Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Ahmet H. Uysal, TEGV’li çocuklara eğitim desteği sağlamak ve farkındalık yaratmak üzere 11 Nisan’da Artvin’den başladığı koşusunda Türkiye’yi boydan boya kat ederek 1645 km. yol yaptı.
Ahmet H. Uysal, çocuklarımızı eğitim ile kucaklayabilmek için tam tamına 46 gün boyunca Artvin’den Muğla’ya 14 ilden geçerek Anadolu’yu kat ettiği projesi Eğitime Koşar Adım’ı tamamladı. Geçtiği yerlerde TEGV’in eğitim ışığıyla parladığı yepyeni hikâyeler ve anılar biriktirdiği, aynı zamanda sosyal medya takipçilerinden ve bütün eğitim dostlarından çocuklarımızın TEGV’de nitelikli eğitim desteğiyle buluşması için bağış topladığı projede Uysal, toplam 1645 km. koştu. Bu özverili ve yorucu projesinin sonunda hedefi, 5000 çocuğumuzun TEGV’de eğitim desteğiyle yarınlara umutla bakabilmesini sağlamaktı ve bu hedefine ulaştı.
Ahmet H. Uysal, bu büyük koşusuna Artvin Atatepe’deki Atatürk Anıtı’ndan başladı. Sırasıyla Erzurum, Bayburt ve Gümüşhane’den geçen Uysal, 23 Nisan’da Erzincan’a ulaştı. Daha sonra Sivas ve Kayseri’de koşan Ahmet H. Uysal, yolu yarıladığı il olan Nevşehir’e vardı. Daha sonra Aksaray ve ardından Konya’da koşmaya devam eden Uysal’ı Seydişehir’deki TEGV Ateşböceği bekliyordu. Geçtiği illerdeki TEGV Öğrenim Birimlerine de uğrayan Uysal, Seydişehir’deki Birim Ailesi Ateşböceği Öğrenim Birimi’ni ziyaret ederek çocuklarla ve gönüllülerle buluştu, onların sorularını yanıtladı.
Ahmet H. Uysal, temposunu hiç düşürmeden Isparta ve Denizli’ye uğradıktan sonra 6 Haziran’da Köyceğiz’de bu değerli koşusunu bitirdi. 2000 yılından bugüne TEGV mütevelli üyesi olan değerli sanatçı Yılmaz Erdoğan, bu final günü için Köyceğiz’deki çiftliğinin kapılarını açtı. Koşunun son kilometrelerinde Uysal’a eşlik eden Yılmaz Erdoğan projeyle ilgili “Ahmet Uysal’ı kutluyorum. Hepimiz birçok konuyla ilgili çok konuşuyoruz ama onun kadar çok koşmuyoruz. Ahmet Uysal’ın katkısı, bilmenin yetmediği, yapabilmenin önemli olduğu çağımıza çok güzel bir örnek ” dedi. TEGV Genel Müdürü Sait Tosyalı ise bitiş çizgisini beraber geçen Erdoğan ve Uysal’a madalyalarını vererek teşekkür etti. Projenin kahramanı Ahmet H. Uysal finalin ardından duygularını şöyle özetledi: “Eğitime Koşar Adım diyerek yola çıktık, 57 gündür yoldayım. Bugün burada olduğum için çok mutluyum. Her şey eğitim ve çocuklarımız için. ”
Daha sonra Ahmet Uysal, koşu rotasında bulunan TEGV noktalarından topladığı parçalardan oluşan yapbozun son halkasını da Yılmaz Erdoğan ile yerleştirdi. Böylece Büyük Anadolu Koşusu tablosu da ölümsüzleşti.
Rakamlarla Eğitime Koşar Adım
Ahmet H. Uysal, koşusu boyunca…
14 ilden geçti.
2 milyon adım attı.
250 litre su içti.
7 TEGV Birimi ziyaret etti.
116 gofret yedi.
Yolda 57 gece geçirdi.
Sıfır böcek ısırığıyla rotasını tamamladı.
Ahmet H. Uysal Kimdir?
Ahmet H. Uysal 1972 de Adana da doğdu. İlkoğrenimini İsmet İnönü İlkokulunda, Liseyi İstanbul Amerikan Robert Koleji’nde okudu. İTÜ İnşaat Mühendisliği üzerine Boston College da Finans Yüksek Lisansı yaptı. Bir süre Amerika’da mühendis olarak çalıştıktan sonra Türkiye'ye döndü. 2000 yılından bugüne İstanbul’da yaşıyor; bir kaç değişik sektörde girişimci olarak yatırımlar yapıyor. Evli ve iki çocuk babası. Hayalleri, çocuk sevgisi ve eğitim sevdası onu TEGV ile tanıştırdı. Siirt Pervari Öğrenim Birimi için TEGV bayrağını ilk Türk katılımcı olarak Kuzey Kutbu’na taşıdı ve Kuzey Kutbu Maratonu’nu bitirdi.
Şimdi Nisan 2018’de başlayacak yeni projesiyle Anadolu’yu eğitim aşkına Artvin'den Fethiye'ye koşacak.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
Ahmet H. Uysal, TEGV’li çocuklara eğitim desteği sağlamak ve farkındalık yaratmak üzere 11 Nisan’da Artvin’den başladığı koşusunda Türkiye’yi boydan boya kat ederek 1645 km. yol yaptı.
Ahmet H. Uysal, çocuklarımızı eğitim ile kucaklayabilmek için tam tamına 46 gün boyunca Artvin’den Muğla’ya 14 ilden geçerek Anadolu’yu kat ettiği projesi Eğitime Koşar Adım’ı tamamladı. Geçtiği yerlerde TEGV’in eğitim ışığıyla parladığı yepyeni hikâyeler ve anılar biriktirdiği, aynı zamanda sosyal medya takipçilerinden ve bütün eğitim dostlarından çocuklarımızın TEGV’de nitelikli eğitim desteğiyle buluşması için bağış topladığı projede Uysal, toplam 1645 km. koştu. Bu özverili ve yorucu projesinin sonunda hedefi, 5000 çocuğumuzun TEGV’de eğitim desteğiyle yarınlara umutla bakabilmesini sağlamaktı ve bu hedefine ulaştı.
Ahmet H. Uysal, bu büyük koşusuna Artvin Atatepe’deki Atatürk Anıtı’ndan başladı. Sırasıyla Erzurum, Bayburt ve Gümüşhane’den geçen Uysal, 23 Nisan’da Erzincan’a ulaştı. Daha sonra Sivas ve Kayseri’de koşan Ahmet H. Uysal, yolu yarıladığı il olan Nevşehir’e vardı. Daha sonra Aksaray ve ardından Konya’da koşmaya devam eden Uysal’ı Seydişehir’deki TEGV Ateşböceği bekliyordu. Geçtiği illerdeki TEGV Öğrenim Birimlerine de uğrayan Uysal, Seydişehir’deki Birim Ailesi Ateşböceği Öğrenim Birimi’ni ziyaret ederek çocuklarla ve gönüllülerle buluştu, onların sorularını yanıtladı.
Ahmet H. Uysal, temposunu hiç düşürmeden Isparta ve Denizli’ye uğradıktan sonra 6 Haziran’da Köyceğiz’de bu değerli koşusunu bitirdi. 2000 yılından bugüne TEGV mütevelli üyesi olan değerli sanatçı Yılmaz Erdoğan, bu final günü için Köyceğiz’deki çiftliğinin kapılarını açtı. Koşunun son kilometrelerinde Uysal’a eşlik eden Yılmaz Erdoğan projeyle ilgili “Ahmet Uysal’ı kutluyorum. Hepimiz birçok konuyla ilgili çok konuşuyoruz ama onun kadar çok koşmuyoruz. Ahmet Uysal’ın katkısı, bilmenin yetmediği, yapabilmenin önemli olduğu çağımıza çok güzel bir örnek ” dedi. TEGV Genel Müdürü Sait Tosyalı ise bitiş çizgisini beraber geçen Erdoğan ve Uysal’a madalyalarını vererek teşekkür etti. Projenin kahramanı Ahmet H. Uysal finalin ardından duygularını şöyle özetledi: “Eğitime Koşar Adım diyerek yola çıktık, 57 gündür yoldayım. Bugün burada olduğum için çok mutluyum. Her şey eğitim ve çocuklarımız için. ”
Daha sonra Ahmet Uysal, koşu rotasında bulunan TEGV noktalarından topladığı parçalardan oluşan yapbozun son halkasını da Yılmaz Erdoğan ile yerleştirdi. Böylece Büyük Anadolu Koşusu tablosu da ölümsüzleşti.
Rakamlarla Eğitime Koşar Adım
Ahmet H. Uysal, koşusu boyunca…
14 ilden geçti.
2 milyon adım attı.
250 litre su içti.
7 TEGV Birimi ziyaret etti.
116 gofret yedi.
Yolda 57 gece geçirdi.
Sıfır böcek ısırığıyla rotasını tamamladı.
Ahmet H. Uysal Kimdir?
Ahmet H. Uysal 1972 de Adana da doğdu. İlkoğrenimini İsmet İnönü İlkokulunda, Liseyi İstanbul Amerikan Robert Koleji’nde okudu. İTÜ İnşaat Mühendisliği üzerine Boston College da Finans Yüksek Lisansı yaptı. Bir süre Amerika’da mühendis olarak çalıştıktan sonra Türkiye'ye döndü. 2000 yılından bugüne İstanbul’da yaşıyor; bir kaç değişik sektörde girişimci olarak yatırımlar yapıyor. Evli ve iki çocuk babası. Hayalleri, çocuk sevgisi ve eğitim sevdası onu TEGV ile tanıştırdı. Siirt Pervari Öğrenim Birimi için TEGV bayrağını ilk Türk katılımcı olarak Kuzey Kutbu’na taşıdı ve Kuzey Kutbu Maratonu’nu bitirdi.
Şimdi Nisan 2018’de başlayacak yeni projesiyle Anadolu’yu eğitim aşkına Artvin'den Fethiye'ye koşacak.
Son Güncelleme: Perşembe, 07 Haziran 2018 11:23
Gösterim: 2555
“İbrahim Arıkan gibi bir ustanın çıraklığını yaptım, İzzettin Silier gibi bir ustanın mirasını devraldım” diyen Fen Bilimleri Okulları Kurucusu Nazmi Arıkan, 50 yıllık eğitim yolculuğunu, ikinci kuşağa devretmeye hazırlanıyor. artı eğitim dergisinin düzenlediği 4. Yılın Eğitimde Başarı Ödülleri’nde Yılın Yaşam Boyu Eğitimi Ödülü’nü alan Arıkan ile eğitimin güncel sorunlarını konuşurken, gelecek planlarını da dinledik.
Yeni müfredatla başlayan, bu yıl da TEOG ve üniversite sınav sistemiyle devam eden eğitimde değişiklikler manzumesiyle karşı karşıyayız. Bu değişiklikler hakkında neler düşünüyorsunuz, bu değişikliklerin yapılması doğru muydu? Özel öğretim kurumları olarak bunlardan nasıl etkileniyorsunuz?
Toplum, toplumdaki bilgi birikimi ve teknoloji çok hızlı değişmesine rağmen eğitim modellemelerindeki değişim çok yavaş seyrediyor. Bilgi çağına geçtik diyoruz ama sınıfta hala kara tahta, silgi ve oturak var. Aslına bu sadece Türkiye’nin değil dünyanın problemi. Şu anda dünyada “Eğitimle ilgili nereye gidelim?” şeklinde bir arayış var. Hepimize en iyi model olarak sunulan Finlandiya’da da, ABD’de de, Türkiye’de de arayış olduğunu görüyoruz. Günümüzde okullarda verilen eğitim toplumun ihtiyaçlarını karşılamıyor. Geleceği okuyanlar, önümüzdeki 20 yıl içinde bugünkü mesleklerin pek çoğunun olmayacağını belirtiyorlar. Bu kadar hızlı değişen bir çağda eğitimin de aynı hızla değişiyor olması gerekiyor. Ne yazık ki ne müfredatlarda, ne kitaplarda, ne de okul yapılaşmasında bu hızlı değişimi yakalayacak durum oluşmadı. Hatta bilgisayarda oyun oynamaktan tutun yine bilgisayarda bilgiye erişmeye varan süreçleri bile eğitimle bütünleştirmek henüz başarıya ulaşmadı. Elektronik ortamda birçok eğitim programı yapılmasına rağmen hiçbiri 1-2 milyon öğrenciye aynı anda ulaşamıyor. Eğitim ve toplumun gidiş hızı birbirine denk düşmüyor. Bu da kaçınılmaz olarak yeni arayışlara sebep oluyor. Bir gün eğitimin, toplumun ihtiyaçlarına göre kökten değişeceğine inanıyorum.
Ben birçok ülkenin ders kitaplarını inceledim. Küçük nüanslar dışında aslına bakarsanız içerikleri birbiriyle aynı. Eğitim; toplumun istediği insan tipini oluşturmaya ve bu insan tipinin ihtiyacı olan üretimi yaptırmayı zorluyor. İkisinde de maalesef başarılı değiliz. Eğitimde program değiştirmek, sınav değiştirmek, şekil değiştirmek şarttır ve bundan sonra daha hızlı gelişeceğini düşünüyorum.
AKŞAM YATIP SABAH “BUNU DEĞİŞTİRDİM” DEMEK DOĞRU DEĞİL
Peki bu değişiklikler sizin biraz önce bahsettiğiniz hedeflere ulaşmak için mi yapılıyor? Bu değişimleri tasarlarken belli verilere dayanmak gerekmez mi?
Yapılan değişikliklerle ilgili tabii ki söyleyeceğimiz şeyler var. Mesela bugün getirilen sistemler de 2 yıl sonra ihtiyaca cevap veremeyecek çünkü bilgi eskiyor. Buradaki sıkıntı değişikliklerin günlük ihtiyaçlara göre yapılması. Halbuki değişiklikler yapılırken 5, 10 ve 20 yıllık ihtiyaçların göz önünde bulundurulması gerekiyor. 50 yıl diyeceğim ama kimse 50 yıl sonrasını göremiyor. 50 yıl önce bunu yapabiliyorduk ama bugün itibariyle tahmin süreçlerimiz kısaldı. Sabah yatıp akşama “bunu değiştirdim” demek doğru değil. Ayrıca hiçbir acelemiz de yok. Eğitimde sınavlar olarak adlandırdığımız kademeler arası geçişlerin değiştirilmesi söz konusu ise, bunu eğitim bilimcilerin tartışması sağlıklı ve daha doğru olur. Bu tartışmalar uzun yapılmalı ve konunun olumlu – olumsuz tarafları masaya yatırılmalıdır.
EĞİTİM SİSTEMİMİZİN İKİ ÖNEMLİ SORUNUNU ÇÖZMELİYİZ
Yapılan değişikliklerin İstanbul’daki yansımalarıyla Muş’taki yansımaları aynı olmuyor. Bu ciddi bir sorun değil mi?
Türkiye çok büyük bir ülke ve her bölgenin ihtiyacı da farklı. Örneğin gençliğimizde seçmeli dersler vardı. Köylerde yaşıyorsak tarım dersi seçerdik, şehirlerde ise ticaret dersini tercih ederdik. Tarım dersinde arıcılık da okutulurdu süt inekçiliği de. Şehirlerde okutulan ticaret dersinde ise defter tutmak, vergi dairesi vb. konular anlatılırdı. Yani günlük hayatımıza dokunan şeyler öğretilirdi. Günümüzde pek çok çeşitliliğin olduğu bir ülkede herkese tek tip programı dayatmak her yerde yüzde 100 sağlıklı sonuç vermiyor. Aynı anda 4 mevsimin yaşandığı bir ülkedeyiz. Deniz kıyısında da, 2 bin metre yükseklikte de yerleşim yerlerimiz var. Bu sebeple ihtiyaçlarımız da farklılaşıyor. Dolayısıyla merkezi bir sınav sistemini dayatmak yerine kademeler arası geçişi sağlayacak ve bölgeler arası eşitsizlikleri giderecek toplu bir model yaratmamız gerekiyor. Bu noktada da eğitim sistemimizin iki önemli sorununu halletmemiz önem teşkil ediyor. Birincisi öğrencilerimizin barınacağı yurtlar, diğeri ise öğretmenlerimiz. Çünkü iyi bir program kötü bir öğretmenin elinde hiçbir ise yaramaz. Kaliteli bir öğretmen kötü bir programa rağmen iyi bir insan yetiştirebilir.
TEMEL LİSELER 11 VE 12. SINIFLAR İÇİN İYİ OLDU
Bu yıl resmi rakamlara göre 1700 civarında okul açıldı. Bu artışın sektöre etkisi nasıl oldu, sektörün bugün geldiği yer nedir?
Özel okulculuk oranında artış var denmesinin en önemli sebebini şöyle açıklayabilirim: Kapatılma sürecinde var olan dershanelerin yarıya yakını temel liselere dönüştü. Temel liseler Milli Eğitim Bakanlığı’nın istatistiklerinde özel lise olarak gözüküyor. Şu anda Türkiye’de 1500 – 1600 temel lise çalışır vaziyette. Ben bunların temel lise olarak işlevinin nasıl olacağını çok merak ediyordum. 11 ve 12. sınıflar için çok iyi oldu. Çünkü eskiden çocuk okul ile dershane arasında koşturup duruyordu şimdi ise her ikisini birleştirdik. Temel liseler olarak dershane ihtiyacının yüzde 100’ünü, okul ihtiyacının ise yüzde 50’sini karşılıyoruz. 9 ve 10. sınıflar için çok uygun ortamı sunmuyorlar. Çünkü bizim temel liselerimizde çocukların tiyatro oynayabilecekleri konferans salonları yok. Buralarda görev yapan birkaç becerikli öğretmenin çocukların ufkunu açmasıyla eğitim süreci devam ediyor. Söz konusu bu 1600 okul özel okul oranını yükseltti. Bilindiği üzere yasada bir değişiklik yapılmazsa 2019 sonunda bu okullar kapanacak.
Bir kesim temel liselerin başarılı olduğunu ve sistemin içinde devam etmesi gerektiğini savunuyor. Bu konuda düşünceleriniz ne yönde?
Dershanelerin kapanma sürecinde “Dershaneleri böyle pat diye harcanmayalım, akademik lise diye bir tanım koyalım ve akademik liselere dönüştürelim” demiştim. Adı temel lise oldu belki ama akademik liselerin görevini yerine getiriyor. Şu an iyi görünüyor ama az önce de belirttiğim üzere 9 ve 10. sınıflar için uygun ortamlar değil. Bu okulların fiziki yapılarının yeniden elden geçirilmesi gerekiyor. Ama sorun yaşayan temel lise sayısı çok az. Özel okullara gelirsek; bilindiği üzere cemaatin yaklaşık 1700 okulu kapatıldı. Kapatılan okulların yerine de özel okullar açıldı. Yani birbirini sayı olarak karşıladı.
“ELİMDE OLSA DERSHANECİLİKTEN FARKLI BİR İŞ YAPMAZDIM”
Fen Bilimleri olarak gelişiminizi ve geldiğiniz yeri nasıl görüyorsunuz? Bu süreçte şaşırdığınız ya da tahmin etmediğiniz şeyler yaşadınız mı?
Üniversite dışında eğitimin her alanında varız. Vakıf üniversitesi kurmayı düşünmüyorum. Çünkü zor bir iş vakıf üniversitesi yönetmek. Bu üniversitelerin kurucularını kutluyorum gerçekten güzel işlere imza atıyorlar. Bir gün hükümetimiz “özel şirketler üniversite kurabilirler” şeklinde bir kanun çıkarırsa o zaman olabilir. Fen Bilimleri Okulları’nın 50 yıllık mazisi var, ben son 20 yılında aktif olarak bulunuyorum. Sorunuzdaki yer alan beni şaşırtan durum ise Türkiye’nin yaşadığı çalkantılı dönem ve dershanelerin kapatılması süreci oldu. Gülen cemaatinin eğitimle güçlenip devlet kurumlarını kuşatacağını bu kadar tahmin etmiyordum. Evet bazı şeyleri görüyordum ama 15 Temmuz gibi hain bir kalkışma içine girebileceklerini hiç düşünmezdim. Çünkü cemaatten tanıdığımız insanlar vardı ve hepsi dinine bağlı, ülkesini seven insan profili çiziyordu. Demek ki görünen kısmıyla buz dağı misali görünmeyen kısmı aynı değilmiş. Bu süreç bizim de işlerimizi farklı yönlere kaydırdı. Çünkü elimde olsa dershanecilikten farklı bir iş yapmazdım. Çünkü bu işi biliyorum.
Dershanelerin kapatılmasıyla temel liselerimiz oldu. Yasa izin verince etüd merkezleri ve özel öğretim kursları açtık. Bizim en büyük sermayemiz insan, çok sayıda öğretmenimiz var. Bu kadar insanı istihdam etmek için okulculuğa başlamaya karar verdik. Önümüzdeki dönemde daha fazla okul yatırımı yapacağız. Her yıl 1-2 okul açmayı ve 3-4 okula ise franchise vermeyi planlıyoruz. Sermayesiyle bize ortak olan kimse yok. Ortaklarımız emeğini ortaya koyuyorlar. Örneğin Tekirdağ’da 5 öğretmen, Edirne’de 3 öğretmen ortağımız olabiliyor. Bu ortaklık yüzde 10 ile 60 arasında değişebiliyor. Buna çok büyük önem veriyoruz. İmza yetkimiz olduğundan ötürü denetim mekanizmamız ortaklıklarımızda daha sağlıklı işliyor. Bu bağlamda ortaklık sayımız daha fazla, franchise sayımız daha azdır. Sınırsız ve hesapsız büyüme yerine ölçekli büyümeyi yeğliyoruz.
Eğitimde kaçıncı yılınızı yaşıyorsunuz?
Ben sınıf öğretmenliğinden geliyorum. Oradan başlatırsak 46 yıldır, lise öğretmenliği döneminden hesap edersek ise 43 yıldır eğitim sektörünün içindeyim. Bunun da 42 yılı özel eğitimde geçti.
İBRAHİM ARIKAN’IN ÇIRAKLIĞINI, İZZETTİN SİLİER’İN MİRASINI DERVALDIM
Geride bıraktığınız yıllara dönüp baktığınızda “keşke şunu yapsaydım” dediğiniz şeyler var mı?
Aslında benim geçmişimde 24 yıllık MEF deneyimim var. 30 yıllık da Fen Bilimleri deneyimini devraldım. Yani 50 yıllık bir deneyime sahibim. İbrahim Arıkan gibi bir ustanın çıraklığını yaptım, İzzettin Silier gibi bir ustanın mirasını devraldım. İki yıllık bir iç oluşumdan sonra 2000 yılların başında aşağı yukarı bu yılların hayalini kurdum. Bunları da gerçekleştirdiğimi düşünüyorum. 65 yaşına geldim. Misyonumu tamamladığımı inanıyorum. Gözüm arkada kalmadı. Artık görevi gençlere bırakıyorum.
İŞLERİ ÇOCUKLARIM DEVRALACAK
Hayatınızı eğitime adayan biri olarak artı eğitim Dergisi’nin Yılın Yaşam Boyu Eğitim Ödülü’nü kazandınız. Neler hissediyorsunuz?
Evet bu teveccüh için size mi yoksa oy verenlere mi teşekkür etmeliyim bilemiyorum. Aldığım en değerli ödül oldu. Hatta ilk size söylemek isterim ki önümüzdeki yıldan itibaren faal eğitim hayatına veda etmeye hazırlanıyorum. Çocuklarım işleri devralacak. Ben onursal başkan sıfatıyla bir danışman olarak destek olmak istiyorum. Bir şey danıştıklarında ya da sorduklarında elimden gelen katkıyı vermeyi istiyorum. Tecrübelerimi bir şekilde çocuklarımla paylaşmak isterim. Türkiye’de aile şirketlerinde devir teslim işleri genelde acılı oluyor. Biz de ise tersine çok tatlı olacak.
ÖĞRETMENLERİMİZİ 2 YILLIK EĞİTİME TABİ TUTUYORUZ
Öğrencilik yıllarınızda sizde iz bırakan öğretmenleriniz mutlaka olmuştur. Bugünün öğretmenlerini nasıl buluyorsunuz?
Mutlaka bende iz bırakan hatta hala görüştüğüm öğretmenlerim var. O dönemdeki öğretmeler toplumun öngörüsü en gelişmiş kesimini oluşturuyordu. Belki bu durumu okumuş insan sayısının azlığına bağlayabiliriz. Geleceği iyi okurlardı, insana iyi yatırım yaparlardı. Günümüzde ise öğretmenlerin iyi yetiştirilmesi gerekiyor. Mesela biz üniversiteden yeni mezun öğretmenleri işe alıyoruz ve sınıf sorumluluğu vermeden en az iki yıl boyunca eğitim veriyoruz. Sınıftaki duruşunu, öğrenci karşısındaki duruşunu, öğretmenlik terbiyesini, soru yazmayı öğretiyoruz. Bunun için de öğretmenlerimize birer danışman veriyoruz. İki yılın sonunda bu süreci başarılı şekilde geçirenleri sınıfa alıyoruz. Bu dönemi iyi tamamlayanlar gerçekten iyi öğretmen oluyorlar. Ancak sözünü ettiğim bu iki yıllık süreçte biz öğretmenlerimizin maaşlarını ve sigortalarını ödüyoruz. Yani ciddi bir yatırım yapıyoruz. Bu öğretmenlerimizin sayısı da yıllık 200 – 250 arasında değişiyor. Mevcut öğretmenlerimizin yüzde 50’si kendi yetiştirdiklerimizden oluşuyor. Şu anda İstanbul’da aklınıza gelebilecek bütün büyük özel okullarda bizim yetiştirdiğimiz öğretmenler görev yapıyor. Yılda 100 öğretmen yetiştirdiğimiz düşünülürse 20 yılda bu rakam 2 bin kişi eder.
Fen Bilimleri Okulları olarak biz bunu yapabiliyorsak, devlet de çok kolaylıkla bu işi organize edebilir. YÖK gibi çok büyük bir yapının üniversite gibi büyük bir yapı altında öğretmen yetiştirebilmesi çok kolay görünmüyor. Uzman öğretmen üniversiteleri kurularak öğretmen yetiştirilmesi gerekiyor. Orta öğretim ve lise öğrencileri için devletin iyi yurtlarının olması lazım. Ben bugün sizinle bunları konuşabiliyorsam devlet yurtlarında parasız yatılı okumama borçluyum. Çünkü hayatı orada öğrendim. Onun için devletin eğitim konusunda sosyal olma özelliğini unutmaması lazım.
“Hayatın içinde olan biriyim. Alışverişimi kendim yaparım, arabamı kendim kullanırım. İyi tavla oynarım, arkadaşlarımla sohbet toplantıları yapmayı çok severim. Çok seyahat ediyorum ama bunları not etmemek belki en büyük eksikliğim. Dünyanın yarısını gezdim, seyahat etmeyi sürdüreceğim. Kimsenin gitmeye cesaret edemediği yerlere bile gittim.”
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
“İbrahim Arıkan gibi bir ustanın çıraklığını yaptım, İzzettin Silier gibi bir ustanın mirasını devraldım” diyen Fen Bilimleri Okulları Kurucusu Nazmi Arıkan, 50 yıllık eğitim yolculuğunu, ikinci kuşağa devretmeye hazırlanıyor. artı eğitim dergisinin düzenlediği 4. Yılın Eğitimde Başarı Ödülleri’nde Yılın Yaşam Boyu Eğitimi Ödülü’nü alan Arıkan ile eğitimin güncel sorunlarını konuşurken, gelecek planlarını da dinledik.
Yeni müfredatla başlayan, bu yıl da TEOG ve üniversite sınav sistemiyle devam eden eğitimde değişiklikler manzumesiyle karşı karşıyayız. Bu değişiklikler hakkında neler düşünüyorsunuz, bu değişikliklerin yapılması doğru muydu? Özel öğretim kurumları olarak bunlardan nasıl etkileniyorsunuz?
Toplum, toplumdaki bilgi birikimi ve teknoloji çok hızlı değişmesine rağmen eğitim modellemelerindeki değişim çok yavaş seyrediyor. Bilgi çağına geçtik diyoruz ama sınıfta hala kara tahta, silgi ve oturak var. Aslına bu sadece Türkiye’nin değil dünyanın problemi. Şu anda dünyada “Eğitimle ilgili nereye gidelim?” şeklinde bir arayış var. Hepimize en iyi model olarak sunulan Finlandiya’da da, ABD’de de, Türkiye’de de arayış olduğunu görüyoruz. Günümüzde okullarda verilen eğitim toplumun ihtiyaçlarını karşılamıyor. Geleceği okuyanlar, önümüzdeki 20 yıl içinde bugünkü mesleklerin pek çoğunun olmayacağını belirtiyorlar. Bu kadar hızlı değişen bir çağda eğitimin de aynı hızla değişiyor olması gerekiyor. Ne yazık ki ne müfredatlarda, ne kitaplarda, ne de okul yapılaşmasında bu hızlı değişimi yakalayacak durum oluşmadı. Hatta bilgisayarda oyun oynamaktan tutun yine bilgisayarda bilgiye erişmeye varan süreçleri bile eğitimle bütünleştirmek henüz başarıya ulaşmadı. Elektronik ortamda birçok eğitim programı yapılmasına rağmen hiçbiri 1-2 milyon öğrenciye aynı anda ulaşamıyor. Eğitim ve toplumun gidiş hızı birbirine denk düşmüyor. Bu da kaçınılmaz olarak yeni arayışlara sebep oluyor. Bir gün eğitimin, toplumun ihtiyaçlarına göre kökten değişeceğine inanıyorum.
Ben birçok ülkenin ders kitaplarını inceledim. Küçük nüanslar dışında aslına bakarsanız içerikleri birbiriyle aynı. Eğitim; toplumun istediği insan tipini oluşturmaya ve bu insan tipinin ihtiyacı olan üretimi yaptırmayı zorluyor. İkisinde de maalesef başarılı değiliz. Eğitimde program değiştirmek, sınav değiştirmek, şekil değiştirmek şarttır ve bundan sonra daha hızlı gelişeceğini düşünüyorum.
AKŞAM YATIP SABAH “BUNU DEĞİŞTİRDİM” DEMEK DOĞRU DEĞİL
Peki bu değişiklikler sizin biraz önce bahsettiğiniz hedeflere ulaşmak için mi yapılıyor? Bu değişimleri tasarlarken belli verilere dayanmak gerekmez mi?
Yapılan değişikliklerle ilgili tabii ki söyleyeceğimiz şeyler var. Mesela bugün getirilen sistemler de 2 yıl sonra ihtiyaca cevap veremeyecek çünkü bilgi eskiyor. Buradaki sıkıntı değişikliklerin günlük ihtiyaçlara göre yapılması. Halbuki değişiklikler yapılırken 5, 10 ve 20 yıllık ihtiyaçların göz önünde bulundurulması gerekiyor. 50 yıl diyeceğim ama kimse 50 yıl sonrasını göremiyor. 50 yıl önce bunu yapabiliyorduk ama bugün itibariyle tahmin süreçlerimiz kısaldı. Sabah yatıp akşama “bunu değiştirdim” demek doğru değil. Ayrıca hiçbir acelemiz de yok. Eğitimde sınavlar olarak adlandırdığımız kademeler arası geçişlerin değiştirilmesi söz konusu ise, bunu eğitim bilimcilerin tartışması sağlıklı ve daha doğru olur. Bu tartışmalar uzun yapılmalı ve konunun olumlu – olumsuz tarafları masaya yatırılmalıdır.
EĞİTİM SİSTEMİMİZİN İKİ ÖNEMLİ SORUNUNU ÇÖZMELİYİZ
Yapılan değişikliklerin İstanbul’daki yansımalarıyla Muş’taki yansımaları aynı olmuyor. Bu ciddi bir sorun değil mi?
Türkiye çok büyük bir ülke ve her bölgenin ihtiyacı da farklı. Örneğin gençliğimizde seçmeli dersler vardı. Köylerde yaşıyorsak tarım dersi seçerdik, şehirlerde ise ticaret dersini tercih ederdik. Tarım dersinde arıcılık da okutulurdu süt inekçiliği de. Şehirlerde okutulan ticaret dersinde ise defter tutmak, vergi dairesi vb. konular anlatılırdı. Yani günlük hayatımıza dokunan şeyler öğretilirdi. Günümüzde pek çok çeşitliliğin olduğu bir ülkede herkese tek tip programı dayatmak her yerde yüzde 100 sağlıklı sonuç vermiyor. Aynı anda 4 mevsimin yaşandığı bir ülkedeyiz. Deniz kıyısında da, 2 bin metre yükseklikte de yerleşim yerlerimiz var. Bu sebeple ihtiyaçlarımız da farklılaşıyor. Dolayısıyla merkezi bir sınav sistemini dayatmak yerine kademeler arası geçişi sağlayacak ve bölgeler arası eşitsizlikleri giderecek toplu bir model yaratmamız gerekiyor. Bu noktada da eğitim sistemimizin iki önemli sorununu halletmemiz önem teşkil ediyor. Birincisi öğrencilerimizin barınacağı yurtlar, diğeri ise öğretmenlerimiz. Çünkü iyi bir program kötü bir öğretmenin elinde hiçbir ise yaramaz. Kaliteli bir öğretmen kötü bir programa rağmen iyi bir insan yetiştirebilir.
TEMEL LİSELER 11 VE 12. SINIFLAR İÇİN İYİ OLDU
Bu yıl resmi rakamlara göre 1700 civarında okul açıldı. Bu artışın sektöre etkisi nasıl oldu, sektörün bugün geldiği yer nedir?
Özel okulculuk oranında artış var denmesinin en önemli sebebini şöyle açıklayabilirim: Kapatılma sürecinde var olan dershanelerin yarıya yakını temel liselere dönüştü. Temel liseler Milli Eğitim Bakanlığı’nın istatistiklerinde özel lise olarak gözüküyor. Şu anda Türkiye’de 1500 – 1600 temel lise çalışır vaziyette. Ben bunların temel lise olarak işlevinin nasıl olacağını çok merak ediyordum. 11 ve 12. sınıflar için çok iyi oldu. Çünkü eskiden çocuk okul ile dershane arasında koşturup duruyordu şimdi ise her ikisini birleştirdik. Temel liseler olarak dershane ihtiyacının yüzde 100’ünü, okul ihtiyacının ise yüzde 50’sini karşılıyoruz. 9 ve 10. sınıflar için çok uygun ortamı sunmuyorlar. Çünkü bizim temel liselerimizde çocukların tiyatro oynayabilecekleri konferans salonları yok. Buralarda görev yapan birkaç becerikli öğretmenin çocukların ufkunu açmasıyla eğitim süreci devam ediyor. Söz konusu bu 1600 okul özel okul oranını yükseltti. Bilindiği üzere yasada bir değişiklik yapılmazsa 2019 sonunda bu okullar kapanacak.
Bir kesim temel liselerin başarılı olduğunu ve sistemin içinde devam etmesi gerektiğini savunuyor. Bu konuda düşünceleriniz ne yönde?
Dershanelerin kapanma sürecinde “Dershaneleri böyle pat diye harcanmayalım, akademik lise diye bir tanım koyalım ve akademik liselere dönüştürelim” demiştim. Adı temel lise oldu belki ama akademik liselerin görevini yerine getiriyor. Şu an iyi görünüyor ama az önce de belirttiğim üzere 9 ve 10. sınıflar için uygun ortamlar değil. Bu okulların fiziki yapılarının yeniden elden geçirilmesi gerekiyor. Ama sorun yaşayan temel lise sayısı çok az. Özel okullara gelirsek; bilindiği üzere cemaatin yaklaşık 1700 okulu kapatıldı. Kapatılan okulların yerine de özel okullar açıldı. Yani birbirini sayı olarak karşıladı.
“ELİMDE OLSA DERSHANECİLİKTEN FARKLI BİR İŞ YAPMAZDIM”
Fen Bilimleri olarak gelişiminizi ve geldiğiniz yeri nasıl görüyorsunuz? Bu süreçte şaşırdığınız ya da tahmin etmediğiniz şeyler yaşadınız mı?
Üniversite dışında eğitimin her alanında varız. Vakıf üniversitesi kurmayı düşünmüyorum. Çünkü zor bir iş vakıf üniversitesi yönetmek. Bu üniversitelerin kurucularını kutluyorum gerçekten güzel işlere imza atıyorlar. Bir gün hükümetimiz “özel şirketler üniversite kurabilirler” şeklinde bir kanun çıkarırsa o zaman olabilir. Fen Bilimleri Okulları’nın 50 yıllık mazisi var, ben son 20 yılında aktif olarak bulunuyorum. Sorunuzdaki yer alan beni şaşırtan durum ise Türkiye’nin yaşadığı çalkantılı dönem ve dershanelerin kapatılması süreci oldu. Gülen cemaatinin eğitimle güçlenip devlet kurumlarını kuşatacağını bu kadar tahmin etmiyordum. Evet bazı şeyleri görüyordum ama 15 Temmuz gibi hain bir kalkışma içine girebileceklerini hiç düşünmezdim. Çünkü cemaatten tanıdığımız insanlar vardı ve hepsi dinine bağlı, ülkesini seven insan profili çiziyordu. Demek ki görünen kısmıyla buz dağı misali görünmeyen kısmı aynı değilmiş. Bu süreç bizim de işlerimizi farklı yönlere kaydırdı. Çünkü elimde olsa dershanecilikten farklı bir iş yapmazdım. Çünkü bu işi biliyorum.
Dershanelerin kapatılmasıyla temel liselerimiz oldu. Yasa izin verince etüd merkezleri ve özel öğretim kursları açtık. Bizim en büyük sermayemiz insan, çok sayıda öğretmenimiz var. Bu kadar insanı istihdam etmek için okulculuğa başlamaya karar verdik. Önümüzdeki dönemde daha fazla okul yatırımı yapacağız. Her yıl 1-2 okul açmayı ve 3-4 okula ise franchise vermeyi planlıyoruz. Sermayesiyle bize ortak olan kimse yok. Ortaklarımız emeğini ortaya koyuyorlar. Örneğin Tekirdağ’da 5 öğretmen, Edirne’de 3 öğretmen ortağımız olabiliyor. Bu ortaklık yüzde 10 ile 60 arasında değişebiliyor. Buna çok büyük önem veriyoruz. İmza yetkimiz olduğundan ötürü denetim mekanizmamız ortaklıklarımızda daha sağlıklı işliyor. Bu bağlamda ortaklık sayımız daha fazla, franchise sayımız daha azdır. Sınırsız ve hesapsız büyüme yerine ölçekli büyümeyi yeğliyoruz.
Eğitimde kaçıncı yılınızı yaşıyorsunuz?
Ben sınıf öğretmenliğinden geliyorum. Oradan başlatırsak 46 yıldır, lise öğretmenliği döneminden hesap edersek ise 43 yıldır eğitim sektörünün içindeyim. Bunun da 42 yılı özel eğitimde geçti.
İBRAHİM ARIKAN’IN ÇIRAKLIĞINI, İZZETTİN SİLİER’İN MİRASINI DERVALDIM
Geride bıraktığınız yıllara dönüp baktığınızda “keşke şunu yapsaydım” dediğiniz şeyler var mı?
Aslında benim geçmişimde 24 yıllık MEF deneyimim var. 30 yıllık da Fen Bilimleri deneyimini devraldım. Yani 50 yıllık bir deneyime sahibim. İbrahim Arıkan gibi bir ustanın çıraklığını yaptım, İzzettin Silier gibi bir ustanın mirasını devraldım. İki yıllık bir iç oluşumdan sonra 2000 yılların başında aşağı yukarı bu yılların hayalini kurdum. Bunları da gerçekleştirdiğimi düşünüyorum. 65 yaşına geldim. Misyonumu tamamladığımı inanıyorum. Gözüm arkada kalmadı. Artık görevi gençlere bırakıyorum.
İŞLERİ ÇOCUKLARIM DEVRALACAK
Hayatınızı eğitime adayan biri olarak artı eğitim Dergisi’nin Yılın Yaşam Boyu Eğitim Ödülü’nü kazandınız. Neler hissediyorsunuz?
Evet bu teveccüh için size mi yoksa oy verenlere mi teşekkür etmeliyim bilemiyorum. Aldığım en değerli ödül oldu. Hatta ilk size söylemek isterim ki önümüzdeki yıldan itibaren faal eğitim hayatına veda etmeye hazırlanıyorum. Çocuklarım işleri devralacak. Ben onursal başkan sıfatıyla bir danışman olarak destek olmak istiyorum. Bir şey danıştıklarında ya da sorduklarında elimden gelen katkıyı vermeyi istiyorum. Tecrübelerimi bir şekilde çocuklarımla paylaşmak isterim. Türkiye’de aile şirketlerinde devir teslim işleri genelde acılı oluyor. Biz de ise tersine çok tatlı olacak.
ÖĞRETMENLERİMİZİ 2 YILLIK EĞİTİME TABİ TUTUYORUZ
Öğrencilik yıllarınızda sizde iz bırakan öğretmenleriniz mutlaka olmuştur. Bugünün öğretmenlerini nasıl buluyorsunuz?
Mutlaka bende iz bırakan hatta hala görüştüğüm öğretmenlerim var. O dönemdeki öğretmeler toplumun öngörüsü en gelişmiş kesimini oluşturuyordu. Belki bu durumu okumuş insan sayısının azlığına bağlayabiliriz. Geleceği iyi okurlardı, insana iyi yatırım yaparlardı. Günümüzde ise öğretmenlerin iyi yetiştirilmesi gerekiyor. Mesela biz üniversiteden yeni mezun öğretmenleri işe alıyoruz ve sınıf sorumluluğu vermeden en az iki yıl boyunca eğitim veriyoruz. Sınıftaki duruşunu, öğrenci karşısındaki duruşunu, öğretmenlik terbiyesini, soru yazmayı öğretiyoruz. Bunun için de öğretmenlerimize birer danışman veriyoruz. İki yılın sonunda bu süreci başarılı şekilde geçirenleri sınıfa alıyoruz. Bu dönemi iyi tamamlayanlar gerçekten iyi öğretmen oluyorlar. Ancak sözünü ettiğim bu iki yıllık süreçte biz öğretmenlerimizin maaşlarını ve sigortalarını ödüyoruz. Yani ciddi bir yatırım yapıyoruz. Bu öğretmenlerimizin sayısı da yıllık 200 – 250 arasında değişiyor. Mevcut öğretmenlerimizin yüzde 50’si kendi yetiştirdiklerimizden oluşuyor. Şu anda İstanbul’da aklınıza gelebilecek bütün büyük özel okullarda bizim yetiştirdiğimiz öğretmenler görev yapıyor. Yılda 100 öğretmen yetiştirdiğimiz düşünülürse 20 yılda bu rakam 2 bin kişi eder.
Fen Bilimleri Okulları olarak biz bunu yapabiliyorsak, devlet de çok kolaylıkla bu işi organize edebilir. YÖK gibi çok büyük bir yapının üniversite gibi büyük bir yapı altında öğretmen yetiştirebilmesi çok kolay görünmüyor. Uzman öğretmen üniversiteleri kurularak öğretmen yetiştirilmesi gerekiyor. Orta öğretim ve lise öğrencileri için devletin iyi yurtlarının olması lazım. Ben bugün sizinle bunları konuşabiliyorsam devlet yurtlarında parasız yatılı okumama borçluyum. Çünkü hayatı orada öğrendim. Onun için devletin eğitim konusunda sosyal olma özelliğini unutmaması lazım.
“Hayatın içinde olan biriyim. Alışverişimi kendim yaparım, arabamı kendim kullanırım. İyi tavla oynarım, arkadaşlarımla sohbet toplantıları yapmayı çok severim. Çok seyahat ediyorum ama bunları not etmemek belki en büyük eksikliğim. Dünyanın yarısını gezdim, seyahat etmeyi sürdüreceğim. Kimsenin gitmeye cesaret edemediği yerlere bile gittim.”
Son Güncelleme: Salı, 19 Aralık 2017 14:14
Gösterim: 11277
İstanbul Aydın Üniversitesi (İAÜ) Mütevelli Heyet Başkanı Dr. Mustafa Aydın, İslam dünyasına yükseköğretim alanındaki çalışmalarından dolayı İslam İşbirliği Teşkilatı (Organization of Islamic Cooperation) tarafından her yıl verilen “İslam Dünyasının En İyileri” (Jewels of the Muslim World) ödülüne layık görüldü.
Her yıl “The Muslim World Biz” fuarı ve konferansı ile eş zamanlı olarak İslam İşbirliği Teşkilatı (OIC), Cidde Ticaret Kalkınma İslam Merkezi (ICDT), Fas - Arap Üniversiteler Birliği (AARU) ve Ürdün - Malezya Hükümeti katkılarıyla düzenlenen İslam Dünyasının En İyileri 2016 Ödülü’ne bu yıl İslam dünyasına katkılarından dolayı Dr. Mustafa Aydın layık görüldü. Dr. Aydın, 2013 yılında bu ödülü alan İslam İşbirliği Teşkilatı eski Genel Sekreteri ve milletvekili Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ardından ödüle değer görülen ikinci Türk oldu.
“İSLAM DÜNYASININ EN İYİLERİ ÖDÜLÜNÜ SİZE TAKDİM ETMEKTEN GURUR DUYMAKTAYIZ”
Malezya Putra WorLd Trade Center Kuala Lumpur’da 19 Ekim 2016 Çarşamba günü Malezya saati ile 11.00’de gerçekleşecek ödül töreni için İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan İAÜ Mütevelli Heyet Başkanı Dr. Mustafa Aydın’a gelen davette şu ifadelere yer verildi:
“Değerli Dr. Mustafa Aydın, İslam dünyasına değerli katkılarınızdan dolayı saygımızın bir göstergesi olarak bu ödüle layık görüldünüz. Özellikle İslam dünyasında enerjiniz bir fark yaratmakta ve insanların hayatlarında pozitif bir etki oluşturmaktadır. Özellikle eğitim ve iş alanları başta olmak üzere tüm başarılarınızı kutlamak için sizlere 'İslam Dünyasının En İyileri' ödülünü takdim etmekten gurur duymaktayız.
Ödülü size vermemiz, bu yılki katılımcılara enerji verecek ve kişisel ve iş alanındaki başarıya ulaşmalarını sağlayacaktır. İslam Dünyasının En İyileri” ödülü Müslüman ülkeler arasındaki ekonomik ve sosyal bağlarını güçlendirmedeki ve bu ülkeler ve dünyanın geri kalan kısmındaki yapıcı anlayışı arttırmaktaki çabalarından dolayı önde gelen sanayici ve topluluk liderlerini belirleyici ve tanımlayıcı olarak görülmektedir. Ödül ayrıca, alan kişileri kendileri ve ülkelerinin refahı için katkıda bulunan yetenekli iş adamları olarak sembolize etmektedir. Bu ödül ayrıca genç nesillere ilham kaynağı olması açısından önemli olmakla birlikte global ekonomide verimli ve yetenekli katılımcılar olarak yer almada imajınızı güçlendirmektedir.”
“EĞİTİM DİPLOMASİSİ” KAVRAMINI LİTERATÜRE KAZANDIRDI
İAÜ Mütevelli Heyet Başkanı Dr. Mustafa Aydın eğitim alanında ulusal ve uluslararası anlamda yaptığı çalışmalarla da öne çıkıyor. Aynı zamanda Avrasya Üniversiteler Birliği (EURAS) ve Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Eğitim Ekonomisi İş Konseyi Başkanı görevlerinde bulunan Dr. Aydın, başta İslam dünyası olmak üzere katıldığı her çalışmada ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda huzur, barış ve istikrarın ancak eğitim ile mümkün olduğunu vurgulaması, “eğitim diplomasisi” kavramını literatüre kazandırarak bölgesel ve küresel sorunlara çözüm önerileri getirilmesini sağlaması, düşük ekonomi düzeyine sahip toplumların ve özellikle mültecilerin eğitiminde öncü çalışmalarıyla eğitim dünyasında öncü olması dolayısıyla bu ödüle layık görülmüştür.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
İstanbul Aydın Üniversitesi (İAÜ) Mütevelli Heyet Başkanı Dr. Mustafa Aydın, İslam dünyasına yükseköğretim alanındaki çalışmalarından dolayı İslam İşbirliği Teşkilatı (Organization of Islamic Cooperation) tarafından her yıl verilen “İslam Dünyasının En İyileri” (Jewels of the Muslim World) ödülüne layık görüldü.
Her yıl “The Muslim World Biz” fuarı ve konferansı ile eş zamanlı olarak İslam İşbirliği Teşkilatı (OIC), Cidde Ticaret Kalkınma İslam Merkezi (ICDT), Fas - Arap Üniversiteler Birliği (AARU) ve Ürdün - Malezya Hükümeti katkılarıyla düzenlenen İslam Dünyasının En İyileri 2016 Ödülü’ne bu yıl İslam dünyasına katkılarından dolayı Dr. Mustafa Aydın layık görüldü. Dr. Aydın, 2013 yılında bu ödülü alan İslam İşbirliği Teşkilatı eski Genel Sekreteri ve milletvekili Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ardından ödüle değer görülen ikinci Türk oldu.
“İSLAM DÜNYASININ EN İYİLERİ ÖDÜLÜNÜ SİZE TAKDİM ETMEKTEN GURUR DUYMAKTAYIZ”
Malezya Putra WorLd Trade Center Kuala Lumpur’da 19 Ekim 2016 Çarşamba günü Malezya saati ile 11.00’de gerçekleşecek ödül töreni için İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan İAÜ Mütevelli Heyet Başkanı Dr. Mustafa Aydın’a gelen davette şu ifadelere yer verildi:
“Değerli Dr. Mustafa Aydın, İslam dünyasına değerli katkılarınızdan dolayı saygımızın bir göstergesi olarak bu ödüle layık görüldünüz. Özellikle İslam dünyasında enerjiniz bir fark yaratmakta ve insanların hayatlarında pozitif bir etki oluşturmaktadır. Özellikle eğitim ve iş alanları başta olmak üzere tüm başarılarınızı kutlamak için sizlere 'İslam Dünyasının En İyileri' ödülünü takdim etmekten gurur duymaktayız.
Ödülü size vermemiz, bu yılki katılımcılara enerji verecek ve kişisel ve iş alanındaki başarıya ulaşmalarını sağlayacaktır. İslam Dünyasının En İyileri” ödülü Müslüman ülkeler arasındaki ekonomik ve sosyal bağlarını güçlendirmedeki ve bu ülkeler ve dünyanın geri kalan kısmındaki yapıcı anlayışı arttırmaktaki çabalarından dolayı önde gelen sanayici ve topluluk liderlerini belirleyici ve tanımlayıcı olarak görülmektedir. Ödül ayrıca, alan kişileri kendileri ve ülkelerinin refahı için katkıda bulunan yetenekli iş adamları olarak sembolize etmektedir. Bu ödül ayrıca genç nesillere ilham kaynağı olması açısından önemli olmakla birlikte global ekonomide verimli ve yetenekli katılımcılar olarak yer almada imajınızı güçlendirmektedir.”
“EĞİTİM DİPLOMASİSİ” KAVRAMINI LİTERATÜRE KAZANDIRDI
İAÜ Mütevelli Heyet Başkanı Dr. Mustafa Aydın eğitim alanında ulusal ve uluslararası anlamda yaptığı çalışmalarla da öne çıkıyor. Aynı zamanda Avrasya Üniversiteler Birliği (EURAS) ve Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Eğitim Ekonomisi İş Konseyi Başkanı görevlerinde bulunan Dr. Aydın, başta İslam dünyası olmak üzere katıldığı her çalışmada ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda huzur, barış ve istikrarın ancak eğitim ile mümkün olduğunu vurgulaması, “eğitim diplomasisi” kavramını literatüre kazandırarak bölgesel ve küresel sorunlara çözüm önerileri getirilmesini sağlaması, düşük ekonomi düzeyine sahip toplumların ve özellikle mültecilerin eğitiminde öncü çalışmalarıyla eğitim dünyasında öncü olması dolayısıyla bu ödüle layık görülmüştür.
Son Güncelleme: Salı, 18 Ekim 2016 15:58
Gösterim: 4413
Lions Leo Dernekleri tarafından yaptırılarak engelli öğrencilerin hizmetine sunulan Esen İbak Özel Eğitim İş Uygulama Okulu İstanbul Silivri’de hizmet veriyor.
Okul, evrensel eğitim ve öğretim ilkelerini benimsemiş, Türk milli eğitiminin genel amaçlari doğrultusunda çalışan, sürekli bir gelişim ve değişim içerisinde olan; etkin, paylaşımcı, psikolojik danışma ve rehberlik hizmetleri alanında lider gösterilebilecek bir merkez olma misyonuyla 90 öğrenciye eğitim öğretim imkanı sunuyor.
Esen İbak Özel Eğitim İş Uygulama Okulu’na önemli bir destekte Mektebim Kurucusu ve Ümit Kalko Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Ümit Kalko’dan geldi. Engelli öğrencilerin meyve sebze ekimi gerçekleştirdiği eskimiş ve kötü durumda olan sera alanını yenileten Ümit Kalko, öğrencilerin kaliteli zaman geçirebilmeleri için ne gerekiyorsa yapacaklarını söyledi. Okul çevresindeki peyzajı da yenileten Kalko, çocukların daha güvenli bir ortamda eğitim alabilmeleri için Esen İbak Özel Eğitim İş Uygulama Okulu’nun tüm güvenlik kamera, kayıt ve ses sistemlerini yeniletti. Okulda yer alan ve down sendromlu çocukların kullandığı lavabolara kabin sistemi yaptıran Ümit Kalko Vakfı, su tesisatlarını değiştirterek, yine çocuklar için alınan oturma gruplarını okula teslim etti.
Yıl boyunca çocukların sera da kullanacağı tohumları da temin edecek olan Ümit Kalko Vakfı çalışmalarını sürdürüyor. Silivri’deki ilk eğitime destek projesini Esen İbak Özel Eğitim İş Uygulama Okulu’nda gerçekleştiren Ümit Kalko Vakfı, eğitim, sağlık, spor, kültür ve sosyal yardımlaşma gibi birçok alanda projeler yürütüyor. Mütevelli Heyeti Başkanı Ümit Kalko, “Silivri´yi seven bir vatandaş olarak kurduğumuz vakıf aracılığı ile eğitim, sanat, kültür, spor ve sosyal yardımlaşma alanlarında faaliyet göstermeye başladık. Özellikle bu alanlarda gerçekleşen projelere destek olmaya çalışıyoruz. Eğitim konusunda başta köy okulları olmak üzere devlet okullarının bakım ve onarım çalışmalarının yapılmasına, gerekli ihtiyaç malzemelerinin karşılanmasına katkı sağlayacağız” dedi.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
Lions Leo Dernekleri tarafından yaptırılarak engelli öğrencilerin hizmetine sunulan Esen İbak Özel Eğitim İş Uygulama Okulu İstanbul Silivri’de hizmet veriyor.
Okul, evrensel eğitim ve öğretim ilkelerini benimsemiş, Türk milli eğitiminin genel amaçlari doğrultusunda çalışan, sürekli bir gelişim ve değişim içerisinde olan; etkin, paylaşımcı, psikolojik danışma ve rehberlik hizmetleri alanında lider gösterilebilecek bir merkez olma misyonuyla 90 öğrenciye eğitim öğretim imkanı sunuyor.
Esen İbak Özel Eğitim İş Uygulama Okulu’na önemli bir destekte Mektebim Kurucusu ve Ümit Kalko Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Ümit Kalko’dan geldi. Engelli öğrencilerin meyve sebze ekimi gerçekleştirdiği eskimiş ve kötü durumda olan sera alanını yenileten Ümit Kalko, öğrencilerin kaliteli zaman geçirebilmeleri için ne gerekiyorsa yapacaklarını söyledi. Okul çevresindeki peyzajı da yenileten Kalko, çocukların daha güvenli bir ortamda eğitim alabilmeleri için Esen İbak Özel Eğitim İş Uygulama Okulu’nun tüm güvenlik kamera, kayıt ve ses sistemlerini yeniletti. Okulda yer alan ve down sendromlu çocukların kullandığı lavabolara kabin sistemi yaptıran Ümit Kalko Vakfı, su tesisatlarını değiştirterek, yine çocuklar için alınan oturma gruplarını okula teslim etti.
Yıl boyunca çocukların sera da kullanacağı tohumları da temin edecek olan Ümit Kalko Vakfı çalışmalarını sürdürüyor. Silivri’deki ilk eğitime destek projesini Esen İbak Özel Eğitim İş Uygulama Okulu’nda gerçekleştiren Ümit Kalko Vakfı, eğitim, sağlık, spor, kültür ve sosyal yardımlaşma gibi birçok alanda projeler yürütüyor. Mütevelli Heyeti Başkanı Ümit Kalko, “Silivri´yi seven bir vatandaş olarak kurduğumuz vakıf aracılığı ile eğitim, sanat, kültür, spor ve sosyal yardımlaşma alanlarında faaliyet göstermeye başladık. Özellikle bu alanlarda gerçekleşen projelere destek olmaya çalışıyoruz. Eğitim konusunda başta köy okulları olmak üzere devlet okullarının bakım ve onarım çalışmalarının yapılmasına, gerekli ihtiyaç malzemelerinin karşılanmasına katkı sağlayacağız” dedi.
Son Güncelleme: Salı, 21 Kasım 2017 15:30
Gösterim: 3931
Oyuncu Turgay Tanülkü, "Sıfır noktadan gelmiş 23 tane evladım var. Okudular. İçlerinden 11 tanesi üniversiteyi bitirdi. Savcı, avukat olanlar var. Hepsinin bu ülkeye manevi borcu var." dedi.
Yön Sanat Atölyesi bünyesinde, engelli çocukları tiyatroyla buluşturan Oyuncu Turgay Tanülkü, 2010 yılında kurulan atölye bünyesinde eğitime yatkın çocuklar arasında seçim yaptıklarını dile getirdi.
Turgay Tanülkü, ayrımların ve ayrıştırmaların olduğu bir dünyanın varlığına inanmadığını belirterek, Allah'ın hiç kimseyi ayrıştırmadığını, iyiliğin ve sevginin gücüne inandığını kaydetti.
Allah'ın herkese 'kullarım' dediğinin altını çizen Tanülkü, "(Allah) Diyor ki, 'Desturunu kendin seç ama sen benim kulumsun.' O desturdan yola çıkarsan, hiçbir şey bize yük olmuyor ve sevdayla buluşuyoruz." ifadelerini kullandı.
Başarılı oyuncu, Türkiye'yi sevmenin önemine de işaret ederek, şunları aktardı: "Türkiye'yi seveceğiz. Başka çıkar noktamız yok çünkü. Benim ülkemi kurulduğundan beri sınırımızdakiler dahil hiç kimse sevmiyor. Bizler çok güzel insanlarız. Davul zurnayla savaşa gideriz, davul zurnayla barış yaparız. Bizim barışımız, yüreğimiz ve dilimizdedir. Yeter ki yüreğimizi açabilelim. Görüyorsunuz meydanları. Kimin nereli olduğuna bakmaksızın beraber yürümeyi öğrendik. Bu destur devam ederse, işte o zaman barışı yakalayacağız. Ülkemin dünya lideri olacağına inanıyorum. Çünkü bizde aşk, sevda var. Mevlana gibi büyük aşıklara sahip çıkarsak zaten dünya barışının lideri oluruz. Benim bu çocuklarımdan da liderler, başkanlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları çıkacak."

"Para karşılığı yapılan şey toplumumuza saygısızlık olur"
Turgay Tanülkü, engelli çocuğa sahip bazı ailelerin, çocuklarını evde hapsetmelerinden şikayet ederek, "Çocukların dışarıyla bağlantılarını kesiyorlar. Daha doğrusu komşularından utanıyorlar. Biz, 'Engelliler bu ülkenin bir ferdi ve vatandaşıdır. Biz nelerden yararlanıyorsak, onların da yararlanma hakları var.' diyoruz. Dolayısıyla çocukların evlerden çıkıp dışarıdaki hayata açılmaları gerekiyor. Bu da sosyal projelerle olur. Biz bu işi gönüllü yapıyoruz. Para karşılığı yapılan şey toplumumuza saygısızlık olur. Ana felsefem şu, bizler büyürken, yetişirken, tanımadığımız insanların vergileri, bizim maaşımız ve harçlığımız oldu. Dolayısıyla bizler tanımadığımız o insanlara karşı sorumluyuz. O anlamda yola çıktık ve aile olarak çoğalıyoruz." dedi.
"Engelini unutturuyoruz onlara"
Engelli çocukların hayata kazandırılması için yapılan çalışmaların artırılması gerektiğine dikkati çeken Tanülkü, şöyle devam etti: "Çocuklar bu çalışmalar sayesinde ilk önce kendisiyle barışıyor. Engelini unutturuyoruz onlara. Zaman geliyor, engelini unutup o engeliyle dalga geçmeye başlıyorlar. Mesela fizyolojik engelli, tekerlekli sandalyede yaşayan evladıma, 'Oğlum bir defa da ayakta karşıla beni' diyorum. 'Baba, yakında karşılayacağım' diyor. Bu bilinci vermek önemli."

"Kuşlar, 75 bin mahkuma ulaştı"
"Sıfır noktadan gelmiş 23 tane evladım var. Okudular. İçlerinden 11 tanesi üniversiteyi bitirdi. Savcı, avukat olanlar var. Hepsinin bu ülkeye manevi borcu var." diyen Tanülkü, vakıf çalışmasında bulunduğunu belirterek, "Vakfımız tamamlandığı zaman, engelli olan, sokakta kalan, annesi babası olmayan veya terkedilen bütün evlatlarımıza o vakfın bir şemsiye olacağını düşünüyorum." şeklinde konuştu.
Oyuncu Tanülkü, bir yıl içinde Türkiye'deki hapishanelerde 75 bin mahkuma ulaşarak, "Son Kuşlar" isimli oyunu oynadıklarını kaydederek, şu bilgileri verdi: "Bir aylık bir ara verdik. Eylül ayında kaldığımız yerden, Edirne ve Kırklareli cezaevinden başlayarak bütün cezaevlerini dolaşacağız. Dolaşırken bu çocukları buluyorum. Ziyarete gelip anne babanın yoksunluklarını görüyorum. Çocuklarına sahip çıkamayacaklarını gördüğüm zaman, o ailelerle bağlantı kuruyorum ve o çocukları geçici evlat alıyorum, okutabilmek adına. Sayısını vermiyorum."
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
Oyuncu Turgay Tanülkü, "Sıfır noktadan gelmiş 23 tane evladım var. Okudular. İçlerinden 11 tanesi üniversiteyi bitirdi. Savcı, avukat olanlar var. Hepsinin bu ülkeye manevi borcu var." dedi.
Yön Sanat Atölyesi bünyesinde, engelli çocukları tiyatroyla buluşturan Oyuncu Turgay Tanülkü, 2010 yılında kurulan atölye bünyesinde eğitime yatkın çocuklar arasında seçim yaptıklarını dile getirdi.
Turgay Tanülkü, ayrımların ve ayrıştırmaların olduğu bir dünyanın varlığına inanmadığını belirterek, Allah'ın hiç kimseyi ayrıştırmadığını, iyiliğin ve sevginin gücüne inandığını kaydetti.
Allah'ın herkese 'kullarım' dediğinin altını çizen Tanülkü, "(Allah) Diyor ki, 'Desturunu kendin seç ama sen benim kulumsun.' O desturdan yola çıkarsan, hiçbir şey bize yük olmuyor ve sevdayla buluşuyoruz." ifadelerini kullandı.
Başarılı oyuncu, Türkiye'yi sevmenin önemine de işaret ederek, şunları aktardı: "Türkiye'yi seveceğiz. Başka çıkar noktamız yok çünkü. Benim ülkemi kurulduğundan beri sınırımızdakiler dahil hiç kimse sevmiyor. Bizler çok güzel insanlarız. Davul zurnayla savaşa gideriz, davul zurnayla barış yaparız. Bizim barışımız, yüreğimiz ve dilimizdedir. Yeter ki yüreğimizi açabilelim. Görüyorsunuz meydanları. Kimin nereli olduğuna bakmaksızın beraber yürümeyi öğrendik. Bu destur devam ederse, işte o zaman barışı yakalayacağız. Ülkemin dünya lideri olacağına inanıyorum. Çünkü bizde aşk, sevda var. Mevlana gibi büyük aşıklara sahip çıkarsak zaten dünya barışının lideri oluruz. Benim bu çocuklarımdan da liderler, başkanlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları çıkacak."

"Para karşılığı yapılan şey toplumumuza saygısızlık olur"
Turgay Tanülkü, engelli çocuğa sahip bazı ailelerin, çocuklarını evde hapsetmelerinden şikayet ederek, "Çocukların dışarıyla bağlantılarını kesiyorlar. Daha doğrusu komşularından utanıyorlar. Biz, 'Engelliler bu ülkenin bir ferdi ve vatandaşıdır. Biz nelerden yararlanıyorsak, onların da yararlanma hakları var.' diyoruz. Dolayısıyla çocukların evlerden çıkıp dışarıdaki hayata açılmaları gerekiyor. Bu da sosyal projelerle olur. Biz bu işi gönüllü yapıyoruz. Para karşılığı yapılan şey toplumumuza saygısızlık olur. Ana felsefem şu, bizler büyürken, yetişirken, tanımadığımız insanların vergileri, bizim maaşımız ve harçlığımız oldu. Dolayısıyla bizler tanımadığımız o insanlara karşı sorumluyuz. O anlamda yola çıktık ve aile olarak çoğalıyoruz." dedi.
"Engelini unutturuyoruz onlara"
Engelli çocukların hayata kazandırılması için yapılan çalışmaların artırılması gerektiğine dikkati çeken Tanülkü, şöyle devam etti: "Çocuklar bu çalışmalar sayesinde ilk önce kendisiyle barışıyor. Engelini unutturuyoruz onlara. Zaman geliyor, engelini unutup o engeliyle dalga geçmeye başlıyorlar. Mesela fizyolojik engelli, tekerlekli sandalyede yaşayan evladıma, 'Oğlum bir defa da ayakta karşıla beni' diyorum. 'Baba, yakında karşılayacağım' diyor. Bu bilinci vermek önemli."

"Kuşlar, 75 bin mahkuma ulaştı"
"Sıfır noktadan gelmiş 23 tane evladım var. Okudular. İçlerinden 11 tanesi üniversiteyi bitirdi. Savcı, avukat olanlar var. Hepsinin bu ülkeye manevi borcu var." diyen Tanülkü, vakıf çalışmasında bulunduğunu belirterek, "Vakfımız tamamlandığı zaman, engelli olan, sokakta kalan, annesi babası olmayan veya terkedilen bütün evlatlarımıza o vakfın bir şemsiye olacağını düşünüyorum." şeklinde konuştu.
Oyuncu Tanülkü, bir yıl içinde Türkiye'deki hapishanelerde 75 bin mahkuma ulaşarak, "Son Kuşlar" isimli oyunu oynadıklarını kaydederek, şu bilgileri verdi: "Bir aylık bir ara verdik. Eylül ayında kaldığımız yerden, Edirne ve Kırklareli cezaevinden başlayarak bütün cezaevlerini dolaşacağız. Dolaşırken bu çocukları buluyorum. Ziyarete gelip anne babanın yoksunluklarını görüyorum. Çocuklarına sahip çıkamayacaklarını gördüğüm zaman, o ailelerle bağlantı kuruyorum ve o çocukları geçici evlat alıyorum, okutabilmek adına. Sayısını vermiyorum."
Son Güncelleme: Perşembe, 11 Ağustos 2016 14:03
Gösterim: 4252

