Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Üsküdar Üniversitesi NP Feneryolu Tıp Merkezinden Uzman Klinik Psikolog Seda Aydoğdu, çocuklarda görülen okul fobisinin nedenleri hakkında bilgiler ve ailelere tavsiyeler paylaştı.

cocukÇocuklarda ortaya çıkan okul fobisinin farklı nedenleri olabileceğini belirten uzmanlar, ailesinde kaygı bozukluğu olan çocukların okul fobisi geliştirebileceğini belirtiyor. Travmatik yaşam deneyimi, okul ortamında dışlanma ve akran zorbalığı da okul fobisine yol açabiliyor. Uzmanlar, okul fobisinde mide bulantısı, kusma, baş ağrısı, hızlı kalp çarpıntısı, nefes alışverişlerde zorlanma gibi birçok farklı belirtinin görülebildiğini kaydediyor. Uzmanlara göre, ebeveynler tarafından çocuğun okula gitmesine yönelik bir baskı ve ikna etme çabası olması durumunda, uyumsuz davranışlardan dolayı dışlanma ve etiketlenme gibi olumsuz sonuçlar yaşanabilir.

Belirtiler aniden ortaya çıkıyor

Okul fobisinin diğer fobi türlerinde olduğu gibi bireyin yoğun bir endişe hali yaşaması ve bu endişesini, kaygısını kontrol edememesi durumu olduğunu belirten Uzman Klinik Psikolog Seda Aydoğdu, “Okul fobisi yaşayan çocuklarda bu yoğun endişe ve kaygı hali, kendisini okul üzerinden gösteriyor. Okul fobisi, özellikle çocuğun okula gideceği günlerin akşamında veya okul sabahlarında fizyolojik bir rahatsızlıktan bağımsız olarak birden ortaya çıkarak mide bulantısı, kusma, baş ağrısı, hızlı kalp çarpıntısı, nefes alışverişlerde zorlanma gibi birçok farklı belirti şeklinde kendisini gösteriyor.” dedi.

Öfke nöbetleri görülebiliyor

Okul fobisinde fizyolojik belirtilere ek olarak ağlama, inatlaşma, küsme, saldırganlık ve yoğun bir şekilde ortaya çıkan öfke nöbetlerinin görülebildiğini vurgulayan Aydoğdu, “Okul fobisi yaşayan çocuklar, yoğun kaygı yaşadıkları bu zaman diliminde öfkelerini kontrol edemedikleri için kasılma yaşayabiliyor veya oyuncaklarına, kitaplarına zarar verme gibi davranışlar sergileyebiliyor. Temel bakım veren kişiler çocuğun o gün okula gitmemesine izin verirse bütün bu belirtiler ortadan kalkacaktır. Ancak yine okula gitmesi gerektiğinde aynı durumlar tekrarlayabilir ve çocuk okula gitmeyip evde kalmasına yönelik pazarlık etmeye çalışabilir.” diye konuştu.

Ailedeki kaygı bozukluğu da etkili olabiliyor

Uzman Klinik Psikolog Seda Aydoğdu, çocukların okul fobisi geliştirmek için birçok nedeni olduğunu söyledi ve sözlerine şöyle devam etti: “Bu nedenler arasında genetik geçiş göz ardı edilmemelidir. Ailesinde özellikle kaygı bozukluğu olan çocukların okul fobisi geliştirmeleri diğer çocuklara oranla fazla olduğu biliniyor. Bununla birlikte eğer çocuğun travmatik bir yaşam deneyimi olmuşsa tekrar zarar göreceğine dair korkuları, yoğun endişe ve kaygıları olabilir. Bu sebeple çoğunlukla kendisini güvenli gördüğü yerden yani evinden ayrılmak istemeyebilir. Bir diğer durum ise temel bakım veren kişiden ayrılmak istemediği için kaygı yaşayarak okula gitmek istemeyebilir. Burada çocuğun temel bakım veren ile kurduğu bağlanma ilişkisi ve ebeveynlik stili oldukça önemli. Tüm bunların yanında eğer çocuk okul ortamında dışlanıyorsa, zorbalığa maruz kalıyorsa veya akademik olarak yetersiz ise ve bu yetersizliği ile etiketlenmişse çocuğun yine okul fobisi geliştirme ihtimali oldukça yüksektir.”

Vakit kaybetmeden uzman desteği alınmalı

Okul fobisine sahip çocukların vakit kaybetmeden profesyonel bir destek almaları gerektiğini belirten Aydoğdu, “Çocuk okul fobisinden dolayı okula gitmek istemezken temel bakım veren kişiler çocuğun okula gitmesine yönelik bir baskı ve ikna etme çabası içinde oluyor. Bu durumda çocuk zorla okula götürülse bile uyumsuz davranışlarından dolayı okul ortamında dışlanabilir ve etiketlenebilir. Tüm bu süreçlerin önüne geçmek için olabildiğince erken dönemde profesyonel destek almaları oldukça önemli.” ifadelerini kullandı.

> Dikkat! Bu belirtiler okul fobisini işaret ediyor

Üsküdar Üniversitesi NP Feneryolu Tıp Merkezinden Uzman Klinik Psikolog Seda Aydoğdu, çocuklarda görülen okul fobisinin nedenleri hakkında bilgiler ve ailelere tavsiyeler paylaştı.

cocukÇocuklarda ortaya çıkan okul fobisinin farklı nedenleri olabileceğini belirten uzmanlar, ailesinde kaygı bozukluğu olan çocukların okul fobisi geliştirebileceğini belirtiyor. Travmatik yaşam deneyimi, okul ortamında dışlanma ve akran zorbalığı da okul fobisine yol açabiliyor. Uzmanlar, okul fobisinde mide bulantısı, kusma, baş ağrısı, hızlı kalp çarpıntısı, nefes alışverişlerde zorlanma gibi birçok farklı belirtinin görülebildiğini kaydediyor. Uzmanlara göre, ebeveynler tarafından çocuğun okula gitmesine yönelik bir baskı ve ikna etme çabası olması durumunda, uyumsuz davranışlardan dolayı dışlanma ve etiketlenme gibi olumsuz sonuçlar yaşanabilir.

Belirtiler aniden ortaya çıkıyor

Okul fobisinin diğer fobi türlerinde olduğu gibi bireyin yoğun bir endişe hali yaşaması ve bu endişesini, kaygısını kontrol edememesi durumu olduğunu belirten Uzman Klinik Psikolog Seda Aydoğdu, “Okul fobisi yaşayan çocuklarda bu yoğun endişe ve kaygı hali, kendisini okul üzerinden gösteriyor. Okul fobisi, özellikle çocuğun okula gideceği günlerin akşamında veya okul sabahlarında fizyolojik bir rahatsızlıktan bağımsız olarak birden ortaya çıkarak mide bulantısı, kusma, baş ağrısı, hızlı kalp çarpıntısı, nefes alışverişlerde zorlanma gibi birçok farklı belirti şeklinde kendisini gösteriyor.” dedi.

Öfke nöbetleri görülebiliyor

Okul fobisinde fizyolojik belirtilere ek olarak ağlama, inatlaşma, küsme, saldırganlık ve yoğun bir şekilde ortaya çıkan öfke nöbetlerinin görülebildiğini vurgulayan Aydoğdu, “Okul fobisi yaşayan çocuklar, yoğun kaygı yaşadıkları bu zaman diliminde öfkelerini kontrol edemedikleri için kasılma yaşayabiliyor veya oyuncaklarına, kitaplarına zarar verme gibi davranışlar sergileyebiliyor. Temel bakım veren kişiler çocuğun o gün okula gitmemesine izin verirse bütün bu belirtiler ortadan kalkacaktır. Ancak yine okula gitmesi gerektiğinde aynı durumlar tekrarlayabilir ve çocuk okula gitmeyip evde kalmasına yönelik pazarlık etmeye çalışabilir.” diye konuştu.

Ailedeki kaygı bozukluğu da etkili olabiliyor

Uzman Klinik Psikolog Seda Aydoğdu, çocukların okul fobisi geliştirmek için birçok nedeni olduğunu söyledi ve sözlerine şöyle devam etti: “Bu nedenler arasında genetik geçiş göz ardı edilmemelidir. Ailesinde özellikle kaygı bozukluğu olan çocukların okul fobisi geliştirmeleri diğer çocuklara oranla fazla olduğu biliniyor. Bununla birlikte eğer çocuğun travmatik bir yaşam deneyimi olmuşsa tekrar zarar göreceğine dair korkuları, yoğun endişe ve kaygıları olabilir. Bu sebeple çoğunlukla kendisini güvenli gördüğü yerden yani evinden ayrılmak istemeyebilir. Bir diğer durum ise temel bakım veren kişiden ayrılmak istemediği için kaygı yaşayarak okula gitmek istemeyebilir. Burada çocuğun temel bakım veren ile kurduğu bağlanma ilişkisi ve ebeveynlik stili oldukça önemli. Tüm bunların yanında eğer çocuk okul ortamında dışlanıyorsa, zorbalığa maruz kalıyorsa veya akademik olarak yetersiz ise ve bu yetersizliği ile etiketlenmişse çocuğun yine okul fobisi geliştirme ihtimali oldukça yüksektir.”

Vakit kaybetmeden uzman desteği alınmalı

Okul fobisine sahip çocukların vakit kaybetmeden profesyonel bir destek almaları gerektiğini belirten Aydoğdu, “Çocuk okul fobisinden dolayı okula gitmek istemezken temel bakım veren kişiler çocuğun okula gitmesine yönelik bir baskı ve ikna etme çabası içinde oluyor. Bu durumda çocuk zorla okula götürülse bile uyumsuz davranışlarından dolayı okul ortamında dışlanabilir ve etiketlenebilir. Tüm bu süreçlerin önüne geçmek için olabildiğince erken dönemde profesyonel destek almaları oldukça önemli.” ifadelerini kullandı.

Son Güncelleme: Salı, 12 Ekim 2021 14:00

Gösterim: 1097

Her ebeveyn çocuğunun mutlu ve keyifli olmasını, hayal kırıklığı yaşamamasını ve üzülmemesini ister. Fakat içinden geçtiğimiz dönem de gösterdi ki, bazen yönetemediğimiz dış etkiler sadece çocukların değil her insanın psikolojik dayanıklılığını test ediyor. Rezilyans olarak adlandırılan psikolojik dayanıklılık, çocukların zor durumlardan sonra tekrar ayağa kalkma becerisi olarak tanımlanıyor. Peki, ebeveynler çocuklarının psikolojik dayanıklılığını artırmak için neler yapmalı? DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Klinik Psikolog Ece Eryılmaz anlatıyor…

ece_eryilmaz_dbeHer yaştan insanın dayanıklılık sınavı verdiği bir yılı geride bıraktık. Yetişkin bireylerin bile yaşanan değişimlere ayak uydurmakta zorlandığı pandemi döneminde, okul rutinlerini kaybeden, sosyalleşme olanakları kısıtlanan ve neredeyse tüm günlerini ekran başında geçiren çocukların duygusal ve zihinsel sağlığı ebeveynler için son derece önemli bir sorun halini aldı. Ebeveynler hem içinden geçilen dönemin farklı boyuttaki zorluklarıyla başa çıkabilmek, hem de çocuklarının eğitim, sosyalleşme ve hareketsizlikten kaynaklı fiziksel ihtiyaçlarını daha iyi karşılayabilmek için daha fazla zaman ve emek sarf etmeye başladı. Bu zorlu dönemde, psikolojik dayanıklılık düzeyi ve zorluklarla baş etme becerisi yüksek olan çocuklar değişime daha hızlı ayak uydurdular. Korumacı ebeveynliğin çocuklar üzerindeki olumsuz etkisi de daha görünür bir hal aldı. Her ebeveyn çocuğunun hep mutlu ve keyifli olmasını, hiç üzülmemesini, hayal kırıklığı yaşamamasını ister. Fakat hayatta zorluklar ve hayal kırıklıkları da vardır. Çocuklar büyürken hayal kırıklığı ve stresle karşılaşmayacakları şekilde aşırı korumacı ebeveynlik tavırları sergilendiğinde, çocuklar gerçekçi bir dünyaya hazırlanmamış olurlar.

Psikolojik rezilyans nedir?
“Rezilyans” olumsuzluklara karşı hazırlıklı olma, stres ve travmayla başa çıkabilme, zor koşullara uyum sağlama, yıkıcı deneyimlerle bunlardan bir şeyler öğrenerek başa çıkma kapasitesidir. Hem ruhsal hem de fiziksel dayanıklılık ve esnekliktir. Psikolojik rezilyans yani dayanıklılık, zor durumlardan sonra tekrar ayağa kalkabilme becerisidir. Kısacası, ruhun bağışıklık sistemi ya da koruyucu kalkanı olarak da tanımlanabilir. Amerikan Psikoloji Derneği zorluklar, travma, trajedi, tehdit ya da stres koşullarına iyi uyum sağlayabilmeyi rezilyans olarak tanımlar. Stres altında, strese rağmen yüksek performans gösterebilmek psikolojik dayanıklılığı gösterir.

DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Klinik Psikolog Ece Eryılmaz, psikolojik rezilyansın çocukların gelişiminde çok önemli bir rol oynadığını ve çocuğun ihtiyaçlarını anlayan, çocuğun etrafında olan biteni algılamasına ve içsel dengeyi bulmasına yardımcı olarak bakım veren ailelerin uzun vadede çocuğun psikolojik olarak dayanıklı olmasına da katkı sağlamış olacaklarını ifade etti. Eryılmaz, “Çocuklar büyürken hayal kırıklığı ve stresle karşılamayacakları şekilde aşırı korumacı ebeveynlik tavırları sergilediğimizde, onları gerçekçi bir dünyaya hazırlamamış oluruz. Zorluklarla karşılaştıklarında, olaylara meydan okuyarak onlarla başa çıkabildiklerini deneyimledikçe tatmin olurlar. Zorlukların üstesinden gelebilme becerisi, ileride kendi ayakları üzerinde durabilmeleri ve başarılı olabilmeleri açısından önemlidir” dedi.

Psikolojik dayanıklılığı etkileyen 3 temel faktör

Klinik Psikolog Ece Eryılmaz, çocuklarda psikolojik dayanıklılığın oluşabilmesi için üç temel faktörün gerekli olduğunu, bu faktörlerin çocukların psikolojik dayanıklılıklarında kritik rol oynadıklarını belirtti: Bunlardan ilki çocuğun güvende olduğunu hissetmesi, diğeri özgüven sahibi olması, başaracağına dair inanca sahip olması ve üçüncüsü kendi sınırlarını, yapabileceklerini iyi bilerek dayanıklılığını doğru tahmin etmesi. Ece Eryılmaz “Psikolojik dayanıklılık, zor durumlarda kırılmadan bükülebilme ve olay geçtikten sonra da eski şekline dönebilme kapasitesidir. Olumsuzluklar karşısında iyimser bir tutum sergilemek ve kendine güvenerek, bunlarla başa çıkabilmek için uğraşmaktır. Psikolojik olarak dayanıklı olan çocukların duygusal gücü de vardır. Bu da çocuğun hayatta karşılaştığı problemlerle mücadele edebilme gücünün olması demektir. Böylece birey; çocukluktan ergenliğe, ergenlikten yetişkinliğe yaşam başarısı olan bir kişiye dönüşür. Ebeveynler olarak hayatın inişli çıkışlı olduğunu ve stresli durumların var olduğunu kabul ederek, çocukların da bu zorluklarla yüzleşebilmesine ve bunlarla baş ettiğinde güçlenerek büyümesine destek olabilmek, çocuklara verebileceğimiz en büyük armağandır” dedi.

Aileler çocuklarının psikolojik dayanıklılığını artırmak için neler yapabilir?

Çocuğun fiziksel ihtiyaçları kadar duygusal ihtiyaçlarını da karşılayabilmek.
Çocuk ile ebeveyn arasındaki ilişki çok önemlidir. Şefkatli, sevgi dolu, çocuğun ihtiyaçlarını anlayan ve bunları karşılayan, tutarlı ve sınırları belirgin olan ebeveyne sahip çocuklar kendini gerçekleştiren, mutlu bir çocuk ve ileride de mutlu bir yetişkin olurlar.
Aşırı korumacı olmamak. Çocuğun üzülmesine veya başarısız olmasına da izin verebilmek.
“Bu durumun senin için zor olduğunu biliyorum. Senin yanındayım. Bunun üstesinden gelebilirsin” diyebilmek.
Çocuğa kendisinin değerli ve özel olduğunu hissettirebilmek. Çocuğun şimdi ve burada onunla olduğunuzu hissedebilmesi. Bunun için birlikte gülebilmek, kahkaha atmak, oyun oynamak, saçmalamak.
Çocuğun kendisini yeterli ve yetkin hissedebilmesi için bir şeyleri ne kadar harika yaptığına değil ne kadar çabaladığına ve pes etmeden nasıl da devam edebildiğine vurgu yapmak.
Çocuğun yaşadıklarını ve anlattıklarını merakla dinlemek. Zor durumlarda, olumsuz olaylarda nasıl hissettiğini anlamak ve birlikte konuşmak. Bu zor durum karşısında nasıl baş edebileceği konusunda fikirler vermek yerine, kendisinin çözüm yolları bulabilmesi için çocuğu teşvik edebilmek.

> Pandemi döneminde çocukların psikolojik dayanıklılığı nasıl artırılır?

Her ebeveyn çocuğunun mutlu ve keyifli olmasını, hayal kırıklığı yaşamamasını ve üzülmemesini ister. Fakat içinden geçtiğimiz dönem de gösterdi ki, bazen yönetemediğimiz dış etkiler sadece çocukların değil her insanın psikolojik dayanıklılığını test ediyor. Rezilyans olarak adlandırılan psikolojik dayanıklılık, çocukların zor durumlardan sonra tekrar ayağa kalkma becerisi olarak tanımlanıyor. Peki, ebeveynler çocuklarının psikolojik dayanıklılığını artırmak için neler yapmalı? DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Klinik Psikolog Ece Eryılmaz anlatıyor…

ece_eryilmaz_dbeHer yaştan insanın dayanıklılık sınavı verdiği bir yılı geride bıraktık. Yetişkin bireylerin bile yaşanan değişimlere ayak uydurmakta zorlandığı pandemi döneminde, okul rutinlerini kaybeden, sosyalleşme olanakları kısıtlanan ve neredeyse tüm günlerini ekran başında geçiren çocukların duygusal ve zihinsel sağlığı ebeveynler için son derece önemli bir sorun halini aldı. Ebeveynler hem içinden geçilen dönemin farklı boyuttaki zorluklarıyla başa çıkabilmek, hem de çocuklarının eğitim, sosyalleşme ve hareketsizlikten kaynaklı fiziksel ihtiyaçlarını daha iyi karşılayabilmek için daha fazla zaman ve emek sarf etmeye başladı. Bu zorlu dönemde, psikolojik dayanıklılık düzeyi ve zorluklarla baş etme becerisi yüksek olan çocuklar değişime daha hızlı ayak uydurdular. Korumacı ebeveynliğin çocuklar üzerindeki olumsuz etkisi de daha görünür bir hal aldı. Her ebeveyn çocuğunun hep mutlu ve keyifli olmasını, hiç üzülmemesini, hayal kırıklığı yaşamamasını ister. Fakat hayatta zorluklar ve hayal kırıklıkları da vardır. Çocuklar büyürken hayal kırıklığı ve stresle karşılaşmayacakları şekilde aşırı korumacı ebeveynlik tavırları sergilendiğinde, çocuklar gerçekçi bir dünyaya hazırlanmamış olurlar.

Psikolojik rezilyans nedir?
“Rezilyans” olumsuzluklara karşı hazırlıklı olma, stres ve travmayla başa çıkabilme, zor koşullara uyum sağlama, yıkıcı deneyimlerle bunlardan bir şeyler öğrenerek başa çıkma kapasitesidir. Hem ruhsal hem de fiziksel dayanıklılık ve esnekliktir. Psikolojik rezilyans yani dayanıklılık, zor durumlardan sonra tekrar ayağa kalkabilme becerisidir. Kısacası, ruhun bağışıklık sistemi ya da koruyucu kalkanı olarak da tanımlanabilir. Amerikan Psikoloji Derneği zorluklar, travma, trajedi, tehdit ya da stres koşullarına iyi uyum sağlayabilmeyi rezilyans olarak tanımlar. Stres altında, strese rağmen yüksek performans gösterebilmek psikolojik dayanıklılığı gösterir.

DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Klinik Psikolog Ece Eryılmaz, psikolojik rezilyansın çocukların gelişiminde çok önemli bir rol oynadığını ve çocuğun ihtiyaçlarını anlayan, çocuğun etrafında olan biteni algılamasına ve içsel dengeyi bulmasına yardımcı olarak bakım veren ailelerin uzun vadede çocuğun psikolojik olarak dayanıklı olmasına da katkı sağlamış olacaklarını ifade etti. Eryılmaz, “Çocuklar büyürken hayal kırıklığı ve stresle karşılamayacakları şekilde aşırı korumacı ebeveynlik tavırları sergilediğimizde, onları gerçekçi bir dünyaya hazırlamamış oluruz. Zorluklarla karşılaştıklarında, olaylara meydan okuyarak onlarla başa çıkabildiklerini deneyimledikçe tatmin olurlar. Zorlukların üstesinden gelebilme becerisi, ileride kendi ayakları üzerinde durabilmeleri ve başarılı olabilmeleri açısından önemlidir” dedi.

Psikolojik dayanıklılığı etkileyen 3 temel faktör

Klinik Psikolog Ece Eryılmaz, çocuklarda psikolojik dayanıklılığın oluşabilmesi için üç temel faktörün gerekli olduğunu, bu faktörlerin çocukların psikolojik dayanıklılıklarında kritik rol oynadıklarını belirtti: Bunlardan ilki çocuğun güvende olduğunu hissetmesi, diğeri özgüven sahibi olması, başaracağına dair inanca sahip olması ve üçüncüsü kendi sınırlarını, yapabileceklerini iyi bilerek dayanıklılığını doğru tahmin etmesi. Ece Eryılmaz “Psikolojik dayanıklılık, zor durumlarda kırılmadan bükülebilme ve olay geçtikten sonra da eski şekline dönebilme kapasitesidir. Olumsuzluklar karşısında iyimser bir tutum sergilemek ve kendine güvenerek, bunlarla başa çıkabilmek için uğraşmaktır. Psikolojik olarak dayanıklı olan çocukların duygusal gücü de vardır. Bu da çocuğun hayatta karşılaştığı problemlerle mücadele edebilme gücünün olması demektir. Böylece birey; çocukluktan ergenliğe, ergenlikten yetişkinliğe yaşam başarısı olan bir kişiye dönüşür. Ebeveynler olarak hayatın inişli çıkışlı olduğunu ve stresli durumların var olduğunu kabul ederek, çocukların da bu zorluklarla yüzleşebilmesine ve bunlarla baş ettiğinde güçlenerek büyümesine destek olabilmek, çocuklara verebileceğimiz en büyük armağandır” dedi.

Aileler çocuklarının psikolojik dayanıklılığını artırmak için neler yapabilir?

Çocuğun fiziksel ihtiyaçları kadar duygusal ihtiyaçlarını da karşılayabilmek.
Çocuk ile ebeveyn arasındaki ilişki çok önemlidir. Şefkatli, sevgi dolu, çocuğun ihtiyaçlarını anlayan ve bunları karşılayan, tutarlı ve sınırları belirgin olan ebeveyne sahip çocuklar kendini gerçekleştiren, mutlu bir çocuk ve ileride de mutlu bir yetişkin olurlar.
Aşırı korumacı olmamak. Çocuğun üzülmesine veya başarısız olmasına da izin verebilmek.
“Bu durumun senin için zor olduğunu biliyorum. Senin yanındayım. Bunun üstesinden gelebilirsin” diyebilmek.
Çocuğa kendisinin değerli ve özel olduğunu hissettirebilmek. Çocuğun şimdi ve burada onunla olduğunuzu hissedebilmesi. Bunun için birlikte gülebilmek, kahkaha atmak, oyun oynamak, saçmalamak.
Çocuğun kendisini yeterli ve yetkin hissedebilmesi için bir şeyleri ne kadar harika yaptığına değil ne kadar çabaladığına ve pes etmeden nasıl da devam edebildiğine vurgu yapmak.
Çocuğun yaşadıklarını ve anlattıklarını merakla dinlemek. Zor durumlarda, olumsuz olaylarda nasıl hissettiğini anlamak ve birlikte konuşmak. Bu zor durum karşısında nasıl baş edebileceği konusunda fikirler vermek yerine, kendisinin çözüm yolları bulabilmesi için çocuğu teşvik edebilmek.

Son Güncelleme: Cumartesi, 10 Nisan 2021 15:34

Gösterim: 1477

Pandeminin gölgesinde bir eğitim-öğretim döneminin daha sonuna gelinirken Acıbadem Maslak Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog Dilara Yamanlar, zillerin online çalıp karnelerin online alınacağı bu eğitim döneminin sonunda anne babaların çocuklarına yapıcı ve şefkatli yaklaşmalarının son derece önemli olduğunu vurguluyor. Uzman Klinik Psikolog Dilara Yamanlar, online karneye 9 doğru yaklaşımı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.


dilara_yamanlarİyi notlara odaklanın

Zor bir süreçten geçiyoruz ve bu süreç en çok da çocuklara zor. Bunu fark ettiğinizi söylemek, bu süreci yönetmeye dair olan çabasını takdir ederek söze başlamak, bu zor dönemde onun yanında olduğunuzu hissettirecek ve ona iyi gelecektir. Öncelikle kötü notlara değil daha iyi olan notlara odaklanın. Bu tutum çocuğunuzun kendine olan güveninin biraz daha yerine gelmesini sağlayacaktır.

 

Etiketleme yapmaktan kaçının

“Tembelsin”, “başarısızsın” ya da “zekisin ama çalışmıyorsun” gibi etiketler çocuğunuzun da kendisini bu şekilde kabul etmesine ve bir şeyler için çabalamamasına sebep olabilir. Bunun yerine “ne kadar çabaladığını görüyorum ve bunu takdir ediyorum” ya da “yorulduğunun ve bunaldığının farkındayım ama bu dönemsel bir durum, çabaladığın ve azmettiğin birçok olaya şahit oldum, bu süreci de en güzel şekilde atlatacağına benim inancım tam” şeklinde motivasyonel konuşmalar çocuğunuzun kendisine inanmasını ve enerjisini yükseltmesini sağlayacaktır.

 

Kıyaslama yapmayın

Her çocuk anne ve babası için özel ve biricik olmak ister; kıyaslama çocuğun kendisini yetersiz hissetmesine ve motivasyonunun kırılmasına sebep olabilir. Bu nedenle arkadaşlarıyla ya da yaşıtı başka çocuklarla kıyaslama yapmaktan kaçının. 

Kendinizden örnek verin

Geçmişte yaşadığınız benzer olumsuzluklardan söz edin; çocuklar bazen yaşadıkları olumsuzlukların sadece kendi başlarına geldiğini ve bu konuda yapayalnız olduklarını düşünebilirler. Sizin de benzer konularda zorlandığınızı aynı süreçlerden geçtiğinizi duymak ona yalnız olmadığını hissettirecek ve iyi gelecektir. Örneğin; tüm sınıfın iyi olduğu bir dersten kendisi çok kötü sonuçlar aldığında “benim de senin yaşlarındayken çok benzer bir olay başıma gelmişti, kendimi çok kötü hissetmiştim ama sonra toparlayabileceğime inandım ve bir şekilde toparladım, senin de bunu düzelteceğine inancım tam” gibi bir tutum hem çocuğunuz ile sizin aranızdaki bağı güçlendirecek hem de onun motivasyonunu arttıracaktır.

Ceza ve ödülden uzak durun

Uzman Klinik Psikolog Dilara Yamanlar “Karneye bağlı cezalardan veya ödülden uzak durmaya çalışın; çalışma ve başarı bir ödüle bağlandığında burada farklı bir koşullanma oluşturabiliriz ve bu durum çocuğun tüm hayatına etki edebilir. Sadece ceza almamak için bir şeyler yapan, istek ve azim gibi güçlü özellikleri kullanmayan, haliyle kendisini aktif bir mutsuzluğun içinde bulan bir birey haline dönüşebileceği gibi, sadece ödül alacağı konularda çaba gösteren ya da ödülü yetersiz bulduğunda çabalamayan bir birey haline dönüşmesine de sebep olabilir.” diyor. 

 

Okulla diyaloğunuzu artırın

Öğretmenlerle, rehberlik servisi ile ve okulla diyaloğunuzu arttırın; ilgili bir ebeveyn olmak, baskı yaratmadan arka fonda bir şeyleri takip etmek karne döneminde minik şoklar yaşamanızı engelleyecektir ve gelen karneyi tahmin edeceğiniz için vereceğiniz tepkiler daha ölçülü olacaktır.

 

‘Ben’ dilini kullanın

‘Ben’ dili suçlayıcı olmayan ve çözüm odaklı bir iletişim tekniğidir. Örneğin, çocuğunuzun karnesinde birden fazla düşük not gördüğünüzde “sen nasıl bu notları alırsın, hiç çalışmıyorsun, başaramayacaksın’ demek yerine ‘şu birkaç notu gördüğümde biraz üzüldüm ve şaşırdım, bu notları yükseltmek için ne yapılmasını öneriyorsun? Gel bu konuyu oturup birlikte konuşalım, ailen olarak bizim yapabileceğimiz bir şey var mı?” şeklinde yaklaşın. ‘Ben’ dilinin en önemli özelliği ilk olarak kendi duygularınızı dile getirmektir sonrasında sorundan bahsedip bu konuyla ilgili sizin yapabileceğiniz bir şey var mı diye sorup karşımızdaki kişiden bir çözüm önerisi istemek diyaloğun yapıcı bir şekilde gelişmesini ve çözüm önerilerine ulaşmanızı sağlayacaktır. 

 

Soruna değil çözüme odaklanın

Soruna odaklanmak karşımıza birçok sorun çıkartacak, çözüme odaklanmak ise bir şekilde bizi çözüme ulaştıracaktır. Örneğin; “2 tane zayıfın var, geçen sene de böyleydi zaten çalışmadığın için bunlar başına geliyor, ben bu zayıf notlardan çok sıkıldım’ derken bu konuşma üç sene önceki zayıf notlara kadar gider; dolayısıyla sadece sorunları konuşur ve çözümden hızla uzaklaşırız. Bunun yerine “Tamam 2 tane zayıf not var, bunlarla ilgili ne yapabiliriz, normal düzenimizdeki neyi değiştirirsek bu zayıf notlar yükselmeye başlar? Hadi sırayla birkaç öneride bulunalım sonrasında minik adımlarla başlamayı deneriz” şeklindeki yaklaşım ise bizi bir süre sonra çözüme götürecektir.

 

Yanında olduğunuzu hissettirin

Uzman Klinik Psikolog Dilara Yamanlar “Okul başarısı dışında çocuğunuzun pozitif yönlerinden bahsetmek ve her zaman yanında olduğunuzu hissettirmek ve ‘Hadi karneyi bir kenara bırakalım şimdi herkes birbirinin sevdiği bir özelliğini söylesin’  şeklinde basit bir oyun oynamak çok güçlü etkileri beraberinde getirecektir. Aile bağlarını güçlendiren, pozitif yönlerin fark edilmesini sağlayan ve pekiştiren bu oyunu sadece karne günü değil sık sık oynamanızı öneririm. Günün sonunda ‘kötü notların da olabilir iyi notların da, bir şekilde hepsi çözülür, en değerli şey sensin ve biz senin her zaman yanındayız’ ile kapanış yapmak hem size hem de çocuğunuza iyi geleceği gibi zorluklarla tek başına savaşmadığını, ailesinin desteğinin her zaman bir adım gerisinde olduğunu hissettirecektir.” diyor. 

> ONLINE KARNEYE 9 DOĞRU YAKLAŞIM

Pandeminin gölgesinde bir eğitim-öğretim döneminin daha sonuna gelinirken Acıbadem Maslak Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog Dilara Yamanlar, zillerin online çalıp karnelerin online alınacağı bu eğitim döneminin sonunda anne babaların çocuklarına yapıcı ve şefkatli yaklaşmalarının son derece önemli olduğunu vurguluyor. Uzman Klinik Psikolog Dilara Yamanlar, online karneye 9 doğru yaklaşımı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.


dilara_yamanlarİyi notlara odaklanın

Zor bir süreçten geçiyoruz ve bu süreç en çok da çocuklara zor. Bunu fark ettiğinizi söylemek, bu süreci yönetmeye dair olan çabasını takdir ederek söze başlamak, bu zor dönemde onun yanında olduğunuzu hissettirecek ve ona iyi gelecektir. Öncelikle kötü notlara değil daha iyi olan notlara odaklanın. Bu tutum çocuğunuzun kendine olan güveninin biraz daha yerine gelmesini sağlayacaktır.

 

Etiketleme yapmaktan kaçının

“Tembelsin”, “başarısızsın” ya da “zekisin ama çalışmıyorsun” gibi etiketler çocuğunuzun da kendisini bu şekilde kabul etmesine ve bir şeyler için çabalamamasına sebep olabilir. Bunun yerine “ne kadar çabaladığını görüyorum ve bunu takdir ediyorum” ya da “yorulduğunun ve bunaldığının farkındayım ama bu dönemsel bir durum, çabaladığın ve azmettiğin birçok olaya şahit oldum, bu süreci de en güzel şekilde atlatacağına benim inancım tam” şeklinde motivasyonel konuşmalar çocuğunuzun kendisine inanmasını ve enerjisini yükseltmesini sağlayacaktır.

 

Kıyaslama yapmayın

Her çocuk anne ve babası için özel ve biricik olmak ister; kıyaslama çocuğun kendisini yetersiz hissetmesine ve motivasyonunun kırılmasına sebep olabilir. Bu nedenle arkadaşlarıyla ya da yaşıtı başka çocuklarla kıyaslama yapmaktan kaçının. 

Kendinizden örnek verin

Geçmişte yaşadığınız benzer olumsuzluklardan söz edin; çocuklar bazen yaşadıkları olumsuzlukların sadece kendi başlarına geldiğini ve bu konuda yapayalnız olduklarını düşünebilirler. Sizin de benzer konularda zorlandığınızı aynı süreçlerden geçtiğinizi duymak ona yalnız olmadığını hissettirecek ve iyi gelecektir. Örneğin; tüm sınıfın iyi olduğu bir dersten kendisi çok kötü sonuçlar aldığında “benim de senin yaşlarındayken çok benzer bir olay başıma gelmişti, kendimi çok kötü hissetmiştim ama sonra toparlayabileceğime inandım ve bir şekilde toparladım, senin de bunu düzelteceğine inancım tam” gibi bir tutum hem çocuğunuz ile sizin aranızdaki bağı güçlendirecek hem de onun motivasyonunu arttıracaktır.

Ceza ve ödülden uzak durun

Uzman Klinik Psikolog Dilara Yamanlar “Karneye bağlı cezalardan veya ödülden uzak durmaya çalışın; çalışma ve başarı bir ödüle bağlandığında burada farklı bir koşullanma oluşturabiliriz ve bu durum çocuğun tüm hayatına etki edebilir. Sadece ceza almamak için bir şeyler yapan, istek ve azim gibi güçlü özellikleri kullanmayan, haliyle kendisini aktif bir mutsuzluğun içinde bulan bir birey haline dönüşebileceği gibi, sadece ödül alacağı konularda çaba gösteren ya da ödülü yetersiz bulduğunda çabalamayan bir birey haline dönüşmesine de sebep olabilir.” diyor. 

 

Okulla diyaloğunuzu artırın

Öğretmenlerle, rehberlik servisi ile ve okulla diyaloğunuzu arttırın; ilgili bir ebeveyn olmak, baskı yaratmadan arka fonda bir şeyleri takip etmek karne döneminde minik şoklar yaşamanızı engelleyecektir ve gelen karneyi tahmin edeceğiniz için vereceğiniz tepkiler daha ölçülü olacaktır.

 

‘Ben’ dilini kullanın

‘Ben’ dili suçlayıcı olmayan ve çözüm odaklı bir iletişim tekniğidir. Örneğin, çocuğunuzun karnesinde birden fazla düşük not gördüğünüzde “sen nasıl bu notları alırsın, hiç çalışmıyorsun, başaramayacaksın’ demek yerine ‘şu birkaç notu gördüğümde biraz üzüldüm ve şaşırdım, bu notları yükseltmek için ne yapılmasını öneriyorsun? Gel bu konuyu oturup birlikte konuşalım, ailen olarak bizim yapabileceğimiz bir şey var mı?” şeklinde yaklaşın. ‘Ben’ dilinin en önemli özelliği ilk olarak kendi duygularınızı dile getirmektir sonrasında sorundan bahsedip bu konuyla ilgili sizin yapabileceğiniz bir şey var mı diye sorup karşımızdaki kişiden bir çözüm önerisi istemek diyaloğun yapıcı bir şekilde gelişmesini ve çözüm önerilerine ulaşmanızı sağlayacaktır. 

 

Soruna değil çözüme odaklanın

Soruna odaklanmak karşımıza birçok sorun çıkartacak, çözüme odaklanmak ise bir şekilde bizi çözüme ulaştıracaktır. Örneğin; “2 tane zayıfın var, geçen sene de böyleydi zaten çalışmadığın için bunlar başına geliyor, ben bu zayıf notlardan çok sıkıldım’ derken bu konuşma üç sene önceki zayıf notlara kadar gider; dolayısıyla sadece sorunları konuşur ve çözümden hızla uzaklaşırız. Bunun yerine “Tamam 2 tane zayıf not var, bunlarla ilgili ne yapabiliriz, normal düzenimizdeki neyi değiştirirsek bu zayıf notlar yükselmeye başlar? Hadi sırayla birkaç öneride bulunalım sonrasında minik adımlarla başlamayı deneriz” şeklindeki yaklaşım ise bizi bir süre sonra çözüme götürecektir.

 

Yanında olduğunuzu hissettirin

Uzman Klinik Psikolog Dilara Yamanlar “Okul başarısı dışında çocuğunuzun pozitif yönlerinden bahsetmek ve her zaman yanında olduğunuzu hissettirmek ve ‘Hadi karneyi bir kenara bırakalım şimdi herkes birbirinin sevdiği bir özelliğini söylesin’  şeklinde basit bir oyun oynamak çok güçlü etkileri beraberinde getirecektir. Aile bağlarını güçlendiren, pozitif yönlerin fark edilmesini sağlayan ve pekiştiren bu oyunu sadece karne günü değil sık sık oynamanızı öneririm. Günün sonunda ‘kötü notların da olabilir iyi notların da, bir şekilde hepsi çözülür, en değerli şey sensin ve biz senin her zaman yanındayız’ ile kapanış yapmak hem size hem de çocuğunuza iyi geleceği gibi zorluklarla tek başına savaşmadığını, ailesinin desteğinin her zaman bir adım gerisinde olduğunu hissettirecektir.” diyor. 

Son Güncelleme: Çarşamba, 20 Ocak 2021 15:34

Gösterim: 3981

İlkokul birinci sınıftan itibaren teşhis edilebilen özgül öğrenme güçlüğü, çocuğun akademik başarısını ve geleceğini etkileyebiliyor. Özgül öğrenme güçlüğünün çocuğun elinde olan bir isteksizlik ve reddetme durumu olmadığını vurgulayan uzmanlar, çocuğu suçlayıcı yaklaşımlardan uzak durulması gerektiğini belirtiyor. Özgül öğrenme güçlüğüne erken müdahalenin önemine işaret eden uzmanlar, tedavinin aksatılmaması gerektiğine dikkat çekiyor.

neriman_kilit_uskudarÜsküdar Üniversitesi NP Feneryolu Tıp Merkezi Çocuk ve Ergen Psikiyatri Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, özgül öğrenme güçlüğüne ilişkin önemli bilgiler paylaştı.

Özgül öğrenme güçlüğü bir rahatsızlıktır

Özgül öğrenme güçlüğünün öncelikle ebeveynler tarafından bir rahatsızlık olarak kabul edilmesi gerektiğini belirten Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, “Çocuğun elinde olan bir isteksizlik ve reddetme durumu değil. O yüzden bunu bilerek müdahale etmek lazım. Yalnız bu noktada yine unutulmaması gereken durum, çocuğun normal bir zekâya sahip olduğudur. Gerektiği şekilde tedavi edilir, dikkatli bir şekilde yardımcı olunur, desteklenirse çocuğun yapamayacağı hiçbir şeyin olmadığını mutlaka bilmek gerekiyor” dedi.

Ne suçlayıcı ne de kabullenici bir tarz benimseyin

Ailelerin dengeli ve ortalama bir yaklaşım tarzına sahip olması gerektiğini kaydeden Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, “‘Sen istediğin için yapmıyorsun, istesen yaparsın’, ‘Tembel olduğun için yapmıyorsun, gerekli ilgiliyi ve dikkati vermediğin için böyle oluyor’ gibi cümlelerle çocuğa aşırı derecede suçlayıcı yaklaşılmamalı. ‘Çocuğum hiç çalışmıyor, bu zaten bir rahatsızlıkmış, notları düşük olsa da yavaş yavaş öğrenir’ gibi aşırı derecede kabullenici yaklaşım da doğru değil, daha arada bir tavırla yaklaşmak gerekiyor. Bu durumun tedavi edilebilen bir rahatsızlık olduğu, çocuğa kendisini de istekli olması, çaba göstermesi, belirli bir noktaya gelinceye kadar daha fazla çalışması gerektiği söylenebilir” diye konuştu.

İlkokul birinci sınıfta teşhis konuyor

Özgül öğrenme bozukluğunun nörogelişimsel bir rahatsızlık olduğunu aktaran Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, nörogelişimsel rahatsızlıkların beynin yapısal ve fonksiyonel farklılıklarından kaynaklanan ve genellikle ömür boyu az veya çok kalıcı olan rahatsızlıklar olduğunu söyledi.

Özgül öğrenme güçlüğünün aynı zamanda poligenik yani doğuştan gelen bir rahatsızlık olduğunu da vurgulayan Kilit, genel olarak kendini okuma ve yazma sıkıntıları ile ortaya koyduğu için en fazla ilkokul birinci veya ikinci sınıfta teşhis edildiğini ifade etti. Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit,“Özgül öğrenme güçlüğü, akademik anlamdaki sıkıntılardan ileri gelir ve özgül öğrenme güçlüğü olan çocuklar, normal zeka ve yüksek zekalı çocuklardır. Diğer alanlarda çok ciddi problemler yaşamazlar” diye konuştu.

Basit okuma ve yazma sıkıntıları uyarı kabul edilmeli

“Bu çocuklar derslerin, konuların daha fazla ve belki de farklı şekilde tekrar anlatılmasına, birebir anlatılmasına ihtiyaç duyan çocuklardır” diyen Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, “Bu çocuklar normal okullarına devam etmeli ama bunun yanında özel eğitim almalıdırlar. Çünkü disleksi ne kadar ömür boyu süren bir rahatsızlıktır demiş olsak da erken konulan teşhis ve erken başlatılan özgül öğrenme güçlüğü çalışmalarıyla bu çocukların hak ettiği eğitimi alabilmeleri ile hedefledikleri noktalara ulaşmaları, üniversiteler bitirmeleri, başarılı insanlar haline gelmeleri son derece mümkündür. Tedaviyle çok daha silik semptomlarla yetişkinliklerine geçip özel hayatlarında, iş hayatlarında belli başarıyı elde edebilmeleri mümkün bir durumdur. Unutulmaması gereken, öğretmenlerin ve ebeveynlerin iyi gözlem yapması, ilk başlangıçta zekasıyla uyumsuz derecede basit olabilecek okuma ve yazma sıkıntıları gördüklerinde uzmana danışmalarında fayda var” diye konuştu.

Disleksi, disgrafi ve diskalkuli birlikte görülebiliyor

Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, ilkokul birinci sınıfta okuma ve yazmanın başlaması ile birlikte bu çocuklarda okuma gecikmesi yaşanmaya başlandığını belirterek bu çocukların bazı harfleri hiç tanımayabileceklerini, imla hatalarına çok açık, harfleri birbirine karıştırmaya müsait ve okurken ya da yazarken hece atlamaya veya eklemeye yatkın olduklarını aktardı. Neriman Kilit, “Daha ileri süreçte özellikle çarpmadan sonra matematik problemleri ile de karşı karşıya kalırlar. Çünkü genel anlamda okuma zorluğu olan disleksi, yazma zorluğu olan disgrafi ve matematik ile ilgili olan diskalkuli beraber çok sık görülür. Bunların arasında en sık görülen disleksi olmasına rağmen az veya çok beraber görülmesi aslında bizim en sık karşılaştığımız tablodur” diye konuştu.

Özgül öğrenme güçlüğü mutlaka tedavi edilmeli

Özgül öğrenme güçlüğünün tedavi edilmediği durumda normal zeka hatta yüksek zekaya sahip olabilen çocukların okuma ve yazmayı bile öğrenemeyecek, basit para hesabı yapamayacak, günlük hayatını organize edemeyecek bir hale gelebileceği uyarısında bulunan Neriman Kilit, “Tabii ki bu durumun yarattığı özgüven düşüklüğünü, duygu durumla ilgili sıkıntıları da düşündüğümüz zaman bu çocuklar hak ettikleri yere gelemezler, ek psikiyatrik rahatsızlıklar geliştirebilirler. İşlevselliklerinde çok ciddi düşüş ortaya çıkabilir. Mutlaka tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlıktır” diye konuştu.

Tedavi çocuğun özgüveni için gerekli

Bu çocukların normal zeka hatta yüksek zekalı olabileceklerini belirten Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, müdahale edilmemesi halinde ilerleyen süreçlerde kaygı bozuklukları, depresyon gibi duygu durum bozuklukları yaşanabileceğini ifade etti. Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, “Bu tip sıkıntılar yaşayabileceği için bunların da tedavi edilmesi, çocuğun öz güveninin desteklenmesi çok gereklidir. Özel eğitimin yakalandığı an başlaması çok önemlidir. Çünkü okul reddine, erken okul bırakmalara kadar giden ve çocuğu depresyon, kaygı bozukluğu teşhisi alabilecek duruma sokan bir hale gelebilir” uyarısında bulundu.

Mutlaka uzman desteği alınmalı

Özgül öğrenme güçlüğünün tedavisinin bir parçasının da özel eğitim olduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, ancak özel eğitimin de okullardaki okutulan matematik ve Türkçe derslerinin aynı şekilde anlatılması olmadığının altını çizdi. Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, “Özel eğitim, özel eğitmenler tarafından yani farklı algılayan, farklı şekilde anlayan çocuklara, farklı yöntemlerle anlatabilme kapasitesine sahip olan ve bu yönde eğitim almış özel eğitmenler tarafından verilecek olan eğitimdir. Çünkü zaten bu çocuklar normal derslerine arkadaşları ile birlikte girmeye devam edecekler. Onun yanında bu özel eğitim sunulmalıdır” diye konuştu.

> Özgül öğrenme güçlüğü hangi sorunlara yol açıyor?

İlkokul birinci sınıftan itibaren teşhis edilebilen özgül öğrenme güçlüğü, çocuğun akademik başarısını ve geleceğini etkileyebiliyor. Özgül öğrenme güçlüğünün çocuğun elinde olan bir isteksizlik ve reddetme durumu olmadığını vurgulayan uzmanlar, çocuğu suçlayıcı yaklaşımlardan uzak durulması gerektiğini belirtiyor. Özgül öğrenme güçlüğüne erken müdahalenin önemine işaret eden uzmanlar, tedavinin aksatılmaması gerektiğine dikkat çekiyor.

neriman_kilit_uskudarÜsküdar Üniversitesi NP Feneryolu Tıp Merkezi Çocuk ve Ergen Psikiyatri Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, özgül öğrenme güçlüğüne ilişkin önemli bilgiler paylaştı.

Özgül öğrenme güçlüğü bir rahatsızlıktır

Özgül öğrenme güçlüğünün öncelikle ebeveynler tarafından bir rahatsızlık olarak kabul edilmesi gerektiğini belirten Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, “Çocuğun elinde olan bir isteksizlik ve reddetme durumu değil. O yüzden bunu bilerek müdahale etmek lazım. Yalnız bu noktada yine unutulmaması gereken durum, çocuğun normal bir zekâya sahip olduğudur. Gerektiği şekilde tedavi edilir, dikkatli bir şekilde yardımcı olunur, desteklenirse çocuğun yapamayacağı hiçbir şeyin olmadığını mutlaka bilmek gerekiyor” dedi.

Ne suçlayıcı ne de kabullenici bir tarz benimseyin

Ailelerin dengeli ve ortalama bir yaklaşım tarzına sahip olması gerektiğini kaydeden Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, “‘Sen istediğin için yapmıyorsun, istesen yaparsın’, ‘Tembel olduğun için yapmıyorsun, gerekli ilgiliyi ve dikkati vermediğin için böyle oluyor’ gibi cümlelerle çocuğa aşırı derecede suçlayıcı yaklaşılmamalı. ‘Çocuğum hiç çalışmıyor, bu zaten bir rahatsızlıkmış, notları düşük olsa da yavaş yavaş öğrenir’ gibi aşırı derecede kabullenici yaklaşım da doğru değil, daha arada bir tavırla yaklaşmak gerekiyor. Bu durumun tedavi edilebilen bir rahatsızlık olduğu, çocuğa kendisini de istekli olması, çaba göstermesi, belirli bir noktaya gelinceye kadar daha fazla çalışması gerektiği söylenebilir” diye konuştu.

İlkokul birinci sınıfta teşhis konuyor

Özgül öğrenme bozukluğunun nörogelişimsel bir rahatsızlık olduğunu aktaran Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, nörogelişimsel rahatsızlıkların beynin yapısal ve fonksiyonel farklılıklarından kaynaklanan ve genellikle ömür boyu az veya çok kalıcı olan rahatsızlıklar olduğunu söyledi.

Özgül öğrenme güçlüğünün aynı zamanda poligenik yani doğuştan gelen bir rahatsızlık olduğunu da vurgulayan Kilit, genel olarak kendini okuma ve yazma sıkıntıları ile ortaya koyduğu için en fazla ilkokul birinci veya ikinci sınıfta teşhis edildiğini ifade etti. Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit,“Özgül öğrenme güçlüğü, akademik anlamdaki sıkıntılardan ileri gelir ve özgül öğrenme güçlüğü olan çocuklar, normal zeka ve yüksek zekalı çocuklardır. Diğer alanlarda çok ciddi problemler yaşamazlar” diye konuştu.

Basit okuma ve yazma sıkıntıları uyarı kabul edilmeli

“Bu çocuklar derslerin, konuların daha fazla ve belki de farklı şekilde tekrar anlatılmasına, birebir anlatılmasına ihtiyaç duyan çocuklardır” diyen Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, “Bu çocuklar normal okullarına devam etmeli ama bunun yanında özel eğitim almalıdırlar. Çünkü disleksi ne kadar ömür boyu süren bir rahatsızlıktır demiş olsak da erken konulan teşhis ve erken başlatılan özgül öğrenme güçlüğü çalışmalarıyla bu çocukların hak ettiği eğitimi alabilmeleri ile hedefledikleri noktalara ulaşmaları, üniversiteler bitirmeleri, başarılı insanlar haline gelmeleri son derece mümkündür. Tedaviyle çok daha silik semptomlarla yetişkinliklerine geçip özel hayatlarında, iş hayatlarında belli başarıyı elde edebilmeleri mümkün bir durumdur. Unutulmaması gereken, öğretmenlerin ve ebeveynlerin iyi gözlem yapması, ilk başlangıçta zekasıyla uyumsuz derecede basit olabilecek okuma ve yazma sıkıntıları gördüklerinde uzmana danışmalarında fayda var” diye konuştu.

Disleksi, disgrafi ve diskalkuli birlikte görülebiliyor

Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, ilkokul birinci sınıfta okuma ve yazmanın başlaması ile birlikte bu çocuklarda okuma gecikmesi yaşanmaya başlandığını belirterek bu çocukların bazı harfleri hiç tanımayabileceklerini, imla hatalarına çok açık, harfleri birbirine karıştırmaya müsait ve okurken ya da yazarken hece atlamaya veya eklemeye yatkın olduklarını aktardı. Neriman Kilit, “Daha ileri süreçte özellikle çarpmadan sonra matematik problemleri ile de karşı karşıya kalırlar. Çünkü genel anlamda okuma zorluğu olan disleksi, yazma zorluğu olan disgrafi ve matematik ile ilgili olan diskalkuli beraber çok sık görülür. Bunların arasında en sık görülen disleksi olmasına rağmen az veya çok beraber görülmesi aslında bizim en sık karşılaştığımız tablodur” diye konuştu.

Özgül öğrenme güçlüğü mutlaka tedavi edilmeli

Özgül öğrenme güçlüğünün tedavi edilmediği durumda normal zeka hatta yüksek zekaya sahip olabilen çocukların okuma ve yazmayı bile öğrenemeyecek, basit para hesabı yapamayacak, günlük hayatını organize edemeyecek bir hale gelebileceği uyarısında bulunan Neriman Kilit, “Tabii ki bu durumun yarattığı özgüven düşüklüğünü, duygu durumla ilgili sıkıntıları da düşündüğümüz zaman bu çocuklar hak ettikleri yere gelemezler, ek psikiyatrik rahatsızlıklar geliştirebilirler. İşlevselliklerinde çok ciddi düşüş ortaya çıkabilir. Mutlaka tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlıktır” diye konuştu.

Tedavi çocuğun özgüveni için gerekli

Bu çocukların normal zeka hatta yüksek zekalı olabileceklerini belirten Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, müdahale edilmemesi halinde ilerleyen süreçlerde kaygı bozuklukları, depresyon gibi duygu durum bozuklukları yaşanabileceğini ifade etti. Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, “Bu tip sıkıntılar yaşayabileceği için bunların da tedavi edilmesi, çocuğun öz güveninin desteklenmesi çok gereklidir. Özel eğitimin yakalandığı an başlaması çok önemlidir. Çünkü okul reddine, erken okul bırakmalara kadar giden ve çocuğu depresyon, kaygı bozukluğu teşhisi alabilecek duruma sokan bir hale gelebilir” uyarısında bulundu.

Mutlaka uzman desteği alınmalı

Özgül öğrenme güçlüğünün tedavisinin bir parçasının da özel eğitim olduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, ancak özel eğitimin de okullardaki okutulan matematik ve Türkçe derslerinin aynı şekilde anlatılması olmadığının altını çizdi. Yrd. Doç. Dr. Neriman Kilit, “Özel eğitim, özel eğitmenler tarafından yani farklı algılayan, farklı şekilde anlayan çocuklara, farklı yöntemlerle anlatabilme kapasitesine sahip olan ve bu yönde eğitim almış özel eğitmenler tarafından verilecek olan eğitimdir. Çünkü zaten bu çocuklar normal derslerine arkadaşları ile birlikte girmeye devam edecekler. Onun yanında bu özel eğitim sunulmalıdır” diye konuştu.

Son Güncelleme: Çarşamba, 27 Ocak 2021 12:49

Gösterim: 5579

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Uzman Klinik Psikolog Aziz Görkem Çetin, ergenlik döneminde özellikle sosyal medyada yaşanan akran zorbalığına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Aziz_Gorkem_CetinErgenlik döneminde yaşanan akran zorbalığının çoğunlukla sanal ortamda ortaya çıktığını belirten uzmanlar, bu durumun gençte içe kapanıklık, depresif ruh hali ve özgüvene ilişkin sorunlara yol açabileceğine dikkat çekiyor. Uzmanlar, siber zorbalığa maruz kalan gençlerin kendilerini değersiz ve yetersiz hissettiğini vurguluyor. Siber zorbalıkla mücadelede ailelere önemli görevler düştüğünü belirten uzmanlar, çocuğun sosyal medya kullanımı konusunda bilgilendirilmesini ve takip edilmesini tavsiye ediyor.

Ergenlik döneminin çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemi olduğunu kaydeden Aziz Görkem Çetin, “Belki de başka bir açıdan bakarsak çocukluğumuza veda ettiğimiz ve gerçeklerle yüzleşmeye başladığımız dönemdir. Ergenlik teorik açıdan açıklarsak kızlarda 11-13 yaşlarında, erkeklerde 12-14 yaşlarında başlamaktadır. Bu dönemde kişi, kendinin bir birey olduğunu, her şeyi en iyi kendisinin bildiğini düşünerek aileye mesafeli olabiliyor. Arkadaşlarına daha çok yaklaşıyor” dedi.

Siber zorbalığa karşı dikkatli olunmalı

Bu dönemde özellikle akran zorbalığının yaşanabileceğini belirten Aziz Görkem Çetin, özellikle sanal ortamda yaşanabilecek olaylara dikkat çekerek şunları söyledi: “Ergenlik döneminde arkadaşların ve grupların yıkıcı etkileri olabiliyor. Ergenlik sürecinde farklılık ve belirsizlik yoğun kaygı yaratmakta ve gençler birbirlerine oldukça acımasız davranabilmektedir. Bir davranışın zorbalık sayılabilmesi için yapılan eylemin kasıtlı olması ve güç dengesizliği olması gerekmektedir. Gündelik yaşantımızda teknolojik aletler ile birçok uygulamalar sayesinde iletişim sağlıyoruz.

Zorbalıkların yoğun olarak yapıldığı yerlerden biri de internet platformlarıdır. Bazı uygulamalar ise gençlerin arasındaki iletişimi sağlamaktadır. Özellikle ergenlik dönemindeki bireyler sosyal medyayı çok sık kullanmaktadır. Siber zorbalığın geleneksel zorbalıktan şu şekilde ayırabiliriz; anonim olması, kişinin internete erişebildiği her yerde olması, fiziksel etkileşimin olmaması ve güç dengesizliğine gerek olmaması, davranışları denetleyecek kimsenin olmaması ve yakalanma riskinin olmamasıdır. “

Özgüvene ilişkin sorunlar ortaya çıkıyor

Yapılan araştırmalarda siber zorbalığın bireyler üzerinde olumsuz sonuçlara sebebiyet verdiğinin anlaşıldığın belirten Aziz Görkem Çetin, “Siber zorbalığa maruz kalan kişilerde özgüvene dair ciddi sorunların yaşandığı, çekingen ve depresif bir ruh haline yol açtığını söyleyebiliriz. Siber zorbalık yapan bireyler genellikle sosyal hayatta güçsüz olduklarını düşündükleri kişileri hedef almaktadır. Bu nedenle zorbalığa maruz kalan bireyler kendilerini değersiz ve yetersiz hissetmektedir. Siber zorbalığa maruz bireyler, diyete başlama, okula gitmeme, içine kapanma, özgüven eksikliği gibi problemler yaşayabiliyor” dedi.

Duygularını anlatmasına izin verilmeli

Çocuk ya da ergenlerin zorbalığa uğradıklarından bahsetmeyebilieceklerine dikkat çeken Aziz Görkem Çetin, “Okula gitmekle ilgili tedirginlik, iştahta azalma, kâbus görme, ağlama gibi belirtiler olabilir. Zorbalık uğrayan bireye durumu normalize edecek ifadeler kullanmaktan kaçınılmalıdır. Nelerin yaşandığını dinleyin ve açık uçlu sorularla diyaloğu başlatın. Benzer sorunlar yaşadığında güvendiği kişilere duygularını anlatabilmesi konusunda teşvik edin. Duygularını anladığınızı ve ona yardım edeceğinizi hissettirin. Ayrıca sanal zorbalık konusunda çocuğunuzu ve kendinizi eğiterek internetin kullanımı konusunda kontrol sağlayın” tavsiyesinde bulundu.

Doğru yaklaşım için bu tavsiyelere kulak verin

Ergenlik döneminde çeşitli sorunlar yaşayan bireylere doğru yaklaşımın önemli olduğunu belirten Aziz Görkem Çetin, şu önerilerde bulundu: 

* Ergenlik dönemindeki bireyler ailelerden uzaklaşma, arkadaşları ile yakınlaşma ihtiyacı hissederler. Ebeveynlerin bu sürecin geçici olduğunu anlaması ve çocuklarına saygı göstermeleri gerekmektedir. 

* Ebeveynlerin çocukların ilişkilerine müdahale ederek, görüşmesine engel olması uygun değildir. Çünkü bu dönemde birey çatışmaya oldukça açıktır. O nedenle çocuklarınızın seçimine saygı duyulmalıdır.
* Çocuklarınızın yaşadıkları sorunları sizinle paylaşabilmesi için sizden korkmaması gerekmektedir. * İlişkilerdeki sınır koyulmasını, korku ile karıştırmamalıyız ve çocuğumuza her hususta destek olacağımızı göstermeliyiz.
* Çocuğunuz ilişkisini sizinle paylaşmak istemiyorsa bu süreci anlayışla karşılayın ve ona anlatması için baskı kurmayın.
* Çocuğunuza saygılı davranın ki kurduğu ilişkilerde saygıyı kıstas olarak düşünebilsin.
* Çocuğunuza güvendiğinizi hissettirin, kuşkucu bir tutum izlemeyin.
* Çocuğunuzun cinsel eğitimi doğru kaynaklardan almasını sağlayın.
* Çocuğunuzun ilişkilere dair duygularını küçümsemeyin, yoğun olduğunu düşünüyorsanız psikolojik destek alın.
Bu belirtiler akran zorbalığına işaret edebilir

Akran zorbalığının bazı belirtilerle anlaşılabileceğini belirten Aziz Görkem Çetin, bunları şöyle sıraladı:

* Yaşanılan durumun etkisi olarak süreçte çıkan mutsuzluk
* Özgüvende azalma
* Sosyal ilişkilerde bozulma
* Okula gitmede isteksizlik
* Ders notlarında düşme
* Aynı davranışa maruz kalacağına dair kaygılar
Sosyal medya kullanımında ailelerin olası tehlikelere karşı çocuğu bilgilendirmelerinin önemine işaret eden Aziz Görkem Çetin, “Aileler çocuklarını sosyal medya kullanıma dair bilgilendirmeliler. Profil paylaşımlarından haberdar olmalarında fayda var. Ancak ebeveynler, bireyin sosyal medyasını gizlice kontrol etmek ve saygı göstermeden kısıtlayıcı müdahalede bulunmak gibi davranışlardan kaçınmalıdır” dedi.

Sosyal medya kullanımında bunlara dikkat!

Uzman Klinik Psikolog Aziz Görkem Çetin, sosyal medya kullanımında dikkat edilmesi gereken konuları da şöyle sıraladı:

* Paylaşım yaparken sonradan pişman olmayacağı şekilde paylaşımlar yapmasını hatırlatın.
* Güvenlik ayarlarını doğru kullanmasını sağlayın.
* Tanımadığı kişileri sosyal medyada eklememesi ve arkadaş olmaması konusunda uyarın.
* Sosyal medya kullanımına dair kurallar listesi yapın.
* Süre ve kullanım şekline dair sınırlamalar getirin.

> Siber zorbalığa karşı ebeveynlerin 8 görevi

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Uzman Klinik Psikolog Aziz Görkem Çetin, ergenlik döneminde özellikle sosyal medyada yaşanan akran zorbalığına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Aziz_Gorkem_CetinErgenlik döneminde yaşanan akran zorbalığının çoğunlukla sanal ortamda ortaya çıktığını belirten uzmanlar, bu durumun gençte içe kapanıklık, depresif ruh hali ve özgüvene ilişkin sorunlara yol açabileceğine dikkat çekiyor. Uzmanlar, siber zorbalığa maruz kalan gençlerin kendilerini değersiz ve yetersiz hissettiğini vurguluyor. Siber zorbalıkla mücadelede ailelere önemli görevler düştüğünü belirten uzmanlar, çocuğun sosyal medya kullanımı konusunda bilgilendirilmesini ve takip edilmesini tavsiye ediyor.

Ergenlik döneminin çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemi olduğunu kaydeden Aziz Görkem Çetin, “Belki de başka bir açıdan bakarsak çocukluğumuza veda ettiğimiz ve gerçeklerle yüzleşmeye başladığımız dönemdir. Ergenlik teorik açıdan açıklarsak kızlarda 11-13 yaşlarında, erkeklerde 12-14 yaşlarında başlamaktadır. Bu dönemde kişi, kendinin bir birey olduğunu, her şeyi en iyi kendisinin bildiğini düşünerek aileye mesafeli olabiliyor. Arkadaşlarına daha çok yaklaşıyor” dedi.

Siber zorbalığa karşı dikkatli olunmalı

Bu dönemde özellikle akran zorbalığının yaşanabileceğini belirten Aziz Görkem Çetin, özellikle sanal ortamda yaşanabilecek olaylara dikkat çekerek şunları söyledi: “Ergenlik döneminde arkadaşların ve grupların yıkıcı etkileri olabiliyor. Ergenlik sürecinde farklılık ve belirsizlik yoğun kaygı yaratmakta ve gençler birbirlerine oldukça acımasız davranabilmektedir. Bir davranışın zorbalık sayılabilmesi için yapılan eylemin kasıtlı olması ve güç dengesizliği olması gerekmektedir. Gündelik yaşantımızda teknolojik aletler ile birçok uygulamalar sayesinde iletişim sağlıyoruz.

Zorbalıkların yoğun olarak yapıldığı yerlerden biri de internet platformlarıdır. Bazı uygulamalar ise gençlerin arasındaki iletişimi sağlamaktadır. Özellikle ergenlik dönemindeki bireyler sosyal medyayı çok sık kullanmaktadır. Siber zorbalığın geleneksel zorbalıktan şu şekilde ayırabiliriz; anonim olması, kişinin internete erişebildiği her yerde olması, fiziksel etkileşimin olmaması ve güç dengesizliğine gerek olmaması, davranışları denetleyecek kimsenin olmaması ve yakalanma riskinin olmamasıdır. “

Özgüvene ilişkin sorunlar ortaya çıkıyor

Yapılan araştırmalarda siber zorbalığın bireyler üzerinde olumsuz sonuçlara sebebiyet verdiğinin anlaşıldığın belirten Aziz Görkem Çetin, “Siber zorbalığa maruz kalan kişilerde özgüvene dair ciddi sorunların yaşandığı, çekingen ve depresif bir ruh haline yol açtığını söyleyebiliriz. Siber zorbalık yapan bireyler genellikle sosyal hayatta güçsüz olduklarını düşündükleri kişileri hedef almaktadır. Bu nedenle zorbalığa maruz kalan bireyler kendilerini değersiz ve yetersiz hissetmektedir. Siber zorbalığa maruz bireyler, diyete başlama, okula gitmeme, içine kapanma, özgüven eksikliği gibi problemler yaşayabiliyor” dedi.

Duygularını anlatmasına izin verilmeli

Çocuk ya da ergenlerin zorbalığa uğradıklarından bahsetmeyebilieceklerine dikkat çeken Aziz Görkem Çetin, “Okula gitmekle ilgili tedirginlik, iştahta azalma, kâbus görme, ağlama gibi belirtiler olabilir. Zorbalık uğrayan bireye durumu normalize edecek ifadeler kullanmaktan kaçınılmalıdır. Nelerin yaşandığını dinleyin ve açık uçlu sorularla diyaloğu başlatın. Benzer sorunlar yaşadığında güvendiği kişilere duygularını anlatabilmesi konusunda teşvik edin. Duygularını anladığınızı ve ona yardım edeceğinizi hissettirin. Ayrıca sanal zorbalık konusunda çocuğunuzu ve kendinizi eğiterek internetin kullanımı konusunda kontrol sağlayın” tavsiyesinde bulundu.

Doğru yaklaşım için bu tavsiyelere kulak verin

Ergenlik döneminde çeşitli sorunlar yaşayan bireylere doğru yaklaşımın önemli olduğunu belirten Aziz Görkem Çetin, şu önerilerde bulundu: 

* Ergenlik dönemindeki bireyler ailelerden uzaklaşma, arkadaşları ile yakınlaşma ihtiyacı hissederler. Ebeveynlerin bu sürecin geçici olduğunu anlaması ve çocuklarına saygı göstermeleri gerekmektedir. 

* Ebeveynlerin çocukların ilişkilerine müdahale ederek, görüşmesine engel olması uygun değildir. Çünkü bu dönemde birey çatışmaya oldukça açıktır. O nedenle çocuklarınızın seçimine saygı duyulmalıdır.
* Çocuklarınızın yaşadıkları sorunları sizinle paylaşabilmesi için sizden korkmaması gerekmektedir. * İlişkilerdeki sınır koyulmasını, korku ile karıştırmamalıyız ve çocuğumuza her hususta destek olacağımızı göstermeliyiz.
* Çocuğunuz ilişkisini sizinle paylaşmak istemiyorsa bu süreci anlayışla karşılayın ve ona anlatması için baskı kurmayın.
* Çocuğunuza saygılı davranın ki kurduğu ilişkilerde saygıyı kıstas olarak düşünebilsin.
* Çocuğunuza güvendiğinizi hissettirin, kuşkucu bir tutum izlemeyin.
* Çocuğunuzun cinsel eğitimi doğru kaynaklardan almasını sağlayın.
* Çocuğunuzun ilişkilere dair duygularını küçümsemeyin, yoğun olduğunu düşünüyorsanız psikolojik destek alın.
Bu belirtiler akran zorbalığına işaret edebilir

Akran zorbalığının bazı belirtilerle anlaşılabileceğini belirten Aziz Görkem Çetin, bunları şöyle sıraladı:

* Yaşanılan durumun etkisi olarak süreçte çıkan mutsuzluk
* Özgüvende azalma
* Sosyal ilişkilerde bozulma
* Okula gitmede isteksizlik
* Ders notlarında düşme
* Aynı davranışa maruz kalacağına dair kaygılar
Sosyal medya kullanımında ailelerin olası tehlikelere karşı çocuğu bilgilendirmelerinin önemine işaret eden Aziz Görkem Çetin, “Aileler çocuklarını sosyal medya kullanıma dair bilgilendirmeliler. Profil paylaşımlarından haberdar olmalarında fayda var. Ancak ebeveynler, bireyin sosyal medyasını gizlice kontrol etmek ve saygı göstermeden kısıtlayıcı müdahalede bulunmak gibi davranışlardan kaçınmalıdır” dedi.

Sosyal medya kullanımında bunlara dikkat!

Uzman Klinik Psikolog Aziz Görkem Çetin, sosyal medya kullanımında dikkat edilmesi gereken konuları da şöyle sıraladı:

* Paylaşım yaparken sonradan pişman olmayacağı şekilde paylaşımlar yapmasını hatırlatın.
* Güvenlik ayarlarını doğru kullanmasını sağlayın.
* Tanımadığı kişileri sosyal medyada eklememesi ve arkadaş olmaması konusunda uyarın.
* Sosyal medya kullanımına dair kurallar listesi yapın.
* Süre ve kullanım şekline dair sınırlamalar getirin.

Son Güncelleme: Salı, 29 Aralık 2020 11:19

Gösterim: 5071


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.