Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Vatan Okulları Rehberlik Merkezi

egitim_oyun_x“Çocuğun hayatında oyunun asli bir önemi vardır: Çocuk, oynarken nasılsa, büyüdüğü zaman iş başında da öyle olacaktır. Bu sebeple bireyin eğitimi her şeyden önce oyun içinde sürdürülür.”
(Makarenko)
İnsanlığın bilgi birikiminin artması ile doğa, teknoloji ve insan yaşamı gibi konulara yönelik soruların cevaplarına bulunan çözümler de çeşitlenmektedir. İnsan yaşamına dair çeşitlenen bu çözümler karşısında eğitimde kullanılan program, yöntem ve tekniklerin de yeni teorilerin ışığında revize edilmesini gerektirmektedir.
Geleceğimizi şekillendirebilmek açısından eğitimimizin ezberci yapısından çıkartılarak toplumun yapılanmasına katkı sağlayacak, bireyin yaratıcılığını arttırarak edilgen konumdan çıkmasına olanak sağlayacak bir değişime ihtiyacı vardır. Bu bağlamda oyunun eğitimdeki yeri ayrıca önem kazanmaktadır. Eğitimin amaçlarına hizmet edebilecek şekilde dönüştürülebilen her türden oyun sınıf ortamında rahatlıkla kullanılabilir. Çocuklar için oyun ve öğrenme birbirlerine paralel giden şeylerdir.
6-11 yaş arası öğrenciler somut düşünme dönemindedirler. Bu nedenle duyu organlarını kullanacakları bir öğrenme ortamı sağlanmalıdır. Özellikle ilköğretim çağındaki öğrencilerde dikkati uzun süre korumak oldukça zordur. Bu durum algılama ve öğrenmeyi içeren bilişsel süreçlerin gelişimi açısından kısıtlayıcı olabilmektedir. Eğitimde oyunun kullanılmasının faydalarından biri dikkati uzun süre yoğunlaştırabilmedir. Oyun ile pasif durumdan aktif duruma daha kolay geçebilen öğrencilerde öğrenme; bilginin beyinlere yüklenmesinden ziyade bilginin hayatta nasıl kullanılması gerektiğinin öğretildiği bir süreç haline gelir.
Oyunun eğitimde kullanılmasının temel amacı; öğrencinin eğlenerek motivasyonlarını ve katılımlarını arttırmak, kelime dağarcığını zenginleştirerek sözel ifade etme becerisini geliştirme, bireysel düşünme ve yaratıcılık kazandırarak günlük yaşam olaylarında daha zengin deneyimler oluşturmalarında yardımcı olmaktır.
vatan_okullari_binaOyunun Eğitimdeki Avantajları
Önemi çok eskiden beri bilinmesine rağmen, oyunun eğitimde bilinçli olarak kullanılması yenidir. Oyun çocuğun doğal öğrenme ortamıdır. Oyun içinde çocuğun duyuları keskinleşir, becerileri artar. Oyun; çocuğun öğrendiklerini pekiştirdiği, kısıtlanmadan yaratıcılığını geliştirdiği ve yaşamına geçirmeden önce pratik yaptığı güvenli bir yeridir.
Ezberleme yoluyla kazandığımız bilgiler bellekte uzun süre kalmazlar ancak bireyi aktif hale getirerek bilgiyi anlamlı şekilde sınıflandırmasını sağlayan oyun ile edinilen yeni bilgiler bellekte uzun süre kalırlar. Oyun ve etkinliklerle öğretim öğrencinin kendi bilişsel süreçlerini işleterek, öğrenme sürecine istekli katılımını sağlaması ve somut bir yaşantıya geçirmesini sağlar. Oyundaki eğlence ve yarışma duygusundan yararlanarak öğrencilerin fiziksel ve zihinsel yeteneklerinin geliştirilmesi sağlanmış olur. Oyunla eğitim sonucunda çocuğun kazanma ve kaybetme anındaki hareketlerini görmeleri ve değerlendirmeleri sağlanarak davranışları olumlu yönde etkilenmesi sağlanır.
Derste kullanılan farklı oyun çeşitleriyle bilgiler, beceriler ve alışkanlıklar çocuğun sadece duyarak ya da görerek edindiği bilgilere göre daha kalıcı hale getirilmiş olur.
Oyun çocuğun yaratıcılığını kullandığı kendine ait ortamıdır. Çocuk için resim renklerle, müzik seslerle, dans hareketlerle oynanan bir oyun gibi düşünülebilir. Bunlar gibi Matematik rakamların, Türkçe de kelimelerin oyunudur.
Eğitim bağlamında oyunun birçok işlevi olabilir:
• Kendini tanımayı öğrenme
• Diğer insanların yaşam rolleri hakkında öğrencileri duyarlı hale getirme
• Öğretilen konuya yönelik motivasyon geliştirme
• Öğrenme performansını arttırma
• Analitik süreçler geliştirme
• Problem çözme becerisini geliştirme
Eğitimde kullanılan çeşitli oyunlar vardır. Bunlar çocuğun pedagojik gelişimi açısından uygunluğuna ve öğretiminin amaçlandığı bilgiye göre çeşitlilik göstermektedir. Kullanılan oyun malzemesi ve çocuğun tek başına kurduğu oyunlar, başka çocukları izleyerek öğrendiği oyunlar, işbirliğine dayanan oyunlar, taklit oyunları, kurallı oyunlar gibi...
Teknolojinin gelişimi ile değişen oyun kültürüne bilgisayar oyunları da eklenmiştir. Bilgisayarlar ve internet teknolojilerin yaşamımızda artan önemine bağlı olarak eğitim ve öğretim alanında da kullanımları artmaktadır. Son zamanlarda matematik, yabancı dil öğrenimi gibi alanlarda oyun paketleri eğitim alanına dahil edilmektedir.
Oyun aracılığıyla amaçlanan öğrenmenin gerçekleşebilmesi için gerekli koşullar sağlanmalıdır. Bütün öğrencilerin ilgisini çeken, sınıf ortamının yapılacak etkinlik için uygun hale getirilmiş olması, sınıftaki her çocuğun oynanacak oyuna yönelik gelişim özellikleri, fiziksel ve bilişsel yetenekleri yeterlilik göstermelidir. Kullanılan materyaller çocuğun yararlanabileceği şekilde düzenlenmiş olup oyunlar çocuğun katkı sağlayabileceği böylelikle psikolojik doyuma ulaşabileceği bir şekilde sunulmalıdır.
Oyun sürecinin eğitime dahil edilmesi aşamasında tercih edilecek oyunun seçimi; kazandırılması amaçlanan beceri ve davranışlara göre değişiklik gösterecektir. Bu bağlamda oyunun gerektirdiği ön hazırlıklar, grup mu yoksa bireysel mi uygulanacak, gereken süre ve araç gereçlerin belirlenmesi, oyunun anlatılması ve değerlendirilmesi gibi aşamalar da önem kazanmaktadır.
Oyunla öğretim sürecinde bilginin aktarımına yönelik amacımıza ulaşabilmek için öğrencinin yeteneklerinin, eğilimlerinin, desteklenmesi gereken yanlarının ve kişiliğinin gözlenmesi gerekmektedir. Sınavların öğrencinin ancak bilişsel kapasitesini belirlemekte olması nedeniyle öğrencinin birçok açıdan izlenmesi ve değerlendirilmesi konunun öğretimi sırasında sürecin nasıl gittiğinin daha sağlıklı göstergesi olacaktır. Oyunların kendilerine has puanlama sistemi ile öğrencinin bilgi edinme kapasitesine yönelik daha ayrıntılı bilgi elde edilmiş olacaktır.
Çağdaş yaşamımızda çözüm beklenen ihtiyaçlardan birisi de artan entelektüel kapasitesi ile birlikte bilgi edinme ve bilgiyi kullanmaya yönelik değişimin gerekliliğidir. Ezberci ve belirli çerçevede sunulan eğitimin verimsiz, kısır döngüsünün kırılma ihtiyacına yönelik en verimli öğrenmenin ‘oyunla öğrenme’ olduğu ilkesi ortaya çıkmaktadır.
Oynayarak öğrenme ilkesi çerçevesinde verilecek olan eğitim programlarının önemi çocuklarımızın eğitim yaşantılarının hemen her döneminde önemli yer tutacak, yaşama dair sorumluluk almalarını kolaylaştırarak, öğrenmenin değerini daha iyi anlamalarını ve en önemlisi de sevmelerini sağlayacaktır.

> Oyun ve öğrenme birbirlerine paralel ilerler

Vatan Okulları Rehberlik Merkezi

egitim_oyun_x“Çocuğun hayatında oyunun asli bir önemi vardır: Çocuk, oynarken nasılsa, büyüdüğü zaman iş başında da öyle olacaktır. Bu sebeple bireyin eğitimi her şeyden önce oyun içinde sürdürülür.”
(Makarenko)
İnsanlığın bilgi birikiminin artması ile doğa, teknoloji ve insan yaşamı gibi konulara yönelik soruların cevaplarına bulunan çözümler de çeşitlenmektedir. İnsan yaşamına dair çeşitlenen bu çözümler karşısında eğitimde kullanılan program, yöntem ve tekniklerin de yeni teorilerin ışığında revize edilmesini gerektirmektedir.
Geleceğimizi şekillendirebilmek açısından eğitimimizin ezberci yapısından çıkartılarak toplumun yapılanmasına katkı sağlayacak, bireyin yaratıcılığını arttırarak edilgen konumdan çıkmasına olanak sağlayacak bir değişime ihtiyacı vardır. Bu bağlamda oyunun eğitimdeki yeri ayrıca önem kazanmaktadır. Eğitimin amaçlarına hizmet edebilecek şekilde dönüştürülebilen her türden oyun sınıf ortamında rahatlıkla kullanılabilir. Çocuklar için oyun ve öğrenme birbirlerine paralel giden şeylerdir.
6-11 yaş arası öğrenciler somut düşünme dönemindedirler. Bu nedenle duyu organlarını kullanacakları bir öğrenme ortamı sağlanmalıdır. Özellikle ilköğretim çağındaki öğrencilerde dikkati uzun süre korumak oldukça zordur. Bu durum algılama ve öğrenmeyi içeren bilişsel süreçlerin gelişimi açısından kısıtlayıcı olabilmektedir. Eğitimde oyunun kullanılmasının faydalarından biri dikkati uzun süre yoğunlaştırabilmedir. Oyun ile pasif durumdan aktif duruma daha kolay geçebilen öğrencilerde öğrenme; bilginin beyinlere yüklenmesinden ziyade bilginin hayatta nasıl kullanılması gerektiğinin öğretildiği bir süreç haline gelir.
Oyunun eğitimde kullanılmasının temel amacı; öğrencinin eğlenerek motivasyonlarını ve katılımlarını arttırmak, kelime dağarcığını zenginleştirerek sözel ifade etme becerisini geliştirme, bireysel düşünme ve yaratıcılık kazandırarak günlük yaşam olaylarında daha zengin deneyimler oluşturmalarında yardımcı olmaktır.
vatan_okullari_binaOyunun Eğitimdeki Avantajları
Önemi çok eskiden beri bilinmesine rağmen, oyunun eğitimde bilinçli olarak kullanılması yenidir. Oyun çocuğun doğal öğrenme ortamıdır. Oyun içinde çocuğun duyuları keskinleşir, becerileri artar. Oyun; çocuğun öğrendiklerini pekiştirdiği, kısıtlanmadan yaratıcılığını geliştirdiği ve yaşamına geçirmeden önce pratik yaptığı güvenli bir yeridir.
Ezberleme yoluyla kazandığımız bilgiler bellekte uzun süre kalmazlar ancak bireyi aktif hale getirerek bilgiyi anlamlı şekilde sınıflandırmasını sağlayan oyun ile edinilen yeni bilgiler bellekte uzun süre kalırlar. Oyun ve etkinliklerle öğretim öğrencinin kendi bilişsel süreçlerini işleterek, öğrenme sürecine istekli katılımını sağlaması ve somut bir yaşantıya geçirmesini sağlar. Oyundaki eğlence ve yarışma duygusundan yararlanarak öğrencilerin fiziksel ve zihinsel yeteneklerinin geliştirilmesi sağlanmış olur. Oyunla eğitim sonucunda çocuğun kazanma ve kaybetme anındaki hareketlerini görmeleri ve değerlendirmeleri sağlanarak davranışları olumlu yönde etkilenmesi sağlanır.
Derste kullanılan farklı oyun çeşitleriyle bilgiler, beceriler ve alışkanlıklar çocuğun sadece duyarak ya da görerek edindiği bilgilere göre daha kalıcı hale getirilmiş olur.
Oyun çocuğun yaratıcılığını kullandığı kendine ait ortamıdır. Çocuk için resim renklerle, müzik seslerle, dans hareketlerle oynanan bir oyun gibi düşünülebilir. Bunlar gibi Matematik rakamların, Türkçe de kelimelerin oyunudur.
Eğitim bağlamında oyunun birçok işlevi olabilir:
• Kendini tanımayı öğrenme
• Diğer insanların yaşam rolleri hakkında öğrencileri duyarlı hale getirme
• Öğretilen konuya yönelik motivasyon geliştirme
• Öğrenme performansını arttırma
• Analitik süreçler geliştirme
• Problem çözme becerisini geliştirme
Eğitimde kullanılan çeşitli oyunlar vardır. Bunlar çocuğun pedagojik gelişimi açısından uygunluğuna ve öğretiminin amaçlandığı bilgiye göre çeşitlilik göstermektedir. Kullanılan oyun malzemesi ve çocuğun tek başına kurduğu oyunlar, başka çocukları izleyerek öğrendiği oyunlar, işbirliğine dayanan oyunlar, taklit oyunları, kurallı oyunlar gibi...
Teknolojinin gelişimi ile değişen oyun kültürüne bilgisayar oyunları da eklenmiştir. Bilgisayarlar ve internet teknolojilerin yaşamımızda artan önemine bağlı olarak eğitim ve öğretim alanında da kullanımları artmaktadır. Son zamanlarda matematik, yabancı dil öğrenimi gibi alanlarda oyun paketleri eğitim alanına dahil edilmektedir.
Oyun aracılığıyla amaçlanan öğrenmenin gerçekleşebilmesi için gerekli koşullar sağlanmalıdır. Bütün öğrencilerin ilgisini çeken, sınıf ortamının yapılacak etkinlik için uygun hale getirilmiş olması, sınıftaki her çocuğun oynanacak oyuna yönelik gelişim özellikleri, fiziksel ve bilişsel yetenekleri yeterlilik göstermelidir. Kullanılan materyaller çocuğun yararlanabileceği şekilde düzenlenmiş olup oyunlar çocuğun katkı sağlayabileceği böylelikle psikolojik doyuma ulaşabileceği bir şekilde sunulmalıdır.
Oyun sürecinin eğitime dahil edilmesi aşamasında tercih edilecek oyunun seçimi; kazandırılması amaçlanan beceri ve davranışlara göre değişiklik gösterecektir. Bu bağlamda oyunun gerektirdiği ön hazırlıklar, grup mu yoksa bireysel mi uygulanacak, gereken süre ve araç gereçlerin belirlenmesi, oyunun anlatılması ve değerlendirilmesi gibi aşamalar da önem kazanmaktadır.
Oyunla öğretim sürecinde bilginin aktarımına yönelik amacımıza ulaşabilmek için öğrencinin yeteneklerinin, eğilimlerinin, desteklenmesi gereken yanlarının ve kişiliğinin gözlenmesi gerekmektedir. Sınavların öğrencinin ancak bilişsel kapasitesini belirlemekte olması nedeniyle öğrencinin birçok açıdan izlenmesi ve değerlendirilmesi konunun öğretimi sırasında sürecin nasıl gittiğinin daha sağlıklı göstergesi olacaktır. Oyunların kendilerine has puanlama sistemi ile öğrencinin bilgi edinme kapasitesine yönelik daha ayrıntılı bilgi elde edilmiş olacaktır.
Çağdaş yaşamımızda çözüm beklenen ihtiyaçlardan birisi de artan entelektüel kapasitesi ile birlikte bilgi edinme ve bilgiyi kullanmaya yönelik değişimin gerekliliğidir. Ezberci ve belirli çerçevede sunulan eğitimin verimsiz, kısır döngüsünün kırılma ihtiyacına yönelik en verimli öğrenmenin ‘oyunla öğrenme’ olduğu ilkesi ortaya çıkmaktadır.
Oynayarak öğrenme ilkesi çerçevesinde verilecek olan eğitim programlarının önemi çocuklarımızın eğitim yaşantılarının hemen her döneminde önemli yer tutacak, yaşama dair sorumluluk almalarını kolaylaştırarak, öğrenmenin değerini daha iyi anlamalarını ve en önemlisi de sevmelerini sağlayacaktır.

Son Güncelleme: Pazartesi, 18 Aralık 2017 13:00

Gösterim: 13639

Okullarda son ders zilinin çalmasına kısa bir süre kala, milyonlarca öğrenci ve aileleri için heyecan dorukta. Kimi karneler sevindirecek; kimileri hayal kırıklığı yaratacak. Öğrencinin yıl boyu çalışmasının değerlendirmesini yansıtan karneler, anne-babalar içinse apayrı bir sınav olacak.

karneAcıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Betül Mazlum, “Sonuç ne olursa olsun velilerin unutmaması gereken şey; çocuklarımız bizim en değerli varlıklarımız ve her koşulda onların yanında olmalı, onları anlamaya çalışmalı ve ortada bir başarı eksikliği varsa buna birlikte çözüm yolları aramalıyız” diyor. Peki ebeveynlerin, çocuklarının karnesine yaklaşımı nasıl olmalı, nelere dikkat edilmeli? Dr. Betül Mazlum, karneye 5 doğru yaklaşımı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

• Kardeşi ya da yaşıtıyla kıyaslamayın
Öncelikle başarının göreceli bir kavram olduğunu, her çocuğun farklı yetenekleri ve farklı alanlarda güçlükleri olduğunu bilin. Bu doğrultuda çocuğunuzu kendi içinde kendi donanımı doğrultusunda değerlendirin ve bununla orantılı bir başarı bekleyin. Kardeşiyle ya da çevredeki diğer çocuklarla kıyaslamayın. Ders dışında resim, müzik, spor gibi alanlarda da destekleyin ve bu alanlardaki başarılarına vurgu yapın. Aksi halde “Notlarım yüksekse ben başarılıyım ve ancak o zaman ailem için değerliyim, sevilirim” gibi hatalı ve son derece sakıncalı bir algının çocuğunuzda yerleşmesine neden olursunuz ki bu çocuğunuzun ruh sağlığını oldukça olumsuz bir şekilde etkileyecektir. Onları koşulsuz sevdiğiniz ve benimsediğiniz mesajını her fırsatta verin.

• Davranış değerlendirmelerine de vurgu yapın
Karnedeki ders notları, çocuğunuzun başarısını değerlendirmede tek kriter olmamalı. Derslerden alınan notlar kuşkusuz önemli ancak karnede dikkat edilmesi ve vurgulanması gereken tek nokta değil. Ders notları yeterince başarılı olmasa da eğer davranış puanları iyiyse ve okulda olumlu davranışları ile öğretmenlerinin beğenisini toplamışsa karneyi kaygıyla elinize veren çocuğunuza sadece aldığı notlar değil, davranışları ile de ilgilendiğinizi gösterin ve onu taktir edin. Ancak daha sonra ders notlarına dikkat çekerek, onunla bu sonucun olası nedenlerini ve çözüm yollarını konuşun.

• Üslubunuza dikkat edin!
Çocuğunuzla başarı düşüklüğünü konuşurken üslubunuza, seçtiğiniz kelimelere dikkat edin. Kesinlikle yüksek bir ses tonu kullanmayın, sevgi dolu ve onu anlamaya çalışan bir üslup içinde olun. Asla onlarla alay edici, onları incitici, aşağılayıcı bir şekilde konuşmayın. Sözel ve fiziksel şiddetten kaçının! Aksi taktirde çocuğunuzu ruhsal açıdan örselemekle birlikte telafisi güç yaralar açmış olursunuz. Olumsuz bir tavır içinde olduğunuz taktirde çocuğunuzun kendilik algısında sorunlara, özgüven eksikliklerine ve kişilik gelişiminde bazı sorunlara sebebiyet vermeniz kaçınılmaz olur. Karne notları ne olursa olsun onun yanında olup ona sizin için değerli olduğunu söyleyin ve bunu hissettirin.

• Kendinizi sorgulayın
Eğer ortada bir başarısızlık varsa bu sadece çocuğa ait bir başarısızlık değil şüphesiz.
Eğitim öğretim dönemi boyunca çocuğunuzun okul durumunu yakından gözlemlediniz mi? Desteğe ve yardıma ihtiyaç duyduğu her noktada yanında olup yol gösterdiniz mi? Çözüm yolları arayıp yardımcı oldunuz mu? Bunları yapmamış, çocuğunuz ile hem duygusal hem akademik olarak yeterince ilgilenmemişseniz ve sene sonunda ortada bir başarı eksikliği varsa bunda kuşkusuz sizin de payınız bulunmaktadır. Bu durumda olası çözüm yollarını araştırırken kendinizi de sorgulamalı ve gerekli dersi almaktan kaçınmamalısınız.

• Ödülde aşırıya kaçmayın
Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Betül Mazlum “Nasıl ki kötü karne getiren çocuğa fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamamak gerekiyorsa, başarılı bir karne getiren çocuğa da abartılı övgüde bulunmamalı, pahalı ödüllerden kaçınmalısınız. Çocuk herşeyden önce kendisi ve geleceği için çalışıp başarılı olması gerektiğinin bilincinde olmalıdır. Çocuğunuz ile bu başarıya nasıl ulaştığı, hangi olumlu davranış kalıpları ile bunu başardığı, bu aşamaya gelirken karşılaştığı zorluklar ve bulunan çözüm yollarını konuşarak, gelişen becerilerine ve kazanımlarına da vurgu yapmalısınız” diyor.

> Karne tepkinizde 5 DOĞRU YAKLAŞIM

Okullarda son ders zilinin çalmasına kısa bir süre kala, milyonlarca öğrenci ve aileleri için heyecan dorukta. Kimi karneler sevindirecek; kimileri hayal kırıklığı yaratacak. Öğrencinin yıl boyu çalışmasının değerlendirmesini yansıtan karneler, anne-babalar içinse apayrı bir sınav olacak.

karneAcıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Betül Mazlum, “Sonuç ne olursa olsun velilerin unutmaması gereken şey; çocuklarımız bizim en değerli varlıklarımız ve her koşulda onların yanında olmalı, onları anlamaya çalışmalı ve ortada bir başarı eksikliği varsa buna birlikte çözüm yolları aramalıyız” diyor. Peki ebeveynlerin, çocuklarının karnesine yaklaşımı nasıl olmalı, nelere dikkat edilmeli? Dr. Betül Mazlum, karneye 5 doğru yaklaşımı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

• Kardeşi ya da yaşıtıyla kıyaslamayın
Öncelikle başarının göreceli bir kavram olduğunu, her çocuğun farklı yetenekleri ve farklı alanlarda güçlükleri olduğunu bilin. Bu doğrultuda çocuğunuzu kendi içinde kendi donanımı doğrultusunda değerlendirin ve bununla orantılı bir başarı bekleyin. Kardeşiyle ya da çevredeki diğer çocuklarla kıyaslamayın. Ders dışında resim, müzik, spor gibi alanlarda da destekleyin ve bu alanlardaki başarılarına vurgu yapın. Aksi halde “Notlarım yüksekse ben başarılıyım ve ancak o zaman ailem için değerliyim, sevilirim” gibi hatalı ve son derece sakıncalı bir algının çocuğunuzda yerleşmesine neden olursunuz ki bu çocuğunuzun ruh sağlığını oldukça olumsuz bir şekilde etkileyecektir. Onları koşulsuz sevdiğiniz ve benimsediğiniz mesajını her fırsatta verin.

• Davranış değerlendirmelerine de vurgu yapın
Karnedeki ders notları, çocuğunuzun başarısını değerlendirmede tek kriter olmamalı. Derslerden alınan notlar kuşkusuz önemli ancak karnede dikkat edilmesi ve vurgulanması gereken tek nokta değil. Ders notları yeterince başarılı olmasa da eğer davranış puanları iyiyse ve okulda olumlu davranışları ile öğretmenlerinin beğenisini toplamışsa karneyi kaygıyla elinize veren çocuğunuza sadece aldığı notlar değil, davranışları ile de ilgilendiğinizi gösterin ve onu taktir edin. Ancak daha sonra ders notlarına dikkat çekerek, onunla bu sonucun olası nedenlerini ve çözüm yollarını konuşun.

• Üslubunuza dikkat edin!
Çocuğunuzla başarı düşüklüğünü konuşurken üslubunuza, seçtiğiniz kelimelere dikkat edin. Kesinlikle yüksek bir ses tonu kullanmayın, sevgi dolu ve onu anlamaya çalışan bir üslup içinde olun. Asla onlarla alay edici, onları incitici, aşağılayıcı bir şekilde konuşmayın. Sözel ve fiziksel şiddetten kaçının! Aksi taktirde çocuğunuzu ruhsal açıdan örselemekle birlikte telafisi güç yaralar açmış olursunuz. Olumsuz bir tavır içinde olduğunuz taktirde çocuğunuzun kendilik algısında sorunlara, özgüven eksikliklerine ve kişilik gelişiminde bazı sorunlara sebebiyet vermeniz kaçınılmaz olur. Karne notları ne olursa olsun onun yanında olup ona sizin için değerli olduğunu söyleyin ve bunu hissettirin.

• Kendinizi sorgulayın
Eğer ortada bir başarısızlık varsa bu sadece çocuğa ait bir başarısızlık değil şüphesiz.
Eğitim öğretim dönemi boyunca çocuğunuzun okul durumunu yakından gözlemlediniz mi? Desteğe ve yardıma ihtiyaç duyduğu her noktada yanında olup yol gösterdiniz mi? Çözüm yolları arayıp yardımcı oldunuz mu? Bunları yapmamış, çocuğunuz ile hem duygusal hem akademik olarak yeterince ilgilenmemişseniz ve sene sonunda ortada bir başarı eksikliği varsa bunda kuşkusuz sizin de payınız bulunmaktadır. Bu durumda olası çözüm yollarını araştırırken kendinizi de sorgulamalı ve gerekli dersi almaktan kaçınmamalısınız.

• Ödülde aşırıya kaçmayın
Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Betül Mazlum “Nasıl ki kötü karne getiren çocuğa fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamamak gerekiyorsa, başarılı bir karne getiren çocuğa da abartılı övgüde bulunmamalı, pahalı ödüllerden kaçınmalısınız. Çocuk herşeyden önce kendisi ve geleceği için çalışıp başarılı olması gerektiğinin bilincinde olmalıdır. Çocuğunuz ile bu başarıya nasıl ulaştığı, hangi olumlu davranış kalıpları ile bunu başardığı, bu aşamaya gelirken karşılaştığı zorluklar ve bulunan çözüm yollarını konuşarak, gelişen becerilerine ve kazanımlarına da vurgu yapmalısınız” diyor.

Son Güncelleme: Perşembe, 08 Haziran 2017 11:53

Gösterim: 12768

Kathleen Shirley Glen-wright – Farbe Education
Kathleen Shirley Glen-wright Asırlar boyunca öğrenme sürecini analiz etmeye ve kategorilere ayırmaya çalıştık. Öğrenmeyi bilimsel bir moda gibi algılayarak, neredeyse matematik formülleri ve işlemler dizisiyle geliştirmeye ve üretmeye çalıştık. Bu çabaların topluma pek çok yönden faydası dokundu ama bu yaklaşımın bir bedeli vardı. Bu bedel, yakın zamanda bütün eğitim kurumları heyetleri tarafından fark edildi okul öncesinde ise daha da ön plana çıktı. Akademisyenler ve eğitim uzmanlarının, çocuğumuzun başarı potansiyelini en üst seviyeye çıkarmak için bu güne kadar uyguladığı bütün sistem ve yaklaşımları, öğrenme sürecinin pek çok önemli açısını ve mutlu bir insan olmanın ne anlama geldiğini görmezden gelmemize yol açtı. Biz sonunda öğrenmenin, doğru ölçülebilir çıktılarıyla doğrusal bir süreç olmadığını, aslında güzel ve organik bir bütün olduğunu anlamaya başladık.
Okul öncesi eğitim 150 yıl öncesine kadar kimse tarafından duyulmamıştı ve hatta 50 yıl öncesine kadar gelişmiş ülkelerdeki çocukların sadece yarısı anaokuluna kayıt oluyordu. Okulöncesi eğitim, formel eğitimin son zamanlarda bir parçası haline geldi. Bugün bu oran nadiren %75’lere ulaşıyor. Yine de bu, pek çok küçük çocuğun günümüzde formel eğitim gördüğü anlamına geliyor. Anaokulundaki kurallar, düzenlemeler, metotlar ve sistemlerindeki zenginlik, formel eğitimdeki diğer bütün yaş gruplarından daha fazla çeşitlilik gösteriyor. Bunun sebebi, mükemmel yol’un gerçek nedenini bulmalarının zorluğu olabilir mi? Ya da akademisyenlerin ‘anaokulu eğitimi ilk çıktığından beri yanlış yöne gidiyoruz haykırmalarını görmezlikten gelip ‘çocuklarımızı bu yanlışları temcit pilavı gibi tekrar tekrar sunup beslemeyi daha kolay buluyoruz’ söylemleri olabilir mi?
Maria Montessori, bireyin çocukluktan yetişkinliğe, kendisi ve çevresi ile barışık olması için, çocuğun gelişimine yardım etmek’ amacıyla yola çıktığında yıl 1907 idi. Elli yıl sonra Bloom, zamanının ezberci öğrenme yoluna tamamen karşı üst seviye düşünmeyi teşvik etmek için araştırmalar yapmaktaydı. Aktif öğrenme için zenginleştirilmiş öğrenme ortamlarını savunan akademisyenlerle 21. Yüzyıla geldik. Bu ortamlar yapılandırmacı teoriler ve felsefelerle uyumludur.
Yaygın halk eğitimi ve çocukları sınıflarda gruplama fikri Sanayi Devrimi zamanında işçi ailelerinin her üyesinin gündüzleri fabrikada çalıştıklarından çocuklarını bir yere gönderme ihtiyacından ortaya çıkmıştır. Çocukların ev dışında bir yerde bakım ve eğitim gereksinimi günümüzde de var, ama metot ve uygulamaların o zamandan bu zamana değişmiş olması gerekirdi. Maalesef, bunca uzun ve zorlu çalışmalara ve yeni ve farklı yollar için bunca çabaya rağmen, başından beri, çocukları bir sınıfa tıkma, öylece hareketsiz durmaları ve bilgiyi yutma fikri ne yazık ki bugün hala pek çok sınıfta baskın bir şekilde varlığını sürdürüyor.
Bir sahne gözünüzün önüne gelsin, büyük bir masanın etrafında oturan, yiyen içen, konuşan müzik dinleyen bir aile düşünün. Bir de bir yaşında bile olmayan, masadaki sandalyelerden birinde oturan küçük bir çocuk düşünün https://indigenerics.com. Çocuğun müziğin ritmi ile sallandığını hayal edin. O çocuğun bir deneme girişimi yapıp sandalyeden atladığını ve ilk defa iki ayağı üstünde durduğunu, ailenin sevinç çığlıklarını, çocuk iki kolunu havaya doğru uzattığında ağızlarının kulaklarına geldiği gördüğünde yeni ve heyecan verici bir şey yaptığını fark ettiğini hayal edin. Bir de ona bakanların yüzlerindeki ifade ile bu başarısı yüzünden hissettiği keyif ile birleştiğinde devam etmek için motivasyonunu hayal edin. Bu çocuğun hiç düşünmeden ayakta durabilene kadar bu hareketi tekrar tekrar yaptığını düşünün.
Bu sahneyi alın ve eğitimin bahsedilen bu üç öncüsünün teori ve felsefelerine bakın:
Montessori’nin Casa dei Bambina’da olduğu gibi çocuk kendi özünde olan hissiyatı ve davranışsal eğilimleri ile tanışmak için tasarlanmış, aktivitenin çocuk tarafından yönetildiği, yetişkinin olmadığı, açıklayıcı öğrenmeyi destekleyen materyallerin olduğu, yaş gruplarının karışık, özgürlük ve disiplin arasında bir dengenin olduğu ve bağımsızlığın alkışlandığı bir yerdedir.
Bloom’un taksonomisi yüksek eğitimden türetilmişti ve psikomotor beceriler ya da okulöncesi eğitim için çok az kaynak içermekteydi. Yine de orijinal taksonomiyi veya revize edilmiş olanını ele alsanız da, son bilginin anlama, uygulama, analiz, sentez ve değerlendirme diye tabakalar şeklinde sıralandığını kesin olarak görülebildiğini söylemek zordur.
Yapılandırmacılık, 90lı yıllarda herkesin dilinde olmasına rağmen aslında çok uzun zamandan beri vardı. Öğrencilerin bilgiyi kendileri için yapılandırmaları fikri Dewey, Piaget and Vigotsky hatta Sokrates’ten de önce muhtemelen düşünce ve inançlarımızın kâğıda geçilmesinden de önceydi. Yapılandırmacı gözüyle baktığımızda, çocuğumuzu ‘Öğrenirken bireysel ve sosyal olarak anlam inşa ederken’ görürüz. Eğitimciler, ilk defa kendi ayakları üzerinde durabilen bir çocuğun yapılandırmacı yaklaşım ve duyusal verilerle etkileşime geçerek kendi dünyalarını yaratma fırsatını sağlayan bir pedagojiyi takip ettiklerini kabul edeler.
Evet, o sadece küçük bir adım atan küçük bir çocuk, bir bebek. Bunun gerçek eğitim dediğimiz şeyle ne alakası olduğu sorgulanabilir. Ama asıl eğitim işte budur. Bir çocuğu eğitmeye karar verdiğimizde, öğreneceği tek yol buysa, yüzünde bir gülümseme ile öğreneceği yol buysa, yeterlilik ve mutluluk gibi bir bedel ödemeden öğreneceği tek yol buysa diğer şeyler çok da önemli değildir. Ve tabii ne için? Arkadaşımız ‘Bay Google’ tarafından saniyeler içinde sağlanan ve sınavdan birkaç gün sonra unutulacak bir bilgi yığını için mi? Etiketler, teoriler, felsefeler bizi bir yere, sadece bir yere götürüyor, bizi doğaya götürüyor. Bizi çocuğun oyun oynadığı, bilgiye erişiminde kendi yolunu keşfettiği, eğitimcilerin sadece oyun kurup geri çekildiği bir yere götürüyor.
Bizim için bu oyunu kurup geri çekilmek niye bu kadar zor görünür? Örgün eğitimin bir parçası olamayan ve kenara atılan soyut ve dağınık olan doğal öğrenmeyi takdir etmek yerine, neden temel bilgiyi vermeyi ve bu bilgiyi ölçmeyi tercih ediyoruz? Niçin küçük öğrencilerinin dağınık bir sanat ve el işi aktivitesinde beraberce çalışmasına ve serbest zamana izin veren bir öğretmen, küçük çocukları sessiz ve hareketsiz oturtarak onlara on kelime alıştırma yaptıran, onları sınayan ve sonuçlarını kağıda geçiren başka bir öğretmenden daha az eğitimciymiş gibi algılanır?
Sir Ken Robinson’un pek çok yerde ifade ettiği gibi, niçin öğrencilerimizin istek ve ihtiyaç duyduğu gurme restoran yerine fast food tarzı eğitimin içine çekildik?
Cevaplar sadece bir makalede tartışılamayacak kadar karmaşık ve farklılıklar gösteriyor. Doğru düzgün kabul ettiğimiz bu değişmeyen sistem yerine organik, değişime açık, zaman ve mekâna göre değişiklik gösterecek eğitim modeline ihtiyaç var. Ama işin aslı, eğitim dünyası ve dahası okulöncesi eğitim standartlaştırılmış okul sistemlerinden adımını çekip çok geriye kişisel, dağınık, organik, doğal bir öğrenmenin olduğu zamana gitmeli. Gerçek şu ki bu gözümüzü korkutacak kadar büyük bir görev değil. Biraz daha fazla serbest zaman ve oyunu sınıflarımıza katarak, sınama arzumuzu azaltarak, ailelere gelecek 16 yıl boyunca olabilecek korkularından kendilerini kurtarabilecekleri, buraya ve bu zamana odaklanabilecekleri, çocuklarını bir kart üstünde beş yıldızla –hiçbir yıldızla hiçbir kartla- etiketlendirilmiş görme ihtiyaçlarını bitirmeleri için eğitim vermeyi denememiz şimdiden atabileceğimiz küçük adımlardır. Bu, çok büyük bir iş. Zaman alacak tabii ki ama bir yerden de başlamalıyız. Örneğimizdeki çocuk gibi sandalyeden atlayarak başlamalıyız.

> Geçmişe doğru ilerlemek…

Kathleen Shirley Glen-wright – Farbe Education
Kathleen Shirley Glen-wright Asırlar boyunca öğrenme sürecini analiz etmeye ve kategorilere ayırmaya çalıştık. Öğrenmeyi bilimsel bir moda gibi algılayarak, neredeyse matematik formülleri ve işlemler dizisiyle geliştirmeye ve üretmeye çalıştık. Bu çabaların topluma pek çok yönden faydası dokundu ama bu yaklaşımın bir bedeli vardı. Bu bedel, yakın zamanda bütün eğitim kurumları heyetleri tarafından fark edildi okul öncesinde ise daha da ön plana çıktı. Akademisyenler ve eğitim uzmanlarının, çocuğumuzun başarı potansiyelini en üst seviyeye çıkarmak için bu güne kadar uyguladığı bütün sistem ve yaklaşımları, öğrenme sürecinin pek çok önemli açısını ve mutlu bir insan olmanın ne anlama geldiğini görmezden gelmemize yol açtı. Biz sonunda öğrenmenin, doğru ölçülebilir çıktılarıyla doğrusal bir süreç olmadığını, aslında güzel ve organik bir bütün olduğunu anlamaya başladık.
Okul öncesi eğitim 150 yıl öncesine kadar kimse tarafından duyulmamıştı ve hatta 50 yıl öncesine kadar gelişmiş ülkelerdeki çocukların sadece yarısı anaokuluna kayıt oluyordu. Okulöncesi eğitim, formel eğitimin son zamanlarda bir parçası haline geldi. Bugün bu oran nadiren %75’lere ulaşıyor. Yine de bu, pek çok küçük çocuğun günümüzde formel eğitim gördüğü anlamına geliyor. Anaokulundaki kurallar, düzenlemeler, metotlar ve sistemlerindeki zenginlik, formel eğitimdeki diğer bütün yaş gruplarından daha fazla çeşitlilik gösteriyor. Bunun sebebi, mükemmel yol’un gerçek nedenini bulmalarının zorluğu olabilir mi? Ya da akademisyenlerin ‘anaokulu eğitimi ilk çıktığından beri yanlış yöne gidiyoruz haykırmalarını görmezlikten gelip ‘çocuklarımızı bu yanlışları temcit pilavı gibi tekrar tekrar sunup beslemeyi daha kolay buluyoruz’ söylemleri olabilir mi?
Maria Montessori, bireyin çocukluktan yetişkinliğe, kendisi ve çevresi ile barışık olması için, çocuğun gelişimine yardım etmek’ amacıyla yola çıktığında yıl 1907 idi. Elli yıl sonra Bloom, zamanının ezberci öğrenme yoluna tamamen karşı üst seviye düşünmeyi teşvik etmek için araştırmalar yapmaktaydı. Aktif öğrenme için zenginleştirilmiş öğrenme ortamlarını savunan akademisyenlerle 21. Yüzyıla geldik. Bu ortamlar yapılandırmacı teoriler ve felsefelerle uyumludur.
Yaygın halk eğitimi ve çocukları sınıflarda gruplama fikri Sanayi Devrimi zamanında işçi ailelerinin her üyesinin gündüzleri fabrikada çalıştıklarından çocuklarını bir yere gönderme ihtiyacından ortaya çıkmıştır. Çocukların ev dışında bir yerde bakım ve eğitim gereksinimi günümüzde de var, ama metot ve uygulamaların o zamandan bu zamana değişmiş olması gerekirdi. Maalesef, bunca uzun ve zorlu çalışmalara ve yeni ve farklı yollar için bunca çabaya rağmen, başından beri, çocukları bir sınıfa tıkma, öylece hareketsiz durmaları ve bilgiyi yutma fikri ne yazık ki bugün hala pek çok sınıfta baskın bir şekilde varlığını sürdürüyor.
Bir sahne gözünüzün önüne gelsin, büyük bir masanın etrafında oturan, yiyen içen, konuşan müzik dinleyen bir aile düşünün. Bir de bir yaşında bile olmayan, masadaki sandalyelerden birinde oturan küçük bir çocuk düşünün https://indigenerics.com. Çocuğun müziğin ritmi ile sallandığını hayal edin. O çocuğun bir deneme girişimi yapıp sandalyeden atladığını ve ilk defa iki ayağı üstünde durduğunu, ailenin sevinç çığlıklarını, çocuk iki kolunu havaya doğru uzattığında ağızlarının kulaklarına geldiği gördüğünde yeni ve heyecan verici bir şey yaptığını fark ettiğini hayal edin. Bir de ona bakanların yüzlerindeki ifade ile bu başarısı yüzünden hissettiği keyif ile birleştiğinde devam etmek için motivasyonunu hayal edin. Bu çocuğun hiç düşünmeden ayakta durabilene kadar bu hareketi tekrar tekrar yaptığını düşünün.
Bu sahneyi alın ve eğitimin bahsedilen bu üç öncüsünün teori ve felsefelerine bakın:
Montessori’nin Casa dei Bambina’da olduğu gibi çocuk kendi özünde olan hissiyatı ve davranışsal eğilimleri ile tanışmak için tasarlanmış, aktivitenin çocuk tarafından yönetildiği, yetişkinin olmadığı, açıklayıcı öğrenmeyi destekleyen materyallerin olduğu, yaş gruplarının karışık, özgürlük ve disiplin arasında bir dengenin olduğu ve bağımsızlığın alkışlandığı bir yerdedir.
Bloom’un taksonomisi yüksek eğitimden türetilmişti ve psikomotor beceriler ya da okulöncesi eğitim için çok az kaynak içermekteydi. Yine de orijinal taksonomiyi veya revize edilmiş olanını ele alsanız da, son bilginin anlama, uygulama, analiz, sentez ve değerlendirme diye tabakalar şeklinde sıralandığını kesin olarak görülebildiğini söylemek zordur.
Yapılandırmacılık, 90lı yıllarda herkesin dilinde olmasına rağmen aslında çok uzun zamandan beri vardı. Öğrencilerin bilgiyi kendileri için yapılandırmaları fikri Dewey, Piaget and Vigotsky hatta Sokrates’ten de önce muhtemelen düşünce ve inançlarımızın kâğıda geçilmesinden de önceydi. Yapılandırmacı gözüyle baktığımızda, çocuğumuzu ‘Öğrenirken bireysel ve sosyal olarak anlam inşa ederken’ görürüz. Eğitimciler, ilk defa kendi ayakları üzerinde durabilen bir çocuğun yapılandırmacı yaklaşım ve duyusal verilerle etkileşime geçerek kendi dünyalarını yaratma fırsatını sağlayan bir pedagojiyi takip ettiklerini kabul edeler.
Evet, o sadece küçük bir adım atan küçük bir çocuk, bir bebek. Bunun gerçek eğitim dediğimiz şeyle ne alakası olduğu sorgulanabilir. Ama asıl eğitim işte budur. Bir çocuğu eğitmeye karar verdiğimizde, öğreneceği tek yol buysa, yüzünde bir gülümseme ile öğreneceği yol buysa, yeterlilik ve mutluluk gibi bir bedel ödemeden öğreneceği tek yol buysa diğer şeyler çok da önemli değildir. Ve tabii ne için? Arkadaşımız ‘Bay Google’ tarafından saniyeler içinde sağlanan ve sınavdan birkaç gün sonra unutulacak bir bilgi yığını için mi? Etiketler, teoriler, felsefeler bizi bir yere, sadece bir yere götürüyor, bizi doğaya götürüyor. Bizi çocuğun oyun oynadığı, bilgiye erişiminde kendi yolunu keşfettiği, eğitimcilerin sadece oyun kurup geri çekildiği bir yere götürüyor.
Bizim için bu oyunu kurup geri çekilmek niye bu kadar zor görünür? Örgün eğitimin bir parçası olamayan ve kenara atılan soyut ve dağınık olan doğal öğrenmeyi takdir etmek yerine, neden temel bilgiyi vermeyi ve bu bilgiyi ölçmeyi tercih ediyoruz? Niçin küçük öğrencilerinin dağınık bir sanat ve el işi aktivitesinde beraberce çalışmasına ve serbest zamana izin veren bir öğretmen, küçük çocukları sessiz ve hareketsiz oturtarak onlara on kelime alıştırma yaptıran, onları sınayan ve sonuçlarını kağıda geçiren başka bir öğretmenden daha az eğitimciymiş gibi algılanır?
Sir Ken Robinson’un pek çok yerde ifade ettiği gibi, niçin öğrencilerimizin istek ve ihtiyaç duyduğu gurme restoran yerine fast food tarzı eğitimin içine çekildik?
Cevaplar sadece bir makalede tartışılamayacak kadar karmaşık ve farklılıklar gösteriyor. Doğru düzgün kabul ettiğimiz bu değişmeyen sistem yerine organik, değişime açık, zaman ve mekâna göre değişiklik gösterecek eğitim modeline ihtiyaç var. Ama işin aslı, eğitim dünyası ve dahası okulöncesi eğitim standartlaştırılmış okul sistemlerinden adımını çekip çok geriye kişisel, dağınık, organik, doğal bir öğrenmenin olduğu zamana gitmeli. Gerçek şu ki bu gözümüzü korkutacak kadar büyük bir görev değil. Biraz daha fazla serbest zaman ve oyunu sınıflarımıza katarak, sınama arzumuzu azaltarak, ailelere gelecek 16 yıl boyunca olabilecek korkularından kendilerini kurtarabilecekleri, buraya ve bu zamana odaklanabilecekleri, çocuklarını bir kart üstünde beş yıldızla –hiçbir yıldızla hiçbir kartla- etiketlendirilmiş görme ihtiyaçlarını bitirmeleri için eğitim vermeyi denememiz şimdiden atabileceğimiz küçük adımlardır. Bu, çok büyük bir iş. Zaman alacak tabii ki ama bir yerden de başlamalıyız. Örneğimizdeki çocuk gibi sandalyeden atlayarak başlamalıyız.

Son Güncelleme: Perşembe, 23 Haziran 2016 11:33

Gösterim: 14021

Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) yaklaşıyor ve sürenin azalması öğrencilerde performans kaygısını artırıyor. Sınavda başarılı olmanın yolu ise kaygıyı yönetebilmekten geçiyor.

sinavSınavdan önceki günlerde yapılacak her aktivitenin, beslenme düzeninin ve sosyal ortamların sınav stresine etki edebileceğinin göz ardı edilmemesi gerekiyor. Memorial Antalya Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Uz. Dr. Nehir Kürklü, sınava girecek öğrenciler ve aileleri için tavsiyelerde bulundu.
Kaygı arttıkça dikkatsizlik ortaya çıkabilir
Belli bir seviyenin üzerine çıkmamak koşuluyla performans kaygısı, kişinin motivasyonunu artırır ve dikkatini sürdürmesine yardımcı olur. Ancak çok artmış kaygı seviyesi kişiyi rahatsız etmeye başlar, dikkatini sürdürmesine engel olur. Mevcut bilgilerin sınav esnasında en etkili şekilde kullanılmasının önüne geçer.
Ailelere büyük görev düşüyor
Sınav öncesinde devamlı olarak sınavla ilgili konuşmalar yapmak, ev içinde ebeveynler ve diğer aile bireyleri tarafından sınav sözcüğünün sık sık kullanılması, öğrencilerin kaygısını artırabilir. Aile bireylerinin tutumları, sınava girecek öğrencilerin stresini azaltarak rahatlamasını sağlayacak ve dikkatlerini toplamalarına yardımcı olacak şekilde olmalıdır.
Aileler bunlara dikkat etmeli;
• Ders çalışma gerekliliğinin sadece sınavda başarılı olma amacı taşımadığı öğrencilere anlatılmalıdır. Öğrencilere, yeni bilgiler edinme ve mevcut bilgilerin pekiştirilmesi amacıyla ders çalışması gerektiği belirtilmelidir. Aileler çocuklarına koşullu cümleler kurmamalı, sınavdan alacakları sonucun çocukları ile ilgili sevgi ve güven düzeyini değiştirmeyeceği iletilmelidir. Aileler çocuklarıyla gurur duyduklarını onlara sık sık hatırlatmalıdır.
Deneme sınavlarından farkı olmadığı unutulmamalı
Sınav stresi ve kaygısı ile baş etmenin en iyi yolu, onu önceden tanıyıp yüzleşmektir. Dolayısıyla aslında öğrenciler sınava hazırlık sürecinde sürekli deneme sınavlarına girdikleri için pek çok defa bu stresle karşı karşıya kalmışlardır. Bu yüzden öğrenciler, üniversite sınavına girerken de bu stresle defalarca yüzleştiklerini hatırlamalı ve bu sınavın da diğer hazırlık sınavlarından farklı olmadığını unutmamalıdır.
Rahat bir sınav için 10 altın kural;
1. Özellikle sınavdan bir gün önce siyah çay, yeşil çay, kahve ve kola gibi kafeinli içecekler tüketmeyin. Adaçayı, ıhlamur gibi bitki çayları veya taze sıkılmış meyve sularını tercih edin
2. Kesinlikle alkolden uzak durmaya özen gösterin
3. Uyku düzenini değiştirecek her türlü aktiviteden uzak durun. Sınava yakın günlerde iyi uyumak zihnin dinlenmesine yardımcı olacaktır
4. Sınavdan önceki günlerde hafif tempoda yürüyüş ve egzersiz yapmaya özen gösterin
5. Sınavdan 1 gün önce, özellikle akşam yemeğinde hafif beslenin
6. Sınavdan önceki gün hazırlıklarınızı bir gün önceden tamamlayın
7. Sınav günü kahvaltıda yumurta, peynir, süt, tam tahıllı ekmek, domates, yeşil biber, salatalık, zeytin, ceviz gibi bütün besin gruplarını içeren gıdalar tüketin ve yeterli enerji alın
8. Sınav esnasında mide ve sindirim problemleri yaşamamak için, gaz yapıcı ve daha önce hiç tüketilmemiş, vücudun alışık olmadığı besinler tüketmeyin
9. Sınav esnasında fazla su tüketimine ve tuvalet ihtiyacının artmasına neden olabilecek fazla yağlı ve tuzlu besinler tüketmeyin
10. Kan şekerinin hızla yükselmesine sonra da düşmesine yol açan çikolata, şeker, tatlı gibi şekerli besinler bilinenin aksine beynin ihtiyaç duyduğu şekeri karşılamaz ve sınav esnasında dikkat dağınıklığına, konsantrasyonun azalmasına neden olur. Özellikle sınav gününde bunlardan uzak durun.

> Sınav başarısını artırmak için 10 ALTIN KURAL

Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) yaklaşıyor ve sürenin azalması öğrencilerde performans kaygısını artırıyor. Sınavda başarılı olmanın yolu ise kaygıyı yönetebilmekten geçiyor.

sinavSınavdan önceki günlerde yapılacak her aktivitenin, beslenme düzeninin ve sosyal ortamların sınav stresine etki edebileceğinin göz ardı edilmemesi gerekiyor. Memorial Antalya Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Uz. Dr. Nehir Kürklü, sınava girecek öğrenciler ve aileleri için tavsiyelerde bulundu.
Kaygı arttıkça dikkatsizlik ortaya çıkabilir
Belli bir seviyenin üzerine çıkmamak koşuluyla performans kaygısı, kişinin motivasyonunu artırır ve dikkatini sürdürmesine yardımcı olur. Ancak çok artmış kaygı seviyesi kişiyi rahatsız etmeye başlar, dikkatini sürdürmesine engel olur. Mevcut bilgilerin sınav esnasında en etkili şekilde kullanılmasının önüne geçer.
Ailelere büyük görev düşüyor
Sınav öncesinde devamlı olarak sınavla ilgili konuşmalar yapmak, ev içinde ebeveynler ve diğer aile bireyleri tarafından sınav sözcüğünün sık sık kullanılması, öğrencilerin kaygısını artırabilir. Aile bireylerinin tutumları, sınava girecek öğrencilerin stresini azaltarak rahatlamasını sağlayacak ve dikkatlerini toplamalarına yardımcı olacak şekilde olmalıdır.
Aileler bunlara dikkat etmeli;
• Ders çalışma gerekliliğinin sadece sınavda başarılı olma amacı taşımadığı öğrencilere anlatılmalıdır. Öğrencilere, yeni bilgiler edinme ve mevcut bilgilerin pekiştirilmesi amacıyla ders çalışması gerektiği belirtilmelidir. Aileler çocuklarına koşullu cümleler kurmamalı, sınavdan alacakları sonucun çocukları ile ilgili sevgi ve güven düzeyini değiştirmeyeceği iletilmelidir. Aileler çocuklarıyla gurur duyduklarını onlara sık sık hatırlatmalıdır.
Deneme sınavlarından farkı olmadığı unutulmamalı
Sınav stresi ve kaygısı ile baş etmenin en iyi yolu, onu önceden tanıyıp yüzleşmektir. Dolayısıyla aslında öğrenciler sınava hazırlık sürecinde sürekli deneme sınavlarına girdikleri için pek çok defa bu stresle karşı karşıya kalmışlardır. Bu yüzden öğrenciler, üniversite sınavına girerken de bu stresle defalarca yüzleştiklerini hatırlamalı ve bu sınavın da diğer hazırlık sınavlarından farklı olmadığını unutmamalıdır.
Rahat bir sınav için 10 altın kural;
1. Özellikle sınavdan bir gün önce siyah çay, yeşil çay, kahve ve kola gibi kafeinli içecekler tüketmeyin. Adaçayı, ıhlamur gibi bitki çayları veya taze sıkılmış meyve sularını tercih edin
2. Kesinlikle alkolden uzak durmaya özen gösterin
3. Uyku düzenini değiştirecek her türlü aktiviteden uzak durun. Sınava yakın günlerde iyi uyumak zihnin dinlenmesine yardımcı olacaktır
4. Sınavdan önceki günlerde hafif tempoda yürüyüş ve egzersiz yapmaya özen gösterin
5. Sınavdan 1 gün önce, özellikle akşam yemeğinde hafif beslenin
6. Sınavdan önceki gün hazırlıklarınızı bir gün önceden tamamlayın
7. Sınav günü kahvaltıda yumurta, peynir, süt, tam tahıllı ekmek, domates, yeşil biber, salatalık, zeytin, ceviz gibi bütün besin gruplarını içeren gıdalar tüketin ve yeterli enerji alın
8. Sınav esnasında mide ve sindirim problemleri yaşamamak için, gaz yapıcı ve daha önce hiç tüketilmemiş, vücudun alışık olmadığı besinler tüketmeyin
9. Sınav esnasında fazla su tüketimine ve tuvalet ihtiyacının artmasına neden olabilecek fazla yağlı ve tuzlu besinler tüketmeyin
10. Kan şekerinin hızla yükselmesine sonra da düşmesine yol açan çikolata, şeker, tatlı gibi şekerli besinler bilinenin aksine beynin ihtiyaç duyduğu şekeri karşılamaz ve sınav esnasında dikkat dağınıklığına, konsantrasyonun azalmasına neden olur. Özellikle sınav gününde bunlardan uzak durun.

Son Güncelleme: Perşembe, 08 Haziran 2017 11:50

Gösterim: 12798

Pedagog A.Şima Sunder - Lions Quest Yaşam Becerileri Programı Eğitimler Koordinatörü

lionsErken Çocukluk Eğitimi sürecinde 0-6 Yaş “Okul Öncesi Dönem”i, çocuklarımızı geleceğe hazırlayan, onların sosyal-duygusal, bedensel ve bilişsel  gelişim aşamalarında büyük rol oynayan temel Eğitim Dönemi olarak kabul edilmektedir.

Anne ve babalar, en değerli varlıkları olan bebeklerini  kucaklarına aldıkları ilk andan itibaren onun özellikle sağlıklı yaşaması, güçlü ve dirençli olması için büyük özen ve duyarlılık göstermekte, yaşadığı ortamı mümkün olan  en uygun koşullarda hazırlayarak büyütmek istemektedirler.

Temel eğitim ve gelişim  dönemine gelindiğinde ise aileleri, dünyada  ve özellikle ülkemizde çocuklarımıza ihtiyaçları olan sağlıklı ortamı ve beslenmeyi, nitelikli eğitimi, sağlam gelişim imkanlarını verememenin kaygıları sarmaktadır. İşte tam da bu dönemde, söz konusu bu kaygıları umuta çevirecek, onlara uygun eğitim uygulamaları ile yol gösterecek okul öncesi eğitim kurumlarına, bilgili ve deneyimli öğretmenlere, rehberlik uzmanlarına, çocuk doktorlarına ve merkezlerine ihtiyaç duyarlar. Doğru isimlerin ve kurumların  yönlendirmesi ile önce aile içinde daha sonra da okul  öncesi eğitim kurumlarında yaşlarına uygun eğitimle yetişme fırsatı bulan çocuklarımız da, bu dönemi sağlam kazanımlarla yaşamış olacaktır.

Çocuklarımız okul öncesi dönemde bilişsel, fiziksel, duygusal ve sosyal açıdan  gelişimlerini büyük ölçüde tamamlamış olurlar. Bu nedenle, kendilerini bekleyen uzun akademik hayata ya da yaşamın kendisine en iyi şekilde hazırlanabilmelerinde okul öncesi eğitim kurumlarından alacakları destek büyük önem taşımaktadır.

Okul Öncesi Dönemde  ilköğrenime hazırlık aşamasını yaşayan çocuklarımızın okulda uyumlu  olmaları, akademik  başarının  ve kendilerine olan güvenin artması için önemli destek oluşturmaktadır. Bu başarıyı sağlamak ve sürekli kılmak için  okul öncesi dönemde kurumlarda uygulanan programların etkisi çok  büyüktür.

Modern ve bilimsel  eğitim programları arasında ilk sırada yeri olan Yaşam Becerileri Eğitim programı yöntemleri ile hazırlanan ve sosyal duygusal öğrenme esasları erken yaşta uygulanan ortamlarda eğitilen çocuklar için hedeflenen başarıyı elde etmek kolaylaşmaktadır. Bu nedenle de öğretmenlerin  bu yöntemleri kazanarak temel eğitimi sağlamaları beklenmektedir. Bu süreçte  aileyi de içine alan ortak yaklaşımlar öğrencinin kazanacağı değerleri güçlendirmektedir.

lions_quest_22Yaşam Becerileri Eğitim programında çocukların, bir oyun ortamı içinde  güçlü, yaratıcı, yaşadığımız yüzyılda ihtiyaç duyulan  hızlı akıl gelişimine uygun program ve malzeme ile gelişimleri desteklenmektedir.  Ayrıca söz konusu programın sağladığı ilişki odaklı eğitim ortamında çocukların sosyalleşmeleri, oto kontrolleri ve duygusal gelişimleri sağlanmaktadır.

Öğrenme motivasyonları yükselmiş yaratıcı ve üretken bir nesil için erken yaşta en uygun ortamı sağlamak umuduyla tasarlanan Okul Öncesi Dönemi’nde, kendilerine güven duyarak büyüyen, cinsel kimlik kazanan, kendini tanıyan, zihinsel/bilişsel yetenekleri, kapasiteleri artan ve fiziksel sağlıkları gelişen çocukların çevreleri ve akranları ile iletişimlerinin de güçlendiği unutulmamalıdır. Birbirleri ile olumlu ilişkiler kurdukları ortamda çocukların saldırganlık ve şiddet eğilimleri azalmakta, düzene ve disipline uyumları için birlikte çözümler geliştirilmektedir.

Çocuklarımızın kendi çözümlerine  ulaşmaları  ve kişiliklerinin güçlenmesini sağlayarak doğru kararlar vermeleri sürecine de yardımcı olan Yaşam Becerileri Eğitim Programı ile erken yaşta  yetişen çocuklarımızı sağlam ve sağlıklı bir geleceğe hazırlamak, korumak; haklarının  ve ihtiyaçlarının farkına varmalarını sağlamak yetişkinlerin ve eğitimcilerin en önemli görevlerinden biri haline gelmiştir. Zira unutulmamalıdır ki çocuklarımızın, sadece bilgi sahibi olmaları, maalesef, ne akademik hayatta ne de sosyal hayatta başarılı olabilecekleri anlamına gelmemektedir. Öğrenme motivasyonları yükselmiş yaratıcı ve üretken bir nesil yaratabilmek için okul öncesi döneme özellikle önem ve ağırlık vermek büyük önem taşımaktadır.

Görüşler

“Böyle bir organizasyona dahil olmaktan şahsım adıma öncelikle tüm emeği geçenlere teşekkürlerimi bir borç bilirim. Yaşam becerileri eğitimine aktif katılım ve etkinlikler  oldukça ilgi çekici ve bir o kadar da eğiticiydi” Başak Bozkurt / Özel Koşuyolu Mozaik İlkokulu Okul Öncesi Öğretmeni

“Öncelikle tüm emeği geçenlere teşekkürlerimi bir borç bilirim. Aktif katılımlı bu bilgilendirme seminerinde öğrendiklerimi  öğrencilerime uygulayarak güzel geri dönüşler almak beni mutlu etti.”  Müjgan Tangül / Özel Koşuyolu Mozaik İlkokulu Okul Öncesi Öğretmeni

lions Quest Yaşam Becerileri Eğitimi okul öncesi eğitimin öneminin bilincinde, eğitim felsefesini oluşturmuştur. Yaşam becerileri eğitim programı, çocuklara, yetişkinlerin olmalarını istedikleri yerde değil, onların bulunduğu yerde yaklaşmanın gelişim açısından daha yararlı olduğunu savunan bir yaklaşımdır. Çocukların özel beceri, yetenek ve ilgi alanlarını geliştirmek için düzenlenmiş bir programdır. Çocuklar planlama sürecine dahil edilmişlerdir. Etkin öğrenme kavramı ile birlikte, etkin iletişim metotları ile birlikte kullanılır.

Yaşam becerileri eğitiminde bizlere sağladığınız katkılar için teşekkür ederiz.” Ebru Kırveli / Sihirli Orman Anaokulları  Genel Eğitim Koordinatörü

“İnsan gelişiminde erken çocukluk dönemi tüm gelişim alanlarında yaşam için gerekli becerilerin gelişiminin en hızlı olduğu bir zaman dilimidir. Bu dönem, sosyo-duygusal öğrenme yoluyla kişilik ve karakter gelişimine destek olunması gereken bir dönemdir.

Yaşam Becerileri Programı’nın Türkiye’ye geldiği 2007 yılından bu yana programın oluşumunda çeşitli roller aldım. Okul Öncesi ve İlköğretim yılları için uygulamaya geçen programın  kültüre uyarlanması çalışmalarındaydım. Öğretmen seminerlerine katıldım. Sonrasında iki kez yapılan değerlendirme çalışmasının yürütücülüğünü yaptım. Programı farklı açılardan görme ve değerlendirme fırsatım oldu.

İçerikle ilgili çalışmalarımda programın alışıla gelmiş bir içerikten uzak olduğunu gördüm. Didaktik bir yöntem yerine çocukları içine katan demokratik ve paylaşımcı bir yöntem ile yazılmış bir program olması dikkat çekiciydi. O dönemde öğretmenlerin olumlu sınıf kültürü oluştumasına fırsat vereceğini düşünmüştüm. Ardından öğretmen seminerlerine katıldığımda, prorgamdaki bu içerik ve yöntemin seminerlerdeki yaklaşım ve tutuma yansıdığını gözlemledim. Seminerler sonrası öğretmenlerin seminerlerle ve programla ilgili olumlu söylemlerini paylaştıklarını gördüm. Değerlendirme çalışmalarında ise sınıf ortamı ve öğrenci davranışlarını olumlu yönde etkilediği sonucuna ulaşıldı.

Yaşam Becerileri Programı her zaman için değişen farklılaşan ve uygulandığı sınıfın özelliklerine uygun hale getirilebilen esnek bir program olma özelliğini de koruyarak, Türkiye’de 10 yılını tamamlıyor. Türkiye’nin okullarda sosyo-duygusal gelişimi destekleyen bir programa ihtiyacı var. Yaşam Becerileri Programı bu ihtiyaca cevap verebilecek bir program.”

Yrd. Doç. Dr. Mine Göl Güven / Boğaziçi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Öğretim Üyesi

 

> Okul öncesi dönemde yaşam becerileri eğitiminin önemi

Pedagog A.Şima Sunder - Lions Quest Yaşam Becerileri Programı Eğitimler Koordinatörü

lionsErken Çocukluk Eğitimi sürecinde 0-6 Yaş “Okul Öncesi Dönem”i, çocuklarımızı geleceğe hazırlayan, onların sosyal-duygusal, bedensel ve bilişsel  gelişim aşamalarında büyük rol oynayan temel Eğitim Dönemi olarak kabul edilmektedir.

Anne ve babalar, en değerli varlıkları olan bebeklerini  kucaklarına aldıkları ilk andan itibaren onun özellikle sağlıklı yaşaması, güçlü ve dirençli olması için büyük özen ve duyarlılık göstermekte, yaşadığı ortamı mümkün olan  en uygun koşullarda hazırlayarak büyütmek istemektedirler.

Temel eğitim ve gelişim  dönemine gelindiğinde ise aileleri, dünyada  ve özellikle ülkemizde çocuklarımıza ihtiyaçları olan sağlıklı ortamı ve beslenmeyi, nitelikli eğitimi, sağlam gelişim imkanlarını verememenin kaygıları sarmaktadır. İşte tam da bu dönemde, söz konusu bu kaygıları umuta çevirecek, onlara uygun eğitim uygulamaları ile yol gösterecek okul öncesi eğitim kurumlarına, bilgili ve deneyimli öğretmenlere, rehberlik uzmanlarına, çocuk doktorlarına ve merkezlerine ihtiyaç duyarlar. Doğru isimlerin ve kurumların  yönlendirmesi ile önce aile içinde daha sonra da okul  öncesi eğitim kurumlarında yaşlarına uygun eğitimle yetişme fırsatı bulan çocuklarımız da, bu dönemi sağlam kazanımlarla yaşamış olacaktır.

Çocuklarımız okul öncesi dönemde bilişsel, fiziksel, duygusal ve sosyal açıdan  gelişimlerini büyük ölçüde tamamlamış olurlar. Bu nedenle, kendilerini bekleyen uzun akademik hayata ya da yaşamın kendisine en iyi şekilde hazırlanabilmelerinde okul öncesi eğitim kurumlarından alacakları destek büyük önem taşımaktadır.

Okul Öncesi Dönemde  ilköğrenime hazırlık aşamasını yaşayan çocuklarımızın okulda uyumlu  olmaları, akademik  başarının  ve kendilerine olan güvenin artması için önemli destek oluşturmaktadır. Bu başarıyı sağlamak ve sürekli kılmak için  okul öncesi dönemde kurumlarda uygulanan programların etkisi çok  büyüktür.

Modern ve bilimsel  eğitim programları arasında ilk sırada yeri olan Yaşam Becerileri Eğitim programı yöntemleri ile hazırlanan ve sosyal duygusal öğrenme esasları erken yaşta uygulanan ortamlarda eğitilen çocuklar için hedeflenen başarıyı elde etmek kolaylaşmaktadır. Bu nedenle de öğretmenlerin  bu yöntemleri kazanarak temel eğitimi sağlamaları beklenmektedir. Bu süreçte  aileyi de içine alan ortak yaklaşımlar öğrencinin kazanacağı değerleri güçlendirmektedir.

lions_quest_22Yaşam Becerileri Eğitim programında çocukların, bir oyun ortamı içinde  güçlü, yaratıcı, yaşadığımız yüzyılda ihtiyaç duyulan  hızlı akıl gelişimine uygun program ve malzeme ile gelişimleri desteklenmektedir.  Ayrıca söz konusu programın sağladığı ilişki odaklı eğitim ortamında çocukların sosyalleşmeleri, oto kontrolleri ve duygusal gelişimleri sağlanmaktadır.

Öğrenme motivasyonları yükselmiş yaratıcı ve üretken bir nesil için erken yaşta en uygun ortamı sağlamak umuduyla tasarlanan Okul Öncesi Dönemi’nde, kendilerine güven duyarak büyüyen, cinsel kimlik kazanan, kendini tanıyan, zihinsel/bilişsel yetenekleri, kapasiteleri artan ve fiziksel sağlıkları gelişen çocukların çevreleri ve akranları ile iletişimlerinin de güçlendiği unutulmamalıdır. Birbirleri ile olumlu ilişkiler kurdukları ortamda çocukların saldırganlık ve şiddet eğilimleri azalmakta, düzene ve disipline uyumları için birlikte çözümler geliştirilmektedir.

Çocuklarımızın kendi çözümlerine  ulaşmaları  ve kişiliklerinin güçlenmesini sağlayarak doğru kararlar vermeleri sürecine de yardımcı olan Yaşam Becerileri Eğitim Programı ile erken yaşta  yetişen çocuklarımızı sağlam ve sağlıklı bir geleceğe hazırlamak, korumak; haklarının  ve ihtiyaçlarının farkına varmalarını sağlamak yetişkinlerin ve eğitimcilerin en önemli görevlerinden biri haline gelmiştir. Zira unutulmamalıdır ki çocuklarımızın, sadece bilgi sahibi olmaları, maalesef, ne akademik hayatta ne de sosyal hayatta başarılı olabilecekleri anlamına gelmemektedir. Öğrenme motivasyonları yükselmiş yaratıcı ve üretken bir nesil yaratabilmek için okul öncesi döneme özellikle önem ve ağırlık vermek büyük önem taşımaktadır.

Görüşler

“Böyle bir organizasyona dahil olmaktan şahsım adıma öncelikle tüm emeği geçenlere teşekkürlerimi bir borç bilirim. Yaşam becerileri eğitimine aktif katılım ve etkinlikler  oldukça ilgi çekici ve bir o kadar da eğiticiydi” Başak Bozkurt / Özel Koşuyolu Mozaik İlkokulu Okul Öncesi Öğretmeni

“Öncelikle tüm emeği geçenlere teşekkürlerimi bir borç bilirim. Aktif katılımlı bu bilgilendirme seminerinde öğrendiklerimi  öğrencilerime uygulayarak güzel geri dönüşler almak beni mutlu etti.”  Müjgan Tangül / Özel Koşuyolu Mozaik İlkokulu Okul Öncesi Öğretmeni

lions Quest Yaşam Becerileri Eğitimi okul öncesi eğitimin öneminin bilincinde, eğitim felsefesini oluşturmuştur. Yaşam becerileri eğitim programı, çocuklara, yetişkinlerin olmalarını istedikleri yerde değil, onların bulunduğu yerde yaklaşmanın gelişim açısından daha yararlı olduğunu savunan bir yaklaşımdır. Çocukların özel beceri, yetenek ve ilgi alanlarını geliştirmek için düzenlenmiş bir programdır. Çocuklar planlama sürecine dahil edilmişlerdir. Etkin öğrenme kavramı ile birlikte, etkin iletişim metotları ile birlikte kullanılır.

Yaşam becerileri eğitiminde bizlere sağladığınız katkılar için teşekkür ederiz.” Ebru Kırveli / Sihirli Orman Anaokulları  Genel Eğitim Koordinatörü

“İnsan gelişiminde erken çocukluk dönemi tüm gelişim alanlarında yaşam için gerekli becerilerin gelişiminin en hızlı olduğu bir zaman dilimidir. Bu dönem, sosyo-duygusal öğrenme yoluyla kişilik ve karakter gelişimine destek olunması gereken bir dönemdir.

Yaşam Becerileri Programı’nın Türkiye’ye geldiği 2007 yılından bu yana programın oluşumunda çeşitli roller aldım. Okul Öncesi ve İlköğretim yılları için uygulamaya geçen programın  kültüre uyarlanması çalışmalarındaydım. Öğretmen seminerlerine katıldım. Sonrasında iki kez yapılan değerlendirme çalışmasının yürütücülüğünü yaptım. Programı farklı açılardan görme ve değerlendirme fırsatım oldu.

İçerikle ilgili çalışmalarımda programın alışıla gelmiş bir içerikten uzak olduğunu gördüm. Didaktik bir yöntem yerine çocukları içine katan demokratik ve paylaşımcı bir yöntem ile yazılmış bir program olması dikkat çekiciydi. O dönemde öğretmenlerin olumlu sınıf kültürü oluştumasına fırsat vereceğini düşünmüştüm. Ardından öğretmen seminerlerine katıldığımda, prorgamdaki bu içerik ve yöntemin seminerlerdeki yaklaşım ve tutuma yansıdığını gözlemledim. Seminerler sonrası öğretmenlerin seminerlerle ve programla ilgili olumlu söylemlerini paylaştıklarını gördüm. Değerlendirme çalışmalarında ise sınıf ortamı ve öğrenci davranışlarını olumlu yönde etkilediği sonucuna ulaşıldı.

Yaşam Becerileri Programı her zaman için değişen farklılaşan ve uygulandığı sınıfın özelliklerine uygun hale getirilebilen esnek bir program olma özelliğini de koruyarak, Türkiye’de 10 yılını tamamlıyor. Türkiye’nin okullarda sosyo-duygusal gelişimi destekleyen bir programa ihtiyacı var. Yaşam Becerileri Programı bu ihtiyaca cevap verebilecek bir program.”

Yrd. Doç. Dr. Mine Göl Güven / Boğaziçi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Öğretim Üyesi

 

Son Güncelleme: Pazartesi, 20 Haziran 2016 15:01

Gösterim: 13549


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.