Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
4+4+4 modelinde...
- Eğitim sistemini temelden sarsacak.
- Her şeyi allak bullak edecek.
- Laik toplum yapısını radikal bir şekilde değiştirecek.
- Bilimsel yöntemlere fena halde aykırı kaçacak...
Bir yön yok.
Ancak...
Toplumun önemli bir bölümünde “kaygı” had safhada...
Neden?
- “Onlar zaten her şeye karşı” denilerek...
- “İşin içinde din eğitimi olduğu için ayağa kalkıyorlar” denilerek...
- “Hükümetin attığı her adıma baştan karşılar” denilerek...
- “İşleri güçleri hükümeti yıpratmak” denilerek...
- “28 Şubat kafası” denilerek...
Geçiştirilebilecek bir durum mudur bu?
Bence değil.
Çünkü...
Marjinal kalabilecek kaygının çerçevesini genişleten tek şey iktidarın tutumudur.
Ne yaptı iktidar?
Şunları yaptı:
- Gelecek nesilleri ilgilendiren eğitim reformunu yeterince tartışmaya açmadı.
- Çok kötü bir metinle ortaya çıkarak herkesin tepkisini çekti.
- İlk metinde önemli ölçüde değişiklikler yaptı. Yani itirazları dikkate aldı ama almamış gibi yapmayı tercih etti.
- “Çoğunluk bizde, biz ne dersek o olur” havası estirdi.
- En küçük bir itiraz karşısında bile sert tepki gösterdi, eleştirilere karşı orantısız güç kullandı.
- Süreci yönetemedi, şeffaf davranmadı, amacını topluma anlatmadı.
- “Hangi dilden anlıyorlarsa o dilden...” diyerek efelendi.
- Meclis Komisyonu’nda rezaletlerin çıkmasına neden oldu.
- Demokratik sabır ve tahammülden uzak durdu.
İktidarın bu tutumunda hiçbir değişiklik yok:
Tavır hâlâ aynı...
İşte bakın:
Dün KESK, “4+4+4”e karşı yurt çapında protesto gösterileri düzenledi.
Kendilerine verilen cevap şu:
Tazyikli su... Gaz bombası... Cop...
CHP’nin Tandoğan Mitingi’ne karşı kullanılan dil de ortada...
Bütün bunlardan ne çıkar?
Ne çıkacak?
Cepheleşmenin âlâsı çıkar. Çıkan da bu zaten:
AK Parti’ye yakın duran çevreler “Oh, süper şeyler oluyor” duygusuna kendilerini kaptırmış durumdalar...
AK Parti’ye uzak duran çevreler ise “Of, felaket şeyler oluyor” duygusuyla dopdolu...
Türkiye’ye biraz uzaktan bakın.
Manzara şudur:
- Bir tarafı kahkaha atarken, bir tarafı gözyaşı döküyor.
- Bir tarafı “acayip rahat” iken, bir tarafı “süper kaygılı”...
- Bir tarafı zafer kazanmış duygusundayken, bir tarafı yenilgi duygusu içinde...
- Bir tarafı gayet mutlu ve huzurlu iken, bir tarafı gayet mutsuz ve öfkeli...
Bir partinin yüzde 50 oy alması elbette marifettir.
Ama asıl marifet, yüzde 50 oy alan partinin, toplumun diğer yüzde 50’si üzerinde mutluluk, iyimserlik, kardeşlik rüzgârları estirmesindedir.
Bu hükümet şişkin egosu, lüzumsuz özgüveni, burnundan kıl aldırmayan tahammülsüzlüğü ve artık herkesin dikkatini çeken kibriyle...
İşte bu marifetten her geçen gün daha da uzaklaşıyor.
CHP neye karşı
“4+4+
Kademe getiriliyor.
“Kademe” demek, “kesinti” demek değil.
Öğrenciler ilk 9 yıl aynı dersleri görecekler.
Sadece ilk dört yılın ardından bazı dersleri “seçmeli” alabilecekler.
Yani bir “kesinti” söz konusu değil.
Soruyorum:
Bu durumda CHP neye karşı?
* * *
İmam-hatiplerin orta kısmında fazladan sadece “Kuran-ı Kerim” ve “Arapça” dersleri söz konusu idi.
Yeni sistemde bu iki ders, “seçmeli dersler” kapsamına alındı.
Bunda itiraz edecek ne var?
İsteyenin istediği dersi seçmesinde ne sakınca var?
Soruyorum:
CHP bu konuda neye itiraz ediyor?
* * *
Meclis’e gelen teklifte...
“Çocuk işçi” ya da “küçük anne” gibi itirazları gerektirecek hususlar ortadan kaldırıldı.
Yani...
9 yaşındaki bir çocuğun mesleğe yönlendirilmesi söz konusu değil.
Yani...
“9 yaşından sonra evde eğitim seçeneği” de gündemden düştü.
Soruyorum:
CHP neye itiraz ediyor?
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
4+4+4 modelinde...
- Eğitim sistemini temelden sarsacak.
- Her şeyi allak bullak edecek.
- Laik toplum yapısını radikal bir şekilde değiştirecek.
- Bilimsel yöntemlere fena halde aykırı kaçacak...
Bir yön yok.
Ancak...
Toplumun önemli bir bölümünde “kaygı” had safhada...
Neden?
- “Onlar zaten her şeye karşı” denilerek...
- “İşin içinde din eğitimi olduğu için ayağa kalkıyorlar” denilerek...
- “Hükümetin attığı her adıma baştan karşılar” denilerek...
- “İşleri güçleri hükümeti yıpratmak” denilerek...
- “28 Şubat kafası” denilerek...
Geçiştirilebilecek bir durum mudur bu?
Bence değil.
Çünkü...
Marjinal kalabilecek kaygının çerçevesini genişleten tek şey iktidarın tutumudur.
Ne yaptı iktidar?
Şunları yaptı:
- Gelecek nesilleri ilgilendiren eğitim reformunu yeterince tartışmaya açmadı.
- Çok kötü bir metinle ortaya çıkarak herkesin tepkisini çekti.
- İlk metinde önemli ölçüde değişiklikler yaptı. Yani itirazları dikkate aldı ama almamış gibi yapmayı tercih etti.
- “Çoğunluk bizde, biz ne dersek o olur” havası estirdi.
- En küçük bir itiraz karşısında bile sert tepki gösterdi, eleştirilere karşı orantısız güç kullandı.
- Süreci yönetemedi, şeffaf davranmadı, amacını topluma anlatmadı.
- “Hangi dilden anlıyorlarsa o dilden...” diyerek efelendi.
- Meclis Komisyonu’nda rezaletlerin çıkmasına neden oldu.
- Demokratik sabır ve tahammülden uzak durdu.
İktidarın bu tutumunda hiçbir değişiklik yok:
Tavır hâlâ aynı...
İşte bakın:
Dün KESK, “4+4+4”e karşı yurt çapında protesto gösterileri düzenledi.
Kendilerine verilen cevap şu:
Tazyikli su... Gaz bombası... Cop...
CHP’nin Tandoğan Mitingi’ne karşı kullanılan dil de ortada...
Bütün bunlardan ne çıkar?
Ne çıkacak?
Cepheleşmenin âlâsı çıkar. Çıkan da bu zaten:
AK Parti’ye yakın duran çevreler “Oh, süper şeyler oluyor” duygusuna kendilerini kaptırmış durumdalar...
AK Parti’ye uzak duran çevreler ise “Of, felaket şeyler oluyor” duygusuyla dopdolu...
Türkiye’ye biraz uzaktan bakın.
Manzara şudur:
- Bir tarafı kahkaha atarken, bir tarafı gözyaşı döküyor.
- Bir tarafı “acayip rahat” iken, bir tarafı “süper kaygılı”...
- Bir tarafı zafer kazanmış duygusundayken, bir tarafı yenilgi duygusu içinde...
- Bir tarafı gayet mutlu ve huzurlu iken, bir tarafı gayet mutsuz ve öfkeli...
Bir partinin yüzde 50 oy alması elbette marifettir.
Ama asıl marifet, yüzde 50 oy alan partinin, toplumun diğer yüzde 50’si üzerinde mutluluk, iyimserlik, kardeşlik rüzgârları estirmesindedir.
Bu hükümet şişkin egosu, lüzumsuz özgüveni, burnundan kıl aldırmayan tahammülsüzlüğü ve artık herkesin dikkatini çeken kibriyle...
İşte bu marifetten her geçen gün daha da uzaklaşıyor.
CHP neye karşı
“4+4+
Kademe getiriliyor.
“Kademe” demek, “kesinti” demek değil.
Öğrenciler ilk 9 yıl aynı dersleri görecekler.
Sadece ilk dört yılın ardından bazı dersleri “seçmeli” alabilecekler.
Yani bir “kesinti” söz konusu değil.
Soruyorum:
Bu durumda CHP neye karşı?
* * *
İmam-hatiplerin orta kısmında fazladan sadece “Kuran-ı Kerim” ve “Arapça” dersleri söz konusu idi.
Yeni sistemde bu iki ders, “seçmeli dersler” kapsamına alındı.
Bunda itiraz edecek ne var?
İsteyenin istediği dersi seçmesinde ne sakınca var?
Soruyorum:
CHP bu konuda neye itiraz ediyor?
* * *
Meclis’e gelen teklifte...
“Çocuk işçi” ya da “küçük anne” gibi itirazları gerektirecek hususlar ortadan kaldırıldı.
Yani...
9 yaşındaki bir çocuğun mesleğe yönlendirilmesi söz konusu değil.
Yani...
“9 yaşından sonra evde eğitim seçeneği” de gündemden düştü.
Soruyorum:
CHP neye itiraz ediyor?
Son Güncelleme: Perşembe, 29 Mart 2012 09:42
Gösterim: 1918
Hürriyet Gazetesi Yazarı Taha Akyol’un eğitim üzerine yazısı.
CUMHURBAŞKANI Gül, Giresun Üniversitesi Rektörlüğü’ne Prof. Aygün Attar’ı atadı. Rektörlerin seçimle belirlenmesine de atamayla getirilmesine de karşıyım ama bugünkü sistem böyle ve bu çerçevede Prof. Attar’ın atanmasını çok olumlu buluyorum.
Prof. Aygün Attar’dan biraz bahsetmek isterim. Azerbaycanlıdır. Akademik kariyerini Moskova’da Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi’nde yapmıştır. Rus arşiv belgelerine dayalı olarak Ermeni meselesine ilişkin araştırmaları vardır. Prof. Attar’ın “İran’ın Etnik Yapısı” adlı kitabı, Newsweek tarafından “Ortadoğu sorunlarını anlamak için okunması gerekli kitaplar” arasında tavsiye edilmiştir.
Prof. Attar’ın Anadolu’nun etnik tarihi üzerinde de değerli bir bilimsel tebliğinin olduğunu belirtmeliyim. Bunun için “Osmanlılar Döneminde Diyarbakır” adlı uluslararası sempozyum yayınına bakılabilir. Milliyet’te de bu konuda bir yazı yazmıştım (16 Ekim 2008). Aygün Hanım’ın rektör olmasının Türkiye-Azerbaycan kaynaşması bakımından da iyi bir örnek oluşturacağına inanıyorum.
Kutlarım, başarılar dilerim.
Sovyetler’de bilim
Dün KESK ve bazı eğitim sendikalarının 3x4 yasasına karşı protesto eylemleri vardı. TKP gibi bazı marjinal sol gruplar da katıldı. Benim ilgimi çeken tek slogan “piyasacı eğitime hayır”dı.
Bilginin, yaratıcılığın, teknolojinin ekonomide temel motor haline geldiği bir çağda 1970’ler solculuğu türünde bir anlayış!
“Piyasa”nın yok edildiği Sovyetler’de akademik ve teknik bilgi birikimi Avrupa’nın önündeydi. Yüz bin nüfusa düşen üniversite öğrenci sayısı Sovyetler’de 1674 iken Almanya ve Fransa’da 1000 civarındaydı! On bin çalışan nüfusa düşen teknik araştırmacı sayısı Sovyetler’de 80, Almanya’da 53’tü!
Fakat Sovyetler’de bilim ve araştırma, resmi kurumların içinde kalıyor, piyasa mekanizması olmadığı için ekonomik ve sosyal hayata intikal etmiyordu. Sovyetler bilimsizlikten değil piyasasızlıktan çöktü.
Piyasa ve eğitim
Prof. Erdoğan Teziç’in başkanlığı döneminde YÖK’te düzenlenen uluslararası bilimsel toplantı sonunda bir Strateji Raporu hazırlanmıştı. Bugün de değerini koruyan rapora göre, çağımızda en başarılı dünya üniversitelerinin özellikleri piyasa ile yakın ilişki kurarak kaynak yaratmalarıdır!.. Rektörlerin seçimle de değil, YÖK ve Cumhurbaşkanı gibi bir üst makam tarafından atamayla da değil, mütevelli heyet sistemiyle belirlenmesidir!.. Üniversitelerde çeşitlenmenin ve özerkliğin gelişmesidir!.. Dünyada yükselen model “girişimci üniversite” modelidir...
Dolaşın Anadolu’yu, rektörün “girişimci” olduğu ve “Anadolu kaplanları” ile bağlantı kurabildiği yerlerde üniversiteler gelişmektedir.
Cumhurbaşkanı Gül, defalarca, bizdeki YÖK sisteminin değişmesi gerektiğini belirtti. Son rektörler toplantısında da rektörleri YÖK reformu için öneriler sunmaya çağırdı.
Gerçekten bizdeki üniversite sistemi hem “seçim” hem “atama” gibi iki negatif faktörü birden içermektedir! Üniversiteler YÖK’e karşı özerk değildir...
2023 yılında “dünyanın 10. büyük ekonomisi” olmak istiyorsak, sokak sloganlarının aksine, piyasanın dinamizmiyle öğretimin her kademesi arasındaki bağlantıları geliştirmek gerekir.
(Taha Akyol-hürriyet)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Hürriyet Gazetesi Yazarı Taha Akyol’un eğitim üzerine yazısı.
CUMHURBAŞKANI Gül, Giresun Üniversitesi Rektörlüğü’ne Prof. Aygün Attar’ı atadı. Rektörlerin seçimle belirlenmesine de atamayla getirilmesine de karşıyım ama bugünkü sistem böyle ve bu çerçevede Prof. Attar’ın atanmasını çok olumlu buluyorum.
Prof. Aygün Attar’dan biraz bahsetmek isterim. Azerbaycanlıdır. Akademik kariyerini Moskova’da Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi’nde yapmıştır. Rus arşiv belgelerine dayalı olarak Ermeni meselesine ilişkin araştırmaları vardır. Prof. Attar’ın “İran’ın Etnik Yapısı” adlı kitabı, Newsweek tarafından “Ortadoğu sorunlarını anlamak için okunması gerekli kitaplar” arasında tavsiye edilmiştir.
Prof. Attar’ın Anadolu’nun etnik tarihi üzerinde de değerli bir bilimsel tebliğinin olduğunu belirtmeliyim. Bunun için “Osmanlılar Döneminde Diyarbakır” adlı uluslararası sempozyum yayınına bakılabilir. Milliyet’te de bu konuda bir yazı yazmıştım (16 Ekim 2008). Aygün Hanım’ın rektör olmasının Türkiye-Azerbaycan kaynaşması bakımından da iyi bir örnek oluşturacağına inanıyorum.
Kutlarım, başarılar dilerim.
Sovyetler’de bilim
Dün KESK ve bazı eğitim sendikalarının 3x4 yasasına karşı protesto eylemleri vardı. TKP gibi bazı marjinal sol gruplar da katıldı. Benim ilgimi çeken tek slogan “piyasacı eğitime hayır”dı.
Bilginin, yaratıcılığın, teknolojinin ekonomide temel motor haline geldiği bir çağda 1970’ler solculuğu türünde bir anlayış!
“Piyasa”nın yok edildiği Sovyetler’de akademik ve teknik bilgi birikimi Avrupa’nın önündeydi. Yüz bin nüfusa düşen üniversite öğrenci sayısı Sovyetler’de 1674 iken Almanya ve Fransa’da 1000 civarındaydı! On bin çalışan nüfusa düşen teknik araştırmacı sayısı Sovyetler’de 80, Almanya’da 53’tü!
Fakat Sovyetler’de bilim ve araştırma, resmi kurumların içinde kalıyor, piyasa mekanizması olmadığı için ekonomik ve sosyal hayata intikal etmiyordu. Sovyetler bilimsizlikten değil piyasasızlıktan çöktü.
Piyasa ve eğitim
Prof. Erdoğan Teziç’in başkanlığı döneminde YÖK’te düzenlenen uluslararası bilimsel toplantı sonunda bir Strateji Raporu hazırlanmıştı. Bugün de değerini koruyan rapora göre, çağımızda en başarılı dünya üniversitelerinin özellikleri piyasa ile yakın ilişki kurarak kaynak yaratmalarıdır!.. Rektörlerin seçimle de değil, YÖK ve Cumhurbaşkanı gibi bir üst makam tarafından atamayla da değil, mütevelli heyet sistemiyle belirlenmesidir!.. Üniversitelerde çeşitlenmenin ve özerkliğin gelişmesidir!.. Dünyada yükselen model “girişimci üniversite” modelidir...
Dolaşın Anadolu’yu, rektörün “girişimci” olduğu ve “Anadolu kaplanları” ile bağlantı kurabildiği yerlerde üniversiteler gelişmektedir.
Cumhurbaşkanı Gül, defalarca, bizdeki YÖK sisteminin değişmesi gerektiğini belirtti. Son rektörler toplantısında da rektörleri YÖK reformu için öneriler sunmaya çağırdı.
Gerçekten bizdeki üniversite sistemi hem “seçim” hem “atama” gibi iki negatif faktörü birden içermektedir! Üniversiteler YÖK’e karşı özerk değildir...
2023 yılında “dünyanın 10. büyük ekonomisi” olmak istiyorsak, sokak sloganlarının aksine, piyasanın dinamizmiyle öğretimin her kademesi arasındaki bağlantıları geliştirmek gerekir.
(Taha Akyol-hürriyet)
Son Güncelleme: Perşembe, 29 Mart 2012 09:37
Gösterim: 2879
Başbakan Erdoğan Sabah Gazetesi Yazarı Erdal Şafak’ın gündeme ilişkin eğitim sorularını yanıtladı.
4+4+4 konusunda bir anket çalışması yaptınız mı?
Çok farklı değerlendirmeler yaptık. Nimet Hanım'ın bakanlığı döneminde yapılan Eğitim Şûrası'nda bu konuda çalışmalar başladı. Arkadaşlara "Dünyadaki uygulamaları da getirin" dedim. Sizlere ilk kez açıkladığım gibi, "hizmet alımı" ile eğitim ve öğretim başlattığımızda, anında özel okul şansı doğacak. "Hizmet alımı" ile öğrenci başına özel okullara destek vereceğiz. YGS ve LYS'yi de kaldıracağımız için, dershanelerin de kalkmasını arzu ediyoruz. Vatandaşa ciddi külfet oluşturduğunu görüyoruz. Ama artık doyuma ulaşmıştır. Belirli birikimleri ve kadroları var, onlar da okullaşsınlar. Biz de onlardan hizmet alalım. Özel hastanelerden hizmet alımı gibi.
LYS ve YGS kalkacaksa üniversiteye girişler nasıl olacak?
Okul başarı puanları gibi kriterlerle öğrenciler liseden sonra üniversiteye girecek. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı'nın da YÖK'ün de altyapı çalışmaları var.
Bülent Arınç "Böyle bir çalışmamız yok" diyor.
Bu bizim arkadaşlarla kendi aramızda yürüttüğümüz bir çalışma. Liderler istikameti verir, alttakiler de gereken çalışmaları yapar.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Başbakan Erdoğan Sabah Gazetesi Yazarı Erdal Şafak’ın gündeme ilişkin eğitim sorularını yanıtladı.
4+4+4 konusunda bir anket çalışması yaptınız mı?
Çok farklı değerlendirmeler yaptık. Nimet Hanım'ın bakanlığı döneminde yapılan Eğitim Şûrası'nda bu konuda çalışmalar başladı. Arkadaşlara "Dünyadaki uygulamaları da getirin" dedim. Sizlere ilk kez açıkladığım gibi, "hizmet alımı" ile eğitim ve öğretim başlattığımızda, anında özel okul şansı doğacak. "Hizmet alımı" ile öğrenci başına özel okullara destek vereceğiz. YGS ve LYS'yi de kaldıracağımız için, dershanelerin de kalkmasını arzu ediyoruz. Vatandaşa ciddi külfet oluşturduğunu görüyoruz. Ama artık doyuma ulaşmıştır. Belirli birikimleri ve kadroları var, onlar da okullaşsınlar. Biz de onlardan hizmet alalım. Özel hastanelerden hizmet alımı gibi.
LYS ve YGS kalkacaksa üniversiteye girişler nasıl olacak?
Okul başarı puanları gibi kriterlerle öğrenciler liseden sonra üniversiteye girecek. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı'nın da YÖK'ün de altyapı çalışmaları var.
Bülent Arınç "Böyle bir çalışmamız yok" diyor.
Bu bizim arkadaşlarla kendi aramızda yürüttüğümüz bir çalışma. Liderler istikameti verir, alttakiler de gereken çalışmaları yapar.
Son Güncelleme: Perşembe, 29 Mart 2012 09:15
Gösterim: 1622
İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinde kabul edilen 8 madde.
MADDE 1-5/1/1961 tarihli ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun 3 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 3- Mecburî ilköğretim çağı 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlar, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biter.”
MADDE 2- (1) 222 sayılıKanununun 7 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 7- İlköğretim; 1 inci maddede belirtilen amacı gerçekleştirmek için kurulmuş dört yıl süreli ve zorunlu ilkokul ile dört yıl süreli ve zorunlu ortaokuldan oluşan bir Milli Eğitim ve Öğretim Kurumudur.”
MADDE 3- 222 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“İlköğretim kurumlarının ilkokul ve ortaokul olarak bağımsız okullar hâlinde kurulması esastır. Ancak imkân ve şartlara göre ortaokullar, ilkokullarla veya liselerlebirlikte de kurulabilir.”
MADDE 4- 222 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “büyüklüğüne” ibaresi “ilkokullar ve ortaokullar birlikte veya ayrı oluşlarına, büyüklüğüne” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 5- 222 sayılı Kanuna aşağıdaki Ek Madde 4eklenmiştir.
“EK MADDE 4- Bu Kanunun 76 ncı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre elde edilen gelirler, il özel idarelerince, ortaöğretim kurumlarının arsa temini, binalarının yapım, bakım ve onarımı ile diğer ihtiyaçlarının karşılanması için de kullanılır.”
MADDE 6- 222 sayılı Kanuna aşağıdaki Geçici Madde 11eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 11- Bu maddenin yayımı tarihinde ilköğretim kurumlarının 5, 6, 7 ve 8 inci sınıflarında eğitim görenler eğitimlerini bu kurumlarda tamamlar.
Bu maddenin uygulanmasıyla ilgili usul ve esaslar Milli Eğitim Bakanlığınca belirlenir; Bakanlık bu maddenin uygulanmasıyla ilgili düzenlemeleri il, ilçe ve okul bazında yapmaya yetkilidir.”
MADDE 7-14/6/1973 tarihli ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 22 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 22- Mecburi ilköğretim çağı 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlar, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biter.”
MADDE 8- 1739 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 24-“İlköğretim kurumlarının ilkokul ve ortaokul olarak bağımsız okullar hâlinde kurulması esastır. Ancak imkân ve şartlara göre ortaokullar, ilkokullarla veya liselerle birlikte de kurulabilir.”
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinde kabul edilen 8 madde.
MADDE 1-5/1/1961 tarihli ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun 3 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 3- Mecburî ilköğretim çağı 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlar, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biter.”
MADDE 2- (1) 222 sayılıKanununun 7 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 7- İlköğretim; 1 inci maddede belirtilen amacı gerçekleştirmek için kurulmuş dört yıl süreli ve zorunlu ilkokul ile dört yıl süreli ve zorunlu ortaokuldan oluşan bir Milli Eğitim ve Öğretim Kurumudur.”
MADDE 3- 222 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“İlköğretim kurumlarının ilkokul ve ortaokul olarak bağımsız okullar hâlinde kurulması esastır. Ancak imkân ve şartlara göre ortaokullar, ilkokullarla veya liselerlebirlikte de kurulabilir.”
MADDE 4- 222 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “büyüklüğüne” ibaresi “ilkokullar ve ortaokullar birlikte veya ayrı oluşlarına, büyüklüğüne” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 5- 222 sayılı Kanuna aşağıdaki Ek Madde 4eklenmiştir.
“EK MADDE 4- Bu Kanunun 76 ncı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre elde edilen gelirler, il özel idarelerince, ortaöğretim kurumlarının arsa temini, binalarının yapım, bakım ve onarımı ile diğer ihtiyaçlarının karşılanması için de kullanılır.”
MADDE 6- 222 sayılı Kanuna aşağıdaki Geçici Madde 11eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 11- Bu maddenin yayımı tarihinde ilköğretim kurumlarının 5, 6, 7 ve 8 inci sınıflarında eğitim görenler eğitimlerini bu kurumlarda tamamlar.
Bu maddenin uygulanmasıyla ilgili usul ve esaslar Milli Eğitim Bakanlığınca belirlenir; Bakanlık bu maddenin uygulanmasıyla ilgili düzenlemeleri il, ilçe ve okul bazında yapmaya yetkilidir.”
MADDE 7-14/6/1973 tarihli ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 22 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 22- Mecburi ilköğretim çağı 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlar, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biter.”
MADDE 8- 1739 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 24-“İlköğretim kurumlarının ilkokul ve ortaokul olarak bağımsız okullar hâlinde kurulması esastır. Ancak imkân ve şartlara göre ortaokullar, ilkokullarla veya liselerle birlikte de kurulabilir.”
Son Güncelleme: Perşembe, 29 Mart 2012 09:25
Gösterim: 2080
Eğitim meseleleri bir kez daha tüm ağırlıklarıyla ülkemizin gündeminde; bu durumu, eğitimin tüm yönleriyle tartışılmaya açılmasını çok olumlu karşılamak, bir fırsata çevirmek gerekiyor.Eğitim, ülkemiz Türkiye'nin en sorunlu sektörlerinin başında geliyor; bu sorunlu durumun kökeninde sektörün büyük ölçüde rekabete kapalı oluşu ve en azından rekabet eksikliği kadar, eğitim dünyamızda egemen zihniyetin eskimişliği de var.
Eğitime ilişkin tartışmaların büyük bir hızla gündemimize yeniden girişi AK Parti'nin TBMM'ye getirdiği 4+4+4 yasa tasarısıyla başladı; hemen arkasından da, Sayın Başbakan'ın üniversite giriş sınavları ve dershanelerle ilgili değerlendirmeleri geldi. Bu ateşli tartışmalar arasında Sayın Cumhurbaşkanı'nın YÖK Yasası'nın yeniden değerlendirilmesi hakkındaki sözleri daha az duyuldu ama eğer siyasal iktidar bu yönde bir adım atarsa tartışmaların en büyüğünün YÖK Yasası etrafında oluşacağına pek kuşku yok gibime geliyor.
Zorunlu eğitimin sekiz kesintisiz seneden kesintili on iki seneye çıkarılması çalışmaları, üniversite giriş sınavlarının ve dershanalerin yeniden değerlendirilmesi, YÖK kanununun nihayet gündeme gelmesi çok olumlu gelişmeler ama tartışmalar, aynı zamanda, ülkemizde eğitim hakkında görüş belirtenlerin nasıl ilginç bir zihniyete sahip olduklarını gösterdiği ölçüde de başka bir anlam kazanıyorlar.
Eğitim tartışmalarının en ilginç yönlerinden biri bu tartışmaların, tartışmaları yapanların demokrasi ile ilişkisi; bu tartışmalar zaten çok yakından bildiğimiz bir ilginç zihniyetin bütün çıplaklığıyla yeniden gündeme taşınmasına neden oluyor. Eğitim tartışmalarının demokrasi ile ilişkisi derken bir kesimin sekiz senelik kesintisiz eğitimde ısrarını asla kastetmiyorum, bu bir görüştür, görüşün özünü 28 Şubat sürecinden yani kesintisiz sekiz senelik eğitimin gündemimize gelişinden ayrı değerlendirmek gerekebilir.
Eğitim tartışmalarının demokrasiyle ilişkisinin en ilginç hale geldiği alan eğitim sektöründe çalışan bazı kişilerin bu sektöre ilişkin temel kararların demokrasi süreci dışında alınmalarını önermeleri; temel kararların siyasî-demokratik süreç içinde alınmalarının sakıncalı olacağını söyleyen bu kişiler eğitim kararlarının eğitim şûralarında ya da Talim ve Terbiye Kurulu gibi kurumlarda alınmasının daha doğru olacağını, siyasetçilerin de buralarda alınan kararları uygulamakla yetinmelerini öneriyorlar. Bu zihniyet ile ilk kez karşılaşıyor değiliz ama yine de, doğrusu, her karşılaştığımızda bizi çok düşündürmesi gereken bir durumla karşı karşıya olduğumuzu görmemiz gerekiyor.
Eğitim, özellikle de üniversite öncesi eğitim süreçleri büyük ölçüde kamu hizmeti niteliği taşıyorlar; demokrasinin, hukuk devletinin özü de kamu hizmeti üretiminin nitelik ve niceliğinin seçilmişler tarafından belirlenmesine dayanıyor. Eğitim ya da başka bir kamu hizmetinin nitelik ve niceliğinin esas olarak parlamentolarca kararlaştırılamadığı sistemlere, rejimlere demokrasi demek mümkün değildir; bu temel ilke sadece eğitimle de ilişkili değildir, tüm kamu hizmetlerini eksiksiz olarak kapsarlar ve tekraren ifade ediyorum, kapsamak zorundadırlar. Eğitim önemli bir kamu hizmetidir; bu kamu hizmetine yönelik temel kararları da seçmenler, dolaylı olarak da seçmenlerin temsilcileri olan parlamentolar almak zorundadırlar.
Eser Karakaş(ZAMAN)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Eğitim meseleleri bir kez daha tüm ağırlıklarıyla ülkemizin gündeminde; bu durumu, eğitimin tüm yönleriyle tartışılmaya açılmasını çok olumlu karşılamak, bir fırsata çevirmek gerekiyor.Eğitim, ülkemiz Türkiye'nin en sorunlu sektörlerinin başında geliyor; bu sorunlu durumun kökeninde sektörün büyük ölçüde rekabete kapalı oluşu ve en azından rekabet eksikliği kadar, eğitim dünyamızda egemen zihniyetin eskimişliği de var.
Eğitime ilişkin tartışmaların büyük bir hızla gündemimize yeniden girişi AK Parti'nin TBMM'ye getirdiği 4+4+4 yasa tasarısıyla başladı; hemen arkasından da, Sayın Başbakan'ın üniversite giriş sınavları ve dershanelerle ilgili değerlendirmeleri geldi. Bu ateşli tartışmalar arasında Sayın Cumhurbaşkanı'nın YÖK Yasası'nın yeniden değerlendirilmesi hakkındaki sözleri daha az duyuldu ama eğer siyasal iktidar bu yönde bir adım atarsa tartışmaların en büyüğünün YÖK Yasası etrafında oluşacağına pek kuşku yok gibime geliyor.
Zorunlu eğitimin sekiz kesintisiz seneden kesintili on iki seneye çıkarılması çalışmaları, üniversite giriş sınavlarının ve dershanalerin yeniden değerlendirilmesi, YÖK kanununun nihayet gündeme gelmesi çok olumlu gelişmeler ama tartışmalar, aynı zamanda, ülkemizde eğitim hakkında görüş belirtenlerin nasıl ilginç bir zihniyete sahip olduklarını gösterdiği ölçüde de başka bir anlam kazanıyorlar.
Eğitim tartışmalarının en ilginç yönlerinden biri bu tartışmaların, tartışmaları yapanların demokrasi ile ilişkisi; bu tartışmalar zaten çok yakından bildiğimiz bir ilginç zihniyetin bütün çıplaklığıyla yeniden gündeme taşınmasına neden oluyor. Eğitim tartışmalarının demokrasi ile ilişkisi derken bir kesimin sekiz senelik kesintisiz eğitimde ısrarını asla kastetmiyorum, bu bir görüştür, görüşün özünü 28 Şubat sürecinden yani kesintisiz sekiz senelik eğitimin gündemimize gelişinden ayrı değerlendirmek gerekebilir.
Eğitim tartışmalarının demokrasiyle ilişkisinin en ilginç hale geldiği alan eğitim sektöründe çalışan bazı kişilerin bu sektöre ilişkin temel kararların demokrasi süreci dışında alınmalarını önermeleri; temel kararların siyasî-demokratik süreç içinde alınmalarının sakıncalı olacağını söyleyen bu kişiler eğitim kararlarının eğitim şûralarında ya da Talim ve Terbiye Kurulu gibi kurumlarda alınmasının daha doğru olacağını, siyasetçilerin de buralarda alınan kararları uygulamakla yetinmelerini öneriyorlar. Bu zihniyet ile ilk kez karşılaşıyor değiliz ama yine de, doğrusu, her karşılaştığımızda bizi çok düşündürmesi gereken bir durumla karşı karşıya olduğumuzu görmemiz gerekiyor.
Eğitim, özellikle de üniversite öncesi eğitim süreçleri büyük ölçüde kamu hizmeti niteliği taşıyorlar; demokrasinin, hukuk devletinin özü de kamu hizmeti üretiminin nitelik ve niceliğinin seçilmişler tarafından belirlenmesine dayanıyor. Eğitim ya da başka bir kamu hizmetinin nitelik ve niceliğinin esas olarak parlamentolarca kararlaştırılamadığı sistemlere, rejimlere demokrasi demek mümkün değildir; bu temel ilke sadece eğitimle de ilişkili değildir, tüm kamu hizmetlerini eksiksiz olarak kapsarlar ve tekraren ifade ediyorum, kapsamak zorundadırlar. Eğitim önemli bir kamu hizmetidir; bu kamu hizmetine yönelik temel kararları da seçmenler, dolaylı olarak da seçmenlerin temsilcileri olan parlamentolar almak zorundadırlar.
Eser Karakaş(ZAMAN)
Son Güncelleme: Perşembe, 29 Mart 2012 09:12
Gösterim: 1748