Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

 Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartanartı eğitim Dergisinin Ekim sayısının konusu eğitim sektöründe büyüme dönemine girilmesi, sektörde pandemi döneminde yaşanan daralmanın nasıl aşılmaya çalışıldığı ve eğitim sektörü girişimcilerinin yeni yatırımları, franchise modeli ile sektörde markalaşmanın hız kazanması, eğitimde kısa, orta ve uzun vadeli büyüme modelleri… Ana konu çerçevesinde kalarak bir eğitim kurumunun niteliğinin artırılması adına devlete ve özel kurum yatırımcılarına nasıl bir sorumluluk düşüyor bakmak gerekir diye düşündüm.

Ülkemizde eğitim sektörünün pandemi nedeniyle yaşadığı sıkıntılar, toplumun bütününü etkiler boyutta olmuştur. Okulların uzun süre kapalı olması uzaktan eğitimin zorunluluk olarak hayatımızın bir parçası haline gelmesi toplumun tüm kesimlerini beklentiler çerçevesinde olumsuz olarak etkilemiştir.

Kazanımların kayıpların önüne geçmesi bu dönemde maalesef mümkün olmamıştır. Okul öncesinden üniversite eğitimine kadar bu bir buçuk yılda her yaş grubunda beklenilenlerin çok altında bir süreç yönetimi gerçekleşmiştir. Eğitim bilimcilerin yıllar içerisinde bu zor dönemin yarattığı tahribatın ne boyutta olduğunu ölçmek için çabalayacağını düşünüyorum. Özellikle üniversitelerdeki akademik çevrelerin, sivil toplum kuruluşlarının bugün yordamsal araştırmaları ve öngörüleriyle ortaya koydukları olumsuzlukların daha ileriki dönemlerde sonuçlarının yaşayarak ortaya çıkacağını tahmin ediyorum.

Okul öncesinin zorunlu eğitim kapsamına alınmasından tutun da sınavların gölgesinde yürütülen eğitim anlayışından vazgeçilmesine kadar düzlüğe çıkış zor dönemlere girildiği durumlardaki gibi hızlı olmuyor maalesef. Hatta 2023 vizyonu ile çizilen, bütün ülkede umutla ve heyecanla karşılanan hedef ve ilkelerin bugün neresindeyiz acaba? Yavaş ama emin adımlarla gidebileceğimiz bir yol çizmemiz gerekiyor ülkemizin genç nüfusu adına. Yeni bir dönem, yeni bir anlayış ve yeni umutlarla...

Pandemi sağlık kadar ülke ekonomilerini de çok kötü etkiledi. Ancak eğitime ilişkin tüm süreçleri de olumsuz etkiledi. Eve kapanma ile başlayan süreç, eğitime erişimde yaşanan sıkıntıları çok büyüttü. Fiziksel olarak var olan okul kavramı uzaysal bir boyutta yok oluverdi. Yaşanan hayatta kalma dürtüsü eğitimde eğitim yolu ile elde edinilen neredeyse tüm kazanımları asgari düzeyde olmasına rıza gösterilmesine neden oldu.

Bu dönemde ülkemizde neredeyse çoğu zamanlar açık olan sadece ve sadece okul öncesi eğitim kurumları oldu. Bu yaş grubunda da mevcut eğitsel süreçlerin ne kadarının verilebildiği, velilerin çocuklarını ne ölçüde eğitim kurumlarına gönderdikleri ve zaten eğitimi zorunlu olmayan okul öncesinde eğitime erişimin nasıl gerçekleştiğini bilemiyoruz. Sanırım bu konuda da elimizde istatistiki bir veri de bulunmuyor.

Okul öncesi eğitim kurumları dışında kalan resmi ilk, orta, orta öğretim ve üniversite düzeyinde eğitim gören/görecek olan okul çağı çocukları çok az bir zaman yüz yüze eğitim alabildiler. Pandemiden dolayı da ebeveynlerin okullardan, eğitimden beklentileri de oldukça düşüverdi. Veliler ve pek çok öğretmen bu koşullarda yaş düzeylerine göre hedef koydular kendilerine ve çocuklarına. Yani hedef küçülttüler olabildiğince. İlkokula başlayan çocuklar için “okuma yazma nasılsa öğrenilebilir” dendi, ortaokullarda ara sınıflarda okuyanların ne kaçırdığını müfredat olarak tam da bilemeyen veliler şaşkınlıkla süreci takip etmekle yetindiler. 8. Sınıfta olan sınav grubu öğrencilerimiz için Lise Geçiş Sınavlarında biraz da kaderci bir yaklaşımla sınavlar bu koşullarda olabildiği kadar oldu dedirtti. Lisede okuyup üniversite sınavlarına hazırlanan grup bir önceki yıla göre aslında resmen dibe vurdu, ortalamalar neredeyse yarı yarıya düştü. Sınav barajını geçen öğrenci sayısı %50 azaldı. Ebeveynler ise çocukları için doğal olarak bu yıl olmadı, seneye bir kez daha deneriz dedi. Kısaca pandemi 40-50 milyonu bulan ülke insanını eğitim anlamında mutsuz etti çaresiz bıraktı.

Ülke insanının, bir ebeveynin çocuğu için eğitimden beklentilerini en düşük seviyede tuttuğu bir dönemin ardından çok ama çok doğru bir karar ile tüm seviyelerde okullar bu yıla yüz yüze ya da hibrit eğitim ile başladı. Bu karar aslında milyonlarca öğrenci ve aileleri ile öğretmen açısından solan umutların yeniden yeşermesine neden olmuştur.

Eğitimin girdisi de çıktısı da insandır, eğitim aynı zamanda bir hizmet sektörüdür. Eğitim alanında ülkemizde verdiği hizmeti en iyi şekilde hizmet alanlara sunabilen kurumların öncelikli olarak tercih edildiğini hem resmi okullarda hem de özel sektörde görebiliyoruz. Bu ölçümün en belirginleştiği durumlar özellikle merkezi sınavlarla öğrenci alan eğitim kurumlarının varlığıdır. Bugün Lise düzeyinde hem resmi hem de özel sektörde sınavla öğrenci alan kurumlar arasında pek azının öncelikli tercih edilen okullar olduğu, Üniversite düzeyinde de kurumsal geçmişi olan, akademik yönden güçlü öğretim üyelerinin varlığı ile mezunlarının iş hayatında tercih edildiği devlet ve vakıf üniversitelerinin tercih edilme yönünden öne çıktığını görebiliyoruz.

Serbest piyasa ekonomisi bağlamında rekabetin eğitim sektöründe algılanışı da artık farklılaşmalıdır. Bugün resmi devlet okullarında da özel sektörün açmış olduğu eğitim kurumlarında da insana hizmet ve bu hizmetin kalitesinin artırılması temel hedef olmalıdır. İşte bu çerçevede kurumsallaşmak, tercih edilen iyi bir okul olmak, öğretim kadar eğitim işini de iyi yapıyor olmak önem kazanıyor.

Resmi kurumlarda özellikle okul öncesi, ilk ve orta öğretimde merkeziyetçi yapıdan dolayı bir kurumun verdiği hizmetin niteliğini artırabilmesi çok kolay olamıyor. On sekiz milyona yakın öğrencinin eğitim gördüğü devlet okullarında eğitim ve öğretim niteliğini artırabilmenin en önemli koşulu iyi öğretmen ve lider okul yöneticilerine sahip olmasıdır. Bu da mesleğini seven, kişilik özellikleriyle öğretmenlik mesleğini örtüştürebilmiş öğretmenlerin varlığı ile olabilir. İyi kavramı ile ne kastediyorum acaba? İçinde pek çok özelliği barındırıyor iyi kavramı, alan bilgisini, iletişim becerisini, insani özellikleri, teknolojiye yatkınlığı, olumlu kişilik özelliklerini, lider yapıyı, sorun çözme becerisini ve benzeri pek çok özelliği.

Aynı durum elbette eğitim-öğretim alanında faaliyet gösteren özel sektör kurumları için de geçerli. Pandemi öncesinde bir buçuk milyona çıkardıkları öğrenci sayılarını pandemi döneminde yaklaşık dört yüz bine yakınını kaybeden bir sektörün toparlanmaya başladığı bir dönem bu yıl. Yıkıcı değil tatlı bir rekabetin olacağı bir eğitim sektörü hem yatırımcısını hem de hizmet alanı mutlu edecektir. Önceki yıllarda bunu göremediğimizi söylemek doğru olur. Ama bu sektörde yatırım yapan pek çok yatırımcının bilmesi gereken önemli bir husus var, o da öğrenci sayısını artırmanın yolu bütünsel olarak kaliteli bir eğitim veren kurumlarının sayısının artmasıdır.

Tekelleşme olmadan her eğitim kurumunun öncelliğinin verdiği hizmetin kalitesini yüksek tutması ve güçlü ve zayıf yönlerini iyi analiz ederek sürekli gelişmeye odaklı olması gerekir. Sanırım özel okulculuk sektörünün gelişmesi ve büyümesindeki en olumsuz faktör birbirini desteklemesi gereken bu sektörün bunu başaramamasıdır.

Bir kurumun kurumsal yapısı, akademik ve idari kadro planlaması, akademik programı ve planlamaları, satış pazarlama ve tanıtım politikası ve fiziki olanakları eğitim ve öğretim faaliyetleri için doğru bir şekilde kurgulanmalıdır. Ancak her kurguyu da hayata geçirecek olan öğretmen ve yönetim kadrosudur. Yukarıda da belirtiğim özelliklere sahip yetkin bir kadronun varlığı diğer fiziksel ve sınıfsal donanımların varlığını daha değerli kılacaktır.
Ülkemizde çokça eleştirdiğimiz gibi iyi öğretmen yetiştirilemediği gibi iyi yönetici de bulmak artık kolay değildir. Özel sektörün en büyük zaaflarından birisi de istikrarsızlıktır. Özellikle eğitim kadrosunun değerini bilen ve bu konuda onların gelişimine yatırım yapan kurumların genelde öne çıktığını ve tercih edildiğini söyleyebilirim.
Bu çerçevede yatırım yaparak büyüyen özel eğitim sektörünü, beklentilerini rasyonel bir planlama ile yapmaları, yatırımlarını emanet ettikleri ve güvendikleri yönetici ve öğretmenlerini yüceltmelerini büyümelerinin ve güvenilir bir kurum olmalarının ön şartı olarak görüyorum.

 

> Eğitim sektörü kaliteyi artırmanın yolunu bulmalı

 Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartanartı eğitim Dergisinin Ekim sayısının konusu eğitim sektöründe büyüme dönemine girilmesi, sektörde pandemi döneminde yaşanan daralmanın nasıl aşılmaya çalışıldığı ve eğitim sektörü girişimcilerinin yeni yatırımları, franchise modeli ile sektörde markalaşmanın hız kazanması, eğitimde kısa, orta ve uzun vadeli büyüme modelleri… Ana konu çerçevesinde kalarak bir eğitim kurumunun niteliğinin artırılması adına devlete ve özel kurum yatırımcılarına nasıl bir sorumluluk düşüyor bakmak gerekir diye düşündüm.

Ülkemizde eğitim sektörünün pandemi nedeniyle yaşadığı sıkıntılar, toplumun bütününü etkiler boyutta olmuştur. Okulların uzun süre kapalı olması uzaktan eğitimin zorunluluk olarak hayatımızın bir parçası haline gelmesi toplumun tüm kesimlerini beklentiler çerçevesinde olumsuz olarak etkilemiştir.

Kazanımların kayıpların önüne geçmesi bu dönemde maalesef mümkün olmamıştır. Okul öncesinden üniversite eğitimine kadar bu bir buçuk yılda her yaş grubunda beklenilenlerin çok altında bir süreç yönetimi gerçekleşmiştir. Eğitim bilimcilerin yıllar içerisinde bu zor dönemin yarattığı tahribatın ne boyutta olduğunu ölçmek için çabalayacağını düşünüyorum. Özellikle üniversitelerdeki akademik çevrelerin, sivil toplum kuruluşlarının bugün yordamsal araştırmaları ve öngörüleriyle ortaya koydukları olumsuzlukların daha ileriki dönemlerde sonuçlarının yaşayarak ortaya çıkacağını tahmin ediyorum.

Okul öncesinin zorunlu eğitim kapsamına alınmasından tutun da sınavların gölgesinde yürütülen eğitim anlayışından vazgeçilmesine kadar düzlüğe çıkış zor dönemlere girildiği durumlardaki gibi hızlı olmuyor maalesef. Hatta 2023 vizyonu ile çizilen, bütün ülkede umutla ve heyecanla karşılanan hedef ve ilkelerin bugün neresindeyiz acaba? Yavaş ama emin adımlarla gidebileceğimiz bir yol çizmemiz gerekiyor ülkemizin genç nüfusu adına. Yeni bir dönem, yeni bir anlayış ve yeni umutlarla...

Pandemi sağlık kadar ülke ekonomilerini de çok kötü etkiledi. Ancak eğitime ilişkin tüm süreçleri de olumsuz etkiledi. Eve kapanma ile başlayan süreç, eğitime erişimde yaşanan sıkıntıları çok büyüttü. Fiziksel olarak var olan okul kavramı uzaysal bir boyutta yok oluverdi. Yaşanan hayatta kalma dürtüsü eğitimde eğitim yolu ile elde edinilen neredeyse tüm kazanımları asgari düzeyde olmasına rıza gösterilmesine neden oldu.

Bu dönemde ülkemizde neredeyse çoğu zamanlar açık olan sadece ve sadece okul öncesi eğitim kurumları oldu. Bu yaş grubunda da mevcut eğitsel süreçlerin ne kadarının verilebildiği, velilerin çocuklarını ne ölçüde eğitim kurumlarına gönderdikleri ve zaten eğitimi zorunlu olmayan okul öncesinde eğitime erişimin nasıl gerçekleştiğini bilemiyoruz. Sanırım bu konuda da elimizde istatistiki bir veri de bulunmuyor.

Okul öncesi eğitim kurumları dışında kalan resmi ilk, orta, orta öğretim ve üniversite düzeyinde eğitim gören/görecek olan okul çağı çocukları çok az bir zaman yüz yüze eğitim alabildiler. Pandemiden dolayı da ebeveynlerin okullardan, eğitimden beklentileri de oldukça düşüverdi. Veliler ve pek çok öğretmen bu koşullarda yaş düzeylerine göre hedef koydular kendilerine ve çocuklarına. Yani hedef küçülttüler olabildiğince. İlkokula başlayan çocuklar için “okuma yazma nasılsa öğrenilebilir” dendi, ortaokullarda ara sınıflarda okuyanların ne kaçırdığını müfredat olarak tam da bilemeyen veliler şaşkınlıkla süreci takip etmekle yetindiler. 8. Sınıfta olan sınav grubu öğrencilerimiz için Lise Geçiş Sınavlarında biraz da kaderci bir yaklaşımla sınavlar bu koşullarda olabildiği kadar oldu dedirtti. Lisede okuyup üniversite sınavlarına hazırlanan grup bir önceki yıla göre aslında resmen dibe vurdu, ortalamalar neredeyse yarı yarıya düştü. Sınav barajını geçen öğrenci sayısı %50 azaldı. Ebeveynler ise çocukları için doğal olarak bu yıl olmadı, seneye bir kez daha deneriz dedi. Kısaca pandemi 40-50 milyonu bulan ülke insanını eğitim anlamında mutsuz etti çaresiz bıraktı.

Ülke insanının, bir ebeveynin çocuğu için eğitimden beklentilerini en düşük seviyede tuttuğu bir dönemin ardından çok ama çok doğru bir karar ile tüm seviyelerde okullar bu yıla yüz yüze ya da hibrit eğitim ile başladı. Bu karar aslında milyonlarca öğrenci ve aileleri ile öğretmen açısından solan umutların yeniden yeşermesine neden olmuştur.

Eğitimin girdisi de çıktısı da insandır, eğitim aynı zamanda bir hizmet sektörüdür. Eğitim alanında ülkemizde verdiği hizmeti en iyi şekilde hizmet alanlara sunabilen kurumların öncelikli olarak tercih edildiğini hem resmi okullarda hem de özel sektörde görebiliyoruz. Bu ölçümün en belirginleştiği durumlar özellikle merkezi sınavlarla öğrenci alan eğitim kurumlarının varlığıdır. Bugün Lise düzeyinde hem resmi hem de özel sektörde sınavla öğrenci alan kurumlar arasında pek azının öncelikli tercih edilen okullar olduğu, Üniversite düzeyinde de kurumsal geçmişi olan, akademik yönden güçlü öğretim üyelerinin varlığı ile mezunlarının iş hayatında tercih edildiği devlet ve vakıf üniversitelerinin tercih edilme yönünden öne çıktığını görebiliyoruz.

Serbest piyasa ekonomisi bağlamında rekabetin eğitim sektöründe algılanışı da artık farklılaşmalıdır. Bugün resmi devlet okullarında da özel sektörün açmış olduğu eğitim kurumlarında da insana hizmet ve bu hizmetin kalitesinin artırılması temel hedef olmalıdır. İşte bu çerçevede kurumsallaşmak, tercih edilen iyi bir okul olmak, öğretim kadar eğitim işini de iyi yapıyor olmak önem kazanıyor.

Resmi kurumlarda özellikle okul öncesi, ilk ve orta öğretimde merkeziyetçi yapıdan dolayı bir kurumun verdiği hizmetin niteliğini artırabilmesi çok kolay olamıyor. On sekiz milyona yakın öğrencinin eğitim gördüğü devlet okullarında eğitim ve öğretim niteliğini artırabilmenin en önemli koşulu iyi öğretmen ve lider okul yöneticilerine sahip olmasıdır. Bu da mesleğini seven, kişilik özellikleriyle öğretmenlik mesleğini örtüştürebilmiş öğretmenlerin varlığı ile olabilir. İyi kavramı ile ne kastediyorum acaba? İçinde pek çok özelliği barındırıyor iyi kavramı, alan bilgisini, iletişim becerisini, insani özellikleri, teknolojiye yatkınlığı, olumlu kişilik özelliklerini, lider yapıyı, sorun çözme becerisini ve benzeri pek çok özelliği.

Aynı durum elbette eğitim-öğretim alanında faaliyet gösteren özel sektör kurumları için de geçerli. Pandemi öncesinde bir buçuk milyona çıkardıkları öğrenci sayılarını pandemi döneminde yaklaşık dört yüz bine yakınını kaybeden bir sektörün toparlanmaya başladığı bir dönem bu yıl. Yıkıcı değil tatlı bir rekabetin olacağı bir eğitim sektörü hem yatırımcısını hem de hizmet alanı mutlu edecektir. Önceki yıllarda bunu göremediğimizi söylemek doğru olur. Ama bu sektörde yatırım yapan pek çok yatırımcının bilmesi gereken önemli bir husus var, o da öğrenci sayısını artırmanın yolu bütünsel olarak kaliteli bir eğitim veren kurumlarının sayısının artmasıdır.

Tekelleşme olmadan her eğitim kurumunun öncelliğinin verdiği hizmetin kalitesini yüksek tutması ve güçlü ve zayıf yönlerini iyi analiz ederek sürekli gelişmeye odaklı olması gerekir. Sanırım özel okulculuk sektörünün gelişmesi ve büyümesindeki en olumsuz faktör birbirini desteklemesi gereken bu sektörün bunu başaramamasıdır.

Bir kurumun kurumsal yapısı, akademik ve idari kadro planlaması, akademik programı ve planlamaları, satış pazarlama ve tanıtım politikası ve fiziki olanakları eğitim ve öğretim faaliyetleri için doğru bir şekilde kurgulanmalıdır. Ancak her kurguyu da hayata geçirecek olan öğretmen ve yönetim kadrosudur. Yukarıda da belirtiğim özelliklere sahip yetkin bir kadronun varlığı diğer fiziksel ve sınıfsal donanımların varlığını daha değerli kılacaktır.
Ülkemizde çokça eleştirdiğimiz gibi iyi öğretmen yetiştirilemediği gibi iyi yönetici de bulmak artık kolay değildir. Özel sektörün en büyük zaaflarından birisi de istikrarsızlıktır. Özellikle eğitim kadrosunun değerini bilen ve bu konuda onların gelişimine yatırım yapan kurumların genelde öne çıktığını ve tercih edildiğini söyleyebilirim.
Bu çerçevede yatırım yaparak büyüyen özel eğitim sektörünü, beklentilerini rasyonel bir planlama ile yapmaları, yatırımlarını emanet ettikleri ve güvendikleri yönetici ve öğretmenlerini yüceltmelerini büyümelerinin ve güvenilir bir kurum olmalarının ön şartı olarak görüyorum.

 

Son Güncelleme: Perşembe, 21 Ekim 2021 11:31

Gösterim: 644

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslanİkibinyirmibir yılının dokuzuncu ayının altıncı günü yani içerisinde bulunduğumuz bu ay okul çağında bulunan yaklaşık ondokuzmilyon öğrenci ve bir milyona yakın eğitim emekçisi bir buçuk yıl aradan sonra okullarına kavuştular. Yaraların sarılması uzun sürermiş biz eğitimcilerin sosyal yoksunlukla geçen bu uzun sürenin öğrencilerimizde yarattığı yarayı kapatabilmesi ne kadar sürer bilemiyorum ama bir eğitimci olarak diliyorum ki uzun sürmesin.
Bir kriz durumu olarak dünyayı etkileyen Covid-19 Pandemisinin (WHO, 2020), öngörülere göre uzun yıllar insanlar üzerinde yaratacağıolumsuz etkilerin devam edeceği düşünülüyor. Pek çok açıdan insanlığı etkileyen bu pandeminin yarattığı pek çok olumsuzluk bilinmesine rağmen bugün henüz bilmediğimiz ve öngöremediğimiz olası diğer olumsuzlukların ileride neler doğurabileceği, kısa ve uzun vadede bu etkilerinin nasıl telafi edilebileceğinin bilim insanları tarafından araştırması gerekecek.
Yakın dönemde daha çok tıp biliminin bu virüsü tanımaya ve yenmeye yönelik gerçekleştirdiği araştırmalara ağırlık verilirken özellikle eğitim noksanlıklarının ve ekonomik kayıpların yarattığı tahribatların gün yüzüne çıkması araştırmaların yönünü değiştirdi. Bir süredir insanoğlunun sosyal duygusal kayıpları ve pandeminin toplumsal ilişkilere etkileri üzerine de eğilen araştırmalara rastlanır oldu. Yapılmaya başlanan bu araştırmalarda bireylerin ruh sağlığının pandemi nedeniyle oldukça olumsuz etkilendiğine ilişkin sonuçlar içinde bulunduğumuz vahim durumu önemsememiz gerektiğini gösteriyor.
Covid 19 Pandemisi normal bir durum değil elbet, tüm dünyada insanoğlunun normal işlevlerini yerine getirmesini engelleyen, acil ilgi ve çözüm gerektiren, tolere edilemeyen, sıradışı ve beklenmeyen bir durum olarak karşımıza çıktı. Yarattığı korku, endişe ve panik durumu bizlerin, tüm insanlığın yaşam uyumlarını bozan bir sonuç yarattı maalesef.
Uzun zamandır yaşadığımız bu kriz durumunun etkileri ruhsal açıdan bireysel ya da toplumsal travmalara dönüşmeye başlamıştır. Ruhsal savunmalarımızı büyük ölçüde kıran ve etkin bir tepki göstermemizi engelleyen patlamalar yaşanabilir noktasına da getirmiştir bizleri aynı zamanda. Sosyal hayatımızın içine nüfus ederek bizleri birbirine bağlayan iletişim-sosyalleşme denen o büyük gücümüze zarar veren Covid 19 salgını, aynı zamanda kriz durumlarında başvurduğumuz savunma mekanizmalarımızı, zorluklarla başa çıkma becerilerimizi de büyük ölçüde yitirmemize neden olmuştur. Bizler bu süreçte sosyal ilişkilerimizi ertelemeye, en yakınlarımızı ve sevdiklerimizi korumak adına yalnızlığı seçmeye zorlandık ve halen bu girdaptan da kurtulabilmiş değiliz. Covid19 bu bir buçuk yılda bize yalnızlığı sevmek ile yalnızlığa mahkum edilmenin ayrı şeyler olduğunu yaşatarak öğretti maalesef.
Her birimiz bu yaşadıklarımızı normal kabul etmedik ve edemiyoruz, hal böyle olunca hayatımızın bir parçası haline gelen kısıtlamalar azaltılınca ya da tamamen kaldırılınca çok hızlı normal hayata geçiş yapmaya çalışıyoruz. Temkinli olanlarımız olsa bile yalnızlık ve sosyalleşme arasında sıkışmış benliğimiz özgürleşmenin verdiği duyguyla sınırları zorlayarak mutlu oluyor. Peki, normalleşme deyince ne anlıyoruz. Bugün okulların açılması ve gençlerin yüz yüze eğitime başlamasıyla onların yüzlerinde gördüğümüz gülümseme değil midir normal olan.
Normallik kavramını en iyi anlatan hocalardan birisidir Engin Geçtan hoca... Üniversitede okurken özellikle kitapları benim gibi alan öğrencilerine ışık tutmuştu, kendisine ait pek çok kaynak kitaptan bugün de dâhil ilham alan, yararlanan pek çok öğrencinin, bilim insanının, eğitimcinin olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Engin Geçtan hocamız, neyin normal olduğunu, normalin çeşitli biçimlerde ve farklı değer yargılarının etkisinde yorumlandığını normallik kavramı karşılığında tek bir tanım getirebilmenin çok güç olduğunu söylemiştir yazılarında kitaplarında. Hocamıza göre normal kavramına ilişkin farklı görüş ve teoriler bulunmaktadır. Hastalık ya da sağlık olarak ele alan geleneksel yaklaşıma göre normallik sağlıklılık olarak ele alınabilir. Karşıt bir görüş normallik diye bir şeyin olmadığını “eğer normallik organizmanın tüm kişilik bölümlerinin birbiriyle denge durumunda ve uyumlu bir birliktelik içinde işlevlerini yürütebilmesi” ise insan yaradılışında bu durumun gerçekleşmesi ütopyadır diyor. Normalliği ortalama ile eş anlamlı alan diğer bir görüş ise orta derecede uyum yapabilen ve çoğunluğu oluşturan grup normal sayılırken bu ortalamanın iki ucunda olan durumları da olağan dışı durumlar olarak tanımlıyor, tıpkı çan eğrisinin iki ucunda olduğu gibi.
Tabii normallik hayatın akışında yaşanan bir olgu ise normal kavramını uyum yapma, yeterlilik duygusu, zorlanmalarla baş edebilme gibi kavramlarla da çok yakın ilişkisi olduğunu kabul etmek gerekiyor. Günümüzde pandemide uyum ve zorlanmalarla baş etme yöntemleri ile ilgilenen davranış bilimcilerin ve belirli bilimsel nitelikli araştırmaların sayısı artmaya başlamıştır. Görünen o ki ileride “normal” kavramı ile pandemi sonrası için kullanılan “yeni normal” kavramları da bu araştırmalardan nasibini oldukça alacak.
Yapılan araştırmalar ailelerde COVİD-19 salgının ortaya çıkışı sonrası insanlarda artan korku, endişe ve stresin yanı sıra sosyal çevreden soyutlanma, stres, endişe ve karamsarlık, aile içi tartışmalar, sıkılma, temizliğe yönelme, maddi sorunlar, işsizlik ve sağlık sorunları gibi birçok olumsuzluğun ortaya çıktığını gösteriyor. Çocuk ve ergenler üzerinde yapılan araştırmalarda da zorunlu izolasyon nedeniyle sosyal ilişkilerde azalma ve yalnızlık duygusu, okula gidememe ve arkadaş ilişkilerinin zayıflaması; belirsizlikten kaynaklanan endişe, mutsuzluk, derslere ilginin azalması, temizlik takıntısı gibi olumsuzluklar ve ölüm korkusu ile yüzleşme gibi bulgulara rastlanılmıştır.
Normal=Okullar Açık
Okullar Açık=Normal

İşte tüm bu olumsuzluklar içerisinde toplumun neredeyse tamamını ilgilendiren bir kararla geçen bir buçuk yılda yapılan yanlıştan dönüldü ve okulların açılması sağlandı. Evet, NORMAL kavramı hangi tanımın içerisine yedirilirse yedirilsin okulların açılması normal olmayandan dönüştür.
Normal olan ise her koşulda şartları müsait hale getirerek okulların açık olmasını sağlamaktır. Yaşarken ruhsal olanı bedenden ayrı tutmak mümkün değildir. Beden sağlığı için kapatılan okullar aslında ruhsal olanın yitirilişine neden olmuştur. Geç de olsa yanlıştan dönülmesi önemlidir. Burada esas düşünülmesi gereken de artık bu geçen bir buçuk yılın hem ruhsal hem bilişsel açığını nasıl telafi edileceğidir.
Okulların açılması normal olandır, normalleşmenin en önemli adımıdır. Bundan geri adım atmak yanılgıdır, ülkenin geleceğinin, gençlerimizin geleceğinin karartılmasıdır.
Okulların açılması aşağıda sıralananların önünde bir set, bir duvar değildir elbet ama aşağıdakilerin gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi için de bir fırsattır bir farkındalıktır.
• Eğitimde fırsat eşitliği,
• Kız öğrencilerin erken evliliği,
• Okul terk oranları,
• Mevsimlik işçi ve aileleri,
• Bireysellik ve sosyalleşme arasında sıkışan çocukluk ve gençlik
• Gençlik çağı sorunlarının ikiye, dörde, altıya ya da ona katlanması,
• Öğretmenlerin heyecanları ve korkuları-çekinceleri,
• Ebeveynin mutluluğu, yarı özgürlüğü
• Evde anne-baba olmakla öğretmen olmak arasında sıkışmışlık,
• Özgürlük alanlarımızın “ev” ile daralmasının yarattığı psikoloji
• OECD’ye üye 77 ülke içerisinde Türkiye, “İnternet bağlantısına erişimi olan öğrenciler” listesinde 70’inci sırada bulunması,
• Geçen zaman diliminde öğrencilere ağırlıkla bilgi aktarımı yapılması ve müfredatın yetiştirilmesinin önceliğimiz olması. Eğitim kurumlarının bu süreçteki temel işlevinin bireysel ve toplumsal normalleşmeye katkı sağlamak olamayışı.
• Uzaktan eğitim İlkokul kademesinde serbest etkinlikler ve seçmeli ders saatlerinin oranının (%6,7) ortaokuldan daha az (%17,1) olması,
• Uzaktan eğitimde hazırlanan etkileşimli ders kitapları ile z-kütüphane ve EBA içeriklerinin örtüşmemesi.
• Öğretmenlerin öğretim programlarında yapılan sadeleştirmelerin yeterli olmadığı, kazanımların birleştirilip azaltılmasının program yoğunluğunu azaltmadığı, yönündeki görüşleri,
• Özel gereksinimli çocuklar için erken yaştan itibaren iyi yapılandırılmış öğretim ortamlarının bulunmayışı,
Kurallara uygunluk anlamına da gelen normal, çoğunluğun benimsediği davranış kalıplarına uyma biçiminde olabildiği gibi ölçümlere dayanan istatistik ortalamanın içinde yer almak biçiminde de ele alınabilir dedik. Ama normal kavramının biraz hayata dönüş, yeniden canlanma, enerji birikimini salıverme, ilişkileri güçlendirme ve nefes alıp verme olarak da görebilirsek eğer okulların açılmasını “Normal” ’e dönüşün müjdeleyicisi olarak söyleyebiliriz, en azından ben öyle görüyorum. Okul =hayattır derken hayatın çocuklarımız için ne olduğunu en iyi gözleyenlerin anne babalar ve öğretmenler olduğunu söyleyebilirim en azından bu kısa zaman diliminde. Ki ben de en yakından gözleyenlerden biriyim bir danışman, bir veli ve bir okul yöneticisi olarak.
Ve diyorum ki Normal iyidir, Normalleşmek de…
Kaynak
• Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar - Prof. Dr. Engin Geçtan. Türkiye • Remzi Kitabevi
• EİR20_Egitimin-İcerigi.pdf (egitimreformugirisimi.org)
• (PDF) Covid-19 Pandemisi ve Çocuk Ruh Sağlığına Yansımaları (researchgate.net)

> Normal iyidir, Normalleşmek de…

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslanİkibinyirmibir yılının dokuzuncu ayının altıncı günü yani içerisinde bulunduğumuz bu ay okul çağında bulunan yaklaşık ondokuzmilyon öğrenci ve bir milyona yakın eğitim emekçisi bir buçuk yıl aradan sonra okullarına kavuştular. Yaraların sarılması uzun sürermiş biz eğitimcilerin sosyal yoksunlukla geçen bu uzun sürenin öğrencilerimizde yarattığı yarayı kapatabilmesi ne kadar sürer bilemiyorum ama bir eğitimci olarak diliyorum ki uzun sürmesin.
Bir kriz durumu olarak dünyayı etkileyen Covid-19 Pandemisinin (WHO, 2020), öngörülere göre uzun yıllar insanlar üzerinde yaratacağıolumsuz etkilerin devam edeceği düşünülüyor. Pek çok açıdan insanlığı etkileyen bu pandeminin yarattığı pek çok olumsuzluk bilinmesine rağmen bugün henüz bilmediğimiz ve öngöremediğimiz olası diğer olumsuzlukların ileride neler doğurabileceği, kısa ve uzun vadede bu etkilerinin nasıl telafi edilebileceğinin bilim insanları tarafından araştırması gerekecek.
Yakın dönemde daha çok tıp biliminin bu virüsü tanımaya ve yenmeye yönelik gerçekleştirdiği araştırmalara ağırlık verilirken özellikle eğitim noksanlıklarının ve ekonomik kayıpların yarattığı tahribatların gün yüzüne çıkması araştırmaların yönünü değiştirdi. Bir süredir insanoğlunun sosyal duygusal kayıpları ve pandeminin toplumsal ilişkilere etkileri üzerine de eğilen araştırmalara rastlanır oldu. Yapılmaya başlanan bu araştırmalarda bireylerin ruh sağlığının pandemi nedeniyle oldukça olumsuz etkilendiğine ilişkin sonuçlar içinde bulunduğumuz vahim durumu önemsememiz gerektiğini gösteriyor.
Covid 19 Pandemisi normal bir durum değil elbet, tüm dünyada insanoğlunun normal işlevlerini yerine getirmesini engelleyen, acil ilgi ve çözüm gerektiren, tolere edilemeyen, sıradışı ve beklenmeyen bir durum olarak karşımıza çıktı. Yarattığı korku, endişe ve panik durumu bizlerin, tüm insanlığın yaşam uyumlarını bozan bir sonuç yarattı maalesef.
Uzun zamandır yaşadığımız bu kriz durumunun etkileri ruhsal açıdan bireysel ya da toplumsal travmalara dönüşmeye başlamıştır. Ruhsal savunmalarımızı büyük ölçüde kıran ve etkin bir tepki göstermemizi engelleyen patlamalar yaşanabilir noktasına da getirmiştir bizleri aynı zamanda. Sosyal hayatımızın içine nüfus ederek bizleri birbirine bağlayan iletişim-sosyalleşme denen o büyük gücümüze zarar veren Covid 19 salgını, aynı zamanda kriz durumlarında başvurduğumuz savunma mekanizmalarımızı, zorluklarla başa çıkma becerilerimizi de büyük ölçüde yitirmemize neden olmuştur. Bizler bu süreçte sosyal ilişkilerimizi ertelemeye, en yakınlarımızı ve sevdiklerimizi korumak adına yalnızlığı seçmeye zorlandık ve halen bu girdaptan da kurtulabilmiş değiliz. Covid19 bu bir buçuk yılda bize yalnızlığı sevmek ile yalnızlığa mahkum edilmenin ayrı şeyler olduğunu yaşatarak öğretti maalesef.
Her birimiz bu yaşadıklarımızı normal kabul etmedik ve edemiyoruz, hal böyle olunca hayatımızın bir parçası haline gelen kısıtlamalar azaltılınca ya da tamamen kaldırılınca çok hızlı normal hayata geçiş yapmaya çalışıyoruz. Temkinli olanlarımız olsa bile yalnızlık ve sosyalleşme arasında sıkışmış benliğimiz özgürleşmenin verdiği duyguyla sınırları zorlayarak mutlu oluyor. Peki, normalleşme deyince ne anlıyoruz. Bugün okulların açılması ve gençlerin yüz yüze eğitime başlamasıyla onların yüzlerinde gördüğümüz gülümseme değil midir normal olan.
Normallik kavramını en iyi anlatan hocalardan birisidir Engin Geçtan hoca... Üniversitede okurken özellikle kitapları benim gibi alan öğrencilerine ışık tutmuştu, kendisine ait pek çok kaynak kitaptan bugün de dâhil ilham alan, yararlanan pek çok öğrencinin, bilim insanının, eğitimcinin olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Engin Geçtan hocamız, neyin normal olduğunu, normalin çeşitli biçimlerde ve farklı değer yargılarının etkisinde yorumlandığını normallik kavramı karşılığında tek bir tanım getirebilmenin çok güç olduğunu söylemiştir yazılarında kitaplarında. Hocamıza göre normal kavramına ilişkin farklı görüş ve teoriler bulunmaktadır. Hastalık ya da sağlık olarak ele alan geleneksel yaklaşıma göre normallik sağlıklılık olarak ele alınabilir. Karşıt bir görüş normallik diye bir şeyin olmadığını “eğer normallik organizmanın tüm kişilik bölümlerinin birbiriyle denge durumunda ve uyumlu bir birliktelik içinde işlevlerini yürütebilmesi” ise insan yaradılışında bu durumun gerçekleşmesi ütopyadır diyor. Normalliği ortalama ile eş anlamlı alan diğer bir görüş ise orta derecede uyum yapabilen ve çoğunluğu oluşturan grup normal sayılırken bu ortalamanın iki ucunda olan durumları da olağan dışı durumlar olarak tanımlıyor, tıpkı çan eğrisinin iki ucunda olduğu gibi.
Tabii normallik hayatın akışında yaşanan bir olgu ise normal kavramını uyum yapma, yeterlilik duygusu, zorlanmalarla baş edebilme gibi kavramlarla da çok yakın ilişkisi olduğunu kabul etmek gerekiyor. Günümüzde pandemide uyum ve zorlanmalarla baş etme yöntemleri ile ilgilenen davranış bilimcilerin ve belirli bilimsel nitelikli araştırmaların sayısı artmaya başlamıştır. Görünen o ki ileride “normal” kavramı ile pandemi sonrası için kullanılan “yeni normal” kavramları da bu araştırmalardan nasibini oldukça alacak.
Yapılan araştırmalar ailelerde COVİD-19 salgının ortaya çıkışı sonrası insanlarda artan korku, endişe ve stresin yanı sıra sosyal çevreden soyutlanma, stres, endişe ve karamsarlık, aile içi tartışmalar, sıkılma, temizliğe yönelme, maddi sorunlar, işsizlik ve sağlık sorunları gibi birçok olumsuzluğun ortaya çıktığını gösteriyor. Çocuk ve ergenler üzerinde yapılan araştırmalarda da zorunlu izolasyon nedeniyle sosyal ilişkilerde azalma ve yalnızlık duygusu, okula gidememe ve arkadaş ilişkilerinin zayıflaması; belirsizlikten kaynaklanan endişe, mutsuzluk, derslere ilginin azalması, temizlik takıntısı gibi olumsuzluklar ve ölüm korkusu ile yüzleşme gibi bulgulara rastlanılmıştır.
Normal=Okullar Açık
Okullar Açık=Normal

İşte tüm bu olumsuzluklar içerisinde toplumun neredeyse tamamını ilgilendiren bir kararla geçen bir buçuk yılda yapılan yanlıştan dönüldü ve okulların açılması sağlandı. Evet, NORMAL kavramı hangi tanımın içerisine yedirilirse yedirilsin okulların açılması normal olmayandan dönüştür.
Normal olan ise her koşulda şartları müsait hale getirerek okulların açık olmasını sağlamaktır. Yaşarken ruhsal olanı bedenden ayrı tutmak mümkün değildir. Beden sağlığı için kapatılan okullar aslında ruhsal olanın yitirilişine neden olmuştur. Geç de olsa yanlıştan dönülmesi önemlidir. Burada esas düşünülmesi gereken de artık bu geçen bir buçuk yılın hem ruhsal hem bilişsel açığını nasıl telafi edileceğidir.
Okulların açılması normal olandır, normalleşmenin en önemli adımıdır. Bundan geri adım atmak yanılgıdır, ülkenin geleceğinin, gençlerimizin geleceğinin karartılmasıdır.
Okulların açılması aşağıda sıralananların önünde bir set, bir duvar değildir elbet ama aşağıdakilerin gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi için de bir fırsattır bir farkındalıktır.
• Eğitimde fırsat eşitliği,
• Kız öğrencilerin erken evliliği,
• Okul terk oranları,
• Mevsimlik işçi ve aileleri,
• Bireysellik ve sosyalleşme arasında sıkışan çocukluk ve gençlik
• Gençlik çağı sorunlarının ikiye, dörde, altıya ya da ona katlanması,
• Öğretmenlerin heyecanları ve korkuları-çekinceleri,
• Ebeveynin mutluluğu, yarı özgürlüğü
• Evde anne-baba olmakla öğretmen olmak arasında sıkışmışlık,
• Özgürlük alanlarımızın “ev” ile daralmasının yarattığı psikoloji
• OECD’ye üye 77 ülke içerisinde Türkiye, “İnternet bağlantısına erişimi olan öğrenciler” listesinde 70’inci sırada bulunması,
• Geçen zaman diliminde öğrencilere ağırlıkla bilgi aktarımı yapılması ve müfredatın yetiştirilmesinin önceliğimiz olması. Eğitim kurumlarının bu süreçteki temel işlevinin bireysel ve toplumsal normalleşmeye katkı sağlamak olamayışı.
• Uzaktan eğitim İlkokul kademesinde serbest etkinlikler ve seçmeli ders saatlerinin oranının (%6,7) ortaokuldan daha az (%17,1) olması,
• Uzaktan eğitimde hazırlanan etkileşimli ders kitapları ile z-kütüphane ve EBA içeriklerinin örtüşmemesi.
• Öğretmenlerin öğretim programlarında yapılan sadeleştirmelerin yeterli olmadığı, kazanımların birleştirilip azaltılmasının program yoğunluğunu azaltmadığı, yönündeki görüşleri,
• Özel gereksinimli çocuklar için erken yaştan itibaren iyi yapılandırılmış öğretim ortamlarının bulunmayışı,
Kurallara uygunluk anlamına da gelen normal, çoğunluğun benimsediği davranış kalıplarına uyma biçiminde olabildiği gibi ölçümlere dayanan istatistik ortalamanın içinde yer almak biçiminde de ele alınabilir dedik. Ama normal kavramının biraz hayata dönüş, yeniden canlanma, enerji birikimini salıverme, ilişkileri güçlendirme ve nefes alıp verme olarak da görebilirsek eğer okulların açılmasını “Normal” ’e dönüşün müjdeleyicisi olarak söyleyebiliriz, en azından ben öyle görüyorum. Okul =hayattır derken hayatın çocuklarımız için ne olduğunu en iyi gözleyenlerin anne babalar ve öğretmenler olduğunu söyleyebilirim en azından bu kısa zaman diliminde. Ki ben de en yakından gözleyenlerden biriyim bir danışman, bir veli ve bir okul yöneticisi olarak.
Ve diyorum ki Normal iyidir, Normalleşmek de…
Kaynak
• Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar - Prof. Dr. Engin Geçtan. Türkiye • Remzi Kitabevi
• EİR20_Egitimin-İcerigi.pdf (egitimreformugirisimi.org)
• (PDF) Covid-19 Pandemisi ve Çocuk Ruh Sağlığına Yansımaları (researchgate.net)

Son Güncelleme: Perşembe, 23 Eylül 2021 13:32

Gösterim: 654

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartanBir eğitimci, okul yöneticisi, psikolojik danışman ve bir baba olarak bu sorunun bana özel kişiselleştirilmiş cevabı olarak önceliğim ruh sağlığını korumak derim. Sınav başarısını önemsemediğimden değil ama bir öncelik sıralaması yaptığım için böyle söylerim. Peki sizce, ya sınav başarısı diyenler de ya da her ikisi de olabilir diyen yok mudur aramızda, elbette vardır. Hatta bu üçüncü yolun (hem ruh sağlığı hem de sınav başarısı) bireyler için gerçekleşebilir kılabilmek mümkün ise bu yolu benimseyenlerin de büyük çoğunluk olacağını da bilenlerdenim.

Pandemi koşulları bizleri, ilişkilerimizi sosyalleşme becerilerimizi kısacası alışa geldiğimiz doğal hayatımızı tersine çevirdi. Maalesef şimdi yediden yetmişe insanlık olarak hep birlikte hayata tutunmanın ve uyum sağlamanın yollarını arıyoruz. Biz yetişkinler bile uyumlama yeteneğimizi kaybederken okul çağındaki çocukların yaşadıklarını anlamanın pek de kolay olmayacağını düşünüyorum.

Çocukların kişisel yeterlilikleri, yetkinlikleri alışkanlıkları, öğrenme biçimleri, ilişkileri yönetme süreçleri, okul iklimi gibi pek çok değişken onların hayat başarılarını ve akademik gelişimlerini etkiliyor. Ancak bunlar içerisinde anne baba tutumları içerisinde en belirleyici olanı idi. Araştırmalar başarılı öğrencileri diğerlerinden ayıran en önemli etkenin Anne-baba desteği ve ilgisi olduğunu gösteriyordu. Şimdi ise başarı ve başarısızlık nedenleri arasına bu okulsuz öğretim ikliminin yarattığı “okulsuz eğitim” ’in bilgi eksikliklerini ve kayıplarını da eklemek gerekecek.

Okul sınavları ya da LGS ve YKS gibi ulusal sınavlarda alınan sonuçlar, özellikle okula gidemeyen, gitse bile tedirgin olan çocuklar için ya da aileleri için ne anlam ifade etmelidir? Eskiden olsa sınavların ve sınav sonuçlarının doğru okunması halinde bir fırsat olduğunu, sınavların bir süreç değerlendirme işlevi olduğunu söylerdik. Peki, bugün bu koşullarda girilecek olan sınavların ya da sınav sonuçlarının çocuklar ve aileleri için ne anlam ifade etmelidir? Üstelik sınavların hürmetine son bir yılda ara ara açılıp kapanmalar olsa da sınava hazırlanan 8 ve 12. Sınıf öğrencileri yüz yüze eğitim alabildiler, ancak öğrenci devamsızlıkları nedeniyle bu eğitimin ne kadar verimli olduğu da tartışılırken.
İnsanın doğasında var, çoğumuz başarısızlığı üstlenmek istemeyiz, savunma mekanizmaları geliştiririz hayatımıza devam edebilmek için, bu nedenle de genelde sorunları dışsallaştırma yoluna gideriz. Pandeminin en çok eğitimi ve çocukları etkilediği bu dönemde yaşları gereği yaşadıkları pek çok sıkıntının yanında bir de ite kalka hazırlandıkları bu sınavlarda gösterilecek olan performanslara anne ve babalar nasıl bakacaklar acaba? Her koşulda çocuklarının yanlarında mı duracaklardır yoksa karşılarında mı duracaklardır?

Milli Eğitim Bakanlığı özellikle ortaokul öğrencilerinin Liselere Giriş Sınavlarına hazırlanırken yaşadıkları pek çok olumsuzluğu ve bunlara bağlı oluşan sınav kaygısını ortadan kaldırılmak için bundan üç yıl önce ancak öğrencilerin %10’nun girebileceği %90’nının da sınavsız yerleşeceği bir sistem getireceğini söylemişti. LGS işte böyle yapılandırılmıştı, bu çerçevede de öğrencilerin en yakın okullara gideceğinden sınavlara az kişinin gireceğini hedeflemişlerdi. Aradan geçen üç yıl gösterdi ki her yıl en az yaklaşık bir milyon öğrenci sınava giriyor.

Hedeflenen ile gerçekleşen arasındaki uçurum, eğitimin nihai hedeflerini sınavlar yolu ile giderme yanlışlığından kaynaklanıyor. Bilinen ve görünen o ki iyi yurttaş yetiştirme hedefi sınavlara endeksli bir eğitim anlayışıyla mümkün değildir. Artı sınavlar yolu ile kazandıramayacağımız o kadar çok değer ve özellik olduğunu bilmemize rağmen yanlışı düzeltme konusunda çok da başarılı değiliz.

Hayat başarısı ile sınav başarısı arasında sıkışmışlık eğitimin genel bir problemi maalesef. Covid 19 pandemisi nedeniyle son 1,5 yıl eğitim sistemi açısından oldukça zorlu geçti. Belirli sınıf düzeylerinde hiç okula gidememek, arkadaşlarıyla birlikte olamamak, sınıfın ve okulun havasını teneffüs edememek, sürekli ekran karşısında olmak ve üstüne zaten kendisi de ayrı bir dert olan sınav gerçeğiyle yüz yüze olmak.

İşte bu ve benzeri pek çok nedenler öğrenci, veli ve öğretmenlerde görülen psiko-sosyal pek çok sorunun nedeni olarak ortada duruyor. Hala aşı, maske ve mesafe üçgeninde tüm dünyanın bu hastalıktan bir an önce kurtulacağı zamanın gelmesini bekliyoruz. Eskiden öğrencilerimize öğretmenleri ya da ebeveynleri olarak sıkça yapma dediğimiz şeyleri bugün koşullar gereği izin verir olduk. Kendi çelişkilerimizi yaşarken bu çelişkileri çocuklara izah etmek hiç de kolay olmadı.

Ergenlik bir Yolculuk
Ergenlik çocukluğa veda ve bununla birlikte dönüşüm ve başkalaşım sürecidir. Bu süreçte ergenler hem büyürler hem değişirler, hayal kurar ve hayallerinde geleceği inşa ederler ama bu yolculuklarında da hep yalnız, hassas ve kırılgandırlar, sorunları göründüğünden daha derinlerde yer alır. Yetişkinler olarak çocuklarımızın yanında olduğumuzu hissettirmenin, onları koşulsuz sevdiğimizi ve değer verdiğimizi hissettirmenin tam zamanı hem de eskisinden daha fazla. Pek çok çocuk için, buz dağının altında yatan duyguların farkında olmak bile yeterli olabilir.

İşte sınavlara hazırlanma dönemi sadece çocuğu değil, aileyi ve yakın çevreyi etkiliyor. Hem LGS hem de YKS için sınava girilecek yıldan bir yıl hatta iki yıl öncesinde hazırlıklar başlıyor, planlar programlar yapılıyor, beklentiler artıyor. Hazırlık süreci yoğunlaştıkça da hedefler büyüyor ve çocukların üzerinde yük gittikçe artıyor.

Çünkü bu dönem sınav stresinin yanı sıra fiziksel ve duygusal değişimler, yoğun duygusal iniş çıkışlar, artan sinirlilik, dürtüsellik, saldırganlık ve depresif duygu hali gibi ergenlik sürecinin yansıyan etkileriyle birlikte stresin çifte katlandığı bir dönem. Bu yaş gurubu ile iletişim kurmak çok daha zor evde, ekran karşısında okul, kurs programları ve özel ders arasında koşturan ve yorulan çocuklar dokunsan ağlayacak hale geliyorlar. Onlar bu duyguları yaşarken anne babalar da yıpranıyorlar. Bu zor süreçte çocuklarla iletişim kurmak onları dinlemek ve gelecek ile ilgili kaygılarını azaltmak anne babalara düşüyor.

Son söz, çocuklar neredeyse 1,5 yıl okuldan uzak, uzaktan eğitim ile ve mevcut koşulların getirdiği noksanlıklarla eğitimlerini sürdürürlerken bir de sınava hazırlanma uğraşılarında oldukça yıprandılar. Çocukların sırtlarında taşıyamayacakları kadar yük bindirmenin çok da anlamı yok artık. Sınav ülkemizin gerçeği olabilir ama sınav performansları çocuklarımızın gerçeği olmayabilir. Her koşulda güven ve koşulsuz sevgi şart, işte o zaman üçüncü yol için doğru zemin yaratılmış olur.

 

> Ruh sağlığını korumak mı? Sınav başarısını kovalamak mı?

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartanBir eğitimci, okul yöneticisi, psikolojik danışman ve bir baba olarak bu sorunun bana özel kişiselleştirilmiş cevabı olarak önceliğim ruh sağlığını korumak derim. Sınav başarısını önemsemediğimden değil ama bir öncelik sıralaması yaptığım için böyle söylerim. Peki sizce, ya sınav başarısı diyenler de ya da her ikisi de olabilir diyen yok mudur aramızda, elbette vardır. Hatta bu üçüncü yolun (hem ruh sağlığı hem de sınav başarısı) bireyler için gerçekleşebilir kılabilmek mümkün ise bu yolu benimseyenlerin de büyük çoğunluk olacağını da bilenlerdenim.

Pandemi koşulları bizleri, ilişkilerimizi sosyalleşme becerilerimizi kısacası alışa geldiğimiz doğal hayatımızı tersine çevirdi. Maalesef şimdi yediden yetmişe insanlık olarak hep birlikte hayata tutunmanın ve uyum sağlamanın yollarını arıyoruz. Biz yetişkinler bile uyumlama yeteneğimizi kaybederken okul çağındaki çocukların yaşadıklarını anlamanın pek de kolay olmayacağını düşünüyorum.

Çocukların kişisel yeterlilikleri, yetkinlikleri alışkanlıkları, öğrenme biçimleri, ilişkileri yönetme süreçleri, okul iklimi gibi pek çok değişken onların hayat başarılarını ve akademik gelişimlerini etkiliyor. Ancak bunlar içerisinde anne baba tutumları içerisinde en belirleyici olanı idi. Araştırmalar başarılı öğrencileri diğerlerinden ayıran en önemli etkenin Anne-baba desteği ve ilgisi olduğunu gösteriyordu. Şimdi ise başarı ve başarısızlık nedenleri arasına bu okulsuz öğretim ikliminin yarattığı “okulsuz eğitim” ’in bilgi eksikliklerini ve kayıplarını da eklemek gerekecek.

Okul sınavları ya da LGS ve YKS gibi ulusal sınavlarda alınan sonuçlar, özellikle okula gidemeyen, gitse bile tedirgin olan çocuklar için ya da aileleri için ne anlam ifade etmelidir? Eskiden olsa sınavların ve sınav sonuçlarının doğru okunması halinde bir fırsat olduğunu, sınavların bir süreç değerlendirme işlevi olduğunu söylerdik. Peki, bugün bu koşullarda girilecek olan sınavların ya da sınav sonuçlarının çocuklar ve aileleri için ne anlam ifade etmelidir? Üstelik sınavların hürmetine son bir yılda ara ara açılıp kapanmalar olsa da sınava hazırlanan 8 ve 12. Sınıf öğrencileri yüz yüze eğitim alabildiler, ancak öğrenci devamsızlıkları nedeniyle bu eğitimin ne kadar verimli olduğu da tartışılırken.
İnsanın doğasında var, çoğumuz başarısızlığı üstlenmek istemeyiz, savunma mekanizmaları geliştiririz hayatımıza devam edebilmek için, bu nedenle de genelde sorunları dışsallaştırma yoluna gideriz. Pandeminin en çok eğitimi ve çocukları etkilediği bu dönemde yaşları gereği yaşadıkları pek çok sıkıntının yanında bir de ite kalka hazırlandıkları bu sınavlarda gösterilecek olan performanslara anne ve babalar nasıl bakacaklar acaba? Her koşulda çocuklarının yanlarında mı duracaklardır yoksa karşılarında mı duracaklardır?

Milli Eğitim Bakanlığı özellikle ortaokul öğrencilerinin Liselere Giriş Sınavlarına hazırlanırken yaşadıkları pek çok olumsuzluğu ve bunlara bağlı oluşan sınav kaygısını ortadan kaldırılmak için bundan üç yıl önce ancak öğrencilerin %10’nun girebileceği %90’nının da sınavsız yerleşeceği bir sistem getireceğini söylemişti. LGS işte böyle yapılandırılmıştı, bu çerçevede de öğrencilerin en yakın okullara gideceğinden sınavlara az kişinin gireceğini hedeflemişlerdi. Aradan geçen üç yıl gösterdi ki her yıl en az yaklaşık bir milyon öğrenci sınava giriyor.

Hedeflenen ile gerçekleşen arasındaki uçurum, eğitimin nihai hedeflerini sınavlar yolu ile giderme yanlışlığından kaynaklanıyor. Bilinen ve görünen o ki iyi yurttaş yetiştirme hedefi sınavlara endeksli bir eğitim anlayışıyla mümkün değildir. Artı sınavlar yolu ile kazandıramayacağımız o kadar çok değer ve özellik olduğunu bilmemize rağmen yanlışı düzeltme konusunda çok da başarılı değiliz.

Hayat başarısı ile sınav başarısı arasında sıkışmışlık eğitimin genel bir problemi maalesef. Covid 19 pandemisi nedeniyle son 1,5 yıl eğitim sistemi açısından oldukça zorlu geçti. Belirli sınıf düzeylerinde hiç okula gidememek, arkadaşlarıyla birlikte olamamak, sınıfın ve okulun havasını teneffüs edememek, sürekli ekran karşısında olmak ve üstüne zaten kendisi de ayrı bir dert olan sınav gerçeğiyle yüz yüze olmak.

İşte bu ve benzeri pek çok nedenler öğrenci, veli ve öğretmenlerde görülen psiko-sosyal pek çok sorunun nedeni olarak ortada duruyor. Hala aşı, maske ve mesafe üçgeninde tüm dünyanın bu hastalıktan bir an önce kurtulacağı zamanın gelmesini bekliyoruz. Eskiden öğrencilerimize öğretmenleri ya da ebeveynleri olarak sıkça yapma dediğimiz şeyleri bugün koşullar gereği izin verir olduk. Kendi çelişkilerimizi yaşarken bu çelişkileri çocuklara izah etmek hiç de kolay olmadı.

Ergenlik bir Yolculuk
Ergenlik çocukluğa veda ve bununla birlikte dönüşüm ve başkalaşım sürecidir. Bu süreçte ergenler hem büyürler hem değişirler, hayal kurar ve hayallerinde geleceği inşa ederler ama bu yolculuklarında da hep yalnız, hassas ve kırılgandırlar, sorunları göründüğünden daha derinlerde yer alır. Yetişkinler olarak çocuklarımızın yanında olduğumuzu hissettirmenin, onları koşulsuz sevdiğimizi ve değer verdiğimizi hissettirmenin tam zamanı hem de eskisinden daha fazla. Pek çok çocuk için, buz dağının altında yatan duyguların farkında olmak bile yeterli olabilir.

İşte sınavlara hazırlanma dönemi sadece çocuğu değil, aileyi ve yakın çevreyi etkiliyor. Hem LGS hem de YKS için sınava girilecek yıldan bir yıl hatta iki yıl öncesinde hazırlıklar başlıyor, planlar programlar yapılıyor, beklentiler artıyor. Hazırlık süreci yoğunlaştıkça da hedefler büyüyor ve çocukların üzerinde yük gittikçe artıyor.

Çünkü bu dönem sınav stresinin yanı sıra fiziksel ve duygusal değişimler, yoğun duygusal iniş çıkışlar, artan sinirlilik, dürtüsellik, saldırganlık ve depresif duygu hali gibi ergenlik sürecinin yansıyan etkileriyle birlikte stresin çifte katlandığı bir dönem. Bu yaş gurubu ile iletişim kurmak çok daha zor evde, ekran karşısında okul, kurs programları ve özel ders arasında koşturan ve yorulan çocuklar dokunsan ağlayacak hale geliyorlar. Onlar bu duyguları yaşarken anne babalar da yıpranıyorlar. Bu zor süreçte çocuklarla iletişim kurmak onları dinlemek ve gelecek ile ilgili kaygılarını azaltmak anne babalara düşüyor.

Son söz, çocuklar neredeyse 1,5 yıl okuldan uzak, uzaktan eğitim ile ve mevcut koşulların getirdiği noksanlıklarla eğitimlerini sürdürürlerken bir de sınava hazırlanma uğraşılarında oldukça yıprandılar. Çocukların sırtlarında taşıyamayacakları kadar yük bindirmenin çok da anlamı yok artık. Sınav ülkemizin gerçeği olabilir ama sınav performansları çocuklarımızın gerçeği olmayabilir. Her koşulda güven ve koşulsuz sevgi şart, işte o zaman üçüncü yol için doğru zemin yaratılmış olur.

 

Son Güncelleme: Salı, 25 May 2021 13:37

Gösterim: 1185

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartanSiz Telafide var mısınız? Türkiye’nin eğitimde telafide yol haritası var mı? Bence hem var hem de yok, telafi deyince ne anladığınıza bağlı. Telafi denilince eksikliği kapatılmaya çalışılan bir yoksunluk durumundan söz edildiğini düşünüyorum.
1,5 yıldır süren salgın nedeniyle hem dünyada hem de ülkemizde üniversite öğrencileri de dâhil yaklaşık 25 milyon öğrenci eğitimde edinmeleri gereken bilgi ve birikimden, kazanmaları gereken sosyal, duygusal ve akademik becerilerden, yetkinliklerden az ya da çok mahrum kaldılar mı? Evet kaldılar. Toplumun yaklaşık 1/3’ü ileride ne kadar olduğunu bilmediğimiz eksikliklerini ya da yoksunluklarını ileride nasıl olacağını bilemediğimiz bir şekilde kapatabilmeleri için mevcut çaba ve gayretlerinin belki de onlarca katını harcamak durumunda kalacaklar mı? Evet kalacaklar.
İşte bu zor günlerin borcunu geleceğe bırakmamak adına Milli Eğitim Bakanlığı hem doğru hem de yanlış anlaşılmalara neden olacak açıklamalarla hem toplumun zihninde hem de duygularında derin sorular oluşmasına neden oluyor.
Türk Dil Kurumu web sayfasında telafi etmek sözcüğünün; ziyan olan veya elden çıkan bir şeyin yerini doldurmak, karşılamak anlamına geldiğini, tek başına telafi sözcüğünün ise; kötü bir etkiyi veya sonucu başka bir etki ile yok etme, karşılama, yerine koyma anlamına geldiğini yazıyor.
Geçen yıl mart ayından haziran sonuna kadar geçen sürede kamuoyu baskısıyla dillerde dolaşmaya başlayan telafi eğitimi programları yeterli hazırlıklar yapılamadığı için gerçekleşememişti. Bu yıl yarım dönem değil tam bir yıl daha okula gelemeyen yüz yüze eğitim alamayan ve çevrimiçi öğretim süreçleriyle okulu tamamlayan öğrencilerin mevcut eksiklikleri için telafi programları yürütüleceği dillerden düşmüyor. Bakanlık ve sivil toplum kuruluşları kazanım eksikliklerinin giderilebilmesi için telafinin gerekli olduğunu söylüyorlar. Keza bu konuda yapılan araştırmalar da bu eksikliklerin giderilememesinin ileride doğuracağı vahim sonuçlar olacağına işaret ediyorlar.
Milli Eğitim Bakanlığının telafi eğitimleri yapacağız dediğinde öğrencilerin hangi kazanım eksikliklerinin olduğunu belirlediklerini ya da bu eksikliklerin nasıl giderileceğine ilişkin bir detay görmedim, buna ilişkin bir telafi programına da rastlamadım. Bana kalırsa Bakanlığın kullandığı “telafi eğitimi” kavramının bizlerde yarattığı algı ile bakanlığın gerçekleştirmek istediği arasında ciddi farklılıklar var.
Doğru çözüm yolları belirleyebilmek için problemi doğru tanımlamak gerekiyor. Bunu gerçekleştirecek akıl da birikim de MEB bürokratlarında fazlasıyla bulunuyor. Ama gelin görün ki işin mutfağında değil de pazarında bir görüntü çiziliyor. Neden bu böyle oluyor anlamış da değilim. Telafi eğitimi denildiğinde ilk akla gelen akademik kazanımlarda yerine getirilemeyen, verilemeyen, eksik kalan bilgi ve becerilerin kazandırılacağı hedeflenen bir program yürütülmesidir. Bu da önce bu eksikliklerin her bir çocuk ve genç için ne ya da neler olduğunun tespit edilmesi ve sonrasında da bu eksikliklerin giderilebileceği yol haritalarının planların ve programların belirlenmesiyle mümkün olabilir.
Bu kolay bir süreç de değildir, uzun zamana yayılması gereken ve bir üst öğretim düzeyine geçiş yapmadan da mümkünse tamamlanması gereken bir süreçtir. Ancak salgın döneminde kaybedilen sadece bilişsel ve akademik kazanımların eksikliği değil sosyal, duygusal ve beşeri ilişkilerin de yoksunluğu olmuştur. Bu nedenle birbirinin tamamlayıcısı olan bu iki alandaki değişimleri, eksiklikleri birlikte düşünmek ve birlikte ele almak gerekmektedir.
Milli Eğitim Bakanlığının son zamanlarda telafi eğitimi kavramı üzerinden yarattığı algı ve bu algı üzerinden oluşturduğu beklenti bir boksörün rakibine sağ gösterip sol vurmasına benziyor. Telafisi düşünülen asıl şey öğrencilerin yaklaşık 2/3’ünün 1,5 yıldır hiç yüz yüze gelemediği bu dönemde çocuklara/gençlere yüz yüze eğitim fırsatı sunarak onların sosyal duygusal kayıpların biraz telafisi ve olabiliyorsa da geleceğin kurtarılması çabasıdır. Bu çabanın sonucu olarak da aslında büyük çaba ve uğraşılarla uzmanlar tarafından kaleme alınan öğrenci, öğretmen ve velilere yönelik kaynak kitaplar ve öğretmenlerin kullanabileceği etkinlik kitapları ve bunları destekleyici pek çok web tabanlı uygulamalar. Tüm bu çalışmaların arkasında ciddi bir emeğin olduğu su götürmez. Ama telafiler için ölçme ve değerlendirme tabanlı bir kılavuz gerekiyor.
Okulların yüz yüze eğitime kademeli ve kontrolü olarak açılması çok doğru bir karar olmakla beraber korku ve kaygılarımız nedeniyle de çok geç alınmış bir karardır. Şimdi tam 1,5 yıl hiç okula gidememiş 4., 5., 6 ve Haz, 9., 10 ve 11. Sınıf öğrencilerimize haftanın iki günü okulların kapısını açtık ve olması gerektiği gibi de velilere tercihte bulunma hakkı verdik. Bu kadar uzun süre evi okula dönüştüren zorlayıcı bir dönemde çocukların psikolojileri elbette etkilendi. Çocukların/gençlerin okulların kapanacağı döneme kadar en fazla okula gidebilecekleri gün sayısı 8 gün, yani haftada iki ayda 8 gün. Buna rağmen arkadaşlarını, öğretmenlerini ve okullarını özleyen öğrencilerin okullarda olduğunu da görüyoruz. Çocukların/ gençlerin bu 8 günde akademik eksikliklerinin telafisi de mümkün olamayacağına göre doğru bir karar ile sosyal ve duygusal gelişimleri için olası tüm çaba gösterilmiş ve okullara, öğretmenlere sunulabilecek etkinlikler içeren kitapçıklar oluşturulmuştur. Ama bu süreç elbette ki bir telafi eğitimi değildir böyle de anlaşılmamalıdır. Ama ivedilikle öğrencilerimizin bilişsel düzeydeki eksikliklerinin giderilmesi için gereken adımların atılması gerekmektedir ve bunun için yapılması gerekenlerde geç kalınmıştır.
Bakanlığın “Telafide ben de varım” etkinlikler kitabında yer alan ana başlıkla şöyle bir bakalım.
Telafide ben de varım... | T.C. Millî Eğitim Bakanlığı (meb.gov.tr)

A. Çocuklarımız için

B. Öğretmenlerimiz İçin
Mesleki Gelişim Programları

C. Velilerimiz İçin

Fiziksel Gelişim

Fiziksel Gelişim

Sportif Etkinlikler


• Spor Etkinlikleri
• Halk Oyunları Eğitimi
• Doğa Yürüyüşü
• Oryantiring
• Beden Perküsyonu


• Spor Etkinlikleri
• Halk Oyunları Eğitimi
• Doğa Yürüyüşü
• Oryantiring
• Beden Perküsyonu

*Velilerimiz için
• Spor Etkinlikleri
• Halk Oyunları Eğitimi
• Doğa Yürüyüşü
• Oryantiring
• Beden Perküsyonu

Sosyal Duygusal Gelişim

Sosyal ve Sanatsal Etkinlikler

• Müzik Etkinlikleri
• Temassız Çocuk Oyunları
• Evde Oyun Var
• Eğitimde Drama
• Yaratıcı Kitap Okuma

• Dede Korkut Hikâyeleri Anlatımı
• Müzik Etkinlikleri
• Zekâ Oyunları
• Seramik Etkinliği
• Masal Anlatıcılığı

Akademik Gelişim

Özel Öğrencilerimizin Velileri İçin

 

• İşitme Yetersizliği
• Görme Yetersizliği
• Dil Ve Konuşma Bozukluğu
• Bedensel Yetersizlik
• Okul Öncesi Dönemde Özel Eğitim

Tabloda görüldüğü üzere hazırlanan çalışmalarda öğrenci, veli ve öğretmene öğrencilerin sosyal ve duygusal süreçlerinin geliştirilmesine yoğunlaştırdığını göstermektedir.
Telafi eğitiminin parolası ölçme, değerlendirme ve veriler ışığında program geliştirmeye dayanmalıdır. 4+4+4 eğitim sisteminin devreye girmesiyle bir yaş küçük grupların okula başladığı dönemde geliştirilmeye çalışılan yeni ve esnek programlar okuma ve yazma sürecinin geliştirilmesine yönelik okullar bazında atılan küçük adımlar oldukça işe yaramıştı. Ancak bu dönemin gerçekleri o döneme benzemiyor. O dönemde sadece bir yaş grubu için atılması gereken adımların bu dönemde özellikle ilkokuldan başlayarak tüm yaş grupları ve tüm sınıf seviyeleri için planlanmasını zorunlu kılıyor. Bu dönemin telafi programını iyi yapılandırabilmek için olmazsa olmaz bir koşul program geliştirme çalışmalarıdır. Ancak aradan geçen uzun bir eğitim yılı bu kapsamda iyi değerlendirilememiştir.
Esnek olmakla beraber bir standardı da olmayan her eğitimin kişilerde bıraktığı iz farklı olabilmektedir. Ülkemizde okullar, öğretmenler arasında herkesin kabul ettiği farkların eşitsizliklerin bulunması bu dönemde eğitime erişimde ciddi farkların bulunmasına neden oldu. Bakanlık yaptığı bir anket çalışmasında öğrenci ve velilere salgın döneminde uzaktan eğitimi sorgulamış ve ortalama %30 luk bir kesimin çevrimiçi eğitime erişim sağlayamadığını ya da fayda elde edemediğini dile getirdiğini biliyoruz.
Gerçeğin böyle olması telafi edilmesi gereken bilgi, beceri ve öğretim süreçlerinin kişiden kişiye okuldan okula ve bölgeden bölgeye değiştiği gerçeğini önümüze seriyor. Müfredatın daha önceden belirlenmiş zaman aralıklarında öğrencilere aktarıldığı okullarda günlük haftalık, aylık ve yıllık planlamaların varlığı bir standart geliştirilmesi amacına hizmet eder. Branşlar ve dersler bazında öğrenme ortamlarının standardı olamasa da belirlenen programların aynı zaman dilimlerinde gerçekleştiriliyor olması -ki nasıl gerçekleştirildiği önemli değildir/kişiden kişiye değişiklik gösterir- ölçme ve değerlendirme ilkeleri ve performansların değerlendirilmesi açısından önemlidir.
İyi biliyoruz ki öğrenmenin hiyerarşik yapısı gereği hâlihazırda bilinenler, bir sonraki ve daha karmaşık öğrenmelere zemin oluşturması bakımından önemlidir. Ancak yeni ve daha karmaşık öğrenmeye bilişsel ve duyuşsal olarak hazır olan bireyin öğrenme yolculuğu, bilinenler üzerine inşa edilir, bütüncül ve kümülatif bir şekilde devam eder. Bu zincirde bir halka koptuğunda, öğrenmede sürekliliği sağlamak mümkün olmayabileceği gibi sonrasında oluşacak öğrenmeler de nitelikli ve istenen düzeyde gerçekleşemeyebilir.
Öğrencilerin her sınıf seviyesinde ve her branşta sahip oldukları kazanımların neler olduğu belirlenmelidir. Bunun ne zaman yapılabileceğini bilemiyorum, okulların eğitime devam ettiği sürelerde bu ölçümlerin gerçekleştirilmesi önümüzdeki yıl için bir veri olur ve programların telafi programlarının da içerisine alan zenginleştirmeler gerçekleştirilebilirdi.
Öğrencilerin öğrenmesini izleyecek ve destekleyecek biçimde daha özgün, biçimlendirici ve tutarlı bir ölçme-değerlendirme anlayışıyla telafi süreçleri yapılandırılmalıdır. Pandemi koşulları bu çalışmalar için bir fırsat yaratmıştı. Her öğrencinin bireysel ihtiyaçları farklılaştığından, eksiklikleri değişkenlik gösterdiğinden daha çok bireysel çözümler üretebilmesi beklenti olsa da öğrenci sayısının fazlalığı nedeniyle bu pek olanaklı görünmüyor. Ama her koşulda Öğrenme kayıplarının büyüklüğü ailenin sosyo ekonomik düzeyine, uzaktan eğitime erişim durumuna, uzaktan eğitimin niteliğine, aile desteğine ve etkileşim düzeyine göre değiştiğini unutmamak gerekiyor.
Bakanlığın UDEP programında sınıf düzeylerine uygun kritik kazanımlara destek yapılanmasının içeriğini bilmek gerekiyor. Telafi eğitimlerinin içeriğini düzenlemek amacıyla derslerin üst sınıflardaki konu ve kazanımlarına temel teşkil eden kritik konu ve kazanımlar Bakanlık tarafından belirlenmiştir. Ancak buna uygun örnek öğretim programları ve bu programlara yönelik etkinlik örnekleri hazırlandığı belirtilmekle beraber sosyal, duygusal ve fiziksel alanların gelişimi için hazırlanmış içeriğin dışında akademik kazanımlarla ilgili hazırlanmış taslak bir çalışma da bulunmuyor.

Bu süreçte öğrenmenin yüz yüze sürdürülmesine yönelik çabaların yanı sıra, her öğrenci için eşit koşullarda uzaktan eğitime erişim mümkün olmadığından, başta dezavantajlı öğrenciler olmak üzere tüm öğrencileri kapsayacak etkili bir telafi programının bir an önce hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Kaynaklar.
https://telafidebendevarim.meb.gov.tr/
https://tedmem.org/yayin/turkiyenin-telafi-egitimi-yol-haritasi

> Telafide ben de varım! Ama nasıl?

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartanSiz Telafide var mısınız? Türkiye’nin eğitimde telafide yol haritası var mı? Bence hem var hem de yok, telafi deyince ne anladığınıza bağlı. Telafi denilince eksikliği kapatılmaya çalışılan bir yoksunluk durumundan söz edildiğini düşünüyorum.
1,5 yıldır süren salgın nedeniyle hem dünyada hem de ülkemizde üniversite öğrencileri de dâhil yaklaşık 25 milyon öğrenci eğitimde edinmeleri gereken bilgi ve birikimden, kazanmaları gereken sosyal, duygusal ve akademik becerilerden, yetkinliklerden az ya da çok mahrum kaldılar mı? Evet kaldılar. Toplumun yaklaşık 1/3’ü ileride ne kadar olduğunu bilmediğimiz eksikliklerini ya da yoksunluklarını ileride nasıl olacağını bilemediğimiz bir şekilde kapatabilmeleri için mevcut çaba ve gayretlerinin belki de onlarca katını harcamak durumunda kalacaklar mı? Evet kalacaklar.
İşte bu zor günlerin borcunu geleceğe bırakmamak adına Milli Eğitim Bakanlığı hem doğru hem de yanlış anlaşılmalara neden olacak açıklamalarla hem toplumun zihninde hem de duygularında derin sorular oluşmasına neden oluyor.
Türk Dil Kurumu web sayfasında telafi etmek sözcüğünün; ziyan olan veya elden çıkan bir şeyin yerini doldurmak, karşılamak anlamına geldiğini, tek başına telafi sözcüğünün ise; kötü bir etkiyi veya sonucu başka bir etki ile yok etme, karşılama, yerine koyma anlamına geldiğini yazıyor.
Geçen yıl mart ayından haziran sonuna kadar geçen sürede kamuoyu baskısıyla dillerde dolaşmaya başlayan telafi eğitimi programları yeterli hazırlıklar yapılamadığı için gerçekleşememişti. Bu yıl yarım dönem değil tam bir yıl daha okula gelemeyen yüz yüze eğitim alamayan ve çevrimiçi öğretim süreçleriyle okulu tamamlayan öğrencilerin mevcut eksiklikleri için telafi programları yürütüleceği dillerden düşmüyor. Bakanlık ve sivil toplum kuruluşları kazanım eksikliklerinin giderilebilmesi için telafinin gerekli olduğunu söylüyorlar. Keza bu konuda yapılan araştırmalar da bu eksikliklerin giderilememesinin ileride doğuracağı vahim sonuçlar olacağına işaret ediyorlar.
Milli Eğitim Bakanlığının telafi eğitimleri yapacağız dediğinde öğrencilerin hangi kazanım eksikliklerinin olduğunu belirlediklerini ya da bu eksikliklerin nasıl giderileceğine ilişkin bir detay görmedim, buna ilişkin bir telafi programına da rastlamadım. Bana kalırsa Bakanlığın kullandığı “telafi eğitimi” kavramının bizlerde yarattığı algı ile bakanlığın gerçekleştirmek istediği arasında ciddi farklılıklar var.
Doğru çözüm yolları belirleyebilmek için problemi doğru tanımlamak gerekiyor. Bunu gerçekleştirecek akıl da birikim de MEB bürokratlarında fazlasıyla bulunuyor. Ama gelin görün ki işin mutfağında değil de pazarında bir görüntü çiziliyor. Neden bu böyle oluyor anlamış da değilim. Telafi eğitimi denildiğinde ilk akla gelen akademik kazanımlarda yerine getirilemeyen, verilemeyen, eksik kalan bilgi ve becerilerin kazandırılacağı hedeflenen bir program yürütülmesidir. Bu da önce bu eksikliklerin her bir çocuk ve genç için ne ya da neler olduğunun tespit edilmesi ve sonrasında da bu eksikliklerin giderilebileceği yol haritalarının planların ve programların belirlenmesiyle mümkün olabilir.
Bu kolay bir süreç de değildir, uzun zamana yayılması gereken ve bir üst öğretim düzeyine geçiş yapmadan da mümkünse tamamlanması gereken bir süreçtir. Ancak salgın döneminde kaybedilen sadece bilişsel ve akademik kazanımların eksikliği değil sosyal, duygusal ve beşeri ilişkilerin de yoksunluğu olmuştur. Bu nedenle birbirinin tamamlayıcısı olan bu iki alandaki değişimleri, eksiklikleri birlikte düşünmek ve birlikte ele almak gerekmektedir.
Milli Eğitim Bakanlığının son zamanlarda telafi eğitimi kavramı üzerinden yarattığı algı ve bu algı üzerinden oluşturduğu beklenti bir boksörün rakibine sağ gösterip sol vurmasına benziyor. Telafisi düşünülen asıl şey öğrencilerin yaklaşık 2/3’ünün 1,5 yıldır hiç yüz yüze gelemediği bu dönemde çocuklara/gençlere yüz yüze eğitim fırsatı sunarak onların sosyal duygusal kayıpların biraz telafisi ve olabiliyorsa da geleceğin kurtarılması çabasıdır. Bu çabanın sonucu olarak da aslında büyük çaba ve uğraşılarla uzmanlar tarafından kaleme alınan öğrenci, öğretmen ve velilere yönelik kaynak kitaplar ve öğretmenlerin kullanabileceği etkinlik kitapları ve bunları destekleyici pek çok web tabanlı uygulamalar. Tüm bu çalışmaların arkasında ciddi bir emeğin olduğu su götürmez. Ama telafiler için ölçme ve değerlendirme tabanlı bir kılavuz gerekiyor.
Okulların yüz yüze eğitime kademeli ve kontrolü olarak açılması çok doğru bir karar olmakla beraber korku ve kaygılarımız nedeniyle de çok geç alınmış bir karardır. Şimdi tam 1,5 yıl hiç okula gidememiş 4., 5., 6 ve Haz, 9., 10 ve 11. Sınıf öğrencilerimize haftanın iki günü okulların kapısını açtık ve olması gerektiği gibi de velilere tercihte bulunma hakkı verdik. Bu kadar uzun süre evi okula dönüştüren zorlayıcı bir dönemde çocukların psikolojileri elbette etkilendi. Çocukların/gençlerin okulların kapanacağı döneme kadar en fazla okula gidebilecekleri gün sayısı 8 gün, yani haftada iki ayda 8 gün. Buna rağmen arkadaşlarını, öğretmenlerini ve okullarını özleyen öğrencilerin okullarda olduğunu da görüyoruz. Çocukların/ gençlerin bu 8 günde akademik eksikliklerinin telafisi de mümkün olamayacağına göre doğru bir karar ile sosyal ve duygusal gelişimleri için olası tüm çaba gösterilmiş ve okullara, öğretmenlere sunulabilecek etkinlikler içeren kitapçıklar oluşturulmuştur. Ama bu süreç elbette ki bir telafi eğitimi değildir böyle de anlaşılmamalıdır. Ama ivedilikle öğrencilerimizin bilişsel düzeydeki eksikliklerinin giderilmesi için gereken adımların atılması gerekmektedir ve bunun için yapılması gerekenlerde geç kalınmıştır.
Bakanlığın “Telafide ben de varım” etkinlikler kitabında yer alan ana başlıkla şöyle bir bakalım.
Telafide ben de varım... | T.C. Millî Eğitim Bakanlığı (meb.gov.tr)

A. Çocuklarımız için

B. Öğretmenlerimiz İçin
Mesleki Gelişim Programları

C. Velilerimiz İçin

Fiziksel Gelişim

Fiziksel Gelişim

Sportif Etkinlikler


• Spor Etkinlikleri
• Halk Oyunları Eğitimi
• Doğa Yürüyüşü
• Oryantiring
• Beden Perküsyonu


• Spor Etkinlikleri
• Halk Oyunları Eğitimi
• Doğa Yürüyüşü
• Oryantiring
• Beden Perküsyonu

*Velilerimiz için
• Spor Etkinlikleri
• Halk Oyunları Eğitimi
• Doğa Yürüyüşü
• Oryantiring
• Beden Perküsyonu

Sosyal Duygusal Gelişim

Sosyal ve Sanatsal Etkinlikler

• Müzik Etkinlikleri
• Temassız Çocuk Oyunları
• Evde Oyun Var
• Eğitimde Drama
• Yaratıcı Kitap Okuma

• Dede Korkut Hikâyeleri Anlatımı
• Müzik Etkinlikleri
• Zekâ Oyunları
• Seramik Etkinliği
• Masal Anlatıcılığı

Akademik Gelişim

Özel Öğrencilerimizin Velileri İçin

 

• İşitme Yetersizliği
• Görme Yetersizliği
• Dil Ve Konuşma Bozukluğu
• Bedensel Yetersizlik
• Okul Öncesi Dönemde Özel Eğitim

Tabloda görüldüğü üzere hazırlanan çalışmalarda öğrenci, veli ve öğretmene öğrencilerin sosyal ve duygusal süreçlerinin geliştirilmesine yoğunlaştırdığını göstermektedir.
Telafi eğitiminin parolası ölçme, değerlendirme ve veriler ışığında program geliştirmeye dayanmalıdır. 4+4+4 eğitim sisteminin devreye girmesiyle bir yaş küçük grupların okula başladığı dönemde geliştirilmeye çalışılan yeni ve esnek programlar okuma ve yazma sürecinin geliştirilmesine yönelik okullar bazında atılan küçük adımlar oldukça işe yaramıştı. Ancak bu dönemin gerçekleri o döneme benzemiyor. O dönemde sadece bir yaş grubu için atılması gereken adımların bu dönemde özellikle ilkokuldan başlayarak tüm yaş grupları ve tüm sınıf seviyeleri için planlanmasını zorunlu kılıyor. Bu dönemin telafi programını iyi yapılandırabilmek için olmazsa olmaz bir koşul program geliştirme çalışmalarıdır. Ancak aradan geçen uzun bir eğitim yılı bu kapsamda iyi değerlendirilememiştir.
Esnek olmakla beraber bir standardı da olmayan her eğitimin kişilerde bıraktığı iz farklı olabilmektedir. Ülkemizde okullar, öğretmenler arasında herkesin kabul ettiği farkların eşitsizliklerin bulunması bu dönemde eğitime erişimde ciddi farkların bulunmasına neden oldu. Bakanlık yaptığı bir anket çalışmasında öğrenci ve velilere salgın döneminde uzaktan eğitimi sorgulamış ve ortalama %30 luk bir kesimin çevrimiçi eğitime erişim sağlayamadığını ya da fayda elde edemediğini dile getirdiğini biliyoruz.
Gerçeğin böyle olması telafi edilmesi gereken bilgi, beceri ve öğretim süreçlerinin kişiden kişiye okuldan okula ve bölgeden bölgeye değiştiği gerçeğini önümüze seriyor. Müfredatın daha önceden belirlenmiş zaman aralıklarında öğrencilere aktarıldığı okullarda günlük haftalık, aylık ve yıllık planlamaların varlığı bir standart geliştirilmesi amacına hizmet eder. Branşlar ve dersler bazında öğrenme ortamlarının standardı olamasa da belirlenen programların aynı zaman dilimlerinde gerçekleştiriliyor olması -ki nasıl gerçekleştirildiği önemli değildir/kişiden kişiye değişiklik gösterir- ölçme ve değerlendirme ilkeleri ve performansların değerlendirilmesi açısından önemlidir.
İyi biliyoruz ki öğrenmenin hiyerarşik yapısı gereği hâlihazırda bilinenler, bir sonraki ve daha karmaşık öğrenmelere zemin oluşturması bakımından önemlidir. Ancak yeni ve daha karmaşık öğrenmeye bilişsel ve duyuşsal olarak hazır olan bireyin öğrenme yolculuğu, bilinenler üzerine inşa edilir, bütüncül ve kümülatif bir şekilde devam eder. Bu zincirde bir halka koptuğunda, öğrenmede sürekliliği sağlamak mümkün olmayabileceği gibi sonrasında oluşacak öğrenmeler de nitelikli ve istenen düzeyde gerçekleşemeyebilir.
Öğrencilerin her sınıf seviyesinde ve her branşta sahip oldukları kazanımların neler olduğu belirlenmelidir. Bunun ne zaman yapılabileceğini bilemiyorum, okulların eğitime devam ettiği sürelerde bu ölçümlerin gerçekleştirilmesi önümüzdeki yıl için bir veri olur ve programların telafi programlarının da içerisine alan zenginleştirmeler gerçekleştirilebilirdi.
Öğrencilerin öğrenmesini izleyecek ve destekleyecek biçimde daha özgün, biçimlendirici ve tutarlı bir ölçme-değerlendirme anlayışıyla telafi süreçleri yapılandırılmalıdır. Pandemi koşulları bu çalışmalar için bir fırsat yaratmıştı. Her öğrencinin bireysel ihtiyaçları farklılaştığından, eksiklikleri değişkenlik gösterdiğinden daha çok bireysel çözümler üretebilmesi beklenti olsa da öğrenci sayısının fazlalığı nedeniyle bu pek olanaklı görünmüyor. Ama her koşulda Öğrenme kayıplarının büyüklüğü ailenin sosyo ekonomik düzeyine, uzaktan eğitime erişim durumuna, uzaktan eğitimin niteliğine, aile desteğine ve etkileşim düzeyine göre değiştiğini unutmamak gerekiyor.
Bakanlığın UDEP programında sınıf düzeylerine uygun kritik kazanımlara destek yapılanmasının içeriğini bilmek gerekiyor. Telafi eğitimlerinin içeriğini düzenlemek amacıyla derslerin üst sınıflardaki konu ve kazanımlarına temel teşkil eden kritik konu ve kazanımlar Bakanlık tarafından belirlenmiştir. Ancak buna uygun örnek öğretim programları ve bu programlara yönelik etkinlik örnekleri hazırlandığı belirtilmekle beraber sosyal, duygusal ve fiziksel alanların gelişimi için hazırlanmış içeriğin dışında akademik kazanımlarla ilgili hazırlanmış taslak bir çalışma da bulunmuyor.

Bu süreçte öğrenmenin yüz yüze sürdürülmesine yönelik çabaların yanı sıra, her öğrenci için eşit koşullarda uzaktan eğitime erişim mümkün olmadığından, başta dezavantajlı öğrenciler olmak üzere tüm öğrencileri kapsayacak etkili bir telafi programının bir an önce hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Kaynaklar.
https://telafidebendevarim.meb.gov.tr/
https://tedmem.org/yayin/turkiyenin-telafi-egitimi-yol-haritasi

Son Güncelleme: Cuma, 18 Haziran 2021 11:49

Gösterim: 1089

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartanToplumun hemen her kesiminin eğitim ve eğitim sistemi ile ilgili kendine özgü bir görüşü bulunuyor, 83 Milyon nüfuslu ülkemizde eğitim ile ilgili görüşü olmayan tek bir aile ve birey bulamazsınız. Doğal olarak eğitim hem eğitim bilimi ile ilgili uzmanların hem de toplumun birer üyesi olarak bizlerin günlük hayatında önemli bir yer tutuyor. Bu nedenle günümüzün eğitim anlayışını toplumların geleneksel kültüründen bağımsız ele alamadığımız gibi küreselleşen bir dünya düzeninde gelişen ve değişen dinamiklerden de bağımsız düşünemiyoruz.

Özellikle ülkemizde her kademede okullar arasında eğitimin kalitesi açısından niteliksel farklılıkların olduğunu artık hepimiz kabul ediyoruz. Zaman zaman Milli Eğitim Bakanımız Sayın Ziya Selçuk’un dile getirdiği “sınav gerçeğinin ortadan kaldırılabilmesi için okullar arasındaki nitelik farkının azaltılması/daraltılması gerekir” sözü de bu pandemi döneminde içimizi çokça acıtan bir gerçek olarak ortada duruyor.

Pandemi döneminin tüm dünyadaki etkisiyle birlikte ülkemizde zaten kırsal bölgelerde var olan eğitime erişim sorununun giderek daha fazla artmasına, büyük şehirlerde de eğitimin nitelik sorunun çözümüne yönelik adımlar atılmasını olabildiğince zorlaşmıştır. Eğitim sisteminin bütününe ve geneline ilişkin sorunlara çözüm üretebilmek için eğitimi bütünsel bir bakış açısı ile ele almak, eğitimin tüm toplumun tüm paydaşlarının ortak bir anlayışa sahip olmalarıyla mümkün olabilir ancak ülkemiz gerçeklerinde bunu görebilmek de mümkün görünmüyor.

Başarı kavramı, öğrencilerin okulda uygulanan müfredat kapsamında ele alınan konuları ne dereceye kadar öğrendikleriyle ilgili değildir. Gerçek hayatta karşılaşabilecekleri durumlarda sahip oldukları bilgi ve becerileri kullanabilme yetenekleriyle ilgilidir. Biz de bugüne kadar yetiştirdiğimiz öğrencilerin niteliğini sorguluyor, okul öncesinden üniversiteye birbirini izleyen tamamlayan eğitim politikaları geliştiremediğimiz için de öğrencilerimizi ezberci anlayışla hazırlanan müfredata mahkûm ediyor, okul-öğretmen ve veli işbirliğinin kalitesini artıramıyorduk. Bugün ise geldiğimiz noktaya baktığımızda küresel salgının öğrencilerin eğitime erişim ve eğitimde fırsat eşitliği açısından ülkemiz tüm dünya ülkeleri içerisinde en fazla olumsuz etkilenen ülkeler arasında gösteriliyoruz.

Okullar açısından bakıldığında bu pandemi sürecinde velilerle güven ilişkisine dayalı iletişim kurulabilmesi, öğrencilerin duygusal süreçlerinin anlaşılmasına ve akademik başarılarının doğru yorumlanmasına katkı sağlayabilir. Veliler açısından da tüm dünyayı etkileyen bir sıkıntının giderilmesinde özellikle de çocukların ruh sağlıklarının korunabilmesi için okul ve öğretmenlerle daha sık iletişim kurulmasını gerekli kılmakta ve onların ilgileri, yetenekleri ve duygusal süreçleri hakkında daha bir farkındalık edinmeleri anlamına gelir.

Okullarımızda uzaktan ve çevrim içi yapılan öğretimin başarılı olması ve amaçlarına ulaşabilmesinde öğrencinin ailesinin ilgi ve desteği oldukça önemlidir. Veli ile doğru şekilde ve doğru zamanda kurulan iletişim ve işbirliği becerisi bir okulun önemli artılarındandır. Sınırlarını ve sorumluluklarını bilerek gerçekleştirilen bilgi alışverişleri öğrenci başarısını artırmakta, sosyal ve duygusal güven ortamını pekiştirmektedir. Gerektiği kadar açık ve şeffaf eğitim kurumu sorumlulukların eşit paylaşımını da önemser ve gerektiği ölçülerde yerine getirir.

Öğrenci başarısında, okulların yapısı veya sosyo-ekonomik koşulların yanında aile-okul işbirliği ile arttığı yapılan araştırmalarda tespit edilmiştir. Ülkemizde yapılan pek çok sosyo-ekonomik araştırma maddi durumu yerinde olan ailelerin çocuklarının, diğer öğrencilere oranla akademik olarak daha başarılı sonuçlar elde ettiklerini gösteriyor. Türkiye’nin OECD ülkeleri içerisinde kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasılasının (GSYİH) düşük olduğu ülkeler arasında yer aldığını biliyoruz.

Okul-aile işbirliği öğrencilerin başarısında oldukça önemli bir yer tutuyor bunu biliyoruz. Yapılan tüm araştırmalar çocukları ile ilgilenen, sorunlarını çözmeye çalışan, okulla iş birliğini geliştiren ailelerin çocuklarının başarısının ilgilenmeyen ailelere göre çok daha yüksek olduğunu gösteriyor. Yine ülkemizde okul öncesi ve ilkokul düzeyinde okul veli ilişkisinin velilerce daha fazla önemsendiği, yaş düzeyi arttıkça özellikle ortaokul ve lise düzeyinde velilerin okula uğrama ve öğretmenlerle temas etme sıklıklarının azaldığı yapılan araştırmalarda ortaya çıkmıştır.
Okul aile işbirliğinin güçlü olması öğrencide önemsendiği ve değer verildiği duygusunu geliştirirken bütünsel olarak gelişiminin takibi yine öğrencinin hem okul başarısını ve hayat başarısını desteklemektedir. Okulun çocuğun tüm özellikleriyle tanınması ve bilinmesine yönelik izlediği yol, yöntem ve gerçekleştirdiği bilgi paylaşım toplantıları da okulun güvenilir ve geliştirici özelliğinin bilinmesine yol açacaktır. Bu koşullarda bu nasıl mümkün olabilir tartışılır elbet ama nasıl sorusu kadar bunu gerçekleştirme arzusu da önemlidir.
Bunu sağlayabilmenin temelinde de eğitim kurumlarına, kurumun yönetici ve öğretmenlerine, çocuklarını geliştirecek bir program ve yapı bütünlüğüne inanarak güven duygusu geliştirmekten geçiyor. Her çocuğun kişilik özellikleri, karakteristik yapıları, ilgi ve yetenekleri, sosyal duygusal özellikleri birbirinden farklıdır. Salgın dönemlerinde veli olarak okuldan beklentilerimizi çocuğumuzun özelliklerini de düşünerek doğru bir şekilde konumlandırabilmek gerekir.

Okul ve veli işbirliğinde karşılıklı olarak sınırlarını ve sorumluluklarını bilerek gerçekleştirilen bilgi alışverişleri gerekir. Bu zor dönemde veli çocuğuna destek olurken, okulun eğitim uygulamalarına, öğretmen ve yöneticilerinin alan uzmanı olarak yetkinliklerine değer vermeli ve önemsemelidir.

Milli Eğitim Bakanlığı bir İzleme Ve Değerlendirme Raporu 2020 kapsamında geçtiğimiz aylarda bir anket çalışması gerçekleştirdi. “Küresel Salgın Döneminde Uzaktan Eğitim” başlığı ile yapılan bu çalışmanın sonuçları da yakın zamanda açıklandı.
Bakanlığın yürüttüğü bu çalışmaya 41.430 öğrenci, 25.667 öğretmen, 2.197 okul yöneticisi ve 24.489 veli olmak üzere toplamda 93.783 kişi katılım sağlamış. Çalışma kapsamında TRT-EBA TV Lise kanalında yayınlanan ders videolarının takip edilme durumu incelendiğinde; öğrencilerin yaklaşık %20’sinin dersleri takip edemediğini ve yoksunluk yaşadığını göstermektedir.
Ders anlatım videoları ile ilgili görüşler genel olarak dikkate alındığında içeriklerin ders özelinde tekrar gözden geçirilmesi ve geliştirilmesi ihtiyacı olduğu, araştırmaya katılan öğrencilerin %1,5’i televizyon veya internet erişimi olmadığı için ders anlatım videolarını takip etmediklerini, diğer yandan internete erişimi olmadığı için canlı derslere katılamadığını belirten öğrenci oranın da %7,1 düzeyinde olduğu görülmüş. Öğrencilerin, %31’i ders anlatım videolarını televizyondan, %18’i telefondan, %11’i bilgisayardan, %1’i tabletten ve %39’u da birden çok kaynaktan takip ettiklerini belirtmişlerdir.
Salgın süreciyle ilgili olarak, uzaktan eğitim sürecinin devam etmesi durumunda televizyona veya internete erişim imkânı olmayan çocuklara bu imkânların sunulması, içerik zenginleştirilmesine ihtiyaç olduğu çok açık olarak ortaya konmuş görünüyor.
Öğrencilerin akademik başarılarını, sosyal ve duygusal gelişimlerini etkileyen faktörlerin neler olduğu üzerine yapılan pek çok farklı araştırma sonuçları da en çok eğitim ve öğretim kurumları ile aile çevresinin etkili olduğunu gösteriyor. İki önemli yapı okul ve aile çocukların gelişimi üzerinde bu kadar etkili iken birbirlerini destekleyen ilişki geliştirmelidirler.

Okul ve veli işbirliğinde her iki taraf da öğrencinin yararına ve gelişimine katkı anlamında birbirlerine yeterince ve gerektiği kadar açık ve şeffaf olmalıdırlar. Karşılıklı geri bildirim verme daha sık yapılmalı, çocuğun bireyselliği ve ruh sağlığı korunduğu kadar toplumun, okulun ve ailenin tutum, davranış ve değer yargıları da göz önünde bulundurulmalıdır. Girdisi ve çıktısı insan olan ve bir hizmet alanı olarak görülen okul, temel bir yapı taşı rolü üstlenirken bu yapı taşına değer veren destekleyen unsur olarak da aile çocukların her alanda gelişimine destek olmalıdır.

Velilerin örgün eğitimin daha çok tercih ettiği bu araştırma sonuçları tüm dünyada olduğu gibi uzaktan eğitimin de bir an önce yerini yüz yüze eğitime bırakması gerektiğini bize gösteriyor. Ama bu gerçekleşene kadar okul veli ve öğrenci arasında mümkün olan en doğru iletişim ağı çalışmalı bişrbirini çocuklar üzerinden destekleyen ve koruyan bir anlayışa bırakmalıdır. Yapıcı ve destekleyici eleştirinin herkesi geliştireceğini bilen MEB yetkilileri de kendi yaptıkları araştırma sonuçlarına uygun toplumu hazırlayıcı ve yönlendirici bir rol üstlenmelidir, en az öğrenci ve velileri kadar.
Kaynak. http://covid19.meb.gov.tr/assets/files/02-rapor-yayin-bilgilendirme/04-raporlar/01.pdf

> Pandemi Döneminde okullar, öğrenciler ve veliler

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartanToplumun hemen her kesiminin eğitim ve eğitim sistemi ile ilgili kendine özgü bir görüşü bulunuyor, 83 Milyon nüfuslu ülkemizde eğitim ile ilgili görüşü olmayan tek bir aile ve birey bulamazsınız. Doğal olarak eğitim hem eğitim bilimi ile ilgili uzmanların hem de toplumun birer üyesi olarak bizlerin günlük hayatında önemli bir yer tutuyor. Bu nedenle günümüzün eğitim anlayışını toplumların geleneksel kültüründen bağımsız ele alamadığımız gibi küreselleşen bir dünya düzeninde gelişen ve değişen dinamiklerden de bağımsız düşünemiyoruz.

Özellikle ülkemizde her kademede okullar arasında eğitimin kalitesi açısından niteliksel farklılıkların olduğunu artık hepimiz kabul ediyoruz. Zaman zaman Milli Eğitim Bakanımız Sayın Ziya Selçuk’un dile getirdiği “sınav gerçeğinin ortadan kaldırılabilmesi için okullar arasındaki nitelik farkının azaltılması/daraltılması gerekir” sözü de bu pandemi döneminde içimizi çokça acıtan bir gerçek olarak ortada duruyor.

Pandemi döneminin tüm dünyadaki etkisiyle birlikte ülkemizde zaten kırsal bölgelerde var olan eğitime erişim sorununun giderek daha fazla artmasına, büyük şehirlerde de eğitimin nitelik sorunun çözümüne yönelik adımlar atılmasını olabildiğince zorlaşmıştır. Eğitim sisteminin bütününe ve geneline ilişkin sorunlara çözüm üretebilmek için eğitimi bütünsel bir bakış açısı ile ele almak, eğitimin tüm toplumun tüm paydaşlarının ortak bir anlayışa sahip olmalarıyla mümkün olabilir ancak ülkemiz gerçeklerinde bunu görebilmek de mümkün görünmüyor.

Başarı kavramı, öğrencilerin okulda uygulanan müfredat kapsamında ele alınan konuları ne dereceye kadar öğrendikleriyle ilgili değildir. Gerçek hayatta karşılaşabilecekleri durumlarda sahip oldukları bilgi ve becerileri kullanabilme yetenekleriyle ilgilidir. Biz de bugüne kadar yetiştirdiğimiz öğrencilerin niteliğini sorguluyor, okul öncesinden üniversiteye birbirini izleyen tamamlayan eğitim politikaları geliştiremediğimiz için de öğrencilerimizi ezberci anlayışla hazırlanan müfredata mahkûm ediyor, okul-öğretmen ve veli işbirliğinin kalitesini artıramıyorduk. Bugün ise geldiğimiz noktaya baktığımızda küresel salgının öğrencilerin eğitime erişim ve eğitimde fırsat eşitliği açısından ülkemiz tüm dünya ülkeleri içerisinde en fazla olumsuz etkilenen ülkeler arasında gösteriliyoruz.

Okullar açısından bakıldığında bu pandemi sürecinde velilerle güven ilişkisine dayalı iletişim kurulabilmesi, öğrencilerin duygusal süreçlerinin anlaşılmasına ve akademik başarılarının doğru yorumlanmasına katkı sağlayabilir. Veliler açısından da tüm dünyayı etkileyen bir sıkıntının giderilmesinde özellikle de çocukların ruh sağlıklarının korunabilmesi için okul ve öğretmenlerle daha sık iletişim kurulmasını gerekli kılmakta ve onların ilgileri, yetenekleri ve duygusal süreçleri hakkında daha bir farkındalık edinmeleri anlamına gelir.

Okullarımızda uzaktan ve çevrim içi yapılan öğretimin başarılı olması ve amaçlarına ulaşabilmesinde öğrencinin ailesinin ilgi ve desteği oldukça önemlidir. Veli ile doğru şekilde ve doğru zamanda kurulan iletişim ve işbirliği becerisi bir okulun önemli artılarındandır. Sınırlarını ve sorumluluklarını bilerek gerçekleştirilen bilgi alışverişleri öğrenci başarısını artırmakta, sosyal ve duygusal güven ortamını pekiştirmektedir. Gerektiği kadar açık ve şeffaf eğitim kurumu sorumlulukların eşit paylaşımını da önemser ve gerektiği ölçülerde yerine getirir.

Öğrenci başarısında, okulların yapısı veya sosyo-ekonomik koşulların yanında aile-okul işbirliği ile arttığı yapılan araştırmalarda tespit edilmiştir. Ülkemizde yapılan pek çok sosyo-ekonomik araştırma maddi durumu yerinde olan ailelerin çocuklarının, diğer öğrencilere oranla akademik olarak daha başarılı sonuçlar elde ettiklerini gösteriyor. Türkiye’nin OECD ülkeleri içerisinde kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasılasının (GSYİH) düşük olduğu ülkeler arasında yer aldığını biliyoruz.

Okul-aile işbirliği öğrencilerin başarısında oldukça önemli bir yer tutuyor bunu biliyoruz. Yapılan tüm araştırmalar çocukları ile ilgilenen, sorunlarını çözmeye çalışan, okulla iş birliğini geliştiren ailelerin çocuklarının başarısının ilgilenmeyen ailelere göre çok daha yüksek olduğunu gösteriyor. Yine ülkemizde okul öncesi ve ilkokul düzeyinde okul veli ilişkisinin velilerce daha fazla önemsendiği, yaş düzeyi arttıkça özellikle ortaokul ve lise düzeyinde velilerin okula uğrama ve öğretmenlerle temas etme sıklıklarının azaldığı yapılan araştırmalarda ortaya çıkmıştır.
Okul aile işbirliğinin güçlü olması öğrencide önemsendiği ve değer verildiği duygusunu geliştirirken bütünsel olarak gelişiminin takibi yine öğrencinin hem okul başarısını ve hayat başarısını desteklemektedir. Okulun çocuğun tüm özellikleriyle tanınması ve bilinmesine yönelik izlediği yol, yöntem ve gerçekleştirdiği bilgi paylaşım toplantıları da okulun güvenilir ve geliştirici özelliğinin bilinmesine yol açacaktır. Bu koşullarda bu nasıl mümkün olabilir tartışılır elbet ama nasıl sorusu kadar bunu gerçekleştirme arzusu da önemlidir.
Bunu sağlayabilmenin temelinde de eğitim kurumlarına, kurumun yönetici ve öğretmenlerine, çocuklarını geliştirecek bir program ve yapı bütünlüğüne inanarak güven duygusu geliştirmekten geçiyor. Her çocuğun kişilik özellikleri, karakteristik yapıları, ilgi ve yetenekleri, sosyal duygusal özellikleri birbirinden farklıdır. Salgın dönemlerinde veli olarak okuldan beklentilerimizi çocuğumuzun özelliklerini de düşünerek doğru bir şekilde konumlandırabilmek gerekir.

Okul ve veli işbirliğinde karşılıklı olarak sınırlarını ve sorumluluklarını bilerek gerçekleştirilen bilgi alışverişleri gerekir. Bu zor dönemde veli çocuğuna destek olurken, okulun eğitim uygulamalarına, öğretmen ve yöneticilerinin alan uzmanı olarak yetkinliklerine değer vermeli ve önemsemelidir.

Milli Eğitim Bakanlığı bir İzleme Ve Değerlendirme Raporu 2020 kapsamında geçtiğimiz aylarda bir anket çalışması gerçekleştirdi. “Küresel Salgın Döneminde Uzaktan Eğitim” başlığı ile yapılan bu çalışmanın sonuçları da yakın zamanda açıklandı.
Bakanlığın yürüttüğü bu çalışmaya 41.430 öğrenci, 25.667 öğretmen, 2.197 okul yöneticisi ve 24.489 veli olmak üzere toplamda 93.783 kişi katılım sağlamış. Çalışma kapsamında TRT-EBA TV Lise kanalında yayınlanan ders videolarının takip edilme durumu incelendiğinde; öğrencilerin yaklaşık %20’sinin dersleri takip edemediğini ve yoksunluk yaşadığını göstermektedir.
Ders anlatım videoları ile ilgili görüşler genel olarak dikkate alındığında içeriklerin ders özelinde tekrar gözden geçirilmesi ve geliştirilmesi ihtiyacı olduğu, araştırmaya katılan öğrencilerin %1,5’i televizyon veya internet erişimi olmadığı için ders anlatım videolarını takip etmediklerini, diğer yandan internete erişimi olmadığı için canlı derslere katılamadığını belirten öğrenci oranın da %7,1 düzeyinde olduğu görülmüş. Öğrencilerin, %31’i ders anlatım videolarını televizyondan, %18’i telefondan, %11’i bilgisayardan, %1’i tabletten ve %39’u da birden çok kaynaktan takip ettiklerini belirtmişlerdir.
Salgın süreciyle ilgili olarak, uzaktan eğitim sürecinin devam etmesi durumunda televizyona veya internete erişim imkânı olmayan çocuklara bu imkânların sunulması, içerik zenginleştirilmesine ihtiyaç olduğu çok açık olarak ortaya konmuş görünüyor.
Öğrencilerin akademik başarılarını, sosyal ve duygusal gelişimlerini etkileyen faktörlerin neler olduğu üzerine yapılan pek çok farklı araştırma sonuçları da en çok eğitim ve öğretim kurumları ile aile çevresinin etkili olduğunu gösteriyor. İki önemli yapı okul ve aile çocukların gelişimi üzerinde bu kadar etkili iken birbirlerini destekleyen ilişki geliştirmelidirler.

Okul ve veli işbirliğinde her iki taraf da öğrencinin yararına ve gelişimine katkı anlamında birbirlerine yeterince ve gerektiği kadar açık ve şeffaf olmalıdırlar. Karşılıklı geri bildirim verme daha sık yapılmalı, çocuğun bireyselliği ve ruh sağlığı korunduğu kadar toplumun, okulun ve ailenin tutum, davranış ve değer yargıları da göz önünde bulundurulmalıdır. Girdisi ve çıktısı insan olan ve bir hizmet alanı olarak görülen okul, temel bir yapı taşı rolü üstlenirken bu yapı taşına değer veren destekleyen unsur olarak da aile çocukların her alanda gelişimine destek olmalıdır.

Velilerin örgün eğitimin daha çok tercih ettiği bu araştırma sonuçları tüm dünyada olduğu gibi uzaktan eğitimin de bir an önce yerini yüz yüze eğitime bırakması gerektiğini bize gösteriyor. Ama bu gerçekleşene kadar okul veli ve öğrenci arasında mümkün olan en doğru iletişim ağı çalışmalı bişrbirini çocuklar üzerinden destekleyen ve koruyan bir anlayışa bırakmalıdır. Yapıcı ve destekleyici eleştirinin herkesi geliştireceğini bilen MEB yetkilileri de kendi yaptıkları araştırma sonuçlarına uygun toplumu hazırlayıcı ve yönlendirici bir rol üstlenmelidir, en az öğrenci ve velileri kadar.
Kaynak. http://covid19.meb.gov.tr/assets/files/02-rapor-yayin-bilgilendirme/04-raporlar/01.pdf

Son Güncelleme: Cuma, 19 Şubat 2021 11:53

Gösterim: 1828


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.