Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Kayhan Karlı / Kurucu /Yenilikçi Öğrenme Merkezi
Şu günlerde sürekli seyahat ediyorum ve farklı okullar ile çalışıyoruz. Bu sırada dikkatimi çeken en önemli nokta neredeyse her mahallede bir veya bir kaç özel okul var. Ankara´da bir apartmanın üstüne nasıl tabela asılarak okul haline geldiğini görünce gerçekten irkildim...
Bu yıl dersane dönüşümleriyle birlikte kimin gerçekten okul kimin dönüşüm okulu olduğu iyice karmaşıklaştı. Elbette bu arada muhteşem tasarlanmış okul kampüsleri de gördüm. Bu durum elbette okul maliyetlerine doğrudan yansıması kaçınılmaz. Ancak veliler acaba bunu düşünüyorlar mı diye de sormadan edemiyorum.
Okul bir öğrencinin yaşamına evi kadar etki eden bir mekandır. Bu nedenle okul binalarının ve mekanlarının tasarımı da son derece önemli bir nokta. İnsan su gibidir ve konulduğu kabın şeklini alır... Ülkemizde son yıllarda özellikle okul mimarisi konusunda uzmanlaşmış son derece değerli mimarlarımız var. Ancak yatırımcıların ve karar vericilerin bu konuda yeterince özen göstermediğini görmek oldukça üzücü bir durum. Bu alanda önemli çalışmalardan birisinde Lackney kriterler oluşturmuş. Bu kriterler sadece binaların yapımı değil kullanımı konusunda da bize ışık tutuyor.
Aşağıda verilenler kesin olarak alınmamalıdır, ama bunlar Dr. Jeffrey Lackney’in eserinden (2001) alınan okul binalarının tasarımının (ya da yeniden kavramsallaştırılmasının) 12 ilkesidir:
- Zengin, aydınlatıcı ortamlar – renk, doku, ‘öğretme mimarisi’, öğrenciler (öğretmenler değil) tarafından yaratılmış sergiler, ve böylece öğrencilerin ürünle bağlantıları olur, aidiyet hissederler.
- Gurupla öğrenme için alanlar – ara verme yerleri, girintiler, sosyal öğrenmeyi ve sosyal beyni uyarmayı kolaylaştıran masa guruplamaları; ara verme yerlerini konuşmalar için oturma odalarına dönüştürme.
- İç ve dış mekânları birbirine bağlamak – hareket, serebral kortekse bağlı olan motor korteksi oksijenleme için birbirine bağlamak.
- Bütünsellik ve motivasyonu arttırıcı anlamlar sağlamak için okul toplumunun genel amaçlarının sembollerini içeren koridorlar ve herkese açık alanlar (Dikkat: sloganlar yazmaktan daha fazlasını yapın, içselleştirilmiş uygulamalar!).
- Güvenli mekânlar – tehdidi azaltın, özellikle kent ortamlarında.
- Farklı mekânlar – değişik şekil, renk, ışık, kıyı köşe.
- Sergilenenleri değiştirmek – çevreyi değiştirmek, çevreyle iletişim içinde olmak beyin gelişimini uyarır. Çevresel değişim açısından sınırları daha da genişletmek için sahne türü yapımlara izin verebilecek sergi alanları sağlayın.
- Tüm kaynaklar erişilebilir olsun – bir öğrenme olayında ortaya çıkan fikirlerin hızla gelişmesini yüreklendirmek için eğitimsel, fiziksel ve bir dizi farklı ortam yaratacak malzemenin yakın mesafede olmasını sağlayın. Bu, ıslak alanlar/fen, bilgisayarlı çalışma yerleri ve tümünün ayrı değil, birlikte olması için bir önermedir. Fikirlerin çok işlevli olması ve çapraz çoğalmaları öncelikli amaçtır.
- Esneklik – geçmişte çok rastlanan bir ilke hala geçerlidir. Mekânlarda esnekliğin bir çok boyutu diğer ilkelerde de yansıtılır.
- Etken/edilgen mekânlar – öğrencilerin içsel zekâları için düşünecek ve başkalarından uzakta olacak yerlere, ve aynı zamanda toplumsal zekâları için de etkin katılım yerlerine ihtiyaçları vardır.
- Bireyselleşmiş mekânlar – ev merkez kavramı metal dolap veya masadan daha çok vurgulanmalıdır. Bu, biriciklik ilkesiyle ilgilidir; öğrenicilerin öz kimliklerini ifade etme, kendi özel yerlerini bireyselleştirmelerine, ve mekâna bağlı davranışlarını ifade etme ihtiyacını gidermelerine yardımcı olmak.
- En uygun öğrenme çevresi olarak geniş toplum – tüm kentsel ve doğal çevreleri öncül öğrenme ortamı olarak tümüyle kullanmanın yollarını bulmak gereklidir; öğrenmenin kalesi olan okul daha çok yaşam boyu öğrenmeyi tamamlayan zengin kaynaklı bir öğrenme merkezi olarak algılanmalıdır. Teknoloji, uzaktan öğrenme, toplum ve iş ortaklıkları, evden öğrenme, bunların tümü bugünkü ve gelecekteki eğitim kurumlarının alternatif örgütsel yapıları olarak araştırılmalıdır.
Lackney’in görüşüne göre tasarımdaki çeşitlilik öğrenme şekillerini destekleyecektir ve gelip geçici bir eğilimi destekleyerek eğitimi zorlamayacaktır.
Yeni bir yıla başlayan okullarımızın mekanlarının kullanımında en azından bu ilkeleri göz önünde bulundurarak öğrenenlerin ihtiyaçlarını karşılayan ekosistemler oluşturabilmeleri dileklerimle başarılı bir yıl geçirmelerini dilerim.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Kayhan Karlı - Yenilikçi Öğrenme ve Öğretme Merkezi Kurucusu
Kayhan Karlı / Kurucu /Yenilikçi Öğrenme Merkezi
Şu günlerde sürekli seyahat ediyorum ve farklı okullar ile çalışıyoruz. Bu sırada dikkatimi çeken en önemli nokta neredeyse her mahallede bir veya bir kaç özel okul var. Ankara´da bir apartmanın üstüne nasıl tabela asılarak okul haline geldiğini görünce gerçekten irkildim...
Bu yıl dersane dönüşümleriyle birlikte kimin gerçekten okul kimin dönüşüm okulu olduğu iyice karmaşıklaştı. Elbette bu arada muhteşem tasarlanmış okul kampüsleri de gördüm. Bu durum elbette okul maliyetlerine doğrudan yansıması kaçınılmaz. Ancak veliler acaba bunu düşünüyorlar mı diye de sormadan edemiyorum.
Okul bir öğrencinin yaşamına evi kadar etki eden bir mekandır. Bu nedenle okul binalarının ve mekanlarının tasarımı da son derece önemli bir nokta. İnsan su gibidir ve konulduğu kabın şeklini alır... Ülkemizde son yıllarda özellikle okul mimarisi konusunda uzmanlaşmış son derece değerli mimarlarımız var. Ancak yatırımcıların ve karar vericilerin bu konuda yeterince özen göstermediğini görmek oldukça üzücü bir durum. Bu alanda önemli çalışmalardan birisinde Lackney kriterler oluşturmuş. Bu kriterler sadece binaların yapımı değil kullanımı konusunda da bize ışık tutuyor.
Aşağıda verilenler kesin olarak alınmamalıdır, ama bunlar Dr. Jeffrey Lackney’in eserinden (2001) alınan okul binalarının tasarımının (ya da yeniden kavramsallaştırılmasının) 12 ilkesidir:
- Zengin, aydınlatıcı ortamlar – renk, doku, ‘öğretme mimarisi’, öğrenciler (öğretmenler değil) tarafından yaratılmış sergiler, ve böylece öğrencilerin ürünle bağlantıları olur, aidiyet hissederler.
- Gurupla öğrenme için alanlar – ara verme yerleri, girintiler, sosyal öğrenmeyi ve sosyal beyni uyarmayı kolaylaştıran masa guruplamaları; ara verme yerlerini konuşmalar için oturma odalarına dönüştürme.
- İç ve dış mekânları birbirine bağlamak – hareket, serebral kortekse bağlı olan motor korteksi oksijenleme için birbirine bağlamak.
- Bütünsellik ve motivasyonu arttırıcı anlamlar sağlamak için okul toplumunun genel amaçlarının sembollerini içeren koridorlar ve herkese açık alanlar (Dikkat: sloganlar yazmaktan daha fazlasını yapın, içselleştirilmiş uygulamalar!).
- Güvenli mekânlar – tehdidi azaltın, özellikle kent ortamlarında.
- Farklı mekânlar – değişik şekil, renk, ışık, kıyı köşe.
- Sergilenenleri değiştirmek – çevreyi değiştirmek, çevreyle iletişim içinde olmak beyin gelişimini uyarır. Çevresel değişim açısından sınırları daha da genişletmek için sahne türü yapımlara izin verebilecek sergi alanları sağlayın.
- Tüm kaynaklar erişilebilir olsun – bir öğrenme olayında ortaya çıkan fikirlerin hızla gelişmesini yüreklendirmek için eğitimsel, fiziksel ve bir dizi farklı ortam yaratacak malzemenin yakın mesafede olmasını sağlayın. Bu, ıslak alanlar/fen, bilgisayarlı çalışma yerleri ve tümünün ayrı değil, birlikte olması için bir önermedir. Fikirlerin çok işlevli olması ve çapraz çoğalmaları öncelikli amaçtır.
- Esneklik – geçmişte çok rastlanan bir ilke hala geçerlidir. Mekânlarda esnekliğin bir çok boyutu diğer ilkelerde de yansıtılır.
- Etken/edilgen mekânlar – öğrencilerin içsel zekâları için düşünecek ve başkalarından uzakta olacak yerlere, ve aynı zamanda toplumsal zekâları için de etkin katılım yerlerine ihtiyaçları vardır.
- Bireyselleşmiş mekânlar – ev merkez kavramı metal dolap veya masadan daha çok vurgulanmalıdır. Bu, biriciklik ilkesiyle ilgilidir; öğrenicilerin öz kimliklerini ifade etme, kendi özel yerlerini bireyselleştirmelerine, ve mekâna bağlı davranışlarını ifade etme ihtiyacını gidermelerine yardımcı olmak.
- En uygun öğrenme çevresi olarak geniş toplum – tüm kentsel ve doğal çevreleri öncül öğrenme ortamı olarak tümüyle kullanmanın yollarını bulmak gereklidir; öğrenmenin kalesi olan okul daha çok yaşam boyu öğrenmeyi tamamlayan zengin kaynaklı bir öğrenme merkezi olarak algılanmalıdır. Teknoloji, uzaktan öğrenme, toplum ve iş ortaklıkları, evden öğrenme, bunların tümü bugünkü ve gelecekteki eğitim kurumlarının alternatif örgütsel yapıları olarak araştırılmalıdır.
Lackney’in görüşüne göre tasarımdaki çeşitlilik öğrenme şekillerini destekleyecektir ve gelip geçici bir eğilimi destekleyerek eğitimi zorlamayacaktır.
Yeni bir yıla başlayan okullarımızın mekanlarının kullanımında en azından bu ilkeleri göz önünde bulundurarak öğrenenlerin ihtiyaçlarını karşılayan ekosistemler oluşturabilmeleri dileklerimle başarılı bir yıl geçirmelerini dilerim.
Son Güncelleme: Perşembe, 17 Eylül 2015 16:03
Gösterim: 3172
Eğitim dünyamızda belki de en çok sınavlardan ve sonuçlarından söz ediyoruz. Öğretmenlerin ve yöneticilerin en çok mesleki gelişim ihtiyacı olarak dile getirdikleri alan ölçme ve değerlendirme. Bir sürü sınav, test, proje vb. uygulamalar yapıyoruz ama halen sistemimizdeki en sorunlu alanımız da burası. Bu yazıda son yıllarda biçimlendirici(süreç) ve özetleyici(sonuç) değerlendirme yaklaşımlarının dengelenmesiyle gelişen öğrenci merkezli ölçme ve değerlendirme yaklaşımını ele alacağım.
Tüm iyi ölçme – değerlendirme yaklaşımları gibi öğrenci merkezli ölçme değerlendirme de uygun şekilde zorlayıcı ve gelişimsel olarak uygun öğrenme hedeflerini ifade eder. Ayrıca öğrenci, öğretmen, il ve ilçelere öğrenmenin nasıl derinleştirilebileceği hakkında geri bildirim verir. Mevcut bağlam için geçerli ve güvenilirdir ve pratik ve verimlidir (McMillan 2011).
Öğrenci merkezli ölçme değerlendirmenin temel özellikleri;
-Bireyseldir;
-Öğrenme ve gelişime odaklıdır;
-Motive edicidir;
-Öğrencilerin kendi öğrenmelerini yönetmelerine aktif olarak katılmalarını sağlar,
-Çeşitli kitleler için bilgilendirici ve yararlıdır.
Öğrenci merkezli ölçme – değerlendirmenin ilk ve en göze çarpan unsuru bireyselleştirilmiş olmasıdır. Bireysel öğrencilerin güçlü yönleri, ihtiyaçları ve ilgilerini merkeze almayıp da nasıl öğrenci merkezli olabilir? Ölçmenin bireyselleştirilmesi, öğrenme hedeflerinin, ödevlerin farklılaştırılmasını, öğrencinin öğrenmesi hakkında odaklı ileri besleyen geri bildirim sağlama (tek başına veya gurupla çalışırken) ve öğretim ve öğrenme süreçlerinin gerektiği gibi uyarlanmasını içerir.
Öğrenci merkezli ölçme – değerlendirme ayrıca öğrenme ve gelişmeye odaklanır. Bir başka deyişle öğrencinin öğrenmesi veya öğrenmemesini ölçmek ve raporlamaktan daha fazlasını yapar, ancak elbette bunları da yapar. Öğrenci merkezli ölçme – değerlendirme, öğrencilere, öğretmenlere ve başkalarına, öğrencilerin öğrenme hedeflerine doğru ilerlemek için neye ihtiyaçları olduğu hakkında yararlı geri bildirim vererek öğrenmeyi ve gelişmeyi teşvik eder. Öğrenci merkezli ölçme – değerlendirmenin bu özelliği biçimlendirici(süreç) değerlendirmenin modern görüşlerine benzemektedir, burada da ölçme – değerlendirme not verme veya sıralama değil, bir öğrenme anıdır (Andrade & Cizek 2010; Shute 2008).
Öğrenci merkezli ölçme – değerlendirme, öğrencilerin öğrenmeleri ve gelişmeleri için hedef koymalarına aktif katılımlarını, bunu yaparken bu hedeflere doğru ilerlemelerini izlemeyi ve herhangi bir sorunun nasıl çözüleceğini saptamayı içerir. Öz düzenlemeli öğrenme de denilen kendi öğrenmesini ve gelişimini yönetme yetkinliği 21. Yüzyıl üniversite ve kariyer başarısı için gerekli temel bir uzmanlık türüdür (Dembo & Seli 2008). Öz ve akran değerlendirme ve portfolyo gibi sınıf ölçme değerlendirme uygulamalarında sadece öğrencilerin temel bilgi ve becerileri öğrenmelerine yardım etme değil, aynı zamanda kendini düzenleme alışkanlıkları geliştirme potansiyeli de vardır (Allal 2010; Andrade 2010).
Öğrenci merkezli ölçme – değerlendirme tanımının belki de en şaşırtıcı özelliği motive edici olmasıdır. Birçok kişi değerlendirilmeyi motivasyonla değil, hafif ila orta kaygıyla ilişkilendirir ve araştırmalar notların düşen motivasyon ve düşük başarı ile ilişkilendirildiğini göstermiştir (Butler & Nisan 1986; Lipnevich & Smith 2008).
Son çalışmalar biçimlendirici(süreç) değerlendirmenin özellikle öğrenci çalışması hakkında ayrıntılı, ödeve özgü yorumların, ödeve ilgiyi arttırdığını ve daha iyi performansla sonuçlandığını göstermektedir. (Lipnevich & Smith 2008).
Son olarak öğrenci merkezli ölçme – değerlendirme, çeşitli kitleler için bilgilendirici ve yararlıdır. Daniel ve Lauren Resnick (1985), Amerikalı öğrencilerin dünyada en çok test edilen ve en az incelenen öğrenciler olduklarını söylerler. Oysa ben bizim öğrencilerimizin Amerikalı öğrencilerden daha fazla test edildiklerini düşünüyorum. Her yerimiz sınav sonuç notlarıyla dolu ama program ve öğretimi uyarlamak için ölçmeden gelen bilgiyi kullanmakta berbat durumdayız. Öğrenci merkezli ölçme – değerlendirme, öğrenciler, öğretmenler, idareciler, anne babalar, iller ve ilçeler dahil her düzeydeki paydaşların öğrenmeyi desteklemekte kullanabilecekleri yararlı bilgi sağlar.
Sonuç olarak ülke çapında yaklaşım ve uygulama düzeyinde öğrenci merkezli bir ölçme-değerlendirme modeline ihtiyacımız var.
Kayhan Karlı
@kayhankarli
Facebook.com/kayhankarli
Üst Kategori: ROOT Kategori: Kayhan Karlı - Yenilikçi Öğrenme ve Öğretme Merkezi Kurucusu
Eğitim dünyamızda belki de en çok sınavlardan ve sonuçlarından söz ediyoruz. Öğretmenlerin ve yöneticilerin en çok mesleki gelişim ihtiyacı olarak dile getirdikleri alan ölçme ve değerlendirme. Bir sürü sınav, test, proje vb. uygulamalar yapıyoruz ama halen sistemimizdeki en sorunlu alanımız da burası. Bu yazıda son yıllarda biçimlendirici(süreç) ve özetleyici(sonuç) değerlendirme yaklaşımlarının dengelenmesiyle gelişen öğrenci merkezli ölçme ve değerlendirme yaklaşımını ele alacağım.
Tüm iyi ölçme – değerlendirme yaklaşımları gibi öğrenci merkezli ölçme değerlendirme de uygun şekilde zorlayıcı ve gelişimsel olarak uygun öğrenme hedeflerini ifade eder. Ayrıca öğrenci, öğretmen, il ve ilçelere öğrenmenin nasıl derinleştirilebileceği hakkında geri bildirim verir. Mevcut bağlam için geçerli ve güvenilirdir ve pratik ve verimlidir (McMillan 2011).
Öğrenci merkezli ölçme değerlendirmenin temel özellikleri;
-Bireyseldir;
-Öğrenme ve gelişime odaklıdır;
-Motive edicidir;
-Öğrencilerin kendi öğrenmelerini yönetmelerine aktif olarak katılmalarını sağlar,
-Çeşitli kitleler için bilgilendirici ve yararlıdır.
Öğrenci merkezli ölçme – değerlendirmenin ilk ve en göze çarpan unsuru bireyselleştirilmiş olmasıdır. Bireysel öğrencilerin güçlü yönleri, ihtiyaçları ve ilgilerini merkeze almayıp da nasıl öğrenci merkezli olabilir? Ölçmenin bireyselleştirilmesi, öğrenme hedeflerinin, ödevlerin farklılaştırılmasını, öğrencinin öğrenmesi hakkında odaklı ileri besleyen geri bildirim sağlama (tek başına veya gurupla çalışırken) ve öğretim ve öğrenme süreçlerinin gerektiği gibi uyarlanmasını içerir.
Öğrenci merkezli ölçme – değerlendirme ayrıca öğrenme ve gelişmeye odaklanır. Bir başka deyişle öğrencinin öğrenmesi veya öğrenmemesini ölçmek ve raporlamaktan daha fazlasını yapar, ancak elbette bunları da yapar. Öğrenci merkezli ölçme – değerlendirme, öğrencilere, öğretmenlere ve başkalarına, öğrencilerin öğrenme hedeflerine doğru ilerlemek için neye ihtiyaçları olduğu hakkında yararlı geri bildirim vererek öğrenmeyi ve gelişmeyi teşvik eder. Öğrenci merkezli ölçme – değerlendirmenin bu özelliği biçimlendirici(süreç) değerlendirmenin modern görüşlerine benzemektedir, burada da ölçme – değerlendirme not verme veya sıralama değil, bir öğrenme anıdır (Andrade & Cizek 2010; Shute 2008).
Öğrenci merkezli ölçme – değerlendirme, öğrencilerin öğrenmeleri ve gelişmeleri için hedef koymalarına aktif katılımlarını, bunu yaparken bu hedeflere doğru ilerlemelerini izlemeyi ve herhangi bir sorunun nasıl çözüleceğini saptamayı içerir. Öz düzenlemeli öğrenme de denilen kendi öğrenmesini ve gelişimini yönetme yetkinliği 21. Yüzyıl üniversite ve kariyer başarısı için gerekli temel bir uzmanlık türüdür (Dembo & Seli 2008). Öz ve akran değerlendirme ve portfolyo gibi sınıf ölçme değerlendirme uygulamalarında sadece öğrencilerin temel bilgi ve becerileri öğrenmelerine yardım etme değil, aynı zamanda kendini düzenleme alışkanlıkları geliştirme potansiyeli de vardır (Allal 2010; Andrade 2010).
Öğrenci merkezli ölçme – değerlendirme tanımının belki de en şaşırtıcı özelliği motive edici olmasıdır. Birçok kişi değerlendirilmeyi motivasyonla değil, hafif ila orta kaygıyla ilişkilendirir ve araştırmalar notların düşen motivasyon ve düşük başarı ile ilişkilendirildiğini göstermiştir (Butler & Nisan 1986; Lipnevich & Smith 2008).
Son çalışmalar biçimlendirici(süreç) değerlendirmenin özellikle öğrenci çalışması hakkında ayrıntılı, ödeve özgü yorumların, ödeve ilgiyi arttırdığını ve daha iyi performansla sonuçlandığını göstermektedir. (Lipnevich & Smith 2008).
Son olarak öğrenci merkezli ölçme – değerlendirme, çeşitli kitleler için bilgilendirici ve yararlıdır. Daniel ve Lauren Resnick (1985), Amerikalı öğrencilerin dünyada en çok test edilen ve en az incelenen öğrenciler olduklarını söylerler. Oysa ben bizim öğrencilerimizin Amerikalı öğrencilerden daha fazla test edildiklerini düşünüyorum. Her yerimiz sınav sonuç notlarıyla dolu ama program ve öğretimi uyarlamak için ölçmeden gelen bilgiyi kullanmakta berbat durumdayız. Öğrenci merkezli ölçme – değerlendirme, öğrenciler, öğretmenler, idareciler, anne babalar, iller ve ilçeler dahil her düzeydeki paydaşların öğrenmeyi desteklemekte kullanabilecekleri yararlı bilgi sağlar.
Sonuç olarak ülke çapında yaklaşım ve uygulama düzeyinde öğrenci merkezli bir ölçme-değerlendirme modeline ihtiyacımız var.
Kayhan Karlı
@kayhankarli
Facebook.com/kayhankarli
Son Güncelleme: Perşembe, 12 Mart 2015 10:35
Gösterim: 4799
Yeni bir eğitim ve öğretim yılına girdiğimiz bu ay sınıflar hakkında yazmak istedim. Şu sıralar tüm eğitimciler, mesleki gelişim çalışmalarıyla beraber yeni dönem için kendilerini ve sınıflarını hazırlamaya çalışmaktalar. Hem resmi hem de özel kurum yöneticileri, eğitimcileri en iyi şekilde hazırlamak için çeşitli programlar yürütmekteler. Benim merak ettiğim acaba bu yıl geçmiş yıllardan farklı ne olacak? Örneğin mesleki gelişim ile ilgili alınan eğitimler sınıflara yansıyacak mı? Veya alınan eğitimlerin takibi, izleme değerlendirmesi yapılacak mı?
Araştırmalar, mesleki gelişim çalışmalarının iş başında geribildirimi içermediği sürece sınıfa son derece düşük bir oranda yansıdığını gösteriyor. Örneğin; Joyce ve Showers tarafından yapılan araştırmada, en iyi diyebileceğimiz atölye çalışmasının dahi sınıfa yansıma oranının %10 düzeyini geçmediğini, fakat öğrenme yoldaşlığı yoluyla anlık geribildirim alınması durumunda %90-95’lere kadar yansıdığını görüyoruz. O halde bu dönemde harcanan kaynakların etkili olabilmesi için okulların içinde bir sistem oluşturmak gerekli…
Öte yandan eğitimci arkadaşlarımın pek çoğu bu satırları okuyunca şöyle diyecekleridir: “Yapılan mesleki gelişim eğitimleri neye benziyor ki sınıfa yansısın.” Bu durumda sınıflarımızda 21. Yüzyılın dünyasında başarılı olacak bireyleri yetiştirecek eğitimcilere sorumluluk düşüyor. Okumak, paylaşmak, denemek ve yansıtmak bu yıl için anahtar yaklaşımlarınız olabilir.
Geleceğin sorumluluğu bizlerde…
Bu yüzyılda her şeyin büyük bir hızla yenilendiğini görüyoruz. Üstelik önümüzdeki yıllarda değişimin hızı daha da artacak. Bu durumda içerikten daha çok üst düzey düşünme becerilerini geliştiren ve öğrenmeyi öğreten bir eğitim sistemine, okullara, sınıflara ve eğitimcilere ihtiyacımız var.
Her eğitimcinin sürekli bir kaos içinde görünen eğitim sistemimize olan inancının yok olmak üzere olduğunu söylemek çok zor değil. Ancak ben, biz eğitimcilere düşen sorumluluğun kendi etki alanımızda en yüksek etkiyi yaratabilmek için bu yıl geçmiş yıllardan daha fazla sınıflarımıza odaklanmak gerektiğini düşünüyorum. Elbette hepimiz bu kaos ortamından etkileniyoruz, bunun aksi mümkün değil. Öte yandan sadece sistem düzeyindeki sorunlara odaklanarak kendi etki alanımızı unuttuğumuzda da geleceği inşa etmeye katkımız olamayacaktır.
Sınıflarda üst düzey düşünme becerileri…
Özetle nedenlerle kendi etki alanımız olan sınıflarda bu yıl üst düzey düşünme becerisi olan öğrenenler yetiştirmek için bir çerçeve paylaşmak istedim. Her değerli meslektaşım bu çerçeveyi bir öz değerlendirme ve/veya hazırlık, planlama aracı olarak kullanabilir.
1. Sınıflarınızda, işbirlikçi çalışmaya, öğrenmeye, hata yapmaya ve öğrenenlerin sorgulamasına İZİN VERİN…
2. Sınıflarınızda, öğrenenlerin üretmelerine, denemelerine, yansıtmalarına ve paylaşmalarına ZAMAN AYIRIN…
3. Sınıflarınızda, öğrenenlerin meraklı olmalarına, yeni fikirlerine, proje ve problem temelli öğrenmelerine DESTEK VERİN…
4. Sınıflarınızda, öğrenenlerin denemesini, esnekliklerini, azimlerini, bütünlüklerini, gelişim ve eleştirel düşünmelerini TAKDİR EDİN VE DEĞERLENDİRİN…
Kayhan Karlı
Yenilikçi Öğrenme ve Öğretme Merkezi Kurucusu

Üst Kategori: ROOT Kategori: Kayhan Karlı - Yenilikçi Öğrenme ve Öğretme Merkezi Kurucusu
Yeni bir eğitim ve öğretim yılına girdiğimiz bu ay sınıflar hakkında yazmak istedim. Şu sıralar tüm eğitimciler, mesleki gelişim çalışmalarıyla beraber yeni dönem için kendilerini ve sınıflarını hazırlamaya çalışmaktalar. Hem resmi hem de özel kurum yöneticileri, eğitimcileri en iyi şekilde hazırlamak için çeşitli programlar yürütmekteler. Benim merak ettiğim acaba bu yıl geçmiş yıllardan farklı ne olacak? Örneğin mesleki gelişim ile ilgili alınan eğitimler sınıflara yansıyacak mı? Veya alınan eğitimlerin takibi, izleme değerlendirmesi yapılacak mı?
Araştırmalar, mesleki gelişim çalışmalarının iş başında geribildirimi içermediği sürece sınıfa son derece düşük bir oranda yansıdığını gösteriyor. Örneğin; Joyce ve Showers tarafından yapılan araştırmada, en iyi diyebileceğimiz atölye çalışmasının dahi sınıfa yansıma oranının %10 düzeyini geçmediğini, fakat öğrenme yoldaşlığı yoluyla anlık geribildirim alınması durumunda %90-95’lere kadar yansıdığını görüyoruz. O halde bu dönemde harcanan kaynakların etkili olabilmesi için okulların içinde bir sistem oluşturmak gerekli…
Öte yandan eğitimci arkadaşlarımın pek çoğu bu satırları okuyunca şöyle diyecekleridir: “Yapılan mesleki gelişim eğitimleri neye benziyor ki sınıfa yansısın.” Bu durumda sınıflarımızda 21. Yüzyılın dünyasında başarılı olacak bireyleri yetiştirecek eğitimcilere sorumluluk düşüyor. Okumak, paylaşmak, denemek ve yansıtmak bu yıl için anahtar yaklaşımlarınız olabilir.
Geleceğin sorumluluğu bizlerde…
Bu yüzyılda her şeyin büyük bir hızla yenilendiğini görüyoruz. Üstelik önümüzdeki yıllarda değişimin hızı daha da artacak. Bu durumda içerikten daha çok üst düzey düşünme becerilerini geliştiren ve öğrenmeyi öğreten bir eğitim sistemine, okullara, sınıflara ve eğitimcilere ihtiyacımız var.
Her eğitimcinin sürekli bir kaos içinde görünen eğitim sistemimize olan inancının yok olmak üzere olduğunu söylemek çok zor değil. Ancak ben, biz eğitimcilere düşen sorumluluğun kendi etki alanımızda en yüksek etkiyi yaratabilmek için bu yıl geçmiş yıllardan daha fazla sınıflarımıza odaklanmak gerektiğini düşünüyorum. Elbette hepimiz bu kaos ortamından etkileniyoruz, bunun aksi mümkün değil. Öte yandan sadece sistem düzeyindeki sorunlara odaklanarak kendi etki alanımızı unuttuğumuzda da geleceği inşa etmeye katkımız olamayacaktır.
Sınıflarda üst düzey düşünme becerileri…
Özetle nedenlerle kendi etki alanımız olan sınıflarda bu yıl üst düzey düşünme becerisi olan öğrenenler yetiştirmek için bir çerçeve paylaşmak istedim. Her değerli meslektaşım bu çerçeveyi bir öz değerlendirme ve/veya hazırlık, planlama aracı olarak kullanabilir.
1. Sınıflarınızda, işbirlikçi çalışmaya, öğrenmeye, hata yapmaya ve öğrenenlerin sorgulamasına İZİN VERİN…
2. Sınıflarınızda, öğrenenlerin üretmelerine, denemelerine, yansıtmalarına ve paylaşmalarına ZAMAN AYIRIN…
3. Sınıflarınızda, öğrenenlerin meraklı olmalarına, yeni fikirlerine, proje ve problem temelli öğrenmelerine DESTEK VERİN…
4. Sınıflarınızda, öğrenenlerin denemesini, esnekliklerini, azimlerini, bütünlüklerini, gelişim ve eleştirel düşünmelerini TAKDİR EDİN VE DEĞERLENDİRİN…
Kayhan Karlı
Yenilikçi Öğrenme ve Öğretme Merkezi Kurucusu

Son Güncelleme: Perşembe, 11 Eylül 2014 10:32
Gösterim: 10374
Kayhan Karlı, Şura'da tartışma konusu olan Değerler Eğitimi konusunda yazdı.

Bir başarılar adamı değil, değerler adamı olmaya çalış.
A. Einstein
Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte internetin hayatımızda daha çok yer aldığı ve küreselleşmenin hızlandığı 21. yüzyılda çocuklar da hızla değişmekte. Bu yüzyılda hem çocuk-aile ilişkisi hem de çocuk-öğretmen ilişkisi önceki yıllara göre farklı yaşanmaktayken ilişkilerimizde değerlerin göstergesi olarak tanımladığımız davranışlar da zamanla değişime uğruyor. Özellikle de yetişkinler çocukları ve gençleri değerlerini kaybetmekle suçlamakta. Bütün bunlar akla bazı soruları getiriyor;
Değerlerle ilgili nereden güç alıyoruz?
Değerler nerede?
Değerleri kaybetme yolunda mı ilerliyoruz?
Değerler öğretilebilir mi?
Bu noktada “değer nedir?” sorusunun cevabını bulmak için Wikipedya’ya baktığımızda şu tanımı buluyoruz;
Değer kavramı, öncelikle genel anlamda kişinin nesne ile ilişkisinden doğan nitelik olarak anlaşılır. Bu anlamda değer öznel bir görüş açısından değerlendirilir. Dolayısıyla da değer kişiden kişiye değişebilmekte, farklı türde değer düzeyleri ortaya konulabilmektedir. Değer’in bir başka ya da ikinci bir anlamı ise, kişinin kendi kişiselliğinin dışında, yani insanın deneyimlerinin dışında kendi başına varolan kendinde bir nitelik olarak anlaşılır. Max Scheler ve Nicolai Hartman’da bu yönde bir görüş görülür. Buna göre değerler, biçimsel yönden ve içeriksel yönden olmak üzere ikiye ayrılırlar. Sonra bu alanlar da kendi alt bölümlerine ayrılabilirler. Değer kavramı hem nesne alanında hem de mantıksal alanda, ahlaksal alanda ve estetik alanda ortaya çıkar. Değerleri felsefenin ana konusu yapan ve ayrıca değerlerin incelenmesini hedefleyen felsefe eğilimi de söz konusudur ve bu değer felsefesi olarak adlandırılır.
Kurumlar, personelin sahip olduğu değerleri ve bu değerlerin uyuşmasını verimliliğin sağlanmasının ilk koşulu olarak görürken okullar da değerleri yeniden eğitimin bir parçası haline getirmeye çalışmaktadır. Bu konuda yapılabilecek en kolay çalışma herhangi bir kurumun web sitesindeki değerler bölümüne bakmak ve kurumun yapısıyla karşılaştırmaktır. Özellikle resmi okulların çok değişik yorumlarla değerlerini yorumladıklarını görmek şaşırtıcı değil. Son zamanlarda bu konu üzerindeki çalışmaların artması, insanların 21.yüzyılda kaybettiklerini bulma çabasına işaret etmektedir.
Yaşantıların ve eğitim-öğretim sisteminin değişime uğramasıyla öğretim yöntemleri yeniden tartışılmaya başlanmıştır. Okullarda öğretmenin performansı; planlama ve hazırlık, öğretim, öğretim ortamının tasarlanması ve profesyonel hizmet konuları ölçüt alınarak değerlendirilmekte. Bu noktada öğretmenin değerleri ve bu değerleri yansıtış şekli önemli. Çünkü artık hepimiz biliyoruz ki çocuklar sözleri değil davranışları örnek alıyorlar. Değerlerin kazandırılmasında yaşayarak modelleme önemlidir. Şeffaflığı değer olarak kabul eden bir okulda özellikle yetişkinler hangi davranışları göstermelidir ki bu çocuklar içinde modellenebilen bir değer olsun. Çocuğun hayatındaki en önemli modeller önce anne-babası sonra da öğretmenidir. Öğretmenin değerlerine sahip çıkması, dersi işlerken öğretmek istediklerine değerlerini de yansıtarak vermesi çocuğun kazanımlarını zenginleştirecektir.
Herhangi bir kişiye “Çocuğun için nasıl bir okul seçersin?” sorusunu sorduğumuzda genellikle “sınıflarda iyi öğretim yapılan okullar” tarif edilir. Aynı kişilere “olumlu veya olumsuz kendi okul hayatınızdan hangi öğretmeninizi hatırlıyorsunuz?” diye sorduğumuzda, aklımızda kalan anıların duygularımıza ya da bir değere dokunan yaşantılar olduğunu görebiliriz. Öğretilenler çoğunlukla unutulabilir ama duygular unutulmaz. Adaleti bir çocuğa ancak adil davranarak, bu duyguyu yaşamasını sağlayarak yerleştirebiliriz.
Değerleri olmayan okulun değerler eğitimi olur mu?
Bu nedenle “Değerler Eğitimi” kavramını okullarda bir ders gibi algılamak ve/veya öğretimini yapmaya çalışmak yerine, değerleri olan okullar yaratmak, bu değerleri yaşayarak modelleyen yetişkinlerin yaşayan değerler içinde büyüyen çocuklar için ortam oluşturmak gerekir.
Kayhan Karlı
Yenilikçi Öğrenme ve Öğretme Merkezi Kurucusu
@kayhankarli
Üst Kategori: ROOT Kategori: Kayhan Karlı - Yenilikçi Öğrenme ve Öğretme Merkezi Kurucusu
Kayhan Karlı, Şura'da tartışma konusu olan Değerler Eğitimi konusunda yazdı.

Bir başarılar adamı değil, değerler adamı olmaya çalış.
A. Einstein
Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte internetin hayatımızda daha çok yer aldığı ve küreselleşmenin hızlandığı 21. yüzyılda çocuklar da hızla değişmekte. Bu yüzyılda hem çocuk-aile ilişkisi hem de çocuk-öğretmen ilişkisi önceki yıllara göre farklı yaşanmaktayken ilişkilerimizde değerlerin göstergesi olarak tanımladığımız davranışlar da zamanla değişime uğruyor. Özellikle de yetişkinler çocukları ve gençleri değerlerini kaybetmekle suçlamakta. Bütün bunlar akla bazı soruları getiriyor;
Değerlerle ilgili nereden güç alıyoruz?
Değerler nerede?
Değerleri kaybetme yolunda mı ilerliyoruz?
Değerler öğretilebilir mi?
Bu noktada “değer nedir?” sorusunun cevabını bulmak için Wikipedya’ya baktığımızda şu tanımı buluyoruz;
Değer kavramı, öncelikle genel anlamda kişinin nesne ile ilişkisinden doğan nitelik olarak anlaşılır. Bu anlamda değer öznel bir görüş açısından değerlendirilir. Dolayısıyla da değer kişiden kişiye değişebilmekte, farklı türde değer düzeyleri ortaya konulabilmektedir. Değer’in bir başka ya da ikinci bir anlamı ise, kişinin kendi kişiselliğinin dışında, yani insanın deneyimlerinin dışında kendi başına varolan kendinde bir nitelik olarak anlaşılır. Max Scheler ve Nicolai Hartman’da bu yönde bir görüş görülür. Buna göre değerler, biçimsel yönden ve içeriksel yönden olmak üzere ikiye ayrılırlar. Sonra bu alanlar da kendi alt bölümlerine ayrılabilirler. Değer kavramı hem nesne alanında hem de mantıksal alanda, ahlaksal alanda ve estetik alanda ortaya çıkar. Değerleri felsefenin ana konusu yapan ve ayrıca değerlerin incelenmesini hedefleyen felsefe eğilimi de söz konusudur ve bu değer felsefesi olarak adlandırılır.
Kurumlar, personelin sahip olduğu değerleri ve bu değerlerin uyuşmasını verimliliğin sağlanmasının ilk koşulu olarak görürken okullar da değerleri yeniden eğitimin bir parçası haline getirmeye çalışmaktadır. Bu konuda yapılabilecek en kolay çalışma herhangi bir kurumun web sitesindeki değerler bölümüne bakmak ve kurumun yapısıyla karşılaştırmaktır. Özellikle resmi okulların çok değişik yorumlarla değerlerini yorumladıklarını görmek şaşırtıcı değil. Son zamanlarda bu konu üzerindeki çalışmaların artması, insanların 21.yüzyılda kaybettiklerini bulma çabasına işaret etmektedir.
Yaşantıların ve eğitim-öğretim sisteminin değişime uğramasıyla öğretim yöntemleri yeniden tartışılmaya başlanmıştır. Okullarda öğretmenin performansı; planlama ve hazırlık, öğretim, öğretim ortamının tasarlanması ve profesyonel hizmet konuları ölçüt alınarak değerlendirilmekte. Bu noktada öğretmenin değerleri ve bu değerleri yansıtış şekli önemli. Çünkü artık hepimiz biliyoruz ki çocuklar sözleri değil davranışları örnek alıyorlar. Değerlerin kazandırılmasında yaşayarak modelleme önemlidir. Şeffaflığı değer olarak kabul eden bir okulda özellikle yetişkinler hangi davranışları göstermelidir ki bu çocuklar içinde modellenebilen bir değer olsun. Çocuğun hayatındaki en önemli modeller önce anne-babası sonra da öğretmenidir. Öğretmenin değerlerine sahip çıkması, dersi işlerken öğretmek istediklerine değerlerini de yansıtarak vermesi çocuğun kazanımlarını zenginleştirecektir.
Herhangi bir kişiye “Çocuğun için nasıl bir okul seçersin?” sorusunu sorduğumuzda genellikle “sınıflarda iyi öğretim yapılan okullar” tarif edilir. Aynı kişilere “olumlu veya olumsuz kendi okul hayatınızdan hangi öğretmeninizi hatırlıyorsunuz?” diye sorduğumuzda, aklımızda kalan anıların duygularımıza ya da bir değere dokunan yaşantılar olduğunu görebiliriz. Öğretilenler çoğunlukla unutulabilir ama duygular unutulmaz. Adaleti bir çocuğa ancak adil davranarak, bu duyguyu yaşamasını sağlayarak yerleştirebiliriz.
Değerleri olmayan okulun değerler eğitimi olur mu?
Bu nedenle “Değerler Eğitimi” kavramını okullarda bir ders gibi algılamak ve/veya öğretimini yapmaya çalışmak yerine, değerleri olan okullar yaratmak, bu değerleri yaşayarak modelleyen yetişkinlerin yaşayan değerler içinde büyüyen çocuklar için ortam oluşturmak gerekir.
Kayhan Karlı
Yenilikçi Öğrenme ve Öğretme Merkezi Kurucusu
@kayhankarli
Son Güncelleme: Pazartesi, 15 Aralık 2014 09:58
Gösterim: 5282
Bu yazıyı yazmak benim için oldukça zorlayıcı oldu gerçekten. Öylesine zorlu dönemler yaşamaktayız ki yaptığımız işlerin anlamını tekrar tekrar sorgulamak ve fark etmek bizim için zorunluluk haline geliyor. Dünyanın her yanında savaşlar, açlık ve doğal felaketler yaşanıyor. İnsanlar arasındaki sorunların çoğunun bir demokrasi kültürünün eksikliğinden çıktığını görmekte zor değil. Tüm bunları izlerken ve haberlerini okurken bir eğitimci olarak sorumluluğumu düşünüyorum. Acaba bu sorunların oluşmasında bizlerin payı var mı? Bu sorunların aşılmasında bizlerin payı ne olabilir? Bu iki soru için cevaplar aradığım sırada, bu yazı aracılığıyla daha iyi bir dünya için bizim sorumluluğumuzun ne kadar büyük olduğunun bir kez daha altını çizmek istedim.
Bugün evrensel bir anlam kazanmış olan demokrasi sözcüğü, etimolojik olarak eski Yunancadan gelmektedir. Eski Yunancada” demos “ sözcüğü halk, “krasi” sözcüğü ise iktidar ya da egemenlik anlamına gelmektedir. Buna göre demokrasi sözcüğü, ilk olarak kullanılmaya başladığı Antik Yunan’da, “halkın egemenliği” anlamını ifade etmektedir. Bu sözcük, antik Helen dünyasında belli bir siyasi rejimi ifade etmek için kullanılmıştır ( Şaylan, 1998,13).
Demokrasi ile yönetilen herhangi bir toplum, gücün vatandaşlıktan gelme olduğunu bilir. Seçilmiş temsilciler ve hükümet toplumun her bireyinden sorumludur. Her birey de ihtiyaçlarını karşılamadığı takdirde seçtiği temsilciyi değiştirme hakkına sahiptir. Bir demokraside azınlıkların da çoğunluklar kadar söz hakkı vardır. Hem azınlık hem de çoğunluk için haklar sorumlulukları da beraberinde taşır.
Sorumluluklar toplum bireylerinin soru sorma becerileriyle ilintilidir. Bu gerçekten ne ile ilgili? Kimin değerleri ile ilgili? Bundan kim faydalanacak? Bunun gibi soruları sorabilme becerisi demokrasi gelişiminin özüdür. Oysa bugünlerde ülkemizde başta milletin vekilleri olmak üzere genellikle kendilerine yöneltilen beğenmedikleri sorulara şu şekilde bir cevapla başlıyorlar, “Sen kim oluyorsun da bu soruyu sorabiliyorsun?¨ Okullarda da benzer durumlar olduğu gibi evlerimizde de benzer durumlar var. Kısacası demokrasinin temelini oluşturan soru sorma hakkını ortadan kaldıran toplumlarda demokratik bireyler yetiştirmek mümkün müdür?
Bilinçsiz medeniyet isimli kitabında John Ralstan Saul “Vatandaş temelli demokrasiler katılım üzerine kuruludur” der. Ayrıca “Katılımın temeli rahatsızlıktır” diye de ekler. Bu fiziksel değil ruhsal bir rahatsız olma durumudur. Bu insanın pasifliği, habersizliği ve etkisizliği kabul etmemesinden doğan rahatsızlıktır. “Bu konu ile ilgili ne yapabilirim ki? Tek başıma bir şeyleri değiştirmeye gücüm yok…” gibi sorular rahatsızlığın ilk belirtileridir. Bu rahatsızlığın sahip olmak bilinçliliğe atılan ilk adımdır. Farkında ve bilinçli olmak canlı olmaktır. Ve farkında olup neler oluyor diye sormak bütünün güzelliği ve rahatsızlığı için başlangıçtır.
Saul’un düzgün ve etkin vatandaşlığın ipuçlarını verdiği cümlesinde gizli bir anlam da yatar. Bu anlam risk alma cesareti, sorgulama ve de derin düşünme yetisidir. Bu gizli anlamın farkında olmalıyız. Konuşma sanatı kabiliyetine sahip olmayan bir nesil yetiştirmek üzereyiz. Düşünmeyi, gelişmeyi kendi değerler sistemine sahip olmayı ve dayatılanı reddetmeyi aklından geçirmeyen bir nesil. Eğer bize eğitim ve birey değeri konusunda çok az şey veren hükümetlerin önünde eğilmeye devam edersek, kültürümüz ve demokrasi anlayışımızda hızla değişecek.

Demokratik bir toplum, kendisinin dışında bir otoriteyi, ilke olarak dışladığında, onun yerine, vatandaşlar arasında isteğe bağlı ilişkiler ekosistemi bulunmalıdır. Bu vatandaşlar arası ekosistem ise ancak eğitim tarafından yaratılabilir. Fakat, daha derinlemesine baktığımızda şunu görürüz ki demokrasi bir hükümet biçiminden daha fazla bir anlam taşır. Temel olarak, insani deneyimleri içinde yaymaya ve işbirlikçi kültüre dayalıdır. Her birey kendi yaptığını diğerlerinin yaptığına dayandırır ve başkalarının eylemlerinin kendisini yönlendireceğini düşünürse, ortak tutum ve ilişkide olan birçok bireyin yaygın ortamda sürekli uğraşları, insanları kendi yaptıklarının ve duygularının anlamını düşünmekte alıkoyan sınıf, ırk ve millet duvarlarının yıkılmasına neden olur.
Çok sayıda eğitimci tarafından sınıf demokrasinin kaynağı olarak tanımlanmıştır. Öğretmenler de demokrasinin tanımlayıcılarıdır. Bildiğimiz gibi soru sormak da anlam inşa etmenin temel unsurlarından birisidir. Ayrıca kolektif akılla ilgili demokratik çalışmalar da üretici ve yaratıcı soru sorulmasını kolaylaştırır. Sınıflarımızda demokratik yaşamı tüm ilkeleriyle uyguluyor muyuz?
Özetle, biz eğitimcilerin toplumsal olarak dönüşmek, demokrasi kültürü ile yoğrulmuş bir ekosistem olarak ülkemizi daha güzel günlere ulaştırmak için demokratik sınıflar oluşturma sorumluluğumuz var. Ama tüm yetişkinlerde çocuklarımıza model olma sorumluluklarını unutmamalılar…
Farklı fikirlerin ve farklılıkların saygıyla kabul edildiği, yaşanası bir demokratik toplum olma dileklerimle…
Kayhan Karlı
Kurucu
Yenilikçi Öğrenme ve Öğretme Merkezi
Twitter.com/kayhankarli
Üst Kategori: ROOT Kategori: Kayhan Karlı - Yenilikçi Öğrenme ve Öğretme Merkezi Kurucusu
Bu yazıyı yazmak benim için oldukça zorlayıcı oldu gerçekten. Öylesine zorlu dönemler yaşamaktayız ki yaptığımız işlerin anlamını tekrar tekrar sorgulamak ve fark etmek bizim için zorunluluk haline geliyor. Dünyanın her yanında savaşlar, açlık ve doğal felaketler yaşanıyor. İnsanlar arasındaki sorunların çoğunun bir demokrasi kültürünün eksikliğinden çıktığını görmekte zor değil. Tüm bunları izlerken ve haberlerini okurken bir eğitimci olarak sorumluluğumu düşünüyorum. Acaba bu sorunların oluşmasında bizlerin payı var mı? Bu sorunların aşılmasında bizlerin payı ne olabilir? Bu iki soru için cevaplar aradığım sırada, bu yazı aracılığıyla daha iyi bir dünya için bizim sorumluluğumuzun ne kadar büyük olduğunun bir kez daha altını çizmek istedim.
Bugün evrensel bir anlam kazanmış olan demokrasi sözcüğü, etimolojik olarak eski Yunancadan gelmektedir. Eski Yunancada” demos “ sözcüğü halk, “krasi” sözcüğü ise iktidar ya da egemenlik anlamına gelmektedir. Buna göre demokrasi sözcüğü, ilk olarak kullanılmaya başladığı Antik Yunan’da, “halkın egemenliği” anlamını ifade etmektedir. Bu sözcük, antik Helen dünyasında belli bir siyasi rejimi ifade etmek için kullanılmıştır ( Şaylan, 1998,13).
Demokrasi ile yönetilen herhangi bir toplum, gücün vatandaşlıktan gelme olduğunu bilir. Seçilmiş temsilciler ve hükümet toplumun her bireyinden sorumludur. Her birey de ihtiyaçlarını karşılamadığı takdirde seçtiği temsilciyi değiştirme hakkına sahiptir. Bir demokraside azınlıkların da çoğunluklar kadar söz hakkı vardır. Hem azınlık hem de çoğunluk için haklar sorumlulukları da beraberinde taşır.
Sorumluluklar toplum bireylerinin soru sorma becerileriyle ilintilidir. Bu gerçekten ne ile ilgili? Kimin değerleri ile ilgili? Bundan kim faydalanacak? Bunun gibi soruları sorabilme becerisi demokrasi gelişiminin özüdür. Oysa bugünlerde ülkemizde başta milletin vekilleri olmak üzere genellikle kendilerine yöneltilen beğenmedikleri sorulara şu şekilde bir cevapla başlıyorlar, “Sen kim oluyorsun da bu soruyu sorabiliyorsun?¨ Okullarda da benzer durumlar olduğu gibi evlerimizde de benzer durumlar var. Kısacası demokrasinin temelini oluşturan soru sorma hakkını ortadan kaldıran toplumlarda demokratik bireyler yetiştirmek mümkün müdür?
Bilinçsiz medeniyet isimli kitabında John Ralstan Saul “Vatandaş temelli demokrasiler katılım üzerine kuruludur” der. Ayrıca “Katılımın temeli rahatsızlıktır” diye de ekler. Bu fiziksel değil ruhsal bir rahatsız olma durumudur. Bu insanın pasifliği, habersizliği ve etkisizliği kabul etmemesinden doğan rahatsızlıktır. “Bu konu ile ilgili ne yapabilirim ki? Tek başıma bir şeyleri değiştirmeye gücüm yok…” gibi sorular rahatsızlığın ilk belirtileridir. Bu rahatsızlığın sahip olmak bilinçliliğe atılan ilk adımdır. Farkında ve bilinçli olmak canlı olmaktır. Ve farkında olup neler oluyor diye sormak bütünün güzelliği ve rahatsızlığı için başlangıçtır.
Saul’un düzgün ve etkin vatandaşlığın ipuçlarını verdiği cümlesinde gizli bir anlam da yatar. Bu anlam risk alma cesareti, sorgulama ve de derin düşünme yetisidir. Bu gizli anlamın farkında olmalıyız. Konuşma sanatı kabiliyetine sahip olmayan bir nesil yetiştirmek üzereyiz. Düşünmeyi, gelişmeyi kendi değerler sistemine sahip olmayı ve dayatılanı reddetmeyi aklından geçirmeyen bir nesil. Eğer bize eğitim ve birey değeri konusunda çok az şey veren hükümetlerin önünde eğilmeye devam edersek, kültürümüz ve demokrasi anlayışımızda hızla değişecek.

Demokratik bir toplum, kendisinin dışında bir otoriteyi, ilke olarak dışladığında, onun yerine, vatandaşlar arasında isteğe bağlı ilişkiler ekosistemi bulunmalıdır. Bu vatandaşlar arası ekosistem ise ancak eğitim tarafından yaratılabilir. Fakat, daha derinlemesine baktığımızda şunu görürüz ki demokrasi bir hükümet biçiminden daha fazla bir anlam taşır. Temel olarak, insani deneyimleri içinde yaymaya ve işbirlikçi kültüre dayalıdır. Her birey kendi yaptığını diğerlerinin yaptığına dayandırır ve başkalarının eylemlerinin kendisini yönlendireceğini düşünürse, ortak tutum ve ilişkide olan birçok bireyin yaygın ortamda sürekli uğraşları, insanları kendi yaptıklarının ve duygularının anlamını düşünmekte alıkoyan sınıf, ırk ve millet duvarlarının yıkılmasına neden olur.
Çok sayıda eğitimci tarafından sınıf demokrasinin kaynağı olarak tanımlanmıştır. Öğretmenler de demokrasinin tanımlayıcılarıdır. Bildiğimiz gibi soru sormak da anlam inşa etmenin temel unsurlarından birisidir. Ayrıca kolektif akılla ilgili demokratik çalışmalar da üretici ve yaratıcı soru sorulmasını kolaylaştırır. Sınıflarımızda demokratik yaşamı tüm ilkeleriyle uyguluyor muyuz?
Özetle, biz eğitimcilerin toplumsal olarak dönüşmek, demokrasi kültürü ile yoğrulmuş bir ekosistem olarak ülkemizi daha güzel günlere ulaştırmak için demokratik sınıflar oluşturma sorumluluğumuz var. Ama tüm yetişkinlerde çocuklarımıza model olma sorumluluklarını unutmamalılar…
Farklı fikirlerin ve farklılıkların saygıyla kabul edildiği, yaşanası bir demokratik toplum olma dileklerimle…
Kayhan Karlı
Kurucu
Yenilikçi Öğrenme ve Öğretme Merkezi
Twitter.com/kayhankarli
Son Güncelleme: Salı, 12 Ağustos 2014 10:25
Gösterim: 4612

