Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
ERA Kolejleri, eğitim hayatına başladığı günden beri, "oyun" kavramını her geçen gün daha da gelişkin bir anlayış ile zenginleştirerek, öğrenme sürecine dâhil ediyor.
İçinde bulunduğumuz çağ itibariyle "Z Kuşağı" olarak adlandırılan çocuklar; ödüllerden, cezalardan, programlanmış eğitimden, oyuncaklardan, şekerlemelerden, klasik sınıf düzeninden ve toplu derslerden hoşlanmıyor. Bunun bilincinde olan ERA Kolejleri, anaokulundan başlayarak her aşamada oyuna, yaş gruplarına uygun ve eğitim sistemine adapte olacak şekilde önemli bir yer ayırıyor.
ERA Kolejleri, eğitim hayatına başladığı günden beri, "oyun" kavramını her geçen gün daha da gelişkin bir anlayış ile zenginleştirerek, öğrenme sürecine dâhil ediyor. Önceleri daha çok branş derslerinde yararlandığımız oyun mantığını, biraz daha ileri götürerek ayrı bir müfredat haline getirip öğrencilerin ihtiyaçlarına göre genişletmiş. Eğitimde oyunun yerine ilişkin sorularımızı ERA Kolejleri Eğitim Koordinatörü Selim Çifçi ile ERA Kolejleri Kurumsal İletişim ve Marka Direktörü Gülçin Aşkın Çetin yanıtladı.
Son yıllarda eğitimde öğrenme ortamları ve metotlarında değişimler yaşanıyor. Bu değişimlerden biri de eğitimde oyunun kullanımı. ERA Kolejleri olarak eğitim süreçlerinizde oyundan nasıl faydalanıyorsunuz? Programlarınızda oyunu nasıl uyguluyorsunuz?
Selim Çifçi: ERA Kolejleri oyunun ne kadar önemli olduğunun bilincinde olarak, anaokulundan başlayarak her aşamada oyuna, yaş gruplarına uygun ve eğitim sistemine adapte olacak şekilde önemli bir yer ayırmıştır.
ERA Kolejleri, eğitim müfredatı içerisinde öğrencilerin bilgileri deneyimlemesi ve farklı alanlardaki gelişimlerini desteklemek adına "Zeka Oyunları" müfredatlarını ve metaryallerini öğrencilerin yaş seviyelerine göre tasarlayıp oluşturmuştur. Bu müfredat ve oyunlar çerçevesinde öğrencilerin fiziksel, sosyal ve zihinsel gelişimlerini destekleyerek onların akademik manada gelişimlerini en yüksek düzeye çıkarmayı hedeflemiştir. Ayrıca diğer ders müfredatlarının içine de öğrencilere, bilgileri deneyimleme konusunda yardımcı olacak farklı tarzda oyunlar ekleyerek "oyun"u bir bütün olarak kendi inovatif eğitim sistemi içine katmıştır.
Hangi derslerde oyundan faydalanıyorsunuz ve bu oyunlar hangileri? Ayrıca bu oyunları tercih etmenizin sebepleri nelerdir?
Selim Çifçi: ERA Kolejleri’nde birçok derste oyun kullanılmaktadır ama oyunların başlı başına bir müfredat halinde verildiği ayrı bir “Zeka Oyunları” dersi de bulunmaktadır. Bu dersin içeriğinde, belirli bir müfredat dâhilinde öğrencilerin yaş seviyelerine ve gelişim özelliklerine göre seçilmiş 50’nin üzerinde oyun çeşidi yer almaktadır. Bu oyunlarla öğrenciler, oyunun getirdiği kazanımlarla gelişimlerini gerçekleştirmektedir.
Eğitim kurumumuzda, Zeka Oyunları derslerinin yanı sıra diğer branş dersleri içerisinde de oyunlardan yararlanmaktayız. Farklı branşlarda ders içerisinde öğrencilerle oynanan oyunlarla derslerin hem eğlenceli geçmesi amaçlanmakta hem de öğrencilerimizin derse odaklanması sağlanmaktadır.
OYUNUN SEÇİM AŞAMASI UZUN BİR SÜRECE YAYILIYOR
Oyunla eğitim çalışmasında, hangi oyunun nasıl ve ne şekilde uygulanacağına nasıl karar veriliyor? Oyun seçiminde öğretmen ne derece etkindir?
Gülçin Aşkın Çetin: Öğrenciler için oyunlar seçilirken alanında uzman öğretmenlerimiz kendi uzmanlık alanlarıyla ilgili araştırmalarını tamamlayarak belirli bir komisyonla birlikte oyun seçimlerini gerçekleştirmektedir. Seçim aşaması mümkün olduğunca uzun bir sürece yayılmaktadır. Öğretmenlerimiz bu süre içerisinde öğrencilerine öğreteceği oyunları tecrübe eder ve oyunun kazanımlarını tam manasıyla benimseyerek oyunlardan çıkaracağı gözlemlerin bilincinde olarak müfredata eklenme noktasında etkili olur.
Eğitimde oyunu kullanmaya ne zaman başlanmalı? Hangi sınıftan itibaren / yaştan itibaren çocuğa oyunla eğitim verilmeli? Bu kapsamda ERA Kolejleri oyunla eğitime hangi sınıftan başlayıp hangi sınıfa kadar devam ediyor?
Gülçin Aşkın Çetin: Türkiye’nin ilk kurumsal anaokulu diyebileceğimiz ERA Ana Kolejleri’nde bütün eğitim sistemimizin, oyunun eğitimde en iyi şekilde nasıl kullanılabileceğine dair çarpıcı örnekler oluşturacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. ERA Ana Kolejleri’nde oyunla öğrenmeye dair özel bir program mevcut.
ERA Ana Kolejleri'nde, birden fazla modelin çocuğun ilgi, yetenek ve gelişim süreçlerine göre seçilerek, yeni ve çoklu bir eğitim yaklaşımı kurgulanmıştır. Bu nedenle çocukların yaparak yaşayarak öğrenmeleri için esaslı bir yol çizilmektedir. Bu amaçlar doğrultusunda öğrencilerin eğitim gördüğü her alan özenle tasarlanmış ve gelişim süreçlerine yönelik farklı metaryallerle desteklenmiş bölümler mevcuttur.
Ana Kolejimizdeki yaklaşımımızı 5 madde ile özetleyebiliriz:
1-) Çocuklarda yaparak yaşayarak öğrenme becerilerinin geliştirilmesi: Bu programın amacı erken çocukluk eğitimi sürecinde etkin öğrenme sağlamaktır. Öğrencilerin yeni kavramları tüm duyularını kullanarak, yaparak ve yaşayarak öğrenmelerini sağlayan, çocuğun kendi gelişim öğelerini ve becerilerini doğrudan doğruya kendi programlamasıyla geliştiren, kampüslerde yer alan atölye alanlarında çok verimli şekilde kullanılacak olan; çocuğun kendi ürünlerini ortaya koyacağı ve sunumlarını gerçekleştirerek, yaparak öğrenmeyi kalıcı hale getireceği bir sistemdir. Çocuk, bu esaslar çerçevesinde boyaları karıştırır, şişe kapaklarını tekerlek gibi kullanır, ezer, sürter, yerlerde sürünür, tırmanır, döner, yani hayatı deneyimler.
2-Bireysel becerilerin gelişimi: ERA Ana Kolejlerinde, müfredat çerçevesinde öğrenilmesi gereken bilgileri sıralamak yerine, hem öğrencilerin hem de öğretmenlerin etkin bir şekilde doğaçlama yaptıkları bir okul atmosferi yaratılmaktadır.
Eğitim mekanlarının mimari tasarımlarında kullanılan birçok materyal, bu özgün eğitim modelini desteklemektedir. Gerek tavanlarda bulunan matematik ve fen sembolleriyle görselleştirilmiş dokular, gerekse laboratuvar ve atölye ortamları, bu modelin yansımalarını ve farkındalıklarını çok iyi bir şekilde ortaya koymaktadır. Öğrencilere fen ve matematiği erken yaşlarda eğlenceli etkinliklerle sevdirmeyi amaçlayan, bilimin tüm süreçlerini aktif öğrenme yoluyla yaşamalarına imkan veren bir model tercih edilmiştir.
3-Özgür düşünme becerilerinin gelişimi: İçinde bulunduğumuz çağ itibariyle "Z Kuşağı" olarak adlandırılan çocukların; ödüllerden, cezalardan, programlanmış eğitimden, oyuncaklardan, şekerlemelerden, klasik sınıf düzeninden ve toplu derslerden hoşlanmadıkları bilinmektedir. Aksine özgür seçim, hatalarını kendileri deneyimleme, hareket etme, sessizlik, sosyal iletişimlerini kendi kurma, düzenli/temiz çevre, kitapsız okuma-yazma ve alıştırma tekrarından hoşlanıyorlar.
ERA Ana Koleji’nde çocuklar istedikleri materyalle, istedikleri zaman, istedikleri yerde çalışırlar. Eğitim anlayışımız onlara özgürlükçü bir eğitim programı ve önceden hazırlanmış bir atmosferde kendilerini geliştirebilecekleri şekilde hareket özgürlüğü tanır.
4-Sanatsal becerilerin gelişimi: Çocuğun fiziksel ve ruhsal yapısının bütünlüğünü ön plana çıkararak, ruhunun özgürleşmesine yardımcı olunur. Eğitim sürecinde ritimsel hareketlerle hem zihinsel süreçler hem sosyal beceriler hem de fiziksel gelişimler desteklenir.
Bu yaklaşım çocuğun hayal gücünü, yoktan var ettiği ve tamamladığı doğaya özgü materyallerle geliştirir. Okulun doğal ahşap ortamları, duvarlardaki tamamlanmayan nesneler, resim, müzik, görsel sanatlar ve serbest çalışma atölyeleri bu programın temel unsurlarından bazılarıdır. Ayrıca çocuklarda, kendilerine, ailelerine ve çevreye karşı sorumluluk duygusunun gelişimi hedeflenir.
5-Adaptasyon becerilerinin gelişimi: ERA Ana Kolejleri okul öncesi eğitim sürecini, becerilerin geliştirildiği bir oyun süreci olarak değerlendirmektedir. Özgürlükçü, yaparak yaşayan ve sanatsal becerilerini geliştiren çocuklar yetiştirmek için klasik sınıf sistemi yerine tematik okul sistemini benimsemiş ve mimari anlayışıyla farklı atmosferler yaratmıştır.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Özel Okullar
ERA Kolejleri, eğitim hayatına başladığı günden beri, "oyun" kavramını her geçen gün daha da gelişkin bir anlayış ile zenginleştirerek, öğrenme sürecine dâhil ediyor.
İçinde bulunduğumuz çağ itibariyle "Z Kuşağı" olarak adlandırılan çocuklar; ödüllerden, cezalardan, programlanmış eğitimden, oyuncaklardan, şekerlemelerden, klasik sınıf düzeninden ve toplu derslerden hoşlanmıyor. Bunun bilincinde olan ERA Kolejleri, anaokulundan başlayarak her aşamada oyuna, yaş gruplarına uygun ve eğitim sistemine adapte olacak şekilde önemli bir yer ayırıyor.
ERA Kolejleri, eğitim hayatına başladığı günden beri, "oyun" kavramını her geçen gün daha da gelişkin bir anlayış ile zenginleştirerek, öğrenme sürecine dâhil ediyor. Önceleri daha çok branş derslerinde yararlandığımız oyun mantığını, biraz daha ileri götürerek ayrı bir müfredat haline getirip öğrencilerin ihtiyaçlarına göre genişletmiş. Eğitimde oyunun yerine ilişkin sorularımızı ERA Kolejleri Eğitim Koordinatörü Selim Çifçi ile ERA Kolejleri Kurumsal İletişim ve Marka Direktörü Gülçin Aşkın Çetin yanıtladı.
Son yıllarda eğitimde öğrenme ortamları ve metotlarında değişimler yaşanıyor. Bu değişimlerden biri de eğitimde oyunun kullanımı. ERA Kolejleri olarak eğitim süreçlerinizde oyundan nasıl faydalanıyorsunuz? Programlarınızda oyunu nasıl uyguluyorsunuz?
Selim Çifçi: ERA Kolejleri oyunun ne kadar önemli olduğunun bilincinde olarak, anaokulundan başlayarak her aşamada oyuna, yaş gruplarına uygun ve eğitim sistemine adapte olacak şekilde önemli bir yer ayırmıştır.
ERA Kolejleri, eğitim müfredatı içerisinde öğrencilerin bilgileri deneyimlemesi ve farklı alanlardaki gelişimlerini desteklemek adına "Zeka Oyunları" müfredatlarını ve metaryallerini öğrencilerin yaş seviyelerine göre tasarlayıp oluşturmuştur. Bu müfredat ve oyunlar çerçevesinde öğrencilerin fiziksel, sosyal ve zihinsel gelişimlerini destekleyerek onların akademik manada gelişimlerini en yüksek düzeye çıkarmayı hedeflemiştir. Ayrıca diğer ders müfredatlarının içine de öğrencilere, bilgileri deneyimleme konusunda yardımcı olacak farklı tarzda oyunlar ekleyerek "oyun"u bir bütün olarak kendi inovatif eğitim sistemi içine katmıştır.
Hangi derslerde oyundan faydalanıyorsunuz ve bu oyunlar hangileri? Ayrıca bu oyunları tercih etmenizin sebepleri nelerdir?
Selim Çifçi: ERA Kolejleri’nde birçok derste oyun kullanılmaktadır ama oyunların başlı başına bir müfredat halinde verildiği ayrı bir “Zeka Oyunları” dersi de bulunmaktadır. Bu dersin içeriğinde, belirli bir müfredat dâhilinde öğrencilerin yaş seviyelerine ve gelişim özelliklerine göre seçilmiş 50’nin üzerinde oyun çeşidi yer almaktadır. Bu oyunlarla öğrenciler, oyunun getirdiği kazanımlarla gelişimlerini gerçekleştirmektedir.
Eğitim kurumumuzda, Zeka Oyunları derslerinin yanı sıra diğer branş dersleri içerisinde de oyunlardan yararlanmaktayız. Farklı branşlarda ders içerisinde öğrencilerle oynanan oyunlarla derslerin hem eğlenceli geçmesi amaçlanmakta hem de öğrencilerimizin derse odaklanması sağlanmaktadır.
OYUNUN SEÇİM AŞAMASI UZUN BİR SÜRECE YAYILIYOR
Oyunla eğitim çalışmasında, hangi oyunun nasıl ve ne şekilde uygulanacağına nasıl karar veriliyor? Oyun seçiminde öğretmen ne derece etkindir?
Gülçin Aşkın Çetin: Öğrenciler için oyunlar seçilirken alanında uzman öğretmenlerimiz kendi uzmanlık alanlarıyla ilgili araştırmalarını tamamlayarak belirli bir komisyonla birlikte oyun seçimlerini gerçekleştirmektedir. Seçim aşaması mümkün olduğunca uzun bir sürece yayılmaktadır. Öğretmenlerimiz bu süre içerisinde öğrencilerine öğreteceği oyunları tecrübe eder ve oyunun kazanımlarını tam manasıyla benimseyerek oyunlardan çıkaracağı gözlemlerin bilincinde olarak müfredata eklenme noktasında etkili olur.
Eğitimde oyunu kullanmaya ne zaman başlanmalı? Hangi sınıftan itibaren / yaştan itibaren çocuğa oyunla eğitim verilmeli? Bu kapsamda ERA Kolejleri oyunla eğitime hangi sınıftan başlayıp hangi sınıfa kadar devam ediyor?
Gülçin Aşkın Çetin: Türkiye’nin ilk kurumsal anaokulu diyebileceğimiz ERA Ana Kolejleri’nde bütün eğitim sistemimizin, oyunun eğitimde en iyi şekilde nasıl kullanılabileceğine dair çarpıcı örnekler oluşturacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. ERA Ana Kolejleri’nde oyunla öğrenmeye dair özel bir program mevcut.
ERA Ana Kolejleri'nde, birden fazla modelin çocuğun ilgi, yetenek ve gelişim süreçlerine göre seçilerek, yeni ve çoklu bir eğitim yaklaşımı kurgulanmıştır. Bu nedenle çocukların yaparak yaşayarak öğrenmeleri için esaslı bir yol çizilmektedir. Bu amaçlar doğrultusunda öğrencilerin eğitim gördüğü her alan özenle tasarlanmış ve gelişim süreçlerine yönelik farklı metaryallerle desteklenmiş bölümler mevcuttur.
Ana Kolejimizdeki yaklaşımımızı 5 madde ile özetleyebiliriz:
1-) Çocuklarda yaparak yaşayarak öğrenme becerilerinin geliştirilmesi: Bu programın amacı erken çocukluk eğitimi sürecinde etkin öğrenme sağlamaktır. Öğrencilerin yeni kavramları tüm duyularını kullanarak, yaparak ve yaşayarak öğrenmelerini sağlayan, çocuğun kendi gelişim öğelerini ve becerilerini doğrudan doğruya kendi programlamasıyla geliştiren, kampüslerde yer alan atölye alanlarında çok verimli şekilde kullanılacak olan; çocuğun kendi ürünlerini ortaya koyacağı ve sunumlarını gerçekleştirerek, yaparak öğrenmeyi kalıcı hale getireceği bir sistemdir. Çocuk, bu esaslar çerçevesinde boyaları karıştırır, şişe kapaklarını tekerlek gibi kullanır, ezer, sürter, yerlerde sürünür, tırmanır, döner, yani hayatı deneyimler.
2-Bireysel becerilerin gelişimi: ERA Ana Kolejlerinde, müfredat çerçevesinde öğrenilmesi gereken bilgileri sıralamak yerine, hem öğrencilerin hem de öğretmenlerin etkin bir şekilde doğaçlama yaptıkları bir okul atmosferi yaratılmaktadır.
Eğitim mekanlarının mimari tasarımlarında kullanılan birçok materyal, bu özgün eğitim modelini desteklemektedir. Gerek tavanlarda bulunan matematik ve fen sembolleriyle görselleştirilmiş dokular, gerekse laboratuvar ve atölye ortamları, bu modelin yansımalarını ve farkındalıklarını çok iyi bir şekilde ortaya koymaktadır. Öğrencilere fen ve matematiği erken yaşlarda eğlenceli etkinliklerle sevdirmeyi amaçlayan, bilimin tüm süreçlerini aktif öğrenme yoluyla yaşamalarına imkan veren bir model tercih edilmiştir.
3-Özgür düşünme becerilerinin gelişimi: İçinde bulunduğumuz çağ itibariyle "Z Kuşağı" olarak adlandırılan çocukların; ödüllerden, cezalardan, programlanmış eğitimden, oyuncaklardan, şekerlemelerden, klasik sınıf düzeninden ve toplu derslerden hoşlanmadıkları bilinmektedir. Aksine özgür seçim, hatalarını kendileri deneyimleme, hareket etme, sessizlik, sosyal iletişimlerini kendi kurma, düzenli/temiz çevre, kitapsız okuma-yazma ve alıştırma tekrarından hoşlanıyorlar.
ERA Ana Koleji’nde çocuklar istedikleri materyalle, istedikleri zaman, istedikleri yerde çalışırlar. Eğitim anlayışımız onlara özgürlükçü bir eğitim programı ve önceden hazırlanmış bir atmosferde kendilerini geliştirebilecekleri şekilde hareket özgürlüğü tanır.
4-Sanatsal becerilerin gelişimi: Çocuğun fiziksel ve ruhsal yapısının bütünlüğünü ön plana çıkararak, ruhunun özgürleşmesine yardımcı olunur. Eğitim sürecinde ritimsel hareketlerle hem zihinsel süreçler hem sosyal beceriler hem de fiziksel gelişimler desteklenir.
Bu yaklaşım çocuğun hayal gücünü, yoktan var ettiği ve tamamladığı doğaya özgü materyallerle geliştirir. Okulun doğal ahşap ortamları, duvarlardaki tamamlanmayan nesneler, resim, müzik, görsel sanatlar ve serbest çalışma atölyeleri bu programın temel unsurlarından bazılarıdır. Ayrıca çocuklarda, kendilerine, ailelerine ve çevreye karşı sorumluluk duygusunun gelişimi hedeflenir.
5-Adaptasyon becerilerinin gelişimi: ERA Ana Kolejleri okul öncesi eğitim sürecini, becerilerin geliştirildiği bir oyun süreci olarak değerlendirmektedir. Özgürlükçü, yaparak yaşayan ve sanatsal becerilerini geliştiren çocuklar yetiştirmek için klasik sınıf sistemi yerine tematik okul sistemini benimsemiş ve mimari anlayışıyla farklı atmosferler yaratmıştır.
Son Güncelleme: Salı, 23 Şubat 2016 10:48
Gösterim: 3341
Doğa Okulları eğitsel oyun metotlarıyla 3-12 yaş arasındaki çocukların verimli bir öğrenim görmesi için İngilizce, Ekoloji, Yaratıcı Düşünme, Bilim Atölyesi, Düşünce Becerileri dersleri uyguluyor. Boğaziçi Üniversitesi danışmanlığında geliştirilen derslerle, Doğa Okulları “mutlu çocuk öğrenir” felsefesini hayata geçiriyor.
Drama ve Oyun dersi, Doğa Okulları’nın eğitim hayatına başladığı ilk günden beri bir ders olarak konseptinin en önemli parçalarından bir tanesi. “Bilgiye bir nosyon olarak baktığınızda insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için yeni bilgilere ulaşmaya çalışırlar ve siz eğer bilgiyi öğrencinin önüne oyun olarak sunarsanız, öğrenci en önemli ihtiyaçlarından biri olan oyunu hemen öğrenir” diyen Doğa Okulları Eğitimden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Ayfer Erdem Batı, bunun akademik başarılarının sırrı olduğunu söylüyor.
Günümüzde eğitimde öğrenme ortamları ve metotlarında değişimler yaşanıyor. Bu değişimlerden biri de eğitimde oyunun kullanımı. Doğa Okulları eğitim süreçlerinde oyundan nasıl yararlanıyor? Programlarında oyunu nasıl uyguluyor?
3-12 yaş grubundaki çocukların en ciddi işi, oyundur, çocuğun mesleği ise oyunculuk. Durum böyle olduğu için oyunu görmezden gelen eğitim sistemleri çocuğa hiç bir şekilde ulaşamazlar. Doğa Okulları’nda oyun ve drama, müfredatı olan bir ders. Özellikle apartmanda büyüyen çocuklar sosyal etkileşimlerindeki en önemli aracı oyunu, metropoldeki yalnızlıklarından dolayı bilmiyorlar. Bundan dolayı biz 3-12 yaş grubu öğrencilerimiz için oyunu bir ders yaptık. Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Bülent Sezgin’in danışmanlığında bunu hem diğer branşlarımızın müfredatına ekledik hem de çocuklarla oyun oynama teknikleriyle ilgili öğretmenlerimize eğitimler verdik. Okulda çalışan mavi yakalı personellerimiz bile bu eğitimlere katıldılar.
Oyunla gerçekleştirilen eğitimlerde öğrenciler hangi farklılıkları yaşıyorlar?
Drama ve Oyun dersi, Doğa Okulları eğitim hayatına başladığı ilk günden beri bir ders olarak konseptimizin en önemli parçalarından bir tanesi. Bilgiye bir nosyon olarak baktığınızda insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için yeni bilgilere ulaşmaya çalışırlar ve siz eğer bilgiyi öğrencinin önüne oyun olarak sunarsanız, öğrenci en önemli ihtiyaçlarından biri olan oyunu hemen öğrenir. Bunun akademik başarımızın sırrı olarak söyleyebiliriz. “Mutlu çocuk öğrenir” sloganımızın müfredatımızdaki iz düşümü de budur aslında.
OYUNUN GÜCÜNDEN BÜTÜN DERSLERİMİZDE YARARLANIYORUZ
Eğitim ve öğrenmede oyunu ön plana çıkaran uygulamalar ve modeller neler?
Oyunun gücünden bütün derslerimizde yararlanıyoruz ama özellikle İngilizce, Ekoloji ve Yaratıcı Düşünme derslerimizde müfredatımızın kurgusu sadece oyun üzerine kurulu. Öğrencilerimiz doğrudan havalimanın İngilizcesinin “airport” olduğunu öğrenmek yerine kurgulanmış olduğumuz havalimanında güvenlik görevlisi, yolcu vb gibi rollere giriyorlar ve bu yaşam alanındaki bütün kavramları yaşayarak öğreniyorlar.
Eğitimde oyunun kullanmaya ne zaman başlanılmalı? Hangi sınıftan/hangi yaştan itibaren çocuğa oyunla eğitim verilmelidir?
Özellikle 3-12 yaş dönemi bunun için çok önemli bir dönem. Çünkü çocuğun kişiliğini oluşturduğu, sosyal becerilerini geliştirdiği bu süreçte en çok ihtiyaç duyduğu şey oyun. Birçok çocuk maalesef sadece i-pad’le oynamayı biliyor. Türkiye’deki birçok özel okul maalesef çocuğun yaratıcılığını geliştirdiği bu dönemde, çocuğa sadece test çözdürüp tost yediriyor. İleriki yılarda bu çocukların farklı farklı anti-sosyal kişilik özelliklerine sahip olduğunu gözlemliyorum.
İLKOKULDA DENEYLERLE FARKLI BİR EĞİTİM SUNUYORUZ
Oyunla eğitim çalışmasında, hangi oyunun nasıl ve ne şekilde uygulanacağına nasıl ve kim tarafından karar veriliyor? Oyunların seçiminde öğretmenler ne derece etkin?
Bu konudaki liderimiz Boğaziçi Üniversitesi’nin eğitim bilimi akademisyenlerinden Dr. Bülent Sezgin. Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık birimimizin de bu konuda öncülük yapan en önemli dinamiklerimizden biri olduğunu söyleyebilirim. Bütün branşlarda müfredatlar çaprazlama olarak oluşturulduğu için zaten bütün branşlarımız birbirine senkronize, bundan dolayı da oyunu müfredata yerleştirmek bizim için artık çok rahat.
PRATİĞE DAYALI ‘’DENEYLERLE BİLİM ATÖLYESİ’’ DERSLERİ
Birinci sınıftan itibaren öğrencilerimiz, Doğa Okulları’na özel ‘Deney Seti’ ile sorgulama, araştırma ve deneyimleme becerilerini geliştiriyor, bilimsel çalışma ile çok erken yaşlarda tanışıyor. Bu uygulama sayesinde klasik “laboratuvar” anlayışını ortadan kaldıran Doğa Okulları, çocuklara, bilimin hayatın her alanında olduğu bilinci kazandırıyor. Her çocuk sahip olduğu deney setini yanında taşıyarak, deney ve bilimin hayatın bir parçası olduğunu kavrıyor.
“DÜŞÜNME BECERİLERİ’’ DERSLERİ
Birinci sınıftan itibaren öğrencilerimiz, ‘’Düşünme Becerileri’’ dersleriyle farklı bakış açıları kazanıyor. Bu ders ile öğrencilerimizin temel düşünme sistemlerini oluşturmalarını, farklı düşüncelere hoşgörü ile yaklaşmalarını, düşünmeyi bir yaşam becerisi haline getirmelerini, eleştirel, analitik, sorgulayıcı düşünebilmelerini sağlıyoruz. Bağımsız düşünme becerisinin geliştirilmesi, çocuğun ileri yaşlarda da kendi düşünme sistemini oluşturmasına temel teşkil ediyor. Geleceğin çok boyutlu düşünebilen, var olan potansiyelini kullanabilen ve başarılı ürünler ortaya koyabilen bireyleri bu etkinlikler ile destekleniyor.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Özel Okullar
Doğa Okulları eğitsel oyun metotlarıyla 3-12 yaş arasındaki çocukların verimli bir öğrenim görmesi için İngilizce, Ekoloji, Yaratıcı Düşünme, Bilim Atölyesi, Düşünce Becerileri dersleri uyguluyor. Boğaziçi Üniversitesi danışmanlığında geliştirilen derslerle, Doğa Okulları “mutlu çocuk öğrenir” felsefesini hayata geçiriyor.
Drama ve Oyun dersi, Doğa Okulları’nın eğitim hayatına başladığı ilk günden beri bir ders olarak konseptinin en önemli parçalarından bir tanesi. “Bilgiye bir nosyon olarak baktığınızda insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için yeni bilgilere ulaşmaya çalışırlar ve siz eğer bilgiyi öğrencinin önüne oyun olarak sunarsanız, öğrenci en önemli ihtiyaçlarından biri olan oyunu hemen öğrenir” diyen Doğa Okulları Eğitimden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Ayfer Erdem Batı, bunun akademik başarılarının sırrı olduğunu söylüyor.
Günümüzde eğitimde öğrenme ortamları ve metotlarında değişimler yaşanıyor. Bu değişimlerden biri de eğitimde oyunun kullanımı. Doğa Okulları eğitim süreçlerinde oyundan nasıl yararlanıyor? Programlarında oyunu nasıl uyguluyor?
3-12 yaş grubundaki çocukların en ciddi işi, oyundur, çocuğun mesleği ise oyunculuk. Durum böyle olduğu için oyunu görmezden gelen eğitim sistemleri çocuğa hiç bir şekilde ulaşamazlar. Doğa Okulları’nda oyun ve drama, müfredatı olan bir ders. Özellikle apartmanda büyüyen çocuklar sosyal etkileşimlerindeki en önemli aracı oyunu, metropoldeki yalnızlıklarından dolayı bilmiyorlar. Bundan dolayı biz 3-12 yaş grubu öğrencilerimiz için oyunu bir ders yaptık. Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Bülent Sezgin’in danışmanlığında bunu hem diğer branşlarımızın müfredatına ekledik hem de çocuklarla oyun oynama teknikleriyle ilgili öğretmenlerimize eğitimler verdik. Okulda çalışan mavi yakalı personellerimiz bile bu eğitimlere katıldılar.
Oyunla gerçekleştirilen eğitimlerde öğrenciler hangi farklılıkları yaşıyorlar?
Drama ve Oyun dersi, Doğa Okulları eğitim hayatına başladığı ilk günden beri bir ders olarak konseptimizin en önemli parçalarından bir tanesi. Bilgiye bir nosyon olarak baktığınızda insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için yeni bilgilere ulaşmaya çalışırlar ve siz eğer bilgiyi öğrencinin önüne oyun olarak sunarsanız, öğrenci en önemli ihtiyaçlarından biri olan oyunu hemen öğrenir. Bunun akademik başarımızın sırrı olarak söyleyebiliriz. “Mutlu çocuk öğrenir” sloganımızın müfredatımızdaki iz düşümü de budur aslında.
OYUNUN GÜCÜNDEN BÜTÜN DERSLERİMİZDE YARARLANIYORUZ
Eğitim ve öğrenmede oyunu ön plana çıkaran uygulamalar ve modeller neler?
Oyunun gücünden bütün derslerimizde yararlanıyoruz ama özellikle İngilizce, Ekoloji ve Yaratıcı Düşünme derslerimizde müfredatımızın kurgusu sadece oyun üzerine kurulu. Öğrencilerimiz doğrudan havalimanın İngilizcesinin “airport” olduğunu öğrenmek yerine kurgulanmış olduğumuz havalimanında güvenlik görevlisi, yolcu vb gibi rollere giriyorlar ve bu yaşam alanındaki bütün kavramları yaşayarak öğreniyorlar.
Eğitimde oyunun kullanmaya ne zaman başlanılmalı? Hangi sınıftan/hangi yaştan itibaren çocuğa oyunla eğitim verilmelidir?
Özellikle 3-12 yaş dönemi bunun için çok önemli bir dönem. Çünkü çocuğun kişiliğini oluşturduğu, sosyal becerilerini geliştirdiği bu süreçte en çok ihtiyaç duyduğu şey oyun. Birçok çocuk maalesef sadece i-pad’le oynamayı biliyor. Türkiye’deki birçok özel okul maalesef çocuğun yaratıcılığını geliştirdiği bu dönemde, çocuğa sadece test çözdürüp tost yediriyor. İleriki yılarda bu çocukların farklı farklı anti-sosyal kişilik özelliklerine sahip olduğunu gözlemliyorum.
İLKOKULDA DENEYLERLE FARKLI BİR EĞİTİM SUNUYORUZ
Oyunla eğitim çalışmasında, hangi oyunun nasıl ve ne şekilde uygulanacağına nasıl ve kim tarafından karar veriliyor? Oyunların seçiminde öğretmenler ne derece etkin?
Bu konudaki liderimiz Boğaziçi Üniversitesi’nin eğitim bilimi akademisyenlerinden Dr. Bülent Sezgin. Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık birimimizin de bu konuda öncülük yapan en önemli dinamiklerimizden biri olduğunu söyleyebilirim. Bütün branşlarda müfredatlar çaprazlama olarak oluşturulduğu için zaten bütün branşlarımız birbirine senkronize, bundan dolayı da oyunu müfredata yerleştirmek bizim için artık çok rahat.
PRATİĞE DAYALI ‘’DENEYLERLE BİLİM ATÖLYESİ’’ DERSLERİ
Birinci sınıftan itibaren öğrencilerimiz, Doğa Okulları’na özel ‘Deney Seti’ ile sorgulama, araştırma ve deneyimleme becerilerini geliştiriyor, bilimsel çalışma ile çok erken yaşlarda tanışıyor. Bu uygulama sayesinde klasik “laboratuvar” anlayışını ortadan kaldıran Doğa Okulları, çocuklara, bilimin hayatın her alanında olduğu bilinci kazandırıyor. Her çocuk sahip olduğu deney setini yanında taşıyarak, deney ve bilimin hayatın bir parçası olduğunu kavrıyor.
“DÜŞÜNME BECERİLERİ’’ DERSLERİ
Birinci sınıftan itibaren öğrencilerimiz, ‘’Düşünme Becerileri’’ dersleriyle farklı bakış açıları kazanıyor. Bu ders ile öğrencilerimizin temel düşünme sistemlerini oluşturmalarını, farklı düşüncelere hoşgörü ile yaklaşmalarını, düşünmeyi bir yaşam becerisi haline getirmelerini, eleştirel, analitik, sorgulayıcı düşünebilmelerini sağlıyoruz. Bağımsız düşünme becerisinin geliştirilmesi, çocuğun ileri yaşlarda da kendi düşünme sistemini oluşturmasına temel teşkil ediyor. Geleceğin çok boyutlu düşünebilen, var olan potansiyelini kullanabilen ve başarılı ürünler ortaya koyabilen bireyleri bu etkinlikler ile destekleniyor.
Son Güncelleme: Cumartesi, 20 Şubat 2016 11:46
Gösterim: 4397
XXV. Edebiyat ve Kitap Günleri’nde Eyüboğlu öğrencileri kitaplar ve yazarlarla dolu üç gün geçirdi. Edebiyat ve Kitap Günlerinin açılış konuşmasını gerçekleştiren Prof. Dr. İlber Ortaylı öğrencilerden edebiyata önem vermelerini ve çok kitap okumalarını istedi.
Eyüboğlu Eğitim Kurumları, Edebiyat ve Kitap Günleri’nin 25. yılında yine birbirinden değerli yazarları ağırladı. Çeyrek asırlık geçmişiyle okulun en önemli etkinliklerinden biri olan ve “Okuyan İnsan, Yaşayan İnsan” mottosuyla gerçekleştirilen XXV. Edebiyat ve Kitap Günleri’nin bu yılki teması “Edebiyat ve Tarih” oldu. Anaokulundan 12. sınıfa kadar tüm Eyüboğlu öğrencileri 3 gün boyunca edebiyatın büyülü dünyasına yolculuk yaptı ve birbirinden değerli yazarlarla söyleşiler gerçekleştirdi.
TARİH, EDEBİYATIN ÇOK SIKI METOTLARA DAYANARAK YAPILANIDIR
Edebiyat ve Kitap Günleri’nin bu yılki açılış konuğu ünlü tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı oldu. İlber Ortaylı konuşmasının başlangıcında “Kitaplarımı okuduğunuzu hissettim ve memnun oldum. Gençlerin bu kitapları okuması, emeklerimin, girişimimin pek boş olmadığını gösterdi.” dedi ve Eyüboğlu Koleji öğrencileriyle bir arada olmaktan mutluluk duyduğunu belirtti. Ortaylı, “Edebiyat ve Tarih” başlıklı konuşmasında her iki disiplin arasındaki ilişkiye dikkat çekti. “Tarih dediğimiz şey aslında bir edebiyattır. Edebiyatın çok sıkı metotlara dayanarak yapılanıdır.” diyen İlber Ortaylı tarihi, bilimler üstü olarak tanımladı ve iyi bir tarihçinin nümismatik bilmesi, kitabeleri çok iyi değerlendirebilmesi, filolojik bakımdan güçlü bir yeteneğinin olması gerektiğini ifade etti.
GÜNÜMÜZ TÜRK TARİHÇİLERİNİN DİL VE ÜSLUPLARI TASVİP EDİLEMEZ
Tarihte üslup ve içeriğin son derece önemli olduğunu söyleyen İlber Ortaylı “Aynı malzemeyi, aynı konuyu 5 ayrı tarihçiye verseniz beşi de size beş ayrı senfoni çıkarır. Bu, tarihçinin edebiyatçı tarafıdır. İsimler aynıdır, olaylar aynı olmak zorundadır ama bunların bağlantısı ve değerlendirmesi çok farklı olabilir. Tarihçi orada tıpkı bir romancı gibi hareket eder, tek farkı yalan söylememesidir.” dedi. Dilin tarihçiler için çok önemli olduğunu söyleyen Prof. Dr. İlber Ortaylı günümüzde Türkiye tarihçilerinin tasvip edilemeyecek dil ve üslup sorunları olduğunu ancak Mehmet Fuad Köprülü ve Halil İnalcık’ın bu anlamda ayrı bir önem ve değer taşıdığını ifade etti. İlber Ortaylı “Türkçeleri çok sarihtir, çok tatlıdır, akıcıdır ve imzasız belli olur. Bir üslupları vardır çünkü… Edebiyatta da öyledir. Hüseyin Rahmi’yi, Yakup Kadri’yi üslubundan tanırsınız. Roman konusunu ve başlığını görmeseniz de, önünüze bir sayfa bile koysalar anlarsınız.” sözleriyle dil ve üslup konusunun önemine ilişkin görüşlerini dile getirdi.
BUGÜNKÜ KUŞAĞIN 300 KELİMESİ, EDEBİYATI ANLAMAK İÇİN YETERLİ DEĞİLDİR
Tarihçinin pek çok bilimin yanı sıra edebiyatla arasının çok iyi olması gerektiğini söyleyen İlber Ortaylı, tarihin okulda öğrenilemeyeceğini belirterek “Tarih tekdüze, abartma, şişirme bir şey değildir. Türkiye’de tarihi okumazlar, mukayese etmezler, arşiv edinmezler, edebiyatı hiç okumazlar. Bunun yerine hayalle yazma merakı vardır. Bu nedenle edebiyata önem vermenizi, okumanızı isterim.” dedi. Edebiyatı anlamak için lisan bilmek gerektiğini de belirten İlber Ortaylı, öğrencilere Türkçeyi çok iyi öğrenmeleri tavsiyesinde bulundu ve “Bugünkü kuşağın 300 kelimesi edebiyatı anlamak için yeterli değildir.” dedi.
70-80 MİLYON İNSANI KİMSE SUYA BATIRAMAZ, DENİZ TAŞAR
Konuşmasının son bölümünde öğrencilerin sorularını yanıtlayan İlber Ortaylı Türkiye’nin geleceğine ilişkin görüşlerini soran öğrenciyi şu sözlerle yanıtladı: “Türkiye 70-80 milyonluk bir ülke. Anormal bir büyümesi var. Bir ülke nüfusunun dörtte biri aynı şehirde yaşıyorsa bu anormaldir, bu hastalıktır, bu problemlerin kaynağıdır. Bunlar çok çetin, yorucu problemlerdir. Etnik bir sorun olduğunun farkındasınız. Çok ciddi günler ve anlar yaşıyoruz. Böyle şeyleri duymaya her an hazırlıklı olun. Ama paniğe kapılmayın. Siz paniğe kapıldıkça bu durumlar tekrarlar. Zaten bu olaylar paniğe kapılmanız için tekrarlanıyor. Nerenin sahibi olduğunuzu bileceksiniz ancak bu sayede şer kuvvetlerini kovabilirsiniz. Bu çok açıktır. Bu ülke bir yere gitmez. Çünkü 70-80 milyon insanı kimse suya batıramaz, deniz taşar. Ayakta kalmak çok mühimdir. Ama nesillerin hayatının berbat olmaması için, sağlıklı ve rahat yaşayabilmemiz için, annelerinizin, babalarınızın yüzünü güldürmek ve ilerde sizin evlatlarınızın yüzünün de gülmesi için sağlam duracaksınız ve hiçbir şeyden korkmayacaksınız. Bir yere giderim de kurtulurum diye düşünemezsiniz. Hiçbir yere gidemezsiniz. Önce kendi ülkenize bakacaksınız.”
İLBER ORTAYLI’DAN ÖĞRENCİLERE TAVSİYELER
• Yabancı dil öğrenin. Bir değil, iki dil öğrenin. İngilizce de olabilir, Arapça da… Fransızca da olabilir, Latince de… Felsefe açısından Almanca da olabilir. Dil öğrenmeden zaten kendi dilinizi de anlamazsınız.
• Tarihi ve ona paralel olarak Türk ve yabancı edebiyatı okuyun. 1. Dünya Savaşı’nın tarihini okuyacaksınız, bunun yanında mutlaka Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam” kitabını, hâtıratını okun, 1. Dünya Savaşı ile ilgili romanları okuyun. Bu, olayların imajınızda canlanması açısından son derece önemlidir ve başka türlü olmaz. Napoleon’u okumak yetmez. Napolyon’un Rusya seferi için Harp ve Sulh’u okumanız gerekir. Mesela feminizm üzerine Gustave Flaubert’in Madame Bovary kitabını, Tolstoy’’un Anna Karenina’sını ayrıca Emile Zola’yı okuduğunuzda bu sizin üç katmanda -Avrupa, Rusya, Fransa- üç çevrede kadının konumunu anlamanızı sağlayacaktır. Aynı dönem içerisinde Türk kadınının rolünü anlamak için Çalıkuşu’nu, Aşk-ı Memnu’yu, Gülnihal’i okuyun. Bu size o dönemde Türkiye’deki kadının yerini anlatacaktır.
• Ayrıca Türk şiirini okumak ve bilmek zorundasınız. Bunun şakası yok. Şiir okumamak çok büyük bir noksanlıktır. Bazı hallerde insanlar şiirle daha çok şey öğrenirler. Şiir bilmeyen milletlerin dili gider. Şiir bilmeyen insanlar ise sıkıcıdırlar. Diliniz, insanlara kendinizi ifade edebilmeniz ve muhtevalı bir konuşmayla ikna edebilmeniz; saygın bir insan olabilmeniz için önemlidir.
• Gündemi, takip edin. Türkçe ve yabancı gazeteleri okuyun.
• Farklı ülkeleri gezin. Gittiğiniz ülkeyi tanıyın, öğrenin. O ülke insanları ile ülkeleri hakkında konuşun.
• Televizyonda yabancı kanalları takip edin. Mesela BBC’deki tartışmaları izleyin.
BİR KİTAP DA ARKADAŞIMA
3 gün süren Edebiyat ve Kitap Günleri’nde öğrenciler “Masal Kahramanları Aramızda”, “İngilizce Masallar”, “Edebiyattan Beyazperdeye”, “Bizden, İçimizden…”, “Bir Şiiri Çözümlemek”, “Ben Bir Kitap Okudum” gibi çok sayıda farklı etkinliğe katıldı. Edebiyat ve Kitap Günleri’nde öğrenciler bu yıl da birçok yazarla bir araya geldi. Konuk yazarlarla tanışma, söyleşi yapma, kitaplarını imzalatma fırsatı bulan öğrenciler yayınevlerinin standlarını gezerek çok sayıda kitap aldı.
Etkinliğe yazarlar Aslı Der, Mina Tansel, Tolga Gümüşay, Tülin Kozikoğlu, Ceren Kurt, Evren Yiğit, Aydoğan Yavaşlı, Ferrin İlbay Yalnız, Gönül Simpson, Ahmet Önel, İlkay Marangoz, Koray Avcı Çakman, Erdem Seçmen, Ayla Çınaroğlu, Betül Avunç, Selen Somer, Defne Ongun Müminoğlu ve Mesut Tığlı katıldı.
Edebiyat ve Kitap Günleri’nde, Okul Aile Birliği ve Öğrenci Birliği’nin düzenlediği “Bir Kitap da Arkadaşıma” kampanyası da büyük ilgi gördü. Öğrenciler kardeş okulun öğrencilerine hediye etmek üzere aldıkları yüzlerce kitabı Eyüboğlu Okul Aile Birliği’ne teslim etti.
MEHMET ÂKİF ERSOY SOKAĞI’NIN AÇILIŞI YAPILDI
Edebiyat ve Kitap Günleri’nde her yıl ayrıca, Çamlıca Kampüsündeki Merkez Kütüphanede kitap raflarını birbirinden ayıran koridorlara önemli edebiyatçılardan birinin adı veriliyor.
Attila İlhan, Sabahattin Eyüboğlu, Can Yücel, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Haldun Taner, Tolstoy, William Shakespeare, Yaşar Kemal gibi tanınmış yazar ve şairlerin adlarını taşıyan sokak tabelalarına bu yıl eklenen isim, İstiklâl Marşı'nın yazarı, ünlü şair Mehmet Akif Ersoy oldu. Eyüboğlu Merkez Kütüphanedeki sokak açılışı konuklar, öğrenciler ve öğretmenlerin katıldığı bir törenle gerçekleştirildi.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Özel Okullar
XXV. Edebiyat ve Kitap Günleri’nde Eyüboğlu öğrencileri kitaplar ve yazarlarla dolu üç gün geçirdi. Edebiyat ve Kitap Günlerinin açılış konuşmasını gerçekleştiren Prof. Dr. İlber Ortaylı öğrencilerden edebiyata önem vermelerini ve çok kitap okumalarını istedi.
Eyüboğlu Eğitim Kurumları, Edebiyat ve Kitap Günleri’nin 25. yılında yine birbirinden değerli yazarları ağırladı. Çeyrek asırlık geçmişiyle okulun en önemli etkinliklerinden biri olan ve “Okuyan İnsan, Yaşayan İnsan” mottosuyla gerçekleştirilen XXV. Edebiyat ve Kitap Günleri’nin bu yılki teması “Edebiyat ve Tarih” oldu. Anaokulundan 12. sınıfa kadar tüm Eyüboğlu öğrencileri 3 gün boyunca edebiyatın büyülü dünyasına yolculuk yaptı ve birbirinden değerli yazarlarla söyleşiler gerçekleştirdi.
TARİH, EDEBİYATIN ÇOK SIKI METOTLARA DAYANARAK YAPILANIDIR
Edebiyat ve Kitap Günleri’nin bu yılki açılış konuğu ünlü tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı oldu. İlber Ortaylı konuşmasının başlangıcında “Kitaplarımı okuduğunuzu hissettim ve memnun oldum. Gençlerin bu kitapları okuması, emeklerimin, girişimimin pek boş olmadığını gösterdi.” dedi ve Eyüboğlu Koleji öğrencileriyle bir arada olmaktan mutluluk duyduğunu belirtti. Ortaylı, “Edebiyat ve Tarih” başlıklı konuşmasında her iki disiplin arasındaki ilişkiye dikkat çekti. “Tarih dediğimiz şey aslında bir edebiyattır. Edebiyatın çok sıkı metotlara dayanarak yapılanıdır.” diyen İlber Ortaylı tarihi, bilimler üstü olarak tanımladı ve iyi bir tarihçinin nümismatik bilmesi, kitabeleri çok iyi değerlendirebilmesi, filolojik bakımdan güçlü bir yeteneğinin olması gerektiğini ifade etti.
GÜNÜMÜZ TÜRK TARİHÇİLERİNİN DİL VE ÜSLUPLARI TASVİP EDİLEMEZ
Tarihte üslup ve içeriğin son derece önemli olduğunu söyleyen İlber Ortaylı “Aynı malzemeyi, aynı konuyu 5 ayrı tarihçiye verseniz beşi de size beş ayrı senfoni çıkarır. Bu, tarihçinin edebiyatçı tarafıdır. İsimler aynıdır, olaylar aynı olmak zorundadır ama bunların bağlantısı ve değerlendirmesi çok farklı olabilir. Tarihçi orada tıpkı bir romancı gibi hareket eder, tek farkı yalan söylememesidir.” dedi. Dilin tarihçiler için çok önemli olduğunu söyleyen Prof. Dr. İlber Ortaylı günümüzde Türkiye tarihçilerinin tasvip edilemeyecek dil ve üslup sorunları olduğunu ancak Mehmet Fuad Köprülü ve Halil İnalcık’ın bu anlamda ayrı bir önem ve değer taşıdığını ifade etti. İlber Ortaylı “Türkçeleri çok sarihtir, çok tatlıdır, akıcıdır ve imzasız belli olur. Bir üslupları vardır çünkü… Edebiyatta da öyledir. Hüseyin Rahmi’yi, Yakup Kadri’yi üslubundan tanırsınız. Roman konusunu ve başlığını görmeseniz de, önünüze bir sayfa bile koysalar anlarsınız.” sözleriyle dil ve üslup konusunun önemine ilişkin görüşlerini dile getirdi.
BUGÜNKÜ KUŞAĞIN 300 KELİMESİ, EDEBİYATI ANLAMAK İÇİN YETERLİ DEĞİLDİR
Tarihçinin pek çok bilimin yanı sıra edebiyatla arasının çok iyi olması gerektiğini söyleyen İlber Ortaylı, tarihin okulda öğrenilemeyeceğini belirterek “Tarih tekdüze, abartma, şişirme bir şey değildir. Türkiye’de tarihi okumazlar, mukayese etmezler, arşiv edinmezler, edebiyatı hiç okumazlar. Bunun yerine hayalle yazma merakı vardır. Bu nedenle edebiyata önem vermenizi, okumanızı isterim.” dedi. Edebiyatı anlamak için lisan bilmek gerektiğini de belirten İlber Ortaylı, öğrencilere Türkçeyi çok iyi öğrenmeleri tavsiyesinde bulundu ve “Bugünkü kuşağın 300 kelimesi edebiyatı anlamak için yeterli değildir.” dedi.
70-80 MİLYON İNSANI KİMSE SUYA BATIRAMAZ, DENİZ TAŞAR
Konuşmasının son bölümünde öğrencilerin sorularını yanıtlayan İlber Ortaylı Türkiye’nin geleceğine ilişkin görüşlerini soran öğrenciyi şu sözlerle yanıtladı: “Türkiye 70-80 milyonluk bir ülke. Anormal bir büyümesi var. Bir ülke nüfusunun dörtte biri aynı şehirde yaşıyorsa bu anormaldir, bu hastalıktır, bu problemlerin kaynağıdır. Bunlar çok çetin, yorucu problemlerdir. Etnik bir sorun olduğunun farkındasınız. Çok ciddi günler ve anlar yaşıyoruz. Böyle şeyleri duymaya her an hazırlıklı olun. Ama paniğe kapılmayın. Siz paniğe kapıldıkça bu durumlar tekrarlar. Zaten bu olaylar paniğe kapılmanız için tekrarlanıyor. Nerenin sahibi olduğunuzu bileceksiniz ancak bu sayede şer kuvvetlerini kovabilirsiniz. Bu çok açıktır. Bu ülke bir yere gitmez. Çünkü 70-80 milyon insanı kimse suya batıramaz, deniz taşar. Ayakta kalmak çok mühimdir. Ama nesillerin hayatının berbat olmaması için, sağlıklı ve rahat yaşayabilmemiz için, annelerinizin, babalarınızın yüzünü güldürmek ve ilerde sizin evlatlarınızın yüzünün de gülmesi için sağlam duracaksınız ve hiçbir şeyden korkmayacaksınız. Bir yere giderim de kurtulurum diye düşünemezsiniz. Hiçbir yere gidemezsiniz. Önce kendi ülkenize bakacaksınız.”
İLBER ORTAYLI’DAN ÖĞRENCİLERE TAVSİYELER
• Yabancı dil öğrenin. Bir değil, iki dil öğrenin. İngilizce de olabilir, Arapça da… Fransızca da olabilir, Latince de… Felsefe açısından Almanca da olabilir. Dil öğrenmeden zaten kendi dilinizi de anlamazsınız.
• Tarihi ve ona paralel olarak Türk ve yabancı edebiyatı okuyun. 1. Dünya Savaşı’nın tarihini okuyacaksınız, bunun yanında mutlaka Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam” kitabını, hâtıratını okun, 1. Dünya Savaşı ile ilgili romanları okuyun. Bu, olayların imajınızda canlanması açısından son derece önemlidir ve başka türlü olmaz. Napoleon’u okumak yetmez. Napolyon’un Rusya seferi için Harp ve Sulh’u okumanız gerekir. Mesela feminizm üzerine Gustave Flaubert’in Madame Bovary kitabını, Tolstoy’’un Anna Karenina’sını ayrıca Emile Zola’yı okuduğunuzda bu sizin üç katmanda -Avrupa, Rusya, Fransa- üç çevrede kadının konumunu anlamanızı sağlayacaktır. Aynı dönem içerisinde Türk kadınının rolünü anlamak için Çalıkuşu’nu, Aşk-ı Memnu’yu, Gülnihal’i okuyun. Bu size o dönemde Türkiye’deki kadının yerini anlatacaktır.
• Ayrıca Türk şiirini okumak ve bilmek zorundasınız. Bunun şakası yok. Şiir okumamak çok büyük bir noksanlıktır. Bazı hallerde insanlar şiirle daha çok şey öğrenirler. Şiir bilmeyen milletlerin dili gider. Şiir bilmeyen insanlar ise sıkıcıdırlar. Diliniz, insanlara kendinizi ifade edebilmeniz ve muhtevalı bir konuşmayla ikna edebilmeniz; saygın bir insan olabilmeniz için önemlidir.
• Gündemi, takip edin. Türkçe ve yabancı gazeteleri okuyun.
• Farklı ülkeleri gezin. Gittiğiniz ülkeyi tanıyın, öğrenin. O ülke insanları ile ülkeleri hakkında konuşun.
• Televizyonda yabancı kanalları takip edin. Mesela BBC’deki tartışmaları izleyin.
BİR KİTAP DA ARKADAŞIMA
3 gün süren Edebiyat ve Kitap Günleri’nde öğrenciler “Masal Kahramanları Aramızda”, “İngilizce Masallar”, “Edebiyattan Beyazperdeye”, “Bizden, İçimizden…”, “Bir Şiiri Çözümlemek”, “Ben Bir Kitap Okudum” gibi çok sayıda farklı etkinliğe katıldı. Edebiyat ve Kitap Günleri’nde öğrenciler bu yıl da birçok yazarla bir araya geldi. Konuk yazarlarla tanışma, söyleşi yapma, kitaplarını imzalatma fırsatı bulan öğrenciler yayınevlerinin standlarını gezerek çok sayıda kitap aldı.
Etkinliğe yazarlar Aslı Der, Mina Tansel, Tolga Gümüşay, Tülin Kozikoğlu, Ceren Kurt, Evren Yiğit, Aydoğan Yavaşlı, Ferrin İlbay Yalnız, Gönül Simpson, Ahmet Önel, İlkay Marangoz, Koray Avcı Çakman, Erdem Seçmen, Ayla Çınaroğlu, Betül Avunç, Selen Somer, Defne Ongun Müminoğlu ve Mesut Tığlı katıldı.
Edebiyat ve Kitap Günleri’nde, Okul Aile Birliği ve Öğrenci Birliği’nin düzenlediği “Bir Kitap da Arkadaşıma” kampanyası da büyük ilgi gördü. Öğrenciler kardeş okulun öğrencilerine hediye etmek üzere aldıkları yüzlerce kitabı Eyüboğlu Okul Aile Birliği’ne teslim etti.
MEHMET ÂKİF ERSOY SOKAĞI’NIN AÇILIŞI YAPILDI
Edebiyat ve Kitap Günleri’nde her yıl ayrıca, Çamlıca Kampüsündeki Merkez Kütüphanede kitap raflarını birbirinden ayıran koridorlara önemli edebiyatçılardan birinin adı veriliyor.
Attila İlhan, Sabahattin Eyüboğlu, Can Yücel, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Haldun Taner, Tolstoy, William Shakespeare, Yaşar Kemal gibi tanınmış yazar ve şairlerin adlarını taşıyan sokak tabelalarına bu yıl eklenen isim, İstiklâl Marşı'nın yazarı, ünlü şair Mehmet Akif Ersoy oldu. Eyüboğlu Merkez Kütüphanedeki sokak açılışı konuklar, öğrenciler ve öğretmenlerin katıldığı bir törenle gerçekleştirildi.
Son Güncelleme: Çarşamba, 17 Şubat 2016 16:31
Gösterim: 2243
Fethi Şimşek / Doğa Okulları Kurucusu
PAZARDAKİ REKABET DEĞİŞECEK
Özel okul sektörü, son 3 yılda ciddi bir ivme kazandı. Özel okul öğrenci sayısının toplam içindeki payı 2002'de yüzde 1,7 iken, şu anda yüzde 4 oranına ulaştı. 2023’te ise bu oranın yüzde 15’e çıkması hedefleniyor. Bu hedefe ulaşma yolunda atılan önemli adımlardan birisi ise dershanelerin dönüşümü oldu. Bu gelişmeyle birlikte hem okul ve öğrenci sayısının, hem pazardaki rekabetin ciddi biçimde değişmesi bekleniyor.
YENİ OYUNCULAR GELECEK
Özel okul sektöründe yaşanan dershane dönüşümleri devam edecektir. Bu yüzden bizi önemli bir yıl bekliyor. Rekabetin giderek artacağı bir sektör haline geleceğiz. Çok fazla oyuncu pazara merhaba diyecek. Ancak bir o kadarda gerçekten kaliteli hizmet veren kurumların uzun yıllar ayakta kalacağı diğerlerinin ise sektörden arınacağı bir yıl olacaktır.
SEKTÖRDEKİ BÜYÜME KATLANACAK
Özel okullar sektörü büyümesini sürdürecektir. Dinamik ve hızlı büyüyen pazarlar arasında yerini sabit hale getirecektir. Bizim tahminlerimiz olumlu yönde. Net bir oran veremesek bile geçen yıldan daha fazla bir büyüme beklediğimizi söyleyebiliriz.
100 BİN ÖĞRENCİ SINIRINI AŞACAĞIZ
Doğa Okulları olarak bu yılı da hedeflerimize ulaşarak kapatıyoruz. Bu yıl sonu itibariyle 104 kampüs ve 70 bin öğrenciye ulaşmanın gururunu yaşıyoruz. En kısa sürede 150 kampüse ulaşırız, 100 bin öğrenci sınırını aşarız. Şu anda Türkiye dışında Kıbrıs'ta varız. Onun dışında dünyanın birçok kentine açılmayı planlıyoruz. Cidde, Dubai, Azerbaycan bu hedeflerin içinde. Yurtdışından tabii ki çok teklifler alıyoruz ama burada söz sahibi olan markanın aslında kendisi. Bense markanın efendisi değil kölesiyim. Doğa Koleji ben uzaya gideceğim derse ben onu uzaya götürürüm.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Özel Okullar
Fethi Şimşek / Doğa Okulları Kurucusu
PAZARDAKİ REKABET DEĞİŞECEK
Özel okul sektörü, son 3 yılda ciddi bir ivme kazandı. Özel okul öğrenci sayısının toplam içindeki payı 2002'de yüzde 1,7 iken, şu anda yüzde 4 oranına ulaştı. 2023’te ise bu oranın yüzde 15’e çıkması hedefleniyor. Bu hedefe ulaşma yolunda atılan önemli adımlardan birisi ise dershanelerin dönüşümü oldu. Bu gelişmeyle birlikte hem okul ve öğrenci sayısının, hem pazardaki rekabetin ciddi biçimde değişmesi bekleniyor.
YENİ OYUNCULAR GELECEK
Özel okul sektöründe yaşanan dershane dönüşümleri devam edecektir. Bu yüzden bizi önemli bir yıl bekliyor. Rekabetin giderek artacağı bir sektör haline geleceğiz. Çok fazla oyuncu pazara merhaba diyecek. Ancak bir o kadarda gerçekten kaliteli hizmet veren kurumların uzun yıllar ayakta kalacağı diğerlerinin ise sektörden arınacağı bir yıl olacaktır.
SEKTÖRDEKİ BÜYÜME KATLANACAK
Özel okullar sektörü büyümesini sürdürecektir. Dinamik ve hızlı büyüyen pazarlar arasında yerini sabit hale getirecektir. Bizim tahminlerimiz olumlu yönde. Net bir oran veremesek bile geçen yıldan daha fazla bir büyüme beklediğimizi söyleyebiliriz.
100 BİN ÖĞRENCİ SINIRINI AŞACAĞIZ
Doğa Okulları olarak bu yılı da hedeflerimize ulaşarak kapatıyoruz. Bu yıl sonu itibariyle 104 kampüs ve 70 bin öğrenciye ulaşmanın gururunu yaşıyoruz. En kısa sürede 150 kampüse ulaşırız, 100 bin öğrenci sınırını aşarız. Şu anda Türkiye dışında Kıbrıs'ta varız. Onun dışında dünyanın birçok kentine açılmayı planlıyoruz. Cidde, Dubai, Azerbaycan bu hedeflerin içinde. Yurtdışından tabii ki çok teklifler alıyoruz ama burada söz sahibi olan markanın aslında kendisi. Bense markanın efendisi değil kölesiyim. Doğa Koleji ben uzaya gideceğim derse ben onu uzaya götürürüm.
Son Güncelleme: Çarşamba, 17 Şubat 2016 16:44
Gösterim: 2111
3 yıl gibi çok kısa bir süre içerisinde 11 kampüse, 5 binleri aşan öğrenci portföyüne ulaştıklarını belirten ERA Kolejleri CEO’su Sezai Eyüpoğlu, teknoloji ve inovasyon temelinde inşa ettikleri ERA ile eğitimde yeni bir çağı, yepyeni bir devri markalaştırdıklarını söylüyor.
Dersanecilikten özel okulculuğa geçişte dönüşüm süreci ile başlayan yeni dönemin altın bir fırsat sunduğunu vurgulayan Eyüpoğlu, “Dünyada 21. yüzyılın lokomotif sektörü eğitimdir. Eğitim ve kalitesi ile ilgili problemler çözülmeden, gelişmiş ülkeler arasında olamazsınız. Türkiye’nin kalkınmasının lokomotifi de eğitim olmalıdır” diye konuşuyor.
Sayın Eyüpoğlu, öncelikle eğitim yaşamınızdan başlayalım. Türkiye’nin geleceğine yön veren bir sektörde yer alıyorsunuz, bize kendi eğitim serüveninizden bahseder misiniz?
Gönül isterdi ki Standford’lar, Harward’lar sıralayabilsin insan. Ancak tıpkı ülkemiz hikayeleri gibi, benim eğitim hikayem de oldukça mütevazı ve Türkçedir. Kastamonu Devrekani’de bir köy ilkokulunda başlayan eğitim hayatımı, birçok farklı lise deneyimini takiben, kararlılık ve sevgiyle tercih ettiğim tarih bölümünde, Niğde Üniversitesi’nde tamamladım. Bugünlerin en popüler şarkılarında rastladığımız “Ne yaparsan yap aşk ile yap” dizelerinin lise yıllarıma tercüme edilmiş haliyle, tarih öğretmenimin “Ne olursan ol, ama en iyisi ol” öğüdü takılmış olmalı ki kulaklarıma; kararlılık ve sevgi, eğitim hayatımın düsturu, eğitim ve eğitimcilik kimliğimin ayrılmaz bir parçası oldu. Bugün halen bir yandan Nişantaşı Üniversitesi Psikoloji bölümünde bir öğrenci, yönetiminden sorumlu olduğum eğitim kurumunda ise işletme vizyonuyla yol alan bir eğitimciyim.
Benim eğitim hayatım da birçoğumuzunki gibi yönlendirmelerle şekillenirken kendi yönünü buldu, beni de önüne kattı ve halen koşturuyor alnımda yazılı olana doğru... Nenem “Doktor ol evladım” dedi, “Olur” dedim kan tuttu; Babam “Mesleğimi sürdür evladım” dedi, “Olur” dedim, torna tesviye okudum lisede; içimden bir ses kendi kendime “Tarih seviyorsun evladım, tarihçi ol” dedi, üniversitede tarih okudum. Tüm bu farklı beklentilerin ortak paydası olan “Evlat” kelimesi öyle bir yüreğime işlemiş ki, ülkemizin geleceği olan evlatlarımıza eğitimci olarak hizmet vermek nasip oldu.
Bugün eğitim sektörünün en hızlı büyüme ivmesine sahip eğitim zincirlerinden birinin CEO’su konumundasınız. Bize kariyerinizin nasıl şekillendiğini anlatır mısınız?
Profesyonel meslek hayatım tesadüfi bir şekilde, özel bir öğrenci yurdunda idareci olarak başladı. Gencecik bir öğretmen adayı iken, kendimden yaşça büyük birçok insanı idare etmekle yükümlü olduğum ve saçlarıma ak düşüren ağır bir sorumlulukla karşı karşıya kaldım. Öğrencilik hayatımla eş zamanlı olarak sürdürdüğüm bu iki yıllık deneyim, bugünkü yönetsel becerilerimin birçoğunun temellerini hazırlamıştır. İlk idarecilik deneyimim üniversite ile birlikte sona erdi. Artık bir öğretmen adayıydım.
KARİYERİMİN İLK BAŞARISI 3 PERDELİK OYUN OLDU
Ben her ne kadar kendimi daha iyi ifade edebileceğim ve öğrencilerimle bireysel temas imkanını bulacağımı umduğum özel bir kolejde eğitmenliğe başlamak istesem de, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir devlet lisesinde mesleğime başlayabildim. Bin bir ideali gencecik yüreğine sığdıran çiçeği burnunda bir öğretmen olarak, çok kısa bir süre içerisinde Türkiye’nin eğitim gerçeğiyle yüzleştim. Ben koşmak isterken nefesini tüketme diyen deneyimli öğretmenlerin ve her yenilik girişimine karşın engeller yaratan geleneksel yapılanmanın hızımı kestiğini fark eden okul müdürüm, beni motive etmek adına “18 Mart Çanakkale Şehitleri Anma Projesini” organize etmemi önerdi. Tüm coşkumu bu projeye yönlendirerek okul müsameresi tadında bir töreni, kendi kaleme aldığım “Emanet” adlı üç perdelik tiyatro oyununa dönüştürdüm. Kariyerimin ilk başarısı olarak gördüğüm bu organizasyon, eğitim verdiğim okul ile sınırlı kalmayıp, İstanbul genelinde birçok okulda sahnelendi. Devlet okullarındaki eğitim kariyerim doğal olarak çok kısa sürdü.
Bir öğretmen arkadaşımın tavsiyesi üzerine, ideallerimi hayata taşıyabileceğim özel sektörde dersane öğretmeni olarak çalışmaya başladım. Devlet okullarının aksine dersaneden beklentinin somut ve dolayısıyla sektörel rekabetin çok daha güçlü olduğu bu yeni çalışma ortamı, kişiliğime çok daha uygundu. Büyük bir iştah ve merak ile çalıştığım dersane zincirinin Avcılar Şubesi’ndeki 2 yıllık öğretmenlik deneyimini takiben, aynı grubun Gaziosmanpaşa Şubesi’ne yönetici olarak atandım. Eğitim ve idareciliği birlikte sürdürdüğüm 2 yıl sonunda aynı dersane grubunun Genel Müdürü oldum. Genel Müdürlüğüm süresince şube sayısı 40’ı aştı. Genel müdürlük ile birlikte yeni gündemimi portföy yönetimi, idare, planlama, analiz, başarı, finans, hukuk gibi kavramlar işgal ederken; bina, mobilya, sıra, masa, kitap, defter, servis v.b. gibi sayısız detay hakkında sürekli bilgilenir ve kararlar alır hale geldim. Binlerce karar ve deneyim çok doğal bir akıbet içerisinde binlerce merhabaya dönüştü. Binlerce merhabayı her bir güne sığdırmak zorunda kaldığınızı hissettiğiniz an anlıyorsunuz ki, artık gerçek bir yöneticisiniz ve yöneticilik yeniden başlıyor. Sanırım kariyeriniz, kendinizi de yönetmeye başladığınızda şekilleniyor...
DÖNÜŞÜM SÜRECİ ALTIN FIRSAT SUNDU
Yıllarınızı verdiğiniz dersanecilik sürecinin sonunda ERA Kolejleri markasının ortaya çıkması ve kurumsallaşma sürecini bizlerle paylaşır mısınız?
Türk eğitim sisteminin kendine has çizgisinin bir sonucu olan ve sadece akademik başarıya odaklı rekabet, çok doğal olarak dersaneleri örgün eğitimin vazgeçilmez bir dinamiği haline getirmiştir. Yıllar boyunca sınav sistemine öğrenci hazırlamak, çok değişkenli eğitim karneleriyle değil; somutluğu tartışılmaz sınav başarılarıyla değerlendirilmek, ister istemez sektöre yön veren dersanecilerin “öğrenci-veli-başarı” üçgeninde doktora tezi vermelerine yol açmıştır. Hükümet politikalarıyla başlayan dönüşüm süreci, tüm mesleki deneyimlerimizi örgün eğitime aktarabilme altın fırsatını gün gibi ortaya çıkarttı.
Genel yöneticiliğini yaptığım dersane grubunun bağlı bulunduğu eğitim holdinginin yeni bir kolej yatırımı yapma kararıyla birlikte, yepyeni bir süreç başladı. 600 küsur yıl önce Mevlana’nın ön gördüğü gibi, “Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” dedik ve 2013 itibariyle yeniliklere yelken açtık.
Sistem birden dönüşse de, kafaların ve beklentilerin aynı hızla dönüşmesinin zaman alacağından emin olduğunuz bir düzene fark katabilmek, yeni misyonumuz oldu. İşte tam bu noktada inovasyon, yani yenilikçilik kavramı ufkumuzu açtı. Çağın değeri olan inovasyon kavramları, eğitim sistemimizin de temel ihtiyacı olan değişimi sistemde değil, sistemi daim kılan metotların revizesinde sorgulatıyordu.
Bu analiz sürecinde; eğitim uzmanları, psikologlar, pedagoglar ve sosyologlardan oluşan ekibimle birlikte “akademik başarı”yı tekrar masaya yatırarak çalışmaya başladık. Biz Türkler sınava yarışçı gibi hazırlarken birçok batılı ve hatta Uzakdoğulu ülkenin dört dörtlük insan yetiştirme konusunda kat ettiği mesafelerin oluşturduğu deneyim havuzu, bize kendi içimizde başarı kavramını yeniden sorgulattı. Bu sorgulama süreci içerisinde akademik başarıyı bileşenlerine bölmeye ve bizleri her bir bileşeni yeniden temel hedefler olarak tanımlamaya yöneltti. Tüm ekibimizle birlikte; fiziksel gelişim, zihinsel gelişim, sosyal gelişim, psikolojik gelişim ve nihayetinde akademik gelişim başlıklarının her birini özel olarak hedefleyen bir eğitim modeli üzerinde, yani bugünlerde “5G” olarak tarif ettiğimiz 5’li gelişim sisteminde karar kıldık.
Kendinize ait bir modeliniz var ise tabiatıyla işler kolaylaşıyor. Her bir gelişim kaleminin ihtiyaçlarını tespit edip, brieflerimizi profesyonel kurumlara açtık. Önce profesyonel bir kurumsal iletişim ajansıyla değerlerimizi ve markamızın temellerini hazırlayıp, takiben eğitim atmosferimizin inşası için mimari profesyonelleri, çözüm ortaklarımız arasına yerleştirdik. Artık un vardı, yağ vardı, şeker vardı... Ve helva kaçınılmaz oldu! 3 yıl gibi çok kısa bir süre içerisinde bugün 11 kampüse, 5000’leri aşan öğrenci portföyüne ve en önemlisi ivmesini kazanmış bir büyüme potansiyeline sahip olduk. Bir yandan büyürken bir yandan da deneyimlerimizi kurumsallaştırmayı çok iyi başardık.
Sonuç olarak eğitim vizyonumuzun tanımı olan ERA’yı yani yeni bir çağı, yepyeni bir devri markalaştırdık.
YENİ KAMPÜSLERLE TÜRKİYE’YE AÇILIYORUZ
ERA Kolejleri olarak önümüzdeki dönemde hedefleriniz ve yatırımlarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?
Tıpkı ekonomideki özelleşmenin temel dinamikleri gibi; yapıyoruz, işletiyoruz ve yaşatıyoruz. Türkiye’de maalesef birçok işletme hasbelkader yapmayı ve işletmeyi el yordamıyla öğreniyor, sektörün yönlendirmeleriyle de gerçekleştiriyor. İş yaşatmaya gelince, işler ciddileşiyor. Çünkü sürdürülebilir ve denetlenebilir sistemler kurmayı ve yaygınlaştırmayı başarabildiğinizde, artık yaşayan bir eser bırakabiliyorsunuz. Yeni iş ortakları ile çalışmak, tam anlamıyla “kurmak ve işletmek” konusundaki tüm deneyimlerinizi yeniden masaya yatırarak kendi standartlarınızı herkesin anlayabileceği ve yürütebileceği bir kılavuza çevirmek anlamına geliyor ki, bu da kitabı yeniden yazmak ile eş anlamlı.
Bir yandan ERA Kolejleri’nin yeni kampüsleriyle ilgili gelişim planını tamamlıyor, diğer bir yandan ise yeni kampüslerimiz için planladığımız inovasyonların hali hazır kampüslerimize adaptasyonu ile uğraşıyoruz. Henüz çok genç bir marka olmamıza ve franchise ortaklıkları konusunda hiçbir girişimimiz olmamasına rağmen markamızı inceleyen ve bir parçası olmak isteyen yeni girişimcilerin yoğun talepleri karşısında kurumsal değerlerimizi standartlar ile tanımlayıp, Türkiye’nin her bölgesinde yeni iş ortakları için uygulanabilir bir sisteme çevirme gayreti içerisindeyiz.
Hayatta ne başarırsanız başarın, eğer ki eseriniz sadece sizin varlığınız sayesinde yaşayabiliyorsa; benim vizyonum içerisinde, ne başarınız başarı ne de eseriniz eser sayılır. Ne zaman ki yeni bir yönetim ya da yeni bir girişim talebi oluşur, o zaman siz de kendinize kuşbakışı bakmak durumunda kalırsınız.
İşte bugünümü ve gündemimi, evrensel deyimiyle “self kontrol” yani kendi doğrularımızın analizi süreci işgal ediyor. Böylelikle yeniden doğabiliyor, her zaman yeni şeyler söyleyebilme gayretini daim kılabiliyorsunuz.
REKABET VELİ VE ÖĞRENCİYE KAZANDIRACAK
Dönüşüm süreci ile birlikte özel okul sektöründeki büyüme kısa sürede ikiye katlandı ve ciddi bir rekabet ortamı oluştu. Bu rekabetin sektöre etkileri neler olacak? Veliler bu ortamda sağlıklı bir tercih yapabilmek için nelere dikkat etmeliler?
Türkiye’de eğitim son birkaç yıldır bir sektör olarak algılanıyor. Ancak tüm dünyada 21. yüzyılın lokomotif sektörü eğitimdir. Eğitim ve kalitesi ile ilgili problemler çözülmeden, gelişmiş ülkeler arasında olamazsınız. Türkiye’nin kalkınmasının lokomotifi eğitim olmalıdır. Dünya standartlarında özel okulların eğitim sektörü içindeki pazar payı %20’lerde iken Türkiye’de bu oran henüz tek haneli rakamlarda dolaşıyor. Eğitim hizmetlerinin yükü büyük oranda devletin üzerinde. Son yıllarda devlet bütçesinden eğitime ayrılan payda artış olsa da bu oran hala çok düşük seviyelerde. Dönüşüm süreci ile birlikte, sektöre yeni oyuncular katılmıştır. Önemli olan bu yeni oyuncuların, eğitim sektöründe yatırım yapmanın sorumluluğu ile hareket etmeleridir. Tüm sektörler için geçerli olduğu gibi bizim sektörümüzde de rekabet veli ve öğrencilerimize kazandıracaktır. Bunun sektördeki oyunculara ise dinamizm ve üretkenlik katacağı görüşündeyim. Zaten dünya da hızla değişmiyor mu? O hıza ve yeniliğe ayak uydurabilenler, uyum sağlayabilenler hayatta kalıyor. Buradaki temeller, “iyi okumak, iyi analiz etmek ve stratejik planlama” üzerine kurulmalı. Çünkü insanımız artık çocuklarının geleceği için çok daha bilinçli ve eğitime harcadıkları bütçe her geçen gün artıyor. Daha çocuklar bir yaşına gelmeden eğitimleri için yatırım yapmaya başlıyorlar. Gelişimlerine uygun her türlü aktivitenin içinde olmak istiyorlar. Okul seçimi yaparken de çocuklarını tanıyarak ve neye ihtiyaçları olduğunu iyi bilerek konuyu araştırıyorlar. Burada da temel kavramın, gelişim ve bireye odaklılık olduğunu düşünüyorum. Velilerin eğitim kurumunun değişen dünyayı yakalamakta ne kadar aktif olduğunu ve günümüzün kavramları olan “teknoloji ve inovasyon” çerçevesinde neler vadettiklerini iyi değerlendirmeleri gerektiğini düşünüyorum.
ADRENALİNİ SEVİYORUM
İş yaşamı dışında neler yaparsınız? Hobileriniz, ilgi alanlarınız nelerdir? Bunlara nasıl vakit ayırıyorsunuz?
Gençliğim boyunca uğraştığım tekvando sporu, birçok gençlik hayali gibi lise yıllarımla sona erdi. Sanılanın aksine bir dövüş sporundan ziyade derinlemesine incelendiğinde bir savunma sanatı olan tekvando deneyimi, kişisel gelişim sürecime disiplin kavramını yerleştirdi. Halen aynı ivmeyle sürdürdüğüm hayatımda ilgi duyduğum tüm hobilerimi genel bir disiplin içerisinde sürdürmeye çaba harcıyorum.
Bunca rekabetin, sayısız merhabanın arasında bana kalan zamanlarda ruhumu, onu dinlendirirken ufkumu geliştiren şiirlerle ayakta tuttuğumu söyleyebilirim. Bir yandan her fırsatta okuyor, bir yandan da amatörce kaleme sarılıyorum. İletişim çağının bilgi kalabalığı içerisinde en zor şeyin cümleleri kısaltabilmek ve anlaşılır kılabilmek olduğunu düşünüyorum. İşte bu arayış içerisinde, şiirler en güzel rehberiniz oluyor.
Yoğun tempom içerisinde spor uzaklarda kalsa da, bulduğum her fırsatta dalmaya gidiyorum. Geçen yıllarda dalmayı denizlerden gökyüzüne taşımayı deneyimleyip, yamaç paraşütünü de hayatıma katmaya başladım. Sanırım adrenalini seviyorum.
Herhalde tekvando geçmişimi bilen birçok mesai arkadaşımın nükteleriyle “Kızdırmayın Sezai Bey’i, dalar” şeklindeki şakalarını gerçek bir dalışa çevirmeyi başarabildim.
Özel vakitlerimi; ailemle paylaşmaya, çocuklarımla daha çok vakit geçirebilmeye ve bu zamanları artırabilmenin arayışlarıyla değerlendiriyorum. Tıpkı iş hayatımda olduğu gibi, ardımda eserler bırakabilmeye çalışıyorum.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Özel Okullar
3 yıl gibi çok kısa bir süre içerisinde 11 kampüse, 5 binleri aşan öğrenci portföyüne ulaştıklarını belirten ERA Kolejleri CEO’su Sezai Eyüpoğlu, teknoloji ve inovasyon temelinde inşa ettikleri ERA ile eğitimde yeni bir çağı, yepyeni bir devri markalaştırdıklarını söylüyor.
Dersanecilikten özel okulculuğa geçişte dönüşüm süreci ile başlayan yeni dönemin altın bir fırsat sunduğunu vurgulayan Eyüpoğlu, “Dünyada 21. yüzyılın lokomotif sektörü eğitimdir. Eğitim ve kalitesi ile ilgili problemler çözülmeden, gelişmiş ülkeler arasında olamazsınız. Türkiye’nin kalkınmasının lokomotifi de eğitim olmalıdır” diye konuşuyor.
Sayın Eyüpoğlu, öncelikle eğitim yaşamınızdan başlayalım. Türkiye’nin geleceğine yön veren bir sektörde yer alıyorsunuz, bize kendi eğitim serüveninizden bahseder misiniz?
Gönül isterdi ki Standford’lar, Harward’lar sıralayabilsin insan. Ancak tıpkı ülkemiz hikayeleri gibi, benim eğitim hikayem de oldukça mütevazı ve Türkçedir. Kastamonu Devrekani’de bir köy ilkokulunda başlayan eğitim hayatımı, birçok farklı lise deneyimini takiben, kararlılık ve sevgiyle tercih ettiğim tarih bölümünde, Niğde Üniversitesi’nde tamamladım. Bugünlerin en popüler şarkılarında rastladığımız “Ne yaparsan yap aşk ile yap” dizelerinin lise yıllarıma tercüme edilmiş haliyle, tarih öğretmenimin “Ne olursan ol, ama en iyisi ol” öğüdü takılmış olmalı ki kulaklarıma; kararlılık ve sevgi, eğitim hayatımın düsturu, eğitim ve eğitimcilik kimliğimin ayrılmaz bir parçası oldu. Bugün halen bir yandan Nişantaşı Üniversitesi Psikoloji bölümünde bir öğrenci, yönetiminden sorumlu olduğum eğitim kurumunda ise işletme vizyonuyla yol alan bir eğitimciyim.
Benim eğitim hayatım da birçoğumuzunki gibi yönlendirmelerle şekillenirken kendi yönünü buldu, beni de önüne kattı ve halen koşturuyor alnımda yazılı olana doğru... Nenem “Doktor ol evladım” dedi, “Olur” dedim kan tuttu; Babam “Mesleğimi sürdür evladım” dedi, “Olur” dedim, torna tesviye okudum lisede; içimden bir ses kendi kendime “Tarih seviyorsun evladım, tarihçi ol” dedi, üniversitede tarih okudum. Tüm bu farklı beklentilerin ortak paydası olan “Evlat” kelimesi öyle bir yüreğime işlemiş ki, ülkemizin geleceği olan evlatlarımıza eğitimci olarak hizmet vermek nasip oldu.
Bugün eğitim sektörünün en hızlı büyüme ivmesine sahip eğitim zincirlerinden birinin CEO’su konumundasınız. Bize kariyerinizin nasıl şekillendiğini anlatır mısınız?
Profesyonel meslek hayatım tesadüfi bir şekilde, özel bir öğrenci yurdunda idareci olarak başladı. Gencecik bir öğretmen adayı iken, kendimden yaşça büyük birçok insanı idare etmekle yükümlü olduğum ve saçlarıma ak düşüren ağır bir sorumlulukla karşı karşıya kaldım. Öğrencilik hayatımla eş zamanlı olarak sürdürdüğüm bu iki yıllık deneyim, bugünkü yönetsel becerilerimin birçoğunun temellerini hazırlamıştır. İlk idarecilik deneyimim üniversite ile birlikte sona erdi. Artık bir öğretmen adayıydım.
KARİYERİMİN İLK BAŞARISI 3 PERDELİK OYUN OLDU
Ben her ne kadar kendimi daha iyi ifade edebileceğim ve öğrencilerimle bireysel temas imkanını bulacağımı umduğum özel bir kolejde eğitmenliğe başlamak istesem de, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir devlet lisesinde mesleğime başlayabildim. Bin bir ideali gencecik yüreğine sığdıran çiçeği burnunda bir öğretmen olarak, çok kısa bir süre içerisinde Türkiye’nin eğitim gerçeğiyle yüzleştim. Ben koşmak isterken nefesini tüketme diyen deneyimli öğretmenlerin ve her yenilik girişimine karşın engeller yaratan geleneksel yapılanmanın hızımı kestiğini fark eden okul müdürüm, beni motive etmek adına “18 Mart Çanakkale Şehitleri Anma Projesini” organize etmemi önerdi. Tüm coşkumu bu projeye yönlendirerek okul müsameresi tadında bir töreni, kendi kaleme aldığım “Emanet” adlı üç perdelik tiyatro oyununa dönüştürdüm. Kariyerimin ilk başarısı olarak gördüğüm bu organizasyon, eğitim verdiğim okul ile sınırlı kalmayıp, İstanbul genelinde birçok okulda sahnelendi. Devlet okullarındaki eğitim kariyerim doğal olarak çok kısa sürdü.
Bir öğretmen arkadaşımın tavsiyesi üzerine, ideallerimi hayata taşıyabileceğim özel sektörde dersane öğretmeni olarak çalışmaya başladım. Devlet okullarının aksine dersaneden beklentinin somut ve dolayısıyla sektörel rekabetin çok daha güçlü olduğu bu yeni çalışma ortamı, kişiliğime çok daha uygundu. Büyük bir iştah ve merak ile çalıştığım dersane zincirinin Avcılar Şubesi’ndeki 2 yıllık öğretmenlik deneyimini takiben, aynı grubun Gaziosmanpaşa Şubesi’ne yönetici olarak atandım. Eğitim ve idareciliği birlikte sürdürdüğüm 2 yıl sonunda aynı dersane grubunun Genel Müdürü oldum. Genel Müdürlüğüm süresince şube sayısı 40’ı aştı. Genel müdürlük ile birlikte yeni gündemimi portföy yönetimi, idare, planlama, analiz, başarı, finans, hukuk gibi kavramlar işgal ederken; bina, mobilya, sıra, masa, kitap, defter, servis v.b. gibi sayısız detay hakkında sürekli bilgilenir ve kararlar alır hale geldim. Binlerce karar ve deneyim çok doğal bir akıbet içerisinde binlerce merhabaya dönüştü. Binlerce merhabayı her bir güne sığdırmak zorunda kaldığınızı hissettiğiniz an anlıyorsunuz ki, artık gerçek bir yöneticisiniz ve yöneticilik yeniden başlıyor. Sanırım kariyeriniz, kendinizi de yönetmeye başladığınızda şekilleniyor...
DÖNÜŞÜM SÜRECİ ALTIN FIRSAT SUNDU
Yıllarınızı verdiğiniz dersanecilik sürecinin sonunda ERA Kolejleri markasının ortaya çıkması ve kurumsallaşma sürecini bizlerle paylaşır mısınız?
Türk eğitim sisteminin kendine has çizgisinin bir sonucu olan ve sadece akademik başarıya odaklı rekabet, çok doğal olarak dersaneleri örgün eğitimin vazgeçilmez bir dinamiği haline getirmiştir. Yıllar boyunca sınav sistemine öğrenci hazırlamak, çok değişkenli eğitim karneleriyle değil; somutluğu tartışılmaz sınav başarılarıyla değerlendirilmek, ister istemez sektöre yön veren dersanecilerin “öğrenci-veli-başarı” üçgeninde doktora tezi vermelerine yol açmıştır. Hükümet politikalarıyla başlayan dönüşüm süreci, tüm mesleki deneyimlerimizi örgün eğitime aktarabilme altın fırsatını gün gibi ortaya çıkarttı.
Genel yöneticiliğini yaptığım dersane grubunun bağlı bulunduğu eğitim holdinginin yeni bir kolej yatırımı yapma kararıyla birlikte, yepyeni bir süreç başladı. 600 küsur yıl önce Mevlana’nın ön gördüğü gibi, “Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” dedik ve 2013 itibariyle yeniliklere yelken açtık.
Sistem birden dönüşse de, kafaların ve beklentilerin aynı hızla dönüşmesinin zaman alacağından emin olduğunuz bir düzene fark katabilmek, yeni misyonumuz oldu. İşte tam bu noktada inovasyon, yani yenilikçilik kavramı ufkumuzu açtı. Çağın değeri olan inovasyon kavramları, eğitim sistemimizin de temel ihtiyacı olan değişimi sistemde değil, sistemi daim kılan metotların revizesinde sorgulatıyordu.
Bu analiz sürecinde; eğitim uzmanları, psikologlar, pedagoglar ve sosyologlardan oluşan ekibimle birlikte “akademik başarı”yı tekrar masaya yatırarak çalışmaya başladık. Biz Türkler sınava yarışçı gibi hazırlarken birçok batılı ve hatta Uzakdoğulu ülkenin dört dörtlük insan yetiştirme konusunda kat ettiği mesafelerin oluşturduğu deneyim havuzu, bize kendi içimizde başarı kavramını yeniden sorgulattı. Bu sorgulama süreci içerisinde akademik başarıyı bileşenlerine bölmeye ve bizleri her bir bileşeni yeniden temel hedefler olarak tanımlamaya yöneltti. Tüm ekibimizle birlikte; fiziksel gelişim, zihinsel gelişim, sosyal gelişim, psikolojik gelişim ve nihayetinde akademik gelişim başlıklarının her birini özel olarak hedefleyen bir eğitim modeli üzerinde, yani bugünlerde “5G” olarak tarif ettiğimiz 5’li gelişim sisteminde karar kıldık.
Kendinize ait bir modeliniz var ise tabiatıyla işler kolaylaşıyor. Her bir gelişim kaleminin ihtiyaçlarını tespit edip, brieflerimizi profesyonel kurumlara açtık. Önce profesyonel bir kurumsal iletişim ajansıyla değerlerimizi ve markamızın temellerini hazırlayıp, takiben eğitim atmosferimizin inşası için mimari profesyonelleri, çözüm ortaklarımız arasına yerleştirdik. Artık un vardı, yağ vardı, şeker vardı... Ve helva kaçınılmaz oldu! 3 yıl gibi çok kısa bir süre içerisinde bugün 11 kampüse, 5000’leri aşan öğrenci portföyüne ve en önemlisi ivmesini kazanmış bir büyüme potansiyeline sahip olduk. Bir yandan büyürken bir yandan da deneyimlerimizi kurumsallaştırmayı çok iyi başardık.
Sonuç olarak eğitim vizyonumuzun tanımı olan ERA’yı yani yeni bir çağı, yepyeni bir devri markalaştırdık.
YENİ KAMPÜSLERLE TÜRKİYE’YE AÇILIYORUZ
ERA Kolejleri olarak önümüzdeki dönemde hedefleriniz ve yatırımlarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?
Tıpkı ekonomideki özelleşmenin temel dinamikleri gibi; yapıyoruz, işletiyoruz ve yaşatıyoruz. Türkiye’de maalesef birçok işletme hasbelkader yapmayı ve işletmeyi el yordamıyla öğreniyor, sektörün yönlendirmeleriyle de gerçekleştiriyor. İş yaşatmaya gelince, işler ciddileşiyor. Çünkü sürdürülebilir ve denetlenebilir sistemler kurmayı ve yaygınlaştırmayı başarabildiğinizde, artık yaşayan bir eser bırakabiliyorsunuz. Yeni iş ortakları ile çalışmak, tam anlamıyla “kurmak ve işletmek” konusundaki tüm deneyimlerinizi yeniden masaya yatırarak kendi standartlarınızı herkesin anlayabileceği ve yürütebileceği bir kılavuza çevirmek anlamına geliyor ki, bu da kitabı yeniden yazmak ile eş anlamlı.
Bir yandan ERA Kolejleri’nin yeni kampüsleriyle ilgili gelişim planını tamamlıyor, diğer bir yandan ise yeni kampüslerimiz için planladığımız inovasyonların hali hazır kampüslerimize adaptasyonu ile uğraşıyoruz. Henüz çok genç bir marka olmamıza ve franchise ortaklıkları konusunda hiçbir girişimimiz olmamasına rağmen markamızı inceleyen ve bir parçası olmak isteyen yeni girişimcilerin yoğun talepleri karşısında kurumsal değerlerimizi standartlar ile tanımlayıp, Türkiye’nin her bölgesinde yeni iş ortakları için uygulanabilir bir sisteme çevirme gayreti içerisindeyiz.
Hayatta ne başarırsanız başarın, eğer ki eseriniz sadece sizin varlığınız sayesinde yaşayabiliyorsa; benim vizyonum içerisinde, ne başarınız başarı ne de eseriniz eser sayılır. Ne zaman ki yeni bir yönetim ya da yeni bir girişim talebi oluşur, o zaman siz de kendinize kuşbakışı bakmak durumunda kalırsınız.
İşte bugünümü ve gündemimi, evrensel deyimiyle “self kontrol” yani kendi doğrularımızın analizi süreci işgal ediyor. Böylelikle yeniden doğabiliyor, her zaman yeni şeyler söyleyebilme gayretini daim kılabiliyorsunuz.
REKABET VELİ VE ÖĞRENCİYE KAZANDIRACAK
Dönüşüm süreci ile birlikte özel okul sektöründeki büyüme kısa sürede ikiye katlandı ve ciddi bir rekabet ortamı oluştu. Bu rekabetin sektöre etkileri neler olacak? Veliler bu ortamda sağlıklı bir tercih yapabilmek için nelere dikkat etmeliler?
Türkiye’de eğitim son birkaç yıldır bir sektör olarak algılanıyor. Ancak tüm dünyada 21. yüzyılın lokomotif sektörü eğitimdir. Eğitim ve kalitesi ile ilgili problemler çözülmeden, gelişmiş ülkeler arasında olamazsınız. Türkiye’nin kalkınmasının lokomotifi eğitim olmalıdır. Dünya standartlarında özel okulların eğitim sektörü içindeki pazar payı %20’lerde iken Türkiye’de bu oran henüz tek haneli rakamlarda dolaşıyor. Eğitim hizmetlerinin yükü büyük oranda devletin üzerinde. Son yıllarda devlet bütçesinden eğitime ayrılan payda artış olsa da bu oran hala çok düşük seviyelerde. Dönüşüm süreci ile birlikte, sektöre yeni oyuncular katılmıştır. Önemli olan bu yeni oyuncuların, eğitim sektöründe yatırım yapmanın sorumluluğu ile hareket etmeleridir. Tüm sektörler için geçerli olduğu gibi bizim sektörümüzde de rekabet veli ve öğrencilerimize kazandıracaktır. Bunun sektördeki oyunculara ise dinamizm ve üretkenlik katacağı görüşündeyim. Zaten dünya da hızla değişmiyor mu? O hıza ve yeniliğe ayak uydurabilenler, uyum sağlayabilenler hayatta kalıyor. Buradaki temeller, “iyi okumak, iyi analiz etmek ve stratejik planlama” üzerine kurulmalı. Çünkü insanımız artık çocuklarının geleceği için çok daha bilinçli ve eğitime harcadıkları bütçe her geçen gün artıyor. Daha çocuklar bir yaşına gelmeden eğitimleri için yatırım yapmaya başlıyorlar. Gelişimlerine uygun her türlü aktivitenin içinde olmak istiyorlar. Okul seçimi yaparken de çocuklarını tanıyarak ve neye ihtiyaçları olduğunu iyi bilerek konuyu araştırıyorlar. Burada da temel kavramın, gelişim ve bireye odaklılık olduğunu düşünüyorum. Velilerin eğitim kurumunun değişen dünyayı yakalamakta ne kadar aktif olduğunu ve günümüzün kavramları olan “teknoloji ve inovasyon” çerçevesinde neler vadettiklerini iyi değerlendirmeleri gerektiğini düşünüyorum.
ADRENALİNİ SEVİYORUM
İş yaşamı dışında neler yaparsınız? Hobileriniz, ilgi alanlarınız nelerdir? Bunlara nasıl vakit ayırıyorsunuz?
Gençliğim boyunca uğraştığım tekvando sporu, birçok gençlik hayali gibi lise yıllarımla sona erdi. Sanılanın aksine bir dövüş sporundan ziyade derinlemesine incelendiğinde bir savunma sanatı olan tekvando deneyimi, kişisel gelişim sürecime disiplin kavramını yerleştirdi. Halen aynı ivmeyle sürdürdüğüm hayatımda ilgi duyduğum tüm hobilerimi genel bir disiplin içerisinde sürdürmeye çaba harcıyorum.
Bunca rekabetin, sayısız merhabanın arasında bana kalan zamanlarda ruhumu, onu dinlendirirken ufkumu geliştiren şiirlerle ayakta tuttuğumu söyleyebilirim. Bir yandan her fırsatta okuyor, bir yandan da amatörce kaleme sarılıyorum. İletişim çağının bilgi kalabalığı içerisinde en zor şeyin cümleleri kısaltabilmek ve anlaşılır kılabilmek olduğunu düşünüyorum. İşte bu arayış içerisinde, şiirler en güzel rehberiniz oluyor.
Yoğun tempom içerisinde spor uzaklarda kalsa da, bulduğum her fırsatta dalmaya gidiyorum. Geçen yıllarda dalmayı denizlerden gökyüzüne taşımayı deneyimleyip, yamaç paraşütünü de hayatıma katmaya başladım. Sanırım adrenalini seviyorum.
Herhalde tekvando geçmişimi bilen birçok mesai arkadaşımın nükteleriyle “Kızdırmayın Sezai Bey’i, dalar” şeklindeki şakalarını gerçek bir dalışa çevirmeyi başarabildim.
Özel vakitlerimi; ailemle paylaşmaya, çocuklarımla daha çok vakit geçirebilmeye ve bu zamanları artırabilmenin arayışlarıyla değerlendiriyorum. Tıpkı iş hayatımda olduğu gibi, ardımda eserler bırakabilmeye çalışıyorum.
Son Güncelleme: Çarşamba, 17 Şubat 2016 10:37
Gösterim: 8177

