdü.

> Türkiye 3. kuşak okullarla tanışıyor

Biltest Okulları CEO’su Faruk Tatar, dershanelerin kapanmasından sonra öğrenci ve velilerin beklentilerinin değiştiğini, günümüzdeki klasik özel okulculuk anlayışının beklentilere cevap vermediğini belirterek gelecek 5 yıl içerisinde özel eğitim sektöründe yapılması gereken geliştirmeler ve özel okulculuktaki klasik anlayışın değişiminin nasıl olacağını açıkladı.

Türkiye ve dünyada teknolojinin ilerlemesi, dünyanın global bir köy haline gelmesi, var olan özel eğitim modellerinin de değişmesi konusunda gereklilik oluşturuyor. Türkiye’de dünyaya kıyasla özel eğitim sektörünün hala %2’lik bir oranda kalmış olması eğitimde nelerin değişmesi gerektiğini açıklıyor. Faruk Tatar,  gelecek 5 yıl içerisinde özel eğitim sektöründe yapılması gereken geliştirmeler ve özel okulculuktaki klasik anlayışın değişiminin nasıl olacağını açıkladı.

Yenidünya düzenindeki özel okullar artık eğitimin geliştirilmesi haricinde; işletme maliyeti, öğretmen eğitimi, PR, CRM ilişkileri, PİAR, reklam ve tanıtım çalışmaları gibi konularda da okulların yeni düzene geçmesini gerektiğini söyleyen Biltest Okulları CEO’su Faruk Tatar; ‘’ Dershanelerin kapanmasından sonra öğrenci ve velilerin beklentileri değişti. Ancak günümüzdeki klasik özel okulculuk anlayışı beklentilere cevap vermiyor ve bir gelecek sağlamıyor. Bu sebepten dolayı da ülkemizde sektör çok küçük oranlarla sınırlı kalıyor. Ülkemizde, eğitim konusunda ne yazık ki dünya ve AB ülkelerinin gerisinde kaldığımızı görüyoruz. Nüfusun artışı ile özel eğitimin ülkedeki payı arasındaki denge doğru orantılı değil. Dünyada algısını değiştirmenin en zor olduğu kişilerin eğitimciler olduğu söylense de, özel eğitim sistemindeki eğitimcilerin yeniliğe ve yaratıcılığa açık olması gerekmektedir. Eğitimciler başarı için en önemli araçtır.’’ dedi.

TÜRKİYE VE DÜNYA GENELİNDE BEKLENTİLER BÜYÜK ORANDA DEĞİŞİYOR

Faruk Tatar, devlet okullarında son yıllarda yapılan iyileştirmeler, teknolojiye artan önem gibi unsurlar da özel okulların fark yaratmasını zorunlu kılıyor. Pek çok okul aynı standartlara sahip, veliler çocukları için akademik, sosyal, kültürel anlamda hiçbir farklı ayrıntıyla karşılaşamayınca devlet okullarını tercih edebiliyorlar. Ancak artık 21.yy da değişen bir eğitim anlayışı var, kara tahta düzeni diye adlandırdığımız senelerin düzeni yerini modern anlayışa bıraktı” diyen Tatar, internet çağında olduğumuzu ve dersler için artık klasik yöntemler dışına çıkarılarak çocuğun her daim bilgiye ulaşabilmesi adına, sanal dersliklerin de hazırlanmasının faydalı olacağını ifade etti.

Eğitim kurumları için 21.yüzyılın en büyük gereksinimi olan profesyonel destek kuvvetlerden faydalanmanın büyük bir artı olduğunu söyleyen Tatar; ayrıca sektördeki okullar arasında da ciddi anlamda bir rekabet mevcut olduğunu, bu rekabet ile beraber aynı zamanda Türkiye’de özel eğitim sektöründe başlayan ve hızla artacak olan değişimlerin;

•             Küreselleşme ile değişen veli ve öğrenci beklentileri,

•             Teknolojinin eğitimdeki yerini hızlı bir şekilde alması,

•             Eğitimci rollerinin değişmesi,

•             Artan seçenekler ve buna bağlı olarak eğitim kurumlarında giderek azalan öğrenci-veli bağlılığı

•             Daha ön plana çıkan ve profesyonelce artan rekabet koşulları

•             Yapılacak Marketing, PIAR, Ar-Ge faaliyetleri, CRM çalışmaları,

•             Öğrenci sayısının artışından daha çok yeni açılan özel okul sayısı ile beraber arz talep dengesizliği,

•             Okul ücretlerinde yaşanacak değişimler ve beraberinde rekabetin daha da artması,

•             Sosyal medya araçlarının eğitim sektörünün içine girmesi ve profesyonelce kullanım gereksinimi,

•             Dünya vatandaşlığı olgusunun gelişmesi ve beklentinin bu yönde artması olarak değerlendirdi.

BİLTEST OKULLARI BEKLENTİLERİ KARŞILIYOR

Biltest Okulları olarak Türkiye genelinde bir vizyon sahibi olduklarını büyük şehirlerde ilerlemeye başlayan eğitimde gelişim anlayışını artık yerel düzeyde de değiştireceklerini dile getiren Faruk Tatar,  özel eğitim yoluna çıkarken diğer özel okulların yıllardır süregelen hatalı anlayışının farkında olduklarını ve Türkiye’de özel okulculuk anlamında fark yaratarak uluslararası düzeyde eğitimin yerele ulaşacağını açıkladı.

“Biltest Okulları özel eğitim sektöründe sadece eğitimdeki gelişmeleri değil, beklentileri de takip ederek veli ve öğrencilerin beklentilerini karşılıyor” diyen Faruk Tatar, eskiden var olan kurumun önceliği ve kazancı anlayışı kenara itilerek, kurumun öğrencisine ne katabildiği ve öğrencinin hedeflerine giderken okulundan ne kazanç sağladığı anlayışı modelini ele aldığını vurguladı.

Faruk Tatar; ‘’Sonuç olarak, Türkiye’de velilerin ve öğrencilerin daha kurumsal gördükleri, daha küresel oyuncu yetiştirdiklerine inandıkları marka kurumlara olan talepleri giderek artacaktır. Bu talep ve beklenti, 2014 -2015 eğitim öğretim yılında hayata başlayacak olan okullar ve devam eden mevcut okullar için de geçerli olacaktır.’’ diyerek sözlerini sürdürdü.

Son Güncelleme: Cuma, 16 May 2014 12:28

Gösterim: 2425

Okul öncesi eğitim neden önemli? Okul öncesi eğitim kaç yaşında başlamalı? Okul öncesi eğitim kurumlarını seçerken nelere dikkat edilmeli? Özel Deva Anadolu Sağlık Meslek Lisesi Müdürü Dr. Mustafa Mete okul öncesi eğitimle ilgili merak edilenleri yazdı.

Okul öncesi eğitimin çocuklar, aileler ve toplum açısından birçok faydası vardır. 0-6 yaş arasını kapsayan erken çocukluk dönemi çocuğun en hızlı geliştiği dönemdir. Beyin yapısı ve fonksiyonlarının gelişiminin üçte ikilik bölümü 0-4 yaş arasında tamamlanmaktadır. 3 yaşına kadar bir çocuğun beyni bir yetişkinden 2,5 kat fazla çalışır,  6 yaşına kadar bir profesörden 2 kat hızlıdır.

Yapılan tüm uluslararası araştırmalar ve uygulanan testler göstermektedir ki 0-6 yaş grubunda, gelişim düzeyinde okul öncesi eğitimi almış çocukların, akademik programlarda eğitim almış olanlara göre 1. sınıf başarı düzeyleri daha yüksektir. Okuma yazmaya daha hızlı geçmektedirler.12 yaşında IQ değerleri 5 puan daha yüksektir, 15 yaşında yetenek sınavlarında % 90 -100 arası başarı sağlarlar. % 65’i liseyi, % 45’i üniversiteyi sorunsuz kazanır ve bitirir.

Yetişkin olduklarında dış dünyayla kolay ve sağlıklı iletişim kuran, sosyal insanlar olurlar. Erken çocukluk dönemindeki deneyimler beynin çalışma biçimi için belirleyicidir. Yapılan çalışmalar okul öncesi eğitim alan çocuklarda okula devam oranlarının ve okul başarısının daha yüksek olduğunu göstermiştir.

OKUL ÖNCESİ EĞİTİM KAÇ YAŞINDA BAŞLAMALI?

Okul öncesi eğitim için, hazır olma yaşı her çocuk için aynı değildir. Genel olarak anaokuluna başlama yaşının 2-4 yaş arası olduğunu söyleyebiliriz. Gelişimsel olarak bazı çocuklar 2 yaşında, bazı çocuklar da 3-4 yaşında anaokuluna başlamak için hazır olabilmektedir. 

Annenin çalışması nedeniyle daha önceden anneden ayrı kalmaya alışık olan, ihtiyaçlarını konuşarak veya başka biçimlerde ifade edebilen, basit komutları izleyebilen, yürüme ve koşma gibi kaba motor fonksiyonları gelişmiş olan çocuklar hangi yaşta olurlarsa olsunlar, anaokuluna başlayabilirler.

Konuşma, yeme, içme, hırçınlık, saldırganlık, büyüklerden ayrılamama, aşırı hareketlilik gibi sorunları olan çocukların anaokuluna gitmeleri de özellikle tavsiye edilebilmektedir.

OKUL ÖNCESİ EĞİTİMDE UYGULANAN YÖNTEMLER NELERDİR?

REGGIO EMILIA EĞİTİM METODU; Reggio Emilia, 1970'lerden bu yana kreş, anaokulları ve üniversitelerin işbirliğiyle rafine edilmiş başarılı etkin öğrenme yöntemidir. Reggio Emilia metodunun en önemli özelliği; çocuğun istenilen yeteneklerini geliştirebileceği, özenle düzenlenmiş ortam sunmasıdır.

Ortam; çocuğun farklı kişiler arasında ilişki kurması, hoş çevre yaratması, değişimler, etkinlikler ve alternatifler sunması, sosyo-etkin-bilişsel öğrenmenin gelişmesi için potansiyel sağlaması açısından çok önemlidir.

SCAMPER; Yaratıcı düşünmenin geliştirilmesinde kullanılan uygulanması kolay, eğlenceli bir beyin fırtınası yöntemidir.  Çocuklara farklı düşünme, hayal kurma ve sezgilerini kullanarak özgün ürünler ortaya koyma şansı verir.

SCAMPER zihinsel kalıplarımızın ötesinde hareket etmemizi sağlar. Çocuklara düşüncele¬rini değiştirmeleri ya da birleştirmeleri konusunda adım attırarak yaratıcı düşünmelerini sağlar. Michalko'ya göre SCAMPER'ın felsefesi şudur: "Her fikir var olan başka bir fikirden doğar"

ALTI ŞAPKALI DÜŞÜNME TEKNİĞİ

1. Beyaz Şapka. Beyaz tarafsız ve objektiftir.

2. Kırmızı Şapka. Kırmızı öfke tutku ve duyguyu çağrıştırır. Duygusal bir bakış açısı verir.

3. Siyah Şapka. Siyah karamsar ve olumsuzdur, kötümserdir. Bir şeyin niçin yapılmayacağını görür.

4. Sarı Şapka. Sarı güneş gibi aydınlık ve olumludur. İyimser umutlu ve olumlu düşünme ile ilgilidir.

5. Yeşil Şapka. Yeşil bereket ve verimli büyüme demektir. Yaratıcılık ve yeni fikirlerle ilgilidir. Yeşil renk, büyümenin, enerjinin ve yaşamın simgesi olan bitkileri çağrıştırır.

6. Mavi Şapka. Mavi serinkanlılığı temsil eder ve her şeyin üstündeki göğün rengidir. Düşünme sürecinin düzenlenmesine yardımcı olur.

SORU-CEVAP YÖNTEMİ, öğrencilere düşünme, konuşma ve yorum yapma alışkanlıkları kazandırma bakımından önemlidir

GEMS YÖNTEMİ

Tasarımları gereği GEMS etkinlikleri eylemle başlar. Kavramlar, öğrenciler konuyla tanıştıktan ve konu hakkında bir fikre sahip olup soru sormaya başladıktan sonra tartışılmaktadır. Önce yapıp sonra açıklamak şeklindeki bu yöntem, öğrencinin kendiliğinden harekete geçmesini, konunun temelindeki kavram ve fikirleri anlamak için gereken deneyimi edinmesini ve eleştirel düşünmesini sağlamaktadır. İdeal olarak öğrenciler, bu etkinliği gerçekleştirerek anlamalarını istediğiniz kavramlara sorularıyla kendiliklerinden yönelecektir.

GÖSTERİ YÖNTEMİ (DEMONSTRASYON):

Belirli olgu ve olaylara ilişkin bilgi edinmek, ilkeleri açıklamak, bir takım teknik ve becerileri öğretmek amacıyla öğrencilerin önünde anlatılanları deneme, yapma işi ve gösteri tekniğidir.

İŞBİRLİĞİNE DAYALI ÖĞRENME

İşbirliğine dayalı öğrenme, çocukların ortak bir amaç için birlikte beraber çalışmaları ile sağlanan bir öğrenme biçimi ve türüdür. İşbirliği gerektiren ortak çalışma sırasında farklı yetenekte olan çocukların birbirlerine yardımcı olarak öğrendikleri sanısı, bu tür öğrenmenin temelini oluşturur.

Çocukların birbirleriyle işbirliği kurarak, problem çözmeye, özgün bir yaratı ortaya çıkarmaya ya da bilgi toplamaya çalıştıkları işbirliği yolu ile öğrenme, eğitici drama etkinliklerinde sık yararlanılan bir öğrenme yoludur.

OKUL ÖNCESİ EĞİTİM KURUMLARINI SEÇERKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİ?

•             Burada birinci önemli olan öğretmendir.  Bu öğretmen kim, nerede eğitim almış, nasıl bir performans göstermiş bugüne kadar, bu çok önemlidir.

•             Okulun bulunduğu mekân çok önemlidir.

•             Okulun sağladığı fiziki imkânlar, okul gereçleri, eğitim araçları, bunlar çok önemlidir.

•             Okulun disiplin anlayışı ile ailenin disiplin anlayışının benzer, en azından yakın olması çok önemlidir.

•             Biz burada okulda, okulun sadece çocukları eğitmesini değil, anne babaları da eğitmesini bekliyoruz. Beni öğrencilerime her zaman söylediğim şey şu; her çocuğu kaydettiğinizde onun anne babasına da karşı sorumluluklarınız var. Çünkü anne babalar profesyonel eğitimciler değil. Anne baba olmak ayrı bir şey, eğitimci olmak ayrı bir şeydir. Onların yapabilecekleri hataları bizim eğitimcilerimizin görmesi ve onları doğru davranışlara yönlendirmesi burada çok önemlidir.

•             Ben çok süslü ve pırıltılı okullardan haz etmiyorum doğrusu, zaten hiçbir uzman da bunu önermiyor.

•             Sade olması, temizliğe dikkat edilmesi, güvenli bir ortam olması ve en önemlisi çocuğun burada kendini rahat hissetmesi, rahatça hareket edip eşyalara dokunabilmesi, oyun mekânlarının çocukların ihtiyaçlarına cevap verecek genişlikte ve rahatlıkta olması ve eğitim materyalinin zengin olması tercih sebepleri arasındadır.

Kurumun bir felsefesi ve uyguladığı yazılı bir sistemi olması gerekmektedir. Bu felsefenin sizin görüş ve beklentilerinize uygunluğu önemlidir. Kurumun kapısı size sürekli açık olmalıdır. Kendinizin ve çocuğunuzun gereksinimleri doğrultusunda, her zaman kurumu, sınıfı ziyaret edebilmelisiniz ve bu belirli gün ve saatlerle sınırlandırılmış olmamalıdır.

0-6 yaş grubunun öğrenme sistemi, somut, aktif, keşfe ve deneye dayalıdır. Akademik ve çocukları zorlayacak yaklaşımlardan ve beklentilerden kaçınılmalıdır. Günlük plan, çocukların, küçük kas-büyük kas, zihinsel, bilişsel ve sosyal gelişimine ait çalışmaların tümünü birden ve dengeli olarak içermelidir.

Çocuklara günlük işleyişte bireysel davranabilme ortamı mutlaka sağlanmalı ve tüm aktiviteler için seçme hakkı tanınmalıdır. Çocukların sosyal yaşam biçimlerinin ve toplumsal kurallarının oluşabilmesi, gelişebilmesi için, pozitif ve destekleyici davranılmalı, kırıcı, örseleyici davranışlardan kaçınılmalıdır.

Öğretmen-Çocuk İletişimi: Öğretmenler çocuklarla iletişim kurarken göz seviyesinde bulunmalı, konuşma biçimleri sıcak ve sevecen olmalıdır. Öğretmenler çocukların gereksinimlerini anında yanıtlamalı, çocukların sınıf içi davranışlarında rahat, canlı ve neşeli oldukları gözlenmelidir.

Öğretmen-Veli İletişimi: Öğretmenler, günlük olarak çocukların beslenme ve sağlık konularında, fiziksel ve ruhsal değişikliklerinde ailelere sözlü veya yazılı olarak bilgi aktarmalıdırlar. Ayrıca periyodik değerlendirme yapılarak, aileye gelişim düzeyi aktarılmalıdır.

Kurum-Veli İletişimi: Okul ve aile işbirliği içerisinde, çocuğun gelişimini olumlu yönde desteklemeli, yaşanan problemlerde birlikte çözüm üretebilmelidirler. Aileler, eğitim planı, işleyiş, program ve çocukları etkileyebilecek değişikliklerden kurum tarafından düzenli haberdar edilmelidirler.

MARKA OKULLAR OKUL ÖNCESİ EĞİTİMDE NASIL BİR MODEL UYGULUYOR?

Okul öncesi dönemde, çocukları öğrenmeye motive etmek, öz güven oluşturmak, iletişim becerilerini geliştirmek ve gelecek akademik hayatlarında başarı ile öne çıkmalarını sağlamak amacıyla okulda geliştirilmiş bir eğitim destek programı olan uygulamaktadır.

Okulda uygulanan eğitim programını Amerika ve Avrupa’nın seçkin anaokulu ve okul öncesi kurumlarında uygulanmakta olan okul öncesi anaokulu eğitim programları oluşturulmaktadır.

Okul öncesi dönem, kişinin “birey” olma yolunda ilerlediği gelişim sürecinin en kritik dönemidir. Bizler çocuğun içinde bulunduğu bu çok önemli sürecin bilinçli bir yaklaşımla değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz. İşte bu nedenle aktif öğretim yöntemi ile çoklu zekâya hitap ederek eğitim ve öğretim yapılmasının yerinde olduğunu düşünüyoruz.

 Dilsel, matematiksel, görsel, bedensel, müziksel, sosyal, içsel ve doğal zekâları gibi zekâ türlerine yönelik çalışmalarla çocuğun var olan potansiyelini en iyi şekilde kullanmasını öğretmeye gayret ediyoruz.

Biz onlara beceri ve yaratıcılıklarını özgürce ortaya koyabilecekleri  bir öğrenme ortamı hazırlıyoruz. Mutlu, sağlıklı, eğlenceli, güvenli ve öğrenmeye ilgi uyandıran  bir ortamda; kendine güvenen, kişisel ve sosyal sorumluluklarını taşıyan, kendini değerlendirebilen, yaşadığı dünyaya duyarlı, ilke ve değerlerine sahip, yaşama dönük bireyler yetiştirmeyi hedef olarak görüyoruz.

GEMS etkinlikleri ile öğrencilerimize heyecan verici etkili fen ve matematik etkinliklerini sınıflara taşıyan kaliteli ve esnek bir ders programı uygulanmasını daha uygun görüyoruz. GEMS etkinliklerinin amacı, temel bilimsel kavram ve yöntemleri açıklarken hayal gücünü etkilemektir. GEMS üniteleri, fen bilgisi eğitiminde “gözetimli keşif” yönteminin en iyi yönlerini yansıtmaktadır.

ANNE-BABALARA OKUL ÖNCESİ EĞİTİM ÖNERİLERİ

Çocuğun eğitimi, okul ve aile arasında paylaşılan bir sorumluluktur. Anne babalar çocuğun eğitimine ne kadar erken katılırlarsa çocuğun kazanımları da o oranda artacaktır.    

Anne babaların eğitime katılımı, okul ve ev arasındaki devamlılığı da sağlayarak kazanılan bilgi ve becerilerin pekiştirilmesinde ve eğitimde sürekliliğin sağlanması sonucunda başarının artmasında etkilidir.

Aile eğitim etkinlikleri; çocuk sağlığı, çocuk gelişimi, davranış yönetimi, iletişim, beslenme, ruh sağlığı gibi konularda ailelerin bilgi ve becerilerini geliştirmeye yönelik sistemli ve planlı alışmalardır. Aile eğitimlerinden olumlu sonuçlar elde edebilmek için eğitimlerin etkili bir şekilde planlanması, uygulanması ve değerlendirilmesi gerekmektedir.   

Aile eğitimi programlarında aile bireylerinin genellikle de anne babaların çocuk yetiştirme becerilerinin geliştirilmesi ve desteklenmesi gerekir. Genellikle toplumda her konuda yaşanan hızlı değişimler, anne babaların eğitim gereksinimlerini de farklılaştırmaktadır.

Eğitim gereksinimleri farklılaşabilmesine rağmen temelde aile eğitimi; anne babalara çocuklarının fiziksel, ruhsal, duygusal ve sosyal yönden gelişimlerinin her aşamasında gerekli olan yetenek ve anlayışı kazanmalarına yardımcı olan bir eğitimdir. Çocuk belli yaşantısında aile ortamının yanı sıra okul ortamı da etkin biçimde yer almaktadır. Bu noktada çocuk için okul ve aile ortamında ortak amaçların ve yaklaşımların benimsenmesi ve sergilenmesi gereklidir.

Ortak amaç ve yaklaşımların belirlenmesi, uygulanması ve değerlendirilmesinde ise, aile eğitimi ve katılımı çalışmaları önem kazanmaktadır. Aile eğitimi ve katılımının önemi, öğrenimin her düzeyindeki pek çok araştırma ile ortaya konulmuştur. Bu nedenle okul öncesi eğitim kurumlarında aile eğitimleri yapılması ve bu eğitimlere ailelerin katılımı çocukların gelişim ve eğitiminde başarıyı ve sürekliliği sağlayacaktır.

Dr. Mustafa Mete

Özel Deva Anadolu Sağlık Meslek Lisesi Müdürü

> Okul öncesi eğitim neden önemli?

Okul öncesi eğitim neden önemli? Okul öncesi eğitim kaç yaşında başlamalı? Okul öncesi eğitim kurumlarını seçerken nelere dikkat edilmeli? Özel Deva Anadolu Sağlık Meslek Lisesi Müdürü Dr. Mustafa Mete okul öncesi eğitimle ilgili merak edilenleri yazdı.

Okul öncesi eğitimin çocuklar, aileler ve toplum açısından birçok faydası vardır. 0-6 yaş arasını kapsayan erken çocukluk dönemi çocuğun en hızlı geliştiği dönemdir. Beyin yapısı ve fonksiyonlarının gelişiminin üçte ikilik bölümü 0-4 yaş arasında tamamlanmaktadır. 3 yaşına kadar bir çocuğun beyni bir yetişkinden 2,5 kat fazla çalışır,  6 yaşına kadar bir profesörden 2 kat hızlıdır.

Yapılan tüm uluslararası araştırmalar ve uygulanan testler göstermektedir ki 0-6 yaş grubunda, gelişim düzeyinde okul öncesi eğitimi almış çocukların, akademik programlarda eğitim almış olanlara göre 1. sınıf başarı düzeyleri daha yüksektir. Okuma yazmaya daha hızlı geçmektedirler.12 yaşında IQ değerleri 5 puan daha yüksektir, 15 yaşında yetenek sınavlarında % 90 -100 arası başarı sağlarlar. % 65’i liseyi, % 45’i üniversiteyi sorunsuz kazanır ve bitirir.

Yetişkin olduklarında dış dünyayla kolay ve sağlıklı iletişim kuran, sosyal insanlar olurlar. Erken çocukluk dönemindeki deneyimler beynin çalışma biçimi için belirleyicidir. Yapılan çalışmalar okul öncesi eğitim alan çocuklarda okula devam oranlarının ve okul başarısının daha yüksek olduğunu göstermiştir.

OKUL ÖNCESİ EĞİTİM KAÇ YAŞINDA BAŞLAMALI?

Okul öncesi eğitim için, hazır olma yaşı her çocuk için aynı değildir. Genel olarak anaokuluna başlama yaşının 2-4 yaş arası olduğunu söyleyebiliriz. Gelişimsel olarak bazı çocuklar 2 yaşında, bazı çocuklar da 3-4 yaşında anaokuluna başlamak için hazır olabilmektedir. 

Annenin çalışması nedeniyle daha önceden anneden ayrı kalmaya alışık olan, ihtiyaçlarını konuşarak veya başka biçimlerde ifade edebilen, basit komutları izleyebilen, yürüme ve koşma gibi kaba motor fonksiyonları gelişmiş olan çocuklar hangi yaşta olurlarsa olsunlar, anaokuluna başlayabilirler.

Konuşma, yeme, içme, hırçınlık, saldırganlık, büyüklerden ayrılamama, aşırı hareketlilik gibi sorunları olan çocukların anaokuluna gitmeleri de özellikle tavsiye edilebilmektedir.

OKUL ÖNCESİ EĞİTİMDE UYGULANAN YÖNTEMLER NELERDİR?

REGGIO EMILIA EĞİTİM METODU; Reggio Emilia, 1970'lerden bu yana kreş, anaokulları ve üniversitelerin işbirliğiyle rafine edilmiş başarılı etkin öğrenme yöntemidir. Reggio Emilia metodunun en önemli özelliği; çocuğun istenilen yeteneklerini geliştirebileceği, özenle düzenlenmiş ortam sunmasıdır.

Ortam; çocuğun farklı kişiler arasında ilişki kurması, hoş çevre yaratması, değişimler, etkinlikler ve alternatifler sunması, sosyo-etkin-bilişsel öğrenmenin gelişmesi için potansiyel sağlaması açısından çok önemlidir.

SCAMPER; Yaratıcı düşünmenin geliştirilmesinde kullanılan uygulanması kolay, eğlenceli bir beyin fırtınası yöntemidir.  Çocuklara farklı düşünme, hayal kurma ve sezgilerini kullanarak özgün ürünler ortaya koyma şansı verir.

SCAMPER zihinsel kalıplarımızın ötesinde hareket etmemizi sağlar. Çocuklara düşüncele¬rini değiştirmeleri ya da birleştirmeleri konusunda adım attırarak yaratıcı düşünmelerini sağlar. Michalko'ya göre SCAMPER'ın felsefesi şudur: "Her fikir var olan başka bir fikirden doğar"

ALTI ŞAPKALI DÜŞÜNME TEKNİĞİ

1. Beyaz Şapka. Beyaz tarafsız ve objektiftir.

2. Kırmızı Şapka. Kırmızı öfke tutku ve duyguyu çağrıştırır. Duygusal bir bakış açısı verir.

3. Siyah Şapka. Siyah karamsar ve olumsuzdur, kötümserdir. Bir şeyin niçin yapılmayacağını görür.

4. Sarı Şapka. Sarı güneş gibi aydınlık ve olumludur. İyimser umutlu ve olumlu düşünme ile ilgilidir.

5. Yeşil Şapka. Yeşil bereket ve verimli büyüme demektir. Yaratıcılık ve yeni fikirlerle ilgilidir. Yeşil renk, büyümenin, enerjinin ve yaşamın simgesi olan bitkileri çağrıştırır.

6. Mavi Şapka. Mavi serinkanlılığı temsil eder ve her şeyin üstündeki göğün rengidir. Düşünme sürecinin düzenlenmesine yardımcı olur.

SORU-CEVAP YÖNTEMİ, öğrencilere düşünme, konuşma ve yorum yapma alışkanlıkları kazandırma bakımından önemlidir

GEMS YÖNTEMİ

Tasarımları gereği GEMS etkinlikleri eylemle başlar. Kavramlar, öğrenciler konuyla tanıştıktan ve konu hakkında bir fikre sahip olup soru sormaya başladıktan sonra tartışılmaktadır. Önce yapıp sonra açıklamak şeklindeki bu yöntem, öğrencinin kendiliğinden harekete geçmesini, konunun temelindeki kavram ve fikirleri anlamak için gereken deneyimi edinmesini ve eleştirel düşünmesini sağlamaktadır. İdeal olarak öğrenciler, bu etkinliği gerçekleştirerek anlamalarını istediğiniz kavramlara sorularıyla kendiliklerinden yönelecektir.

GÖSTERİ YÖNTEMİ (DEMONSTRASYON):

Belirli olgu ve olaylara ilişkin bilgi edinmek, ilkeleri açıklamak, bir takım teknik ve becerileri öğretmek amacıyla öğrencilerin önünde anlatılanları deneme, yapma işi ve gösteri tekniğidir.

İŞBİRLİĞİNE DAYALI ÖĞRENME

İşbirliğine dayalı öğrenme, çocukların ortak bir amaç için birlikte beraber çalışmaları ile sağlanan bir öğrenme biçimi ve türüdür. İşbirliği gerektiren ortak çalışma sırasında farklı yetenekte olan çocukların birbirlerine yardımcı olarak öğrendikleri sanısı, bu tür öğrenmenin temelini oluşturur.

Çocukların birbirleriyle işbirliği kurarak, problem çözmeye, özgün bir yaratı ortaya çıkarmaya ya da bilgi toplamaya çalıştıkları işbirliği yolu ile öğrenme, eğitici drama etkinliklerinde sık yararlanılan bir öğrenme yoludur.

OKUL ÖNCESİ EĞİTİM KURUMLARINI SEÇERKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİ?

•             Burada birinci önemli olan öğretmendir.  Bu öğretmen kim, nerede eğitim almış, nasıl bir performans göstermiş bugüne kadar, bu çok önemlidir.

•             Okulun bulunduğu mekân çok önemlidir.

•             Okulun sağladığı fiziki imkânlar, okul gereçleri, eğitim araçları, bunlar çok önemlidir.

•             Okulun disiplin anlayışı ile ailenin disiplin anlayışının benzer, en azından yakın olması çok önemlidir.

•             Biz burada okulda, okulun sadece çocukları eğitmesini değil, anne babaları da eğitmesini bekliyoruz. Beni öğrencilerime her zaman söylediğim şey şu; her çocuğu kaydettiğinizde onun anne babasına da karşı sorumluluklarınız var. Çünkü anne babalar profesyonel eğitimciler değil. Anne baba olmak ayrı bir şey, eğitimci olmak ayrı bir şeydir. Onların yapabilecekleri hataları bizim eğitimcilerimizin görmesi ve onları doğru davranışlara yönlendirmesi burada çok önemlidir.

•             Ben çok süslü ve pırıltılı okullardan haz etmiyorum doğrusu, zaten hiçbir uzman da bunu önermiyor.

•             Sade olması, temizliğe dikkat edilmesi, güvenli bir ortam olması ve en önemlisi çocuğun burada kendini rahat hissetmesi, rahatça hareket edip eşyalara dokunabilmesi, oyun mekânlarının çocukların ihtiyaçlarına cevap verecek genişlikte ve rahatlıkta olması ve eğitim materyalinin zengin olması tercih sebepleri arasındadır.

Kurumun bir felsefesi ve uyguladığı yazılı bir sistemi olması gerekmektedir. Bu felsefenin sizin görüş ve beklentilerinize uygunluğu önemlidir. Kurumun kapısı size sürekli açık olmalıdır. Kendinizin ve çocuğunuzun gereksinimleri doğrultusunda, her zaman kurumu, sınıfı ziyaret edebilmelisiniz ve bu belirli gün ve saatlerle sınırlandırılmış olmamalıdır.

0-6 yaş grubunun öğrenme sistemi, somut, aktif, keşfe ve deneye dayalıdır. Akademik ve çocukları zorlayacak yaklaşımlardan ve beklentilerden kaçınılmalıdır. Günlük plan, çocukların, küçük kas-büyük kas, zihinsel, bilişsel ve sosyal gelişimine ait çalışmaların tümünü birden ve dengeli olarak içermelidir.

Çocuklara günlük işleyişte bireysel davranabilme ortamı mutlaka sağlanmalı ve tüm aktiviteler için seçme hakkı tanınmalıdır. Çocukların sosyal yaşam biçimlerinin ve toplumsal kurallarının oluşabilmesi, gelişebilmesi için, pozitif ve destekleyici davranılmalı, kırıcı, örseleyici davranışlardan kaçınılmalıdır.

Öğretmen-Çocuk İletişimi: Öğretmenler çocuklarla iletişim kurarken göz seviyesinde bulunmalı, konuşma biçimleri sıcak ve sevecen olmalıdır. Öğretmenler çocukların gereksinimlerini anında yanıtlamalı, çocukların sınıf içi davranışlarında rahat, canlı ve neşeli oldukları gözlenmelidir.

Öğretmen-Veli İletişimi: Öğretmenler, günlük olarak çocukların beslenme ve sağlık konularında, fiziksel ve ruhsal değişikliklerinde ailelere sözlü veya yazılı olarak bilgi aktarmalıdırlar. Ayrıca periyodik değerlendirme yapılarak, aileye gelişim düzeyi aktarılmalıdır.

Kurum-Veli İletişimi: Okul ve aile işbirliği içerisinde, çocuğun gelişimini olumlu yönde desteklemeli, yaşanan problemlerde birlikte çözüm üretebilmelidirler. Aileler, eğitim planı, işleyiş, program ve çocukları etkileyebilecek değişikliklerden kurum tarafından düzenli haberdar edilmelidirler.

MARKA OKULLAR OKUL ÖNCESİ EĞİTİMDE NASIL BİR MODEL UYGULUYOR?

Okul öncesi dönemde, çocukları öğrenmeye motive etmek, öz güven oluşturmak, iletişim becerilerini geliştirmek ve gelecek akademik hayatlarında başarı ile öne çıkmalarını sağlamak amacıyla okulda geliştirilmiş bir eğitim destek programı olan uygulamaktadır.

Okulda uygulanan eğitim programını Amerika ve Avrupa’nın seçkin anaokulu ve okul öncesi kurumlarında uygulanmakta olan okul öncesi anaokulu eğitim programları oluşturulmaktadır.

Okul öncesi dönem, kişinin “birey” olma yolunda ilerlediği gelişim sürecinin en kritik dönemidir. Bizler çocuğun içinde bulunduğu bu çok önemli sürecin bilinçli bir yaklaşımla değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz. İşte bu nedenle aktif öğretim yöntemi ile çoklu zekâya hitap ederek eğitim ve öğretim yapılmasının yerinde olduğunu düşünüyoruz.

 Dilsel, matematiksel, görsel, bedensel, müziksel, sosyal, içsel ve doğal zekâları gibi zekâ türlerine yönelik çalışmalarla çocuğun var olan potansiyelini en iyi şekilde kullanmasını öğretmeye gayret ediyoruz.

Biz onlara beceri ve yaratıcılıklarını özgürce ortaya koyabilecekleri  bir öğrenme ortamı hazırlıyoruz. Mutlu, sağlıklı, eğlenceli, güvenli ve öğrenmeye ilgi uyandıran  bir ortamda; kendine güvenen, kişisel ve sosyal sorumluluklarını taşıyan, kendini değerlendirebilen, yaşadığı dünyaya duyarlı, ilke ve değerlerine sahip, yaşama dönük bireyler yetiştirmeyi hedef olarak görüyoruz.

GEMS etkinlikleri ile öğrencilerimize heyecan verici etkili fen ve matematik etkinliklerini sınıflara taşıyan kaliteli ve esnek bir ders programı uygulanmasını daha uygun görüyoruz. GEMS etkinliklerinin amacı, temel bilimsel kavram ve yöntemleri açıklarken hayal gücünü etkilemektir. GEMS üniteleri, fen bilgisi eğitiminde “gözetimli keşif” yönteminin en iyi yönlerini yansıtmaktadır.

ANNE-BABALARA OKUL ÖNCESİ EĞİTİM ÖNERİLERİ

Çocuğun eğitimi, okul ve aile arasında paylaşılan bir sorumluluktur. Anne babalar çocuğun eğitimine ne kadar erken katılırlarsa çocuğun kazanımları da o oranda artacaktır.    

Anne babaların eğitime katılımı, okul ve ev arasındaki devamlılığı da sağlayarak kazanılan bilgi ve becerilerin pekiştirilmesinde ve eğitimde sürekliliğin sağlanması sonucunda başarının artmasında etkilidir.

Aile eğitim etkinlikleri; çocuk sağlığı, çocuk gelişimi, davranış yönetimi, iletişim, beslenme, ruh sağlığı gibi konularda ailelerin bilgi ve becerilerini geliştirmeye yönelik sistemli ve planlı alışmalardır. Aile eğitimlerinden olumlu sonuçlar elde edebilmek için eğitimlerin etkili bir şekilde planlanması, uygulanması ve değerlendirilmesi gerekmektedir.   

Aile eğitimi programlarında aile bireylerinin genellikle de anne babaların çocuk yetiştirme becerilerinin geliştirilmesi ve desteklenmesi gerekir. Genellikle toplumda her konuda yaşanan hızlı değişimler, anne babaların eğitim gereksinimlerini de farklılaştırmaktadır.

Eğitim gereksinimleri farklılaşabilmesine rağmen temelde aile eğitimi; anne babalara çocuklarının fiziksel, ruhsal, duygusal ve sosyal yönden gelişimlerinin her aşamasında gerekli olan yetenek ve anlayışı kazanmalarına yardımcı olan bir eğitimdir. Çocuk belli yaşantısında aile ortamının yanı sıra okul ortamı da etkin biçimde yer almaktadır. Bu noktada çocuk için okul ve aile ortamında ortak amaçların ve yaklaşımların benimsenmesi ve sergilenmesi gereklidir.

Ortak amaç ve yaklaşımların belirlenmesi, uygulanması ve değerlendirilmesinde ise, aile eğitimi ve katılımı çalışmaları önem kazanmaktadır. Aile eğitimi ve katılımının önemi, öğrenimin her düzeyindeki pek çok araştırma ile ortaya konulmuştur. Bu nedenle okul öncesi eğitim kurumlarında aile eğitimleri yapılması ve bu eğitimlere ailelerin katılımı çocukların gelişim ve eğitiminde başarıyı ve sürekliliği sağlayacaktır.

Dr. Mustafa Mete

Özel Deva Anadolu Sağlık Meslek Lisesi Müdürü

Son Güncelleme: Cumartesi, 17 May 2014 11:05

Gösterim: 6383

Yaşadığımız çağ, bilginin geçmişe göre daha hızlı değiştiği, bilgiye ulaşımın gidererek kolaylaştığı , ancak farklı kanallardan gelen bilgilerin karar vermeyi zorlaştırdığı çağlardan biridir. Bu hızlı gidiş yetiştirdiğimiz çocuk ve gençlerden belirli yeterlilikleri de talep etmektedir. İstenen bu yeterliliklere sahip olmayan bireylerin sağlıklı ve başarılı bir yaşam sürdürmeleri de mümkün görünmemektedir. Kendi davranışlarını kontrol edebilen, kendi istek ve arzuları ile başkalarınınkiler arasında ilişki kurabilen, davranışlarının sonucuna katlanabilen, hak ve sorumluluk bilincine sahip, girişimci demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak benimseyen bireyler yetiştirilmesini talep eden bir dünyada yaşıyoruz. Her ülke yurttaşlarını yetiştirirken az ya da çok bu özellikleri kazandırma konusunda çaba sarf etmektedir.

Yeni doğan bir çocuk, anne babasından aldığı kalıtımsal özelliklerle belirli bir potansiyele sahiptir. Bunun yanında dış uyaranlara da son derece açık, duyarlı bir canlıdır. Bu açıdan, bir bebek dünyaya getiren bir anne için bebeği ilk günden itibaren tanımaya çalışmak, ona büyümesi ve gelişmesi için uygun desteği vermek önemli olmanın ötesinde zorunluluktur. Daha ilk günlerden itibaren aldığı uyaranlar, ondaki bu potansiyel özelliklerin olumlu yönde gelişmesine yardımcı olabileceği gibi, tam tersine olumsuz, ters yönde bir gelişmeye de neden olabilir. Bu açıdan ilk yaşam ortamı ve bu ortamda aldığı etkiler çocuğun gelecekte nasıl biri olacağını belirleme konusunda son derece etkilidir. Çocuğun kendini tanıması ve kendi yeterliliklerinin ve geliştirilmesi gereken yönlerinin farkına varması da büyük ölçüde bu dönemde gerçekleşir. Bu dönem aynı zamanda diğer insanlar ve toplumsal kurallarla ilk karşılaşmanın gerçekleştiği sosyalleşme dönemidir. Çocuk daha sonraki yaşamında kullanacağı, temel alışkanlıkları, tutum ve davranışları da bu dönemde kazanır. Bu nedenle okulöncesi eğitim, çağdaş toplumun ihtiyacı olan; duygu ve düşüncelerini özgürce ifade edebilen, araştırmacı, meraklı, girişimci, karşılaştığı problemlere çözümler ve alternatifler üretebilen, kendi kendine karar verebilen, kendi haklarına ve başkalarının haklarına saygılı, sahip olduğu potansiyeli maksimum düzeyde kullanabilen, yeteneklerini en iyi şekilde kullanabilen, kendi kendini denetleyebilen bireyler yetiştirebilmelidir.

Yapılan araştırmalar ve incelemeler gösteriyor ki sağlıklı bir hamilelik çocuğun sağlıklı bir bebek olarak dünyaya gelmesinde ne kadar önemliyse, sağlıklı bir ilk beş yıl yaşantısı da yaşamın daha sonraki dönemlerine temel olmak açısından o kadar önemlidir. Bu dönem, büyümenin en hızlı olduğu (özellikle ilk bir yıl) öğrenme kapasitesi ve isteğinin en yoğun olduğu dönem olarak belirlenmektedir. Öyleyse bu dönemde büyümeye etki yapan beslenme, sağlıklı bakım, sevgi ve şefkat dolu bir aile ortamı ile çocuğun doğal merakını destekleyecek bir sosyal ve fizik çevrenin varlığı tartışılamaz.

Çocuk doğumu izleyen ilk günlerden itibaren, kendi bedeni kadar, kendisi dışındaki dünya, başka insanlar ve nesnelerle de ilgilidir. Bu ilgi beslendikçe, yeni öğrenmeler gerçekleşir. Yeni öğrenmeler ise daha çok öğrenme isteği yaratır. Bu durum, beyine ait fonksiyonların gelişimini de yakından etkiler.

Okul öncesi eğitim, çocuğun doğumundan ilkokula başlayıncaya kadar olan tüm yaşantılarını içeren bir eğitim sürecidir. Bu dönem eğitiminde en etkili kurum aile olmakla birlikte yakın çevre, okul öncesi eğitim kurumları, kitle iletişim araçları da ailenin eğitim çabalarına destek olabilirler. Anne-babanın çok erkenden çocuğun eğitiminde yer alması hem kendi çocuğuna olumlu yönden bakabilmesini hem kendine daha çok güvenmesini, hem de toplumun çocuğa ve çocuğun eğitimine bakış açısının değişmesini sağlar.

Çocuğun sahip olduğu potansiyeli maksimum düzeyde kullanabilmesi için çocuğa planlı yaşantılar ile geleceğinde daha sağlıklı ve mutlu bir kişilik kazandıracak, toplumun ihtiyaçlarını karşılamada gerekli nitelikli insanın temelini oluşturacak okul öncesi eğitimin önemi büyüktür.

İyi bir okulöncesi eğitim için dikkat edilmesi gerekenler

İyi bir okulöncesi eğitim için dikkat edilmesi gereken birçok husus vardır. Bunlardan bazılarını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

-Eğitimde çocuğun ve ailenin etkin katılımını sağlamak,

- Çocuğa verilen eğitimin onun gereksinimlerine uygun olmasına özen göstermek,

-Demokratik eğitim anlayışının var olduğu bir eğitim ortamı sunmak,

-Eğitimde çocuğun bildiklerinden başlamak ve çocukların deneyerek öğrenmesine olanak sağlamak,

-Oyunu, çocuklar için en uygun öğrenme yöntemi olarak kabul etmek,

-Eğitimde çocuğun, kendine saygı ve güven duyması için gerekli olan uygun öğretmen tutumunu sergilemek,

-Çocuğa öz denetim kazandırmayı hedeflemek,

-Grup kurallarını hep birlikte oluşturmak,

-Sevgi, saygı, işbirliği, sorumluluk, hoşgörü, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma davranışlarını özendirmek,

-Çocuğun çevresindeki çocuk ve yetişkinlerle olumlu ilişkiler kurmasını teşvik etmek,

-Uygulanan programlarda çocukların ihtiyaçlarına göre esneklik yaratmak,

-Programları hazırlarken çocukların ilgi ve gereksinimlerinin yanı sıra okulun, ailelerin ve içinde bulunulan çevrenin özelliklerini dikkate almak,

-Çocukların Türkçeyi doğru ve güzel konuşmalarına gereken önemi vermek.

Erken dönemdeki desteklerin, ilerideki yıllardaki eğitimin maliyetini de büyük ölçüde azaltacağı, fırsat eşitliğini sağlamak, mutlu ve sağlıklı bireyleri yetiştirmede başarıyı arttıracağı gerçeği göz önüne alınırsa, okulöncesi eğitimden tüm çocukların yararlandırılmasının ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılabilir. Okulöncesi dönemde verilen eğitim; çocukların gerçek yaşamı daha erken dönemde fark etmelerine, gerçek yaşama daha kolay uyum sağlamalarına, yaşamda daha başarılı olmalarına da yardımcı olacaktır. Okulöncesi eğitim kurumuna giden çocuk, bir grup ortamı içinde davranmaya ve çalışmaya alıştığı için ilkokula da bir ölçüde hazırlanmış olur.

Okul öncesi dönemde öğretmen, çocuğun ailesinden sonra değer verdiği en önemli kişidir. Öğretmenin çocuk okula ilk geldiği andan itibaren çocuğu tanımaya başlaması, sınıfındaki her çocuğun tüm alanlarda gelişimini sağlayabilmek için program ve etkinlikleri çok yönlü olarak planlaması, sınıfta olumlu bir iklim yaratmak için çaba sarf etmesi, aile ile olumlu ilişkiler kurması ve eğitim süreci boyunca ailelerle çeşitli konularda işbirliği yapması son derece önemlidir.

Ailelerin de eğitimin devamlılığı açısından, okulda yapılanları yakından izlemeleri, öğretmenle çok yakın iş birliği içinde olmaları, olası eğitim hatalarını tekrarlamamak adına öğretmenden bilgi almaları son derece önemlidir. Olabildiği kadar okul ile ev arasındaki eğitim tutum ve davranış farklarını ortadan kaldırmak veya en aza indirmek için çaba sarf etmeleri gereklidir.

Prof. Dr. Ayla Oktay

Maltepe Üniversitesi

Eğitim Fakültesi

İlköğretim Bölüm Başkanı

> İyi bir okulöncesi eğitim için dikkat edilmesi gerekenler

Yaşadığımız çağ, bilginin geçmişe göre daha hızlı değiştiği, bilgiye ulaşımın gidererek kolaylaştığı , ancak farklı kanallardan gelen bilgilerin karar vermeyi zorlaştırdığı çağlardan biridir. Bu hızlı gidiş yetiştirdiğimiz çocuk ve gençlerden belirli yeterlilikleri de talep etmektedir. İstenen bu yeterliliklere sahip olmayan bireylerin sağlıklı ve başarılı bir yaşam sürdürmeleri de mümkün görünmemektedir. Kendi davranışlarını kontrol edebilen, kendi istek ve arzuları ile başkalarınınkiler arasında ilişki kurabilen, davranışlarının sonucuna katlanabilen, hak ve sorumluluk bilincine sahip, girişimci demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak benimseyen bireyler yetiştirilmesini talep eden bir dünyada yaşıyoruz. Her ülke yurttaşlarını yetiştirirken az ya da çok bu özellikleri kazandırma konusunda çaba sarf etmektedir.

Yeni doğan bir çocuk, anne babasından aldığı kalıtımsal özelliklerle belirli bir potansiyele sahiptir. Bunun yanında dış uyaranlara da son derece açık, duyarlı bir canlıdır. Bu açıdan, bir bebek dünyaya getiren bir anne için bebeği ilk günden itibaren tanımaya çalışmak, ona büyümesi ve gelişmesi için uygun desteği vermek önemli olmanın ötesinde zorunluluktur. Daha ilk günlerden itibaren aldığı uyaranlar, ondaki bu potansiyel özelliklerin olumlu yönde gelişmesine yardımcı olabileceği gibi, tam tersine olumsuz, ters yönde bir gelişmeye de neden olabilir. Bu açıdan ilk yaşam ortamı ve bu ortamda aldığı etkiler çocuğun gelecekte nasıl biri olacağını belirleme konusunda son derece etkilidir. Çocuğun kendini tanıması ve kendi yeterliliklerinin ve geliştirilmesi gereken yönlerinin farkına varması da büyük ölçüde bu dönemde gerçekleşir. Bu dönem aynı zamanda diğer insanlar ve toplumsal kurallarla ilk karşılaşmanın gerçekleştiği sosyalleşme dönemidir. Çocuk daha sonraki yaşamında kullanacağı, temel alışkanlıkları, tutum ve davranışları da bu dönemde kazanır. Bu nedenle okulöncesi eğitim, çağdaş toplumun ihtiyacı olan; duygu ve düşüncelerini özgürce ifade edebilen, araştırmacı, meraklı, girişimci, karşılaştığı problemlere çözümler ve alternatifler üretebilen, kendi kendine karar verebilen, kendi haklarına ve başkalarının haklarına saygılı, sahip olduğu potansiyeli maksimum düzeyde kullanabilen, yeteneklerini en iyi şekilde kullanabilen, kendi kendini denetleyebilen bireyler yetiştirebilmelidir.

Yapılan araştırmalar ve incelemeler gösteriyor ki sağlıklı bir hamilelik çocuğun sağlıklı bir bebek olarak dünyaya gelmesinde ne kadar önemliyse, sağlıklı bir ilk beş yıl yaşantısı da yaşamın daha sonraki dönemlerine temel olmak açısından o kadar önemlidir. Bu dönem, büyümenin en hızlı olduğu (özellikle ilk bir yıl) öğrenme kapasitesi ve isteğinin en yoğun olduğu dönem olarak belirlenmektedir. Öyleyse bu dönemde büyümeye etki yapan beslenme, sağlıklı bakım, sevgi ve şefkat dolu bir aile ortamı ile çocuğun doğal merakını destekleyecek bir sosyal ve fizik çevrenin varlığı tartışılamaz.

Çocuk doğumu izleyen ilk günlerden itibaren, kendi bedeni kadar, kendisi dışındaki dünya, başka insanlar ve nesnelerle de ilgilidir. Bu ilgi beslendikçe, yeni öğrenmeler gerçekleşir. Yeni öğrenmeler ise daha çok öğrenme isteği yaratır. Bu durum, beyine ait fonksiyonların gelişimini de yakından etkiler.

Okul öncesi eğitim, çocuğun doğumundan ilkokula başlayıncaya kadar olan tüm yaşantılarını içeren bir eğitim sürecidir. Bu dönem eğitiminde en etkili kurum aile olmakla birlikte yakın çevre, okul öncesi eğitim kurumları, kitle iletişim araçları da ailenin eğitim çabalarına destek olabilirler. Anne-babanın çok erkenden çocuğun eğitiminde yer alması hem kendi çocuğuna olumlu yönden bakabilmesini hem kendine daha çok güvenmesini, hem de toplumun çocuğa ve çocuğun eğitimine bakış açısının değişmesini sağlar.

Çocuğun sahip olduğu potansiyeli maksimum düzeyde kullanabilmesi için çocuğa planlı yaşantılar ile geleceğinde daha sağlıklı ve mutlu bir kişilik kazandıracak, toplumun ihtiyaçlarını karşılamada gerekli nitelikli insanın temelini oluşturacak okul öncesi eğitimin önemi büyüktür.

İyi bir okulöncesi eğitim için dikkat edilmesi gerekenler

İyi bir okulöncesi eğitim için dikkat edilmesi gereken birçok husus vardır. Bunlardan bazılarını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

-Eğitimde çocuğun ve ailenin etkin katılımını sağlamak,

- Çocuğa verilen eğitimin onun gereksinimlerine uygun olmasına özen göstermek,

-Demokratik eğitim anlayışının var olduğu bir eğitim ortamı sunmak,

-Eğitimde çocuğun bildiklerinden başlamak ve çocukların deneyerek öğrenmesine olanak sağlamak,

-Oyunu, çocuklar için en uygun öğrenme yöntemi olarak kabul etmek,

-Eğitimde çocuğun, kendine saygı ve güven duyması için gerekli olan uygun öğretmen tutumunu sergilemek,

-Çocuğa öz denetim kazandırmayı hedeflemek,

-Grup kurallarını hep birlikte oluşturmak,

-Sevgi, saygı, işbirliği, sorumluluk, hoşgörü, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma davranışlarını özendirmek,

-Çocuğun çevresindeki çocuk ve yetişkinlerle olumlu ilişkiler kurmasını teşvik etmek,

-Uygulanan programlarda çocukların ihtiyaçlarına göre esneklik yaratmak,

-Programları hazırlarken çocukların ilgi ve gereksinimlerinin yanı sıra okulun, ailelerin ve içinde bulunulan çevrenin özelliklerini dikkate almak,

-Çocukların Türkçeyi doğru ve güzel konuşmalarına gereken önemi vermek.

Erken dönemdeki desteklerin, ilerideki yıllardaki eğitimin maliyetini de büyük ölçüde azaltacağı, fırsat eşitliğini sağlamak, mutlu ve sağlıklı bireyleri yetiştirmede başarıyı arttıracağı gerçeği göz önüne alınırsa, okulöncesi eğitimden tüm çocukların yararlandırılmasının ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılabilir. Okulöncesi dönemde verilen eğitim; çocukların gerçek yaşamı daha erken dönemde fark etmelerine, gerçek yaşama daha kolay uyum sağlamalarına, yaşamda daha başarılı olmalarına da yardımcı olacaktır. Okulöncesi eğitim kurumuna giden çocuk, bir grup ortamı içinde davranmaya ve çalışmaya alıştığı için ilkokula da bir ölçüde hazırlanmış olur.

Okul öncesi dönemde öğretmen, çocuğun ailesinden sonra değer verdiği en önemli kişidir. Öğretmenin çocuk okula ilk geldiği andan itibaren çocuğu tanımaya başlaması, sınıfındaki her çocuğun tüm alanlarda gelişimini sağlayabilmek için program ve etkinlikleri çok yönlü olarak planlaması, sınıfta olumlu bir iklim yaratmak için çaba sarf etmesi, aile ile olumlu ilişkiler kurması ve eğitim süreci boyunca ailelerle çeşitli konularda işbirliği yapması son derece önemlidir.

Ailelerin de eğitimin devamlılığı açısından, okulda yapılanları yakından izlemeleri, öğretmenle çok yakın iş birliği içinde olmaları, olası eğitim hatalarını tekrarlamamak adına öğretmenden bilgi almaları son derece önemlidir. Olabildiği kadar okul ile ev arasındaki eğitim tutum ve davranış farklarını ortadan kaldırmak veya en aza indirmek için çaba sarf etmeleri gereklidir.

Prof. Dr. Ayla Oktay

Maltepe Üniversitesi

Eğitim Fakültesi

İlköğretim Bölüm Başkanı

Son Güncelleme: Salı, 13 May 2014 08:14

Gösterim: 7931


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.