Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Yeni sisteme göre, yabancı dil eğitimi 4. sınıftan değil 2. sınıftan itibaren verilecek. Ağır gramer bilgileri, pratiğe dönük olarak hafifletilecek. Liseye girişte seviye sınavı yapılıp, öğrenciler kurlara ayrılacak.

'Yabancı dil’ eğitiminde sistem değişiyorÖğrencilere verilen yabancı dil eğitiminde kalitenin bir türlü yakalanamaması Milli Eğitim Bakanlığı'nı (MEB) harekete geçirdi.

BUgün'ün haberine göre, Bakanlık 12 yıllık kademeli ve zorunlu yeni eğitim sistemiyle birlikte yabancı dil eğitiminde de yeni bir sayfa açmaya hazırlanıyor. Bu kapsamda çocukların özellikle öğrenmenin yanı sıra telaffuzda yaşadıkları sıkıntıların önüne geçmek için 4. sınıftan itibaren verilen yabancı dil eğitimi yeni sistemle birlikte 2. sınıftan itibaren verilmeye başlanacak.

Bakanlık ayrıca yabancı dil derslerinde öğretilen gramerlere de neşter vuruyor. Bugüne kadar öğrencilere çok ağır yabancı dil gramerlerinin öğretildiğini ifade eden Bakanlık yetkilileri, gramerlerin öğrencilerin kendini ifade etme ve anlama yeteneklerini geliştirecekleri şekilde düzenleneceğini açıkladı.

EĞİTİM KURLARA BÖLÜNECEK

Lise dönemindeki yabancı dil eğitimine ise "kur" sistemi damgasını vuracak. Bu çerçevede lise eğitimine başlayan öğrencilerin seviyelerinin belirlenmesi için bir sınav yapılacak. Sınav sonuçlarına göre öğrenciler beginner (başlangıç), elementary (basit), pre-intermediate (orta) ve intermediate (üst) gibi seviyelere göre oluşturulacak olan sınıflarda eğitim görecekler.

16 SAAT EK DERS VERİLECEK

Yeni yabancı dil eğitiminde yoğunlaştırılmış yabancı dil sınıflarının önemli bir yer tutacağı da öğrenildi. Buna göre 5. sınıftan itibaren Türkçe, matematik, fen ve sosyal bilgiler ile din kültürü ve ahlak bilgisi gibi zorunlu derslerin dışındaki haftalık ders çizelgesinde geriye kalan sürede öğrencilerin İngilizce, Almanca veya Fransızca gibi seçecekleri bir yabancı dilde eğitim almaları için yoğunlaştırılmış dil sınıfları oluşturulabilecek. Öğrencilere seçtikleri yabancı dilde 16 saat fazladan ek ders verilecek.

> 'Yabancı dil’ eğitiminde sistem değişiyor

Yeni sisteme göre, yabancı dil eğitimi 4. sınıftan değil 2. sınıftan itibaren verilecek. Ağır gramer bilgileri, pratiğe dönük olarak hafifletilecek. Liseye girişte seviye sınavı yapılıp, öğrenciler kurlara ayrılacak.

'Yabancı dil’ eğitiminde sistem değişiyorÖğrencilere verilen yabancı dil eğitiminde kalitenin bir türlü yakalanamaması Milli Eğitim Bakanlığı'nı (MEB) harekete geçirdi.

BUgün'ün haberine göre, Bakanlık 12 yıllık kademeli ve zorunlu yeni eğitim sistemiyle birlikte yabancı dil eğitiminde de yeni bir sayfa açmaya hazırlanıyor. Bu kapsamda çocukların özellikle öğrenmenin yanı sıra telaffuzda yaşadıkları sıkıntıların önüne geçmek için 4. sınıftan itibaren verilen yabancı dil eğitimi yeni sistemle birlikte 2. sınıftan itibaren verilmeye başlanacak.

Bakanlık ayrıca yabancı dil derslerinde öğretilen gramerlere de neşter vuruyor. Bugüne kadar öğrencilere çok ağır yabancı dil gramerlerinin öğretildiğini ifade eden Bakanlık yetkilileri, gramerlerin öğrencilerin kendini ifade etme ve anlama yeteneklerini geliştirecekleri şekilde düzenleneceğini açıkladı.

EĞİTİM KURLARA BÖLÜNECEK

Lise dönemindeki yabancı dil eğitimine ise "kur" sistemi damgasını vuracak. Bu çerçevede lise eğitimine başlayan öğrencilerin seviyelerinin belirlenmesi için bir sınav yapılacak. Sınav sonuçlarına göre öğrenciler beginner (başlangıç), elementary (basit), pre-intermediate (orta) ve intermediate (üst) gibi seviyelere göre oluşturulacak olan sınıflarda eğitim görecekler.

16 SAAT EK DERS VERİLECEK

Yeni yabancı dil eğitiminde yoğunlaştırılmış yabancı dil sınıflarının önemli bir yer tutacağı da öğrenildi. Buna göre 5. sınıftan itibaren Türkçe, matematik, fen ve sosyal bilgiler ile din kültürü ve ahlak bilgisi gibi zorunlu derslerin dışındaki haftalık ders çizelgesinde geriye kalan sürede öğrencilerin İngilizce, Almanca veya Fransızca gibi seçecekleri bir yabancı dilde eğitim almaları için yoğunlaştırılmış dil sınıfları oluşturulabilecek. Öğrencilere seçtikleri yabancı dilde 16 saat fazladan ek ders verilecek.

Son Güncelleme: Pazartesi, 18 Haziran 2012 08:40

Gösterim: 5300

Dinçer'den öğrencilere tatil müjdesi

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, eğitim süresinin uzayacağına yönelik haberlerin gerçeği yansıtmadığını söyledi.

ömer dinçer

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Türkiye'de mevcut düzenlemelere göre eğitim süresinin 180 gün olduğunu ve gelecek yıl da eğitimin 180 gün olarak gerçekleştirileceğini belirtti.

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Türkiye'de mevcut düzenlemelere göre eğitim süresinin 180 gün olduğunu ve gelecek yıl da eğitimin 180 gün olarak gerçekleştirileceğini belirterek, ''Eğitim süresiyle ve tatil süresiyle ilgili herhangi bir düzenleme yapılmış değil'' dedi.

Dinçer, Haliç Kongre Merkezi'nde Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akrabalar Toplulukları Başkanlığı'nca düzenlenen ''Uluslararası Öğrenciler Mezuniyet Töreni''nde yaptığı konuşmada, insanların uzmanlığının artık dünyanın gelişmesi ve değişmesi için temel dinamik olmaya başladığını söyledi.

''Eğer siz belirli bir konunun bilgisine ve uzmanlığına sahipseniz, bir anlam ifade etmeye başlıyorsunuz, hem birey, hem de toplum olarak'' diyen Dinçer, uzmanlaşmayan bireylerin ve toplumların iktisadi gelişim ve istihdam bakımından ciddi anlamda olumsuzluklar yaşamaya başladığını kaydetti.

Dinçer, gelişmiş ülkelerin pek çoğunun toplam nüfuslarının üniversite  mezunu olma oranlarını arttırmak üzere yeni stratejiler belirlediklerine dikkati  çekerek, dünyada rekabetin eğitim ve insan üzerinden yapılmaya başlanacağını belirtti.

Küreselleşme olgusunun şimdiye kadarki geleneksel ilişkileri değiştireceğini dile getiren Dinçer, mezun olan öğrencilerin Türkiye ile kendi ülkeleri arasında bir köprü ve kültür elçisi olacağını, ancak bunun da yeterli olmayacağını ifade etti.

Dinçer, ''Küreselleşme olgusu, iki ülke arasında işbirliğinin artmasıyla aşabileceğimiz bir durum değil. Her biriniz, başka ülkeden gelmiş arkadaşınızla da ilişki kurmalı, o ülkeyle ilgili de köprü olma misyonunu üstlenmelidir'' diye konuştu.

''İki dönem ve ara tatil aynen uygulanmaya devam edecek''

Tören sırasında gazetecilerin sorularını da cevaplandıran Dinçer, eğitim süresinin uzayacağına ilişkin tartışmaların hatırlatılması üzerine, bunun doğru olmadığını belirterek, şöyle konuştu:

''Geçen hafta eğitimin genel müfredatını, programını yayınladık. Eğitimin ne zaman başlayacağını, ne zaman biteceğini, ne zaman tatil yapacağımızı belirledik. Ülkemizde şu anda mevcut düzenlemelere göre, eğitim süres180 gün. Dolayısıyla önümüzdeki yıl da eğitimi 180 gün olarak gerçekleştireceğiz ve önceki yıllarda nasıl birinci ve ikinci dönem şeklinde uygulamışsak, ara tatil yapmışsak, aynen onu uygulamaya devam edeceğiz.''

Dinçer, başka ülkelerde eğitimin daha uzun süre yapıldığı, üç dönem yapanlar da bulunduğunun anımsatılması üzerine de bu konuyla ilgili kararlarını değiştirmediklerini, gelecek yıl da bu yıl ile aynı şekilde uygulamaya devam edeceklerini kaydetti.

Bakan Dinçer, öğretmenlerin tatil sürelerinde bir değişiklik olup olmayacağına ilişkin soruya ise ''Hayır, eğitim süresiyle ve tatil süresiyle ilgili herhangi bir düzenleme yapılmış değil'' şeklinde yanıt verdi.

> Dinçer: Eğitim süresi uzamayacak

Dinçer'den öğrencilere tatil müjdesi

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, eğitim süresinin uzayacağına yönelik haberlerin gerçeği yansıtmadığını söyledi.

ömer dinçer

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Türkiye'de mevcut düzenlemelere göre eğitim süresinin 180 gün olduğunu ve gelecek yıl da eğitimin 180 gün olarak gerçekleştirileceğini belirtti.

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Türkiye'de mevcut düzenlemelere göre eğitim süresinin 180 gün olduğunu ve gelecek yıl da eğitimin 180 gün olarak gerçekleştirileceğini belirterek, ''Eğitim süresiyle ve tatil süresiyle ilgili herhangi bir düzenleme yapılmış değil'' dedi.

Dinçer, Haliç Kongre Merkezi'nde Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akrabalar Toplulukları Başkanlığı'nca düzenlenen ''Uluslararası Öğrenciler Mezuniyet Töreni''nde yaptığı konuşmada, insanların uzmanlığının artık dünyanın gelişmesi ve değişmesi için temel dinamik olmaya başladığını söyledi.

''Eğer siz belirli bir konunun bilgisine ve uzmanlığına sahipseniz, bir anlam ifade etmeye başlıyorsunuz, hem birey, hem de toplum olarak'' diyen Dinçer, uzmanlaşmayan bireylerin ve toplumların iktisadi gelişim ve istihdam bakımından ciddi anlamda olumsuzluklar yaşamaya başladığını kaydetti.

Dinçer, gelişmiş ülkelerin pek çoğunun toplam nüfuslarının üniversite  mezunu olma oranlarını arttırmak üzere yeni stratejiler belirlediklerine dikkati  çekerek, dünyada rekabetin eğitim ve insan üzerinden yapılmaya başlanacağını belirtti.

Küreselleşme olgusunun şimdiye kadarki geleneksel ilişkileri değiştireceğini dile getiren Dinçer, mezun olan öğrencilerin Türkiye ile kendi ülkeleri arasında bir köprü ve kültür elçisi olacağını, ancak bunun da yeterli olmayacağını ifade etti.

Dinçer, ''Küreselleşme olgusu, iki ülke arasında işbirliğinin artmasıyla aşabileceğimiz bir durum değil. Her biriniz, başka ülkeden gelmiş arkadaşınızla da ilişki kurmalı, o ülkeyle ilgili de köprü olma misyonunu üstlenmelidir'' diye konuştu.

''İki dönem ve ara tatil aynen uygulanmaya devam edecek''

Tören sırasında gazetecilerin sorularını da cevaplandıran Dinçer, eğitim süresinin uzayacağına ilişkin tartışmaların hatırlatılması üzerine, bunun doğru olmadığını belirterek, şöyle konuştu:

''Geçen hafta eğitimin genel müfredatını, programını yayınladık. Eğitimin ne zaman başlayacağını, ne zaman biteceğini, ne zaman tatil yapacağımızı belirledik. Ülkemizde şu anda mevcut düzenlemelere göre, eğitim süres180 gün. Dolayısıyla önümüzdeki yıl da eğitimi 180 gün olarak gerçekleştireceğiz ve önceki yıllarda nasıl birinci ve ikinci dönem şeklinde uygulamışsak, ara tatil yapmışsak, aynen onu uygulamaya devam edeceğiz.''

Dinçer, başka ülkelerde eğitimin daha uzun süre yapıldığı, üç dönem yapanlar da bulunduğunun anımsatılması üzerine de bu konuyla ilgili kararlarını değiştirmediklerini, gelecek yıl da bu yıl ile aynı şekilde uygulamaya devam edeceklerini kaydetti.

Bakan Dinçer, öğretmenlerin tatil sürelerinde bir değişiklik olup olmayacağına ilişkin soruya ise ''Hayır, eğitim süresiyle ve tatil süresiyle ilgili herhangi bir düzenleme yapılmış değil'' şeklinde yanıt verdi.

Son Güncelleme: Pazar, 17 Haziran 2012 13:01

Gösterim: 6278

Hürriyet Yazarı Mehmet Ali Birand’ın bugünkü yazısı.

Kim ne derse desin, Kürtçe'nin okullarda seçmeli dil olarak öğretilmesi kararı, tarihi bir adımdır. BDP ve PKK yetersiz görüyorlar, ana dilde eğitim konusunda ısrar ediyorlar. Taleplerini en üst düzeyde tutmak istiyorlar. Kendi taktiksel hesaplarından dolayı haklı olabilirler. Ancak Türkiye'nin bu kararla yepyeni bir süreç başlattığını da kimse reddedemez.

Fazla değil, özellikle 1980-90'larda sokaklarda Kürtçe konuşan avı vardı. Duvarlara Kürtçe yazı yazmak en büyük suçlardan biriydi. Mahkemelerde, Türkçe bilmeyenler kendilerini savunamazlardı. Tam anlamıyla bir dil savaşı yaşanırdı. 12 Eylül yönetiminin en sert inkar politikalarından biri buydu.

Bırakın konuşmayı, Kürtçe müzik dinleyeni dahi polis kovalar ve yakaladımı hapse atardı. Hiç unutmam, Diyarbakır'da bir taksiye binmiştim. Şöför bir kaset koydu ve daha ilk namelerle birlikte hemen çıkardı. Kürtçeydi. Bana döndü "Abi kusura bakma hata ettim. Ne olur polise söyleme..."diye yalvarmaya başladı. Kendimi çok kötü hissetmiştim. Bir insanın dilinin yasaklanması, anlaşılabilecek birşey değildi...

Bugün gelinilen noktaya bakın.

Nerelerden geçtik ve nereye geldik.

İşte, bu açıdan bakınca, Kürtçe'nin seçmeli dil olarak kabul edilmesi, neresinden bakılırsa bakılsın, bence tarihi bir adımdır.

Eski inkar politikasının, artık tümüyle devre dışı bırakıldığının bir işaretidir.

Şimdi tepkiler olacaktır.

Yeterli bulunmayacaktır.

Özellikle BDP ve PKK tutumlarını ortaya koydular bile. Ana dilde eğitim beklerken, seçmeli dil önerisiyle karşılaşmalarına tepkileri çok sert. Bir toplumun ana dilinin, sanki Fransızca-İngilizce öğretiliyormuş gibi muamele görmesini kabul edemiyorlar. Tarihi de, matematiği de ana dillerinde okumak istediklerini söylüyorlar.

Bu tepkiyi anlamak mümkün. Zira kendi politikalarına göre, ana dil vazgeçilmez unsurlardan biri. Pazarlığı en üst düzeyde tutmak isteyeceklerdir. Ankara ile görüşmelerde, ana dil kartını kolay kolay bırakmayacaklardır. Kendi siyasetleri bunu gerektiriyor.

Bunu istemelerinin başlıca nedeni, BDP-PKK ikilisinin çözüm hedefi. Yani Güneydoğu'da kendilerinin yönetebilecekleri ve fiilen kontrol edebilecekleri bir bölge kurabilmek. O zaman da, ana dilde eğitim bu projenin en önemli unsurlarından biri oluyor. İşte bu açıdan, seçmeli dili reddetmeleri çok doğal görülüyor.

Ankara ise, Kürt sorununu çözebilmek için adımlar atıyor. Bölge halkının bir kesiminin beklentilerini karşılamak istiyor ve kendi yanına çekmeye çalışıyor.

İki yaklaşım arasında son derece önemli bir fark var.

Biri Kürt sorunu, diğeri ise özerk bölge kurulmasıyla ilgili.

CHP'nin dil konusundaki tutumu da seçmeli dilden yana. AKP-CHP cephesi gerçek bir işbirliği oluşturabilirlerse, bu konuda elleri çok güçlenecek demektir..

"İyi, ancak yetersiz..." diyebilirsiniz, ancak bu gelişmenin boyutlarını düşündüğünüzde, verilen kararın ne kadar hayati bir önem taşıdığını görmezden gelemezsiniz.

Türkiye nihayet, Kürt kökenli vatandaşlarını gerçekten kendinden saydığını gösterme niyetini sergiledi. Daha atılacak birçok adım var tabii, ancak öylesine bir sürece girdik ki, artık kolay kolay geri dönülemez.

BIRAKIN ANA DİLİ, SEÇMELİ İÇİN DAHİ ÖĞRETMEN YOK...

Aslında kolay birşeymiş gibi konuşuyoruz.

Bunların başında, bırakın ana dil eğitimini, şu anda tartışılan seçmeli dil konusunda dahi, Kürtçe ders verecek öğretmen yok. Öğretmensiz bir dil öğrenilemeyeceğine göre, ilk iş olarak öğretmen yetiştirilecek. Bu gerçeği gözden kaçırmamak gerekir.

Unutulmaması gereken diğer bir nokta da, seçmeli dilin küçümsenmemesidir.

BDP'ye göre, seçmeli dil bahşiş vermek gibi bir şey. Hiçbir anlamı olmayan, göz boyamadan ileri gitmeyen bir adım.

Ben hiç öyle görmüyorum.

Özellikle Güneydoğu'da eğer gerekli ilgiyi bulursa -ki bu konuda çok kuşkular var- Kürtçe genç kuşakların artık unutmayacakları bir dil olacak. Toplumda yerini bulacak. İleride bir adım daha atıldığında daha da yaygınlaştırılabilecek bir eğitime dönüşecek.

"BİR SÜRE BİRBİRİNİZİ KIRMAYIN..."

Kılıçdaroğlu  son derece önemli bir noktaya parmak bastı.

Giderek çığırından çıkan liderler atışmasına bir son verilmesi gerektiğine dikkat çekti. "Artık birbirimizi kırmayalım" dedi.

Gerçekten de yeter.

Liderler, bu kırıcı üslubun kamuoyunun hoşuna gittiğini ve bu tutumun getirisi olduğuna inanıyorlarsa çok yanılıyorlar. Zaman zaman hoşa gider. "Bak bizimki nasıl da oturttu..."diye övünebilirler, ancak bu kavga öylesine uzadı ki, bıkkınlık verir oldu.

Hele şimdi, Kürt sorunun çözüm süreci yaşanırken... AKP ile CHP'nin önemli bir işbirliğine kaydıkları sırada, aynı kavgayı sürdürmek aksine tepki yaratıyor.

Kılıçdaroğlu haklı..."Kavga ediyoruz, cenazeler artıyor..." diyor.

Bırakın, bir süre birbirinizi kırmayın ve işbirliğini ön plana çıkarın, bakın göreceksiniz bu ülkenin yüzü değişiverecek. Hele artık önümüz yaz. İnsanların kavga gürültüden özellikle kaçtıkları bir dönem.

Toplumun bu kadar özveriyi sizlerden beklemesi çok mu geliyor?

(Mehmet Ali Birand-hürriyet)

 


 

Seçmeli ders olarak Kürtçe önemli!

Milliyet Yazarı Hasan Cemal’in yazısı.

Kürtçe, okullarda seçmeli ders olarak... Tarihi bir adım mı? Yoksa Kürtçe eğitim olmadan olmaz mı? ‘Asimilasyon’un devamı mı? Olumlu ama yetersiz mi? Kürtlerin eşitliği diyorsak, bu ancak ‘Kürtçe eğitim’den mi geçer? Tartışalım ama silahlar da sussun!

Kürtçe, okullarda seçmeli ders olarak... Tarihi bir adım mı?

Yoksa Kürtçe eğitim olmadan olmaz mı? ‘Asimilasyon’un devamı mı?

Olumlu mu?

Olumlu ama yetersiz mi?

Sembolik bakımdan mı önemli?

Kürtlerin eşitliği diyorsak, bu ancak ‘Kürtçe eğitim’den mi geçer?

Evet, yeni tartışma konumuz.

Başbakan Erdoğan’ın geçen gün açıkladığı okullarda seçmeli ders olarak Kürtçe kararına dudak bükmek bence yanlıştır.

Yaşadığımız memleket Türkiye.

Nerelerden geliyoruz.

Onun için seçimlik ders olarak dahi olsa, Kürtçenin okullara girmesi önemli ve olumlu bir adım.

Yeterli mi, elbette değil.

Asimilasyon devrini gerçekten kapatmak istiyorsak, Kürtler ‘eşit vatandaş’sa, bunun en önemli adımı hiç kuşkusuz ‘Kürtçe eğitim’dir.

Bir noktanın unutulmaması lazım.

Kürt sorunu, PKK, şiddet ve terör sahneye çıkmışsa, bunların temelinde Kürt dilinin ve kimliğinin inkarı yatar.

Bu inkârın sona ermesi de, sadece Kürtçe’nin seçimlik ders olarak kabullenilmesinden değil, Kürtçe eğitim hakkının teslim edilmesinden geçer.

Herkes böyle düşünmüyor.

Olabilir.

Burada önemli olan, farklı düşündüğümüz için birbirimizin gırtlağına sarılmaktan kaçınmaktır.

Oturup konuşmaktır.

Diyalog ve uzlaşma ortamı yaratmaktır.

Bunun için de önce parmakları tetikten çekmek gerekir.

Parmakları tetikten çekmek...

Yani dağda silahların susması...

Silahların gömülmesi değil, önce susması... Ateşkes, eylemsizlik ne derseniz deyin. Yapılacak ilk iş, dağdan ölüm haberlerinin gelmesine son vermektir.

Sonra da zamanı torbaya sokmaya çalışmadan, meseleleri önem derecesine göre zamana yayarak konuşmaya başlamaktır, özellikle kapalı kapılar arkasında.

Anlaşılan o ki, bu açıdan mutfakta yine bir şeyler pişirmeye çalışanlar var. Iraklı Kürt liderler Talabani’yle Barzani ve Washington’daki bazı odaklar da devrede.

Başbakan Erdoğan yönetimiyle Kılıçdaroğlu CHP’sinin son zamanlardaki yumuşak çizgileri de göz önünde tutulursa, insan iyi şeyler olabilir duygusuna kapılabiliyor.

En azından bir iyimserlik...

Biliyorum, bardağın boş tarafını da...

KCK operasyonları hız kesmiyor.

Son olarak Van Belediye Başkanı tutuklandı. Hakkari bir başka alem; BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı haklı olarak isyan ettiriyor.

KCK’dan hapisteki avukat sayısı 40.

Van milletvekili Aysel Tuğluk hakkında 14.5 yıl hapis isteniyor.

Söylenecek çok şey var.

Ama her zaman her şey aynı anda söylenmez. Üzüm mü yemek istiyoruz, bağcıyı dövmek mi sorusunda düğümlenen basit bir yaklaşım da vardır siyasette, kapıyı açabilir.

Silahın kullanım süresi bitti.

Miadı doldu eski deyişle.

Şimdi siyaset konuşacak, silahlar değil.

Başka çare yok.

Bu yalın gerçeği Kandil de, İmralı da çoktan beri biliyor. Ankara da, siyaset kurumu da bunun farkında. Bölgesel koşullarla uluslararası konjonktür de silah ve şiddetten yana değil.

Elbette, iki tarafta da Ahmet Altan’ın deyişiyle bazı derin yapılar var, barışı çomaklamak isteyen.

Bu ‘karanlık’ odaklar hep vardı, her zaman da olacak. Önemli olan onların tuzağına düşmeyecek kadar kararlı olmak ve ne yapacağını bilmektir.

(Hasan Cemal-milliyet)

 


 

Ana dilde eğitim ve Kürtçe seçmeli ders

Sabah Gazetesi Yazarı Hasan Celal Güzel’in bugünkü yazısı

Başbakan Erdoğan, 'Demokratik Açılım' çerçevesinde, 'Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulmasına karar verildiğini açıkladı. Ana dilin öğretilmesi için devlet üzerine düşeni yapmalıdır. Bu maksatla, devletin açacağı kurslar ile Millî Eğitim Bakanlığı'nın gözetiminde özel olarak açılacak 'dil kursları' kullanılabilir. Ayrıca bölgede, Kürtçe (Kurmançi veya mahallinde konuşulan lehçe) 'seçmeli ders' olarak okutulabilir.

BDP'li Kışanak, Başbakan Erdoğan'ın, Kürtçe'nin seçmeli ders yapılacağını söylemesinden hiç memnun değil. Zira ırkçıbölücü Kürtçülerin asıl isteği, 'ana dilde eğitim' başlığı altında Türkiye'de iki dillilik, hattâ çok dillilik oluşturarak bölünmeyi gerçekleştirmektir.

Bir milleti bir arada tutan esas unsurların başında ortak din ve kullanılan 'ortak dil' gelir. Milletin yaşadığı coğrafyada, yani vatan topraklarında ana dilleri farklı vatandaşlar yaşayabilir ve kendi ana dilleriyle konuşabilirler. Ancak bu durum müşterek resmî dilin önemini ve rolünü değiştirmez.

***

'Çokkültürlülük', takdim edildiği gibi 'zenginlik' değildir. Farklı kültürler 'millî kültür'ün parçalarıdır. Üniter ve millî devletlerde 'resmî dil' vardır ve eğitim bu dille yapılır. Bu, 'tek millet' olmanın gereğidir.

İki dilli ya da çok dilli ülkeler ya bölünmüşlerdir veya bölünmenin eşiğine gelmişlerdir. Bunu gören federatif devletler bile 'iki dil'e izin vermemişlerdir. ABD'de 'iki dillilik' yoktur. Üstelik talep edilen ikinci dil, en az İngilizce kadar gelişmiş 'İspanyolca'dır. İsviçre, Kanada, Belçika gibi ülkeler 'Çok dillilik' konusunda doğru örnekler değildir. Belçika ve Kanada, bu yüzden bölünmek üzere olan ülkelerdir.

Bir etnik kimliğin tanınması, 'millî kültür'ün ve ortak 'resmî dil'in önemini azaltmaz ve 'iki dilliliği' gerektirmez.

Son günlerde 'ana dilde eğitim' furyası başladı. 'Yeni Anayasa' hazırlıklarının Kürtçülerin iştihalarını kabarttığı, 'Çokkültürlülük' oluşturarak 'millî birlik ve bütünlüğü' baltalayacak uygulamaları başlatmaya çalıştıkları görülmektedir.

***

Ana dilde eğitim yapılması birçok bakımdan imkânsız ve mahzurludur. Şöyle ki:

1. Ana dilde eğitim, dünyanın her yerinde genellikle 'azınlıklar' için geçerli olmuştur. Kürtler ve diğer Müslüman etnik gruplar azınlık değil, Türkiye'nin aslî unsurları ve Türk Milleti'nin parçalarıdır.

2. 'Dil' kriteri, bir azınlığı belirlemede doğrudan bir ölçüt olarak kabul edilmemektedir. Demokratik kültürün olgunlaştığı sistemlerde, kültür farklılıklarına iki model çerçevesinde inceleyerek çözüm arayabiliriz. Bunlardan 'çokkültürlülük' ayrışmayı, 'bireysel haklar' çözümü ise birleşmeyi doğurur. 3

. Dil konusunda tâviz veren ülkeler, daima bölünmüş ya da bölünmenin eşiğine gelmişlerdir.

4. 'Kürtçe', eğitim için uygun bir dil değildir. Araştırmacılar, Kürtçe'nin ayrı lehçelerini konuşanların birbirlerini anlayamadıklarını vurgulamaktadır. Esasen Kürtçe yayınlanmış kitap sayısı birkaç yüzü geçmemektedir.

5. Kürtçe eğitim neticesinde, bölge halkında fırsat eşitliği bakımından denge bozulacak ve istihdam konusunda güçlükler başlayacaktır. Ayrıca, gerekli sayıda, öğretmen vasfı taşıyan kişilerin temini de imkânsızdır.

6. Özetle, ana dilde eğitim konusunda en önemli mahzur, ortak kültür değerlerine sahip insanımız arasında ayrışmaya sebep olmasıdır. Bir millî ve üniter devlette resmî dil dışında eğitim yapılması siyasî bölünmeye temel teşkil eder. Zira eğitim sadece bilgilerin değil, ortak değerlerin de aktarılmasının yoludur.

***

Geliniz önce ortak, bilimsel ve kullanılan bir Kürtçe geliştirelim. Bir yandan resmî dilimiz Türkçemizi öğrenip eğitimimizi yaparken, diğer yandan bu geliştirip zenginleştirdiğimiz Kürtçemizi de yaşatalım.

 


 

Devrim gibi bir karar: Kürtçe seçmeli ders

Hürriyet Gazetesi Yazarı Ahmet Hakan’ın bugünkü yazısı.

-  Hükümeti beğenmeyebilirsiniz.

-  Uludere konusundaki tavrını gayriinsani bulabilirsiniz.

-  Kürt sorununun çözümünde güvenlik politikalarına abanmaya başladığını düşünebilirsiniz.

-  KCK operasyonlarında ölçünün kaçtığına inanabilirsiniz.

Bütün bunlar...

Kürtçenin okullarda seçmeli ders olmasının “devrim gibi bir karar” olduğu gerçeğini değiştirmez.

Muhalefet etmek demek, hakkı hiçbir zaman teslim etmemek demek değildir.

 


 

Kürtçe eğitim

Sabah Gazetesi Yazarı Nazlı Ilıcak’ın yazısı.

Tayyip Erdoğan, Kürtçe'nin seçmeli ders olacağını açıkladı. Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), "ana dilde eğitim" diyerek, memnuniyetsizliğini ifade etse de, bu önemli bir adım. Üstelik, sadece Kürtler için değil, Türkiye'de yaşayan ve dilini öğrenmek isteyen herkese böyle bir imkân sunuluyor. Zaman içinde, ana dilde eğitime de geçilebilir; geçilmelidir de.

Kimileri demokratikleşme sürecinin yavaş ilerlediğinden şikâyet ediyor. Ama 2003'le kıyas ettiğimizde, Türkiye'nin her bakımdan çok farklı bir yerde olduğunu görmemek mümkün değil. İnkârcı bir zihniyetten kopup, Kürtçe eğitime kadar nihayet gelindi. Fakat daha kat edilmesi gereken uzun bir yol var. Anayasa bunlardan en önemlisi. Bakalım nasıl bir vatandaşlık tanımı yapılacak? Kürt dilinde eğitim ve başka haklar anayasada teminat altına alınacak mı? Özellikle CHP ve AK Parti arasında diyalog başlaması, bende, demokratikleşme adımlarının hızlanacağı umudunu yaratıyor.

> Seçmeli Kürtçe dersini yazarlar yorumluyor

Hürriyet Yazarı Mehmet Ali Birand’ın bugünkü yazısı.

Kim ne derse desin, Kürtçe'nin okullarda seçmeli dil olarak öğretilmesi kararı, tarihi bir adımdır. BDP ve PKK yetersiz görüyorlar, ana dilde eğitim konusunda ısrar ediyorlar. Taleplerini en üst düzeyde tutmak istiyorlar. Kendi taktiksel hesaplarından dolayı haklı olabilirler. Ancak Türkiye'nin bu kararla yepyeni bir süreç başlattığını da kimse reddedemez.

Fazla değil, özellikle 1980-90'larda sokaklarda Kürtçe konuşan avı vardı. Duvarlara Kürtçe yazı yazmak en büyük suçlardan biriydi. Mahkemelerde, Türkçe bilmeyenler kendilerini savunamazlardı. Tam anlamıyla bir dil savaşı yaşanırdı. 12 Eylül yönetiminin en sert inkar politikalarından biri buydu.

Bırakın konuşmayı, Kürtçe müzik dinleyeni dahi polis kovalar ve yakaladımı hapse atardı. Hiç unutmam, Diyarbakır'da bir taksiye binmiştim. Şöför bir kaset koydu ve daha ilk namelerle birlikte hemen çıkardı. Kürtçeydi. Bana döndü "Abi kusura bakma hata ettim. Ne olur polise söyleme..."diye yalvarmaya başladı. Kendimi çok kötü hissetmiştim. Bir insanın dilinin yasaklanması, anlaşılabilecek birşey değildi...

Bugün gelinilen noktaya bakın.

Nerelerden geçtik ve nereye geldik.

İşte, bu açıdan bakınca, Kürtçe'nin seçmeli dil olarak kabul edilmesi, neresinden bakılırsa bakılsın, bence tarihi bir adımdır.

Eski inkar politikasının, artık tümüyle devre dışı bırakıldığının bir işaretidir.

Şimdi tepkiler olacaktır.

Yeterli bulunmayacaktır.

Özellikle BDP ve PKK tutumlarını ortaya koydular bile. Ana dilde eğitim beklerken, seçmeli dil önerisiyle karşılaşmalarına tepkileri çok sert. Bir toplumun ana dilinin, sanki Fransızca-İngilizce öğretiliyormuş gibi muamele görmesini kabul edemiyorlar. Tarihi de, matematiği de ana dillerinde okumak istediklerini söylüyorlar.

Bu tepkiyi anlamak mümkün. Zira kendi politikalarına göre, ana dil vazgeçilmez unsurlardan biri. Pazarlığı en üst düzeyde tutmak isteyeceklerdir. Ankara ile görüşmelerde, ana dil kartını kolay kolay bırakmayacaklardır. Kendi siyasetleri bunu gerektiriyor.

Bunu istemelerinin başlıca nedeni, BDP-PKK ikilisinin çözüm hedefi. Yani Güneydoğu'da kendilerinin yönetebilecekleri ve fiilen kontrol edebilecekleri bir bölge kurabilmek. O zaman da, ana dilde eğitim bu projenin en önemli unsurlarından biri oluyor. İşte bu açıdan, seçmeli dili reddetmeleri çok doğal görülüyor.

Ankara ise, Kürt sorununu çözebilmek için adımlar atıyor. Bölge halkının bir kesiminin beklentilerini karşılamak istiyor ve kendi yanına çekmeye çalışıyor.

İki yaklaşım arasında son derece önemli bir fark var.

Biri Kürt sorunu, diğeri ise özerk bölge kurulmasıyla ilgili.

CHP'nin dil konusundaki tutumu da seçmeli dilden yana. AKP-CHP cephesi gerçek bir işbirliği oluşturabilirlerse, bu konuda elleri çok güçlenecek demektir..

"İyi, ancak yetersiz..." diyebilirsiniz, ancak bu gelişmenin boyutlarını düşündüğünüzde, verilen kararın ne kadar hayati bir önem taşıdığını görmezden gelemezsiniz.

Türkiye nihayet, Kürt kökenli vatandaşlarını gerçekten kendinden saydığını gösterme niyetini sergiledi. Daha atılacak birçok adım var tabii, ancak öylesine bir sürece girdik ki, artık kolay kolay geri dönülemez.

BIRAKIN ANA DİLİ, SEÇMELİ İÇİN DAHİ ÖĞRETMEN YOK...

Aslında kolay birşeymiş gibi konuşuyoruz.

Bunların başında, bırakın ana dil eğitimini, şu anda tartışılan seçmeli dil konusunda dahi, Kürtçe ders verecek öğretmen yok. Öğretmensiz bir dil öğrenilemeyeceğine göre, ilk iş olarak öğretmen yetiştirilecek. Bu gerçeği gözden kaçırmamak gerekir.

Unutulmaması gereken diğer bir nokta da, seçmeli dilin küçümsenmemesidir.

BDP'ye göre, seçmeli dil bahşiş vermek gibi bir şey. Hiçbir anlamı olmayan, göz boyamadan ileri gitmeyen bir adım.

Ben hiç öyle görmüyorum.

Özellikle Güneydoğu'da eğer gerekli ilgiyi bulursa -ki bu konuda çok kuşkular var- Kürtçe genç kuşakların artık unutmayacakları bir dil olacak. Toplumda yerini bulacak. İleride bir adım daha atıldığında daha da yaygınlaştırılabilecek bir eğitime dönüşecek.

"BİR SÜRE BİRBİRİNİZİ KIRMAYIN..."

Kılıçdaroğlu  son derece önemli bir noktaya parmak bastı.

Giderek çığırından çıkan liderler atışmasına bir son verilmesi gerektiğine dikkat çekti. "Artık birbirimizi kırmayalım" dedi.

Gerçekten de yeter.

Liderler, bu kırıcı üslubun kamuoyunun hoşuna gittiğini ve bu tutumun getirisi olduğuna inanıyorlarsa çok yanılıyorlar. Zaman zaman hoşa gider. "Bak bizimki nasıl da oturttu..."diye övünebilirler, ancak bu kavga öylesine uzadı ki, bıkkınlık verir oldu.

Hele şimdi, Kürt sorunun çözüm süreci yaşanırken... AKP ile CHP'nin önemli bir işbirliğine kaydıkları sırada, aynı kavgayı sürdürmek aksine tepki yaratıyor.

Kılıçdaroğlu haklı..."Kavga ediyoruz, cenazeler artıyor..." diyor.

Bırakın, bir süre birbirinizi kırmayın ve işbirliğini ön plana çıkarın, bakın göreceksiniz bu ülkenin yüzü değişiverecek. Hele artık önümüz yaz. İnsanların kavga gürültüden özellikle kaçtıkları bir dönem.

Toplumun bu kadar özveriyi sizlerden beklemesi çok mu geliyor?

(Mehmet Ali Birand-hürriyet)

 


 

Seçmeli ders olarak Kürtçe önemli!

Milliyet Yazarı Hasan Cemal’in yazısı.

Kürtçe, okullarda seçmeli ders olarak... Tarihi bir adım mı? Yoksa Kürtçe eğitim olmadan olmaz mı? ‘Asimilasyon’un devamı mı? Olumlu ama yetersiz mi? Kürtlerin eşitliği diyorsak, bu ancak ‘Kürtçe eğitim’den mi geçer? Tartışalım ama silahlar da sussun!

Kürtçe, okullarda seçmeli ders olarak... Tarihi bir adım mı?

Yoksa Kürtçe eğitim olmadan olmaz mı? ‘Asimilasyon’un devamı mı?

Olumlu mu?

Olumlu ama yetersiz mi?

Sembolik bakımdan mı önemli?

Kürtlerin eşitliği diyorsak, bu ancak ‘Kürtçe eğitim’den mi geçer?

Evet, yeni tartışma konumuz.

Başbakan Erdoğan’ın geçen gün açıkladığı okullarda seçmeli ders olarak Kürtçe kararına dudak bükmek bence yanlıştır.

Yaşadığımız memleket Türkiye.

Nerelerden geliyoruz.

Onun için seçimlik ders olarak dahi olsa, Kürtçenin okullara girmesi önemli ve olumlu bir adım.

Yeterli mi, elbette değil.

Asimilasyon devrini gerçekten kapatmak istiyorsak, Kürtler ‘eşit vatandaş’sa, bunun en önemli adımı hiç kuşkusuz ‘Kürtçe eğitim’dir.

Bir noktanın unutulmaması lazım.

Kürt sorunu, PKK, şiddet ve terör sahneye çıkmışsa, bunların temelinde Kürt dilinin ve kimliğinin inkarı yatar.

Bu inkârın sona ermesi de, sadece Kürtçe’nin seçimlik ders olarak kabullenilmesinden değil, Kürtçe eğitim hakkının teslim edilmesinden geçer.

Herkes böyle düşünmüyor.

Olabilir.

Burada önemli olan, farklı düşündüğümüz için birbirimizin gırtlağına sarılmaktan kaçınmaktır.

Oturup konuşmaktır.

Diyalog ve uzlaşma ortamı yaratmaktır.

Bunun için de önce parmakları tetikten çekmek gerekir.

Parmakları tetikten çekmek...

Yani dağda silahların susması...

Silahların gömülmesi değil, önce susması... Ateşkes, eylemsizlik ne derseniz deyin. Yapılacak ilk iş, dağdan ölüm haberlerinin gelmesine son vermektir.

Sonra da zamanı torbaya sokmaya çalışmadan, meseleleri önem derecesine göre zamana yayarak konuşmaya başlamaktır, özellikle kapalı kapılar arkasında.

Anlaşılan o ki, bu açıdan mutfakta yine bir şeyler pişirmeye çalışanlar var. Iraklı Kürt liderler Talabani’yle Barzani ve Washington’daki bazı odaklar da devrede.

Başbakan Erdoğan yönetimiyle Kılıçdaroğlu CHP’sinin son zamanlardaki yumuşak çizgileri de göz önünde tutulursa, insan iyi şeyler olabilir duygusuna kapılabiliyor.

En azından bir iyimserlik...

Biliyorum, bardağın boş tarafını da...

KCK operasyonları hız kesmiyor.

Son olarak Van Belediye Başkanı tutuklandı. Hakkari bir başka alem; BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı haklı olarak isyan ettiriyor.

KCK’dan hapisteki avukat sayısı 40.

Van milletvekili Aysel Tuğluk hakkında 14.5 yıl hapis isteniyor.

Söylenecek çok şey var.

Ama her zaman her şey aynı anda söylenmez. Üzüm mü yemek istiyoruz, bağcıyı dövmek mi sorusunda düğümlenen basit bir yaklaşım da vardır siyasette, kapıyı açabilir.

Silahın kullanım süresi bitti.

Miadı doldu eski deyişle.

Şimdi siyaset konuşacak, silahlar değil.

Başka çare yok.

Bu yalın gerçeği Kandil de, İmralı da çoktan beri biliyor. Ankara da, siyaset kurumu da bunun farkında. Bölgesel koşullarla uluslararası konjonktür de silah ve şiddetten yana değil.

Elbette, iki tarafta da Ahmet Altan’ın deyişiyle bazı derin yapılar var, barışı çomaklamak isteyen.

Bu ‘karanlık’ odaklar hep vardı, her zaman da olacak. Önemli olan onların tuzağına düşmeyecek kadar kararlı olmak ve ne yapacağını bilmektir.

(Hasan Cemal-milliyet)

 


 

Ana dilde eğitim ve Kürtçe seçmeli ders

Sabah Gazetesi Yazarı Hasan Celal Güzel’in bugünkü yazısı

Başbakan Erdoğan, 'Demokratik Açılım' çerçevesinde, 'Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulmasına karar verildiğini açıkladı. Ana dilin öğretilmesi için devlet üzerine düşeni yapmalıdır. Bu maksatla, devletin açacağı kurslar ile Millî Eğitim Bakanlığı'nın gözetiminde özel olarak açılacak 'dil kursları' kullanılabilir. Ayrıca bölgede, Kürtçe (Kurmançi veya mahallinde konuşulan lehçe) 'seçmeli ders' olarak okutulabilir.

BDP'li Kışanak, Başbakan Erdoğan'ın, Kürtçe'nin seçmeli ders yapılacağını söylemesinden hiç memnun değil. Zira ırkçıbölücü Kürtçülerin asıl isteği, 'ana dilde eğitim' başlığı altında Türkiye'de iki dillilik, hattâ çok dillilik oluşturarak bölünmeyi gerçekleştirmektir.

Bir milleti bir arada tutan esas unsurların başında ortak din ve kullanılan 'ortak dil' gelir. Milletin yaşadığı coğrafyada, yani vatan topraklarında ana dilleri farklı vatandaşlar yaşayabilir ve kendi ana dilleriyle konuşabilirler. Ancak bu durum müşterek resmî dilin önemini ve rolünü değiştirmez.

***

'Çokkültürlülük', takdim edildiği gibi 'zenginlik' değildir. Farklı kültürler 'millî kültür'ün parçalarıdır. Üniter ve millî devletlerde 'resmî dil' vardır ve eğitim bu dille yapılır. Bu, 'tek millet' olmanın gereğidir.

İki dilli ya da çok dilli ülkeler ya bölünmüşlerdir veya bölünmenin eşiğine gelmişlerdir. Bunu gören federatif devletler bile 'iki dil'e izin vermemişlerdir. ABD'de 'iki dillilik' yoktur. Üstelik talep edilen ikinci dil, en az İngilizce kadar gelişmiş 'İspanyolca'dır. İsviçre, Kanada, Belçika gibi ülkeler 'Çok dillilik' konusunda doğru örnekler değildir. Belçika ve Kanada, bu yüzden bölünmek üzere olan ülkelerdir.

Bir etnik kimliğin tanınması, 'millî kültür'ün ve ortak 'resmî dil'in önemini azaltmaz ve 'iki dilliliği' gerektirmez.

Son günlerde 'ana dilde eğitim' furyası başladı. 'Yeni Anayasa' hazırlıklarının Kürtçülerin iştihalarını kabarttığı, 'Çokkültürlülük' oluşturarak 'millî birlik ve bütünlüğü' baltalayacak uygulamaları başlatmaya çalıştıkları görülmektedir.

***

Ana dilde eğitim yapılması birçok bakımdan imkânsız ve mahzurludur. Şöyle ki:

1. Ana dilde eğitim, dünyanın her yerinde genellikle 'azınlıklar' için geçerli olmuştur. Kürtler ve diğer Müslüman etnik gruplar azınlık değil, Türkiye'nin aslî unsurları ve Türk Milleti'nin parçalarıdır.

2. 'Dil' kriteri, bir azınlığı belirlemede doğrudan bir ölçüt olarak kabul edilmemektedir. Demokratik kültürün olgunlaştığı sistemlerde, kültür farklılıklarına iki model çerçevesinde inceleyerek çözüm arayabiliriz. Bunlardan 'çokkültürlülük' ayrışmayı, 'bireysel haklar' çözümü ise birleşmeyi doğurur. 3

. Dil konusunda tâviz veren ülkeler, daima bölünmüş ya da bölünmenin eşiğine gelmişlerdir.

4. 'Kürtçe', eğitim için uygun bir dil değildir. Araştırmacılar, Kürtçe'nin ayrı lehçelerini konuşanların birbirlerini anlayamadıklarını vurgulamaktadır. Esasen Kürtçe yayınlanmış kitap sayısı birkaç yüzü geçmemektedir.

5. Kürtçe eğitim neticesinde, bölge halkında fırsat eşitliği bakımından denge bozulacak ve istihdam konusunda güçlükler başlayacaktır. Ayrıca, gerekli sayıda, öğretmen vasfı taşıyan kişilerin temini de imkânsızdır.

6. Özetle, ana dilde eğitim konusunda en önemli mahzur, ortak kültür değerlerine sahip insanımız arasında ayrışmaya sebep olmasıdır. Bir millî ve üniter devlette resmî dil dışında eğitim yapılması siyasî bölünmeye temel teşkil eder. Zira eğitim sadece bilgilerin değil, ortak değerlerin de aktarılmasının yoludur.

***

Geliniz önce ortak, bilimsel ve kullanılan bir Kürtçe geliştirelim. Bir yandan resmî dilimiz Türkçemizi öğrenip eğitimimizi yaparken, diğer yandan bu geliştirip zenginleştirdiğimiz Kürtçemizi de yaşatalım.

 


 

Devrim gibi bir karar: Kürtçe seçmeli ders

Hürriyet Gazetesi Yazarı Ahmet Hakan’ın bugünkü yazısı.

-  Hükümeti beğenmeyebilirsiniz.

-  Uludere konusundaki tavrını gayriinsani bulabilirsiniz.

-  Kürt sorununun çözümünde güvenlik politikalarına abanmaya başladığını düşünebilirsiniz.

-  KCK operasyonlarında ölçünün kaçtığına inanabilirsiniz.

Bütün bunlar...

Kürtçenin okullarda seçmeli ders olmasının “devrim gibi bir karar” olduğu gerçeğini değiştirmez.

Muhalefet etmek demek, hakkı hiçbir zaman teslim etmemek demek değildir.

 


 

Kürtçe eğitim

Sabah Gazetesi Yazarı Nazlı Ilıcak’ın yazısı.

Tayyip Erdoğan, Kürtçe'nin seçmeli ders olacağını açıkladı. Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), "ana dilde eğitim" diyerek, memnuniyetsizliğini ifade etse de, bu önemli bir adım. Üstelik, sadece Kürtler için değil, Türkiye'de yaşayan ve dilini öğrenmek isteyen herkese böyle bir imkân sunuluyor. Zaman içinde, ana dilde eğitime de geçilebilir; geçilmelidir de.

Kimileri demokratikleşme sürecinin yavaş ilerlediğinden şikâyet ediyor. Ama 2003'le kıyas ettiğimizde, Türkiye'nin her bakımdan çok farklı bir yerde olduğunu görmemek mümkün değil. İnkârcı bir zihniyetten kopup, Kürtçe eğitime kadar nihayet gelindi. Fakat daha kat edilmesi gereken uzun bir yol var. Anayasa bunlardan en önemlisi. Bakalım nasıl bir vatandaşlık tanımı yapılacak? Kürt dilinde eğitim ve başka haklar anayasada teminat altına alınacak mı? Özellikle CHP ve AK Parti arasında diyalog başlaması, bende, demokratikleşme adımlarının hızlanacağı umudunu yaratıyor.

Son Güncelleme: Cuma, 15 Haziran 2012 09:08

Gösterim: 3086

İstanbul Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız, zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran düzenleme dolayısıyla yeni eğitim-öğretim yılına hazırlık için İstanbul'da sürdürülen çalışmalara ilişkin, AA muhabirinin sorularını yanıtladı.

MEB’den okula kayıt açıklamasıYıldız, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'le yaptıkları toplantıda ortaya çıkan en önemli mesajın, yeni eğitim sistemine geçişte, çocukların, ekstra maliyet yüklenmeden, velilerin tercihleri de dikkate alınarak okullara kaydedilmesi olduğunu, ilk ve ortaokul düzenlemelerini yaparken vatandaşı tedirgin edecek, zorluk çıkaracak bir yaklaşımdan kaçınacaklarını kaydetti.

İstanbul'da 2 bin 500'e yakın okuldan bin 660'ının ilköğretim düzeyinde bulunduğunu belirten Yıldız, dönüşüm programının da bu okullarla ilgili olacağını ifade etti.

İl genelinde hangi okulların ilkokul, hangilerinin ortaokul olarak değerlendirilebileceğine ilişkin çalışmaların ilçe milli eğitim müdürlükleri tarafından kendilerine iletildiğini, genel ilkelerin ve kriterlerin belirlendiğini anlatan Yıldız, öğrencilerin olabildiğince başladıkları okulları bitirebilmelerine dikkat edeceklerini vurguladı. 

> MEB’den velileri rahatlatacak açıklama

İstanbul Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız, zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran düzenleme dolayısıyla yeni eğitim-öğretim yılına hazırlık için İstanbul'da sürdürülen çalışmalara ilişkin, AA muhabirinin sorularını yanıtladı.

MEB’den okula kayıt açıklamasıYıldız, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'le yaptıkları toplantıda ortaya çıkan en önemli mesajın, yeni eğitim sistemine geçişte, çocukların, ekstra maliyet yüklenmeden, velilerin tercihleri de dikkate alınarak okullara kaydedilmesi olduğunu, ilk ve ortaokul düzenlemelerini yaparken vatandaşı tedirgin edecek, zorluk çıkaracak bir yaklaşımdan kaçınacaklarını kaydetti.

İstanbul'da 2 bin 500'e yakın okuldan bin 660'ının ilköğretim düzeyinde bulunduğunu belirten Yıldız, dönüşüm programının da bu okullarla ilgili olacağını ifade etti.

İl genelinde hangi okulların ilkokul, hangilerinin ortaokul olarak değerlendirilebileceğine ilişkin çalışmaların ilçe milli eğitim müdürlükleri tarafından kendilerine iletildiğini, genel ilkelerin ve kriterlerin belirlendiğini anlatan Yıldız, öğrencilerin olabildiğince başladıkları okulları bitirebilmelerine dikkat edeceklerini vurguladı. 

Son Güncelleme: Cumartesi, 16 Haziran 2012 10:24

Gösterim: 6040

Zorunlu eğitimde ‘4+4+4’ formülünün devreye girmesiyle 2 milyon öğrenci okula gidecek. 100 tanesi İstanbul'da olmak üzere toplam 800 yeni okul inşa edilmesi gerekecek. Okulların maliyeti ise 1.9 milyar lirayı bulacak.

İşte 4+4+4’ün maliyeti ve yatırımları4+4+4 formülüyle açıklanan 12 yıllık zorunlu eğitim uygulaması Türkiye'de yeni okul talebi yaratacak. 7 ile 14 yaş arasında 10.5 milyon çocuk bulunurken 5-6 yaş aralığında yaklaşık 2 milyon çocuk bulunuyor. Yeni eğitim sisteminin devreye girmesiyle birlikte çocuklar için de ekstra okul ve derslik talebi gündeme geliyor.

EVA Değerleme Genel Müdürü Cansel Turgut Yazıcı, durumun ciddi boyutlarda olduğunu belirterek, "Herkes olaya derslik diye bakıyor ama metrekare önemli" dedi. Öğrenci başına 2 metrekarelik derslik düşmesi halinde 4 milyon metrekare dersliğe ihtiyaç olacağını vurgulayan Yazıcı, "Yurtdışında bir derslikte ortalama 20-25 çocuk öğrenim görüyor. Bu rakam Türkiye'de ise 45'e kadar çıkabiliyor" dedi.

Yazıcı, bir okulun ortalama 3-4 bin metrekare büyüklüğünde olduğundan yola çıkarak, bu kadar öğrenci için çok büyük ölçekli yatırımlara ihtiyaç bulunduğunu dile getirdi. İlköğretim ve lise olmak üzere Türkiye'de 60 bin okul olduğunu belirten Yazıcı, "2 milyon öğrenci için 50 binin üzerinde derslik ve 800 civarında okul yapmak gerekiyor. İstanbul'da 10 yılda yalnızca 24 bin derslik yapılabilmiş" diye konuştu.

İSTANBUL İÇİN 100 OKUL GEREK

İstanbul'daki 5-6 yaş arasındaki çocuk sayısının 270 bin olduğunu ifade eden Yazıcı, "Bu durumda İstanbul'da 6 bin 800 derslik gerekiyor. Bu da sadece İstanbul için 100 yeni okul anlamına geliyor.

Öğrencilerin belli bir bölümünü özel okulda okuduğunu ama bu oranın çok yüksek olmadığını dile getiren Yazıcı, "İstanbul'da 7-14 yaş arasındaki çocukların eğitim göreceği 98 bin derslik var. Özel okuldaki derslik sayısı ise 5 bin" dedi.

MALİYET 1.9 MİLYAR LİRA

Cansel Turgut Yazıcı, bu kadar sayıda okul yapmanın, bu okulların yapılacağı arsaları bulmanın kolay olmadığını vurgulayarak, "Arsanın bedava olduğunu düşünürsek İstanbul'da 256 milyon liralık okulların inşaat maliyeti çıkıyor. Türkiye genelinde ise bu rakam 1.9 milyar liraya çıkıyor. Bunlar arsa hariç rakamlar" değerlendirmesini yaptı.

İstanbul'da arsaların az ve pahalı olması nedeniyle okulların yapılacağı alanların ciddi bir sorun olduğunu kaydeden Yazıcı, "İstanbul'a 100 okul gerekiyor ve bunlar için ihtiyaç duyulan arsa 300-400 bin metrekare. İstanbul'da arsanın metrekaresini de ortalama 2 bin liradan hesaplarsak en az 600 milyon lira arsa değeri çıkabiliyor. İnşaat maliyetiyle bu miktar İstanbul için 1 milyar liraya ulaşıyor. Türkiye genelinde ise 800 okul için ise rakam epey yükseliyor" diye konuştu.

ZORUNLU EĞİTİME 12 YIL

Milliyet Gazetesi'nden Yavuz Karaman'ın haberine göre; zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran, 4+4+4 olarak bilinen yasa ilköğretim kurumlarının toplam eğitim süresi 8 yıl olacak. Ortaöğretim kurumları, ilköğretim kurumlarından sonra 4 yıllık zorunlu öğrenim veren genel, mesleki ve teknik öğretim kurumları olarak tanımlanıyor.

Yasada, 'Bu okullarda kesintisiz eğitim yapılır' ifadesi ise kanundan çıkarılıyor. İlköğretim 6-14 yaş grubundaki çocukların eğitimi ve öğretimini kapsayacak, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunlu ve devlet okullarında parasız olacak.

12 yıllık zorunlu eğitim uygulamasının başlangıç tarihi Bakanlar Kurulu tarafından belirlenecek. Mecburi ilköğretim çağı 6-14 yaş grubundaki çocukları kapsayacak. Bu çağ, çocuğun 6 yaşını bitirdiği yılın Eylül ayı sonunda başlayıp, 14 yaşını bitirip 15 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda bitecek.

(sabah)

> İşte 4+4+4’ün maliyeti ve yatırımları

Zorunlu eğitimde ‘4+4+4’ formülünün devreye girmesiyle 2 milyon öğrenci okula gidecek. 100 tanesi İstanbul'da olmak üzere toplam 800 yeni okul inşa edilmesi gerekecek. Okulların maliyeti ise 1.9 milyar lirayı bulacak.

İşte 4+4+4’ün maliyeti ve yatırımları4+4+4 formülüyle açıklanan 12 yıllık zorunlu eğitim uygulaması Türkiye'de yeni okul talebi yaratacak. 7 ile 14 yaş arasında 10.5 milyon çocuk bulunurken 5-6 yaş aralığında yaklaşık 2 milyon çocuk bulunuyor. Yeni eğitim sisteminin devreye girmesiyle birlikte çocuklar için de ekstra okul ve derslik talebi gündeme geliyor.

EVA Değerleme Genel Müdürü Cansel Turgut Yazıcı, durumun ciddi boyutlarda olduğunu belirterek, "Herkes olaya derslik diye bakıyor ama metrekare önemli" dedi. Öğrenci başına 2 metrekarelik derslik düşmesi halinde 4 milyon metrekare dersliğe ihtiyaç olacağını vurgulayan Yazıcı, "Yurtdışında bir derslikte ortalama 20-25 çocuk öğrenim görüyor. Bu rakam Türkiye'de ise 45'e kadar çıkabiliyor" dedi.

Yazıcı, bir okulun ortalama 3-4 bin metrekare büyüklüğünde olduğundan yola çıkarak, bu kadar öğrenci için çok büyük ölçekli yatırımlara ihtiyaç bulunduğunu dile getirdi. İlköğretim ve lise olmak üzere Türkiye'de 60 bin okul olduğunu belirten Yazıcı, "2 milyon öğrenci için 50 binin üzerinde derslik ve 800 civarında okul yapmak gerekiyor. İstanbul'da 10 yılda yalnızca 24 bin derslik yapılabilmiş" diye konuştu.

İSTANBUL İÇİN 100 OKUL GEREK

İstanbul'daki 5-6 yaş arasındaki çocuk sayısının 270 bin olduğunu ifade eden Yazıcı, "Bu durumda İstanbul'da 6 bin 800 derslik gerekiyor. Bu da sadece İstanbul için 100 yeni okul anlamına geliyor.

Öğrencilerin belli bir bölümünü özel okulda okuduğunu ama bu oranın çok yüksek olmadığını dile getiren Yazıcı, "İstanbul'da 7-14 yaş arasındaki çocukların eğitim göreceği 98 bin derslik var. Özel okuldaki derslik sayısı ise 5 bin" dedi.

MALİYET 1.9 MİLYAR LİRA

Cansel Turgut Yazıcı, bu kadar sayıda okul yapmanın, bu okulların yapılacağı arsaları bulmanın kolay olmadığını vurgulayarak, "Arsanın bedava olduğunu düşünürsek İstanbul'da 256 milyon liralık okulların inşaat maliyeti çıkıyor. Türkiye genelinde ise bu rakam 1.9 milyar liraya çıkıyor. Bunlar arsa hariç rakamlar" değerlendirmesini yaptı.

İstanbul'da arsaların az ve pahalı olması nedeniyle okulların yapılacağı alanların ciddi bir sorun olduğunu kaydeden Yazıcı, "İstanbul'a 100 okul gerekiyor ve bunlar için ihtiyaç duyulan arsa 300-400 bin metrekare. İstanbul'da arsanın metrekaresini de ortalama 2 bin liradan hesaplarsak en az 600 milyon lira arsa değeri çıkabiliyor. İnşaat maliyetiyle bu miktar İstanbul için 1 milyar liraya ulaşıyor. Türkiye genelinde ise 800 okul için ise rakam epey yükseliyor" diye konuştu.

ZORUNLU EĞİTİME 12 YIL

Milliyet Gazetesi'nden Yavuz Karaman'ın haberine göre; zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran, 4+4+4 olarak bilinen yasa ilköğretim kurumlarının toplam eğitim süresi 8 yıl olacak. Ortaöğretim kurumları, ilköğretim kurumlarından sonra 4 yıllık zorunlu öğrenim veren genel, mesleki ve teknik öğretim kurumları olarak tanımlanıyor.

Yasada, 'Bu okullarda kesintisiz eğitim yapılır' ifadesi ise kanundan çıkarılıyor. İlköğretim 6-14 yaş grubundaki çocukların eğitimi ve öğretimini kapsayacak, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunlu ve devlet okullarında parasız olacak.

12 yıllık zorunlu eğitim uygulamasının başlangıç tarihi Bakanlar Kurulu tarafından belirlenecek. Mecburi ilköğretim çağı 6-14 yaş grubundaki çocukları kapsayacak. Bu çağ, çocuğun 6 yaşını bitirdiği yılın Eylül ayı sonunda başlayıp, 14 yaşını bitirip 15 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda bitecek.

(sabah)

Son Güncelleme: Perşembe, 14 Haziran 2012 09:34

Gösterim: 5633


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.