banner

Cumhuriyet eğitiminin 91 yılı




Eğitim, birey ve toplum açısından ekonomik ve toplumsal hayatta zorunlu ve gerekli bilgilerin hayat boyu öğretilme alanıdır. "Bireyin toplumsallaştırılması" amacına yönelik olan eğitim, aynı zamanda bireye mili, ahlaki, insani ve evrensel değerlerin aktarılma alanıdır. Bu önemli işlevi sebebiyle eğitim, milli ve siyaset üstü olup, devletlerin en öncelikli işidir. Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük önder M. Kemal Atatürk'ün dediği gibi:  “Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüce bir toplum halinde yaşatır ya da bir milleti tutsaklığa ve yoksulluğa terk eder." (1924)

Osmanlı İmparatorluğu kapalı toplum yapısıyla, Batıdaki Rönesans ve reform hareketleri sonucunda pozitif ilimler ve dolayısıyla medeniyet alanında meydana gelen gelişmeleri zamanında fark edemedi. Ancak 17. Yüzyıl sonlarında savaş alanlarında Batı karşısında mağlup olup sürekli toprak kaybedince aradaki medeniyet farkını görmeye başladı. Bu farkın sadece askeri alanda olduğunu düşünerek, önce matbaa -288 sene sonra da olsa- hayata geçirildi ve ardından batı tarzında askeri yüksekokullar (Kara ve Deniz Mühendishaneleri, Şimdiki İTÜ) açıldı. Böylece Selçuklulardan beri devam eden medreseler gibi klasik eğitim kurumlarımıza paralel olarak batı tarzında modern eğitim kurumları da eğitim hayatımıza girmiş oldu.

18. Yüzyılın ilk çeyreğinde başlayan eğitim alanındaki batılılaşma çabalarımız, 19. Yüzyılda da devam etti. Önce modern ilkokullarımızın temeli olan iptidai mekteplerinin açılmasına hız verildi. 1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonraki dönemde,  ilk ve yükseköğretim arasında köprü hizmetini görecek ortaöğretim kurumlarına (Rüşdiyeler) ağırlık verildi. Hukuk Mektebi, Mülkiye Mektebi ve Tıbbiye Mektebi gibi yüksekokullara Rüşdiye mezunları giriyordu. 1857 yılında yarım asrı aşkın süredir açılmakta olan batı tarzı modern eğitim kurumlarını çatısı altında toplayacak bir örgüt olarak Maarif-i Umumiye Nezareti (Bakanlığı) kuruldu.

1869 yılında kabul edilen Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile modern eğitim kurumları ilk defa üç kademeli bir sisteme bağlandı:

1.İlköğretim     : İptidai Mektepleri

2.Ortaöğretim  : Rüşdiyeler, İdadiler, Sultaniler

3.Yükseköğretim  : Darülfünun

İlk Sultani olan Galatasaray (Mekteb-i Sultanî) 1868’de, ilk İdadi olan Vefa(Dersaadet İdadi-i Mülkî-i Şahanesi) 1872 yılında öğretime açıldı.

Atatürk ve eğitim

Altı yüz yıllık Osmanlı İmparatorluğu, 20. yüzyılın başlarında, gelişmiş batılı devletlerin peş peşe gelen öldürücü darbelerine maruz kaldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun başta İstanbul olmak üzere Anadolu’nun batı ve güney bölgeleri dönemin güçlü devletleri ve onların maşası Yunanlılar tarafından işgal edildi. Osmanlı padişahı ve yöneticileri işgal güçlerinin elinde kukla durumuna düşürülmüştü.  Türk milleti, en sonunda Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının öncülüğünde ayağa kalktı. Yapılan Kurtuluş Savaşı sonucunda bağımsızlığını kazanan Türk milleti, Türkiye Cumhuriyeti adıyla ulus devletini 29 Ekim 1923’te kurdu.

Gazi Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı içinde, Kütahya-Eskişehir Muharebeleri devam ederken (15-21 Temmuz 1921) Ankara’da 180 kişinin katıldığı 1. Maarif Kongresi’ni toplayarak, kurulacak milli devletin eğitim sisteminin ve bu alanda yapılacak çalışmaların programlanmasını istedi. Bu konuda oluşturulacak programın, sosyal hayatımızın ihtiyaçlarına ve çağın gelişmelerine uygun olması gerektiğini ifade etti.

1923′ten sonraki gelişmelere baktığımızda, Atatürk önderliğinde sefalet ve cehalet ile mücadelenin birlikte ele alındığını görmekteyiz. Atatürk'ün, 1923'te Cumhuriyet’i ilan etmesinden sonra yaptığı ilk devrim, eğitim alanında oldu.  19. Yüzyılın son çeyreğine girildiğinde eğitim hayatımızda; Evkaf Nezareti'ne bağlı dini ağırlıklı öğretim yapan klasik eğitim kurumları (Sıbyan mektepleri, medreseler) ve Maarif-i Umumiye Nezareti'ne bağlı pozitif bilimler ağırlıklı laik öğretim yapan modern eğitim kurumları olmak üzere iki tür eğitim kurumu vardı. Bu kurumların birinden "İslâmi" yönü ağır basan klasik "alaturka" aydın tipi, diğerinden pozitif bilimlerle yetişmiş “akılcı” yönü ağır basan, biraz da "batı hayranı, alafranga"  aydın tipi yetişiyordu. 3 Mart 1924'de kabul edilen 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat (Öğretim birliği) Kanunu ile bütün eğitim kurumları birleştirildi ve Maarif Vekaleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı) bağlandı.

2 Mart 1926’da Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun uygulanması için “Maârif Teşkilatı Hakkında Kanun” kabul edildi. Bu kanun ile ilkokul parasız ve zorunlu hâle getirilirken, bir Dil Heyeti, Maârif Eminlikleri ve Millî Talim ve Terbiye Dairesi kuruldu. Böylece, bütün bireylerin, tek tip bir eğitimle, ulus devlet bilincine sahip, aklı ve bilimi rehber kabul eden, laik düşünceli insanlar olarak yetiştirilmesi amaçlandı. Demokratik, laik bir toplum yapılanmasının ancak eğitimle gerçekleşebileceğini bilen Atatürk, bu amaca yönelik yeni bir eğitim anlayışının kurumsallaşmasını sağladı.

Cumhuriyet’in kabulü ile eğitimde gerçekleştirilen inkılâp hareketlerinden bir diğeri Harf İnkılâbıdır. Türk inkılâbının dayandığı millileşmek ve çağdaş uygarlık düzeyine çıkmak düşüncesinin ürünü olan ve Cumhuriyet’in en köklü atılımlarından olan dil meselesinin çözümü amacıyla atılan ilk adım, 28 Mayıs 1928’de sadece alfabeyle ilgilenecek ilk Dil Encümeni’nin kurulması oldu. 3 Kasım 1928 tarihli “Türk Harfleri Hakkındaki Kanun”un yürürlüğe girmesiyle, 1928 yılı Aralık ayından itibaren resmi ve özel bütün Türkçe gazeteler ve dergiler yeni Türk harfleriyle çıkmaya, devlet yazışmaları bu harflerle yapılmaya başlandı.

Yeni Türk Harflerinin kabulünden sonra Türkiye’de geniş anlamıyla bir eğitim seferberliği başlatıldı. Bu seferberlikle yeni alfabenin okul dışında kalanlara da öğretilmesi ve halk arasında yaygınlaştırılması için, Başöğretmenliğini bizzat Atatürk’ün yaptığı “Millet Mektepleri” oluşturuldu.  Öncelikle, halk hızla okuryazar hale getirilmeye çalışıldı, kızların eğitimine büyük önem verildi. Bunun için öğretmen yetiştirmeye ve ilkokulları yaygınlaştırmaya büyük özen gösterildi.

İyi insan, iyi vatandaş

Atatürk, bu çabalarla, "iyi insan, iyi vatandaş" özelliklerine sahip bireyler yetişmesini istiyordu. 1 Ocak 1929’da açılan bu okullar 1935-1950 yılları arasında önemli bir işlevi yerine getirerek geniş bir halk kesiminin yeni yazıyı öğrenerek okuryazar olmasını sağladı.

Eğitim alanında yapılan inkılâp hareketlerinden sonra, 1923-1938 arasında Türkiye nüfusu % 38 oranında artarken, ilköğretimdeki öğretmen sayısı da % 154’lik bir artış gösterdi. Özellikle kadın öğretmen sayısındaki % 352’lik artış ile kız öğrencilerdeki % 323’lük ortaokullardaki öğrencilerde %1255 ve liselerdeki öğrenci sayısındaki % 1692’lik artış dikkat çekicidir. Diğer taraftan yeni açılan ilkokul sayısı % 137, ortaokul sayısı % 194 ve lise sayısı % 296’lık bir artış gösterdi. Üniversitelerdeki öğrenci sayısı ise  % 328 arttı pharmaciepourhomme.fr.

Atatürk, devlet başkanlığı yaptığı 1923-1938 yılları arasındaki on beş yıllık kısa sürede, bir taraftan 18. yüzyılda başlayıp Tanzimat’la hızlanan çağdaşlaşma sürecindeki çabaları, milli bir bilinçle bir sistem içinde sürdürürken, bir taraftan da toplumun ihtiyacı olan devrimleri, öncelik sırasına göre hayata geçirdi. Türk toplumu, bu kısa sürede düşüncede ve sosyal hayatta çağ atladı. Atatürk, devrimlerin yanı sıra, Türkiye Cumhuriyeti'ni sonsuza dek yaşatacak ilkeleri ve hedefleri ortaya koydu. Bu hedef; ülkeyi ve milleti çağdaş uygarlıklar düzeyinin üzerine taşımaktır. İlkeler ise; cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, inkılapçılık bağlamında ulusal birlik ve bütünlüğü sağlamaktır.

Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel döneminde (1938-1946) Halkevleri'nin yaygınlaştırılması, Köy Enstitüleri'nin açılması, Doğu ve Batı klasiklerinin Türkçeye çevrilmesiyle eğitim büyük bir ivme kazandı. Çok partili rejime geçiş ve iktidarın seçimlerle el değiştirme süreci içinde, kültür ve sanat hayatında olduğu gibi, eğitim alanında da politik, dini ve ideolojik akımların etkileri görülmekle beraber, Atatürk'ün "iyi insan, iyi vatandaş" yetiştirme politikası değişmedi. 1940’lı yılların sonunda Köy Enstitüleri'nin çeşitli dedikodularla yıpratılması ve ardından da kapatılması eğitimimiz için büyük bir kayıp oldu.

1973'te kabul edilen 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ile eğitim sistemimiz; "örgün eğitim" ve "yaygın eğitim" olmak üzere iki ana bölümden oluştu. Çağın gereklerine göre toplumun eğitim ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlayan bu yapılanmada da hedef, "iyi insan, iyi vatandaş" yetiştirmektir. Zorunlu eğitimin; 1998 yılında beş yıldan sekiz yıla, 2012 yılında on iki yıla çıkarılmasında da amaç, bu hedefe ulaşmaktır.  Bugünkü eğitim sistemimizin ezberci ve aktarıcı yöntemleriyle çağımızın ihtiyacı olan yaratıcı ve üretken bireyleri yetiştiremeyiz. 91 yıllık Cumhuriyet döneminde Türk insanının eğitim ortalaması, maalesef 5 yılı aşamamıştır.

Nitelikli insan, bilinçli yurttaş

20. Yüzyılın "Sanayi Toplumu", 21. Yüzyılda bilim ve teknolojideki hızlı gelişmelerle yerini  "Bilgi ve Enformasyon Toplumu"na bıraktı. İletişim, bilişim ve ulaşım alanındaki hızlı değişim,  dünyayı "küreselleşme" sürecine soktu. Bunun sonucunda devletler arasında dayanılmaz bir rekabet başladı. Bu hızlı gelişim ve değişim, uluslararasındaki uygarlık ve refah düzeyleri arasındaki farkı giderek açtı. Ancak, insanlarına sürekli bilim ve teknolojideki yeniliklere paralel eğitim veren ve onların beceri ve yeteneklerini geliştiren devletler rekabet üstünlüğünü sağlayabildiler. Ülkeler arasındaki bu amansız rekabet, "eğitim"i devletlerin en stratejik faaliyet alanı haline getirdi.

Artık 21. yüzyılın bu sürekli yenilenen ve çeşitlenen iş ortamında rekabet üstünlüğünü, sadece "iyi insan, iyi vatandaş" yetiştirerek sağlayamayız. Başarı için, yalnızca okul eğitiminin yetmediği, herkesin, her şeyi, her yerde yaşam boyu öğrendiği bir dünyada yaşıyoruz. Yoğun uluslararası ilişkiler ağı içerisindeki dünyada etkin ve üretken bir biçimde yer alabilmek, toplumun yaşam kalitesini yükseltebilmek için, insanımızı çok donanımlı yetiştirmek zorundayız. Bunun için, önce insanımızı, küreselleşmenin geliştirdiği evrensel kültürün, önlenemez yayılmacılığına karşı, ulus-devlet bilincine sahip, ulusal değerlerimizi özümseyen, Atatürk devrimleri ve ilkelerini benimseyen ve Cumhuriyet'in kazanımlarını koruyan insanlar olarak yetiştirmeliyiz. Ayrıca, bunların demokrasiye, hak ve özgürlüklerine sahip çıkan, insanlığa saygılı, bilinçli ve sorumlu insanlar olarak yetişmesine özen göstermeliyiz.

Çağımızın ihtiyacı olan Türk insanını; araştırıcı, sorgulayıcı ve buldurucu yöntemlerle bilgiye ulaşan ve bu bilgiyi kullanıp paylaşabilen, analiz ve sentez yapabilen, iletişim kurma becerisine sahip, takım çalışmasına yatkın, teknolojiyi etkin ve verimli kullanabilen, kendisini sürekli yenileyebilen, yaşam boyu öğrenmeyi benimsemiş bireyler olarak yetiştirmeliyiz. Küreselleşme ve AB'ye uyum sürecindeki 21. Yüzyıl Türkiye'sinde eğitim sistemimizin yetiştirmesi gereken insan tipi; "misyon yüklenebilen, vizyon sahibi, liderlik yeteneğine sahip, yeteneklerini ve becerilerini geliştirmiş, donanımlı, ulusal ve evrensel değerleri özümsemiş" bir insan tipidir.

Türkiye,   genç nüfusa sahip bir ülkedir. Bir avantaj olan genç nüfusu, kısa zamanda eğitim yoluyla "nitelikli insan ve bilinçli yurttaş" olarak yetiştiremezsek, küresel dünyayı yönlendiren güçlü milletlerin elinde bir oyuncak durumuna düşeriz.  Bu durum, geleceğimiz açısından bir fırsat olmaktan çıkıp, bir dezavantaj durumuna geçer. Gelişen ülkelerle hiçbir alanda rekabet edemeyiz. O zaman, Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Atatürk'ün ortaya koyduğu çağdaş uygarlığın üzerine çıkma hedefinin gerisine düşmüş oluruz.

Küreselleşme ve AB'ye uyum sürecinde yeni bir eğitim reformu yaparken dikkat edilecek öncelikli husus, Türk eğitim sisteminin milli ögelerini korumaktır. Bunun için eğitimin tüm paydaşlarının uyanık ve duyarlı olmaları gerekmektedir. Bu milli ögeler; Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlılık, Cumhuriyeti ve kazanımlarını korumak ve Türk milletini çağdaş dünyanın seçkin bir ortağı yapma ülküsünü benimsemektir. Bu ögeleri, küresel dünyanın demokrasi, özgürlük, insan hakları, çevreyi koruma, hümanizm gibi ögeleriyle sentez yaparak milli eğitim reformumuzun stratejisini belirleyebiliriz.

Genel değerlendirme ve sonuç

Türk Milli Eğitim Sistemi, son doksan bir yılda sürekli çeşitli etkenlerle değişik sistemlerin uygulama alanı haline geldi. Sonuçları alınmadan kısa sürede terk edilen bu farklı uygulamalar, eğitimde bir karmaşa ortamı yarattı. Hiçbir alt yapı çalışması yapılmadan ve eğitim dünyasının görüşleri alınmadan acele olarak hayata geçirilen 4+4+4 eğitim sistemi, üç yıldır uygulamasına rağmen halen verimli bir biçimde hayata geçirilememiştir.  Genel Liselerin Anadolu Liselerine dönüştürülmesi, bu okulların eğitim kalitelerini arttırmamış, tam aksine düşürmüştür. İlköğretimden ortaöğretime, ortaöğretimden yükseköğretime geçişlerde yapılan sınav sistemlerinin sürekli değiştirilmesi büyük karışıklıklara sebep olmaktadır.

Eğitim yöneticilerini sürekli tasfiyeye yönelik operasyonlar okullardaki eğitimi olumsuz etkilemektedir. 1848’de kurulan ilk öğretmen okulundan bu yana çeşitli eğitim kurumlarıyla öğretmen ihtiyacını karşılayan Bakanlığın, 12 Eylül 1980 İhtilalinden sonra Eğitim Enstitüleri ve Yüksek Öğretmen Okulları gibi eğitim kurumları kapatıp, öğretmen yetiştirme görevini üniversitelere devretmesi ve son olarak, 2014-2015 öğretim yılında öğretmen liselerini kapatması, öğretmen yetiştirme konusundaki sıkıntıları iyice büyütmüştür. Ayrıca sürekli yapılan program, öğretim teknikleri ve mevzuat değişiklikleri de eğitimciler, veliler ve öğrenciler arasında büyük sıkıntıların yaşanmasına sebep olmaktadır. Bugün Türk milli eğitiminin; fiziki ortam, araç-gereç ve donanım, eğitim ve öğretim programları, rehberlik ve öğretim teknikleri, yöneltme ve yönlendirme gibi konularda çeşitli sorunları bulunmaktadır.

Sonuç olarak; okul öncesi eğitimi güçlendirir ve zorunlu eğitim kapsamına alır, ilköğretimin kalitesini öğrenmeyi öğretme yöntemleriyle ve etkin rehberlikle yükseltir, orta ve yükseköğretim düzeyinde yoğun biçimde mesleki eğitime yönelmeyi sağlar ve dolayısıyla üniversite önündeki yığılmayı önlersek; büyük ölçüde "nitelikli insan, bilinçli yurttaş" yetiştirme hedefimize bizi taşıyacak sağlıklı bir eğitim ortamını oluşturmuş oluruz.

Yrd. Doç. Dr. Sakin Öner

İstanbul Kavram Meslek Yüksekokulu Müdürü

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.



Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.