banner

10 soruyla çocukların dil öğrenimi belirlenemez




“İkidillilik ve Çokdillilik: Erken yaşta birden fazla dil öğrenimi’ başlıklı kitabını kısa süre önce yayınlayan Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Belma Haznedar, “Ulusal ve uluslararası konferanslarda, TÜBİTAK tarafından desteklenen projelerin seminerlerinde ve ayrıca son yıllarda Boğaziçi Üniversitesi’nin halka açık seminerlerinde hep ikidilli çocuklar, ikidilli çocukların dil gelişimi konusunda konuşmalar ve paylaşımlarda bulundum. Gerek öğretmen arkadaşlar gerekse anne babalar ısrarla ‘bu anlattıklarınızı bir kitapta toplayamaz mısınız?’ diye sorardı. Bu nedenle, kitap düşüncesi zihnimde hep vardı.” diye konuştu. Bu alanda Türkçe kaynakların sınırlı olduğunu belirten Haznedar, küçük yaşta iki dil birden öğrenme süreci yaşayan çocukları inceleyen bir araştırmacı olarak, çocuklarda ikidilliliğin öyküsünü Türkçeye kazandırmak istediğini söyledi. Haznedar ile yeni kitabı ekseninde yabancı dil konusunu konuştuk.

belma_haznedar_bounKitapta neler ön plana çıkıyor, kitabı okuyanlar hangi konularla buluşacaklar, ana hatlarıyla anlatabilir misiniz?
Kitapta 7 temel bölüm var. İlk olarak kitabın en başında ikidilliliğin-çokdilliliğin dünya genelinde ne kadar yaygın olduğunu, tek bir coğrafya ile sınırlandırılamayacağını belirtiyor ve ikidilliliğin türlerini anlatıyorum. 2. Bölümde, anadil öğreniminin temel özelliklerini ele alıyorum. Neden diye sorabilirsiniz? Bu noktada, lütfen şunu belirtmeme izin verin. Çocuk yaşta veya yetişkin yaşta ikinci bir dil veya yabancı bir dil öğrenme konusu, literatürde hep anadil öğrenimi çalışmalarıyla kol kola yürümüştür. Özellikle 1970’li yıllardan bu yana İngilizcenin temel alındığı pek çok araştırmada, İngilizcenin anadil olarak öğrenimi konusunda sayısız kitap ve makale üretilmiş ve sayısız kuram geliştirilmiştir. İkinci dil öğrenimi alanında çalışan pek çok araştırmacı anadil ediniminde ortaya atılan bu görüşleri ve kuramları ikinci veya üçüncü dillerde test etmek, anadil edinimi ile ikinci dil edinimi arasındaki farkları veya benzerlikleri belirlemek istemişlerdir. Bu anlamda anadil edinimi çalışmaları ikinci veya üçüncü dillerin öğrenimine ışık tutmuştur. Bu nedenle, kitabın başında öncelikle erken çocukluk döneminde anadil öğreniminin temel özelliklerini inceledim. Daha sonra iki farklı dili doğumdan itibaren öğrenen çocuklarla, belli bir yaştan sonra öğrenen çocukların dil gelişimini, diller arası etkileşim, iki farklı dilde söz varlığının ve sesbilgisinin öğrenilmesi, cümle yapısının ortaya çıkışı, dil-ötesi beceriler gibi bir dili oluşturan temel bileşenler açısından inceledim.
Kitabın ilerleyen bölümlerinde ikidilliliğin bilişsel, nörolojik ve sosyal boyutlarını ele aldım, çünkü erken çocukluk döneminde dil gelişimi aynı zamanda çocuğun bilişsel ve sosyo-duygusal gelişimi ile yakından ilişkilidir. Bu alanlar çocuğun gelişmesini sağlayan tüm zihinsel ve sosyal süreçleri içerir. Buna ek olarak, özellikle göçmen topluluklarda yoğun görülen miras dil konuşucusu çocuklarda dil gelişiminin özellikleri ve miras dillerin kuşaklararası aktarımına dönük çalışmalara yer verdim. Son bölümlerde, bir yandan, ikinci bir dilde okuma yazma becerilerinin gelişimi ile okumaya etki eden faktörleri ve iki dilin yazılı dilde birbirine etkilerini tartışırken, dünyada ve ülkemizde uygulanan ikidilli eğitim sistemlerini, zayıf ve güçlü boyutlarıyla ele aldım. Son bölümde ise, çocuklarını ikidilli veya çokdilli yetiştirmek isteyen anne babaların uzun yıllardır kimi zaman endişeyle kimi zaman merakla sordukları sorulara yer verdim.

BİR DİLİ ÖĞRENMEK İÇİN 5-7 YIL GEREKİR
Erken çocukluk döneminde yabancı dil eğitimi neden önemli?
Erken çocukluk döneminde yeni bir dile başlamanın pek çok önemli boyutu var. Birincisi, dil öğrenimi zaman alır, kısa sürede gerçekleşmez. Bazen dilin çok küçük görünen özelliklerini tamamen öğrenmek ve uygun ortamlarda doğru kullanmak için aylar, yıllar gerekir. Hatta şunu rahatlıkla söylemek mümkün: Temel iletişim becerilerinin ötesinde, bir dili akademik anlamda öğrenmek için yaklaşık olarak 5-7 yıllık bir süreye ihtiyaç vardır. Burada özellikle, bir dilde okuma yazma, okuduğunu anlama, uygun bir şekilde ilgili bağlamlarda kullanma gibi tüm dil becerilerinden söz ediyorum. Haliyle, tüm bu süreç zaman alıcı bir süreç, ne kadar erken başlarsanız o kadar iyi olabilir. Olabilir diyorum, çünkü ekren başlamak yetmez! Yabancı dili çocuklara nasıl öğrettiğiniz daha da önemli. Bu anlamda, ülkemizde pek çok üniversitenin hazırlık bölümlerinde yapıldığı gibi, tüm dil becerilerini bir akademik yılda başarmak mümkün değildir. Bu nedenle, bana göre yabancı dil eğitimi üniversite düzeyine kalmaması gereken, tersine öğrenimine erken yaşta başlanması son derece önemli olan bir alandır. Zira, yetişkin bir kişinin dünyaya açılımını ve bilgiye erişimini sağlayan, dolayısıyla toplumun refah düzeyinin gelişimine katkıda bulunan bir anahtar konumundadır. Ayrıca, erken yaşta uygun koşullar sağlandığında, dilin özellikle sesbilgisel özelliklerini öğrenmek daha sorunsuz gerçekleşebilir, çünkü belli bir yaştan sonra anadilimizin ses özellikleri iyice şekillenmiş olduğundan, yeni öğrenilen dildeki bazı sesleri bir anadil konuşucusu gibi sesletemeyebiliriz. Bu anlamda, evet, uygun koşullar sağlandığında erken başlamak bir adım önde olmayı sağlayabilir ama bu büyük resmin sadece bir kısmı. Özellikle, küreselleşen dünyada İngilizceyi uluslararası ortak bir dil olarak ikinci veya üçüncü dil olarak konuşan milyarlarca kişinin, sayıca Amerikalı ya da İngilizler gibi anadil konuşucularından kat be kat fazla olduğu düşünüldüğünde, kimi seslerin telaffuzunda yaşanan zorluklar, artık eskisi kadar gündem oluşturmamaktadır.

Kitabınızın başlığı İki Dillilik ve Çok Dillilik... İki kavram arasındaki farklar nelerdir?
Kitabın başlığında İkidillilik ve Çokdillilik terimlerini özellikle birlikte kullandım. Kitapta ayrıntılı şekilde tartışıyorum ama burada biraz basitleştirerek belirteyim. İkidilli ve çokdilli kişiler herhangi bir toplulukta başkalarıyla birden fazla dilde yazılı veya sözlü iletişim kurabilen, bu dillerde okuma, yazma, konuşma gibi dil becerilerini amaca uygun, fakat farklı düzeylerde kullanabilen kişiler olarak tanımlanmıştır. Bu açıdan düşünüldüğünde, ikidilli kişi, iki farklı dili kullanabilen, çokdilli kişi ise, ikiden fazla dili kullanabilen kişileri tanımlamaktadır. Tarihsel perspektifi sunmak için, ikidillilik ve çokdillilik terimlerini bir arada kullandım. Ama ikisi arasında yer yer örtüşen özellikler olsa da, iki kavramı birbirini yerine kullanmıyorum, bunun bilinmesini isterim, çünkü gerçekten de iki terimin kapsamı yakından düşünüldüğünde, birbiri yerine kullanmak yanıltıcı olurdu. Nedenini şöyle açıklayayım: İkidillilik ve çokdillilik arasındaki en belirgin farklardan biri, ikidillilikte önceden öğrenilen bir dil varken, çokdillilikte önceden öğrenilen dil sayısının birden fazla oluşudur. İkidillilik ile çokdillilik arasındaki bu fark, özellikle diller arası etkileşim ve diller arası geçişler sırasında, hangi dilin diğerini nasıl etkilediği konusunda yoğun tartışmalara neden olan bir konudur. Öğrenilen dillerin özelliklerine bağlı olarak, kimi zaman ikidilli çocukların anadillerinden ikinci veya üçüncü dile, kimi zaman ikinci dilden üçüncü dile aktarımlar yaptıklarını görüyoruz. Oysa, ikidillilikte bu tür dil transferleri doğal olarak sadece iki dil arasında gerçekleşir. Bu, hem kuramsal anlamda hem de pratikte önem taşıyan bir unsurdur ve bizi iki terimi birbiri yerine kullanmaktan alıkoyar.

Türkiye’nin erken çocukluk döneminde yabancı dil öğrenimi ile ilgili politikaları hakkında neler söyleyebilirsiniz? Bu konuda neler yapılması gerekiyor?
Bu soruyu özellikle Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belirlenen politikalar çerçevesinde yanıtlamak isterim. Ülkemizde çeşitli okul türleri ve buna bağlı olarak farklı uygulamalar var. 3 yıl önce açıklanan 2023 Vizyon metni, kendi içinde yabancı dil eğitimi alanında kaydedilen yenilikleri ana hatlarıyla kapsamakla birlikte, uygulamada ne olduğunu düşündüğümüzde, ülkemizde yabancı dil politikalarının ne yazık ki uzun vadeli yapılmadığını ve sınav sistemine göre sık sık değişikliğe uğradığını görüyoruz. Bence en büyük sıkıntı burada yatıyor. Merkezi sınavların olduğu bir sistemde yabancı bir dili öğretmek, büyük ölçüde öğrencileri sınava hazırlamak anlamına gelebiliyor. Üstelik sınav dediğiniz şey, 8. Sınıfta sadece 10 sorunun sorulduğu bir sınav. Şöyle düşünelim: Devlet okullarında yabancı dil 2. Sınıfta başladığına göre, okul sisteminde 7 yıl öğretmeye çalıştığınız bir dilden sadece 10 soru sorarak öğrenciyi sınava alıyorsunuz. Bir yabancı dili öğretmek, çocuğun o dilde okuyup yazması, karmaşık ve uzun vadeli geleceğe yapılan bir yatırım. 10 soru ile çocuğun dilde ulaştığı düzeyi, dille ne yapıp yapamadığını belirlemek mümkün değil.
Bence, ülkemizde yabancı dil eğitimi alanında yaşanan sorunların bir başka boyutunu, dili sadece haftada birkaç saate sıkıştırılmış bir ders olarak görme sorunu oluşturuyor. Örneğin, 2. Sınıfta başlayan yabancı dil dersleri ki, burada yabancı dil derken İngilizce derslerini kastediyorum, ilkokul 2, 3 ve 4. Sınıflarda haftada sadece iki saatle sınırlı. Bazı okullarda seçmeli derslerin bir iki saati İngilizceye ayrılabiliyor ve bu sayede İngilizce dersi 3 veya 4 saate çıkabiliyor ama bu, her okulda görülen bir uygulama değil. Sınırlı derken abartmıyorum, gerçekten çok sınırlı. Oysa, dil öğreniminde altın kurallardan biri, dilde sürekliliğin sağlanmasıdır.
Ayrıca, son yıllarda yabancı dil kitaplarının bir bölümünde yer alan temalar bence güzel özellikler kapsıyor ama temaların sunuluş biçimleri gerçeklikten ve doğallıktan uzak. Bu nedenle, öğrencilerin yabancı dili içselleştirmeleri ve günlük hayatın doğal bir parçası haline getirmeleri zorlaşıyor. Öğrenilen yabancı dil, günlük hayattan kopuk ve öğrencilerin yaşamlarında yer etmediği ve sadece ders olarak kaldığı sürece, uzun vadeli hedeflerden bahsetmek imkansız hale geliyor ve ne yazık ki, 5.sınıfta öğretilenlere bakıyorsunuz, 9. Sınıfta yine öğretilmeye çalışılıyor. Buna staj dersleri için sınıf gözlemlerine gittiğimiz zaman tanık oluyoruz. Dilbilgisinden bir örnek vermek gerekirse, 9. Sınıfta hala, 5. Sınıfta öğretilmeye çalışılan ‘geniş zaman yapıları’ dersin belkemiğini oluşturabiliyor, aradan geçen onca yıla rağmen. Diğer bir deyişle, yıllar içinde hem öğrenciler, hem de öğretmenler olarak aynı sarmalın etrafında dönüp, duruyoruz.
2021 yılında yabancı dil sadece kitaplardan öğrenilmez diyebilirsiniz! Haklısınız! ama lütfen unutmayalım ülkemizin her yerinde eğitime ve öğretim malzemelerine erişim olanakları aynı olmadığından, Milli Eğitim Bakanlığının onay verdiği ders kitapları öğretmen arkadaşların hala sıklıkla başvurduğu öğretim malzemelerinin başında geliyor.
Dil öğretimi konusundaki politikalara, Eğitim Fakülteleri açısından baktığımızda, Fakültelerimizden mezun olan öğretmenlerin gereken akademik donanımla mezun olduğunu söylemek isterim. Bunu abartmıyorum. Türkiye bu donanıma sahip ama biz o mezun ettiğimiz öğretmenlerin atamasını yapabiliyor muyuz? Okullarımızda yeterli sayıda yabancı dil öğretmenimiz var mı? Eğitim Fakültesi mezunlarının ataması yerine, ücretli öğretmenleri mi görevlendiriyoruz? Ücretli öğretmenlerin bir bölümü 2 yıllık önlisans mezunu olabiliyor, bir kısmı sertifikalarla öğretmenlik yapıyor. Bu öğretmenlerimizin gerçekten dil öğretimi konusunda gereken donanıma sahip olduğundan emin miyiz? Bence bu konularda sıkıntılarımız var. Bunları sorgulamamız ve çözüm yolları geliştirmemiz gerekiyor.

Dünyada erken çocuklukta yabancı dil eğitimi ile ilgili öne çıkan uygulamalar hakkında bilgi verebilir misiniz?
Dünyadaki örnekleri incelediğimizde, öğrenen odaklı ve çocuğun yaparak öğrenmesini sağlayan ortamlar ve ilkeler çerçevesinde günümüze kadar gelen uygulamaları görüyoruz. İlk olarak, Kanada’da 1960’lı yıllarda ortaya çıkan ve sonrasında dünyanın pek çok yerinde uygulanan ikinci dilde yapılan yoğun eğitim programları, son yıllarda daha farklı vurgularla gerek Avrupa ülkelerinde, gerekse Kuzey Amerika gibi ülkelerin okul sistemlerinde sıklıkla görülmeye başlanmıştır. Ülkeden ülkeye farklı uygulamaları olsa da, içerik temelli eğitim adı verilen bu modellerde öğrencinin aldığı bazı dersler ikinci bir dilde yapılabilmekte, dersler arası bağlantılar kurulmaktadır. Bu programların temel özelliği, sadece dil öğretimine odaklanmayıp, diğer derslerdeki konu içeriklerinin de yabancı dilde öğretilmesidir. Özelllikle, 1990’lı yılların ortalarından itibaren yaygınlaştığını gördüğümüz içerik-temelli ikidilli eğitim programları, genel bir terim olmakla birlikte, hem dersin içeriğini, hem de dil öğretimini esas alan bir yaklaşımdır. İçerik temelli dil öğretimi, gerek uygulama, gerekse kuramsal yanıyla, dil öğretiminde pek çok boyutu kapsayan genel bir çerçeve sunar ve farklı şekillerde uygulanabilir. Örneğin, ülkemizde bazı okulların ortaokul İngilizce programlarında veya lise programında edebiyat, tarih, coğrafya gibi sosyal içerikli derslerin Türkçe, matematik, fizik ve kimya gibi fen derslerinin ise İngilizce verilmesi şeklinde uygulanan biçimleri vardır. Daha eskilerde ise, ilk açıldığı dönemlerde ortaöğretimde sınava ve seçmeye dayalı yoğun İngilizce programlarıyla öne çıkan okullar olmuştur. Ancak bu programları ortaöğretimde okul çeşitliliği yerine program çeşitliliğini esas alan bir yapıya geçilmesi sonucu, genel liselerin Anadolu liselerine dönüştürülmesi ile ortaya çıkan Anadolu Liseleri programlarıyla karıştırmamak gerekir, çünkü yeni uygulama, Anadolu liselerinin genel özelliği olan hazırlık sınıf eğitimini belli başlı birkaç Anadolu lisesi dışında, tamamen ortadan kaldırmıştır.

Erken çocukluk dönemi yabancı dil eğitiminde öğretmen yeterlilikleri hakkında neler düşünüyorsunuz?
Eğitim Fakültelerinin Yabancı Diller Eğitimi Bölümlerinde uygulanmakta olan program, içerik bakımından birçok üniversitede birbiriyle örtüşen özelliklere sahip bir program. Fakülteler arası irili ufaklı farklar olsa bile, ülkemizde temel olarak öğretmen yeterlikleri konusunda genel bir ortak payda oluşmuş durumda. Bu anlamda Eğitim Fakültelerinde belirlenen derslerin içeriği ve dolayısıyla öğretmen yeterliklerinin belli standartlara sahip olduğunu düşünüyorum. Uzun yıllardır çocuklarda birden fazla dil gelişimini inceleyen bir araştırmacı olarak, bana göre, çocuklarla çalışan bir öğretmenin sahip olması gereken akademik donanım konusunda şunları sıralayabilirim:
Çocuklarla çalışan bir öğretmen, herşeyden önce çocuğun bilişsel, dilsel ve sosyo-duygusal gelişim basamaklarını bilmelidir. Aksi halde, ders sırasında sınıf içinde kullanacağı, öğretim malzemelerini seçerken, hazırlarken ve uygularken zorluklar yaşar.
Öğretmen ayrıca, çocukta anadil gelişiminin özelliklerini ve çocuğun anadilini öğrenirken geçirdiği basamakları bilmesi gerekir. Tüm bunlar neden önemli? Önemli çünkü, bugün biliyoruz ki, bazı çocuklar dil öğreniminin ilk aşamalarında adına sessiz dönem dediğimiz bir süreçten geçebilir, aylarca sessiz kalabilir. Ama bu, dili anlamadığı veya işlemlemediği anlamına gelmez. İkincisi, çocuk anadilin özelliklerini diğer dile aktarabilir. Bu da, son derece doğaldır.
Dildeki bazı farklar (örneğin, cümle yapısı) daha kolay öğrenilirken, bazı özellikler daha zor öğrenilir. Bunu bilmek neden önemli, çünkü öğretmen öğrencinin dil öğreniminde hangi açılardan sorun yaşayacağını bilirse, sınıfta kullanacağı yöntem ve öğretim malzemelerini veya dersin odak noktasını ona göre daha iyi belirleyebilir.
Öğretmen, erken çocuklukta ikinci bir dil nasıl öğrenilir, bunun özellikleri nelerdir, çocuğun zihninde var olan dil, yeni öğrenilmeye başlanan dili nasıl etkiler gibi bir dizi soruya cevap verebilmelidir. Sözün özü, çocuk gelişimi ile anadil ve ikinci dil öğrenme aşamalarını bilme, çocuğa uygun öğretim yöntemlerini belirleme gibi alanlar, erken çocukluk dönemi yabancı dil eğitiminde öğretmen yeterlikleri açısından olmazsa olmazlarımız arasındadır.

3 AİLE TÜRÜNE GÖRE DİL ÖĞRENİMİ
Çocukların yabancı dil öğreniminde ebeveynlere neler önerirsiniz?
Yıllar içinde gerek e-postalarla gerekse yurtiçi ve yurtdışında verdiğim seminerlerde ve Boğaziçi Üniversitesi’nin halka açık derslerinde çok sayıda anne babanın sorularıyla karşılaştım. Bu konularda soru soran birkaç tür aile tipi var. Dolayısıyla, bu sorunuzu ailelerin farklılaşan özelliklerine göre cevaplamak istiyorum.
İlk grupta, erken yaşta, okulöncesi dönemde hatta doğduğu andan itibaren çocuğu ile Türkçe yerine İngilizce konuşan özellikle beyaz yakalı anne babaları sayabilirim. Temel soru ‘çocuğumuza İngilizceyi ne zaman ve nasıl öğretelim’ sorusu. Ya da Filipinli bakıcının İngilizcesini beğenmeyip, İngilizce kursuna göndermeli miyiz diye soranlar, Almanya’da doğup büyüdüğü için, 16 aylık bebeğiyle hem Almanca hem de Türkçe konuştuğunu, İngilizce konuşmaya ne zaman başlayabileceğini soranlar. Bu ailelerde dil öğrenimi konusunda farkındalık zaten çok yüksek. Bu ailelerin çocukları tekdilli kalmaz, ikinci hatta üçüncü bir dil çocuğun yaşamına bir gün bir yerde mutlaka girecektir. Çocuğun birden fazla dile maruz kalması konusunda ben de aynı görüşteyim! Evet beyin çocuğun öğreneceği dillerin sayısını sınırlamaz. Normal gelişim gösteren her çocuk çevresinde konuşulan dili yeterince duyar ve kullanma olanağı bulursa, öğrenir. Bu, işaret dili için de geçerlidir. Ancak, çocuğun ilgili dile veya dillere nasıl maruz kaldığı ve o dillerle ne yaptığı bir o kadar önemli. Birinci örnekte olduğu gibi, örneğin, çocuğa İngilizce öğretmek için ebeveynlerden birinin Türkçe yerine İngilizce konuşması, biraz tartışılır bir durum. Anne ve babanın dil becerileri üst düzeyde ise, bunu bir derece belki anlayabilirim ama bunu İngilizcesi iyi olmayanlar da yapabiliyor. Burada önemli olan, çocukla İngilizce konuşmak adına, yapay bir ortam yaratmaktan kaçınmak olmalıdır, çünkü ikidilli çocuklardan elde ettiğimiz verilerde çocukların yaklaşık 2-2,5 yaşlarında anne veya babanın hangi dilde rahat konuştuğunu, konuştukları dillerin aynı mı farklı mı olduğunun ayrımını yapabildikleirni görüyoruz. Kitapta bu konuda daha ayrıntılı açıklamalar bulabilirsiniz.
İkinci aile türü: çocuklarını özel okullara gönderen aileler: Özel okullar arasında yabancı dil eğitimi konusunda son derece başarılı örnekler var elbette. Bu okulların en büyük avantajı, ders saatlerinin haftada sadece birkaç saatle sınırlı olmayışı ve çocuğun neredeyse haftada 3-4 gün yabancı dil dersine erişiminin olmasıdır. Bu, çok önemli! Ayrıca, derslerde kullanılan dil öğretim malzemelerinin çeşitliliğinin yanı sıra, bu okullarda digital kütüphanelere erişimin olması büyük bir avantaj. Öğretmen arkadaşlar hemen her hafta öğrencileri gerek hafta sonu ödevleri kapsamında, gerekse sınıfta birlikte okunan farklı temalara sahip binlerce kaynağı kullanmaya teşvik etme olanağına sahip. Bu da, çok büyük bir olanak. Ancak, çocukları özel okula giden anne babaların bilmesi gereken en önemli konulardan biri şu: dil öğrenimi uzun vadeli bir yatırım, bugünden yarına kısa sürede gerçekleşmez. Dilde bazı özellikler diğerlerinden önce veya sonra öğrenilir. Dolayısıyla, kısa sürede ilk birkaç yıl içinde çocukların üst düzey dil becerilerine sahip olmasını beklemek gerçekçi değildir. Bu, yıllar içinde, zamanla ve çaba ile kazanılacak olan bir yetkinlik.
Üçüncü aile türü çocukları İngilizce gibi yabancı bir dile haftada birkaç saatlik dersler şeklinde maruz kalan aileler. Bu, buraya kadar sözünü ettiğim gruplar arasında daha dezavantajlı olan grup. Gerek ders saatlerinin sınırlılığı, gerekse son yıllarda kaydedilen gelişmelere rağmen, kullanılan kitapların sınırlı içeriği bu okullarda öğrenim gören çocuklarımızı daha dezavantajlı yapıyor. Yukarıda da belirttim. Haftada sadece birkaç saatle sınırlı dersler etkili olamıyor. Kullanılan kaynaklardaki sınırlılık sorunu katmerleştiriyor. Pandemi nedeniyle, bu sorunların daha da katlandığı günübirlik yaşadığımız deneyimler.
Ben kuşkusuz bu ailelerin ileriye dönük olarak yabancı dilin önemini bildiğini düşünüyorum, ama sanırım hem merkezi sınavlardaki katsayı düşüklüğü, hem de çocukları için düşündükleri meslekte yabancı dilin etkisinin azlığı, özellikle sınav dönemlerinde yabancı dile olan ilgiyi gölgeleyebiliyor (örneğin, mühendis olması istenen çocuk için, sayısal derslerin daha ön planda olması ve üstün görülmesi gibi). Oysa, yabancı dil, iyi bir doktorun, iyi bir mühendisin, iyi bir avukatın, şimdilerde uzaktan eğitimde en çok ihtiyaç duyduğumuz iyi bir eğitim teknoloğunun ve bilişimcinin, kısacası hangi meslekten olursa olsun hemen herkesin yaşamına katkıda bulunur.

ERKEN ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE YABANCI DİL ÖĞRENİMİ İLE İLGİLİ DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR
Erken çocukluk döneminde birden fazla dil öğrenme konusunda en yanlış bilinen konulardan biri, ikidilli bir çocuğun veya bireyin her iki dilini aynı derecede akıcı ve doğru konuştuğu yönündeki görüştür. Bu, aslında tam olarak doğru değildir. İkidilli kişiler gerek eğitim olanaklarına erişim, gerekse içinde yaşadıkları ev, topluluk ve çalışma koşulları nedeniyle, her iki dile eşit oranda maruz kalamayabilirler. Ayrıca, ikidilli kişiler dillerini farklı kişilerle, farklı nedenlerle, farklı ortamlarda, farklı işleri yapmak için kullanırlar. Bu anlamda, adına dengeli ikidillilik dediğimiz durum ender görülür. İki veya üç dilli kişilerde tüm dil becerilerinin eşit bir biçimde kullanıldığını düşünmek yanılsamadır.
Bir diğer yanlış, dil öğrenimine erken çocukluk döneminde başlanmazsa, dilin öğrenilemeyeceği ya da ikidilli olunamayacağı gibi bir görüşün yaygınlığı. Evet, ikinci veya yabancı bir dil çocukluk döneminde öğrenilirse, iyi olur, ona kuşku yok, ama çocukluktan sonra kesinlikle öğrenilmez demek tamamen doğru değildir. Çocukluk dönemi sonrasında yeni bir dilin ses özelliklerinin ediniminde, telaffuzunda ve ezgisini öğrenmede kimi zorluklar yaşansa da, dil öğrenimi, kişinin yeni öğrendiği dili ne amaçla kullanacağına bağlı olarak, farklı düzeylerde gerçekleşebilir. Diğer bir deyişle, öğrendiğiniz dilde eriştiğiniz düzey veya dili kullanma becerilerinde farklılıklar görülür. Bu anlamda tek tip dil öğreniminden söz edilemediği gibi, tek tür ikidillilikten de söz edilemez.
Bir başka doğru bilinen yanlış, ikidilli çocukların dillerini birbirine karıştırdığı veya kafasının karışık olduğu yönündeki düşüncedir. Tam tersine, her iki dile yeterince maruz kalan çocuklar, hangi dili, nerede ve kiminle konuşacağını iyi bilir. Hatta, anne veya babasının iyi konuşamadığını düşündüğü dili, düzeltmeye dahi kalkışabilir. Üstelik, ikidilli çocuklar bunu yaklaşık 2-2,5 yaşında yapmaya başlar. Bu anlamda, ikidilli çocukların kafası karışık değildir.
Erken dönem ikidillilik çalışmalarında yapılan en haksız ithamlardan birini de, ikidilliliğin çocuğun zekâsını olumsuz yönde etkilediği görüşü oluşturmuştur. 1960’lı yıllara kadar yapılan ilk dönem ikidillilik çalışmaları, ağırlıklı olarak zekâ testlerinde ikidilli çocukların mı, yoksa tekdilli çocukların mı daha iyi olduğu sorusuna odaklanmıştı. Yaygın kanı, tekdilli çocukların ikidillilerden daha iyi performnas gösterdiği ve akademik olarak daha ileride olduğu yönündeydi. O dönemlerde ikidilli çocukların zihinsel olarak kafasının karışık olduğu ve aynı beyinde iki dilin varlığının etkin düşünmeyi engellediği görüşü hakimdi. Bu anlamda, iki yarı dil yerine, bir tam dil anlayışı benimsenmişti. Oysa, ikidillilik alanında yapılan bu ilk çalışmalar, yöntemsel yanlışlar barındırıyordu. Bu çalışmalarda ikidilli çocuklara uygulanan testler, çocuğun dil becerilerinin henüz tam olarak gelişmediği zayıf dillerinde verildiğinden, tekdilli çocuklara oranla ikidilli çocukların başarı düzeyleri doğal olarak daha düşük bulunuyordu. Bu açıdan düşünüldüğünde, ikidilli çocuğu sınama şekli, adil ve doğru değildi. İkincisi, tekdilli çocukların daha çok orta sınıf ailelerden, ikidilli çocukların ise, ağırlıklı olarak toplumda sosyo-ekonomik düzeyi daha alt tabakalardan gelen göçmen ailelerin çocukları olmasıydı. Dolayısıyla, bugün geriye bakıp değerlendirme yaptığımızda, iki grup arasında yapılan haksız karşılaştırmada, tekdilli çocuklar lehine çıkan farkın, ikidilli olmaktan çok, ev, okul ve çevresel olanakların daha geniş olduğu sosyal sınıf farkı ile ilgili olduğu görülmektedir.

 

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.



Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.