Eğitimde reform çabalarında bir kısır döngü yaşanıyor!
- Ayrıntılar
- Kategori: Gündem
- Pazartesi, 22 Ağustos 2022 14:22 tarihinde oluşturuldu
Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İrfan Erdoğan ile Eğitimde Reforma, Atanan-Atanamayan Öğretmenlere, Salgın Bağlamında Eğitime ve Boğaziçi Üniversitesi üzerine konuştuk.
* Eğitimde değiştirmeye çalıştıklarımız kadar değiştirmememiz yani korumamız gereken şeyler de olmalıdır.
* Teorik ve güçlü bir eğitim biliminin yokluğunda eğitim, ulu orta bir şekilde değiştirilmeye ve müdahale edilmeye cüret edilen bir alan haline gelmektedir.
* Eğitimde teşhir (teşhir odası) ve teşhir için düzenleme çalışmaları (dekor) olmamalıdır.
* Okullar hep açık olmalıdır. Sadece dersler için değil yaşamak ve üretmek için açık olmalıdır.
Boğaziçi Üniversitesi’nin “Türkiye’de Bir Üniversite” olmanın ötesinde “Türkiye’nin Bir Üniversitesi “ olması için atılacak önemli adımlar vardır.
“Eğitimde Reform” söylemi Türkiye’de her dönemde sık sık dillendirilen bir konu oldu. Siz de geçen aylarda Makedonya’da düzenlenen bir kongrede "eğitimde reform” konulu bir açılış konuşması yaptınız. Öncelikle özet olarak neydi orada söylediğiniz?
Evet, Makedonya Cyril ve Methodius Üniversitesi Pedagoji Enstitüsünün daveti üzerine bir konuşma yaptım. Kongre Pedagoji Enstitüsünün kuruluşunun 75. Yıldönümü vesilesiyle düzenlenmişti. Konuşmamın en başında şunu ifade ettim: “Makedonya olarak sahip olduğunuz Pedagoji Enstitüsünün 75. Yılını geride bırakmış olmanız ne güzel bir şey. Benim ülkem Türkiye’de de Pedagoji Enstitüsü adıyla yaklaşık 90 yıl kadar önce İstanbul Üniversitesi’nde açılmış olan bir enstitü vardı. Ancak maalesef biz bu enstitüyü daha sonra kapattık; daha doğrusu ismini değiştirdik. Bu vesileyle demek istiyorum ki eğitimde değiştirmeye çalıştıklarımız kadar değiştirmememiz; yani korumamız gereken şeyler de olmalıdır. Siz bunu başarmışsınız; ne mutlu size!...”
Ülkemizde olduğu gibi dünyada da eğitim sorunları tartışılırken reform vurgusu sıkça yapılıyor. Bu konuda eleştirel bir tutum içinde olduğunuzu görüyoruz. Eğitimde reform konusundakibu görüşlerinizi söyleyebilir misiniz?
Evet, bugün dünyada birçok ülkede eğitim reformlarıyla ilgili bir tıkanma yaşandığını söyleyebilirim. Bu manada reform çabalarının eğitim için yararlı olduğunu söylemek de zordur. Gerçekten de özellikle son çeyrek asırda yapılan eğitim reformlarının kültüre, ekonomiye, siyasete somut bir şekilde katkısı olmamıştır. Dolayısıyla“eğitimde reform” ifadesi beklendiği ölçüde etkisi olmayan bir söylem olmaktan öteye gidememiştir. Çünkü son zamanlardaki eğitimde reform çabalarında bir kısır döngü yaşanmaktadır. Bu kısır döngü şu şekilde açıklanabilir:
Yaklaşık yarım asır öncesine kadar eğitime dair belli başlı sorunlar dile getirilmekteydi. Neydi bu sorunlar? Merkeziyetçilik. Otoriterlik. Hiyerarşi. Sıkı kontrol. Sıkı denetim. Tek tip eğitim. Tekel. Bağımlılık.
Peki, eğitime dair gündemde olan idealler nelerdi? Özgürleşme. Özgünlük. Çeşitlilik. Farklılaşma. Dinamikleşme. Yerelleşme.
Peki, özellikle son çeyrek asırda eğitimle ilgili neler yapıldı? Standartlaşma arttı. Akreditasyon yaygınlaştı. Kalite hareketi yaygınlaştı. Dijitalleşme arttı. Teknolojikleşme yaygınlaştı. Peki, tüm bu çalışmalardan sonra yine son çeyrek asırda neler gözlemlendi? Eğitimde merkeziyetçilik daha da arttı. Eğitimde tekel aynı şekilde daha çok yaygınlaştı. Eğitimde tek tipleşme yaygınlaştı.
İşte bu süreçte öğretmen de öğrenci de özgürlüğünü kaybetti. Aynı şekilde eğitimde özgünlük de azaldı. Eğitim daha çok kalıplandı. Yani eğitimde özgürlük azaldı. Son dönemlerdeki eğitimde reform çalışmaları kısaca bu döngü içinde seyretti.
Başka ne oldu bu süreçte? Eğitim, ihtiyaç olduğu için değil büyük şirketler ve firmalar istediği için değiştirilmeye başlandı. Bunun için gelişmekte olan ve geri kalmış olan ülkelere ne kadar geri oldukları bu yüzden reform yapmaları gerektiği telkin edildi. Bu telkinler karşısında toplumlar ve ülkeler eğitimlerini değiştirmek için çalıştılar.
Eğitimde reformun bir kurgu olabileceğini ima etmektesiniz sanırım. Nasıl bir kurgu bu, açıklayabilir misiniz?
Evet, çok doğru söylediniz. Bir reform kurgusu söz konusudur. Aslında bir çeşit oyun var diyebiliriz ve bu oyun şu şekilde kurgulanmış görünüyor.Sistem belli boyutlarıyla devamlı olarak yetersiz ve zayıf görülmektedir. Akabinde değiştirilmek üzere zorlanmaktadır. Mesela öğretmenin yetersizliğinden bahsedilmektedir; ardından öğretmen eğitimi önerilmektedir. Programların ve ders kitaplarının yetersizliğinden bahsedilmekte; ardından bunların değiştirilmesi istenmektedir.
EĞİTİMİ DEĞİŞTİRMEK DEĞİL DEĞİŞTİRMEMEK BİR DEĞER OLMALIDIR
Eğitimde reform adına sıkça gündeme gelen öğretmene ve öğretmenliğe dair dile getirilen öneriler paketi de bilinmelidir ki öğretmenliği ve öğretimi iyileştirme bir tarafa kalıplamaktadır, sığlaştırmaktadır, yapaylaştırmaktadır. Öğretmeni geliştirme adına atılan adımlar bir şekilde öğretmenin özgürlüğünün kısıtlanmasıyla sonuçlanmaktadır. Bu nedenle öğretmenle ve öğretmenlikle ilgili önerilere de dikkat edilmelidir. Bu uğurda atılan adımların öğretmenliği belli ölçülerde mekanikleştirdiği nesneleştirdiği unutulmamalıdır.
Bu arada öğretmenliğe yani yönteme yapılan vurgu da bilinmelidir ki eğitim ve öğretimin asıl zeminini zayıflatmaktadır. Yönteme fazla vurgu yaparak asıl temeli yani dili, fenni, matematiği ihmal etme riski almış olabiliriz.
Bir başka önemli husus da şudur ki; eğitim gittikçe daha çok uluslararası bir konu olarak kabul edilmektedir. Evet, bilhassa günümüzde eğitim belli ölçüde uluslararası ve küresel bir sorundur. Ancak eğitim öncelikle yerel ve ulusal bir sorundur ya da konudur da… Peki, eğitim ulusal bir sorunken uluslararası bir konu olarak ele alınırsa ne olur? Eğitimin somut gerçeklerine yabancılaşma olur. Dolayısıyla eğitim önce yerel ve ulusal bir konu olarak ele alınmalı; sonra da uluslararası bir konu olarak göz önünde bulundurulmalıdır.
Eğitim reformları için eğitim biliminin birikimlerinden ve bakış açısından daha çok yararlanılmalıdır. Bugün eğitim bilimi bölünmüş ve çok parçalı bir yapıya dönüşmüştür. Böylece eğitim biliminin öteden beri var olan bütünlüğü bozulmuştur.
Eğitim bilimi kapsamlı ve güçlüyken eğitim reformlarına bir itiraz sunabilmekteydi. Ancak eğitim bilimi, uzun zamandır bölünüp parçalandığı ve zayıfladığı için eğitim reformlarına dair bir bakış açısı sunamamaktadır. Bu şekilde teorik ve güçlü bir eğitim biliminin yokluğunda eğitim ulu orta bir şekilde değiştirilmeye ve müdahale edilmeye cüret edilen bir alan haline gelmektedir.
Bu arada eğitim reformlarında görülen kurtarıcılık ve geliştiricilik imasına da dikkat edilmelidir. Kurtarıcılık ile başlayan reform adımlarının gerçekçi olmadığını unutmamak gerekir. Kimse kimseyi kurtaramaz. Bu nedenle bilhassa öğretmenler ve öğrenciler kendilerini başkalarından önce kendi kendilerinin kurtarabileceği hususunda ikna edilmelidir.
Eğitim mütevazı, sade bir alandır. Bu nedenle eğitim fazla gösterilmemeli yani anlatılmamalıdır. Zira ne kadar çok gösterilirse o ölçüde sahteleşir. Bilinmelidir ki eğitim gösterilmeye çalışıldıkça yapaylaşır. Bu manada eğitimde teşhir (teşhir odası) ve teşhir için düzenleme çalışmaları (dekor) olmamalıdır. Bilmeliyiz ki eğitim değiştirilmez, değişir. Toplum değişir, kültür dönüşür, hayat değişir ve akabinde eğitim değişir. Hal böyle iken unutmayalım ki eğitimi değiştirmeye çalışmak gereksiz bir zorlama olabilir.
Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer de bazı açıklamalarında eğitimde reform yapmayacaklarını sitemde iyileştirmelere giderek ilerleyeceklerini söyledi. Bu yaklaşım hakkında ne düşünüyorsunuz? Reform ve iyileştirme arasındaki çizgi farklılıkları nelerdir?
Bakan Mahmut Özer bence bakan olmadan önce “reform yapılacak” söylemlerine çok tanık oldu. Bunun gerçeklikten kopuk bir söz olduğunu gözlemledi ve reform yapılacak demekten imtina etti. Daha mütevazı ve gerçekçi bir icraat olarak “iyileştirme” olacak dedi. Sisteme baş edilmez bir stres yükleyen reform yapmaya çalışmaktansa hem nitel hem de nicel açıdan belli bir noktaya gelmiş olan sisteme nokta atış dokunuşlar yapmak daha doğrudur.
Geriden bıraktığımızı düşündüğümüz ama bir türlü geride kalmayan salgın sürecinin de eğitime ilginç yansımaları olmaktadır. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Salgın sürecinde yakından gözlemledik ki eğitim, cinin şişeden çıktığı gibi okuldan çıktı. Şişeden çıkan cinin şişeye geri konması nasıl mümkün değilse salgın kalktı diye eğitim de tekrar okula sokulmamalıdır. Eğitim içinden çıktığı okulun dışında da devam etmelidir.
Salgın şartlarında okullar kapanmak zorunda kaldı. Şartlar iyileşince de açılmaya çalışıldı. Okulların kapalı kalması azımsanmayacak ölçüde bir eğitim açığı yarattı. Eğitim, okulların açık veya kapalı kalması ikilemine sıkışmamalıdır. Eğitim için okullar hep açık olmalıdır. Sadece dersler için değil yaşamak ve üretmek için açık olmalıdır. Sadece öğrenciler için değil toplum içinaçık olmalıdır. Sadece belli dönemlerde değil yaz kış, gece gündüz, hafta içi hafta sonu hep açık olmalıdır.
Eğitim yapılan reformlar bir tarafa kangren halini alan ciddi bir problemimiz var. Atanamayan öğretmenler… Bu konudaki düşünceleriniz nedir?
Başta eğitim fakülteleri olmak üzere her yıl öğretmen yetiştiren fakültelerden on binlerce öğretmen adayı mezun olmaktadır. Belli bir idealle öğrenim gören bu gençlerden maalesef çok azı öğretmen olarak atanabilmektedir.
Öğretmen olmayı beklerken atanamayan milyonlarca gencin kırıklık yaşaması önemli bir sorundur. Bir kişi için sahip olduğu beklentinin gerçekleşmemesi kadar tahrip edici bir şey olamaz. Bu nedenle öğretmen olmak için yola çıkıp mezun olan gençler atanmamış olsa da öğretmen olma hazzını ve ayrıcalığını yaşamalıdır. Bu kişiler sadece bilgi ve kültürlerini ilerletmek için öğrenim görmemekte, bizzat bir meslek sahibi olacakları vaat edilen bir alandan diploma almaktadırlar.
Dolayısıyla bu kişilere atanmamış olsalar da belli haklar ve ayrıcalıklar verilebilir. Bu kişilere “öğretmenlik” sıfatı verilebilir ve bu sıfatla belli haklara ve ayrıcalıklara sahip olmaları sağlanabilir. Mesela kamuda çalışan öğretmenler gibi konaklama, ulaşım indirimlerinden yararlanabilirler. Aynı şekilde müze ve benzeri mekânlara girişte indirimli geçiş hakları olabilir.
Bu ve benzeri haklar ve ayrıcalıklar bu kişilerin kendilerini iyi ve değerli hissetmelerine büyük katkı sağlar. Öğretmen olmak için sarf ettikleri çabaların boşa gitmediği duygusunu yaşayabilirler.
Diğer taraftan bu kişilere belli teşviklerle kurs ve okul açma imkânları sağlanabilir. Bu sayede belli bir niteliğe sahip olan bu kişilerden yararlanılmış olur. Bu kişilerin bir şekilde etkin bir şekilde var olmaları sosyal, kültürel, ekonomik açılardan toplum ve ülke adına önemli bir kazanımdır.
Mesele bir kangren haline gelen bu sorunu çözme iradesini ortaya koymaktır. Ve bilinmelidir ki bu iradeyi göstermek her açıdan doğrudur. Öncelikle bu türden bir yaklaşım bu gençleri kazanmak için önemlidir. Kamusal açıdan da son derece önemli bir donanıma sahip olarak yetişen bu gençlerden bu sayede istifade edilmiş olur. Bu bakış açısı kabul edilirse arkası gelir. Yani daha başka ve özgün modeller akla gelebilir. Dolayısıyla atanamayan öğretmenler sorunu asla ihmal edilmemeli muhakkak çözülmelidir. Bu tavsiyelerimizin muhatabı atanamayan öğretmenler değildir. Bu konuda karar alma durumunda olan ve yasama yetkisi olan yetkililerdir.
Peki, yeni atanan öğretmenler için neler söylenebilir?
Onlar için sözümüz şudur. Şuana kadar öğretmen olmak için çalıştınız ve sonunda diplomanızı aldınız. Ama unutmayınız ki aldığınız diploma sizin öğretmen olarak atanmanızı sağlasa da bu gerçek anlamda öğretmen olmanız için yeterli değildir. Atanmanız özlük itibarıyla öğretmen olduğunuz anlamına gelir. Ancak bilmelisiniz ki öz itibarıyla “öğretmen olma” sınavını bundan sonra vereceksiniz. Üstelik bu sınav atanmadan önce aldığınız ve geçtiğiniz sınavlar gibi olmayacak. Bu sınav daha hakiki olacak ve sonunda kendinizle ilgili kararı siz verip ben “öğretmen oldum” diyeceksiniz.
Şimdiye kadar girdiğiniz sınavlarla tescillenen bilgilerinize güvenerek “bilen kişi” olarak var olmaya başlarsanız yanılabilirsiniz. Unutmayın ki bilinenden daha çok bilinmeyen vardır. Bilmediklerinizin çok olduğunu kabul etmeniz önemlidir. Ancak bunu kendinizi “bilen kişi” olarak görmeniz halinde hissedemeyebilirsiniz.
Kendinizle karşınızdakinin kurduğu etkileşimlerde ortaya çıkan anlar çok önemlidir. Daha da önemlisi bu anlara tanık olmaktır. Hayatımız bu tanıklıklarla anlam kazanır. Öğretmenliğe bilen kişi olarak başladığınızda bir çocuğa tanıklık etmeniz zor olabilir. Aynı minvalde bir cana dokunamayabilirsiniz. Bilen kişi olmak sizi ezberlerinize hapseder. Ezberlerinizle sınırlı kaldığınızda kalıplanmış, kurgulanmış ve yapılanmış anlar gerçekleşir. Böyle bir ortamda öğretmen bildiği doğrultuda yani ezberleri çerçevesinde öğretir. Öğrenci de kendisine sorulacak sorulara doğru cevap vermek için öğrenir.
Bu nedenle “bilen” olmanın ötesinde “öğrenen” olmaya çalışın. Öğrenen kişi olursanız öğrendikçe daha iyi öğretirsiniz. Öğrenen kişi olmak öğretmen de olsanız aslında öğrenci olmaktır; öğrenci olmak da öğretmen olmanın en güçlü temelidir. Dolayısıyla öğretmen olmak için öğrenci olmaya devam edin.
Unutmayın ki her öğrenciniz değerlidir ve önemlidir. Yaşı, öğrenme kapasitesi, sınıfı, kademesi, bilgisi ne olursa olsun hepsinin önce öğrenci olduğunu unutmayın. Onları çok iyiler, iyiler, ortalar, zayıflar, çok zayıflar gibi sınıflamayın. Her öğrencinin, numarası, sınıfı, bilgisi ile değil adıyla ve karakteriyle müsemma bir öğrenci olduğunu kabul edin. Bu anlamda sınıfınızda “en” ler olmasın. Sistem zaten yeterince kalıplıyor, sınıflıyor bari siz sınıflamayın. Kısacası karşınızdaki her öğrenciyi tanık olunacak kişiler olarak görün. En iyiler, en başarılılar, en zekiler gibi ayrıştırıcı kalıpları kullanmayın her öğrencinizin yüreğine, canına dokunun…
Hayat bir çevre içinde yaşanır. Öğretmenlik de öyledir. Etkileşim halinde olduğunuz kişiler varsa hayat anlamlı olur. Söz söyleyeceğiniz, sözünü dinleyeceğiniz kişiler olmalıdır. Bu hayat gerçeğini öğretmenliği icra ederken de dikkate almalısınız. Bir başka ifade ile öğretmenlik varoluşu ile ilgili bir kendinizi ait hissedeceğiniz bir çevreniz olmalıdır.
Öğretmen olarak atandığınızda görevler üstleneceksiniz. Üstleneceğiniz görevleri yerine getirirken kendi kendinize de görev vermeyi unutmayın. Belki de en iyi varoluşunuzu bu sayede kendi kendinize vereceğiniz yeni görevlerle gerçekleştireceksiniz.
Öğretmenliğe adım atarken yine mevcut sistemin amaçlarının gerçekleşmesi için birçok alanda birçok icraata başlayacaksınız. Sistemin amaçlarından ve işleyişinden kaynaklanan başlangıçların dışında kendi inisiyatifinizle yapacağınız başlangıçlar olsun. Yani kendi istek ve kararınızla adımlar atın. Bu adımlar öyle sağlam ve kapsamlı olsun ki uzun yıllar devam etsin. Sonuçlarını hemen değil yıllar sonra alacağınız başlangıçlar yapın. Bu adımları kendiniz için kendinizin icraatı olacak şekilde atın.
İNŞA ETTİĞİMİZ YENİ PARADİGMA TAKİP EDİLSEYDİ BİRÇOK PROBLEM BUGÜN YAŞANMAZDI!
Bir dönem Talim ve Terbiye Kurulu başkanlığı yaptınız ve eğitimde karar alıcı konumda bulundunuz. Dünden bugüne baktığınızda aynı şeyleri farklı dönemlerde aynı başlıklar altında konuştuğumuzu düşünüyor musunuz?
Eğitim sisteminde olup bitenlerle ilgili böyle bir zan vardır. Aynı icraatların yapıldığı veya farklı zamanlarda aynı şeylerin farklı sözlerle ifade edildiği olmuştur gerçekten. Görev yaptığım zamanda ve daha sonraki dönemlerde de bu sarmalın içine düşülmüş olabilir.
Ama aynı olduğu söylenen bir şey var ki aynı değil aslında. Biz ortaöğretime geçiş sistemi adıyla köklü bir sistem değişikliğine gitmiştik. Bu kapsamda onlarca küçük değişiklikler yapmıştık. Beşlik not sisteminden yüzlük puan sistemine geçişe, anlık değerlendirmeden sürece yayılmış değerlendirmeye varana kadar bir seri değişiklikler yapmıştık. Ölçme değerlendirme işleyişine varana kadar çok önemli değişiklikleri hayata geçirmiştik. Öğrencilerin dershanelerden okula dönüşünü sağlayıcı adımlar atmıştık. Yani belli adımlarla öğrenci nezdinde değeri azalmış olan okulu güçlendirmeye çalışmıştık. Ve ben tüm bu yaptıklarımızı yazarak ve tartışarak çok anlatmıştım. Daha sonraki dönemlerde köklü değil küçük teknik adımlar atılarak mesela modelin adını değiştirerek aynı çalışmalar yapıldı gibi bir hava oluştu. Oysa ne kamuoyunun sandığı gibi ne de bizden sonraki yetkililerin düşündüğü gibi aynı çalışma yapılmadı. Sınavlara dair o zaman inşa ettiğimiz yeni paradigma takip edilseydi sınavlarla ilgili bugün yaşanan bir çok problem yaşanmazdı diye düşünüyorum.
SEÇKİN BİR ÖĞRENCİ GURUBUNA SAHİP OLMANIN MESULİYETİ HER DAİM HİSSEDİLMELİDİR
Yaklaşık beş aydır görev yaptığınız Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi dekanlığı ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Boğaziçi Üniversitesi “üniversite” algısıyla ön plana geçmiş olan bir kurumdur. Öğrenciler burayı arzu ettikleri bir bölümde veya fakültede okumanınötesinde, Boğaziçi Üniversitesinde öğrenim görmek için tercih etmektedirler. Bebek sırtlarında kurulan bu üniversite bulunduğu mekânınadıyla müsemma bir kurumdur. Bu kurumun temellerinin atıldığı ilk günden bugüne 160 yılı aşkın derin ve köklü bir tarihi vardır. Ben bu tarihi biliyorum. Otuz yıl kadar önce Columbia Üniversitesinde Cyrus Hamlin’in hatıralarını okumuştum. Kendileri bugünkü Boğaziçi Üniversitesi’nin öncülü sayılabilecek ilk adımları atan kişidir. Dolayısıyla Boğaziçi Üniversitesini sadece bugünü ile değil dünü ile de tanıyorum.
Bu üniversite ilk kurulduğu yıllarda Türkiye’de bir üniversite olarak var olmuştur. Bu var oluş felsefesinin değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu manada Boğaziçi Üniversitesi’nin “Türkiye’de bir üniversite” olmanın ötesinde “Türkiye’nin bir üniversitesi “olması için atılacak önemli adımlar vardır. Özellikle Eğitim Fakültesi’nde Türk Milli Eğitim Sistemi için belli açılımlar yapılabilir. Böylece Eğitim Fakültesi’nin Türkiye’deki eğitim hareketlerine daha çok liderlik yapması sağlanabilir. Bu kuruma Türkiye’nin en başarılı lise mezunları gelmektedir. Dolayısıyla seçkin bir öğrenci grubuna sahip olmanın mesuliyeti her daim hissedilmelidir.
"Eğitimde değişimin çok sık gündeme gelmesi her şeyden önce eğitim kültürünü zayıflatmıştır. Eğitimin sıkça değişme durumunda kalması kurumsallaşmayı engellemektedir. Oysa eğitim, kurumsallaşma ile var olur. Hal böyle olunca bugün için eğitimi değiştirmek değil değiştirmemek bir değer olmalıdır. Yani eğitimin değişmezliği için de hassasiyet gösterilmelidir. Bunun için hep olduğu gibi nelerin değişeceğini belirlemektense nelerin değişmeyeceğini belirlemek ve bunu sağlamak esas olmalıdır."
YASAL UYARI:
Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
DİĞER GÜNDEM HABERLERİ
-
11. YILIN EĞİTİMDE BAŞARI ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU
-
Nida Koç Akademi Gelişim Odaklı Model ile eğitim sektörüne güç katıyor
-
Eğitimde Güçlü Stratejik İletişim: Halkla ilişkiler ve kurumsal iletişim ile marka değeriniz nasıl yükselir?
-
'Özel okulların yaklaşık %50 kapasitesi atıl durumda olacak'
-
İbrahim Taşel Ortaokulunun açılışını Bakan Yusuf Tekin yaptı
-
‘Okul standartları gelecekte global ölçekte değerlendirilecek’
-
Bakan Yusuf Tekin’den TÜSİAD konferansında 12 zor soru
-
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli İzleme ve Değerlendirme Sistemi TTKB-İDES hayata geçirildi
-
MEB’den okullarda şiddete karşı yeni genelge
-
Çoklu Yabancı Dil Eğitim Modeli yaygınlaştırılacak