Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Milli Eğitim Bakanı Avcı, mart ayındaki açıköğretim sınavlarında Paris’in de merkezler arasına alındığını bildirdi.
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) ABD ve İsrail’in üye aidatlarını ödememesi nedeniyle finansal krize girdiğini belirterek, Türkiye'nin, UNESCO'ya katkı yapan 25 ülkeden biri olduğunu ve bu katkıyı bu yıl iki misline çıkardığını söyledi.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikalinin 75. yılında Türkiye’nin Paris Büyükelçiliğinde anma töreni düzenlendi. Törene, UNESCO’nun 37. Genel Kurul toplantısı için Paris’te bulunan Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Paris Büyükelçisi Tahsin Burcuoğlu ve elçilik çalışanları katıldı.
Törenin ardından basın toplantısı düzenleyen Bakan Avcı, UNESCO Genel Kurulu kapsamında yaptığı görüşmeler hakkında bilgi verdi.
UNESCO’nun anma programlarına Türkiye’den dört programın kabul edildiğini belirten Avcı, Halide Edip Adıvar’ın vefatının 50. yılı, İslam Eserleri Müzesi’nin kuruluşunun 100. yılı, Türk düşünürü İsmail Gaspıralı'nın ölümünün 100. yılı ve Matrakçı Nasuh’un ölümünün 450. yılı etkinliklerinin bu kapsamda olduğunu söyledi.
Bakan Avcı, 37. konferansın Türkiye için ayrıca önemli olduğunun altını çizerek, “UNESCO, ABD ve İsrail’in aidatlarını ödememesi nedeniyle iki yıldan beri ciddi bir finansal kriz içine girmişti. Türkiye, UNESCO’nun finansman krizini aşması için katkıda bulunan ülkelerin başında geliyor. En çok katkı yapan 25 ülkeden biriyiz. Bu yıl UNESCO’ya yaptığımız katkıyı iki misline çıkardık” dedi.
UNESCO’da 19 Kasım’da yapılacak seçimle Dünya Kültürel Miras Komitesi'ne Türkiye’nin adaylığı konusunda ciddi mesafeler aldığını da ifade eden Avcı, “Değişik ülkelerden gelen eğitim bakanlarından üyeliğimiz için destek talep ettik” diye konuştu.
Avcı ayrıca Paris bölgesinde görev yapan Türk öğretmenler ve Türk derneklerinin temsilcileriyle görüştüğünü, vatandaşların sorunlarını dinlediğini belirtti.
'Açık öğretim sınavları Paris'te yapılacak'
Dernek temsilcilerinden gelen “açıköğretim sınavlarının Paris’te de yapılması” yönündeki talep için Anadolu Üniversitesi ile görüşüldüğünü kaydeden Avcı, mart ayındaki açıköğretim sınavlarında Paris’in de merkezler arasına alındığını bildirdi.
UNESCO Genel Kurulu'na hitaben yaptığı konuşmaya İngilizce başlayıp Türkçe devam etmesinin sorulması üzerine Avcı, UNESCO'nun kültürel çeşitliliğe yaptığı vurguya ve "Çeşitlilik içinde birlik" ilkesine gönderme yapmak üzere İngilizceden Türkçeye geçtiğini ifade etti.
Seçmeli dersler ve bu dersleri okutacak öğretmenlere ilişkin bir soru üzerine Avcı, seçmeli dersleri kaç öğrencinin seçtiğinin tespit edilmesinin, öğretmen görevlendirilmesi bakımından gerekli olduğunun altını çizerek, şunları söyledi:
“Öğrenciler seçimlerini yaptıktan ve en az 12 öğrenci ile sınıflar oluştuktan sonra o dersi okutacak kadrolu öğretmenlerimiz varsa onlarla, yoksa ücretli öğretmenlerle yapmaya çalışıyoruz. Kur'an-ı Kerim veya Peygamber Efendimizin hayatı dersleri için kadrolu din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerini istihdam edebiliyoruz. Çünkü zaten okullarda bu öğretmenlerimiz var. Öğrencilerin seçmesi durumunda bu derslerde de görevlendirebiliyoruz. Fakat Kürtçe dersini seçen öğrenci için böyle bir şansımız yok. Çünkü Kürtçe dersini okutabilecek kadrolu öğretmenimiz çok çok az. Büyük çoğunluk olarak seçmeli Kürtçe derslerinde ücretli öğretmenleri görevlendiriyoruz. Önümüzdeki yıldan itibaren okul olarak değil ama il düzeyinde seçmeli dersleri okutabilecek düzeyde asgari sayıda öğretmeni kadrolu olarak istihdam edip seçimlere göre bunları okullara yönlendirmek mümkün olabilecek. Öğretmen dağılımımızı yapabilmek için bütün seçmeli derslerde hangi okullarda hangi derslerin seçildiğini bilmek zorundayız.”
Ermeni iddialarına okul kitaplarında yer verilmesi sakıncalı
Fransa Milli Eğitim Bakanı Vincent Peillon ile görüşüp görüşmediğinin sorulması üzerine Bakan Avcı, “Fransız bakanla garip bir şekilde yollarımız kesişmiyor” dedi. Helsinki’de düzenlenen Avrupa Konseyi Eğitim Bakanları Konferansı’nda görüşme niyeti olduğunu ancak Fransız bakanın gelmemesi nedeniyle görüşemediklerini belirten Bakan Avcı, UNESCO toplantılarına katılmadığı için Fransız bakan ile görüşemediğini söyledi. Avcı şöyle devam etti:
“ Fransa okullarında Ermeni sorununa ilişkin ibareleri, bana göre çok da tutarlı olmayan gerekçelerini açıklayan demeci olmuştu. Ben de Helsinki’de yüz yüze görüşerek, Dışişleri Bakanlığımızın bu konuda yaptığı açıklama doğrultusunda bu uygulamanın sadece Fransa’da yaşayan Türk çocukları açısından değil, Fransız çocukları için de pedagojik açıdan ne kadar sakıncalı bir işe giriştiklerini kendisine anlatmak istiyordum.”
Ermeni iddialarına okul kitaplarında yer verilmesinin sakıncalarına dikkati çeken Bakan Avcı, “Bu konuda Fransa’daki okul kitaplarında var olan ifadeler kabul edilemez. Sadece bizim tezlerimiz açısından değil, pedagojik açıdan da kabul edilemez” dedi.
Bakan Avcı, ortaöğretim çağındaki çocukların üzerinde olumsuz etkilerine işaret ederek, “Çok tehlikeli, yabancı düşmanlığını körükleyecek ibareler olarak da okunabilir. Fransız çocuklarını da yabancı düşmanlığına yöneltecek tehlikeli söylemlerden kaçınmak gerekir” diye konuştu.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Milli Eğitim Bakanı Avcı, mart ayındaki açıköğretim sınavlarında Paris’in de merkezler arasına alındığını bildirdi.
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) ABD ve İsrail’in üye aidatlarını ödememesi nedeniyle finansal krize girdiğini belirterek, Türkiye'nin, UNESCO'ya katkı yapan 25 ülkeden biri olduğunu ve bu katkıyı bu yıl iki misline çıkardığını söyledi.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikalinin 75. yılında Türkiye’nin Paris Büyükelçiliğinde anma töreni düzenlendi. Törene, UNESCO’nun 37. Genel Kurul toplantısı için Paris’te bulunan Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Paris Büyükelçisi Tahsin Burcuoğlu ve elçilik çalışanları katıldı.
Törenin ardından basın toplantısı düzenleyen Bakan Avcı, UNESCO Genel Kurulu kapsamında yaptığı görüşmeler hakkında bilgi verdi.
UNESCO’nun anma programlarına Türkiye’den dört programın kabul edildiğini belirten Avcı, Halide Edip Adıvar’ın vefatının 50. yılı, İslam Eserleri Müzesi’nin kuruluşunun 100. yılı, Türk düşünürü İsmail Gaspıralı'nın ölümünün 100. yılı ve Matrakçı Nasuh’un ölümünün 450. yılı etkinliklerinin bu kapsamda olduğunu söyledi.
Bakan Avcı, 37. konferansın Türkiye için ayrıca önemli olduğunun altını çizerek, “UNESCO, ABD ve İsrail’in aidatlarını ödememesi nedeniyle iki yıldan beri ciddi bir finansal kriz içine girmişti. Türkiye, UNESCO’nun finansman krizini aşması için katkıda bulunan ülkelerin başında geliyor. En çok katkı yapan 25 ülkeden biriyiz. Bu yıl UNESCO’ya yaptığımız katkıyı iki misline çıkardık” dedi.
UNESCO’da 19 Kasım’da yapılacak seçimle Dünya Kültürel Miras Komitesi'ne Türkiye’nin adaylığı konusunda ciddi mesafeler aldığını da ifade eden Avcı, “Değişik ülkelerden gelen eğitim bakanlarından üyeliğimiz için destek talep ettik” diye konuştu.
Avcı ayrıca Paris bölgesinde görev yapan Türk öğretmenler ve Türk derneklerinin temsilcileriyle görüştüğünü, vatandaşların sorunlarını dinlediğini belirtti.
'Açık öğretim sınavları Paris'te yapılacak'
Dernek temsilcilerinden gelen “açıköğretim sınavlarının Paris’te de yapılması” yönündeki talep için Anadolu Üniversitesi ile görüşüldüğünü kaydeden Avcı, mart ayındaki açıköğretim sınavlarında Paris’in de merkezler arasına alındığını bildirdi.
UNESCO Genel Kurulu'na hitaben yaptığı konuşmaya İngilizce başlayıp Türkçe devam etmesinin sorulması üzerine Avcı, UNESCO'nun kültürel çeşitliliğe yaptığı vurguya ve "Çeşitlilik içinde birlik" ilkesine gönderme yapmak üzere İngilizceden Türkçeye geçtiğini ifade etti.
Seçmeli dersler ve bu dersleri okutacak öğretmenlere ilişkin bir soru üzerine Avcı, seçmeli dersleri kaç öğrencinin seçtiğinin tespit edilmesinin, öğretmen görevlendirilmesi bakımından gerekli olduğunun altını çizerek, şunları söyledi:
“Öğrenciler seçimlerini yaptıktan ve en az 12 öğrenci ile sınıflar oluştuktan sonra o dersi okutacak kadrolu öğretmenlerimiz varsa onlarla, yoksa ücretli öğretmenlerle yapmaya çalışıyoruz. Kur'an-ı Kerim veya Peygamber Efendimizin hayatı dersleri için kadrolu din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerini istihdam edebiliyoruz. Çünkü zaten okullarda bu öğretmenlerimiz var. Öğrencilerin seçmesi durumunda bu derslerde de görevlendirebiliyoruz. Fakat Kürtçe dersini seçen öğrenci için böyle bir şansımız yok. Çünkü Kürtçe dersini okutabilecek kadrolu öğretmenimiz çok çok az. Büyük çoğunluk olarak seçmeli Kürtçe derslerinde ücretli öğretmenleri görevlendiriyoruz. Önümüzdeki yıldan itibaren okul olarak değil ama il düzeyinde seçmeli dersleri okutabilecek düzeyde asgari sayıda öğretmeni kadrolu olarak istihdam edip seçimlere göre bunları okullara yönlendirmek mümkün olabilecek. Öğretmen dağılımımızı yapabilmek için bütün seçmeli derslerde hangi okullarda hangi derslerin seçildiğini bilmek zorundayız.”
Ermeni iddialarına okul kitaplarında yer verilmesi sakıncalı
Fransa Milli Eğitim Bakanı Vincent Peillon ile görüşüp görüşmediğinin sorulması üzerine Bakan Avcı, “Fransız bakanla garip bir şekilde yollarımız kesişmiyor” dedi. Helsinki’de düzenlenen Avrupa Konseyi Eğitim Bakanları Konferansı’nda görüşme niyeti olduğunu ancak Fransız bakanın gelmemesi nedeniyle görüşemediklerini belirten Bakan Avcı, UNESCO toplantılarına katılmadığı için Fransız bakan ile görüşemediğini söyledi. Avcı şöyle devam etti:
“ Fransa okullarında Ermeni sorununa ilişkin ibareleri, bana göre çok da tutarlı olmayan gerekçelerini açıklayan demeci olmuştu. Ben de Helsinki’de yüz yüze görüşerek, Dışişleri Bakanlığımızın bu konuda yaptığı açıklama doğrultusunda bu uygulamanın sadece Fransa’da yaşayan Türk çocukları açısından değil, Fransız çocukları için de pedagojik açıdan ne kadar sakıncalı bir işe giriştiklerini kendisine anlatmak istiyordum.”
Ermeni iddialarına okul kitaplarında yer verilmesinin sakıncalarına dikkati çeken Bakan Avcı, “Bu konuda Fransa’daki okul kitaplarında var olan ifadeler kabul edilemez. Sadece bizim tezlerimiz açısından değil, pedagojik açıdan da kabul edilemez” dedi.
Bakan Avcı, ortaöğretim çağındaki çocukların üzerinde olumsuz etkilerine işaret ederek, “Çok tehlikeli, yabancı düşmanlığını körükleyecek ibareler olarak da okunabilir. Fransız çocuklarını da yabancı düşmanlığına yöneltecek tehlikeli söylemlerden kaçınmak gerekir” diye konuştu.
Son Güncelleme: Pazartesi, 11 Kasım 2013 09:23
Gösterim: 2031
Üniversitelerde yaşanan öğretim üyesi açığının gidermek için uzaktan eğitim imkanları kullanılarak gelişmiş üniversitelerin öğretim elemanı ve altyapısından yararlanılacak.
2014 Programı'nda yer alan bilgilere göre, son dönemde yükseköğretim kontenjanlarının artması, öğrenci affı gibi nedenlerle öğrenci sayısının hızla artmış olması sonucunda zaten OECD ortalamasının üstünde olan öğretim üyesi başına öğrenci sayısı daha da yükseldi.
Geçen yılın verilerine göre, örgün eğitimde lisansüstü eğitim görenler hariç 2 milyon 419 bin 712 öğrenci, 56 bin 154’ü öğretim üyesi ve 130 bin 653 öğretim elemanı bulunuyor.
Yükseköğretimde, 2012-2013 eğitim öğretim döneminde öğretim üyesi başına, önlisansta 362,9, lisansta 35,5 olmak üzere ülke genelinde 43,1 öğrenci düştü. Öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı ise önlisansta 52,4, lisansta 22,9 olmak üzere ülke genelinde 18,5 oldu.
Öğretim üye ve elemanlarının, üniversiteler ve bölgeler arasında dengesiz dağılımı eğitimdeki kaliteyi olumsuz etkiledi. 2012-2013 eğitim döneminde örgün öğretimdeki öğrencilerin yüzde 10,5’i vakıf üniversitelerinde öğrenim görmekteyken öğretim elemanlarının yüzde 12,8’i, öğretim üyelerinin ise yüzde 13,8’i bu üniversitelerde görev yaptı.
Bölgeler arasında da dengesiz dağılım gözlendi. Lisans ve önlisans programlarına kayıtlı örgün eğitimdeki öğrencilerin yüzde 29,7’si Ankara, İstanbul ve İzmir’de okurken, öğretim üyelerinin yüzde 43,3’ü bu illerde görev yaptı. Bunun sonucunda, ülke genelinde öğretim üyesi başına 43,1 öğrenci düşerken, üç büyük ilde bu sayı 39,6 oldu.
Ankara'da, 202 bin 348 öğrenci bulunurken 8 bin 693 öğretim üyesi, 19 bin 16 öğretim elemanı, İstanbul'da ise 388 bin 696 öğrenci varken, 11 bin 707 öğretim üyesi ve 24 bin 328 öğretim elemanı, İzmir'de ise 126 öğrenci bulunurken bu 3 bin 936 öğretim üyesi ve 8 bin 457 öğretim elemanı görev yaptı.
Kısmi zamanlı ders verme özendirilecek
Bu kapsamda öğretim elemanı açığı yurt geneline dengeli dağılım gözetilerek azaltılacak. Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) etkin bir şekilde uygulanacak. Yeni kurulan üniversitelerde öğretim üyesi açığının yarattığı olumsuzlukları gidermek amacıyla uzaktan eğitim imkanları da kullanılarak gelişmiş üniversitelerin öğretim elemanı ve altyapısından yararlanılacak. Öğretim görevlisi, okutman ve uzman sayısını artırmak suretiyle yeni üniversitelerdeki öğretim elemanı açığı azaltılacak. Kısmi zamanlı ders verme özendirilecek. Araştırma görevlilerinin özlük hakları iyileştirilecek ve özellikle yeni kurulan üniversitelerde öğretim üyeliğini teşvik edici düzenlemeler yapılacak.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Üniversitelerde yaşanan öğretim üyesi açığının gidermek için uzaktan eğitim imkanları kullanılarak gelişmiş üniversitelerin öğretim elemanı ve altyapısından yararlanılacak.
2014 Programı'nda yer alan bilgilere göre, son dönemde yükseköğretim kontenjanlarının artması, öğrenci affı gibi nedenlerle öğrenci sayısının hızla artmış olması sonucunda zaten OECD ortalamasının üstünde olan öğretim üyesi başına öğrenci sayısı daha da yükseldi.
Geçen yılın verilerine göre, örgün eğitimde lisansüstü eğitim görenler hariç 2 milyon 419 bin 712 öğrenci, 56 bin 154’ü öğretim üyesi ve 130 bin 653 öğretim elemanı bulunuyor.
Yükseköğretimde, 2012-2013 eğitim öğretim döneminde öğretim üyesi başına, önlisansta 362,9, lisansta 35,5 olmak üzere ülke genelinde 43,1 öğrenci düştü. Öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı ise önlisansta 52,4, lisansta 22,9 olmak üzere ülke genelinde 18,5 oldu.
Öğretim üye ve elemanlarının, üniversiteler ve bölgeler arasında dengesiz dağılımı eğitimdeki kaliteyi olumsuz etkiledi. 2012-2013 eğitim döneminde örgün öğretimdeki öğrencilerin yüzde 10,5’i vakıf üniversitelerinde öğrenim görmekteyken öğretim elemanlarının yüzde 12,8’i, öğretim üyelerinin ise yüzde 13,8’i bu üniversitelerde görev yaptı.
Bölgeler arasında da dengesiz dağılım gözlendi. Lisans ve önlisans programlarına kayıtlı örgün eğitimdeki öğrencilerin yüzde 29,7’si Ankara, İstanbul ve İzmir’de okurken, öğretim üyelerinin yüzde 43,3’ü bu illerde görev yaptı. Bunun sonucunda, ülke genelinde öğretim üyesi başına 43,1 öğrenci düşerken, üç büyük ilde bu sayı 39,6 oldu.
Ankara'da, 202 bin 348 öğrenci bulunurken 8 bin 693 öğretim üyesi, 19 bin 16 öğretim elemanı, İstanbul'da ise 388 bin 696 öğrenci varken, 11 bin 707 öğretim üyesi ve 24 bin 328 öğretim elemanı, İzmir'de ise 126 öğrenci bulunurken bu 3 bin 936 öğretim üyesi ve 8 bin 457 öğretim elemanı görev yaptı.
Kısmi zamanlı ders verme özendirilecek
Bu kapsamda öğretim elemanı açığı yurt geneline dengeli dağılım gözetilerek azaltılacak. Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) etkin bir şekilde uygulanacak. Yeni kurulan üniversitelerde öğretim üyesi açığının yarattığı olumsuzlukları gidermek amacıyla uzaktan eğitim imkanları da kullanılarak gelişmiş üniversitelerin öğretim elemanı ve altyapısından yararlanılacak. Öğretim görevlisi, okutman ve uzman sayısını artırmak suretiyle yeni üniversitelerdeki öğretim elemanı açığı azaltılacak. Kısmi zamanlı ders verme özendirilecek. Araştırma görevlilerinin özlük hakları iyileştirilecek ve özellikle yeni kurulan üniversitelerde öğretim üyeliğini teşvik edici düzenlemeler yapılacak.
Son Güncelleme: Cumartesi, 09 Kasım 2013 11:57
Gösterim: 1367
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, "21. yüzyılın ve küreselleşmenin de bir gereği olarak Ar-Ge'den, inovasyondan, girişimcilikten bahsediyoruz. Neredeyse tüm büyük mekanizmalar, yurtiçinde ve yurtdışında, bütün çabalarını Ar-Ge'ye, inovasyona ve girişimciliğe ayırmış durumda ama bizim, sosyal bilimleri de önemsememiz lazım. Sosyal bilimlerin de en uç noktasına kadar destek olmamız lazım.
Prof. Dr. Çetinsaya, ADIM Üniversiteleri Birliği tarafından Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Rektörlük Konferans Salonu'nda düzenlenen "Tarih" konulu toplantıda yaptığı konuşmada, ADIM Üniversiteleri Birliği çalışmalarının kendilerini mutlu ettiğini ve kendisine düşen her türlü desteği verdiğini dile getirdi.
Prof. Dr. Çetinsaya, 21. yüzyılda küreselleşmenin gereği olarak Ar-Ge, inovasyon ve girişimcilikten bahsetmenin yanı sıra sosyal bilimlerin de mercek altına alınması gerektiğini vurguladı.
Sosyal bilimler ele alındığında, "tarih" bölümünün en zor durumda olan konu olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Çetinsaya, şöyle konuştu:
"21. yüzyılın ve küreselleşmenin de bir gereği olarak Ar-Ge'den, inovasyondan, girişimcilikten bahsediyoruz. Neredeyse tüm büyük mekanizmalar, yurtiçinde ve yurtdışında, bütün çabalarını Ar-Ge'ye, inovasyona ve girişimciliğe ayırmış durumda ama bizim, sosyal bilimleri de önemsememiz lazım. Sosyal bilimlerin de en uç noktasına kadar destek olmamız lazım. Bu ülkede ve üniversitelerimizde sosyal bilimlerin de gelişmesine, yoğun çaba harcamamız lazım. Türk Modernleşme Tarihi'nin en zor, en netameli, en tartışmalı konularından biri tarih meselesi. İster, üniversitelerdeki müfredat veya bölümler, kürsüler anlamında olsun, ister, halkımızın, aydınlarımızın zihnindeki tarih meselesi, belki de en büyük meselelerimizden bir tanesi. Hele 21. yüzyılda herkesin bir anda üst kimliklerini, alt kimliklerini hatırlamaya başladığı bir noktada daha da önem kazandı. Çünkü, 20. yüzyılda biraz daha rahattık. 20. yüzyılın doğası, kalıpları, konsepti gereği, Doğu'da, Batı'da fark etmiyordu. Aşağı yukarı herkes ortak, tek bir kimlik çevresinde birleşebiliyordu ve tek bir hafıza, tek bir tarih formatı herkes için yetiyordu. Son, 200 yıllık istisnai dönemi bitirdiğinizde, dünya tarihinde, ülkeler arasında duvarların çekildiği, insanlar, eşyalar ve fikirler arası dolaşımın durduğu, bu son 100 - 200 yıllık dönemin bittiği şu noktada tarih tekrardan önem kazanmaya ve normalleşmeye başladı. Bu bakımdan belki bütün ezberlerimizi unutup, tekrardan tarihin dinamiklerini, derinliklerine doğu araştırmalarımızı, incelemelerimizi yoğunlaştırmamız lazım."
"Hedeflerimiz ortak olmalı"
"Bizim, 20. yüzyıl içerisinde şekillenmiş zihinlerimizin, ne Osmanlı İmparatorluğu'nu, ne de medeniyetler tarihini anlaması mümkün değil" ifadelerini kullanan Prof. Dr. Çetinsaya, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Çünkü, bizim zihinlerimiz, başka bir formatta şekillenmiş. Eğer, bu formatlarımızı değiştirebilirsek, doğru tarih analizi yapabilirsek ve doğru tarih şuurunu yerleştirebilirsek, tarihsel hafızamızdaki problemlerimizi aşabilirsek eminim ki Türkiye'nin birçok sosyal meselesini de kolaylıkla çözebileceğimize inanıyorum. Ben Ankara'dan sisteme baktığımız zaman şunu görüyorum. Nicelik olarak sistemlerimiz çok büyüdü. Şimdi artık sıra, nitelik, kalite meselesinde. O bakımdan bu konuya da dikkatlerinizi çekmek isterim. 'Kalite meselesinde ne yapabilirizi' düşünmemiz lazım. Müfredatla ilgili çalışmalarda ne yapabiliriz? Burada da şahsi görüşüm, tek tipleşmeden kaçınmaktır. Çünkü, bizlerde öyle bir eğilim var."
Akademik görüş olarak kendisinin çeşitlilikten yana olduğunu dile getiren Prof. Dr. Çetinsaya, "Yani, her bir üniversitemiz, bölümümüz farklı olabilir. Önemli olan yeterliliklerdir. Bir ders bir üniversitede 3 saat, diğerinde 13 saat olabilir ama yeterlilikler konusunda, mezunlarımızın sahip olması gereken bilgi, beceri ve yetkinlikler noktasında, tabi ki hedeflerimiz ortak olmalı" diye konuştu.
"Tarih, biziz. Tarih bizim kimliğimiz, hüviyetimiz"
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Azmi Özcan ise tarihin, bütün savaşların kaynağı olarak tanımlandığını belirterek, "Aslında tarih, biziz. Tarih bizim kimliğimiz, hüviyetimiz. Eğer kendi tarihinizi kendiniz yazmazsanız, başkalarının yazdığı tarihin pasif bireyleri olursunuz. Ne yazık ki bu ülkenin ve toplumun tarihi başka eller tarafından yazılmış ve bize büyük ölçüde giydirilmiş kimlikler sipariş edilmiş. O yüzden, kendimize ait olmayan savaşların peşinde on yıllarımızı kaybediyoruz" dedi.
Bugün, Türkiye'de insanları birbirine düşüren, pek çok meselenin arkasında bir tarih şuurunun olmamasının yattığını aktaran Prof. Dr. Özcan, şöyle devam etti:
"Biz inanıyoruz ki bu ülkenin ciddi sıkıntılarından birisi tarihe paralel bakışlarının olmayışıdır. Bugün, bu ülkede, bu ülkenin insanlarını birbirine düşüren, pek çok meselenin arkasında, bir tarih şuurunun olmaması yatıyor. Irkçılık, aşiret, mezhep kavgası, bunların hiçbirisi bizim insanımızın meselesi, davası değildir ama bunların peşinde sürükleniyor bu ülke. Eğer, tarih bu kadar hayatiyse ve önemliyse, bizim doğrudan doğruya hüviyetimizi, kimliğimizi ve var oluşumuzu ilgilendiriyorsa, elimizde bu imkan ve fırsatlarda varsa, o zaman dünyaya büyük bir medeniyet hediye eden bizzat, bu topraklardan hareketle yeni bir yolculuğa yelken açmamız gerektir. Birinin 'ak' dediğine, diğerinin 'kara' dediği nesiller, bunun adı dekotrasi değildir. Bu bilmezlikten kaynaklanan bir şeydir. Millet olmak, birlikte yaşamak, olaylara ve eşyaya müşterek duygular geliştirmekle mümkün olur. Tıpkı, 'limon' dediğiniz zaman, yüzde 90'ımızın ağzının sulandığı bir müştereklik gibi."
YÖK Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Tufan Bozpınar ve Pamukkale Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Bağcı'nın da konuşmalarının ardından toplantı, tarih bölüm başkanları ve öğrencilerin katıldığı çalıştaylarla devam etti.
Programa, Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Birincioğlu, Balıkesir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahir Alkan, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hasan Gönen, Mehmet Akif Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Saatcı, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mansur Harmandar, Uluslararası Antalya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cihat Göktepe, Uşak Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Pakdemirli, Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Kemalettin Çonkar, Süleyman Demirel Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Süleyman Seydi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Rektör yardımcısı Prof. Dr. İlhami Ünlüoğlu ve üniversitelerin tarih bölüm başkanları ile öğrenciler katıldı.
Daha sonra YÖK Başkanı Çetinsaya ve beraberindekiler, Rektörlük binasına geçerek ayrı bir toplantı yaptı. Toplantı basına kapalı olarak gerçekleştirildi.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, "21. yüzyılın ve küreselleşmenin de bir gereği olarak Ar-Ge'den, inovasyondan, girişimcilikten bahsediyoruz. Neredeyse tüm büyük mekanizmalar, yurtiçinde ve yurtdışında, bütün çabalarını Ar-Ge'ye, inovasyona ve girişimciliğe ayırmış durumda ama bizim, sosyal bilimleri de önemsememiz lazım. Sosyal bilimlerin de en uç noktasına kadar destek olmamız lazım.
Prof. Dr. Çetinsaya, ADIM Üniversiteleri Birliği tarafından Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Rektörlük Konferans Salonu'nda düzenlenen "Tarih" konulu toplantıda yaptığı konuşmada, ADIM Üniversiteleri Birliği çalışmalarının kendilerini mutlu ettiğini ve kendisine düşen her türlü desteği verdiğini dile getirdi.
Prof. Dr. Çetinsaya, 21. yüzyılda küreselleşmenin gereği olarak Ar-Ge, inovasyon ve girişimcilikten bahsetmenin yanı sıra sosyal bilimlerin de mercek altına alınması gerektiğini vurguladı.
Sosyal bilimler ele alındığında, "tarih" bölümünün en zor durumda olan konu olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Çetinsaya, şöyle konuştu:
"21. yüzyılın ve küreselleşmenin de bir gereği olarak Ar-Ge'den, inovasyondan, girişimcilikten bahsediyoruz. Neredeyse tüm büyük mekanizmalar, yurtiçinde ve yurtdışında, bütün çabalarını Ar-Ge'ye, inovasyona ve girişimciliğe ayırmış durumda ama bizim, sosyal bilimleri de önemsememiz lazım. Sosyal bilimlerin de en uç noktasına kadar destek olmamız lazım. Bu ülkede ve üniversitelerimizde sosyal bilimlerin de gelişmesine, yoğun çaba harcamamız lazım. Türk Modernleşme Tarihi'nin en zor, en netameli, en tartışmalı konularından biri tarih meselesi. İster, üniversitelerdeki müfredat veya bölümler, kürsüler anlamında olsun, ister, halkımızın, aydınlarımızın zihnindeki tarih meselesi, belki de en büyük meselelerimizden bir tanesi. Hele 21. yüzyılda herkesin bir anda üst kimliklerini, alt kimliklerini hatırlamaya başladığı bir noktada daha da önem kazandı. Çünkü, 20. yüzyılda biraz daha rahattık. 20. yüzyılın doğası, kalıpları, konsepti gereği, Doğu'da, Batı'da fark etmiyordu. Aşağı yukarı herkes ortak, tek bir kimlik çevresinde birleşebiliyordu ve tek bir hafıza, tek bir tarih formatı herkes için yetiyordu. Son, 200 yıllık istisnai dönemi bitirdiğinizde, dünya tarihinde, ülkeler arasında duvarların çekildiği, insanlar, eşyalar ve fikirler arası dolaşımın durduğu, bu son 100 - 200 yıllık dönemin bittiği şu noktada tarih tekrardan önem kazanmaya ve normalleşmeye başladı. Bu bakımdan belki bütün ezberlerimizi unutup, tekrardan tarihin dinamiklerini, derinliklerine doğu araştırmalarımızı, incelemelerimizi yoğunlaştırmamız lazım."
"Hedeflerimiz ortak olmalı"
"Bizim, 20. yüzyıl içerisinde şekillenmiş zihinlerimizin, ne Osmanlı İmparatorluğu'nu, ne de medeniyetler tarihini anlaması mümkün değil" ifadelerini kullanan Prof. Dr. Çetinsaya, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Çünkü, bizim zihinlerimiz, başka bir formatta şekillenmiş. Eğer, bu formatlarımızı değiştirebilirsek, doğru tarih analizi yapabilirsek ve doğru tarih şuurunu yerleştirebilirsek, tarihsel hafızamızdaki problemlerimizi aşabilirsek eminim ki Türkiye'nin birçok sosyal meselesini de kolaylıkla çözebileceğimize inanıyorum. Ben Ankara'dan sisteme baktığımız zaman şunu görüyorum. Nicelik olarak sistemlerimiz çok büyüdü. Şimdi artık sıra, nitelik, kalite meselesinde. O bakımdan bu konuya da dikkatlerinizi çekmek isterim. 'Kalite meselesinde ne yapabilirizi' düşünmemiz lazım. Müfredatla ilgili çalışmalarda ne yapabiliriz? Burada da şahsi görüşüm, tek tipleşmeden kaçınmaktır. Çünkü, bizlerde öyle bir eğilim var."
Akademik görüş olarak kendisinin çeşitlilikten yana olduğunu dile getiren Prof. Dr. Çetinsaya, "Yani, her bir üniversitemiz, bölümümüz farklı olabilir. Önemli olan yeterliliklerdir. Bir ders bir üniversitede 3 saat, diğerinde 13 saat olabilir ama yeterlilikler konusunda, mezunlarımızın sahip olması gereken bilgi, beceri ve yetkinlikler noktasında, tabi ki hedeflerimiz ortak olmalı" diye konuştu.
"Tarih, biziz. Tarih bizim kimliğimiz, hüviyetimiz"
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Azmi Özcan ise tarihin, bütün savaşların kaynağı olarak tanımlandığını belirterek, "Aslında tarih, biziz. Tarih bizim kimliğimiz, hüviyetimiz. Eğer kendi tarihinizi kendiniz yazmazsanız, başkalarının yazdığı tarihin pasif bireyleri olursunuz. Ne yazık ki bu ülkenin ve toplumun tarihi başka eller tarafından yazılmış ve bize büyük ölçüde giydirilmiş kimlikler sipariş edilmiş. O yüzden, kendimize ait olmayan savaşların peşinde on yıllarımızı kaybediyoruz" dedi.
Bugün, Türkiye'de insanları birbirine düşüren, pek çok meselenin arkasında bir tarih şuurunun olmamasının yattığını aktaran Prof. Dr. Özcan, şöyle devam etti:
"Biz inanıyoruz ki bu ülkenin ciddi sıkıntılarından birisi tarihe paralel bakışlarının olmayışıdır. Bugün, bu ülkede, bu ülkenin insanlarını birbirine düşüren, pek çok meselenin arkasında, bir tarih şuurunun olmaması yatıyor. Irkçılık, aşiret, mezhep kavgası, bunların hiçbirisi bizim insanımızın meselesi, davası değildir ama bunların peşinde sürükleniyor bu ülke. Eğer, tarih bu kadar hayatiyse ve önemliyse, bizim doğrudan doğruya hüviyetimizi, kimliğimizi ve var oluşumuzu ilgilendiriyorsa, elimizde bu imkan ve fırsatlarda varsa, o zaman dünyaya büyük bir medeniyet hediye eden bizzat, bu topraklardan hareketle yeni bir yolculuğa yelken açmamız gerektir. Birinin 'ak' dediğine, diğerinin 'kara' dediği nesiller, bunun adı dekotrasi değildir. Bu bilmezlikten kaynaklanan bir şeydir. Millet olmak, birlikte yaşamak, olaylara ve eşyaya müşterek duygular geliştirmekle mümkün olur. Tıpkı, 'limon' dediğiniz zaman, yüzde 90'ımızın ağzının sulandığı bir müştereklik gibi."
YÖK Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Tufan Bozpınar ve Pamukkale Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Bağcı'nın da konuşmalarının ardından toplantı, tarih bölüm başkanları ve öğrencilerin katıldığı çalıştaylarla devam etti.
Programa, Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Birincioğlu, Balıkesir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahir Alkan, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hasan Gönen, Mehmet Akif Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Saatcı, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mansur Harmandar, Uluslararası Antalya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cihat Göktepe, Uşak Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Pakdemirli, Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Kemalettin Çonkar, Süleyman Demirel Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Süleyman Seydi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Rektör yardımcısı Prof. Dr. İlhami Ünlüoğlu ve üniversitelerin tarih bölüm başkanları ile öğrenciler katıldı.
Daha sonra YÖK Başkanı Çetinsaya ve beraberindekiler, Rektörlük binasına geçerek ayrı bir toplantı yaptı. Toplantı basına kapalı olarak gerçekleştirildi.
Son Güncelleme: Cumartesi, 09 Kasım 2013 10:57
Gösterim: 1129
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, hukuk eğitiminin masaya yatırılması gerektiğini belirterek, bu konuda yapılan çalışmanın yakın zamanda kamuoyuyla paylaşılacağını söyledi.
Ergin, Hukuk ve Hayat Derneğinin 10. kuruluş yıl dönümü programında konuştu.
Göreve geldiklerinden bu yana özellikle adliyelerin fiziki koşullarında iyileştirme yaptıklarını, ceza infaz sisteminde önemli mesafeler alındığını söyleyen Ergin, insan kaynaklarının da nitelik ve nicelik olarak iyileştirilmesine çalışıldığını belirtti. Ergin, "Türkiye'de güven veren adaleti tesis edeceksek, hakim, savcı, avukatın yanında yazı işleri müdürü, zabıt katibi, icra memuru, infaz koruma müdürleri dahil eğitim düzeylerini güçlendirmek zorundayız" dedi.
Türkiye'de 13 bin 500 civarında hakim-savcı bulunduğunu, 100 bin kişiye 6 savcı, 11 hakim düştüğünü söyleyen Ergin, bu sayının bazı Avrupa ülkelerinin yarısı olduğuna işaret etti. Bakan Ergin, "Fiziki altyapıyı çözdük, teknik, teknolojik altyapıyı çözdük, cezaevlerinin sorunlarını aştık, mevzuattan kaynaklanan sorunları aşmak için mevzuat külliyatını yeniledik. Şimdi insan kaynaklarının nicelik ve nitelik olarak tahkimi sorunu önümüzde" diye konuştu.
Hukuk eğitimi masada
Hukuk eğitiminin masaya yatırılması gerektiğine işaret eden Ergin, şunları söyledi:
"4 yıllık hukuk eğitiminden sonra 1 yıllık stajını tamamlayıp avukat cübbesi giyilmesi, 2 yıllık stajı bitirip kürsüye çıkılıyor olması en büyük handikapımız. 4 yıllık eğitim, hukuk fakülteleri için yeterli mi değil mi, ders eklemek gerekiyor mu, eğitimin ilk yıllarından sonra öğrenciler arasında seviye tespit gerekli mi, bu konu başlıkları masa üzerinde, bilim heyetinin çalışmaları arasında. Önümüze bir takım raporlar gelmeye başladı. Bunları yakın gelecekte kamuoyuyla paylaşacağız. Bunu yargının paydaşlarıyla da paylaştıktan sonra sonucu parlamentoya taşırız. Radikal adımlar atmanın hazırlığı içindeyiz. Eğitimin tahkim edilmesi, gerekirse eğitim yılının artırılması düşünülüyor. Bitirdikten sonra doğrudan hakim, savcı, avukat olunmasını arzu etmiyoruz. Adayların kamuda istihdamı ile adliyelerde yargılama faaliyetleri içinde yoğrularak belli süre çalışmaları, ondan sonra belli sınavlara tabi tutularak hakim, savcı, avukat olmak isteyenlerin ayrıştırılması, titri kazandığı anda kendine özgüveni gelmiş, neyi, nerede bulacağını bilen hakim, savcı, avukatın ana aksı oluşturduğu bir yargıdan korkmamak gerekir."
"Kendi memurlarımı oturtacak yer bulamıyorum, seni nereye koyayım"
Bakan Ergin, 1987 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Hatay Adliyesi'ne staj yapmak üzere gittiğini belirterek, burada başkatiple yaşadığı diyaloğu anlattı. Başkatibin kendisine, "staj yaptı" belgesini 15 gün sonra gelip alabileceğini söylediğini belirten Ergin, "(Staj yapmak istiyorum) dedim. (Kendi memurlarımı oturtacak yer bulamıyorum, seni nereye koyayım) dedi. (Ben sandalyemi getiririm) deyince daha da kızdı" şeklinde konuştu.
Başkatibin kendisini, camekanla kapatılmış savcılıkta adli sicil almaya gelenler için ayrılan küçük pencerenin önüne oturttuğunu, o dönemde bilgisayar da olmadığı için yüzlerce sayfa arasında sicil kaydı taraması yaptığını anlatan Ergin, "Yani avukat adayı Sadullah Ergin klasör klasör dosyaları tarıyor. Sabıka var mı yok mu çeviriyorsun. Yazı işleri bize resmen mobbing uyguluyor" diye konuştu.
Sonradan stajını tanıdığı bir avukatın yanında yaptığını anlatan Ergin, bu sorunları herkesin yaşadığını, avukatların pratikle yüzleşmeden mesleğe atıldığını söyledi. Bakan Ergin, şöyle devam etti:
"Şu anda üzerinde çalıştığımız tabloyu yakın gelecekte kamuoyuyla paylaşacağız. Kamunun şemsiyesi altında mesleki birikimi artıracağız. Sonra bir takım sınavlarla belli noktalara gelmiş hakim, savcı ve avukat adaylarımızla, mesleğe aktardığımız genç hukukçularla gelecekte arzu ettiğimiz tabloyu yakalamamız daha kolay olacak. Bu teklifleri getirdiğimiz zaman bir miktar gürültü çıkacak ama bu yapılan çalışmalar, mesleğe girdiklerinde onların hayrına, ülkemizin, yargı sistemimizin hayrına olacak sonuçlar doğuracak."
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, hukuk eğitiminin masaya yatırılması gerektiğini belirterek, bu konuda yapılan çalışmanın yakın zamanda kamuoyuyla paylaşılacağını söyledi.
Ergin, Hukuk ve Hayat Derneğinin 10. kuruluş yıl dönümü programında konuştu.
Göreve geldiklerinden bu yana özellikle adliyelerin fiziki koşullarında iyileştirme yaptıklarını, ceza infaz sisteminde önemli mesafeler alındığını söyleyen Ergin, insan kaynaklarının da nitelik ve nicelik olarak iyileştirilmesine çalışıldığını belirtti. Ergin, "Türkiye'de güven veren adaleti tesis edeceksek, hakim, savcı, avukatın yanında yazı işleri müdürü, zabıt katibi, icra memuru, infaz koruma müdürleri dahil eğitim düzeylerini güçlendirmek zorundayız" dedi.
Türkiye'de 13 bin 500 civarında hakim-savcı bulunduğunu, 100 bin kişiye 6 savcı, 11 hakim düştüğünü söyleyen Ergin, bu sayının bazı Avrupa ülkelerinin yarısı olduğuna işaret etti. Bakan Ergin, "Fiziki altyapıyı çözdük, teknik, teknolojik altyapıyı çözdük, cezaevlerinin sorunlarını aştık, mevzuattan kaynaklanan sorunları aşmak için mevzuat külliyatını yeniledik. Şimdi insan kaynaklarının nicelik ve nitelik olarak tahkimi sorunu önümüzde" diye konuştu.
Hukuk eğitimi masada
Hukuk eğitiminin masaya yatırılması gerektiğine işaret eden Ergin, şunları söyledi:
"4 yıllık hukuk eğitiminden sonra 1 yıllık stajını tamamlayıp avukat cübbesi giyilmesi, 2 yıllık stajı bitirip kürsüye çıkılıyor olması en büyük handikapımız. 4 yıllık eğitim, hukuk fakülteleri için yeterli mi değil mi, ders eklemek gerekiyor mu, eğitimin ilk yıllarından sonra öğrenciler arasında seviye tespit gerekli mi, bu konu başlıkları masa üzerinde, bilim heyetinin çalışmaları arasında. Önümüze bir takım raporlar gelmeye başladı. Bunları yakın gelecekte kamuoyuyla paylaşacağız. Bunu yargının paydaşlarıyla da paylaştıktan sonra sonucu parlamentoya taşırız. Radikal adımlar atmanın hazırlığı içindeyiz. Eğitimin tahkim edilmesi, gerekirse eğitim yılının artırılması düşünülüyor. Bitirdikten sonra doğrudan hakim, savcı, avukat olunmasını arzu etmiyoruz. Adayların kamuda istihdamı ile adliyelerde yargılama faaliyetleri içinde yoğrularak belli süre çalışmaları, ondan sonra belli sınavlara tabi tutularak hakim, savcı, avukat olmak isteyenlerin ayrıştırılması, titri kazandığı anda kendine özgüveni gelmiş, neyi, nerede bulacağını bilen hakim, savcı, avukatın ana aksı oluşturduğu bir yargıdan korkmamak gerekir."
"Kendi memurlarımı oturtacak yer bulamıyorum, seni nereye koyayım"
Bakan Ergin, 1987 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Hatay Adliyesi'ne staj yapmak üzere gittiğini belirterek, burada başkatiple yaşadığı diyaloğu anlattı. Başkatibin kendisine, "staj yaptı" belgesini 15 gün sonra gelip alabileceğini söylediğini belirten Ergin, "(Staj yapmak istiyorum) dedim. (Kendi memurlarımı oturtacak yer bulamıyorum, seni nereye koyayım) dedi. (Ben sandalyemi getiririm) deyince daha da kızdı" şeklinde konuştu.
Başkatibin kendisini, camekanla kapatılmış savcılıkta adli sicil almaya gelenler için ayrılan küçük pencerenin önüne oturttuğunu, o dönemde bilgisayar da olmadığı için yüzlerce sayfa arasında sicil kaydı taraması yaptığını anlatan Ergin, "Yani avukat adayı Sadullah Ergin klasör klasör dosyaları tarıyor. Sabıka var mı yok mu çeviriyorsun. Yazı işleri bize resmen mobbing uyguluyor" diye konuştu.
Sonradan stajını tanıdığı bir avukatın yanında yaptığını anlatan Ergin, bu sorunları herkesin yaşadığını, avukatların pratikle yüzleşmeden mesleğe atıldığını söyledi. Bakan Ergin, şöyle devam etti:
"Şu anda üzerinde çalıştığımız tabloyu yakın gelecekte kamuoyuyla paylaşacağız. Kamunun şemsiyesi altında mesleki birikimi artıracağız. Sonra bir takım sınavlarla belli noktalara gelmiş hakim, savcı ve avukat adaylarımızla, mesleğe aktardığımız genç hukukçularla gelecekte arzu ettiğimiz tabloyu yakalamamız daha kolay olacak. Bu teklifleri getirdiğimiz zaman bir miktar gürültü çıkacak ama bu yapılan çalışmalar, mesleğe girdiklerinde onların hayrına, ülkemizin, yargı sistemimizin hayrına olacak sonuçlar doğuracak."
Son Güncelleme: Cumartesi, 09 Kasım 2013 11:15
Gösterim: 1425
CHP Genel Başkan Yardımcısı Tezcan, ''Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik''in yürütmesinin durdurulması ve kararla birlikte iptaline ilişkin dava açtı
CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’in yürütmesinin durdurulması ve iptali için dava açtı.
CHP'den yapılan açıklamaya göre, Tezcan'ın Danıştay'da açtığı dava 7 Kasım 2013 tarihli ve 28814 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe giren Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’in yürütmesinin durdurulması ve kararla birlikte iptali isteminden oluşuyor.
Davaya ilişkin açıklamada, söz konusu yönetmelikle, eski hükümlere ek olarak izinsiz bildiri dağıtmanın yasaklandığı gibi disiplin cezalarına ilişkin soruşturmanın yapılması sırasında öğrencinin ilgili yükseköğretim kurumu binalarına girişinin de engellenebileceği hükümlerinin getirildiği savunulurdu.
Yönetmelik hükümlerinin hukuka aykırı olduğu, yükseköğretim kurumlarında eğitim gören öğrencilerin Anayasal haklarını kullanmalarını engeller mahiyette olduğu ileri sürüldü.
Açıklamada, şu ifadelere yer verildi:
"Açılacak keyfi soruşturmalar nedeniyle henüz disiplin kurallarına aykırı hareket ettikleri konusunda kesin bir karar alınmayan öğrenciler hakkında üniversiteden uzaklaştırma uygulamasının önü açılmıştır. Bu, soruşturmanın kendisini bir cezalandırma haline getirmek anlamı taşır. Masumiyet karinesinin açıkça ihlalidir.Öğrencilerin kampüs yaşantısı içerisinde dağıtmak isteyecekleri bildiriler için önceden izin almalarının zorunlu hale gelmesi, özgür düşünceye ket vurma anlamı taşıdığı gibi kişilerin düşüncelerini yaymalarında ürkek davranmaları sonucunu doğurur.Yönetmeliğin uygulanması halinde kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin kısıtlanması ve eğitim hakkının engellenmesi sonucu telafisi imkansız zararlar ortaya çıkacaktır. Bu durum gözetildiğinde hükme dek Yönetmeliğin yürütmesinin durdurulması ihtiyacı ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenlerle 7 Kasım 2013 tarihli ve 28814 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe giren Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’in yürütmesinin durdurulmasına, hukuka aykırı Yönetmeliğin iptaline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı yana yükletilmesine karar verilmesini saygılarımla dilerim.''
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
CHP Genel Başkan Yardımcısı Tezcan, ''Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik''in yürütmesinin durdurulması ve kararla birlikte iptaline ilişkin dava açtı
CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’in yürütmesinin durdurulması ve iptali için dava açtı.
CHP'den yapılan açıklamaya göre, Tezcan'ın Danıştay'da açtığı dava 7 Kasım 2013 tarihli ve 28814 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe giren Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’in yürütmesinin durdurulması ve kararla birlikte iptali isteminden oluşuyor.
Davaya ilişkin açıklamada, söz konusu yönetmelikle, eski hükümlere ek olarak izinsiz bildiri dağıtmanın yasaklandığı gibi disiplin cezalarına ilişkin soruşturmanın yapılması sırasında öğrencinin ilgili yükseköğretim kurumu binalarına girişinin de engellenebileceği hükümlerinin getirildiği savunulurdu.
Yönetmelik hükümlerinin hukuka aykırı olduğu, yükseköğretim kurumlarında eğitim gören öğrencilerin Anayasal haklarını kullanmalarını engeller mahiyette olduğu ileri sürüldü.
Açıklamada, şu ifadelere yer verildi:
"Açılacak keyfi soruşturmalar nedeniyle henüz disiplin kurallarına aykırı hareket ettikleri konusunda kesin bir karar alınmayan öğrenciler hakkında üniversiteden uzaklaştırma uygulamasının önü açılmıştır. Bu, soruşturmanın kendisini bir cezalandırma haline getirmek anlamı taşır. Masumiyet karinesinin açıkça ihlalidir.Öğrencilerin kampüs yaşantısı içerisinde dağıtmak isteyecekleri bildiriler için önceden izin almalarının zorunlu hale gelmesi, özgür düşünceye ket vurma anlamı taşıdığı gibi kişilerin düşüncelerini yaymalarında ürkek davranmaları sonucunu doğurur.Yönetmeliğin uygulanması halinde kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin kısıtlanması ve eğitim hakkının engellenmesi sonucu telafisi imkansız zararlar ortaya çıkacaktır. Bu durum gözetildiğinde hükme dek Yönetmeliğin yürütmesinin durdurulması ihtiyacı ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenlerle 7 Kasım 2013 tarihli ve 28814 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe giren Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’in yürütmesinin durdurulmasına, hukuka aykırı Yönetmeliğin iptaline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı yana yükletilmesine karar verilmesini saygılarımla dilerim.''
Son Güncelleme: Cuma, 08 Kasım 2013 17:14
Gösterim: 1263