Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
4+4+4 eğitim sisteminde eğitim sisteminde neler değişti neler aynı kaldı? Sınavlar kalkıyor mu? Seçmeli dersler, din dersi zorunlu mu seçmeli mi oluyor, imam hatip liseleri ne olacak? Tüm merak edilenler?
Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran yasa teklifiyle, ortaokullar yeniden geliyor. Liseyi de zorunlu hale getiren modelde eğitim 3 aşamada gerçekleşecek. 6 yaşında başlayıp 18 yaşında bitecek zorunlu eğitimin ilk 4 yıllında tüm öğrenciler standart eğitim alacak. İkinci 4 yıllık ortaokul bölümünde öğrencilere zorunlu derslerin yanı sıra seçmeli dersler imkanı sunulacak. Zorunlu hale gelen 4 yıllık lise eğitiminde ise öğrenciler ilgi, yetenek ve tercihlerine göre paket programlar alabilecek.
Ortaokulda seçmeli ders olacak mı?
Gelecek yıldan itibaren uygulamaya başlayacak olan yeni eğitim modelden en fazla etkilenecek olan ise ortaokul diye adlandırılan 5 ile 8. sınıfları kapsıyor. Liseye yönlendirme eğitimi diye de adlandırılan ortaokullarda öğrencilere ilgi, alan ve yeteneklerine göre zorunlu derslerin yanı sıra birçok alanda seçmeli dersler sunulacak.
Lisede ne olacak?
Lisede şuan mevcut olan Fen Lisesi, Spor Lisesi, Öğretmen Lisesi gibi türler kalkacak. 8. sınıftan sonra 4 yıllık Lise eğitimine başlayan öğrenci, gittiği lisede, eğer öğrenci fen derslerine kabiliyeti varsa, şuan fen liselerinde verilen dersleri alabilecek. Aynı lisede isterse Sosyal Bilgiler, İmam Hatip ya da güzel sanatlar lisesinde alabileceği dersleri de alabilecek. Yeni sistemde, okul türleri kalkacak, her okulda farklı alanlara göre eğitimler olabilecek.
SBS kalkacak mı?
Yeni eğitim sisteminde şuan mevcut olan seviye belirleme sınavına da ihtiyaç duyulmayacak. Ancak olgunlaşma ya da merkezi sınav adı altında bir başka sınav yapılacak. Şuan SBS ile yapılan öğrenci seçme esasına dayalı sınav kalkacak.
Hem spor hem imam hatip dersi olmaz mı?
Yeni sistemde, matematik, imam hatip, spor ya da sanat alanlarında farklı dersler seçebilecek. İsteyen öğrenci farklı alanların derslerini aynı anda da seçebilecek. Ayrıca çocuk ortaokulda, sosyal bilgiler veya fen bilgileriyle ilgili dersler seçti ancak zaman içerisinde kendisinin veya ailesinin tercihleri değişti. Çocuk eğer alan, konu veya program değiştirmek istiyorsa ona da imkan verilecek.
Kürtçe ve Alevilik seçmeli ders olacak mı?
Sistem, Kürtçe ve Alevilik gibi alanlarda da seçmeli derslere imkan veriyor. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, "Eğer Türkiye'yi böyle demokratikleştiriyorsanız, sisteminizi esnek hale getiriyorsanız, Kürtçenin de Aleviliğin de seçimlik ders olmasının ne mahsuru var?" diyerek gelecek yıllarda bu alanlarda seçmeli derslerin olabileceğine yeşil ışık yaktı.
Okul binaları nasıl bölünecek?
Okul binaları da ikiye ayrılacak. İlkokullar ile ortaokulların birlikte eğitim verdiği okullar ile ortaokullar ile liselerin birlikte eğitim verdiği kurumlara dönecek.
Açık liseye kimler katılacak?
12 yıllık eğitim zorunlu olacak. 8. sınıftan sonra bakanlığın belirlediği ve bakanlar kurulunun onayladığı çocuklar için açık lise imkanı sunulacak. Evinden ders alması gerekenlerin kimler olacağına hazırlanan bir yönetmelikle karar verilecek.
Kaç diploma alınacak?
Eğitim sistemini 4'er yıllık 3 aşamaya bölen yeni sistemde öğrenciler ilkokul, ortaokul ve lisede ayrı ayrı diplomalar almayacak. 6 yaşında zorunlu eğitime başlayacak olan öğrenci 18 yaşında liseden mezun olurken tek bir diploma alacak.
Zorunlu eğitime başlama yaşı kaç?
Yasa teklifiyle birlikte en çok tartışılan konu ise çocukların okula başlama yaşıyla ilgili oldu. Bu konuda ise okula başlama yaşı üst sınır 72 ay alt sınır 60 ayını dolduran olarak belirlendi. Çocuk 60 ayını doldurduktan sonra isteyen veliler zorunlu ilköğretime başlatabilecek. En üst limit ise 72 ay olarak belirlenecek. Alt limit 60 ay olarak belirlenmesi durumunda da ilköğretim müfredatı değiştirilecek.
Ne zaman başlayacak?
Yeni Eğitim modeli TBMM Genel Kurulu'nda mevcut haliyle yasalaşırsa 2012-2012 eğitim öğretim döneminde başlayacak. Ancak Bakanlar Kurulu kararıyla 1 yıl ertelenmesi de söz konusu olabilecek.
(sabah)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
4+4+4 eğitim sisteminde eğitim sisteminde neler değişti neler aynı kaldı? Sınavlar kalkıyor mu? Seçmeli dersler, din dersi zorunlu mu seçmeli mi oluyor, imam hatip liseleri ne olacak? Tüm merak edilenler?
Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran yasa teklifiyle, ortaokullar yeniden geliyor. Liseyi de zorunlu hale getiren modelde eğitim 3 aşamada gerçekleşecek. 6 yaşında başlayıp 18 yaşında bitecek zorunlu eğitimin ilk 4 yıllında tüm öğrenciler standart eğitim alacak. İkinci 4 yıllık ortaokul bölümünde öğrencilere zorunlu derslerin yanı sıra seçmeli dersler imkanı sunulacak. Zorunlu hale gelen 4 yıllık lise eğitiminde ise öğrenciler ilgi, yetenek ve tercihlerine göre paket programlar alabilecek.
Ortaokulda seçmeli ders olacak mı?
Gelecek yıldan itibaren uygulamaya başlayacak olan yeni eğitim modelden en fazla etkilenecek olan ise ortaokul diye adlandırılan 5 ile 8. sınıfları kapsıyor. Liseye yönlendirme eğitimi diye de adlandırılan ortaokullarda öğrencilere ilgi, alan ve yeteneklerine göre zorunlu derslerin yanı sıra birçok alanda seçmeli dersler sunulacak.
Lisede ne olacak?
Lisede şuan mevcut olan Fen Lisesi, Spor Lisesi, Öğretmen Lisesi gibi türler kalkacak. 8. sınıftan sonra 4 yıllık Lise eğitimine başlayan öğrenci, gittiği lisede, eğer öğrenci fen derslerine kabiliyeti varsa, şuan fen liselerinde verilen dersleri alabilecek. Aynı lisede isterse Sosyal Bilgiler, İmam Hatip ya da güzel sanatlar lisesinde alabileceği dersleri de alabilecek. Yeni sistemde, okul türleri kalkacak, her okulda farklı alanlara göre eğitimler olabilecek.
SBS kalkacak mı?
Yeni eğitim sisteminde şuan mevcut olan seviye belirleme sınavına da ihtiyaç duyulmayacak. Ancak olgunlaşma ya da merkezi sınav adı altında bir başka sınav yapılacak. Şuan SBS ile yapılan öğrenci seçme esasına dayalı sınav kalkacak.
Hem spor hem imam hatip dersi olmaz mı?
Yeni sistemde, matematik, imam hatip, spor ya da sanat alanlarında farklı dersler seçebilecek. İsteyen öğrenci farklı alanların derslerini aynı anda da seçebilecek. Ayrıca çocuk ortaokulda, sosyal bilgiler veya fen bilgileriyle ilgili dersler seçti ancak zaman içerisinde kendisinin veya ailesinin tercihleri değişti. Çocuk eğer alan, konu veya program değiştirmek istiyorsa ona da imkan verilecek.
Kürtçe ve Alevilik seçmeli ders olacak mı?
Sistem, Kürtçe ve Alevilik gibi alanlarda da seçmeli derslere imkan veriyor. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, "Eğer Türkiye'yi böyle demokratikleştiriyorsanız, sisteminizi esnek hale getiriyorsanız, Kürtçenin de Aleviliğin de seçimlik ders olmasının ne mahsuru var?" diyerek gelecek yıllarda bu alanlarda seçmeli derslerin olabileceğine yeşil ışık yaktı.
Okul binaları nasıl bölünecek?
Okul binaları da ikiye ayrılacak. İlkokullar ile ortaokulların birlikte eğitim verdiği okullar ile ortaokullar ile liselerin birlikte eğitim verdiği kurumlara dönecek.
Açık liseye kimler katılacak?
12 yıllık eğitim zorunlu olacak. 8. sınıftan sonra bakanlığın belirlediği ve bakanlar kurulunun onayladığı çocuklar için açık lise imkanı sunulacak. Evinden ders alması gerekenlerin kimler olacağına hazırlanan bir yönetmelikle karar verilecek.
Kaç diploma alınacak?
Eğitim sistemini 4'er yıllık 3 aşamaya bölen yeni sistemde öğrenciler ilkokul, ortaokul ve lisede ayrı ayrı diplomalar almayacak. 6 yaşında zorunlu eğitime başlayacak olan öğrenci 18 yaşında liseden mezun olurken tek bir diploma alacak.
Zorunlu eğitime başlama yaşı kaç?
Yasa teklifiyle birlikte en çok tartışılan konu ise çocukların okula başlama yaşıyla ilgili oldu. Bu konuda ise okula başlama yaşı üst sınır 72 ay alt sınır 60 ayını dolduran olarak belirlendi. Çocuk 60 ayını doldurduktan sonra isteyen veliler zorunlu ilköğretime başlatabilecek. En üst limit ise 72 ay olarak belirlenecek. Alt limit 60 ay olarak belirlenmesi durumunda da ilköğretim müfredatı değiştirilecek.
Ne zaman başlayacak?
Yeni Eğitim modeli TBMM Genel Kurulu'nda mevcut haliyle yasalaşırsa 2012-2012 eğitim öğretim döneminde başlayacak. Ancak Bakanlar Kurulu kararıyla 1 yıl ertelenmesi de söz konusu olabilecek.
(sabah)
Son Güncelleme: Salı, 13 Mart 2012 10:07
Gösterim: 5627
Sabah yazarı Nazlı Ilıcak'ın bugünkü eğitim yazısı
Eğitimde reform, kavgalı gürültülü bir şekilde kabul edildi. Tabii bu manzaranın ortaya çıkmasında iktidarın önemli bir payı var. Çocuklarımızın geleceğiyle ilgili böylesine önemli bir konu, bu kadar hazırlıksız gündeme getirilir mi? Teklifteki birçok düzenlemeden daha sonra geri adım atılması, enine boyuna tartışılmadan "Eğitim Reformuna" girişildiğini açıkça gösteriyor:
Birinci 4 yıldan sonra açık öğretime gitme imkânı tanınmıştı; bunun gerekçesi doğru dürüst izah edilemedi ve hemen vazgeçildi. İkinci 4 yıldan sonra öğrencilere açık öğretime devam fırsatı verildi. Okula başlama yaşı bir ara 5 oldu; sonra gene 6'ya çıktı. İkinci 4 yılda "mesleğe yönlendirme"den bahsediliyordu, Bakan Ömer Dinçer, "bilgilendirme" diyor. Birinde zorunluluk var; diğerinde, öğrencilere becerilerini sınayacak imkânlar sunulması söz konusu.
Keşke "Eğitim Reformu" gibi iddialı bir başlık koymak yerine, teklif sahibi milletvekilleri "kesintisiz eğitimi, kesintili hale getiriyoruz" deselerdi.
Komisyonda, Başkan Nabi Avcı gibi itidal sahibi bir milletvekilinin dahi kafasına seloteyp altlığı fırlatıldı; sinirler böylesine gergin. AK Partililerle CHP'liler resmen yumruklaştı. "Muhalefetin sesi kesildi" denilemez elbette. 91 saat müzakere edilmiş ve 342 konuşma yapılmış. Ama keşke "Eğitim Reformu" önceden konuşularak, uzlaşma arayarak Meclis gündemine gelseydi. "Bu kavgada muhalefet suçlu" diye kestirip atmak olmaz. İktidar, kendi sorumluluk payını ihmal etmemeli.
28 Şubat öncesi gibi
Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Nabi Avcı'yla görüştüm.
İkinci 4 yılda müfredat birliği sürecek. Ama çocuk, ikinci 4 yılda, tercihe dayalı paket programlardan birine devam edebilecek. Bir tercihten diğerine yatay geçiş mümkün. Paket programlar, imkân ve şartlara göre, Milli Eğitim Bakanlığı yönetmeliğiyle belirlenecek. Seçimlik ders paketlerinin muhtevası yasada yer almıyor. Bir fikir vermek gerekirse: Arapça/ Kur'an, yabancı dil, güzel sanatlar, spor ya da sosyal bilimler olabilir. Bir başka husus da şu: 4+4, aynı çatı altında okutulabileceği gibi, ikinci 4 yılda, liseyle birlikte de eğitim yapılabilecek. Bunun da kararını Milli Eğitim Bakanlığı verecek.
Özetlemek gerekirse... Hem, İmam Hatipler de dahil bütün meslek liselerinin, -"İlköğretimin ikinci 4 yılı" adı altında- orta kısmı yeniden açılabilecek. Hem de, yabancı dil öğreten okullar bu imkândan yararlanacak. İlk 4 yıldan sonra, bir başka okula gidenlerin sınavdan geçip geçmeyeceği hususuna, yasada değinilmiyor. Ayrıca, ikinci 4 yılın başında hazırlık sınıfı bulunmamakla birlikte, yabancı dil öğreten eğitim kuruluşları, ikinci 4 yılın birinci sınıfını hazırlık gibi değerlendirebilecek; ilk sınıf, yabancı dil ağırlıklı olabilecek. Bütün bu hususlar Milli Eğitim Bakanlığı yönetmelikleriyle tespit edilecek. Şu anda bildiğimiz tek bir gerçek var: 28 Şubat öncesi gibi kesintili eğitime dönüyoruz; meslek liseleri ile lisan öğreten okulların orta kısımları açılıyor; 4+4'ü ilköğretim okulu bünyesinde okuyanlar da, seçmeli program yoluyla meslek liselerinin derslerini okuyabilecek.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Sabah yazarı Nazlı Ilıcak'ın bugünkü eğitim yazısı
Eğitimde reform, kavgalı gürültülü bir şekilde kabul edildi. Tabii bu manzaranın ortaya çıkmasında iktidarın önemli bir payı var. Çocuklarımızın geleceğiyle ilgili böylesine önemli bir konu, bu kadar hazırlıksız gündeme getirilir mi? Teklifteki birçok düzenlemeden daha sonra geri adım atılması, enine boyuna tartışılmadan "Eğitim Reformuna" girişildiğini açıkça gösteriyor:
Birinci 4 yıldan sonra açık öğretime gitme imkânı tanınmıştı; bunun gerekçesi doğru dürüst izah edilemedi ve hemen vazgeçildi. İkinci 4 yıldan sonra öğrencilere açık öğretime devam fırsatı verildi. Okula başlama yaşı bir ara 5 oldu; sonra gene 6'ya çıktı. İkinci 4 yılda "mesleğe yönlendirme"den bahsediliyordu, Bakan Ömer Dinçer, "bilgilendirme" diyor. Birinde zorunluluk var; diğerinde, öğrencilere becerilerini sınayacak imkânlar sunulması söz konusu.
Keşke "Eğitim Reformu" gibi iddialı bir başlık koymak yerine, teklif sahibi milletvekilleri "kesintisiz eğitimi, kesintili hale getiriyoruz" deselerdi.
Komisyonda, Başkan Nabi Avcı gibi itidal sahibi bir milletvekilinin dahi kafasına seloteyp altlığı fırlatıldı; sinirler böylesine gergin. AK Partililerle CHP'liler resmen yumruklaştı. "Muhalefetin sesi kesildi" denilemez elbette. 91 saat müzakere edilmiş ve 342 konuşma yapılmış. Ama keşke "Eğitim Reformu" önceden konuşularak, uzlaşma arayarak Meclis gündemine gelseydi. "Bu kavgada muhalefet suçlu" diye kestirip atmak olmaz. İktidar, kendi sorumluluk payını ihmal etmemeli.
28 Şubat öncesi gibi
Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Nabi Avcı'yla görüştüm.
İkinci 4 yılda müfredat birliği sürecek. Ama çocuk, ikinci 4 yılda, tercihe dayalı paket programlardan birine devam edebilecek. Bir tercihten diğerine yatay geçiş mümkün. Paket programlar, imkân ve şartlara göre, Milli Eğitim Bakanlığı yönetmeliğiyle belirlenecek. Seçimlik ders paketlerinin muhtevası yasada yer almıyor. Bir fikir vermek gerekirse: Arapça/ Kur'an, yabancı dil, güzel sanatlar, spor ya da sosyal bilimler olabilir. Bir başka husus da şu: 4+4, aynı çatı altında okutulabileceği gibi, ikinci 4 yılda, liseyle birlikte de eğitim yapılabilecek. Bunun da kararını Milli Eğitim Bakanlığı verecek.
Özetlemek gerekirse... Hem, İmam Hatipler de dahil bütün meslek liselerinin, -"İlköğretimin ikinci 4 yılı" adı altında- orta kısmı yeniden açılabilecek. Hem de, yabancı dil öğreten okullar bu imkândan yararlanacak. İlk 4 yıldan sonra, bir başka okula gidenlerin sınavdan geçip geçmeyeceği hususuna, yasada değinilmiyor. Ayrıca, ikinci 4 yılın başında hazırlık sınıfı bulunmamakla birlikte, yabancı dil öğreten eğitim kuruluşları, ikinci 4 yılın birinci sınıfını hazırlık gibi değerlendirebilecek; ilk sınıf, yabancı dil ağırlıklı olabilecek. Bütün bu hususlar Milli Eğitim Bakanlığı yönetmelikleriyle tespit edilecek. Şu anda bildiğimiz tek bir gerçek var: 28 Şubat öncesi gibi kesintili eğitime dönüyoruz; meslek liseleri ile lisan öğreten okulların orta kısımları açılıyor; 4+4'ü ilköğretim okulu bünyesinde okuyanlar da, seçmeli program yoluyla meslek liselerinin derslerini okuyabilecek.
Son Güncelleme: Salı, 13 Mart 2012 09:54
Gösterim: 2289
Rum gazetesi Apoyevmatini Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis, yıllar önce ayrılmak zorunda kaldığı üniversiteye öğrenim affıyla 73 yaşında geri döndü.
Kavga ve şiddetten uzak üniversite hayali kuran Vasiliadis, 1958'de Sultanahmet'teki 'Yüksek Ticaret Okulu'na kayıt olmuş. Ancak henüz 1. sınıftayken kimliği sebebiyle hakaret ve şiddet görmüş. Vasiliadis, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "O dönem Yunanistan'dan okumak için İstanbul'a gelen çok sayıda Yunanlı genç vardı. Sınıfta onlardan birine hocamızın anlattıklarını çeviriyordum. Bu sırada arka sıralardan bir genç ayağa kalkıp 'Burası keferistan değil gavurca konuşma.' dedi. Küfürler etmesi üzerine çıkan tartışma kavgaya dönüştü. Olay okul idaresine yansıdığında 'Burada ortam karışık, yaşadıklarınla ilgili elimizden bir şey gelmez.' tepkisiyle karşılaştım. Bu nedenle çok sevdiğim okulumdan ayrılmak zorunda kaldım."
54 yıl sonra af üzereine geri döndü
Vasiliadis, 54 yıl sonra 73 yaşında YÖK'ten çıkan af ile Yüksek Ticaret Okulu'nun karşılığı olan Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi'ne öğrenci olarak döndü. Bunca yıldan sonra dahi sevincini gizlemeyen Vasiliadis, "Okulu bitirip bitirmemek mühim değil, elimden alınan bir hakkım vardı, mesele onu geri almaktı." diyor. Üniversiteden ayrılırken görüştüğü okul müdürüne karşı da vicdan azabı duyduğunu belirterek şöyle devam ediyor: "Yüksek Ticaret'in müdürü çok beyefendi biriydi. Biz dalaşınca gençle beni, müdürün yanına götürdüler. Müdür, diğerini dışarı çıkarıp, bana odasında 'Evladım haklısın.' dedi. Ben ise, 'Haklıysam hakkımı teslim edin.' dedim. 'Evladım, ama yaşadığımız durumları biliyorsun, nasıl mani olayım duruma?' dedi. O zaman 58 yılı, ortalık zehir zemberek... Ben de buna sinirlenip, o sinirle müdüre sert sözler edip aynı gün okuldan ayrıldım. Ancak o kadar beyefendi bir insana böyle bir çıkış yaptığım için sonradan mahcup ve pişman oldum. Geçen sene öğrendim ki, bana iyi davranan o müdürün ağabeyinin karısı da Rum imiş. Maalesef kendisi vefat etmiş. Eğer yaşıyor olsaydı, bulup özür dileyecektim."
O dönemin gergin atmosferini biraz da basın ve medyanın oluşturduğuna dikkat çeken Mihail Vasiliadis, yapılan haber ve yorumların anlaşılmaz derecede ayrıştırıcı ve nefret içerdiğini ifade ediyor. Vasiliadis, o günlerin şartlarını şu sözlerle özetliyor: "40'lı, 50'li yıllarda Rum anneler çarşıya çıktıklarında çocuklarının ellerinden tutmazdı. Elini çocuklarının omzundan atar, avucuyla çocuğun ağzını kapatırdı. Çocuklar konuşup da Türk olmadıkları anlaşılmasın diye. Çekinirlerdi. Üniversiteyi terk eden tek Rum da ben değilim. Sadece üniversite değil, çok şey terk edildi. Tüm Türkiye'ye nam salan, başarılı bir Rum kalp cerrahı vardı. 3 kere profesör olmak için başvurdu. Ancak ayrımcılık sebebiyle profesörlük verilmedi. O yıllarda bir Rum'un profesör olması imkânsızdı. O da durumu anlayıp Amerika'ya gitti."
(zaman)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Rum gazetesi Apoyevmatini Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis, yıllar önce ayrılmak zorunda kaldığı üniversiteye öğrenim affıyla 73 yaşında geri döndü.
Kavga ve şiddetten uzak üniversite hayali kuran Vasiliadis, 1958'de Sultanahmet'teki 'Yüksek Ticaret Okulu'na kayıt olmuş. Ancak henüz 1. sınıftayken kimliği sebebiyle hakaret ve şiddet görmüş. Vasiliadis, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "O dönem Yunanistan'dan okumak için İstanbul'a gelen çok sayıda Yunanlı genç vardı. Sınıfta onlardan birine hocamızın anlattıklarını çeviriyordum. Bu sırada arka sıralardan bir genç ayağa kalkıp 'Burası keferistan değil gavurca konuşma.' dedi. Küfürler etmesi üzerine çıkan tartışma kavgaya dönüştü. Olay okul idaresine yansıdığında 'Burada ortam karışık, yaşadıklarınla ilgili elimizden bir şey gelmez.' tepkisiyle karşılaştım. Bu nedenle çok sevdiğim okulumdan ayrılmak zorunda kaldım."
54 yıl sonra af üzereine geri döndü
Vasiliadis, 54 yıl sonra 73 yaşında YÖK'ten çıkan af ile Yüksek Ticaret Okulu'nun karşılığı olan Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi'ne öğrenci olarak döndü. Bunca yıldan sonra dahi sevincini gizlemeyen Vasiliadis, "Okulu bitirip bitirmemek mühim değil, elimden alınan bir hakkım vardı, mesele onu geri almaktı." diyor. Üniversiteden ayrılırken görüştüğü okul müdürüne karşı da vicdan azabı duyduğunu belirterek şöyle devam ediyor: "Yüksek Ticaret'in müdürü çok beyefendi biriydi. Biz dalaşınca gençle beni, müdürün yanına götürdüler. Müdür, diğerini dışarı çıkarıp, bana odasında 'Evladım haklısın.' dedi. Ben ise, 'Haklıysam hakkımı teslim edin.' dedim. 'Evladım, ama yaşadığımız durumları biliyorsun, nasıl mani olayım duruma?' dedi. O zaman 58 yılı, ortalık zehir zemberek... Ben de buna sinirlenip, o sinirle müdüre sert sözler edip aynı gün okuldan ayrıldım. Ancak o kadar beyefendi bir insana böyle bir çıkış yaptığım için sonradan mahcup ve pişman oldum. Geçen sene öğrendim ki, bana iyi davranan o müdürün ağabeyinin karısı da Rum imiş. Maalesef kendisi vefat etmiş. Eğer yaşıyor olsaydı, bulup özür dileyecektim."
O dönemin gergin atmosferini biraz da basın ve medyanın oluşturduğuna dikkat çeken Mihail Vasiliadis, yapılan haber ve yorumların anlaşılmaz derecede ayrıştırıcı ve nefret içerdiğini ifade ediyor. Vasiliadis, o günlerin şartlarını şu sözlerle özetliyor: "40'lı, 50'li yıllarda Rum anneler çarşıya çıktıklarında çocuklarının ellerinden tutmazdı. Elini çocuklarının omzundan atar, avucuyla çocuğun ağzını kapatırdı. Çocuklar konuşup da Türk olmadıkları anlaşılmasın diye. Çekinirlerdi. Üniversiteyi terk eden tek Rum da ben değilim. Sadece üniversite değil, çok şey terk edildi. Tüm Türkiye'ye nam salan, başarılı bir Rum kalp cerrahı vardı. 3 kere profesör olmak için başvurdu. Ancak ayrımcılık sebebiyle profesörlük verilmedi. O yıllarda bir Rum'un profesör olması imkânsızdı. O da durumu anlayıp Amerika'ya gitti."
(zaman)
Son Güncelleme: Salı, 13 Mart 2012 09:26
Gösterim: 2058
Vatan Gazetesi Yazarı Zülfü Livaneli’nin eğitimle ilgili bugünkü yazısı
Ne diyeyim...
Pek az kişi olayların genel gidişini görüyor, bu konulardaki uyarılara kulak veriyor. Çoğunluk ise Nâzım’ın dediği gibi “tuhaf bir karanlık içinde.”
Ne anlıyorlar, ne biliyorlar, ne düşünüyorlar, ne öğreniyorlar; iş işten geçtikten sonra da nafile yazılar okuyarak tatmin oluyorlar.
Olsunlar, kişisel olarak kendilerini tatmin etsinler ama bu ülkede rejimin değişmesinde büyük bir rolleri olduğunu da bilsinler.
Eğer kendisine laik diyen kimilerinin -akıllı olanları tenzih ederim- bu aymazlığı ve kolaycılığı olmasaydı, AKP bu kadar rahat at oynatamazdı.
Bu partinin en büyük sermayesi, sığ sularda gezen ve kendisini pek akıllı zanneden, sık sık da kendi içinde kavga eden “laikler.”
Ne demek istediğimi hâlâ anlamamış olanlar için yazayım:
Siz, 2005 yılında yayınlanan ve elden ele gezen “Türkiye’de Rejimin Değişeceği Tarih” başlıklı yazımızı okudunuz mu?
Yirmi yıldan bu yana durmadan tekrarladığımız “Bırakın sağı solu. Türkiye bambaşka bir kutuplaşmaya gidiyor” tezlerimize kulak kabarttınız mı?
“AKP’nin şeriat yasası falan çıkaracağı yok, halkı değiştirecekler, daha sonra da halkın istediği rejim gelecek” fikrimiz üzerinde bir tek dakika düşündünüz mü?
“Türkiye’de olup biten, dünyadaki gibi bir siyaset kavgası değil, rejimi değiştime mücadelesidir” tezimizi ciddiye aldınız mı? (Dikkat edin, bunlar on yıl önce yazılıyordu, şimdi değil.)
“Sol, askerle, milliyetçilerle kol kola giremez, bu bir tuzaktır” çığlıklarımız kulaklarınıza erişti mi?
Daha böyle nice örnek verebilirim de şimdi gelelim güncel bir örnek olan ‘dörtler meselesi’ne...
Her rejim kendi insanını yetiştirir.
Atatürk’ün de sürekli bilim-kültür-dil konuşulan sofralarının en belli başlı amacı “Yeni Cumhuriyet İnsanı” yaratma projesiydi.
Şimdi iktidarda AKP var. Onlar da kendi insanlarını yetiştirmek istiyorlar. Bu yüzden de “Cumhuriyet rejiminin, yerini İslami rejime bırakması zamanı gelmiştir” diye yazan, üstelik bunu hiçbir zaman inkâr etmeyen, kıvırtmayan Ömer Dinçer’i eğitimin başına getirdiler.
Yeni gençlik projesi bütün hızıyla sürüyor.
Yirmi beş yıl önce “Arabeskle yetişen bu çocuklar büyüdüğünde nasıl bir Türkiye oluşacağını hayretle izleyeceksiniz” demiştim ve fikrimi SHP-CHP başkanlarına bile anlatamamıştım.
Çünkü hiçbiri Atatürk değildi. Kültürle, müzikle siyasetin ilişkisini kurmakta zorlanan, kompartımanlar halinde düşünen, eklektik kafalara sahiplerdi.
Şimdi “arabesk” kuşağı işbaşında. Türkiye’yi dönüştürüyor.
On - on beş yıl içinde de bambaşka birileri iş başında olacak. Bugünleri bile arayacaksınız.
Fazla vakit de kalmadı...
(Zülfü Livaneli-vatan gazetesi)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Vatan Gazetesi Yazarı Zülfü Livaneli’nin eğitimle ilgili bugünkü yazısı
Ne diyeyim...
Pek az kişi olayların genel gidişini görüyor, bu konulardaki uyarılara kulak veriyor. Çoğunluk ise Nâzım’ın dediği gibi “tuhaf bir karanlık içinde.”
Ne anlıyorlar, ne biliyorlar, ne düşünüyorlar, ne öğreniyorlar; iş işten geçtikten sonra da nafile yazılar okuyarak tatmin oluyorlar.
Olsunlar, kişisel olarak kendilerini tatmin etsinler ama bu ülkede rejimin değişmesinde büyük bir rolleri olduğunu da bilsinler.
Eğer kendisine laik diyen kimilerinin -akıllı olanları tenzih ederim- bu aymazlığı ve kolaycılığı olmasaydı, AKP bu kadar rahat at oynatamazdı.
Bu partinin en büyük sermayesi, sığ sularda gezen ve kendisini pek akıllı zanneden, sık sık da kendi içinde kavga eden “laikler.”
Ne demek istediğimi hâlâ anlamamış olanlar için yazayım:
Siz, 2005 yılında yayınlanan ve elden ele gezen “Türkiye’de Rejimin Değişeceği Tarih” başlıklı yazımızı okudunuz mu?
Yirmi yıldan bu yana durmadan tekrarladığımız “Bırakın sağı solu. Türkiye bambaşka bir kutuplaşmaya gidiyor” tezlerimize kulak kabarttınız mı?
“AKP’nin şeriat yasası falan çıkaracağı yok, halkı değiştirecekler, daha sonra da halkın istediği rejim gelecek” fikrimiz üzerinde bir tek dakika düşündünüz mü?
“Türkiye’de olup biten, dünyadaki gibi bir siyaset kavgası değil, rejimi değiştime mücadelesidir” tezimizi ciddiye aldınız mı? (Dikkat edin, bunlar on yıl önce yazılıyordu, şimdi değil.)
“Sol, askerle, milliyetçilerle kol kola giremez, bu bir tuzaktır” çığlıklarımız kulaklarınıza erişti mi?
Daha böyle nice örnek verebilirim de şimdi gelelim güncel bir örnek olan ‘dörtler meselesi’ne...
Her rejim kendi insanını yetiştirir.
Atatürk’ün de sürekli bilim-kültür-dil konuşulan sofralarının en belli başlı amacı “Yeni Cumhuriyet İnsanı” yaratma projesiydi.
Şimdi iktidarda AKP var. Onlar da kendi insanlarını yetiştirmek istiyorlar. Bu yüzden de “Cumhuriyet rejiminin, yerini İslami rejime bırakması zamanı gelmiştir” diye yazan, üstelik bunu hiçbir zaman inkâr etmeyen, kıvırtmayan Ömer Dinçer’i eğitimin başına getirdiler.
Yeni gençlik projesi bütün hızıyla sürüyor.
Yirmi beş yıl önce “Arabeskle yetişen bu çocuklar büyüdüğünde nasıl bir Türkiye oluşacağını hayretle izleyeceksiniz” demiştim ve fikrimi SHP-CHP başkanlarına bile anlatamamıştım.
Çünkü hiçbiri Atatürk değildi. Kültürle, müzikle siyasetin ilişkisini kurmakta zorlanan, kompartımanlar halinde düşünen, eklektik kafalara sahiplerdi.
Şimdi “arabesk” kuşağı işbaşında. Türkiye’yi dönüştürüyor.
On - on beş yıl içinde de bambaşka birileri iş başında olacak. Bugünleri bile arayacaksınız.
Fazla vakit de kalmadı...
(Zülfü Livaneli-vatan gazetesi)
Son Güncelleme: Salı, 13 Mart 2012 09:38
Gösterim: 3088
Zaman Gazetesi Yazarı Mümtaz'er Türköne, gündemdeki tartışmaları 'eğitim savaşları' olarak niteliyor.
Millî Eğitim Komisyonu Başkanı Nabi Avcı'nın elinde tutup gösterdiği bant tankı ile savaş tankı arasında kullanılış amacı açısından bir fark yok. İkisi de savaş aracı. Nabi Avcı bu tankın omzunu sıyırıp duvara çarptığını söylüyor. Tek fark malzemenin kendisinde: Eğitim savaşında bir büro malzemesi silah olarak kullanılıyor.
Bant tankları, tek elle kullanılabilmek için dökme demirden yapılır. Dökme demirle sağlanan ağırlık, diğer elinizle birbirine ekleyeceğiniz kâğıtları tutmanızı, tek elinizle bantı işaret parmağınıza takıp tankın ağırlığı sayesinde çekebilmenizi ve başparmağınızla dişli bıçağa yerleştirip kesmenizi mümkün kılıyor. Diğer eliniz yapıştıracağınız nesneyi kontrole ettiği için işlem kolaylaşıyor. Dökme demirden yapılma bant tankları artık pek kullanılmıyor. Bunun yerine hafif ve plastikten yapılma, asıl işlevi çekmeye değil kesmeye teksif eden küçük bant hazneleri yaygın. Bandı önce iki elinizi kullanarak hafifçe çekiyorsunuz. Sonra dışarda kalan kısmı yapıştıracağınız nesnelerin bir ucuna yerleştiriyorsunuz. Avcunuza aldığınız bant haznesini çekerek diğer elinizin başparmağı ile tuttuğunuz ekleme noktasından itibaren gerekli uzunlukta yapıştırıp, sonra kolaylıkla dişlilerden kesip ayırıyorsunuz. Aslında çok daha pratik bir yöntem. Plastik bant hazneleri daha iyi sonuç veriyor. Ancak pek bürokratik görünmüyor. Masaya koyduğunuz zaman, demir tanklar gibi bir havası olmuyor. Millî Eğitim Komisyonunda ise elbette bir savaş aracı olarak işe yaramaz.
Eğitim bir savaş alanı. Üstelik ağır bir bant tankını alıp, komisyon başkanının kafasına fırlatacak kadar çığırından çıkmış bir savaş alanı. Babadan-atadan devraldığımız, nedenini ve amacını çoktan unuttuğumuz bir savaş bu. Siyasî kimliğiniz, ideolojiniz, duruşunuz veya parti mensubiyetiniz nedir? Bu soru ile "eğitim konusunda ne düşünüyorsunuz?" sorusu arasında, alacağınız cevaplar açısından hiçbir fark yok. Peki, alacağınız cevapların bugünün dünyasında bir karşılığı var mı? Eğitim neden hala siyasî bir savaş alanı olarak görülüyor? Anayasa gibi yeni bir siyasî düzen oluşturma meselesi bile, eğitim kadar tartışmaya, düşmanlığa ve savaşa yol açmıyor?
AK Parti hükümeti geçmişte bir meydan savaşı ile alınmış eğitime dair bir kararı, 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulamasını kaldırmaya ve kesintili "4+4+4" formülüne geçmeye teşebbüs ettiği zaman savaş çıktı. Fırlatılan bant tankı gibi bu savaşın neden yapıldığına dair, eğitimin çağdaş ihtiyaçlarına dair hiçbir açıklama bulunmuyor. Derindeki iddia şu: Çocukların zihni üzerinde egemen olmak.
Farkında olmadığımız şey ise zihinlerimiz artık eskisi gibi bir savaş alanı olan okullarda biçimlenmediği. İçeriğinden kullandığı yöntemlere kadar çağdışı bir eğitim sistemimiz var. İdeolojik endişeler, eğitimin gereklerinin önüne geçtiği için hayatın ihtiyacı olan alternatifler, teknolojinin yardımı ile kendiliğinden devreye giriyor. Sevimsiz ve sınava odaklı derslerin yerini kitle iletişiminin albenili bilgi akışı alıyor. Bir sömestre boyunca bir çocuğun biyolojiden, kimyadan, astronomiden, coğrafyadan öğrendiği bilgiyi bir belgesel kanalı nefes kesen bir anlatımla birkaç saatte ve akılda kalıcı şekilde veriyor. Verilen sadece bilgiler değil; özgürlüğün, demokrasinin, hukukun toplum hayatı için taşıdığı değerin ideolojilerden daha önemli olduğu gibi somut bir tercih de var okul dışından edindiğimiz eğitimin arasında. Hayatla resmî eğitim arasındaki mesafe giderek büyüyor. Ama kimse okul bahçelerine kazılmış mevzilerden dışarıya çıkmıyor. Savaş bütün şiddetiyle devam ediyor.
Eğitimin 12 yıla çıkartılması bir mecburiyet. Bu eğitimin, meslekî eğitimi besleyecek şekilde üç eşit parçaya bölünmesi ve yönlendirmeye gidilmesi de öyle. Tek problemimiz, bu ihtiyaçların bir savaşın gölgesinde kalması. Millî Eğitim bakanı, konuyu sağlam bir stratejiye oturtmuştu. AK Parti grubunun, müzakereye açmadan verdiği kanun teklifi savaşın işaret fişeği oldu. CHP, bu savaşı zıvanadan çıkarttı.
Bant tankı gibi ağır ve kullanışsız araçlarla, eğitimin çok ciddi ve detaylı problemlerini çözmek mümkün değil. Ayrılan parçaları birbirine yapıştırmak için daha pratik araçlar var elimizde. Kamuoyunun CHP'nin ve MHP'nin itiraz gerekçelerini bilmeye ihtiyacı var. Bir müzakere yürütülmeli. Komisyon önerisi, Meclis'te de kavgalı ve gürültülü bir şekilde görüşülür ve kanunlaşırsa, alınacak sonucun kimseye faydası olmaz. Hükümet vaz geçip yeni bir başlangıç yapmalı. Konuyu kamuoyunda müzakereye açmalı. Demokratik olgunluk adına bir ilerleme gerçekleştiğini ispatlamalı. Eğitim, bir savaş alanı olmaktan çıkartılmalı.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Zaman Gazetesi Yazarı Mümtaz'er Türköne, gündemdeki tartışmaları 'eğitim savaşları' olarak niteliyor.
Millî Eğitim Komisyonu Başkanı Nabi Avcı'nın elinde tutup gösterdiği bant tankı ile savaş tankı arasında kullanılış amacı açısından bir fark yok. İkisi de savaş aracı. Nabi Avcı bu tankın omzunu sıyırıp duvara çarptığını söylüyor. Tek fark malzemenin kendisinde: Eğitim savaşında bir büro malzemesi silah olarak kullanılıyor.
Bant tankları, tek elle kullanılabilmek için dökme demirden yapılır. Dökme demirle sağlanan ağırlık, diğer elinizle birbirine ekleyeceğiniz kâğıtları tutmanızı, tek elinizle bantı işaret parmağınıza takıp tankın ağırlığı sayesinde çekebilmenizi ve başparmağınızla dişli bıçağa yerleştirip kesmenizi mümkün kılıyor. Diğer eliniz yapıştıracağınız nesneyi kontrole ettiği için işlem kolaylaşıyor. Dökme demirden yapılma bant tankları artık pek kullanılmıyor. Bunun yerine hafif ve plastikten yapılma, asıl işlevi çekmeye değil kesmeye teksif eden küçük bant hazneleri yaygın. Bandı önce iki elinizi kullanarak hafifçe çekiyorsunuz. Sonra dışarda kalan kısmı yapıştıracağınız nesnelerin bir ucuna yerleştiriyorsunuz. Avcunuza aldığınız bant haznesini çekerek diğer elinizin başparmağı ile tuttuğunuz ekleme noktasından itibaren gerekli uzunlukta yapıştırıp, sonra kolaylıkla dişlilerden kesip ayırıyorsunuz. Aslında çok daha pratik bir yöntem. Plastik bant hazneleri daha iyi sonuç veriyor. Ancak pek bürokratik görünmüyor. Masaya koyduğunuz zaman, demir tanklar gibi bir havası olmuyor. Millî Eğitim Komisyonunda ise elbette bir savaş aracı olarak işe yaramaz.
Eğitim bir savaş alanı. Üstelik ağır bir bant tankını alıp, komisyon başkanının kafasına fırlatacak kadar çığırından çıkmış bir savaş alanı. Babadan-atadan devraldığımız, nedenini ve amacını çoktan unuttuğumuz bir savaş bu. Siyasî kimliğiniz, ideolojiniz, duruşunuz veya parti mensubiyetiniz nedir? Bu soru ile "eğitim konusunda ne düşünüyorsunuz?" sorusu arasında, alacağınız cevaplar açısından hiçbir fark yok. Peki, alacağınız cevapların bugünün dünyasında bir karşılığı var mı? Eğitim neden hala siyasî bir savaş alanı olarak görülüyor? Anayasa gibi yeni bir siyasî düzen oluşturma meselesi bile, eğitim kadar tartışmaya, düşmanlığa ve savaşa yol açmıyor?
AK Parti hükümeti geçmişte bir meydan savaşı ile alınmış eğitime dair bir kararı, 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulamasını kaldırmaya ve kesintili "4+4+4" formülüne geçmeye teşebbüs ettiği zaman savaş çıktı. Fırlatılan bant tankı gibi bu savaşın neden yapıldığına dair, eğitimin çağdaş ihtiyaçlarına dair hiçbir açıklama bulunmuyor. Derindeki iddia şu: Çocukların zihni üzerinde egemen olmak.
Farkında olmadığımız şey ise zihinlerimiz artık eskisi gibi bir savaş alanı olan okullarda biçimlenmediği. İçeriğinden kullandığı yöntemlere kadar çağdışı bir eğitim sistemimiz var. İdeolojik endişeler, eğitimin gereklerinin önüne geçtiği için hayatın ihtiyacı olan alternatifler, teknolojinin yardımı ile kendiliğinden devreye giriyor. Sevimsiz ve sınava odaklı derslerin yerini kitle iletişiminin albenili bilgi akışı alıyor. Bir sömestre boyunca bir çocuğun biyolojiden, kimyadan, astronomiden, coğrafyadan öğrendiği bilgiyi bir belgesel kanalı nefes kesen bir anlatımla birkaç saatte ve akılda kalıcı şekilde veriyor. Verilen sadece bilgiler değil; özgürlüğün, demokrasinin, hukukun toplum hayatı için taşıdığı değerin ideolojilerden daha önemli olduğu gibi somut bir tercih de var okul dışından edindiğimiz eğitimin arasında. Hayatla resmî eğitim arasındaki mesafe giderek büyüyor. Ama kimse okul bahçelerine kazılmış mevzilerden dışarıya çıkmıyor. Savaş bütün şiddetiyle devam ediyor.
Eğitimin 12 yıla çıkartılması bir mecburiyet. Bu eğitimin, meslekî eğitimi besleyecek şekilde üç eşit parçaya bölünmesi ve yönlendirmeye gidilmesi de öyle. Tek problemimiz, bu ihtiyaçların bir savaşın gölgesinde kalması. Millî Eğitim bakanı, konuyu sağlam bir stratejiye oturtmuştu. AK Parti grubunun, müzakereye açmadan verdiği kanun teklifi savaşın işaret fişeği oldu. CHP, bu savaşı zıvanadan çıkarttı.
Bant tankı gibi ağır ve kullanışsız araçlarla, eğitimin çok ciddi ve detaylı problemlerini çözmek mümkün değil. Ayrılan parçaları birbirine yapıştırmak için daha pratik araçlar var elimizde. Kamuoyunun CHP'nin ve MHP'nin itiraz gerekçelerini bilmeye ihtiyacı var. Bir müzakere yürütülmeli. Komisyon önerisi, Meclis'te de kavgalı ve gürültülü bir şekilde görüşülür ve kanunlaşırsa, alınacak sonucun kimseye faydası olmaz. Hükümet vaz geçip yeni bir başlangıç yapmalı. Konuyu kamuoyunda müzakereye açmalı. Demokratik olgunluk adına bir ilerleme gerçekleştiğini ispatlamalı. Eğitim, bir savaş alanı olmaktan çıkartılmalı.
Son Güncelleme: Salı, 13 Mart 2012 09:14
Gösterim: 2388

