Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
12 yıllık zorunlu ve kesintili eğitim sistemine geçilmesiyle özellikle büyükşehirlerde oluşacak derslik açığını kapatmak isteyen Milli Eğitim Bakanlığı, kampüs okullar projesini hızla uygulamaya koydu.

Şehir merkezlerinde okul için yeterince geniş arazi bulunması nedeniyle eğitim kampüsleri, şehirlerin genişlediği istikamette bulunan fakat şehirden de kopuk olmayan arazilere kurulacak. Arazi envanterlerini çıkaran bakanlık uzmanları, çalışmalarını hızlandırdı. Kampüs okulların kurulması için öncelik Hazine arazileri olacak. Ancak Hazine arazisinin olmadığı yerde devlet, özel arazi sahipleriyle anlaşacak. Özel müteşebbis, bu arazi üzerine devlet için okul yapacak. Devlet ise bu okulu 49 yıllığına kiralayacak.
Anaokulundan liseye kadar bütün kademelerdeki okulların bir arada bulunacağı eğitim kampüslerinin temel amacı, kalabalık sınıfların bulunduğu büyükşehirlerde sınıf mevcutlarını 30'un altına indirebilmek. Değişik kademelerdeki okullar, kampüs içerisinde fakat birbirinden ayrı olacak. Özellikle 3-6 yaş arası okulöncesi eğitim birimleri ve bahçeleri kampüs içerisinde tamamen ayrı dizayn edilecek. Ortaöğretim ve lise öğrencilerinin oyun sahaları ve ortak kullanım alanları ayrılacak. Böylelikle pedagojik olarak farklı yaş grubundaki çocuklar aynı kampüs içerisinde ancak ayrı alanlar içerisinde eğitim görebilecek.
Okullara, olimpik yüzme havuzu yapılacak
Kampüslerde bulunacak okulların sayısı ve türleri, bölgenin ihtiyacına göre belirlenecek. Son yıllarda özellikle özel okul ve kolejlerin uyguladığı kampüs modeli, devlet okulları için de hayata geçmiş olacak. Bu kapsamda sosyal, kültürel ve spor donatı merkezleri ile çocukların tüm ihtiyaçları okul içerisinde giderilecek. Kampüslerin ilk aşamada İstanbul, Ankara, Adana, Konya, Antalya, Bursa, Mersin, Konya gibi sınıf mevcudunun yoğun olduğu büyükşehirlerde hayata geçirilmesi planlanıyor. Kampüs, olimpik yüzme havuzu da dahil olmak üzere tüm sporların yapılabileceği spor salonu, konferans ve tiyatro salonu, kütüphane, yemekhane, lokanta, laboratuvar, rehberlik servisi ve çok amaçlı salon ve benzeri yerleri barındıracak şekilde inşa edilecek. Binanın içerisinde sağlık için özel birimlerin yanı sıra öğrencilerin alışveriş yapabileceği kırtasiye, büfe gibi işletmelerle ihtiyaç durumunda yatılı öğrenciler için pansiyon-yatakhaneler de bulunacak. Öğrencilerin ve velilerin talepleri doğrultusunda özel kurslar da verilebilecek. Kampüslerde, her okul için müdürün yanı sıra bir de kampüs müdürü görevlendirilecek. Kampüs müdürlerinin il veya ilçeden şube müdürleri olması öngörülüyor.
(zaman)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
12 yıllık zorunlu ve kesintili eğitim sistemine geçilmesiyle özellikle büyükşehirlerde oluşacak derslik açığını kapatmak isteyen Milli Eğitim Bakanlığı, kampüs okullar projesini hızla uygulamaya koydu.

Şehir merkezlerinde okul için yeterince geniş arazi bulunması nedeniyle eğitim kampüsleri, şehirlerin genişlediği istikamette bulunan fakat şehirden de kopuk olmayan arazilere kurulacak. Arazi envanterlerini çıkaran bakanlık uzmanları, çalışmalarını hızlandırdı. Kampüs okulların kurulması için öncelik Hazine arazileri olacak. Ancak Hazine arazisinin olmadığı yerde devlet, özel arazi sahipleriyle anlaşacak. Özel müteşebbis, bu arazi üzerine devlet için okul yapacak. Devlet ise bu okulu 49 yıllığına kiralayacak.
Anaokulundan liseye kadar bütün kademelerdeki okulların bir arada bulunacağı eğitim kampüslerinin temel amacı, kalabalık sınıfların bulunduğu büyükşehirlerde sınıf mevcutlarını 30'un altına indirebilmek. Değişik kademelerdeki okullar, kampüs içerisinde fakat birbirinden ayrı olacak. Özellikle 3-6 yaş arası okulöncesi eğitim birimleri ve bahçeleri kampüs içerisinde tamamen ayrı dizayn edilecek. Ortaöğretim ve lise öğrencilerinin oyun sahaları ve ortak kullanım alanları ayrılacak. Böylelikle pedagojik olarak farklı yaş grubundaki çocuklar aynı kampüs içerisinde ancak ayrı alanlar içerisinde eğitim görebilecek.
Okullara, olimpik yüzme havuzu yapılacak
Kampüslerde bulunacak okulların sayısı ve türleri, bölgenin ihtiyacına göre belirlenecek. Son yıllarda özellikle özel okul ve kolejlerin uyguladığı kampüs modeli, devlet okulları için de hayata geçmiş olacak. Bu kapsamda sosyal, kültürel ve spor donatı merkezleri ile çocukların tüm ihtiyaçları okul içerisinde giderilecek. Kampüslerin ilk aşamada İstanbul, Ankara, Adana, Konya, Antalya, Bursa, Mersin, Konya gibi sınıf mevcudunun yoğun olduğu büyükşehirlerde hayata geçirilmesi planlanıyor. Kampüs, olimpik yüzme havuzu da dahil olmak üzere tüm sporların yapılabileceği spor salonu, konferans ve tiyatro salonu, kütüphane, yemekhane, lokanta, laboratuvar, rehberlik servisi ve çok amaçlı salon ve benzeri yerleri barındıracak şekilde inşa edilecek. Binanın içerisinde sağlık için özel birimlerin yanı sıra öğrencilerin alışveriş yapabileceği kırtasiye, büfe gibi işletmelerle ihtiyaç durumunda yatılı öğrenciler için pansiyon-yatakhaneler de bulunacak. Öğrencilerin ve velilerin talepleri doğrultusunda özel kurslar da verilebilecek. Kampüslerde, her okul için müdürün yanı sıra bir de kampüs müdürü görevlendirilecek. Kampüs müdürlerinin il veya ilçeden şube müdürleri olması öngörülüyor.
(zaman)
Son Güncelleme: Cuma, 27 Nisan 2012 09:00
Gösterim: 2993
Süleyman Demirel Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Menderes Coşkun'nun Zaman Gazetesi’nde çıkan yazısı.
Türk eğitim sistemiyle ilgili tartışmalar yeniden alevlenmiştir. Bu süreç, sorun çözülünceye kadar devam etmelidir.
Yanlışın farkında olmak ve ondan kurtulmak istemek, yanlışa alışmak ve onu kurumsallaştırmaktan daha iyidir. Ancak Tanzimat'tan beri, yaklaşık yüz elli yıldır, eğitim sistemimizde daima reformlar yapılmaktadır fakat bir türlü sorun çözülememektedir. Zira hep yanlış teşhisler üzerinde kafa yorulmuştur. Üzerinde ciddiyetle düşünülmeden, gelişmiş ülkelerde var olan "ulusal fayda-maaş-meslek-donanım-eğitim müfredatı münasebeti" kavranılmadan yapılan her teşhis ve teklif, yanlışa açıktır. Doğru teşhis için tecrübe, iyi niyet ve dürüstlük önemlidir fakat yeterli değildir.
Eğitim sistemimizin sorunlarıyla ilgili en temel teşhis şudur: Türkiye'de öğrenciler, ilkokuldan üniversiteye kadar, zorlu bir bilgi öğrenme yarışına girmektedirler; gece gündüz, hatta cumartesi pazar bile çalışmaktadırlar ve hayatı sadece kendilerine değil, ailelerine ve öğretmenlerine de zehir etmektedirler. Ancak bu kadar sıkıntılı olan eğitim sistemi, kendi başına, dünya çapında, sanayici, bilim adamı, sanat ve spor adamı yetiştirememektedir. Başarılı Türk bilim ve sanat adamları vardır, fakat bunlar, Türk eğitim sisteminin bir ürünü olarak kabul edilemezler.
Eğitim sistemimizdeki sorunları çözemeyişimizin sebeplerinden birisi, öğretmeniyle, öğretim üyesiyle, siyasetçisiyle bütün toplumun, skolastik, teorik, terminolojik, ansiklopedik, terkipçi, taklitçi ve aktarımcı (ezberci) olan eğitim sistemine alışmış olması ve sorunun çözümünü şekilde aramasıdır. Birçok akademisyen ve öğretmen, liselerde ve üniversitelerdeki müfredatın doğruluğuna inanmaktadır. Bu inanç devam ettiği müddetçe, sorunu çözemeyiz. Sorunu, hâlihazırdaki eğitim sisteminin özünde değil de onun işleyişinde arayan kişilerin teşhisleri, doğru değildir. Bu kişilere göre Türk eğitim sisteminin sorunları arasında öğrencilerin ilgi, zekâ ve disiplin bakımından yetersizlikleri, sınıfların kalabalık oluşu, fizikî imkânların azlığı, derslerin fazlalığı, maaşlara bağlı olarak öğretim elemanlarının sosyal statülerinin düşüklüğü, yönetim sorunları vs. vardır. Öğrenci ve öğretim elemanı profili yüksek olan, maddî imkânları geniş olan lise ve fakültelerde, derslerin daha iyi işlendiği doğrudur. Bu okullarda öğrenciler kuşkusuz daha fazla bilgi öğrenmektedirler. Burada üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken soru şudur: Eğer ülkedeki bütün okullar böyle olsaydı, yani öğrenciler zeki ve ilgili, okulların ve öğretim elemanlarının bütün maddi ihtiyaçları da karşılanmış olsaydı, eğitim sistemimizdeki sorunlar çözülür müydü? Diğer bir ifadeyle, ülkedeki bütün liseler, öğrenci ve öğretmen bakımından en başarılı fen liselerinin seviyesine çıkartılsaydı, bütün fakültelerde yeterli sayıda profesör olsaydı, eğitim sistemimizdeki sorunlar çözülür müydü? Bu sorunun cevabı, kişilerin "sorun algısı"na göre evet olabilir. Birçok akademisyen, idareci, öğretmen, siyasetçiye göre, bu sorunun cevabı, maalesef, 'evet'tir. Zira gerçekten de üniversite sınavlarında yüksek puanlar alan öğrencilerin bulunduğu sınıflarda dersler daha iyi işlenmektedir. Bu öğrenciler kuşkusuz daha ilgili ve sorumludurlar, dolayısıyla bilgi aktarımı daha huzurlu bir ortamda gerçekleşmektedir. Bize göre her öğrenciyi "mevcut" müfredattaki bilgileri itirazsız öğrenmeye hazır hâle getirmek, asla eğitim sistemindeki temel sorunları çözemez. Ortaöğretim ve yüksek öğretimin hâlihazırdaki müfredatında yer alan bütün bilgiler bütün öğrencilere eksiksiz öğretilseydi, yine, dünya çapında bilim adamı, sanayici, sanatçı vs. yetişmezdi. Zira bu bilgiler, öğrencilere onların akıllarını değil hafızalarını kullanmaya dönük olarak verilmektedir; sonuç olarak, onları bilgi üreticisi değil, bilgi tüketicisi veya bilgi pazarlamacısı yapmaktadır. Öğrenci ve akademisyenlerin aralarındaki nitelik farkı, üretilmiş bilgiyi tüketme veya pazarlamada gösterilen cehde göre değişmektedir.
Ülkemizde güya "nitelikli" eğitim veren, yeterli sayıda fen lisesi ve fakülte vardır. Bu okullardan mezun olan öğrenci sayısı, birçok gelişmiş ülkedeki mezunlardan daha fazladır. Yani bu başarılı okul veya fakültelerden mezun olanlar, bir ülkeyi rahatlıkla teknolojik, ekonomik, kültürel, sanatsal vs. açılardan geliştirebilir(di). Nitekim her ülkede milyonlarca üniversite mezunu arasından küçük bir grup, ülkenin gelişimine katkı sağlar. Nitelikli ve donanımlı insanlar yetiştirmek için zahmet, samimiyet ve gayret yeterli değildir; öncelikle takip edilen yolun doğru olması gerekir. Ancak yol doğru olursa, koşturmanın, çok çalışmanın, sıkıntı çekmenin ve önde olmanın bir anlamı olabilir.
Eğitim sistemimizdeki zihniyet, misyon ve kurgu sorunları çözülemediği zaman, Bologna gibi Batı'dan yapılan şekil aktarımlarının ciddi bir faydası olmaz ve kesinlikle olmayacaktır da. Zira Bologna kriterleri Batı'daki eğitim sisteminin bazı şekli kusurlarını/hastalıklarını tedavi etmek için üretilmiştir. Batı üniversitelerinin sorunlarıyla gelişmemiş ülkelerin üniversitelerinin sorunları aynı değildir. Batı'daki eğitim sisteminin maksat (misyon) ve kurgu (müfredat) sorunu yoktur. Eğer bizim eğitim sistemimizin de Batılı ülkelerde olduğu gibi sanayi, ekonomi, siyaset, kültür ve sanatı "fiili olarak destekleyen" bir kurgusu olsaydı, o zaman Bologna gibi şeklî ve pedagojik düzenlemelerin ciddi bir faydası olabilirdi.
Türk çocukları, dünyaya bilgi ve teknoloji satan ülkelerin çocuklarından daha fazla eğitim almaya, bilgi öğrenmeye ve başarılı olmaya hazırdırlar. Batı'da, faydasına inanmadığı binlerce bilgiyi, itirazsız öğrenecek öğrenci bulmak çok zordur. Türkiye'de ise okul, dershane, özel ders ve etüt merkezlerinde, amansız bir bilgi öğrenme işkencesine razı olan/edilen milyonlarca öğrenci bulmak mümkündür. Yani başarıya hazır bir nesil vardır. Ancak biz eğitim sistemimiz vasıtasıyla, genç yetenek ve zihinlerimizi, yani insan kaynaklarımızı, büyük ölçüde heder ve israf etmekteyiz. Batı, manevi ve ailevi sebeplerle nispeten hasarlı olan malzemeden (yani öğrencilerden), akılcı ve faydacı eğitim sistemi vasıtasıyla, üretken nesiller yetiştirirken, biz nispeten iyi olan malzemeden, skolastik, ansiklopedik ve terminolojik eğitim sistemi vasıtasıyla, bilgi yorgunu öğrenciler ve terkipçi ve aktarımcı akademisyenler yetiştirmekteyiz.
Kısaca ifade etmek gerekirse, ilköğretim ve ortaöğretim, öğrenciye, hayatta ve yüksek öğretimde kullanabileceği bazı bilgi ve donanımları kazandırmalıdır. En önemli soru, bu bilgi ve donanımların ne olacağı sorusudur ve bu soruya kanaatimce şimdiye kadar hep yanlış cevaplar verilmiştir. Ortaöğretimde öğrenciler, bir veya iki yabancı dilde yazıp konuşabilme, ihtiyaç duyduğu bir konuda bilgi kaynaklarına hızlıca ulaşabilme, bilgisayarı bilgi sunmak ve yazı yazmak için etkin bir şekilde kullanabilme, ruh ve beden sağlığını hayat boyu koruyabilme, temel matematik, fizik, kimya, edebiyat vs. konularına hakim olma; sosyal, uzlaşmacı, ahlâklı, kültürlü, medenî bir birey olabilme; duygu veya düşüncesini insicamlı bir şekilde sözlü ve yazılı olarak ifade edebilme, eleştirel düşünebilme, fikrî, felsefî ve edebî bir konuyu tartışabilme eğitimi almalıdır. Ayrıca öğrenci; dersler, sınavlar, yarışmalar, etkinlikler, öğretmenler vasıtasıyla kendisine en uygun mesleği ortaöğretimde kısmen belirlemeli ve bu mesleğin gerektirdiği bazı bilgileri iyice öğrenmelidir. Öğrenci müstakbel meslek seçimini doğru yapıp yapmadığını kavrayıncaya kadar sınavlardan geçirilmelidir. Veli, ortaöğretimde, çocuğunun özel yeteneklerinin ve ilgi alanlarının ortaya çıkartılmasını talep etmelidir; çocuğunun hafızasının; sınavlar, salonlar, sınıflar ve bilgi yarışmaları dışında kullanılmayacak bilgilerle doldurulmasına razı olmamalıdır.
Ortaöğretim ve yüksek öğretimdeki zihniyet ve müfredat sorunları tekrar tekrar ele alınmalıdır ve ele alınacaktır. Özellikle ülkemizin ihtiyaç duyduğu alanlarda, dünya çapında otorite insanlar nasıl yetiştirilebilir, sorusu üzerinde düşünülmelidir. Her bir alan için eğitim müfredatı ortaöğretimden doktoraya kadar bütüncül bir bakış açısıyla kurgulanmalıdır. Sonra bütün bu kurgular bir araya getirilmeli ve genel çerçevelere oturtulmalıdır. Aksi takdirde ortaöğretimde ve yüksek öğretimde öğrencileri, ders çalıştırarak heder etmeye devam edeceğiz. Zira hâlâ en itibarlı toplantılarda bile, sistemin özü, kurgusu ve misyonu tartışılmamaktadır. Okulların fiziki ihtiyaçlarının karşılanması, öğrencilerin çalışkan ve ilgili olmaları, öğretim üyelerinin sayı, tecrübe, maaş ve akademik unvan bakımlarından iyi durumda olmaları vs., mevcut eğitim sistemini, daha işlek yapar ve ömrünü uzatır; ancak bütün bunlar, skolastik eğitim tarzını faydacı, rekabetçi, uygulamalı ve üretimci eğitim tarzına dönüştüremez.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Süleyman Demirel Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Menderes Coşkun'nun Zaman Gazetesi’nde çıkan yazısı.
Türk eğitim sistemiyle ilgili tartışmalar yeniden alevlenmiştir. Bu süreç, sorun çözülünceye kadar devam etmelidir.
Yanlışın farkında olmak ve ondan kurtulmak istemek, yanlışa alışmak ve onu kurumsallaştırmaktan daha iyidir. Ancak Tanzimat'tan beri, yaklaşık yüz elli yıldır, eğitim sistemimizde daima reformlar yapılmaktadır fakat bir türlü sorun çözülememektedir. Zira hep yanlış teşhisler üzerinde kafa yorulmuştur. Üzerinde ciddiyetle düşünülmeden, gelişmiş ülkelerde var olan "ulusal fayda-maaş-meslek-donanım-eğitim müfredatı münasebeti" kavranılmadan yapılan her teşhis ve teklif, yanlışa açıktır. Doğru teşhis için tecrübe, iyi niyet ve dürüstlük önemlidir fakat yeterli değildir.
Eğitim sistemimizin sorunlarıyla ilgili en temel teşhis şudur: Türkiye'de öğrenciler, ilkokuldan üniversiteye kadar, zorlu bir bilgi öğrenme yarışına girmektedirler; gece gündüz, hatta cumartesi pazar bile çalışmaktadırlar ve hayatı sadece kendilerine değil, ailelerine ve öğretmenlerine de zehir etmektedirler. Ancak bu kadar sıkıntılı olan eğitim sistemi, kendi başına, dünya çapında, sanayici, bilim adamı, sanat ve spor adamı yetiştirememektedir. Başarılı Türk bilim ve sanat adamları vardır, fakat bunlar, Türk eğitim sisteminin bir ürünü olarak kabul edilemezler.
Eğitim sistemimizdeki sorunları çözemeyişimizin sebeplerinden birisi, öğretmeniyle, öğretim üyesiyle, siyasetçisiyle bütün toplumun, skolastik, teorik, terminolojik, ansiklopedik, terkipçi, taklitçi ve aktarımcı (ezberci) olan eğitim sistemine alışmış olması ve sorunun çözümünü şekilde aramasıdır. Birçok akademisyen ve öğretmen, liselerde ve üniversitelerdeki müfredatın doğruluğuna inanmaktadır. Bu inanç devam ettiği müddetçe, sorunu çözemeyiz. Sorunu, hâlihazırdaki eğitim sisteminin özünde değil de onun işleyişinde arayan kişilerin teşhisleri, doğru değildir. Bu kişilere göre Türk eğitim sisteminin sorunları arasında öğrencilerin ilgi, zekâ ve disiplin bakımından yetersizlikleri, sınıfların kalabalık oluşu, fizikî imkânların azlığı, derslerin fazlalığı, maaşlara bağlı olarak öğretim elemanlarının sosyal statülerinin düşüklüğü, yönetim sorunları vs. vardır. Öğrenci ve öğretim elemanı profili yüksek olan, maddî imkânları geniş olan lise ve fakültelerde, derslerin daha iyi işlendiği doğrudur. Bu okullarda öğrenciler kuşkusuz daha fazla bilgi öğrenmektedirler. Burada üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken soru şudur: Eğer ülkedeki bütün okullar böyle olsaydı, yani öğrenciler zeki ve ilgili, okulların ve öğretim elemanlarının bütün maddi ihtiyaçları da karşılanmış olsaydı, eğitim sistemimizdeki sorunlar çözülür müydü? Diğer bir ifadeyle, ülkedeki bütün liseler, öğrenci ve öğretmen bakımından en başarılı fen liselerinin seviyesine çıkartılsaydı, bütün fakültelerde yeterli sayıda profesör olsaydı, eğitim sistemimizdeki sorunlar çözülür müydü? Bu sorunun cevabı, kişilerin "sorun algısı"na göre evet olabilir. Birçok akademisyen, idareci, öğretmen, siyasetçiye göre, bu sorunun cevabı, maalesef, 'evet'tir. Zira gerçekten de üniversite sınavlarında yüksek puanlar alan öğrencilerin bulunduğu sınıflarda dersler daha iyi işlenmektedir. Bu öğrenciler kuşkusuz daha ilgili ve sorumludurlar, dolayısıyla bilgi aktarımı daha huzurlu bir ortamda gerçekleşmektedir. Bize göre her öğrenciyi "mevcut" müfredattaki bilgileri itirazsız öğrenmeye hazır hâle getirmek, asla eğitim sistemindeki temel sorunları çözemez. Ortaöğretim ve yüksek öğretimin hâlihazırdaki müfredatında yer alan bütün bilgiler bütün öğrencilere eksiksiz öğretilseydi, yine, dünya çapında bilim adamı, sanayici, sanatçı vs. yetişmezdi. Zira bu bilgiler, öğrencilere onların akıllarını değil hafızalarını kullanmaya dönük olarak verilmektedir; sonuç olarak, onları bilgi üreticisi değil, bilgi tüketicisi veya bilgi pazarlamacısı yapmaktadır. Öğrenci ve akademisyenlerin aralarındaki nitelik farkı, üretilmiş bilgiyi tüketme veya pazarlamada gösterilen cehde göre değişmektedir.
Ülkemizde güya "nitelikli" eğitim veren, yeterli sayıda fen lisesi ve fakülte vardır. Bu okullardan mezun olan öğrenci sayısı, birçok gelişmiş ülkedeki mezunlardan daha fazladır. Yani bu başarılı okul veya fakültelerden mezun olanlar, bir ülkeyi rahatlıkla teknolojik, ekonomik, kültürel, sanatsal vs. açılardan geliştirebilir(di). Nitekim her ülkede milyonlarca üniversite mezunu arasından küçük bir grup, ülkenin gelişimine katkı sağlar. Nitelikli ve donanımlı insanlar yetiştirmek için zahmet, samimiyet ve gayret yeterli değildir; öncelikle takip edilen yolun doğru olması gerekir. Ancak yol doğru olursa, koşturmanın, çok çalışmanın, sıkıntı çekmenin ve önde olmanın bir anlamı olabilir.
Eğitim sistemimizdeki zihniyet, misyon ve kurgu sorunları çözülemediği zaman, Bologna gibi Batı'dan yapılan şekil aktarımlarının ciddi bir faydası olmaz ve kesinlikle olmayacaktır da. Zira Bologna kriterleri Batı'daki eğitim sisteminin bazı şekli kusurlarını/hastalıklarını tedavi etmek için üretilmiştir. Batı üniversitelerinin sorunlarıyla gelişmemiş ülkelerin üniversitelerinin sorunları aynı değildir. Batı'daki eğitim sisteminin maksat (misyon) ve kurgu (müfredat) sorunu yoktur. Eğer bizim eğitim sistemimizin de Batılı ülkelerde olduğu gibi sanayi, ekonomi, siyaset, kültür ve sanatı "fiili olarak destekleyen" bir kurgusu olsaydı, o zaman Bologna gibi şeklî ve pedagojik düzenlemelerin ciddi bir faydası olabilirdi.
Türk çocukları, dünyaya bilgi ve teknoloji satan ülkelerin çocuklarından daha fazla eğitim almaya, bilgi öğrenmeye ve başarılı olmaya hazırdırlar. Batı'da, faydasına inanmadığı binlerce bilgiyi, itirazsız öğrenecek öğrenci bulmak çok zordur. Türkiye'de ise okul, dershane, özel ders ve etüt merkezlerinde, amansız bir bilgi öğrenme işkencesine razı olan/edilen milyonlarca öğrenci bulmak mümkündür. Yani başarıya hazır bir nesil vardır. Ancak biz eğitim sistemimiz vasıtasıyla, genç yetenek ve zihinlerimizi, yani insan kaynaklarımızı, büyük ölçüde heder ve israf etmekteyiz. Batı, manevi ve ailevi sebeplerle nispeten hasarlı olan malzemeden (yani öğrencilerden), akılcı ve faydacı eğitim sistemi vasıtasıyla, üretken nesiller yetiştirirken, biz nispeten iyi olan malzemeden, skolastik, ansiklopedik ve terminolojik eğitim sistemi vasıtasıyla, bilgi yorgunu öğrenciler ve terkipçi ve aktarımcı akademisyenler yetiştirmekteyiz.
Kısaca ifade etmek gerekirse, ilköğretim ve ortaöğretim, öğrenciye, hayatta ve yüksek öğretimde kullanabileceği bazı bilgi ve donanımları kazandırmalıdır. En önemli soru, bu bilgi ve donanımların ne olacağı sorusudur ve bu soruya kanaatimce şimdiye kadar hep yanlış cevaplar verilmiştir. Ortaöğretimde öğrenciler, bir veya iki yabancı dilde yazıp konuşabilme, ihtiyaç duyduğu bir konuda bilgi kaynaklarına hızlıca ulaşabilme, bilgisayarı bilgi sunmak ve yazı yazmak için etkin bir şekilde kullanabilme, ruh ve beden sağlığını hayat boyu koruyabilme, temel matematik, fizik, kimya, edebiyat vs. konularına hakim olma; sosyal, uzlaşmacı, ahlâklı, kültürlü, medenî bir birey olabilme; duygu veya düşüncesini insicamlı bir şekilde sözlü ve yazılı olarak ifade edebilme, eleştirel düşünebilme, fikrî, felsefî ve edebî bir konuyu tartışabilme eğitimi almalıdır. Ayrıca öğrenci; dersler, sınavlar, yarışmalar, etkinlikler, öğretmenler vasıtasıyla kendisine en uygun mesleği ortaöğretimde kısmen belirlemeli ve bu mesleğin gerektirdiği bazı bilgileri iyice öğrenmelidir. Öğrenci müstakbel meslek seçimini doğru yapıp yapmadığını kavrayıncaya kadar sınavlardan geçirilmelidir. Veli, ortaöğretimde, çocuğunun özel yeteneklerinin ve ilgi alanlarının ortaya çıkartılmasını talep etmelidir; çocuğunun hafızasının; sınavlar, salonlar, sınıflar ve bilgi yarışmaları dışında kullanılmayacak bilgilerle doldurulmasına razı olmamalıdır.
Ortaöğretim ve yüksek öğretimdeki zihniyet ve müfredat sorunları tekrar tekrar ele alınmalıdır ve ele alınacaktır. Özellikle ülkemizin ihtiyaç duyduğu alanlarda, dünya çapında otorite insanlar nasıl yetiştirilebilir, sorusu üzerinde düşünülmelidir. Her bir alan için eğitim müfredatı ortaöğretimden doktoraya kadar bütüncül bir bakış açısıyla kurgulanmalıdır. Sonra bütün bu kurgular bir araya getirilmeli ve genel çerçevelere oturtulmalıdır. Aksi takdirde ortaöğretimde ve yüksek öğretimde öğrencileri, ders çalıştırarak heder etmeye devam edeceğiz. Zira hâlâ en itibarlı toplantılarda bile, sistemin özü, kurgusu ve misyonu tartışılmamaktadır. Okulların fiziki ihtiyaçlarının karşılanması, öğrencilerin çalışkan ve ilgili olmaları, öğretim üyelerinin sayı, tecrübe, maaş ve akademik unvan bakımlarından iyi durumda olmaları vs., mevcut eğitim sistemini, daha işlek yapar ve ömrünü uzatır; ancak bütün bunlar, skolastik eğitim tarzını faydacı, rekabetçi, uygulamalı ve üretimci eğitim tarzına dönüştüremez.
Son Güncelleme: Cuma, 27 Nisan 2012 13:45
Gösterim: 2543
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın 12 bin aile üzerinde yaptığı ''Türkiye'de Aile Yapısı Araştırması''na göre, aile üyelerinin birlikte yaptığı faaliyetlerin başında televizyon izlemek geliyor.
Aileler televizyonda en çok sırasıyla cinsellik, kötü, kaba ve küfürlü söz içerikli yayınlar, taraflı haber ve yorumlar ile reklamlar rahatsız edici buluyor. Aileler, rahatsız edici sahnelerde tepkilerini en çok kanal değiştirerek gösteriyor.
Araştırmaya katılanlardan ''hiç televizyon izlemediğini'' belirtenlerin oranı yüzde 8,1 olurken, televizyon izlediğini bildirenlerin oranı yüzde 91,9 olarak tespit edildi.
Televizyon izleme süresi
Televizyon izleme sürelerinde 2006'daki araştırmaya göre artış gözlendi. Katılımcıların yüzde 18,6'sı 0-1 saat, 55,9'u 1-3 saat, yüzde 22,1'i 4-6 saat yüzde 3,4'ü ise 7 saat üzeri televizyon izlediklerini belirtti.
Kitap-tiyatro-sinema
Kitap okuma alışkanlıklarında ise katılımcıların yüzde 44'ünün hiç kitap okumadıkları belirlendi. Ara sıra okuyanlar yüzde 43,2, sık kitap okuyanların oranı ise yüzde 12,8 oldu.
Sinema ve tiyatroya gitme oranlarına yönelik soruya ise yüzde 74,7'si ''hiç'', yüzde 22'si ''ara sıra'', yüzde 3,3'ü ''sık sık'' yanıtını verdi. Geçmiş yıllara oranla sinema ve tiyatroya gitmede artış yaşanırken kenttekilerin kırdakilere, erkeklerin kadınlara, üst sosyoekonomik statüdekilerin alt statüdekilere göre daha sık sinema ve tiyatroya gittikleri tespit edildi.
Spor
Spor yapma alışkanlıklarına bakıldığında ise 18 yaş üzeri nüfusun yüzde 68,4'ünün spor yapma alışkanlığı bulunmuyor. Araştırmada yüzde 68,4'ü hiç spor yapmadığını belirtirken yüzde 26,2'si ara sıra, yüzde 5,4'ü ise sık sık spor yaptıklarını söyledi. Kenttekilerin kırdakilere, erkeklerin kadınlara, üst sosyoekonomik statüdekilerin alt statüdekilere göre daha sık spor yapmaları dikkati çekti.
Alkol-sigara
Katılımcıların yüzde 93,8'i bar, gece kulübü gibi yerlere gitme alışkanlıklarının bulunmadığını bildirdi. Ara sıra gidenler yüzde 5,2, sık sık gidenlerin oranı yüzde 1 oldu. Bu tür yerlere sık sık gidenlerin çoğunluğunu erkekler oluşturdu.
Katılımcıların yüzde 82,5'i hiç alkol kullanmadığını belirtti.
Sigara kullanımına yönelik de katılımcıların yüzde 26,3'ünün her gün içtiği, yüzde 5,3'ünün ara sıra içtiği, yüzde 57'si kullanmadığını, yüzde 11,3'ünün de ''İçiyorum, bıraktım'' cevabını verdiği belirlendi.
Evlilik kararı
Araştırmada, ilk evlilik kararının nasıl verildiğiyle ilgili ilginç veriler ortaya çıktı. Buna göre, araştırmaya katılanların yüzde 44,2'si görücü usulü ve kendi kararıyla ilk evliliğini yaptığını bildirdi. Yüzde 38,7'si kendi seçimi ve ailesinin rızasıyla, yüzde 9,4'ü görücü usulü ve kendi görüşü sorulmadan evlendiğini belirtti. Araştırmaya katılanların yüzde 4,3'ü kaçma ya da kaçırılma sonucu, yüzde 2,9'u da kendi kararıyla ancak ailesinin rızası olmadan, binde 5'i de berdel sonucu evlendiğini kaydetti.
Bu sonuçlara göre, Türkiye'de fikri alınmadan görücü usulüyle evlenenlerin oranının yıllar itibarıyla düşüş gösterdiği belirlendi.
Çalışmada evlenilecek kişinin sosyal özellikleri erkekler ve kadınlara göre ayrı ayrı araştırıldı. Araştırmanın erkeklere göre evlenilecek kişide aranan sosyal özellikler bölümünde ''ilk kez evlenecek olması'' bölümünü önemli bulanların oranı yüzde 85 oldu.
Boşanma
Araştırmada, hem erkekler hem de kadınlar açısından "aldatma" en önemli boşanma nedenli olarak gösterildi.
Evin düzeni kadında
Araştırmaya göre, ailelerde evin düzeni, çocuklar, komşu, akraba ilişkileri ve alışverişle ilgili kararlarda kadın etkili oluyor. Erkeklerin kararları ise daha çok ev seçimi, tatil ve eğlence konularında ağır basıyor.
3 çocuk
Araştırma, ebeveynlerin, şartların uygun olması halinde ortalama 3 çocuk istediklerini ortaya koyuyor
Tartışma konuları
Çocuklarıyla en çok internet, bilgisayar oyunları ve cep telefonu kullanımında tartışan anne-babalar, yaşlandıklarında daha çok erkek evladın yanında kalmak istiyor.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın 12 bin aile üzerinde yaptığı ''Türkiye'de Aile Yapısı Araştırması''na göre, aile üyelerinin birlikte yaptığı faaliyetlerin başında televizyon izlemek geliyor.
Aileler televizyonda en çok sırasıyla cinsellik, kötü, kaba ve küfürlü söz içerikli yayınlar, taraflı haber ve yorumlar ile reklamlar rahatsız edici buluyor. Aileler, rahatsız edici sahnelerde tepkilerini en çok kanal değiştirerek gösteriyor.
Araştırmaya katılanlardan ''hiç televizyon izlemediğini'' belirtenlerin oranı yüzde 8,1 olurken, televizyon izlediğini bildirenlerin oranı yüzde 91,9 olarak tespit edildi.
Televizyon izleme süresi
Televizyon izleme sürelerinde 2006'daki araştırmaya göre artış gözlendi. Katılımcıların yüzde 18,6'sı 0-1 saat, 55,9'u 1-3 saat, yüzde 22,1'i 4-6 saat yüzde 3,4'ü ise 7 saat üzeri televizyon izlediklerini belirtti.
Kitap-tiyatro-sinema
Kitap okuma alışkanlıklarında ise katılımcıların yüzde 44'ünün hiç kitap okumadıkları belirlendi. Ara sıra okuyanlar yüzde 43,2, sık kitap okuyanların oranı ise yüzde 12,8 oldu.
Sinema ve tiyatroya gitme oranlarına yönelik soruya ise yüzde 74,7'si ''hiç'', yüzde 22'si ''ara sıra'', yüzde 3,3'ü ''sık sık'' yanıtını verdi. Geçmiş yıllara oranla sinema ve tiyatroya gitmede artış yaşanırken kenttekilerin kırdakilere, erkeklerin kadınlara, üst sosyoekonomik statüdekilerin alt statüdekilere göre daha sık sinema ve tiyatroya gittikleri tespit edildi.
Spor
Spor yapma alışkanlıklarına bakıldığında ise 18 yaş üzeri nüfusun yüzde 68,4'ünün spor yapma alışkanlığı bulunmuyor. Araştırmada yüzde 68,4'ü hiç spor yapmadığını belirtirken yüzde 26,2'si ara sıra, yüzde 5,4'ü ise sık sık spor yaptıklarını söyledi. Kenttekilerin kırdakilere, erkeklerin kadınlara, üst sosyoekonomik statüdekilerin alt statüdekilere göre daha sık spor yapmaları dikkati çekti.
Alkol-sigara
Katılımcıların yüzde 93,8'i bar, gece kulübü gibi yerlere gitme alışkanlıklarının bulunmadığını bildirdi. Ara sıra gidenler yüzde 5,2, sık sık gidenlerin oranı yüzde 1 oldu. Bu tür yerlere sık sık gidenlerin çoğunluğunu erkekler oluşturdu.
Katılımcıların yüzde 82,5'i hiç alkol kullanmadığını belirtti.
Sigara kullanımına yönelik de katılımcıların yüzde 26,3'ünün her gün içtiği, yüzde 5,3'ünün ara sıra içtiği, yüzde 57'si kullanmadığını, yüzde 11,3'ünün de ''İçiyorum, bıraktım'' cevabını verdiği belirlendi.
Evlilik kararı
Araştırmada, ilk evlilik kararının nasıl verildiğiyle ilgili ilginç veriler ortaya çıktı. Buna göre, araştırmaya katılanların yüzde 44,2'si görücü usulü ve kendi kararıyla ilk evliliğini yaptığını bildirdi. Yüzde 38,7'si kendi seçimi ve ailesinin rızasıyla, yüzde 9,4'ü görücü usulü ve kendi görüşü sorulmadan evlendiğini belirtti. Araştırmaya katılanların yüzde 4,3'ü kaçma ya da kaçırılma sonucu, yüzde 2,9'u da kendi kararıyla ancak ailesinin rızası olmadan, binde 5'i de berdel sonucu evlendiğini kaydetti.
Bu sonuçlara göre, Türkiye'de fikri alınmadan görücü usulüyle evlenenlerin oranının yıllar itibarıyla düşüş gösterdiği belirlendi.
Çalışmada evlenilecek kişinin sosyal özellikleri erkekler ve kadınlara göre ayrı ayrı araştırıldı. Araştırmanın erkeklere göre evlenilecek kişide aranan sosyal özellikler bölümünde ''ilk kez evlenecek olması'' bölümünü önemli bulanların oranı yüzde 85 oldu.
Boşanma
Araştırmada, hem erkekler hem de kadınlar açısından "aldatma" en önemli boşanma nedenli olarak gösterildi.
Evin düzeni kadında
Araştırmaya göre, ailelerde evin düzeni, çocuklar, komşu, akraba ilişkileri ve alışverişle ilgili kararlarda kadın etkili oluyor. Erkeklerin kararları ise daha çok ev seçimi, tatil ve eğlence konularında ağır basıyor.
3 çocuk
Araştırma, ebeveynlerin, şartların uygun olması halinde ortalama 3 çocuk istediklerini ortaya koyuyor
Tartışma konuları
Çocuklarıyla en çok internet, bilgisayar oyunları ve cep telefonu kullanımında tartışan anne-babalar, yaşlandıklarında daha çok erkek evladın yanında kalmak istiyor.
Son Güncelleme: Perşembe, 26 Nisan 2012 18:50
Gösterim: 2511
Zeytinburnu'ndaki ilköğretim okulunda porno skandalı yaşandı. Okul Müdürünün izlediği pornografik görüntüler, kapalı devre yayın sisteminden bütün okula yansıdı.
23 Nisan törenleri için okul bahçesinde kurulan kapalı devre televizyon sistemine yansıyan uygunsuz görüntüler, velileri isyan ettirdi. Okul Müdürü S.Y., kesinlikle uygunsuz görüntü içeren sitelere girmediğini iddia ederken, Zeytinburnu Kaymakamı Mustafa Dündar, Haluk Ündeğer İlköğretim Okulu Müdürünün açığa alındığını duyurdu.
İlçe Milli Eğitim Müdürü Yakup Hayırlıoğlu, velileri ikna etmek için okulda bulunurken bu konuda velilerin endişe etmemesi gerektiğini ifade etti. Okul önünde toplanan veliler, Hayırlıoğlu'na tepki gösterdi.
(haber7)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Zeytinburnu'ndaki ilköğretim okulunda porno skandalı yaşandı. Okul Müdürünün izlediği pornografik görüntüler, kapalı devre yayın sisteminden bütün okula yansıdı.
23 Nisan törenleri için okul bahçesinde kurulan kapalı devre televizyon sistemine yansıyan uygunsuz görüntüler, velileri isyan ettirdi. Okul Müdürü S.Y., kesinlikle uygunsuz görüntü içeren sitelere girmediğini iddia ederken, Zeytinburnu Kaymakamı Mustafa Dündar, Haluk Ündeğer İlköğretim Okulu Müdürünün açığa alındığını duyurdu.
İlçe Milli Eğitim Müdürü Yakup Hayırlıoğlu, velileri ikna etmek için okulda bulunurken bu konuda velilerin endişe etmemesi gerektiğini ifade etti. Okul önünde toplanan veliler, Hayırlıoğlu'na tepki gösterdi.
(haber7)
Son Güncelleme: Perşembe, 26 Nisan 2012 20:20
Gösterim: 4750
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Fen Edebiyat Fakültesi öğrencilerinden oluşan yaklaşık 200 kişilik bir grup pedagojik formasyon alınarak öğretmenlik yapabilmenin önünün tıkanmasını protesto etti.
Üniversitenin Edebiyat Fakültesi’nden Beyazıt Meydanı’na kadar yürüyen öğrenciler öğretmenlik haklarının geri verilmesini istedi. Öğrenciler YÖK’ü protesto ederek darbeci zihniyet tarafından kurulan YÖK’ün bu karar ile eski zihniyetten farksız davrandığını savundu.
Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) tarafından Fen-Edebiyat fakültelerinde pedagojik formasyon alınarak öğretmenlik yapma imkanının kaldırılmasına tepkiler sürüyor. YÖK’ün aldığı kararı protesto eden öğrencilere İÜ Fen-Edebiyat Fakültesi öğrencilere de eklendi. Edebiyat Fakültesi’nde toplanan yaklaşık 200 öğrenci taşıdıkları pankartlar ve slogan atarak Beyazıt Meydanı’na yürüdü. 'YÖK-MEB şaşırma sabrımızı taşırma, formasyon hakkıma dokunma, boyalı basın bunu da yaz, istedik vermediler fen-edebiyatlasın dediler' yazılı pankartlar taşıyan grup, 'istifa istifa Ömer Dinçer istifa, baba beni okuldan al, öğretmen olamıyorum' sloganları attı.
Beyazıt Meydanı’nda toplanan öğrenciler adına basın açıklamasını fakülte öğrencisi Dilan Taşkın okudu. YÖK ve MEB’in yeni sorun oluşturmaktan ileri gitmediğini ve fen-edebiyat fakültelerinin fazla kalabalık olmasının bahane edildiğini söyleyen Taşkın, “Soruyoruz: Öğrenci siz misiniz, biz miyiz. Her ile bir üniversite açarken neredeydiniz. TV’ye çıkıp ‘ordu yönetime el koydu’ diyen zihniyetle formasyonu kaldıran zihniyet arasında tek bir fark yoktur. ” dedi.
Protesto eylemine katılan öğrenciler de formasyonun kaldırılmasının işsizler ordusu oluşturacağını söyledi. Dersanelerin de kapatılmasının konuşulduğunu bunun da işsizliği artıracağını savunan öğrenciler “dersaneleri kaldırıp, formasyon uygulamasına da son verdiğinizde ne olacak. Biz dört yıl üniversite okuduktan sonra tezgahtar mı olalım, yazık değil mi bize.” dedi.
Basın açıklamasının ardından bir süre oturma eylemi yapan grup olaysız şekilde dağıldı.
(haber7)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Fen Edebiyat Fakültesi öğrencilerinden oluşan yaklaşık 200 kişilik bir grup pedagojik formasyon alınarak öğretmenlik yapabilmenin önünün tıkanmasını protesto etti.
Üniversitenin Edebiyat Fakültesi’nden Beyazıt Meydanı’na kadar yürüyen öğrenciler öğretmenlik haklarının geri verilmesini istedi. Öğrenciler YÖK’ü protesto ederek darbeci zihniyet tarafından kurulan YÖK’ün bu karar ile eski zihniyetten farksız davrandığını savundu.
Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) tarafından Fen-Edebiyat fakültelerinde pedagojik formasyon alınarak öğretmenlik yapma imkanının kaldırılmasına tepkiler sürüyor. YÖK’ün aldığı kararı protesto eden öğrencilere İÜ Fen-Edebiyat Fakültesi öğrencilere de eklendi. Edebiyat Fakültesi’nde toplanan yaklaşık 200 öğrenci taşıdıkları pankartlar ve slogan atarak Beyazıt Meydanı’na yürüdü. 'YÖK-MEB şaşırma sabrımızı taşırma, formasyon hakkıma dokunma, boyalı basın bunu da yaz, istedik vermediler fen-edebiyatlasın dediler' yazılı pankartlar taşıyan grup, 'istifa istifa Ömer Dinçer istifa, baba beni okuldan al, öğretmen olamıyorum' sloganları attı.
Beyazıt Meydanı’nda toplanan öğrenciler adına basın açıklamasını fakülte öğrencisi Dilan Taşkın okudu. YÖK ve MEB’in yeni sorun oluşturmaktan ileri gitmediğini ve fen-edebiyat fakültelerinin fazla kalabalık olmasının bahane edildiğini söyleyen Taşkın, “Soruyoruz: Öğrenci siz misiniz, biz miyiz. Her ile bir üniversite açarken neredeydiniz. TV’ye çıkıp ‘ordu yönetime el koydu’ diyen zihniyetle formasyonu kaldıran zihniyet arasında tek bir fark yoktur. ” dedi.
Protesto eylemine katılan öğrenciler de formasyonun kaldırılmasının işsizler ordusu oluşturacağını söyledi. Dersanelerin de kapatılmasının konuşulduğunu bunun da işsizliği artıracağını savunan öğrenciler “dersaneleri kaldırıp, formasyon uygulamasına da son verdiğinizde ne olacak. Biz dört yıl üniversite okuduktan sonra tezgahtar mı olalım, yazık değil mi bize.” dedi.
Basın açıklamasının ardından bir süre oturma eylemi yapan grup olaysız şekilde dağıldı.
(haber7)
Son Güncelleme: Perşembe, 26 Nisan 2012 17:35
Gösterim: 2096

