Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Alpaslan Dartan / Terakki Vakfı Okulları/Yönetici., PDR Uzmanı., Eğitim Danışmanı / Eğitim Gazetecileri Derneği YK üyesi, PDR İst. Şb. Bşk. (2012-2017)
Öğrenciler için 2018-2019 eğitim öğretim yılı sınav maratonu hem ortaokul hem de lisede okuyan son sınıf öğrencileri için tamamlandı. Şu aralar Ortaokul öğrencilerinin tercih dönemi bitmek üzere ve MEB tarafından 22 Temmuzda yerleştirme sonuçları açıklanacak. Lise son sınıfta okuyan ve daha önce mezuna kalmış adaylar için ise TYT ve AYT sınavları 15-16 Haziran tarihlerinde gerçekleştirildi.
ÖSYM tarafından açıklanan takvime göre YKS sonuçları 18 Temmuz 2019 da açıklanacak. Eğer uzatılmaz ise 23-29 Temmuz 2019 tarihleri arasında da tercih işlemleri tamamlanacak. Son iki yıldır arka arkaya iki gün olarak gerçekleştirilen TYT ve AYT sınavları içerik, tür ve kapsamı nedeniyle adayların kimyasını biraz bozsa da çabuk öğrenme ve uyum sağlama yeteneğimiz sayesinde problem yaşanmadan tamamlandı.
Ayrıca ÖSYM sınavda hatalı sorulara ilişkin uzun zamandan beri ilk kez hızlı bir refleks vererek tartışmalara yer vermeden süreci yönetmesini bildi. Bununla da kalmadı kısa sürede de 2019 Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzunu yayınlandı. Önceki yıllara göre tercih ve yerleştirme işlemlerini epey öne çekerek Üniversitelerde yeni eğitim ve öğretim yılını Eylül ayı içerisinde başlatmayı hedefledi.
Sayılarla 2019 YKS
YÖK tarafından 2019 Yükseköğretim Kontenjanlarına ilişkin yapılan açıklamada 2019 YKS’ye başvuran aday sayısının 2 milyon 528 bin 116 olduğunu görüyoruz. Bu sayı 2018 YKS’de 2 milyon 381 bin 412 olmuştu. Başvuran aday sayısı bu yıl 146 bin 704 artmıştır. TYT'de 6 bin 609, AYT'de 4 bin 859 ve YDT'de 347 engelli aday sınava girmek üzere başvuruda bulunmuştur.
Geçen yıl lise son sınıf düzeyinde YKS’ye başvuran aday sayısı 954 bin 353 iken bu yıl 983 bin 710 olmuştur. Bununla birlikte, 2018 YKS’ye başvuran adaylar içinde daha önce bir programa yerleşmiş olan aday sayısı 397 bin 614 iken bu yıl 374 bin 806 olmuştur.
Geçen yıl 2018 Temel Yeterlilik Testi'nden (TYT) 200 ve üzeri puan alan adaylardan bu yılki TYT'ye girmeden bu puanlarını kullanacak aday sayısı 13 bin 19 kişidir.
Üçü Vakıf biri Devlet Üniversitesi olmak üzere 4 yeni Üniversite kurulmuştur.
Baraj Puanı İle Öğrenci Alan Alan Bölümler:

2019 Yılı Kontenjanları
Bu yıl ilk kez YÖK tarafından ülkenin ihtiyacı, istihdam imkânları, yükseköğretim kurumlarının kapasitesi, öğrenci temayülleri ve yükseköğretimde niteliği artırma önceliği gibi birçok parametre dikkate alınarak üniversitelerin kontenjanlarında oynamalar yapılmıştır. Açıköğretim kontenjanları dâhil olmak üzere tüm kontenjanların toplamı 1.007.191 olmuştur. En yüksek kontenjan azalması Açık öğretim Lisans programında (%32) oranında gerçekleşmiştir. Bunu Öğretmenlik ( %10) ve İkinci öğretim programları izlemiştir.


Öğretmenlik Programları; Bu yıl ilk kez oluşturulan Yükseköğretim Eğitim Programları Danışma Kurulu, Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerinin öğretmenlikle ilgili sunduğu ihtiyaç analizlerini dikkate alarak öğretmenlik kontenjanlarını yaklaşık %10 oranında azalttı. Öğretmenlik programlarının kontenjanı geçen yıl 53 bin 796 iken bu yıl 48 bin 546 olarak belirlendi.
Sağlık Programları; Yine bu Kurul’da bazı sağlık programlarının kontenjanlarının kademeli olarak azaltılması yönündeki görüş ve öneriler dorultusunda ikinci öğretim önlisans sağlık programları için program ve kontenjan sayılarında azaltma yapıldı. Kontenjanlar, Tıp programında 15.050, Diş Hekimliği’nde 6.680, Eczacılık’ta 3.524, Ebelik’te 3.690, Hemşirelik’te ise 15.033 olarak belirlendi.
Hukuk Fakülteleri; Hukuk Fakültelerinin kontenjanları da başta Adalet Bakanlığının ve diğer paydaşların görüşleri doğrultusunda yeniden belirlendi. Hukuk fakültelerinin tümünün kontenjanları (Galatasaray Üniversitesi hariç olmak üzere) 16 bin 97 olarak belirlendi.
Yeni Bölümler/Geleceğin Meslekleri; olarak “Bilgi Güvenliği Teknolojisi, Yapay Zekâ Mühendisliği, Yazılım Geliştirme, Dijital Medya ve Pazarlama, Hibrid ve Elektrikli Taşıtlar Teknolojisi, Üç Boyutlu Modelleme ve Animasyon” gibi lisans ve önlisans programları açılarak geleceğe yönelik yeni bir ilk adım atıldı.
Son 3 yılın Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları

Adım Adım Merkezi Yerleştirme, Tercih İşlemleri ve Sonuçlar
• 2019-Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu 'http://osym.gov.tr'; internet sitesinde yayınlandı ve sürecin nasıl yürütüleceğine ilişkin belirsizlikler ortadan kaldırıldı.
• 2019-YKS sonuçları 18 Temmuz'da açıklanacak ve
• Tercihler 23-29 Temmuz 2019 tarihleri arasında alınacak.
• Adaylar tercihlerini, T.C. kimlik numarası ve şifre ile tercih süresi içinde ÖSYM'nin https://ais.osym.gov.tr internet adresinden bireysel olarak yapacaklar.
• Sadece elektronik ortamda yapılan tercihler geçerli olacak.
• Adayların geçen yıl olduğu gibi 24 tercih hakları bulunuyor.
• 2019-YKS Yerleştirme sonuçları ÖSYM'nin "https://sonuc.osym.gov.tr"; adresinden adaylara duyurulacak.
• YKS sonuçlarına göre bir programa kayıt hakkı kazanan adayların kayıt işlemleri 19-23 Ağustos 2019 tarihlerinde yapılacak.
• Boş Kontenjanlara yerleştirmeler de kayıtlar tamamlandıktan sonra ÖSYM’nin açıklayacağı takvime göre yapılacak.
Psikolojik Danışma ve Rehberlik Uzmanlarından Destek Alın
Doğru tercih için eldeki verilerin doğru okunması hiç şansım yok denilen bölümlere yerleşmeyi mümkün kılabilmektedir. ÖSYM’nin son yıllarda öğrencilere rehber niteliğinde dijital ortamda adaylara sağladığı kolaylıklar nedeniyle tercih işlemleri artık çok kolaylaştı. Zorluk adayın kendini tanıması ile ilgili süreçlerde.
Adayların okulların PDR servislerinden alacağı destek de tercih sürecini daha da kolaylaştıracaktır. Kendinizi tanımak, meslekler hakkında bilgi sahibi olabilmek ve gerçekçi bir yaklaşımla ilgi ve yeteneğinize uygun severek devam edebileceğiniz meslek alanlarına yönelmek her aday için vazgeçilmez koşul olmalı. Bu konuda da rehber öğretmenlerin desteğini mutlaka almalısınız.
Bu çerçevede belirli mesleklerde puan ve sıralama aralığı geniş olabileceğinden tercihlerinizi önceki yıllara göre daha geniş yelpazeden seçmeye özen gösterilmeli.
Doğru Tercih Doğru Sıralama İçin
• Puana değil öncelikle sınav sonuç belgesinde yer alan başarı sırasının dikkate alınması gerek.
• Öncelikle adaylar, başarı sırası ve puanları ile öğrenim görmek istediği üniversiteleri-bölümleri bir arada değerlendirerek bir taslak tercih listesi oluşturmalılar. Sihirli soru sınav olmasaydı ve sizi koşulsuz olarak istediğiniz bölüme yerleştireceğiz deselerdi ilk sıraya hangi bölümü yazardınız? O bölüm bir nedenle olamadığında ikinci olarak hangi bölümü isterdiniz? Sorularını sormaktır.
• Listenizdeki programların sırası, gerçekten istek sıranıza uygun mu? Örneğin, beşinci tercihinize giriş hakkı kazanacak olsanız, "Keşke altıncı tercihimi kazanmış olsaydım." demeyeceğinizden emin misiniz? Bütün tercihleriniz için bu geçerli mi?
• Gitmeyi düşünmediğiniz bölümleri tercih listenize almamalısınız.
• İstemediğiniz yüksek puanlı bir yeri, sırf puanınız yettiği için yazmamalısınız.
• Bölümler, en çok girilmek istenenden, en az istenene doğru sıralamalı ve başarı sırası, minimum puan açısından, istek sırasını oynatmayacak biçimde gözden geçirilmelidir.
• Daha çok istenen bir yükseköğretim programını, yüzdelik dilim, minimum puan ya da başka bir nedenden ötürü daha az istediği bir programın altına yazmamak gerekir.
• Tercih sürecinde, başarı sıralarının bu yıl için -/+ % 10 değişebileceği göz önünde tutulmalıdır.
• Kendi başarı sırasının yarısı kadar alt ve iki katı kadar üst aralıklarda olabilecek bölümleri belirlemek açıkta kalma riskini neredeyse sıfırlar. Örneğin 50 bininci sırada yer almış bir adayın tercih aralığını 25 bin ile 75 bin aralığında yapıyor olması yerleşme şansınızı artırır.
• Bir aday, kaçıncı sıraya yazmış olursa olsun, tercih ettiği bir bölüme, diğer tercih eden adaylarla birlikte yerleşmek istediği puan türünden elde ettiği puanlarına göre sıralanmış olarak ve kontenjan dâhilinde yerleştirileceklerdir.
Bugüne kadar iyi bir kariyer sahibi olmanın yolunun iyi bir üniversite ve iyi bir bölümde okumaktan geçtiği düşünüldü hep. Oysa okul ve iş yaşamı arasındaki bağ çoğu zaman hiç örtüşmedi. Geleceğin iş dünyası artık çalışanlarında, evrensel bakış açısına sahip, parçaların önemini bilen ama sistemin bütününe odaklanabilen, anında ve hızlı davranabilme becerisine erişmiş, nerede ve hangi koşulda olursa olsun kendini doğru ifade edebilme becerisini aramaya başladı. İş dünyası kafası netleşmemiş gençlere iki önemli mesaj vermektedir. Kendinizi geliştirin, dönüştürün ve iyi ifade edin.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Alpaslan Dartan / Terakki Vakfı Okulları/Yönetici., PDR Uzmanı., Eğitim Danışmanı / Eğitim Gazetecileri Derneği YK üyesi, PDR İst. Şb. Bşk. (2012-2017)
Öğrenciler için 2018-2019 eğitim öğretim yılı sınav maratonu hem ortaokul hem de lisede okuyan son sınıf öğrencileri için tamamlandı. Şu aralar Ortaokul öğrencilerinin tercih dönemi bitmek üzere ve MEB tarafından 22 Temmuzda yerleştirme sonuçları açıklanacak. Lise son sınıfta okuyan ve daha önce mezuna kalmış adaylar için ise TYT ve AYT sınavları 15-16 Haziran tarihlerinde gerçekleştirildi.
ÖSYM tarafından açıklanan takvime göre YKS sonuçları 18 Temmuz 2019 da açıklanacak. Eğer uzatılmaz ise 23-29 Temmuz 2019 tarihleri arasında da tercih işlemleri tamamlanacak. Son iki yıldır arka arkaya iki gün olarak gerçekleştirilen TYT ve AYT sınavları içerik, tür ve kapsamı nedeniyle adayların kimyasını biraz bozsa da çabuk öğrenme ve uyum sağlama yeteneğimiz sayesinde problem yaşanmadan tamamlandı.
Ayrıca ÖSYM sınavda hatalı sorulara ilişkin uzun zamandan beri ilk kez hızlı bir refleks vererek tartışmalara yer vermeden süreci yönetmesini bildi. Bununla da kalmadı kısa sürede de 2019 Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzunu yayınlandı. Önceki yıllara göre tercih ve yerleştirme işlemlerini epey öne çekerek Üniversitelerde yeni eğitim ve öğretim yılını Eylül ayı içerisinde başlatmayı hedefledi.
Sayılarla 2019 YKS
YÖK tarafından 2019 Yükseköğretim Kontenjanlarına ilişkin yapılan açıklamada 2019 YKS’ye başvuran aday sayısının 2 milyon 528 bin 116 olduğunu görüyoruz. Bu sayı 2018 YKS’de 2 milyon 381 bin 412 olmuştu. Başvuran aday sayısı bu yıl 146 bin 704 artmıştır. TYT'de 6 bin 609, AYT'de 4 bin 859 ve YDT'de 347 engelli aday sınava girmek üzere başvuruda bulunmuştur.
Geçen yıl lise son sınıf düzeyinde YKS’ye başvuran aday sayısı 954 bin 353 iken bu yıl 983 bin 710 olmuştur. Bununla birlikte, 2018 YKS’ye başvuran adaylar içinde daha önce bir programa yerleşmiş olan aday sayısı 397 bin 614 iken bu yıl 374 bin 806 olmuştur.
Geçen yıl 2018 Temel Yeterlilik Testi'nden (TYT) 200 ve üzeri puan alan adaylardan bu yılki TYT'ye girmeden bu puanlarını kullanacak aday sayısı 13 bin 19 kişidir.
Üçü Vakıf biri Devlet Üniversitesi olmak üzere 4 yeni Üniversite kurulmuştur.
Baraj Puanı İle Öğrenci Alan Alan Bölümler:

2019 Yılı Kontenjanları
Bu yıl ilk kez YÖK tarafından ülkenin ihtiyacı, istihdam imkânları, yükseköğretim kurumlarının kapasitesi, öğrenci temayülleri ve yükseköğretimde niteliği artırma önceliği gibi birçok parametre dikkate alınarak üniversitelerin kontenjanlarında oynamalar yapılmıştır. Açıköğretim kontenjanları dâhil olmak üzere tüm kontenjanların toplamı 1.007.191 olmuştur. En yüksek kontenjan azalması Açık öğretim Lisans programında (%32) oranında gerçekleşmiştir. Bunu Öğretmenlik ( %10) ve İkinci öğretim programları izlemiştir.


Öğretmenlik Programları; Bu yıl ilk kez oluşturulan Yükseköğretim Eğitim Programları Danışma Kurulu, Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerinin öğretmenlikle ilgili sunduğu ihtiyaç analizlerini dikkate alarak öğretmenlik kontenjanlarını yaklaşık %10 oranında azalttı. Öğretmenlik programlarının kontenjanı geçen yıl 53 bin 796 iken bu yıl 48 bin 546 olarak belirlendi.
Sağlık Programları; Yine bu Kurul’da bazı sağlık programlarının kontenjanlarının kademeli olarak azaltılması yönündeki görüş ve öneriler dorultusunda ikinci öğretim önlisans sağlık programları için program ve kontenjan sayılarında azaltma yapıldı. Kontenjanlar, Tıp programında 15.050, Diş Hekimliği’nde 6.680, Eczacılık’ta 3.524, Ebelik’te 3.690, Hemşirelik’te ise 15.033 olarak belirlendi.
Hukuk Fakülteleri; Hukuk Fakültelerinin kontenjanları da başta Adalet Bakanlığının ve diğer paydaşların görüşleri doğrultusunda yeniden belirlendi. Hukuk fakültelerinin tümünün kontenjanları (Galatasaray Üniversitesi hariç olmak üzere) 16 bin 97 olarak belirlendi.
Yeni Bölümler/Geleceğin Meslekleri; olarak “Bilgi Güvenliği Teknolojisi, Yapay Zekâ Mühendisliği, Yazılım Geliştirme, Dijital Medya ve Pazarlama, Hibrid ve Elektrikli Taşıtlar Teknolojisi, Üç Boyutlu Modelleme ve Animasyon” gibi lisans ve önlisans programları açılarak geleceğe yönelik yeni bir ilk adım atıldı.
Son 3 yılın Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları

Adım Adım Merkezi Yerleştirme, Tercih İşlemleri ve Sonuçlar
• 2019-Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu 'http://osym.gov.tr'; internet sitesinde yayınlandı ve sürecin nasıl yürütüleceğine ilişkin belirsizlikler ortadan kaldırıldı.
• 2019-YKS sonuçları 18 Temmuz'da açıklanacak ve
• Tercihler 23-29 Temmuz 2019 tarihleri arasında alınacak.
• Adaylar tercihlerini, T.C. kimlik numarası ve şifre ile tercih süresi içinde ÖSYM'nin https://ais.osym.gov.tr internet adresinden bireysel olarak yapacaklar.
• Sadece elektronik ortamda yapılan tercihler geçerli olacak.
• Adayların geçen yıl olduğu gibi 24 tercih hakları bulunuyor.
• 2019-YKS Yerleştirme sonuçları ÖSYM'nin "https://sonuc.osym.gov.tr"; adresinden adaylara duyurulacak.
• YKS sonuçlarına göre bir programa kayıt hakkı kazanan adayların kayıt işlemleri 19-23 Ağustos 2019 tarihlerinde yapılacak.
• Boş Kontenjanlara yerleştirmeler de kayıtlar tamamlandıktan sonra ÖSYM’nin açıklayacağı takvime göre yapılacak.
Psikolojik Danışma ve Rehberlik Uzmanlarından Destek Alın
Doğru tercih için eldeki verilerin doğru okunması hiç şansım yok denilen bölümlere yerleşmeyi mümkün kılabilmektedir. ÖSYM’nin son yıllarda öğrencilere rehber niteliğinde dijital ortamda adaylara sağladığı kolaylıklar nedeniyle tercih işlemleri artık çok kolaylaştı. Zorluk adayın kendini tanıması ile ilgili süreçlerde.
Adayların okulların PDR servislerinden alacağı destek de tercih sürecini daha da kolaylaştıracaktır. Kendinizi tanımak, meslekler hakkında bilgi sahibi olabilmek ve gerçekçi bir yaklaşımla ilgi ve yeteneğinize uygun severek devam edebileceğiniz meslek alanlarına yönelmek her aday için vazgeçilmez koşul olmalı. Bu konuda da rehber öğretmenlerin desteğini mutlaka almalısınız.
Bu çerçevede belirli mesleklerde puan ve sıralama aralığı geniş olabileceğinden tercihlerinizi önceki yıllara göre daha geniş yelpazeden seçmeye özen gösterilmeli.
Doğru Tercih Doğru Sıralama İçin
• Puana değil öncelikle sınav sonuç belgesinde yer alan başarı sırasının dikkate alınması gerek.
• Öncelikle adaylar, başarı sırası ve puanları ile öğrenim görmek istediği üniversiteleri-bölümleri bir arada değerlendirerek bir taslak tercih listesi oluşturmalılar. Sihirli soru sınav olmasaydı ve sizi koşulsuz olarak istediğiniz bölüme yerleştireceğiz deselerdi ilk sıraya hangi bölümü yazardınız? O bölüm bir nedenle olamadığında ikinci olarak hangi bölümü isterdiniz? Sorularını sormaktır.
• Listenizdeki programların sırası, gerçekten istek sıranıza uygun mu? Örneğin, beşinci tercihinize giriş hakkı kazanacak olsanız, "Keşke altıncı tercihimi kazanmış olsaydım." demeyeceğinizden emin misiniz? Bütün tercihleriniz için bu geçerli mi?
• Gitmeyi düşünmediğiniz bölümleri tercih listenize almamalısınız.
• İstemediğiniz yüksek puanlı bir yeri, sırf puanınız yettiği için yazmamalısınız.
• Bölümler, en çok girilmek istenenden, en az istenene doğru sıralamalı ve başarı sırası, minimum puan açısından, istek sırasını oynatmayacak biçimde gözden geçirilmelidir.
• Daha çok istenen bir yükseköğretim programını, yüzdelik dilim, minimum puan ya da başka bir nedenden ötürü daha az istediği bir programın altına yazmamak gerekir.
• Tercih sürecinde, başarı sıralarının bu yıl için -/+ % 10 değişebileceği göz önünde tutulmalıdır.
• Kendi başarı sırasının yarısı kadar alt ve iki katı kadar üst aralıklarda olabilecek bölümleri belirlemek açıkta kalma riskini neredeyse sıfırlar. Örneğin 50 bininci sırada yer almış bir adayın tercih aralığını 25 bin ile 75 bin aralığında yapıyor olması yerleşme şansınızı artırır.
• Bir aday, kaçıncı sıraya yazmış olursa olsun, tercih ettiği bir bölüme, diğer tercih eden adaylarla birlikte yerleşmek istediği puan türünden elde ettiği puanlarına göre sıralanmış olarak ve kontenjan dâhilinde yerleştirileceklerdir.
Bugüne kadar iyi bir kariyer sahibi olmanın yolunun iyi bir üniversite ve iyi bir bölümde okumaktan geçtiği düşünüldü hep. Oysa okul ve iş yaşamı arasındaki bağ çoğu zaman hiç örtüşmedi. Geleceğin iş dünyası artık çalışanlarında, evrensel bakış açısına sahip, parçaların önemini bilen ama sistemin bütününe odaklanabilen, anında ve hızlı davranabilme becerisine erişmiş, nerede ve hangi koşulda olursa olsun kendini doğru ifade edebilme becerisini aramaya başladı. İş dünyası kafası netleşmemiş gençlere iki önemli mesaj vermektedir. Kendinizi geliştirin, dönüştürün ve iyi ifade edin.
Son Güncelleme: Salı, 23 Temmuz 2019 13:29
Gösterim: 10933
Salim Ünsal – Eğitim Uzmanı
Her yıl üniversite tercihleri başladığında teknik tercih kavramları üzerinden adayların şanslarını azaltıp artırmalarını konuşuruz. Aslında belirlenen resmi tercih bildirim sürecine gelinceye kadar adayların ilgi, yetenek ve kişilik özelliklerine uygun meslekler konusunda kararlarını verdiklerini varsayarız.
Peki! Gerçeklik böyle mi? Tercih bildirimleri başladığında tüm adaylar için işin sadece teknik kısmı mı kalıyor?
Tabi ki hayır!
Aday zihninde tercih dendiğinde en net şekillenen şey puanlar ve sıralar ile bu puan ve sıralarla erişebilecekleri programların neler olduğunu bilmeleridir. Kusurlu bir tercih algısıdır bu aslında. Zira kişilik özellikleri ile kesişmemiş, örtüşmemiş tercihler adayları hatalı adreslere yolcu etmeye adaydır. Her yıl 500 bin üzerinde adayın üniversitede okuyorken yeniden sınava girmesinde bilinçsizce yapılan ve sadece tekniğe dayanan tercihin en büyük paya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Aday, puanının yettiği, sırasının kafi geldiği her programda başarılı olabilme şansını yakalayamayabilir.
İşte bu nedenle teknik tercihe geçmeden tercihin elzem olan psikolojik, sosyolojik, epistemolojik süreçlerinin çok iyi tanzim edilmesi, incelenmesi, aday açısından yeterliliklerin tespit edilmesi çok önem arz ediyor.
Bu yazıda biz, sizleri işbu süreci başarıyla tamamlamış bir aday olarak kabul edip, hangi teknik ayrıntılara dikkat ederek tercihlerinizi yapmanız gerektiğini konuşacağız. Bunu konuşurken de içinde bulunduğumuz yılın nev-i şahsına münhasır ayrıntılarını da dikkate alacağız.
Sistem değişiminin olduğu yıllar tercihin sancılı olduğu yıllardır. Bunu 2018 yılında yaşadık. Bu yıl gerek sınav sisteminde, gerekse tercih sisteminde kayda değer bir değişim yaşanmadı. 2018’de kurgulanan sistem ile 2019 yılının süreçleri işliyor. Hakeza sınav yaşandı, bitti ve gördük ki sistemin sınav ayağında geçen yıldan bu yıla sadece soru zorluk kolaylığı açısından bir farklılık yaşanmış, onun dışında bütün parametreler aynı. Tercih işlemleri açısından da yıl içinde farklı bir karar ile karşılaşmadık. Hatta yargı reformu ile hukuk barajlarının düşürülmesi ve kontenjanların azaltılması gündeme gelmişti. Bu bile kılavuza ve tercihe yetişmedi.
Tercih sürecinde kurallar değişmeyip bir önceki yılın verileri de sağlamca elimizde duruyorsa o yılın teknik tercihi aday ve tercih uzmanları açısından çok daha kolay olur. Sağlam referanstır bir önceki yılın verileri. Çok kayda değer değişimler de olmaz. Üç aşağı, beş yukarı önceki yılın değerlerine yakın sonuçlar çıkar. O halde teknik tercihin ilk kuralı geçen yılın verilerini önüne koymak, işe oradan başlamaktır.
İkinci olarak her ne kadar önceki yılın verileri sağlam bir referans olsa bile her yılın kendi gerçekliği sonuçlara damgasını vurur. Bazı programlara ilgi artar, bazı programlara ilgi azalır, bazı programların kontenjanı artar, bazılarınınki azalır. Yani özetle her yılın arz talep dengesi birbirinden farklı olabilir. İşte bu nedenle önceki yılın verilerini noktasal olarak değil düzlemsel olarak ele almak gerekir. Webden bir ürün ararken nasıl ki bir alt ve üst limit belirliyorsanız tercihleri de bu alt ve üst limitler arasından oluşturmanız gerekir. Buna biz mesleki jargonda geniş yelpazeden seçim yapmak deriz.
Bir adayın en fazla 24 tercih bildirim hakkı var ve bu az bir tercih sayısı değil. ÖSYM’nin her yıl yayınlanan tercih istatistiklerinde adayların ortalama 14-15 tercihle süreci noktaladıklarını, diğer bir ifade ile ancak 14-15 tane yazacak yer bulabildiklerini gösteriyor. Tavsiyemiz elbette verilen hakkın tamamını adayın kullanması yönünde ama eğer daha az tercihle süreç noktalanacaksa her bir programın sıra ve puan gibi teknik değerleri birbirine yakın olan yerlerden değil belli bir ritmik uzaklıkla seçilmeli. Bütün tercihlerin aynı sırlama değeri etrafında toplanması şans faktörünü son derece azaltır.
Her yılın klasik sorusu, puan mı yoksa sıralama mı?
Üniversiteye yerleşmede kullanılan sistem bize puanın göreceli bir değer olduğunu ve adayın referans alınacak gerçek gücünü yansıtmayacağını gösteriyor. Sıralamanın ise yine sistem gereği daha güvenilir bir referans değeri olduğu biliyoruz. Neden? Çünkü YKS aslında bir sıralama sınavı. Puan yeterliliğini sadece baraj puanları itibariyle sorgulayan bir sistem… Puan büyük görünürken değersiz olabilen ya da küçük görünürken daha değerli olabilen bir rakam. Sıralama ise her koşulda değerini koruyabilen bir rakam. Bu nedenle teknik tercihi puanla değil sıralama ile yapmanızı şiddetle öneriyoruz.
Teknik tercihin bir diğer filtresini ise üniversite türlerini belirlerken koymalısınız. Kılavuzda devlet, vakıf, Kıbrıs ve yabancı üniversiteler bulunuyor. Devlet dışındaki üniversiteler burslu programları değilse zaman ve emek dışında bir de ayrıca bütçe gerektiriyor. Bu bütçenin tercih listesini oluşturmada önemli bir gündem olması gerekiyor. Bütçe yeterliliği olmayan programların elenmesi, yetenlerin ise tercih havuzunuzda toplanması gerekiyor. Bu bütçeyi ikametiniz dışındaki bir yerde ücretsiz bir okula yerleştiğinizde yapacağınız yaşamsal harcamalar ile kıyaslayarak belirlemenizde yarar var.
Teknik tercihin bir diğer ayrıntısı eğitim hayatınızı hangi il, ilçe veya kasabada sürdüreceğinize karar vermek. Metropollerdeki programlara daha yüksek puanla, küçük kent ve kasabalardaki programlara ise daha düşük puanlarla girilebiliyor. Ancak o lokasyonda sadece okulda yaşamınızı sürdürmeyeceğinizi, gideceğiniz kentin yaşamına ne ölçüde ayak uyduracağınızı da dikkate almanız gerekiyor. Ayrıca o kent veya kasabada öğrenciye sunulan olanakların neler olduğu da bu belirlemede önemli bir rol oynaması gerekiyor.
Tercih listesinin 1. Sırasındaki program sizin için ne denli önemliyse son sırasındaki program da bir o kadar önemlidir. Adayların en yaygın hatalarından biri ilk birkaç tercihi çok özenle yapıp, son sıralardaki tercihleri özensiz bir şekilde yerleştirmeleri. Son sıradaki tercihleri de çok dikkatli ele almanız ve onayınızdan geçmeyen hiçbir programın listeye alınmaması gerekiyor. Kısaca o listede yer alan hiçbir program sizi mutsuz etmemeli.
Tercih aynı zamanda bir şans işidir de. Kesin yerleşirim hükmü ile seçim yapmak bazen hayal kırıklığı ile de noktalanabilmektedir. Yaptığınız her tercihin, bildirdiğiniz her listenin bir miktar risk barındırdığını da unutmamak gerekiyor.
Yeni açılan programlar geçmişte adayların ilgisini çok çekmediğinden ilk yıl daha düşük puanlarla öğrenci alabilirlerdi. Oysa günümüzde adaylar ilk kez öğrenci alacak programlara da mutlaka tercih listelerinde yer veriyorlar ve bu programların puan veya sıraları da beklenenden daha yüksek çıkabiliyor. Yeni programları seçerken eşdeğer üniversitelerdeki eşdeğer programları referans alarak listeye almakta ve konumunu tayin etmekte yarar var.
Önceki yıl beklenenden çok düşük puanı oluşan programlar da adayların fazlaca ilgisine mazhar olabiliyor. Bu nedenle geçen yıl muadilleri ile fazlaca puan farkı oluşmuş programların bu yıl o farkı kapatabileceği riskini dikkate alarak seçim yapmanız gerekiyor. Buna Hitit Tıp sendromu diye bir isim de verebiliriz mesela…
Tercihlerde adayların salt program kontenjanlarına da baktığını biliyor, kontenjanı yüksek olanı yazayım ki şansım artsın deyip düşük kontenjanlı yerleri daha az adayın seçtiğini görüyoruz. Çoğu aday bu mantıkla düşünüp listesini bu referans ile oluşturunca kontenjanı yüksek olan yerlerde bir tercih yığılması yaşanabiliyor. Bunun sonucunda da bu programlar beklenenden daha yüksek bir puana son öğrencisini alıyor ve taban puanını yüksek bir puanla noktalıyor.
Üniversitelerin ve programların bir önceki yıl oluşan taban puan ve sıraları o üniversitenin niteliği açısından yegane bir ölçüt değil. Özellikle metropollerde sosyal yaşamın zenginliği, öğrenciye sunulan eğitim dışı olanaklar bu puanların oluşmasında önemli etkenlerden biri. Salt puan veya sıraya bakarak üniversitenin niteliğine ilişkin bir önyargıdan uzak durmanız gerekiyor.
Adayların tercih derealizasyonu da yaşamamasını arzu ediyoruz. Aynı tercih listesinde birbiriyle uyumlu olmayan, aynı yetenekleri gerektirmeyen farklı tercihlerin olması adayın henüz karar veremediğinin de bir göstergesi. Bir milyon shop gibi bir tercih listesi sunmak adayın ileride eğitimi yarıda bırakabileceğinin de bir işareti. Listenizin bir karakteri olması gerekiyor.
Üniversite denince ülkemizde akla ilk gelen programlar lisans programları. Adaylar sanki lisansları tercih listesinde bitirmeden önlisans programlarına gitmemeleri gerektiğini düşünüyor ve böyle bir önyargı ile 2 yıllık meslek yüksekokullarına yaklaşıyorlar. Bu da önemli hatalardan birisi. Bazı 2 yıllık programların 4 yıllık lisans programlarından istihdam olanakları bakımından daha iyi durumda olduğunu biliyoruz. Adayın iş hayatına daha kısa yoldan erişmesine de olanak sunuyor bu meslek programları. Ayrıca lisans programlarına göre daha uygun bir bütçe ile okunabiliyor.
Adayların düştüğü en önemli tuzaklardan biri de kazanmış gözükmek adına kendini ifade etmeyen, ilgisini çekmeyen bir programa yerleşmek. Ailesine, arkadaşlarına ve yakın çevresine “bu yıl da yerleşemedi” dedirtmemek için düşünülmeden tartışılmadan yapılan tercihler hiç de gelecek vadeden tercihler değil. Her adayın tercihi öncelikle kendisi için yapması, başkalarını mutlu etmek adına tercih yapmaması gerekiyor. Mezuna kalmak da bu sistemin bir parçası. Yeter ki aday sonraki yıl doğru bir hazırlık süreci geçirebilsin…
Teknik tercihin ayrıntıları bunlarla da sınırlı değil. Pek çok tuzaklar var. Neler mi?
• Puan ve sırası yeterli olsa dahi tek tercih yapmak
• Daha alt başarı düzeyinde tercih edebileceği programlar olmasına rağmen tercihi kendi sınırında kesmek!
• Farklı puan türlerinden yapılan tercihleri teknik olarak doğru sıraya koyamamak
• Vakıf üniversitelerinin burs oranları ile yetinip, reel değerleri hakkında fikri bulunmamak !
• UOLP programlarını ücretsiz bir devlet üniversitesi programı sanmak!
• Üniversiteye bağlı meslek yüksekokullarının hepsinin kent merkezinde olduğunu düşünmek,
• Özel yetenek sınavıyla öğrenci alan programları tercih tablolarında aramak
• Sadece kız veya sadece erkek öğrenciye açık programları seçerken cinsiyet faktörüne dikkat etmemek
• MTOK mühendisliklerini seçebilme hakkı olmayanların bu mühendislik dallarını tercih listesine alması
• Kontenjanı sadece KKTC uyruklu öğrencilere açık programları tercih listesinde bulundurmak
• Bölümlerin eğitim, iş ve istihdam gibi faktörlerine tav olup, akademik yetenekleri ve becerileri sorgulamamak
• Önlisans programlarının akademik kariyer kazandırma becerisine karşı önyargılı yaklaşmak.
• Açıköğretim programlarına yerleştiğinde bir sonraki yıl OBP kaybına uğramayacağını düşünmek
• Meslek yüksekokulu tercihini sadece ileride dikey geçiş yapabilme umuduna bağlamak
• Fiziki yeterlilik ve sağlık koşulları uygunluğu gerektiren dalları incelemeden tercih etmek
• Akademik tercihleri aile baskısından özgürlüğe kaçış gibi algılayıp daha uzak yerlere öncelik vermek
Bunları çoğaltmak mümkün…
İşte tüm bu yazdıklarımız ışığında hiç de kolay olmayacak yoğun, meşakkatli, stresli ve bir o kadar da bitsin artık şu tercihler diyeceğimiz bir sürece giriyor olacak tüm adaylar. Doğru kararlar vermeye ve doğru kararlar almaya muhtaç bir süreç…
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Salim Ünsal – Eğitim Uzmanı
Her yıl üniversite tercihleri başladığında teknik tercih kavramları üzerinden adayların şanslarını azaltıp artırmalarını konuşuruz. Aslında belirlenen resmi tercih bildirim sürecine gelinceye kadar adayların ilgi, yetenek ve kişilik özelliklerine uygun meslekler konusunda kararlarını verdiklerini varsayarız.
Peki! Gerçeklik böyle mi? Tercih bildirimleri başladığında tüm adaylar için işin sadece teknik kısmı mı kalıyor?
Tabi ki hayır!
Aday zihninde tercih dendiğinde en net şekillenen şey puanlar ve sıralar ile bu puan ve sıralarla erişebilecekleri programların neler olduğunu bilmeleridir. Kusurlu bir tercih algısıdır bu aslında. Zira kişilik özellikleri ile kesişmemiş, örtüşmemiş tercihler adayları hatalı adreslere yolcu etmeye adaydır. Her yıl 500 bin üzerinde adayın üniversitede okuyorken yeniden sınava girmesinde bilinçsizce yapılan ve sadece tekniğe dayanan tercihin en büyük paya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Aday, puanının yettiği, sırasının kafi geldiği her programda başarılı olabilme şansını yakalayamayabilir.
İşte bu nedenle teknik tercihe geçmeden tercihin elzem olan psikolojik, sosyolojik, epistemolojik süreçlerinin çok iyi tanzim edilmesi, incelenmesi, aday açısından yeterliliklerin tespit edilmesi çok önem arz ediyor.
Bu yazıda biz, sizleri işbu süreci başarıyla tamamlamış bir aday olarak kabul edip, hangi teknik ayrıntılara dikkat ederek tercihlerinizi yapmanız gerektiğini konuşacağız. Bunu konuşurken de içinde bulunduğumuz yılın nev-i şahsına münhasır ayrıntılarını da dikkate alacağız.
Sistem değişiminin olduğu yıllar tercihin sancılı olduğu yıllardır. Bunu 2018 yılında yaşadık. Bu yıl gerek sınav sisteminde, gerekse tercih sisteminde kayda değer bir değişim yaşanmadı. 2018’de kurgulanan sistem ile 2019 yılının süreçleri işliyor. Hakeza sınav yaşandı, bitti ve gördük ki sistemin sınav ayağında geçen yıldan bu yıla sadece soru zorluk kolaylığı açısından bir farklılık yaşanmış, onun dışında bütün parametreler aynı. Tercih işlemleri açısından da yıl içinde farklı bir karar ile karşılaşmadık. Hatta yargı reformu ile hukuk barajlarının düşürülmesi ve kontenjanların azaltılması gündeme gelmişti. Bu bile kılavuza ve tercihe yetişmedi.
Tercih sürecinde kurallar değişmeyip bir önceki yılın verileri de sağlamca elimizde duruyorsa o yılın teknik tercihi aday ve tercih uzmanları açısından çok daha kolay olur. Sağlam referanstır bir önceki yılın verileri. Çok kayda değer değişimler de olmaz. Üç aşağı, beş yukarı önceki yılın değerlerine yakın sonuçlar çıkar. O halde teknik tercihin ilk kuralı geçen yılın verilerini önüne koymak, işe oradan başlamaktır.
İkinci olarak her ne kadar önceki yılın verileri sağlam bir referans olsa bile her yılın kendi gerçekliği sonuçlara damgasını vurur. Bazı programlara ilgi artar, bazı programlara ilgi azalır, bazı programların kontenjanı artar, bazılarınınki azalır. Yani özetle her yılın arz talep dengesi birbirinden farklı olabilir. İşte bu nedenle önceki yılın verilerini noktasal olarak değil düzlemsel olarak ele almak gerekir. Webden bir ürün ararken nasıl ki bir alt ve üst limit belirliyorsanız tercihleri de bu alt ve üst limitler arasından oluşturmanız gerekir. Buna biz mesleki jargonda geniş yelpazeden seçim yapmak deriz.
Bir adayın en fazla 24 tercih bildirim hakkı var ve bu az bir tercih sayısı değil. ÖSYM’nin her yıl yayınlanan tercih istatistiklerinde adayların ortalama 14-15 tercihle süreci noktaladıklarını, diğer bir ifade ile ancak 14-15 tane yazacak yer bulabildiklerini gösteriyor. Tavsiyemiz elbette verilen hakkın tamamını adayın kullanması yönünde ama eğer daha az tercihle süreç noktalanacaksa her bir programın sıra ve puan gibi teknik değerleri birbirine yakın olan yerlerden değil belli bir ritmik uzaklıkla seçilmeli. Bütün tercihlerin aynı sırlama değeri etrafında toplanması şans faktörünü son derece azaltır.
Her yılın klasik sorusu, puan mı yoksa sıralama mı?
Üniversiteye yerleşmede kullanılan sistem bize puanın göreceli bir değer olduğunu ve adayın referans alınacak gerçek gücünü yansıtmayacağını gösteriyor. Sıralamanın ise yine sistem gereği daha güvenilir bir referans değeri olduğu biliyoruz. Neden? Çünkü YKS aslında bir sıralama sınavı. Puan yeterliliğini sadece baraj puanları itibariyle sorgulayan bir sistem… Puan büyük görünürken değersiz olabilen ya da küçük görünürken daha değerli olabilen bir rakam. Sıralama ise her koşulda değerini koruyabilen bir rakam. Bu nedenle teknik tercihi puanla değil sıralama ile yapmanızı şiddetle öneriyoruz.
Teknik tercihin bir diğer filtresini ise üniversite türlerini belirlerken koymalısınız. Kılavuzda devlet, vakıf, Kıbrıs ve yabancı üniversiteler bulunuyor. Devlet dışındaki üniversiteler burslu programları değilse zaman ve emek dışında bir de ayrıca bütçe gerektiriyor. Bu bütçenin tercih listesini oluşturmada önemli bir gündem olması gerekiyor. Bütçe yeterliliği olmayan programların elenmesi, yetenlerin ise tercih havuzunuzda toplanması gerekiyor. Bu bütçeyi ikametiniz dışındaki bir yerde ücretsiz bir okula yerleştiğinizde yapacağınız yaşamsal harcamalar ile kıyaslayarak belirlemenizde yarar var.
Teknik tercihin bir diğer ayrıntısı eğitim hayatınızı hangi il, ilçe veya kasabada sürdüreceğinize karar vermek. Metropollerdeki programlara daha yüksek puanla, küçük kent ve kasabalardaki programlara ise daha düşük puanlarla girilebiliyor. Ancak o lokasyonda sadece okulda yaşamınızı sürdürmeyeceğinizi, gideceğiniz kentin yaşamına ne ölçüde ayak uyduracağınızı da dikkate almanız gerekiyor. Ayrıca o kent veya kasabada öğrenciye sunulan olanakların neler olduğu da bu belirlemede önemli bir rol oynaması gerekiyor.
Tercih listesinin 1. Sırasındaki program sizin için ne denli önemliyse son sırasındaki program da bir o kadar önemlidir. Adayların en yaygın hatalarından biri ilk birkaç tercihi çok özenle yapıp, son sıralardaki tercihleri özensiz bir şekilde yerleştirmeleri. Son sıradaki tercihleri de çok dikkatli ele almanız ve onayınızdan geçmeyen hiçbir programın listeye alınmaması gerekiyor. Kısaca o listede yer alan hiçbir program sizi mutsuz etmemeli.
Tercih aynı zamanda bir şans işidir de. Kesin yerleşirim hükmü ile seçim yapmak bazen hayal kırıklığı ile de noktalanabilmektedir. Yaptığınız her tercihin, bildirdiğiniz her listenin bir miktar risk barındırdığını da unutmamak gerekiyor.
Yeni açılan programlar geçmişte adayların ilgisini çok çekmediğinden ilk yıl daha düşük puanlarla öğrenci alabilirlerdi. Oysa günümüzde adaylar ilk kez öğrenci alacak programlara da mutlaka tercih listelerinde yer veriyorlar ve bu programların puan veya sıraları da beklenenden daha yüksek çıkabiliyor. Yeni programları seçerken eşdeğer üniversitelerdeki eşdeğer programları referans alarak listeye almakta ve konumunu tayin etmekte yarar var.
Önceki yıl beklenenden çok düşük puanı oluşan programlar da adayların fazlaca ilgisine mazhar olabiliyor. Bu nedenle geçen yıl muadilleri ile fazlaca puan farkı oluşmuş programların bu yıl o farkı kapatabileceği riskini dikkate alarak seçim yapmanız gerekiyor. Buna Hitit Tıp sendromu diye bir isim de verebiliriz mesela…
Tercihlerde adayların salt program kontenjanlarına da baktığını biliyor, kontenjanı yüksek olanı yazayım ki şansım artsın deyip düşük kontenjanlı yerleri daha az adayın seçtiğini görüyoruz. Çoğu aday bu mantıkla düşünüp listesini bu referans ile oluşturunca kontenjanı yüksek olan yerlerde bir tercih yığılması yaşanabiliyor. Bunun sonucunda da bu programlar beklenenden daha yüksek bir puana son öğrencisini alıyor ve taban puanını yüksek bir puanla noktalıyor.
Üniversitelerin ve programların bir önceki yıl oluşan taban puan ve sıraları o üniversitenin niteliği açısından yegane bir ölçüt değil. Özellikle metropollerde sosyal yaşamın zenginliği, öğrenciye sunulan eğitim dışı olanaklar bu puanların oluşmasında önemli etkenlerden biri. Salt puan veya sıraya bakarak üniversitenin niteliğine ilişkin bir önyargıdan uzak durmanız gerekiyor.
Adayların tercih derealizasyonu da yaşamamasını arzu ediyoruz. Aynı tercih listesinde birbiriyle uyumlu olmayan, aynı yetenekleri gerektirmeyen farklı tercihlerin olması adayın henüz karar veremediğinin de bir göstergesi. Bir milyon shop gibi bir tercih listesi sunmak adayın ileride eğitimi yarıda bırakabileceğinin de bir işareti. Listenizin bir karakteri olması gerekiyor.
Üniversite denince ülkemizde akla ilk gelen programlar lisans programları. Adaylar sanki lisansları tercih listesinde bitirmeden önlisans programlarına gitmemeleri gerektiğini düşünüyor ve böyle bir önyargı ile 2 yıllık meslek yüksekokullarına yaklaşıyorlar. Bu da önemli hatalardan birisi. Bazı 2 yıllık programların 4 yıllık lisans programlarından istihdam olanakları bakımından daha iyi durumda olduğunu biliyoruz. Adayın iş hayatına daha kısa yoldan erişmesine de olanak sunuyor bu meslek programları. Ayrıca lisans programlarına göre daha uygun bir bütçe ile okunabiliyor.
Adayların düştüğü en önemli tuzaklardan biri de kazanmış gözükmek adına kendini ifade etmeyen, ilgisini çekmeyen bir programa yerleşmek. Ailesine, arkadaşlarına ve yakın çevresine “bu yıl da yerleşemedi” dedirtmemek için düşünülmeden tartışılmadan yapılan tercihler hiç de gelecek vadeden tercihler değil. Her adayın tercihi öncelikle kendisi için yapması, başkalarını mutlu etmek adına tercih yapmaması gerekiyor. Mezuna kalmak da bu sistemin bir parçası. Yeter ki aday sonraki yıl doğru bir hazırlık süreci geçirebilsin…
Teknik tercihin ayrıntıları bunlarla da sınırlı değil. Pek çok tuzaklar var. Neler mi?
• Puan ve sırası yeterli olsa dahi tek tercih yapmak
• Daha alt başarı düzeyinde tercih edebileceği programlar olmasına rağmen tercihi kendi sınırında kesmek!
• Farklı puan türlerinden yapılan tercihleri teknik olarak doğru sıraya koyamamak
• Vakıf üniversitelerinin burs oranları ile yetinip, reel değerleri hakkında fikri bulunmamak !
• UOLP programlarını ücretsiz bir devlet üniversitesi programı sanmak!
• Üniversiteye bağlı meslek yüksekokullarının hepsinin kent merkezinde olduğunu düşünmek,
• Özel yetenek sınavıyla öğrenci alan programları tercih tablolarında aramak
• Sadece kız veya sadece erkek öğrenciye açık programları seçerken cinsiyet faktörüne dikkat etmemek
• MTOK mühendisliklerini seçebilme hakkı olmayanların bu mühendislik dallarını tercih listesine alması
• Kontenjanı sadece KKTC uyruklu öğrencilere açık programları tercih listesinde bulundurmak
• Bölümlerin eğitim, iş ve istihdam gibi faktörlerine tav olup, akademik yetenekleri ve becerileri sorgulamamak
• Önlisans programlarının akademik kariyer kazandırma becerisine karşı önyargılı yaklaşmak.
• Açıköğretim programlarına yerleştiğinde bir sonraki yıl OBP kaybına uğramayacağını düşünmek
• Meslek yüksekokulu tercihini sadece ileride dikey geçiş yapabilme umuduna bağlamak
• Fiziki yeterlilik ve sağlık koşulları uygunluğu gerektiren dalları incelemeden tercih etmek
• Akademik tercihleri aile baskısından özgürlüğe kaçış gibi algılayıp daha uzak yerlere öncelik vermek
Bunları çoğaltmak mümkün…
İşte tüm bu yazdıklarımız ışığında hiç de kolay olmayacak yoğun, meşakkatli, stresli ve bir o kadar da bitsin artık şu tercihler diyeceğimiz bir sürece giriyor olacak tüm adaylar. Doğru kararlar vermeye ve doğru kararlar almaya muhtaç bir süreç…
Son Güncelleme: Salı, 23 Temmuz 2019 13:03
Gösterim: 10655
İsmail İspir - RICOH TURKEY Innovation Manager
ÖLÇME DEĞERLENDİRMEDE AMAÇLARA UYGUNLUK
Günümüzde, tüm eğitim kurumları öğrenci performanslarını ölçmek ve gelişimlerini planlayabilmek amacıyla çeşitli yazılım ve cihazlar kullanmaktadır. Esas itibarıyla ölçme değerlendirme için kullanılan yazılım ve cihazların temel amacı, süreci otomatikleştirmek, hızlandırmak ve öğretmenlere öğrencilerinin performanslarını daha iyi değerlendirebilmeleri ve gelişimlerini planlamaları için daha fazla işlenmiş veri ve analiz sonuçları sunmaktır. Dolayısı ile ölçme değerlendirme uygulamaları, öğrencileri daha çok lise ve üniversite giriş sınav soruları ve formatına “alıştırmayı” öncelikli hedef olarak almamalıdır. Okullar ve kullandıkları teknolojiler belirli ve hazır form tiplerine bağlı olmadan kendi süreçleri içerisinde sınav tasarlayıp, öğrenciye özel sınav üretebilmelidir. Tamamen okulun kullandığı süreç içerisinde ek yazılım ve destek gerektirmeden, planlanan ve yönetilen ders ve öğrenci odaklı sınavlar, kazanımların doğru şekilde geliştirilmesine gerçek anlamda katkı yapacağı gibi, öğretmene ve kuruma zaman ve maliyet tasarrufu sağlayacaktır.
“Ölçme değerlendirme, ayrı ayrı her alandaki gerçek kazanımlarına odaklanma ve geliştirmeyi ana amaç edinen bir süreç olarak ele alınmalıdır.”
Son olarak, hedef ve sonuç ayrışması anlamında, üst eğitim kurumu sınavlarındaki başarının amaç değil, öğrencilerin her bir alandaki yeterliliklerinin ve yaratıcılıklarının ayrı ayrı en üst düzeye çıkarılmasının bir sonucu olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

ÖLÇME DEĞERLENDİRME SİSTEMİ
Ölçme değerlendirme araç ve sistemlerinin nihai çıktısı öğrencilerin sorumlu oldukları her bir alanda öğrenme ve yaratıcılıklarının hedeflenen seviyelere çıkarmak için gerekli tüm veri ve analizleri sağlamak olmalıdır. Burada esas olan, tüm diğer konularda olduğu gibi basitlik ve hedefe odaklanmaktır. Başka bir deyişle, ölçme değerlendirmede kullanılan yöntem ve araçlar yerine, öğrencinin gerçek performansı ve gelişimi ön planda olmalıdır. Eğer kullanılan sistem karmaşık yapılar içeriyor ve sürekli dış destek, ek uygulama ve yazılım kullanımı, zaman alan ayarlamalar gerektiriyor veya sistemle ilgili konular sürekli kullanıcıları meşgul ediyorsa burada amaçtan çok araçlarla ilgili unsurlar ön plana çıkmaktadır ki bu da hedeflenen öğrenim kalitesini olduğu kadar eğitim paydaşlarının beklentilerini de olumsuz etkileyebilir. Oysa bir süreç ve bunun üzerinde koştuğu sistemden beklenen istenen çıktıların tam olarak ve yüksek kalitede alınması ve bu sırada sistem kaynaklı konuların minimum zaman kaybı ve maliyet getirmesidir.
“Doğru kazanımları elde etme ve bunları problem çözme ve yaratıcılığa yönlendirmek her eğitim kurumu için esas olmalıdır.”
Sonuç olarak, herhangi bir ölçme değerlendirme süreci ve bu süreçte kullanilan yazilim, platform ve cihazlar öğrencinin gelişimine ölçülebilir katki sağlayacak şekilde planlanmali ve kurulmalidir. diğer bir deyişle ideal durum, bu alanda kullanilan yazilim ve araçlarin kulanicilari yönetmesinden ziyade kullanici veya öğretmenlerin, amaçlari doğrultusunda sistemi rahatlikla yönetebiliyor olmasidir.
DOĞRU ÖLÇME DEĞERLENDİRME İÇİN DOĞRU ARAÇLAR
DOĞRU HEDEFLER
Daha önce belirtildiği gibi bir öğrencinin başarısındaki gerek ve yeter şart, sorumlu olduğu her bir alanı ayrı ayrı en üst seviyede ve kazanımlar bazında öğrenmesi ve bu alanda beklenen yaratıcılığı ve problem çözme yetisini uluslararası standardlara uygun seviyede geliştirmesidir. Bu sağlandığında, öğrencinin her türlü üst kurum sınavında, sınavın şekli, yöntemi, süresi ve puanlama sisteminden bağımsız olarak mutlak başarıya ulaşacağı kesindir. Bunun için öğrenciler özellikle ders bazında optimal sıklıkta testlere tabi tutulmalı ve doğru analizler ve raporlara dayalı olarak değerlendirilmelidir. Bu yaklaşım için gerekli unsurdan biri ise verimli ve etkin bir ölçme ve değerlendirme platformudur. Bireysel anlamda öğrenci ve öğretmeni odağına koyan, optik kağıt, özelleştirme için ekstra yazılım vb. her türlü dış gereksinimlerden bağımsız ve olabildiği kadar basit kullanılabilir bir sistem mutlak başarının en önemli unsurudur. Böyle bir platform ve basit süreç, maliyet ve zaman kayıplarını en aza indirirken, gerçek anlamda öğrenci ve öğretmen başarısına katkı sağlayacak temel çıktıları yüksek güvenilirlikle sunacak, öğretmen ve kurumun öğrencilere daha fazla odaklanmasına imkan tanıyacaktır.
ETKİN ÖLÇE DEĞERLENDİRME ÇÖZÜMÜNÜN ÖZELLİKLERİ
Doğru bir ölçme değerlendirme süreci makalede sözü geçen amaçlar doğrultusunda öncelikle aşağıdaki özelliklere sahip olmalıdır;
1- Basitlik
2- Öğrenci ve öğretmen odaklılık
3- Dış faktörlerden bağımsızlık
4- Güvenilirlik
5- Hız
6- Esneklik ve uyumluluk
7- Ölçeklenebilirlik
8- Uçtan Uca Çözüm
Sonuç olarak, bir ölçme değerlendirme platfomunun kolay anlaşılır ve kullanılır olması, sürekli destek gerektirmemesi, öğrenciye özel kağıt tasarımına imkan vermesi, optik kağıtlara bağımlı olmaması, kendi içinde tüm sınav ihtiyacına cevap vermesi, optik kağıtlarda sık karşılaşılan okuma sorunlarını ortadan kaldırması, sınav sürecinin başından sonuna süratle tamamlaması, diğer sistemlere veri aktarımında esneklik sağlaması, öğrenci sayısının artması sonucu kapasite artırımı, ek maliyet vb. gerektirmemesi, ve uzun dönemde kullanılabilir olması, bir eğitim kurumunun operasyonel ve finansal gerekliliklerine cevap verirken aynı zamanda öğrenci gelişimini de en üst seviyeye çıkarmaya doğrudan katkı sağlaması açısından son derece büyük önem taşımaktadır.
“Ölçme değerlendirmede öğretmen ve öğrenciyi odağına koyan basit ve etkin platformlar başarının anahtarıdır.”
Ricoh Türkiye eğitim çözümleri kapsamında yeni sınav oluşturma ve değerlendirme çözümününü daha etkin ve uçtan uca bir platform olarak okullara sunmaktadır.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
İsmail İspir - RICOH TURKEY Innovation Manager
ÖLÇME DEĞERLENDİRMEDE AMAÇLARA UYGUNLUK
Günümüzde, tüm eğitim kurumları öğrenci performanslarını ölçmek ve gelişimlerini planlayabilmek amacıyla çeşitli yazılım ve cihazlar kullanmaktadır. Esas itibarıyla ölçme değerlendirme için kullanılan yazılım ve cihazların temel amacı, süreci otomatikleştirmek, hızlandırmak ve öğretmenlere öğrencilerinin performanslarını daha iyi değerlendirebilmeleri ve gelişimlerini planlamaları için daha fazla işlenmiş veri ve analiz sonuçları sunmaktır. Dolayısı ile ölçme değerlendirme uygulamaları, öğrencileri daha çok lise ve üniversite giriş sınav soruları ve formatına “alıştırmayı” öncelikli hedef olarak almamalıdır. Okullar ve kullandıkları teknolojiler belirli ve hazır form tiplerine bağlı olmadan kendi süreçleri içerisinde sınav tasarlayıp, öğrenciye özel sınav üretebilmelidir. Tamamen okulun kullandığı süreç içerisinde ek yazılım ve destek gerektirmeden, planlanan ve yönetilen ders ve öğrenci odaklı sınavlar, kazanımların doğru şekilde geliştirilmesine gerçek anlamda katkı yapacağı gibi, öğretmene ve kuruma zaman ve maliyet tasarrufu sağlayacaktır.
“Ölçme değerlendirme, ayrı ayrı her alandaki gerçek kazanımlarına odaklanma ve geliştirmeyi ana amaç edinen bir süreç olarak ele alınmalıdır.”
Son olarak, hedef ve sonuç ayrışması anlamında, üst eğitim kurumu sınavlarındaki başarının amaç değil, öğrencilerin her bir alandaki yeterliliklerinin ve yaratıcılıklarının ayrı ayrı en üst düzeye çıkarılmasının bir sonucu olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

ÖLÇME DEĞERLENDİRME SİSTEMİ
Ölçme değerlendirme araç ve sistemlerinin nihai çıktısı öğrencilerin sorumlu oldukları her bir alanda öğrenme ve yaratıcılıklarının hedeflenen seviyelere çıkarmak için gerekli tüm veri ve analizleri sağlamak olmalıdır. Burada esas olan, tüm diğer konularda olduğu gibi basitlik ve hedefe odaklanmaktır. Başka bir deyişle, ölçme değerlendirmede kullanılan yöntem ve araçlar yerine, öğrencinin gerçek performansı ve gelişimi ön planda olmalıdır. Eğer kullanılan sistem karmaşık yapılar içeriyor ve sürekli dış destek, ek uygulama ve yazılım kullanımı, zaman alan ayarlamalar gerektiriyor veya sistemle ilgili konular sürekli kullanıcıları meşgul ediyorsa burada amaçtan çok araçlarla ilgili unsurlar ön plana çıkmaktadır ki bu da hedeflenen öğrenim kalitesini olduğu kadar eğitim paydaşlarının beklentilerini de olumsuz etkileyebilir. Oysa bir süreç ve bunun üzerinde koştuğu sistemden beklenen istenen çıktıların tam olarak ve yüksek kalitede alınması ve bu sırada sistem kaynaklı konuların minimum zaman kaybı ve maliyet getirmesidir.
“Doğru kazanımları elde etme ve bunları problem çözme ve yaratıcılığa yönlendirmek her eğitim kurumu için esas olmalıdır.”
Sonuç olarak, herhangi bir ölçme değerlendirme süreci ve bu süreçte kullanilan yazilim, platform ve cihazlar öğrencinin gelişimine ölçülebilir katki sağlayacak şekilde planlanmali ve kurulmalidir. diğer bir deyişle ideal durum, bu alanda kullanilan yazilim ve araçlarin kulanicilari yönetmesinden ziyade kullanici veya öğretmenlerin, amaçlari doğrultusunda sistemi rahatlikla yönetebiliyor olmasidir.
DOĞRU ÖLÇME DEĞERLENDİRME İÇİN DOĞRU ARAÇLAR
DOĞRU HEDEFLER
Daha önce belirtildiği gibi bir öğrencinin başarısındaki gerek ve yeter şart, sorumlu olduğu her bir alanı ayrı ayrı en üst seviyede ve kazanımlar bazında öğrenmesi ve bu alanda beklenen yaratıcılığı ve problem çözme yetisini uluslararası standardlara uygun seviyede geliştirmesidir. Bu sağlandığında, öğrencinin her türlü üst kurum sınavında, sınavın şekli, yöntemi, süresi ve puanlama sisteminden bağımsız olarak mutlak başarıya ulaşacağı kesindir. Bunun için öğrenciler özellikle ders bazında optimal sıklıkta testlere tabi tutulmalı ve doğru analizler ve raporlara dayalı olarak değerlendirilmelidir. Bu yaklaşım için gerekli unsurdan biri ise verimli ve etkin bir ölçme ve değerlendirme platformudur. Bireysel anlamda öğrenci ve öğretmeni odağına koyan, optik kağıt, özelleştirme için ekstra yazılım vb. her türlü dış gereksinimlerden bağımsız ve olabildiği kadar basit kullanılabilir bir sistem mutlak başarının en önemli unsurudur. Böyle bir platform ve basit süreç, maliyet ve zaman kayıplarını en aza indirirken, gerçek anlamda öğrenci ve öğretmen başarısına katkı sağlayacak temel çıktıları yüksek güvenilirlikle sunacak, öğretmen ve kurumun öğrencilere daha fazla odaklanmasına imkan tanıyacaktır.
ETKİN ÖLÇE DEĞERLENDİRME ÇÖZÜMÜNÜN ÖZELLİKLERİ
Doğru bir ölçme değerlendirme süreci makalede sözü geçen amaçlar doğrultusunda öncelikle aşağıdaki özelliklere sahip olmalıdır;
1- Basitlik
2- Öğrenci ve öğretmen odaklılık
3- Dış faktörlerden bağımsızlık
4- Güvenilirlik
5- Hız
6- Esneklik ve uyumluluk
7- Ölçeklenebilirlik
8- Uçtan Uca Çözüm
Sonuç olarak, bir ölçme değerlendirme platfomunun kolay anlaşılır ve kullanılır olması, sürekli destek gerektirmemesi, öğrenciye özel kağıt tasarımına imkan vermesi, optik kağıtlara bağımlı olmaması, kendi içinde tüm sınav ihtiyacına cevap vermesi, optik kağıtlarda sık karşılaşılan okuma sorunlarını ortadan kaldırması, sınav sürecinin başından sonuna süratle tamamlaması, diğer sistemlere veri aktarımında esneklik sağlaması, öğrenci sayısının artması sonucu kapasite artırımı, ek maliyet vb. gerektirmemesi, ve uzun dönemde kullanılabilir olması, bir eğitim kurumunun operasyonel ve finansal gerekliliklerine cevap verirken aynı zamanda öğrenci gelişimini de en üst seviyeye çıkarmaya doğrudan katkı sağlaması açısından son derece büyük önem taşımaktadır.
“Ölçme değerlendirmede öğretmen ve öğrenciyi odağına koyan basit ve etkin platformlar başarının anahtarıdır.”
Ricoh Türkiye eğitim çözümleri kapsamında yeni sınav oluşturma ve değerlendirme çözümününü daha etkin ve uçtan uca bir platform olarak okullara sunmaktadır.
Son Güncelleme: Perşembe, 20 Eylül 2018 13:46
Gösterim: 13988
John Dewey’nin Türkiye Eğitim Raporu ve Öğretmen Yetiştirme Sorunlarımız Üzerine
Prof. Dr. Cemil Öztürk / Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi
artı eğitim Dergisi bana "21. Yüzyılda Öğretmenlik ve Öğretmen Yetiştirme" konulu bir yazı yazmamı teklif ettiğinde bunu yapacağımı söylemiştim. Ancak yazıya başladığımda, ikinci on yılını çoktan geride bıraktığımız bu yüzyılda, geçen yüzyıldan tevarüs ettiğimiz temel sorunların, pek çok alanda kaydettiğimiz muazzam gelişmeye rağmen halâ varlıklarını sürdürdükleri dikkatimi çekti. Bunda 1990'ların başında doktora tezimi yazarken incelediğim John Dewey'nin 1924 yılında yazdığı Türkiye Maarifi Hakkında Rapor etkili oldu. Zira raporda sözü edilen bazı sorunlarda olumlu yönde kayda değer bir gelişme yoktu. Dahası Dewey'nin bazı önerileri artık gündemden düşmüş; bu nedenle de gerçekleşmemiş olmalarının bir sorun olarak tanımlanabilme imkânı kalmamıştı. Böyle bir durumda 21. yüzyılın öğretmenini yetiştirmek için bazı "butik devlet"lerin görece başarılı uygulamalarını anlatıp durmaktansa, bizim bildiğimiz fakat uygulamadığımız yahut bir vakitler uyguladığımız ancak daha iyisini inşa edeceğiz derken yıkıp tarihe terk ettiğimiz bazı ilke ve değerleri gündeme taşımanın daha faydalı olacağını düşündüm.
Sonuç olarak 21. yüzyılın ideal nesillerini yetiştirecek öğretmenlerini hazırlayacak kurumlara ihtiyacımız var. Bunu başarmanın yolu Dewey'nin raporunda yer verdiği önerileri de yeniden düşünmekten geçiyor. Bunu yaparken de Dewey'nin Türkiye ziyaretini ve raporunu ulusal ve küresel bağlama oturtarak okumak gerekir.
Maalesef 1998 yapılanmasıyla eğitim fakültelerinde eğitim felsefesi ve eğitim tarihi gibi derslerin programlarda yer bulamaması, lisans üstü eğitim programlarının -iki/üç üniversite hariç- açılmaması, Türk akademiasının entelektüel gelişimini besleyecek kanalları tıkamıştır. Bu nedenle aşağıda anlatılanları anlamlandırmaya katkıda bulunmak için, Dewey'nin raporuna geçmeden önce Türkiye ve başka ülkelerdeki modern eğitim hareketlerinde merkez ülkeleri ve yabancı uzmanların rolüne kısaca değinilmiştir.
Modern Eğitim Hareketleri ve Yabancı Uzmanlar
Osmanlı Devleti 18. yüzyıldan itibaren askeri modernleşme süreçlerinde yabancı uzmanlaran faydalanmıştır. Sultan II. Mahmud zamanından itibaren de modern genel eğitim sistemi kurulurken de Batıdan etkilenmiştir. Bu etkilenmenin sisteme yansıması bazen felsefî ve kuramsal yönelme, bazen de kurumsal/yapısal uyarlama/aktarma şeklinde olmuştur. Yönelme ile sonuçlanan süreçler, daha çok bilim adamları ve aydınlar aracılığıyla kültür aktarımı şeklinde gerçekleşen dolaylı etkilenmelerdir. Uyarlama/aktarma ise çoğu kez devlet(ler)in müdahil olduğu veya yürüttüğü doğrudan etkilenmedir. Bir buçuk asrı aşan öğretmen yetiştirme tarihi boyunca Türkiye’nin doğrudan ve dolaylı olarak etkilendiği ülkeler de değişmiştir.
II. Dünya Savaşı sonuna kadar Türkiye, öğretmen yetiştirme alanında daha ziyade Fransa’yı model almıştır. Fransız etkisinin zirve noktası Fransız temel eğitim yasasından uyarlanan 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’dir. Bu nizamname Osmanlı eğitim sisteminin yanı sıra İmparatorluğun öğretmen yetiştiren kurumlarını da yapılandırmıştır. İkinci Meşrutiyet Devri başında Dârülmuallimîn-i Âliye [Yüksek Öğretmen Okulu]’de Darülfünûn [Üniversite] ile birlikte yürütülen ardışık program modeli de Paris’teki Ecole Normale Superior örnek alınarak geliştirilmiştir. Bunlar Fransa’nın doğrudan etkisine örnek olarak gösterilebilir. Fransa Osmanlı döneminde Türkiye’nin eğitim alanında dolaylı olarak da en fazla etkilendiği ülkedir. Örneğin yalnız Osmanlı coğrafyasında değil, Rusya Türkleri arasında da etkili olan yeni pedagoji [usul-i cedit] hareketinin ortaya çıkışında Fransa’nın etkisi vardır. Şöyle ki bu hareketin öncüsü Selim Sabit Efendi, Dârülmuallimîn’den mezun olduktan sonra öğrenimine Fransa’da devam etmiş ve burada pedagoji alanındaki felsefî ve kuramsal yönelimleri öğrenme ve bu ülkenin eğitim sistemini tanıma imkânı bulmuştur. Ayrıca çoğu Osmanlı aydını gibi o da eğitim alanındaki gelişmeleri devrin milletlerarası kültür ve bilim dili olan Fransızca yayınlar aracılığı ile izlemiştir. Fransa’nın eğitim/öğretmen yetiştirme sistemi üzerindeki etkisi giderek azalmakla birlikte İkinci Dünya Savaşı’na kadar varlığını sürdürmüştür. Hemen belirtelim ki Fransa, bekası için modernleşmeyi zaruret olarak gören İran ve -İngiliz işgali öncesinde- Mısır başta olmak üzere, başka pek çok çevre ülkesi tarafından da örnek alınmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye eğitim sisteminde ABD etkisi artmıştır. Çok partili rejime geçiş sürecinde (1945 – 1950) hissedilmeye başlanan bu etki, kendini ilk kez köy enstitülerinin kapatılmasında oynadığı rolle göstermiştir. Demokrat Parti zamanında (1950-1960) ülkeye gelen Amerikan uzmanlar ve lisans üstü eğitim için ABD’ye gönderilen öğrenciler, bu ülkenin eğitim bilimleri ve öğretmen yetiştirme üzerindeki etkisini arttırmaya başlamıştır. Bu öğrencilerden bazıları Jean Piaget ve Benjamin Bloom gibi ünlü kuramcıların danışmanlığında doktora yapmıştır. Bugün sayıları yüzleri bulan ABD üniversiteleri doktoralı eğitim bilimciler, Türkiye’de Amerikan/Anglosakson eğitim anlayışı ve öğretmen yetiştirme kültürünün yerleşmesinde önemli rol oynamışlardır. Fakat ABD etkisinin sistemin yeniden inşasında belirleyici olduğu süreç, 1997 yılında eğitim fakültelerinin yeniden yapılandırılmasıdır.
Burada da kaydetmek gerekir ki, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Fransız kültürünün oynadığı küresel rolü Amerikan kültürü oynamaya başlamış; buna paralel olarak ABD eğitim kültürü ve kurumları dünyanın çoğu ülkesini etkisi altına almıştır. Bu noktada şu çarpıcı anekdotu da paylaşalım: Dünyada öğretmen yetiştirme alanında ABD kurumlarını model alan ilk ülke Japonya'dır. 1905'te Rus ordusunu mağlup eden, İkinci Dünya Savaşında ABD'nin nükleer silah kullanarak durdurabildiği Japonya, Osmanlıların Fransız eğitim/öğretmen yetiştirme sistemini model aldığı yıllarda ABD'den yalnız mevzuat ve program değil, okulu kuracak müdürü ithal etmişti. Fakat bu ve daha sonra açılacak diğer öğretmen okullarından mezun olan öğretmenler Japon mucizesini yaratan nesiller yetiştirmeyi başarmıştır. Bu vak'a maalesef Türk bilim adamları tarafından yeterince incelenmemiştir.
John Dewey'nin Türkiye'de Öğretmenlik ve Öğretmen Yetiştirme Üzerine Görüş ve Önerileri
Millî Eğitim Bakanlığı'nın daveti üzerine 1924 yılında Türkiye'ye gelip eğitim sistemini inceleyen John Dewey, tespit, görüş ve önerilerini yazdığı bir ön rapor ve esas raporda kaleme almıştır. 20. yüzyılın en büyük filozofunun Türkiye'ye gelip Cumhuriyet eğitim sisteminin kuruluşuna katkı yapması önemlidir. Atatürk Dönemi Milli Eğitim Bakanlarının, özellikle Mustafa Necati Bey'in onun görüşlerine büyük önem verdiği bilinmektedir. Raporunda yer verdiği görüş ve öneriler özetle şunlardır:
Öğretmenlik mesleğine ilişkin görüş ve öneriler:
Öğretmenlik mesleği cazip hale getirilmelidir. Bunun için öğretmenlerin yaşam koşulları iyileştirilmelidir. Zeki, başarılı ve idealist gençler mesleğe yöneltilmedikçe yeni öğretmen yetiştiren kurumlar açmak ülkenin ihtiyacı olan nitelikli öğretmenleri yetiştirmek mümkün değildir.
Mesleğin geleceğiyle ilgili belirsizlikler öğretmenliği cazip olmaktan çıkarmaktadır.
Okul yöneticileri bina, bakım, onarım işleriyle boğuşurken enerjilerini tüketmektedir. Yapılacak idari düzenlemelerle -özellikle- müdürlerin eğitim ve öğretimin geliştirilmesine odaklanması sağlanmalıdır.
Öğretmenlerin yetiştirilmesine ilişkin görüş ve öneriler:
Öğretmen okulları her bakımdan ülkenin en gelişmiş ve değerli kurumları olmalıdır. Bunun için şunlar gerçekleştirilmelidir:
Öğretmen yetiştiren kurumlar okul yönetimi, eğitim ve öğretim süreçleri, öğretim araçları bakımından örnek oluşturacak mükemmellikte olmalıdır.
Gerek öğretmen okullarında gerekse uygulama okullarında öğretim hizmeti verenler ülkenin en iyi öğretmenleri arasından seçilmelidir.
Öğretmen yetiştiren kurumlar binaları, bahçeleri, okul donanımı ile öğrenciler ve mezunlar üzerinde önemli etkiler yapmaktadır.
Öğretmen yetiştiren kurumlarda görev yapan öğretmenlere beş altı yılda bir yurt içinde ve/veya dışında kendini geliştirmek üzere ücretli izin verilmelidir.
John Dewey raporunda Türkiye öğretmenlik ve öğretmen yetiştirme tarihinde derin iz bırakan birçok projenin hayata geçirilmesini sağlayan/hızlandıran başka fikirlere de yer vermiştir. Bunların başında Türkiye'de köye öğretmen yetiştiren kurumların açılması gelmektedir. Burada sadece günümüzde gündemdeki yerini koruyan görüş ve önerilerine yer verilmiştir. Yazımızın son bölümünde bunların ne kadar uygulandığı ve mevcut sorunların çözümü bakımından ne anlam taşıdığı irdelenecektir.
Dewey Raporundan Bugüne
Dewey eğitim sistemlerini bir toplumsal açık sistem olarak görür. Bu tür sistemler toplumla sürekli bir etkileşim içerisindedir. Eğitim sistemleri çevrelerindeki siyasi, hukuki, ekonomik, kültürel sistemlerden girdiler alır; onların bir kısmını (personel, finans, teknoloji vb.) kendi yaşamını sürdürmek, bir kısmını da işleyerek çevre sistemlerin ihtiyacını karşılayacak nitelikte ürünlere (eğitilmiş insan/işgücü, bilgi, hizmet vb.) dönüştürür. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kuramsallaştırılan bu yaklaşım eğitim sistemlerini çözümlemede en fazla tercih edilen teorik araçlardan biridir. Dewey'nin raporunda sözü edilenleri de bu kuramsal zeminde değerlendirmek yerinde olacaktır.
Bu bağlamda Dewey'nin raporunda yer verilen görüş ve önerileri bugünkü durumla karşılaştırdığımızda şu değerlendirmeleri yapmak mümkündür:
Dewey'nin altını çizdiği sorunların tamamına yakını temel sistem olan öğretmen yetiştiren kurumdan değil, onu girdileriyle yaşatan ve işleme fonksiyonunu sürdürmesini sağlayan çevreden ve/veya eğitim sisteminin üst sistemlerinden kaynaklanmaktadır. Başka bir ifadeyle Dewey öğretmen yetiştiren kurumların ülkenin ihtiyaç duyduğu nitelikli öğretmenleri yetiştirebilmesi için temel girdilerin yüksek nitelikli olması gerektiğini vurgulamaktadır. Günümüzdü bu girdilerin sağlanmasında yetki ve sorumluluk hükümetler, YÖK, ÜAK gibi üst sistemlerle aracı üst sistemler olan üniversite rektörlüklerindedir. Dolayısıyla mevcut sorunların çözümü iktidar erkinin öğretmenlik ve öğretmen yetiştirme alanında anlayış değişikliği gerekmektedir.
Dewey öğretmen yetiştiren kurumların her bakımdan ülkenin en gelişmiş kurumları olması gerektiğini söylemektedir. Kurulmasında görüş ve önerilerinin büyük payı olan Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü, binası, öğretim elemanları, öğretim araçları vb. bakımından böyle idi. Fakat özellikle üniversitelere devredildikten sonra en az yatırım yapılan kurumlar olmuştur. Bu nedenle bazı üniversitelerde eğitim fakülteleri, mekân ve teknoloji bakımından öğrencilerin uygulama eğitimi aldıkları okullardan çok geride kalmıştır.
Dewey'e göre öğretmen yetiştiren kurumlarda görev yapan öğretim elemanları, ülkenin nitelikli öğretmenleri arasından seçilmeli, öğretmenlik deneyimi olmayanlar istihdam edilmemelidir. Bu ilke Bakanlık döneminde 1970'li yıllara kadar işletilmiş; bu yıllarda yaşanan siyasallaşmayla birlikte ihlal edilmiştir. Gelişmiş ülkelerde başarılı bir öğretmenlik kariyeri öğretmen yetiştiren kurumlarda görev almak için önkoşul olmaya devam etmektedir. Günümüzde eğitim fakültelerinde istihdam edilmek için sadece akademik başarıya bakılmaktadır. Bu sebepleri ne olursa olsun yanlış bir uygulamadır.
20. yüzyılın en önemli filozofu John Dewey 1924 yılında Türk eğitim sistemi hakkında çok değerli bir rapor hazırlamıştır. Raporda öğretmenlik ve öğretmen yetiştirme hakkında çok önemli tespit, yorum ve önerilerde bulunmaktadır. Onu bir asır sonra, Cumhuriyet'in yüzüncü yılına girerken yeniden okumamız gerektiği kanaatindeyim.
2023'e beş yıl kala bu alanda neleri başardığımızı, neleri başarıp sürdüremediğimizi, neleri yapmamız gerektiğini anlamamıza katkısı olur diye…
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
John Dewey’nin Türkiye Eğitim Raporu ve Öğretmen Yetiştirme Sorunlarımız Üzerine
Prof. Dr. Cemil Öztürk / Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi
artı eğitim Dergisi bana "21. Yüzyılda Öğretmenlik ve Öğretmen Yetiştirme" konulu bir yazı yazmamı teklif ettiğinde bunu yapacağımı söylemiştim. Ancak yazıya başladığımda, ikinci on yılını çoktan geride bıraktığımız bu yüzyılda, geçen yüzyıldan tevarüs ettiğimiz temel sorunların, pek çok alanda kaydettiğimiz muazzam gelişmeye rağmen halâ varlıklarını sürdürdükleri dikkatimi çekti. Bunda 1990'ların başında doktora tezimi yazarken incelediğim John Dewey'nin 1924 yılında yazdığı Türkiye Maarifi Hakkında Rapor etkili oldu. Zira raporda sözü edilen bazı sorunlarda olumlu yönde kayda değer bir gelişme yoktu. Dahası Dewey'nin bazı önerileri artık gündemden düşmüş; bu nedenle de gerçekleşmemiş olmalarının bir sorun olarak tanımlanabilme imkânı kalmamıştı. Böyle bir durumda 21. yüzyılın öğretmenini yetiştirmek için bazı "butik devlet"lerin görece başarılı uygulamalarını anlatıp durmaktansa, bizim bildiğimiz fakat uygulamadığımız yahut bir vakitler uyguladığımız ancak daha iyisini inşa edeceğiz derken yıkıp tarihe terk ettiğimiz bazı ilke ve değerleri gündeme taşımanın daha faydalı olacağını düşündüm.
Sonuç olarak 21. yüzyılın ideal nesillerini yetiştirecek öğretmenlerini hazırlayacak kurumlara ihtiyacımız var. Bunu başarmanın yolu Dewey'nin raporunda yer verdiği önerileri de yeniden düşünmekten geçiyor. Bunu yaparken de Dewey'nin Türkiye ziyaretini ve raporunu ulusal ve küresel bağlama oturtarak okumak gerekir.
Maalesef 1998 yapılanmasıyla eğitim fakültelerinde eğitim felsefesi ve eğitim tarihi gibi derslerin programlarda yer bulamaması, lisans üstü eğitim programlarının -iki/üç üniversite hariç- açılmaması, Türk akademiasının entelektüel gelişimini besleyecek kanalları tıkamıştır. Bu nedenle aşağıda anlatılanları anlamlandırmaya katkıda bulunmak için, Dewey'nin raporuna geçmeden önce Türkiye ve başka ülkelerdeki modern eğitim hareketlerinde merkez ülkeleri ve yabancı uzmanların rolüne kısaca değinilmiştir.
Modern Eğitim Hareketleri ve Yabancı Uzmanlar
Osmanlı Devleti 18. yüzyıldan itibaren askeri modernleşme süreçlerinde yabancı uzmanlaran faydalanmıştır. Sultan II. Mahmud zamanından itibaren de modern genel eğitim sistemi kurulurken de Batıdan etkilenmiştir. Bu etkilenmenin sisteme yansıması bazen felsefî ve kuramsal yönelme, bazen de kurumsal/yapısal uyarlama/aktarma şeklinde olmuştur. Yönelme ile sonuçlanan süreçler, daha çok bilim adamları ve aydınlar aracılığıyla kültür aktarımı şeklinde gerçekleşen dolaylı etkilenmelerdir. Uyarlama/aktarma ise çoğu kez devlet(ler)in müdahil olduğu veya yürüttüğü doğrudan etkilenmedir. Bir buçuk asrı aşan öğretmen yetiştirme tarihi boyunca Türkiye’nin doğrudan ve dolaylı olarak etkilendiği ülkeler de değişmiştir.
II. Dünya Savaşı sonuna kadar Türkiye, öğretmen yetiştirme alanında daha ziyade Fransa’yı model almıştır. Fransız etkisinin zirve noktası Fransız temel eğitim yasasından uyarlanan 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’dir. Bu nizamname Osmanlı eğitim sisteminin yanı sıra İmparatorluğun öğretmen yetiştiren kurumlarını da yapılandırmıştır. İkinci Meşrutiyet Devri başında Dârülmuallimîn-i Âliye [Yüksek Öğretmen Okulu]’de Darülfünûn [Üniversite] ile birlikte yürütülen ardışık program modeli de Paris’teki Ecole Normale Superior örnek alınarak geliştirilmiştir. Bunlar Fransa’nın doğrudan etkisine örnek olarak gösterilebilir. Fransa Osmanlı döneminde Türkiye’nin eğitim alanında dolaylı olarak da en fazla etkilendiği ülkedir. Örneğin yalnız Osmanlı coğrafyasında değil, Rusya Türkleri arasında da etkili olan yeni pedagoji [usul-i cedit] hareketinin ortaya çıkışında Fransa’nın etkisi vardır. Şöyle ki bu hareketin öncüsü Selim Sabit Efendi, Dârülmuallimîn’den mezun olduktan sonra öğrenimine Fransa’da devam etmiş ve burada pedagoji alanındaki felsefî ve kuramsal yönelimleri öğrenme ve bu ülkenin eğitim sistemini tanıma imkânı bulmuştur. Ayrıca çoğu Osmanlı aydını gibi o da eğitim alanındaki gelişmeleri devrin milletlerarası kültür ve bilim dili olan Fransızca yayınlar aracılığı ile izlemiştir. Fransa’nın eğitim/öğretmen yetiştirme sistemi üzerindeki etkisi giderek azalmakla birlikte İkinci Dünya Savaşı’na kadar varlığını sürdürmüştür. Hemen belirtelim ki Fransa, bekası için modernleşmeyi zaruret olarak gören İran ve -İngiliz işgali öncesinde- Mısır başta olmak üzere, başka pek çok çevre ülkesi tarafından da örnek alınmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye eğitim sisteminde ABD etkisi artmıştır. Çok partili rejime geçiş sürecinde (1945 – 1950) hissedilmeye başlanan bu etki, kendini ilk kez köy enstitülerinin kapatılmasında oynadığı rolle göstermiştir. Demokrat Parti zamanında (1950-1960) ülkeye gelen Amerikan uzmanlar ve lisans üstü eğitim için ABD’ye gönderilen öğrenciler, bu ülkenin eğitim bilimleri ve öğretmen yetiştirme üzerindeki etkisini arttırmaya başlamıştır. Bu öğrencilerden bazıları Jean Piaget ve Benjamin Bloom gibi ünlü kuramcıların danışmanlığında doktora yapmıştır. Bugün sayıları yüzleri bulan ABD üniversiteleri doktoralı eğitim bilimciler, Türkiye’de Amerikan/Anglosakson eğitim anlayışı ve öğretmen yetiştirme kültürünün yerleşmesinde önemli rol oynamışlardır. Fakat ABD etkisinin sistemin yeniden inşasında belirleyici olduğu süreç, 1997 yılında eğitim fakültelerinin yeniden yapılandırılmasıdır.
Burada da kaydetmek gerekir ki, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Fransız kültürünün oynadığı küresel rolü Amerikan kültürü oynamaya başlamış; buna paralel olarak ABD eğitim kültürü ve kurumları dünyanın çoğu ülkesini etkisi altına almıştır. Bu noktada şu çarpıcı anekdotu da paylaşalım: Dünyada öğretmen yetiştirme alanında ABD kurumlarını model alan ilk ülke Japonya'dır. 1905'te Rus ordusunu mağlup eden, İkinci Dünya Savaşında ABD'nin nükleer silah kullanarak durdurabildiği Japonya, Osmanlıların Fransız eğitim/öğretmen yetiştirme sistemini model aldığı yıllarda ABD'den yalnız mevzuat ve program değil, okulu kuracak müdürü ithal etmişti. Fakat bu ve daha sonra açılacak diğer öğretmen okullarından mezun olan öğretmenler Japon mucizesini yaratan nesiller yetiştirmeyi başarmıştır. Bu vak'a maalesef Türk bilim adamları tarafından yeterince incelenmemiştir.
John Dewey'nin Türkiye'de Öğretmenlik ve Öğretmen Yetiştirme Üzerine Görüş ve Önerileri
Millî Eğitim Bakanlığı'nın daveti üzerine 1924 yılında Türkiye'ye gelip eğitim sistemini inceleyen John Dewey, tespit, görüş ve önerilerini yazdığı bir ön rapor ve esas raporda kaleme almıştır. 20. yüzyılın en büyük filozofunun Türkiye'ye gelip Cumhuriyet eğitim sisteminin kuruluşuna katkı yapması önemlidir. Atatürk Dönemi Milli Eğitim Bakanlarının, özellikle Mustafa Necati Bey'in onun görüşlerine büyük önem verdiği bilinmektedir. Raporunda yer verdiği görüş ve öneriler özetle şunlardır:
Öğretmenlik mesleğine ilişkin görüş ve öneriler:
Öğretmenlik mesleği cazip hale getirilmelidir. Bunun için öğretmenlerin yaşam koşulları iyileştirilmelidir. Zeki, başarılı ve idealist gençler mesleğe yöneltilmedikçe yeni öğretmen yetiştiren kurumlar açmak ülkenin ihtiyacı olan nitelikli öğretmenleri yetiştirmek mümkün değildir.
Mesleğin geleceğiyle ilgili belirsizlikler öğretmenliği cazip olmaktan çıkarmaktadır.
Okul yöneticileri bina, bakım, onarım işleriyle boğuşurken enerjilerini tüketmektedir. Yapılacak idari düzenlemelerle -özellikle- müdürlerin eğitim ve öğretimin geliştirilmesine odaklanması sağlanmalıdır.
Öğretmenlerin yetiştirilmesine ilişkin görüş ve öneriler:
Öğretmen okulları her bakımdan ülkenin en gelişmiş ve değerli kurumları olmalıdır. Bunun için şunlar gerçekleştirilmelidir:
Öğretmen yetiştiren kurumlar okul yönetimi, eğitim ve öğretim süreçleri, öğretim araçları bakımından örnek oluşturacak mükemmellikte olmalıdır.
Gerek öğretmen okullarında gerekse uygulama okullarında öğretim hizmeti verenler ülkenin en iyi öğretmenleri arasından seçilmelidir.
Öğretmen yetiştiren kurumlar binaları, bahçeleri, okul donanımı ile öğrenciler ve mezunlar üzerinde önemli etkiler yapmaktadır.
Öğretmen yetiştiren kurumlarda görev yapan öğretmenlere beş altı yılda bir yurt içinde ve/veya dışında kendini geliştirmek üzere ücretli izin verilmelidir.
John Dewey raporunda Türkiye öğretmenlik ve öğretmen yetiştirme tarihinde derin iz bırakan birçok projenin hayata geçirilmesini sağlayan/hızlandıran başka fikirlere de yer vermiştir. Bunların başında Türkiye'de köye öğretmen yetiştiren kurumların açılması gelmektedir. Burada sadece günümüzde gündemdeki yerini koruyan görüş ve önerilerine yer verilmiştir. Yazımızın son bölümünde bunların ne kadar uygulandığı ve mevcut sorunların çözümü bakımından ne anlam taşıdığı irdelenecektir.
Dewey Raporundan Bugüne
Dewey eğitim sistemlerini bir toplumsal açık sistem olarak görür. Bu tür sistemler toplumla sürekli bir etkileşim içerisindedir. Eğitim sistemleri çevrelerindeki siyasi, hukuki, ekonomik, kültürel sistemlerden girdiler alır; onların bir kısmını (personel, finans, teknoloji vb.) kendi yaşamını sürdürmek, bir kısmını da işleyerek çevre sistemlerin ihtiyacını karşılayacak nitelikte ürünlere (eğitilmiş insan/işgücü, bilgi, hizmet vb.) dönüştürür. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kuramsallaştırılan bu yaklaşım eğitim sistemlerini çözümlemede en fazla tercih edilen teorik araçlardan biridir. Dewey'nin raporunda sözü edilenleri de bu kuramsal zeminde değerlendirmek yerinde olacaktır.
Bu bağlamda Dewey'nin raporunda yer verilen görüş ve önerileri bugünkü durumla karşılaştırdığımızda şu değerlendirmeleri yapmak mümkündür:
Dewey'nin altını çizdiği sorunların tamamına yakını temel sistem olan öğretmen yetiştiren kurumdan değil, onu girdileriyle yaşatan ve işleme fonksiyonunu sürdürmesini sağlayan çevreden ve/veya eğitim sisteminin üst sistemlerinden kaynaklanmaktadır. Başka bir ifadeyle Dewey öğretmen yetiştiren kurumların ülkenin ihtiyaç duyduğu nitelikli öğretmenleri yetiştirebilmesi için temel girdilerin yüksek nitelikli olması gerektiğini vurgulamaktadır. Günümüzdü bu girdilerin sağlanmasında yetki ve sorumluluk hükümetler, YÖK, ÜAK gibi üst sistemlerle aracı üst sistemler olan üniversite rektörlüklerindedir. Dolayısıyla mevcut sorunların çözümü iktidar erkinin öğretmenlik ve öğretmen yetiştirme alanında anlayış değişikliği gerekmektedir.
Dewey öğretmen yetiştiren kurumların her bakımdan ülkenin en gelişmiş kurumları olması gerektiğini söylemektedir. Kurulmasında görüş ve önerilerinin büyük payı olan Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü, binası, öğretim elemanları, öğretim araçları vb. bakımından böyle idi. Fakat özellikle üniversitelere devredildikten sonra en az yatırım yapılan kurumlar olmuştur. Bu nedenle bazı üniversitelerde eğitim fakülteleri, mekân ve teknoloji bakımından öğrencilerin uygulama eğitimi aldıkları okullardan çok geride kalmıştır.
Dewey'e göre öğretmen yetiştiren kurumlarda görev yapan öğretim elemanları, ülkenin nitelikli öğretmenleri arasından seçilmeli, öğretmenlik deneyimi olmayanlar istihdam edilmemelidir. Bu ilke Bakanlık döneminde 1970'li yıllara kadar işletilmiş; bu yıllarda yaşanan siyasallaşmayla birlikte ihlal edilmiştir. Gelişmiş ülkelerde başarılı bir öğretmenlik kariyeri öğretmen yetiştiren kurumlarda görev almak için önkoşul olmaya devam etmektedir. Günümüzde eğitim fakültelerinde istihdam edilmek için sadece akademik başarıya bakılmaktadır. Bu sebepleri ne olursa olsun yanlış bir uygulamadır.
20. yüzyılın en önemli filozofu John Dewey 1924 yılında Türk eğitim sistemi hakkında çok değerli bir rapor hazırlamıştır. Raporda öğretmenlik ve öğretmen yetiştirme hakkında çok önemli tespit, yorum ve önerilerde bulunmaktadır. Onu bir asır sonra, Cumhuriyet'in yüzüncü yılına girerken yeniden okumamız gerektiği kanaatindeyim.
2023'e beş yıl kala bu alanda neleri başardığımızı, neleri başarıp sürdüremediğimizi, neleri yapmamız gerektiğini anlamamıza katkısı olur diye…
Son Güncelleme: Cumartesi, 09 Şubat 2019 16:37
Gösterim: 20975
İTÜ Beylerbeyi Kampüsü Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü
Aileden sonra çocukların becerilerinin ve yeteneklerinin gelişmesinde rol alan en önemli yer okuldur. Özellikle ergenlik döneminin yaşandığı ortaokul süreci; çocukların ihtiyaçlarının, tepkilerinin, duygularının, fiziksel özelliklerinin değiştiği bir dönemdir. Bu nedenle çocuklarımızın yaşadıkları gelişim süreçlerini tanıdıkça onları daha iyi anlayabilir, duygularını dile getirmeleri konusunda onlara destek olabilir ve ihtiyaçlarına cevap verme noktasında onlara daha çok yardımcı olabiliriz.
Çocuklarımızın büyüdükçe ihtiyaçlarının ve tepkilerinin değiştiğini gözlemleriz. Zaman zaman verdikleri tepkilerle, olayları yorumlama biçimi ve yaklaşımlarıyla bizleri şaşırtırlar. Bu süreçte aklımızdan: “Bu çocuk hiç böyle yapmazdı!” gibi düşünceler geçebilir. Ergenlik dönemi, bu sürecin en yoğun yaşandığı dönemdir. Özellikle uzun bir yaz tatilinden sonra bu değişiklikleri yaşayan çocuklarınızın okula başlangıç ve uyum sürecinde de değişiklikler yaşadığını gözlemleyebilirsiniz. Bu dönemde çocuğunuzun yaşamında sadece anne baba önemli olmayacak, öğretmen ve arkadaşları da önem kazanacaktır. Çocuğunuz okulda hem birey olmayı hem de bir grubun üyesi olmayı öğrenecektir. Ayrıca paylaşma, işbirliği, haklar ve sorumluluklar, yarışma gibi kavramlar hayatında yer almaya başlayacaktır.
Ergenlik, çocukluk çağı ile yetişkinlik çağı arasındaki geçiş dönemidir. Ergenlik, bireyde çocuksu tutum ve davranışlarının yerini yetişkinlik tutum ve davranışlarının aldığı, cinsiyet yetilerinin kazanıldığı, bireyin erişkin rolüne psikolojik ve fiziksel olarak hazırlandığı dönemdir.
Ben Kimim ve Neler Yaşıyorum?
- Ben artık çocuk değilim!
Neden istediğim gibi davranamıyorum?
Yalnız kalmak istiyorum!
Bana artık karışmayın!
Bana ne zaman ders çalışacağımı hatırlatmayın!
Beni kimse anlamıyor. Çocuğumda ne gibi değişiklikler oluyor?
Bedensel değişimler
Duygusal değişimler
Zihinsel değişimler
Ergenliğe giriş yaşı; genetik (ailesel), ırk, sosyoekonomik şartlar (çocuk yaşta evlendirme, ağır bedensel yük altında çalıştırılan çocuklar) ve iklim gibi faktörlerden etkilenir. Genel olarak kızlar erkeklere oranla daha önce olgunlaştıkları için bu dönem kızlarda 10-12, erkeklerde ise 12-14 yaşları arasında başlar. Ergenliğin sonuna doğru bu farkın kapandığı görülür.
Ergenlik döneminde; otoriteye karşı olma, söz dinlememe, eleştirme, hata bulma gencin tutumlarındandır. Gelişme döneminde anne-baba tarafından bazen çocuk bazen yetişkin gibi algılanan çocuk, ne zaman ne şekilde davranacağını bilemez. Gelişmekte olan bedenine, cinsel ve duygusal gelişimlerine ayak uyduramaz; "kimlik karmaşası"na düşebilir. Yetişkinlerin gençlere baskıcı ve disiplinli davranmaktan çok sevgi dolu, güven veren, önemseyen ve değer veren bir tutumla yaklaşmaları onların kimlik gelişimlerini kolaylaştıracaktır.
Ergen, ani duygu değişimleri dile getirebilir. Zaman zaman yetişkinin uzaktan denetimine ihtiyaç duyabilir. Aynı zamanda yetişkinin güvenini kazanmaya, kendine güvenilen bir insan olmaya ihtiyaç duyabilir. Kendisine güven duyulmaması onda kaygı yaratır.
Ergenlik döneminin temel özelliklerinden biri olan güvensizlik, ergenin gösterişçi ya da çekingen bir birey olmasına sebep olabilir. Bu evrede ergen, başkalarının kendisi hakkında verecekleri hükümler konusunda aşırı derecede duyarlıdır.
Ergenlik sürecinde ergen; kişilik arayışları içindedir, arkadaş grupları da buna bağlı olarak değişebilir. Kendisi ile çok ilgilidir, ayna karşısında dakikalarca vakit harcayabilir. Kararsızdır, elbise seçimine ve giyimine önem verir. Kendisinin özgür bırakılmasını ister. Ebeveyne karşı isyankar bir tutum içerisine girebilir. Bu süreçte çocuklar bedenlerindeki değişimi anlamaya çalışırken duygusal süreçlerdeki değişiklikleri de anlamlandırmaya çalışabilir. Bu nedenle duygusal tepkileri abartılı olabilir ve genellikle değişkenlik gösterebilir. Sevincini ve öfkesini frenlemekte zorlanabilir. Eleştiri yaparak kendini ifade etmeyi seçmesine rağmen eleştirilmekten nefret edebilir. Nasihat duymaktan, özellikle de “bizim zamanımızda” ile başlayan cümlelerden hoşlanmaz. Kendi özellerini keşfetmeye çalıştıkları bir dönem olduğu için bunu kimseyle paylaşmak istemezler.
Ergenlik döneminde gençler için akranlarla iletişim kurmak giderek önem kazanmaya başlamaktadır. Bu dönemde, arkadaşlar mahremiyet ve sosyal destek kaynağı olarak anne babanın yerine geçmektedir. Bu durum anne babanın her şeyi kısıtlayan, yasaklayan ve sınırlar koyan bir durumda algılanmasına ve aile içinde çatışmalar yaşanmasına neden olmaktadır. Bu süreçle ile ilgili çeşitli makalelerde geçen: “Ergenlikten daha zor olan bir ergenin anne babası olmak!” sözünü düşünerek güven ilişkisi geliştirmek önemlidir.
Çocuklarla doğru ve etkili iletişim kurmak için siz velilerimize önerilerimiz şunlardır: Çocuğunuza karşı dürüst olurken istek ve beklentilerinizi açıkça ifade etmekten çekinmeyin. Bunu yaparken size yaşadıklarını anlatabilmesi için sessizce dinlemeli ve onu kabul ettiğimizi hissettirmeliyiz. Hep konuşan biz olursak gencin duygularını ifade etmesini engellemiş ve sizden gizli bir şeyler yapmasına sebebiyet vermiş olabilirsiniz.
Yaptığı yanlış davranışlar karşısında onunla suçlayıcı bir tutumla tartışmak yerine, düşüncelerine önem verdiğinizi gösterecek ifadeler kullanabilirsiniz. Burada en önemli nokta kendinizi onun yerine koyarak (empati yaparak) ‘’Ben olsaydım ne hissederdim?’’ diye düşünmek ve ifade ettiği duyguları isimlendirerek yansıtmaktır.
Sakin kalmaya çalışarak ona güven verin. Ebeveynle çocuk arasında kaygı, bulaşıcı bir durumdur. Çocuğunuz, kaygı duyduğu, canı sıkıldığı her durumda ne kadar endişelendiğinizi anlamak için size bakacak ve endişeli olduğunuzu gördüğünde korkmakta haklı olduğunu düşünecektir. Bu nedenle ne kadar tedirgin ve gergin olursanız olun, dışarıdan bakıldığında sakin ve rahat görünmeye çalışın.
Okulun ilk günlerinde çocuklarınıza nasıl destek olabilirsiniz?
Yeni bir ortama girmek hangi yaşta olursa olsun bir uyum gerektirir. Bu nedenle uyguladığımız oryantasyon süreci ile tüm öğrencilerimizin okula uyum sürecine destek olmaya çalışıyoruz. Oryantasyon çalışmalarımız ile öğrencilerimiz birbirleriyle tanışır ve burada ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarını öğrenirler.
Ebeveynler olarak okulla ilgili çocuklarınızı önceden bilgilendirmeniz, uyum sürecinde kendilerini daha rahat hissetmelerine yardımcı olacaktır. Okulun sizin için önemi, bu okulu seçmekteki öncelikleriniz, okulun sistemi dahilinde sizin için önemli olan etkinlikler, yemeklerini nerede yiyecekleri, revirin yeri, tuvalet ihtiyaçlarını nasıl giderecekleri gibi konular hakkında bilgi almak çocuğunuzu büyük ölçüde rahatlatacaktır.
Uyku saatlerinin düzenli oluşu, zamanında yatıp kalkması, bir gün önceden okul malzemelerini hazırlaması gibi günlük rutinlerle ilgili kazandıracağınız alışkanlıklar, sabah hazırlıklarında onları gerginlikten uzak tutacaktır. Böylece okulun ilk günlerindeki uyum sürecinde ve yıl içerisinde çocuğunuz kaygıdan uzaklaşacak, okula daha keyifli gelecektir.
Okul bir yaşam alanı olduğu için bazen zorlandığı, sıkıldığı, yorulduğu zamanları da olabilir. Daha sonra hayal kırıklığına uğramaması için sorduğu sorulara gerçekçi cevaplar verin.
Çocuğunuza; öğretmenine, okula güven duyduğunuzu hissettirin ve kendisinin de güvenebileceği mesajını verin. Eğer ilk günlere dair kaygınız varsa bunu çocuğunuzun yanında dile getirmemeye özen gösterin.
Bütün bu davranış özelliklerini göz önünde bulundurarak ve önerilere dikkat ederek yaklaştığınızda okula başlangıçta ve sonraki süreçlerde çocuğunuzla sağlıklı ve mutlu bir ilişki kurduğunuzu gözlemleyeceksiniz.
Gösterilen her türlü özene rağmen her yıl okula uyum sağlama konusunda güçlük yaşayan çocuklar olabilmektedir. Bu durumda zaman kaybetmeden sınıf öğretmeni ve Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü ile işbirliği yapmak, süreci daha rahat atlatmanıza yardımcı olacaktır.
KAYNAKÇA
Parman, Talat (2000), Ergenlik ya da Merhaba Hüzün, Bağlam Yayınları, İstanbul.
Başgül, Yrd. Doç. Dr. Ş. Senem, Popüler Psikiyatri Dergisi, Sayı77
Şenel, Hatice (2007), Eyvah! Çocuğum Okula Başlıyor, Özgür Yayınları.
Jeammet, Philip, Ergenlik, Anne Babalar ve Uzmanlar İçin Nirengi Noktaları, Bağlam, 2012
www.bengisemerci.com, Gençlik Döneminde Okulun Önemi
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
İTÜ Beylerbeyi Kampüsü Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü
Aileden sonra çocukların becerilerinin ve yeteneklerinin gelişmesinde rol alan en önemli yer okuldur. Özellikle ergenlik döneminin yaşandığı ortaokul süreci; çocukların ihtiyaçlarının, tepkilerinin, duygularının, fiziksel özelliklerinin değiştiği bir dönemdir. Bu nedenle çocuklarımızın yaşadıkları gelişim süreçlerini tanıdıkça onları daha iyi anlayabilir, duygularını dile getirmeleri konusunda onlara destek olabilir ve ihtiyaçlarına cevap verme noktasında onlara daha çok yardımcı olabiliriz.
Çocuklarımızın büyüdükçe ihtiyaçlarının ve tepkilerinin değiştiğini gözlemleriz. Zaman zaman verdikleri tepkilerle, olayları yorumlama biçimi ve yaklaşımlarıyla bizleri şaşırtırlar. Bu süreçte aklımızdan: “Bu çocuk hiç böyle yapmazdı!” gibi düşünceler geçebilir. Ergenlik dönemi, bu sürecin en yoğun yaşandığı dönemdir. Özellikle uzun bir yaz tatilinden sonra bu değişiklikleri yaşayan çocuklarınızın okula başlangıç ve uyum sürecinde de değişiklikler yaşadığını gözlemleyebilirsiniz. Bu dönemde çocuğunuzun yaşamında sadece anne baba önemli olmayacak, öğretmen ve arkadaşları da önem kazanacaktır. Çocuğunuz okulda hem birey olmayı hem de bir grubun üyesi olmayı öğrenecektir. Ayrıca paylaşma, işbirliği, haklar ve sorumluluklar, yarışma gibi kavramlar hayatında yer almaya başlayacaktır.
Ergenlik, çocukluk çağı ile yetişkinlik çağı arasındaki geçiş dönemidir. Ergenlik, bireyde çocuksu tutum ve davranışlarının yerini yetişkinlik tutum ve davranışlarının aldığı, cinsiyet yetilerinin kazanıldığı, bireyin erişkin rolüne psikolojik ve fiziksel olarak hazırlandığı dönemdir.
Ben Kimim ve Neler Yaşıyorum?
- Ben artık çocuk değilim!
Neden istediğim gibi davranamıyorum?
Yalnız kalmak istiyorum!
Bana artık karışmayın!
Bana ne zaman ders çalışacağımı hatırlatmayın!
Beni kimse anlamıyor. Çocuğumda ne gibi değişiklikler oluyor?
Bedensel değişimler
Duygusal değişimler
Zihinsel değişimler
Ergenliğe giriş yaşı; genetik (ailesel), ırk, sosyoekonomik şartlar (çocuk yaşta evlendirme, ağır bedensel yük altında çalıştırılan çocuklar) ve iklim gibi faktörlerden etkilenir. Genel olarak kızlar erkeklere oranla daha önce olgunlaştıkları için bu dönem kızlarda 10-12, erkeklerde ise 12-14 yaşları arasında başlar. Ergenliğin sonuna doğru bu farkın kapandığı görülür.
Ergenlik döneminde; otoriteye karşı olma, söz dinlememe, eleştirme, hata bulma gencin tutumlarındandır. Gelişme döneminde anne-baba tarafından bazen çocuk bazen yetişkin gibi algılanan çocuk, ne zaman ne şekilde davranacağını bilemez. Gelişmekte olan bedenine, cinsel ve duygusal gelişimlerine ayak uyduramaz; "kimlik karmaşası"na düşebilir. Yetişkinlerin gençlere baskıcı ve disiplinli davranmaktan çok sevgi dolu, güven veren, önemseyen ve değer veren bir tutumla yaklaşmaları onların kimlik gelişimlerini kolaylaştıracaktır.
Ergen, ani duygu değişimleri dile getirebilir. Zaman zaman yetişkinin uzaktan denetimine ihtiyaç duyabilir. Aynı zamanda yetişkinin güvenini kazanmaya, kendine güvenilen bir insan olmaya ihtiyaç duyabilir. Kendisine güven duyulmaması onda kaygı yaratır.
Ergenlik döneminin temel özelliklerinden biri olan güvensizlik, ergenin gösterişçi ya da çekingen bir birey olmasına sebep olabilir. Bu evrede ergen, başkalarının kendisi hakkında verecekleri hükümler konusunda aşırı derecede duyarlıdır.
Ergenlik sürecinde ergen; kişilik arayışları içindedir, arkadaş grupları da buna bağlı olarak değişebilir. Kendisi ile çok ilgilidir, ayna karşısında dakikalarca vakit harcayabilir. Kararsızdır, elbise seçimine ve giyimine önem verir. Kendisinin özgür bırakılmasını ister. Ebeveyne karşı isyankar bir tutum içerisine girebilir. Bu süreçte çocuklar bedenlerindeki değişimi anlamaya çalışırken duygusal süreçlerdeki değişiklikleri de anlamlandırmaya çalışabilir. Bu nedenle duygusal tepkileri abartılı olabilir ve genellikle değişkenlik gösterebilir. Sevincini ve öfkesini frenlemekte zorlanabilir. Eleştiri yaparak kendini ifade etmeyi seçmesine rağmen eleştirilmekten nefret edebilir. Nasihat duymaktan, özellikle de “bizim zamanımızda” ile başlayan cümlelerden hoşlanmaz. Kendi özellerini keşfetmeye çalıştıkları bir dönem olduğu için bunu kimseyle paylaşmak istemezler.
Ergenlik döneminde gençler için akranlarla iletişim kurmak giderek önem kazanmaya başlamaktadır. Bu dönemde, arkadaşlar mahremiyet ve sosyal destek kaynağı olarak anne babanın yerine geçmektedir. Bu durum anne babanın her şeyi kısıtlayan, yasaklayan ve sınırlar koyan bir durumda algılanmasına ve aile içinde çatışmalar yaşanmasına neden olmaktadır. Bu süreçle ile ilgili çeşitli makalelerde geçen: “Ergenlikten daha zor olan bir ergenin anne babası olmak!” sözünü düşünerek güven ilişkisi geliştirmek önemlidir.
Çocuklarla doğru ve etkili iletişim kurmak için siz velilerimize önerilerimiz şunlardır: Çocuğunuza karşı dürüst olurken istek ve beklentilerinizi açıkça ifade etmekten çekinmeyin. Bunu yaparken size yaşadıklarını anlatabilmesi için sessizce dinlemeli ve onu kabul ettiğimizi hissettirmeliyiz. Hep konuşan biz olursak gencin duygularını ifade etmesini engellemiş ve sizden gizli bir şeyler yapmasına sebebiyet vermiş olabilirsiniz.
Yaptığı yanlış davranışlar karşısında onunla suçlayıcı bir tutumla tartışmak yerine, düşüncelerine önem verdiğinizi gösterecek ifadeler kullanabilirsiniz. Burada en önemli nokta kendinizi onun yerine koyarak (empati yaparak) ‘’Ben olsaydım ne hissederdim?’’ diye düşünmek ve ifade ettiği duyguları isimlendirerek yansıtmaktır.
Sakin kalmaya çalışarak ona güven verin. Ebeveynle çocuk arasında kaygı, bulaşıcı bir durumdur. Çocuğunuz, kaygı duyduğu, canı sıkıldığı her durumda ne kadar endişelendiğinizi anlamak için size bakacak ve endişeli olduğunuzu gördüğünde korkmakta haklı olduğunu düşünecektir. Bu nedenle ne kadar tedirgin ve gergin olursanız olun, dışarıdan bakıldığında sakin ve rahat görünmeye çalışın.
Okulun ilk günlerinde çocuklarınıza nasıl destek olabilirsiniz?
Yeni bir ortama girmek hangi yaşta olursa olsun bir uyum gerektirir. Bu nedenle uyguladığımız oryantasyon süreci ile tüm öğrencilerimizin okula uyum sürecine destek olmaya çalışıyoruz. Oryantasyon çalışmalarımız ile öğrencilerimiz birbirleriyle tanışır ve burada ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarını öğrenirler.
Ebeveynler olarak okulla ilgili çocuklarınızı önceden bilgilendirmeniz, uyum sürecinde kendilerini daha rahat hissetmelerine yardımcı olacaktır. Okulun sizin için önemi, bu okulu seçmekteki öncelikleriniz, okulun sistemi dahilinde sizin için önemli olan etkinlikler, yemeklerini nerede yiyecekleri, revirin yeri, tuvalet ihtiyaçlarını nasıl giderecekleri gibi konular hakkında bilgi almak çocuğunuzu büyük ölçüde rahatlatacaktır.
Uyku saatlerinin düzenli oluşu, zamanında yatıp kalkması, bir gün önceden okul malzemelerini hazırlaması gibi günlük rutinlerle ilgili kazandıracağınız alışkanlıklar, sabah hazırlıklarında onları gerginlikten uzak tutacaktır. Böylece okulun ilk günlerindeki uyum sürecinde ve yıl içerisinde çocuğunuz kaygıdan uzaklaşacak, okula daha keyifli gelecektir.
Okul bir yaşam alanı olduğu için bazen zorlandığı, sıkıldığı, yorulduğu zamanları da olabilir. Daha sonra hayal kırıklığına uğramaması için sorduğu sorulara gerçekçi cevaplar verin.
Çocuğunuza; öğretmenine, okula güven duyduğunuzu hissettirin ve kendisinin de güvenebileceği mesajını verin. Eğer ilk günlere dair kaygınız varsa bunu çocuğunuzun yanında dile getirmemeye özen gösterin.
Bütün bu davranış özelliklerini göz önünde bulundurarak ve önerilere dikkat ederek yaklaştığınızda okula başlangıçta ve sonraki süreçlerde çocuğunuzla sağlıklı ve mutlu bir ilişki kurduğunuzu gözlemleyeceksiniz.
Gösterilen her türlü özene rağmen her yıl okula uyum sağlama konusunda güçlük yaşayan çocuklar olabilmektedir. Bu durumda zaman kaybetmeden sınıf öğretmeni ve Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü ile işbirliği yapmak, süreci daha rahat atlatmanıza yardımcı olacaktır.
KAYNAKÇA
Parman, Talat (2000), Ergenlik ya da Merhaba Hüzün, Bağlam Yayınları, İstanbul.
Başgül, Yrd. Doç. Dr. Ş. Senem, Popüler Psikiyatri Dergisi, Sayı77
Şenel, Hatice (2007), Eyvah! Çocuğum Okula Başlıyor, Özgür Yayınları.
Jeammet, Philip, Ergenlik, Anne Babalar ve Uzmanlar İçin Nirengi Noktaları, Bağlam, 2012
www.bengisemerci.com, Gençlik Döneminde Okulun Önemi
Son Güncelleme: Perşembe, 20 Eylül 2018 10:43
Gösterim: 11822

