Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Ahmet Akça / ÖZDER Genel Başkanı
Yeni bir eğitim-öğretim yılına başlıyoruz. Öncelikle yeni yılın başta öğretmenlerimiz olmak üzere tüm eğitim camiasına hayırlı olmasını temenni ediyorum. Yeni döneme dair umutlarımız, hedeflerimiz ve beklentilerimiz var. Elbette bir de gerçeklerimiz var!
Özel okullar açısından bu yıl ilk defa eğitimde yeni bir olgu ile karşı karşıyayız: “Dönüşüm okulları/temel liseler”. Bu yılın sonunda bu okulların gerçekten işe yarayıp yaramadığını hep birlikte tecrübe edeceğiz. Kanaatim odur ki bu okullar uzun yıllar adından söz ettirecek yeni bir okul türü olarak eğitim hayatımızda varlığını sürdürecek. Özellikle temel liselerin, dershanelerin dönüşümü sonrası ortaya çıkan dershane-okul karışımı üçüncü bir form olduğunu düşünüyorum.
Eğitimde sınavlar giderek hayatımızın kâbusu olmaktan çıkıyor. Geçen yıl hayatımıza giren “TEOG Sistemi”, ortaokulda öğrencilerin daha okul merkezli bir eğitim alma imkânını sağlarken okul dışı yardımcı eğitim kurumlarına ihtiyacı azalttı. Bu sistemin devamı olarak benzer bir uygulamanın üniversiteye girişte de olması gerektiğini düşünüyorum. Okullara devlet, ücretsiz kitap dağıtımı yapıyor ancak okullara yardımcı kaynak girişinin geçen yıl olduğu gibi bu yıl da yasaklanma yoluna gidilmesinin okullarda takviye kurslarındaki kaliteyi düşüreceği bir gerçek. Dolayısıyla bu yasaklama kararının tekrar düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim hatta yasaklamak yerine öğrencinin doğru kaynağa ulaşması için rehberlik edilmeli.
Okullarda bu yıl da öğretmen açığı olduğu gibi norm fazlası öğretmen gerçeği ile de karşı karşıyayız. Bizim önerimiz şu: MEB’de norm fazlası öğretmenlerin özlük hakları devlette kalmak kaydı ile bu öğretmenlerin tam zamanlı özel okullarda çalışabilmelerinin önü açılmalı. Bu hem devleti norm fazlası öğretmene maaş verme yükünden kurtaracağı gibi özel okullardaki öğretmen ihtiyacının giderilmesine de büyük katkı sağlayacaktır.
Dershanelerin kapanması ile birlikte meslek liseliler, üniversite giriş sınavlarına hazırlıkla ilgili ciddi bir problemle karşı karşıyalar, zira meslek liselerinde üniversite giriş sınavında sorulan sorulara dair işlenen dersler diğer liselere nazaran daha az. Ayrıca fen ve Anadolu liselerinde okuyan öğrenciler, üniversite sınavlarına diğer okullara nazaran daha iyi hazırladığını düşündüğü temel liseye geçiş yaptıklarında herhangi bir maddi kayıp yaşamaz iken; meslek liseliler son sınıfta temel liseye geçiş yaptıklarında meslek lisesi mezunu olma hakkını yitirmiş olacaklardır. Dolayısıyla bu durum, muhtemelen ilerleyen zamanlarda meslek liselerine yönelimi azaltacaktır. Bu durumun ilerleyen süreçte mutlaka açıklığa kavuşturulması lazım. Şu ana kadar MEB’in bütün politikası, eğitimde meslek liselerinin payının artırılmasına yönelikti. Yeni oluşan bu durumun genel politikaya aykırı olduğunu düşünüyorum. Buna çözüm olarak da önerim, meslek liselerinin sadece kültür derslerini temel liselerden almasını sağlayacak bir formül geliştirilmesidir.
Fatih Projesi’nin yeniden bir değerlendirmeye ihtiyacı olduğu kanaatindeyim; zira eğitimde bilişim materyallerinin kullanılması her ne kadar cazip olsa da eğitimin tamamen bilgisayarın, tabletin, etkileşimli tahtaların üzerine bina edilmesinin henüz erken olduğunu düşünüyorum. Bu materyaller yardımcı eğitim unsurları olarak kullanılabilir ancak kitabı ve kalemi erken dönemde bırakmanın farklı sıkıntıları da beraberinde getireceğini düşünüyorum.
Eğitimin içeriğine dönük beklentilere dair en önemli unsurun öğretmen faktörü olduğu bilinen bir gerçektir. Bu anlamda öğretmenlerin hizmet içi eğitimlerinin, mesleki yeterliliklerinin artırılmasına dair çalışmaların çoğalarak devam etmesi gerekir.
Tabii burada bir hatırlatmayı da velilere yapmakta yarar var: Okul, anne baba değildir; okul aile değildir. Dolayısıyla okul, onların yapması gerekenleri yapamaz. Ebeveynlik görevi aslen, öğrencimizi okula kaydettirdiğimiz andan itibaren başlıyor. Velilerimizin okullarıyla bağlarını güçlü tutmasını, öğrencilerinin hem akademik hem sosyo-kültürel gelişimlerini vs. yakından takip etmelerini tavsiye ediyorum.
Eğitim dönemi geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl için de büyük fırsatlar barındırıyor, eğitim destek teşvikinin bu yılda 235 bin yeni öğrenciye verilecek olması, temel liselerin hemen hemen her semte açılması çok önemli sonuçlar doğuracak. Öncelikle Devlet okullarındaki kalabalık sınıf ortamları eriyecek ve eğitimin kalitesi artacak, okulların öğrenci mevcudunun azalması güvenlikli okul ortamlarını oluşturacak.Özel okulların sahadaki mevcudiyetleri rekabeti artıracak, istihdamı artıracak. Son cümle olarak şunu söylemekte yarar var: Okullar, özeliyle resmisiyle hepsi bu devletindir ve hepsi MEB’e bağlı okullardır. Eğitimde kalitenin artması özel sektörün bu alana teşvik edilmesi ile mümkündür. Bizim devletimizden beklentimiz eğitim reformlarının geliştirilerek sürdürülmesi ve özel öğretim sektörünün desteklenmesidir.
Bu vesile ile tekrar 2015-2016 eğitim ve öğretim yılının ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Ahmet Akça / ÖZDER Genel Başkanı
Yeni bir eğitim-öğretim yılına başlıyoruz. Öncelikle yeni yılın başta öğretmenlerimiz olmak üzere tüm eğitim camiasına hayırlı olmasını temenni ediyorum. Yeni döneme dair umutlarımız, hedeflerimiz ve beklentilerimiz var. Elbette bir de gerçeklerimiz var!
Özel okullar açısından bu yıl ilk defa eğitimde yeni bir olgu ile karşı karşıyayız: “Dönüşüm okulları/temel liseler”. Bu yılın sonunda bu okulların gerçekten işe yarayıp yaramadığını hep birlikte tecrübe edeceğiz. Kanaatim odur ki bu okullar uzun yıllar adından söz ettirecek yeni bir okul türü olarak eğitim hayatımızda varlığını sürdürecek. Özellikle temel liselerin, dershanelerin dönüşümü sonrası ortaya çıkan dershane-okul karışımı üçüncü bir form olduğunu düşünüyorum.
Eğitimde sınavlar giderek hayatımızın kâbusu olmaktan çıkıyor. Geçen yıl hayatımıza giren “TEOG Sistemi”, ortaokulda öğrencilerin daha okul merkezli bir eğitim alma imkânını sağlarken okul dışı yardımcı eğitim kurumlarına ihtiyacı azalttı. Bu sistemin devamı olarak benzer bir uygulamanın üniversiteye girişte de olması gerektiğini düşünüyorum. Okullara devlet, ücretsiz kitap dağıtımı yapıyor ancak okullara yardımcı kaynak girişinin geçen yıl olduğu gibi bu yıl da yasaklanma yoluna gidilmesinin okullarda takviye kurslarındaki kaliteyi düşüreceği bir gerçek. Dolayısıyla bu yasaklama kararının tekrar düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim hatta yasaklamak yerine öğrencinin doğru kaynağa ulaşması için rehberlik edilmeli.
Okullarda bu yıl da öğretmen açığı olduğu gibi norm fazlası öğretmen gerçeği ile de karşı karşıyayız. Bizim önerimiz şu: MEB’de norm fazlası öğretmenlerin özlük hakları devlette kalmak kaydı ile bu öğretmenlerin tam zamanlı özel okullarda çalışabilmelerinin önü açılmalı. Bu hem devleti norm fazlası öğretmene maaş verme yükünden kurtaracağı gibi özel okullardaki öğretmen ihtiyacının giderilmesine de büyük katkı sağlayacaktır.
Dershanelerin kapanması ile birlikte meslek liseliler, üniversite giriş sınavlarına hazırlıkla ilgili ciddi bir problemle karşı karşıyalar, zira meslek liselerinde üniversite giriş sınavında sorulan sorulara dair işlenen dersler diğer liselere nazaran daha az. Ayrıca fen ve Anadolu liselerinde okuyan öğrenciler, üniversite sınavlarına diğer okullara nazaran daha iyi hazırladığını düşündüğü temel liseye geçiş yaptıklarında herhangi bir maddi kayıp yaşamaz iken; meslek liseliler son sınıfta temel liseye geçiş yaptıklarında meslek lisesi mezunu olma hakkını yitirmiş olacaklardır. Dolayısıyla bu durum, muhtemelen ilerleyen zamanlarda meslek liselerine yönelimi azaltacaktır. Bu durumun ilerleyen süreçte mutlaka açıklığa kavuşturulması lazım. Şu ana kadar MEB’in bütün politikası, eğitimde meslek liselerinin payının artırılmasına yönelikti. Yeni oluşan bu durumun genel politikaya aykırı olduğunu düşünüyorum. Buna çözüm olarak da önerim, meslek liselerinin sadece kültür derslerini temel liselerden almasını sağlayacak bir formül geliştirilmesidir.
Fatih Projesi’nin yeniden bir değerlendirmeye ihtiyacı olduğu kanaatindeyim; zira eğitimde bilişim materyallerinin kullanılması her ne kadar cazip olsa da eğitimin tamamen bilgisayarın, tabletin, etkileşimli tahtaların üzerine bina edilmesinin henüz erken olduğunu düşünüyorum. Bu materyaller yardımcı eğitim unsurları olarak kullanılabilir ancak kitabı ve kalemi erken dönemde bırakmanın farklı sıkıntıları da beraberinde getireceğini düşünüyorum.
Eğitimin içeriğine dönük beklentilere dair en önemli unsurun öğretmen faktörü olduğu bilinen bir gerçektir. Bu anlamda öğretmenlerin hizmet içi eğitimlerinin, mesleki yeterliliklerinin artırılmasına dair çalışmaların çoğalarak devam etmesi gerekir.
Tabii burada bir hatırlatmayı da velilere yapmakta yarar var: Okul, anne baba değildir; okul aile değildir. Dolayısıyla okul, onların yapması gerekenleri yapamaz. Ebeveynlik görevi aslen, öğrencimizi okula kaydettirdiğimiz andan itibaren başlıyor. Velilerimizin okullarıyla bağlarını güçlü tutmasını, öğrencilerinin hem akademik hem sosyo-kültürel gelişimlerini vs. yakından takip etmelerini tavsiye ediyorum.
Eğitim dönemi geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl için de büyük fırsatlar barındırıyor, eğitim destek teşvikinin bu yılda 235 bin yeni öğrenciye verilecek olması, temel liselerin hemen hemen her semte açılması çok önemli sonuçlar doğuracak. Öncelikle Devlet okullarındaki kalabalık sınıf ortamları eriyecek ve eğitimin kalitesi artacak, okulların öğrenci mevcudunun azalması güvenlikli okul ortamlarını oluşturacak.Özel okulların sahadaki mevcudiyetleri rekabeti artıracak, istihdamı artıracak. Son cümle olarak şunu söylemekte yarar var: Okullar, özeliyle resmisiyle hepsi bu devletindir ve hepsi MEB’e bağlı okullardır. Eğitimde kalitenin artması özel sektörün bu alana teşvik edilmesi ile mümkündür. Bizim devletimizden beklentimiz eğitim reformlarının geliştirilerek sürdürülmesi ve özel öğretim sektörünün desteklenmesidir.
Bu vesile ile tekrar 2015-2016 eğitim ve öğretim yılının ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.
Son Güncelleme: Salı, 29 Eylül 2015 17:41
Gösterim: 4123
Selçuk Pehlivanoğlu / Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı
Yeni eğitim-öğretim yılı açılışı öncesinde yine, eğitim sistemimizin mevcut ve maalesef kronikleşmiş sorunları üzerinde tartışıyoruz. Derslik sorunundan, öğretmen istihdamına, okullaşma oranından öğretim programlarımıza kadar üstesinden gelmeye çalışılan pek çok sorunun yanı sıra, Türk Eğitim Derneği olarak şu anda eğitim sistemini çıkmaza sokan en önemli ve acil sorunun sıralama sınavı ısrarı olduğunu düşünüyoruz.
Temel sorunların çözümü için harcanacak enerji, ne yazık ki, kademeler arası geçiş konusunda baştan yanlış kurgulanan uygulamalar bütünü nedeniyle, kısa aralıklarla ortaya çıkan krizlerin çözümü için heba ediliyor. Hâlbuki öğrencilerinin yüzde 69’unun alt ekonomik sosyal ve kültürel grupta bulunduğu Türkiye, öncelikle eğitim hakkına adil erişim sorununu bir an önce halletmek durumunda. Ekonomik olarak sınıf atlamanın ve yoksullukla mücadelenin bir aracı olan eğitim, merkezi sınavların baskısı nedeniyle, parası olanın daha kolay ulaşabildiği bir kurum haline geldi. LGS, OKS, SBS, TEOG, ÖSS, ÖYS, YGS, LYS gibi yeni adlandırmalarla çocuklarımızın gerçek hayatta karşılığı olmayan “sahte başarılar” için yarıştırılması, eğitim sistemimizi büyük bir çıkmaza sürüklüyor. Son 15 yılda 7 milli eğitim bakanı eşliğinde, 20’ye yakın yeni sınav sistemiyle tanıştık. Başkasının sırtına basarak üst kademeye geçiş anlamına gelen sıralama sınavı, unutulmamalıdır ki, eğitim konusunda yapılacak her türlü olumlu hamleyi gölgede bırakıyor.
Peki, ne yapılmalıdır? Eğitim gibi toplumun her kademesini ilgilendiren hayati bir konuda niceliksel bir bakış açısından kurtulup niteliğe yönelik adımlar için kararlı olmak zorundayız. Her ülke için eğitim sistemlerinde önemli olan, kendi coğrafyalarında, kendi ihtiyaçları için, kendi medeniyet tasarımlarına uygun olan özgün tasarımlar ortaya koymaktır.
Daha adil bir eğitim sistemine ulaşmanın yolu; sınav odaklı sistemden vazgeçilmesi, okullar arasındaki farklılıkların azaltılması, derslik ve öğretmen açığının giderilmesi, öğretmen yetiştirme ve niteliğinin arttırılması konusunda gerçek bir reform yapılması, öğrencilerin sosyo-ekonomik dezavantajından kaynaklanan okul başarısızlığı için tedbir alınması gibi bütünleyici uygulamalardan geçmektedir. Bu tür uygulamalar, insan yetiştirmenin niteliğine katkı sağlayabileceği gibi eşitliği adalet üzerinde sağlamaya da aracılık edecektir. Sınav için bireyleri süreç içerisinde eşitleyecek altyapının iyileştirilmesine yönelik çabalar, problemi gerçekçi bakış açısı ile çözmekten ziyade bir nevi sorumluluktan kurtulma, vicdani rahatlama ve yönetme sorumluluğunu eleştiri nedenlerinden kurtarma olarak düşünülebilir.
Bir süre önce kamuoyunun ve karar vericilerin dikkatine sunduğumuz Ulusal Eğitim Programı’nın temel ilkelerinden biri olarak dile getirdiğimiz, “eğitimin bir ülke ödevi” olduğu gerçeğini kabul etmekle başlamalıyız. Aksi halde ne yaparsak yapalım, çocuklarımızın yararını gözetmeyen bir sistem veya onun içinde gerçekleştirilen uygulamalar, önemli bir genç nüfusa sahip olan ülkemizi, dünyayla rekabet edebilme hedefinden uzaklaştıracaktır.
Yıllar içinde biriken ve kartopu gibi büyüyen temel sorunların kökten çözümü için bir ulusal eğitim programının uygulamaya konulması gerektiğini düşünüyoruz. Eğitim sistemimiz temelini veriler, ölçümler ve bilgi yönetim sistemlerinin oluşturduğu bir program sayesinde düze çıkabilir.
Bu program çerçevesinde, kademeli olarak sıralama sınavını kaldırılıp ölçme sınavı getirilmeli. Liseye geçişte TEOG benzeri sınavları ortadan kaldıracak, öğrencilerin bilimsel ölçütlerle yönlendirileceği sistemin temelleri atılmalı. Öğrencilerin okul notlarına ve öğretmen görüşlerine göre, sadece fen liseleri ve ayrıcalıklı Anadolu liseleri için az sayıda öğrencinin gireceği, ülkenin bilim insanı ihtiyacının temelini oluşturacak bir sınav sistemi getirilmeli.
Bunun yanı sıra eğitimin kalitesini en fazla etkileyen unsur olan öğretmenlerimizin yetiştirilmesi ve istihdamı konusundaki anlayışımızı da tümden gözden geçirmeliyiz. Bir ülkenin geleceğini emanet ettiğimiz öğretmenlerimizin, nitelikli, ölçülebilir bir eğitim sürecinden geçmeleri, mesleklerini icra ederken de aynı şekilde sürdürülebilir bir ölçme-değerlendirme sisteminin oturtulması, öğretmenliğin bir kariyer mesleği haline dönüştürülmesi, koşullarının ve toplumsal algının iyileştirilmesi sağlanmalıdır. Öğretmenlerin yanı sıra eğitim sisteminde dönüşümün temeli olması gereken “okul” kavramının yeniden ele alınması, okul müdürlerinin de öğretmenlik mesleğinde olduğu gibi yetiştirilme ve istihdamının yeni bir sistemle değerlendirilmesi, okul müdürü değil eğitim lideri anlayışının zorunlu olduğu görülmelidir.
Eğitime ayrılan kaynaklar, adil bir biçimde dezavantajlı kesimler gözetilerek kullanılmalı, eğitim hakkına erişimin “ertelenemez ve engellenemez” hak olduğu gerçeği kabul edilmelidir. Öğretim programlarımız, dünyadaki ileri öğretim programları doğrultusunda şekillendirilmeli; siyasi, bürokratik, kültürel, toplumsal kaygıların ötesinde hazırlanmalıdır.
Türkiye’nin tüm bunları gerçekleştirecek gücünün olduğunu biliyoruz. İhtiyacımız olan tek şey, eğitimin gerçek sorunlarını iyi tespit etmek, tahlil etmek ve çözüm için kararlı olmaktır. Unutmamalıdır ki güçlü devletlerle, geri kalmış devletler arasındaki fark, eğitime doğru yatırım yapmak ya da yanlış yatırım yapmak üzerine kuruludur.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Selçuk Pehlivanoğlu / Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı
Yeni eğitim-öğretim yılı açılışı öncesinde yine, eğitim sistemimizin mevcut ve maalesef kronikleşmiş sorunları üzerinde tartışıyoruz. Derslik sorunundan, öğretmen istihdamına, okullaşma oranından öğretim programlarımıza kadar üstesinden gelmeye çalışılan pek çok sorunun yanı sıra, Türk Eğitim Derneği olarak şu anda eğitim sistemini çıkmaza sokan en önemli ve acil sorunun sıralama sınavı ısrarı olduğunu düşünüyoruz.
Temel sorunların çözümü için harcanacak enerji, ne yazık ki, kademeler arası geçiş konusunda baştan yanlış kurgulanan uygulamalar bütünü nedeniyle, kısa aralıklarla ortaya çıkan krizlerin çözümü için heba ediliyor. Hâlbuki öğrencilerinin yüzde 69’unun alt ekonomik sosyal ve kültürel grupta bulunduğu Türkiye, öncelikle eğitim hakkına adil erişim sorununu bir an önce halletmek durumunda. Ekonomik olarak sınıf atlamanın ve yoksullukla mücadelenin bir aracı olan eğitim, merkezi sınavların baskısı nedeniyle, parası olanın daha kolay ulaşabildiği bir kurum haline geldi. LGS, OKS, SBS, TEOG, ÖSS, ÖYS, YGS, LYS gibi yeni adlandırmalarla çocuklarımızın gerçek hayatta karşılığı olmayan “sahte başarılar” için yarıştırılması, eğitim sistemimizi büyük bir çıkmaza sürüklüyor. Son 15 yılda 7 milli eğitim bakanı eşliğinde, 20’ye yakın yeni sınav sistemiyle tanıştık. Başkasının sırtına basarak üst kademeye geçiş anlamına gelen sıralama sınavı, unutulmamalıdır ki, eğitim konusunda yapılacak her türlü olumlu hamleyi gölgede bırakıyor.
Peki, ne yapılmalıdır? Eğitim gibi toplumun her kademesini ilgilendiren hayati bir konuda niceliksel bir bakış açısından kurtulup niteliğe yönelik adımlar için kararlı olmak zorundayız. Her ülke için eğitim sistemlerinde önemli olan, kendi coğrafyalarında, kendi ihtiyaçları için, kendi medeniyet tasarımlarına uygun olan özgün tasarımlar ortaya koymaktır.
Daha adil bir eğitim sistemine ulaşmanın yolu; sınav odaklı sistemden vazgeçilmesi, okullar arasındaki farklılıkların azaltılması, derslik ve öğretmen açığının giderilmesi, öğretmen yetiştirme ve niteliğinin arttırılması konusunda gerçek bir reform yapılması, öğrencilerin sosyo-ekonomik dezavantajından kaynaklanan okul başarısızlığı için tedbir alınması gibi bütünleyici uygulamalardan geçmektedir. Bu tür uygulamalar, insan yetiştirmenin niteliğine katkı sağlayabileceği gibi eşitliği adalet üzerinde sağlamaya da aracılık edecektir. Sınav için bireyleri süreç içerisinde eşitleyecek altyapının iyileştirilmesine yönelik çabalar, problemi gerçekçi bakış açısı ile çözmekten ziyade bir nevi sorumluluktan kurtulma, vicdani rahatlama ve yönetme sorumluluğunu eleştiri nedenlerinden kurtarma olarak düşünülebilir.
Bir süre önce kamuoyunun ve karar vericilerin dikkatine sunduğumuz Ulusal Eğitim Programı’nın temel ilkelerinden biri olarak dile getirdiğimiz, “eğitimin bir ülke ödevi” olduğu gerçeğini kabul etmekle başlamalıyız. Aksi halde ne yaparsak yapalım, çocuklarımızın yararını gözetmeyen bir sistem veya onun içinde gerçekleştirilen uygulamalar, önemli bir genç nüfusa sahip olan ülkemizi, dünyayla rekabet edebilme hedefinden uzaklaştıracaktır.
Yıllar içinde biriken ve kartopu gibi büyüyen temel sorunların kökten çözümü için bir ulusal eğitim programının uygulamaya konulması gerektiğini düşünüyoruz. Eğitim sistemimiz temelini veriler, ölçümler ve bilgi yönetim sistemlerinin oluşturduğu bir program sayesinde düze çıkabilir.
Bu program çerçevesinde, kademeli olarak sıralama sınavını kaldırılıp ölçme sınavı getirilmeli. Liseye geçişte TEOG benzeri sınavları ortadan kaldıracak, öğrencilerin bilimsel ölçütlerle yönlendirileceği sistemin temelleri atılmalı. Öğrencilerin okul notlarına ve öğretmen görüşlerine göre, sadece fen liseleri ve ayrıcalıklı Anadolu liseleri için az sayıda öğrencinin gireceği, ülkenin bilim insanı ihtiyacının temelini oluşturacak bir sınav sistemi getirilmeli.
Bunun yanı sıra eğitimin kalitesini en fazla etkileyen unsur olan öğretmenlerimizin yetiştirilmesi ve istihdamı konusundaki anlayışımızı da tümden gözden geçirmeliyiz. Bir ülkenin geleceğini emanet ettiğimiz öğretmenlerimizin, nitelikli, ölçülebilir bir eğitim sürecinden geçmeleri, mesleklerini icra ederken de aynı şekilde sürdürülebilir bir ölçme-değerlendirme sisteminin oturtulması, öğretmenliğin bir kariyer mesleği haline dönüştürülmesi, koşullarının ve toplumsal algının iyileştirilmesi sağlanmalıdır. Öğretmenlerin yanı sıra eğitim sisteminde dönüşümün temeli olması gereken “okul” kavramının yeniden ele alınması, okul müdürlerinin de öğretmenlik mesleğinde olduğu gibi yetiştirilme ve istihdamının yeni bir sistemle değerlendirilmesi, okul müdürü değil eğitim lideri anlayışının zorunlu olduğu görülmelidir.
Eğitime ayrılan kaynaklar, adil bir biçimde dezavantajlı kesimler gözetilerek kullanılmalı, eğitim hakkına erişimin “ertelenemez ve engellenemez” hak olduğu gerçeği kabul edilmelidir. Öğretim programlarımız, dünyadaki ileri öğretim programları doğrultusunda şekillendirilmeli; siyasi, bürokratik, kültürel, toplumsal kaygıların ötesinde hazırlanmalıdır.
Türkiye’nin tüm bunları gerçekleştirecek gücünün olduğunu biliyoruz. İhtiyacımız olan tek şey, eğitimin gerçek sorunlarını iyi tespit etmek, tahlil etmek ve çözüm için kararlı olmaktır. Unutmamalıdır ki güçlü devletlerle, geri kalmış devletler arasındaki fark, eğitime doğru yatırım yapmak ya da yanlış yatırım yapmak üzerine kuruludur.
Son Güncelleme: Salı, 29 Eylül 2015 17:09
Gösterim: 4790
İbrahim Taşel / TÖDER Genel Başkanı
28 Eylül’de her yaştan milyonlarca öğrenci ders başı yaptı. Aslında özel okulların birçoğunda dersler başladı bile. 18 milyona yaklaşan öğrencisiyle Türkiye, Avrupa ülkelerinden ve komşularından oldukça farklı bir durumda. Bizim öğrenci sayımız birçok ülkenin nüfusundan bile fazla. Sayının bu ölçüde fazla olması ve eğitim sistemimizde hala yerine oturmamış noktaların varlığı, her yıl okul açılışlarını ülkenin önemli bir gündemi haline getiriyor.
Özellikle bu yıl eğitimle ilgi dershanelerin dönüşüm süreci önemli bir yer tuttu. Bilindiği gibi 14 Mart 2014’te çıkan kanunla dershaneler, 1 Eylül 2015 itibariyle kapatıldı. Ancak dershanelere temel lise, ortaokul, ilkokul ya da okul öncesi eğitim kurumlarına dönüşme imkanı verildi. Bu tartışmaların olduğu dönemde kanunun iptali için, ana muhalefet partisi tarafından Anayasa Mahkemesi’ne açılan davadan, tam 16 ay sonra iptal kararı çıktı. Bu kararla kafalar daha çok karıştı. Gerekçeli kararın yayınlanmasının ardından Milli Eğitim Bakanlığı, “öğrencilerin okul dışı kaynaklardan eğitim alabilme hakkı”nı korumak ve okul dışı eğitim kurumlarını çeşitlendirmek yolunda adımlar attı. “Özel öğretim kursları” adıyla yeni bir kurs türü tanımlandı. Etüt eğitim merkezlerinde 12 olan yaş sınırı da kaldırılarak tüm ortaokul öğrencilerine etüt eğitim merkezlerinden yararlanabilme hakkı tanındı. Ayrıca mezun öğrencilere hafta sonları temel liselerden kurs alabilme imkanı sağlandı. Bütün bu değişiklikler sonucunda 1.400 civarında dönüşüm okulu oluştu. Şimdi Türkiye’nin dört bir yanında hızla “özel öğretim kursları” ve “etüt eğitim merkezleri” açılıyor.
Okul dışı destek kurumları konusunda atılan adımlar, çocuklarına takviye kursu aldırmak isteyen veliler ve eksikliklerini gidermek isteyen öğrenciler tarafından memnuniyetle karşılandı.
Dershaneler, Türkiye’de 60-70 yıllık bir geçmişe sahip köklü kurumlardı. Okulları tamamlama, öğrencilerin eksikliklerini giderme konusunda önemli bir işlev üstlenmişti. Bu köklü kurumların yetiştirdiği 100 bine yakın başarılı öğretmen kadrosu vardı. Bütün bunların bir anda hayatımızdan çıkması önemli bir eksiklik oluşturacaktı. Temel liseler, özel öğretim kursları ve etüt eğitim merkezleri bu birikimin doğru ve verimli kullanılması adına verilmiş olumlu kararlardır.
Dönüşüm sürecinde, özellikle sivil toplum kuruluşlarının görüşleri, sürecin sağlıklı yürütülmesi adına önemli katkılar sağladı. TÖDER olarak biz de bu süreçte yer aldık ve ülke eğitiminin zarar görmemesi için önerilerimizi sunduk. Bakanlık yetkililerinin bu önerileri dikkate alması olası sıkıntıları da önledi.
Şimdi sektörümüze de önemli görevler düşüyor. Yeni açılan temel liselerin dershanelerden farklı işlevler taşıdığı unutulmadan kaliteli bir eğitim kurumu haline getirilmesi için kurucularımızın çaba göstermesi lazım. Temel liseler sadece “dershane” gibi çalışan kurumlar olmamalı, okul işlerini de en sorumlu biçimde yerine getirmeli. Sektördeki eğitim personeline bu konuda seminerler verilmeli, hizmet içi eğitim çalışmaları düzenlenmeli. Temel liselerin dershanelere göre daha kurumsal bir yapı kazanması sağlanmalı.
Bu süreçte ortaya çıkabilecek en önemli sorun, dershanelerin yerine mantar gibi türeyen kaçak bürolar yani merdiven altı kurumlardır. Dershaneler; Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı, öğretmen atamaları, öğrenci kayıtları, ücretleri ve programları kontrol altında olan kurumlardı. Ancak koçluk, kariyer danışmanlığı, dergi bürosu, eğitim danışmanlığı gibi adlar altında açılan kaçak ders büroları, tümüyle kayıt dışı oluşumlardır. Bunların ülke eğitiminde önemli sıkıntılar oluşturacağı açıktır. İlgili kurumların bu konuda önlem alması ve bu tür kurumların dikkatle izlenmesi şarttır.
Dönüşüm süreci gelecek günlerde de iyi organize edilirse ve sektör temsilcileri bu organizasyona yeterli desteği verirse eğitim sistemimize önemli katkılar sağlar. Aksi halde dökülen kap yerini doldurmaz ve bu alanda ortaya çıkan boşluk doldurulamaz.
Yeni öğretim yılının bütün eğitim camiamız için hayırlı olmasını diliyorum.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
İbrahim Taşel / TÖDER Genel Başkanı
28 Eylül’de her yaştan milyonlarca öğrenci ders başı yaptı. Aslında özel okulların birçoğunda dersler başladı bile. 18 milyona yaklaşan öğrencisiyle Türkiye, Avrupa ülkelerinden ve komşularından oldukça farklı bir durumda. Bizim öğrenci sayımız birçok ülkenin nüfusundan bile fazla. Sayının bu ölçüde fazla olması ve eğitim sistemimizde hala yerine oturmamış noktaların varlığı, her yıl okul açılışlarını ülkenin önemli bir gündemi haline getiriyor.
Özellikle bu yıl eğitimle ilgi dershanelerin dönüşüm süreci önemli bir yer tuttu. Bilindiği gibi 14 Mart 2014’te çıkan kanunla dershaneler, 1 Eylül 2015 itibariyle kapatıldı. Ancak dershanelere temel lise, ortaokul, ilkokul ya da okul öncesi eğitim kurumlarına dönüşme imkanı verildi. Bu tartışmaların olduğu dönemde kanunun iptali için, ana muhalefet partisi tarafından Anayasa Mahkemesi’ne açılan davadan, tam 16 ay sonra iptal kararı çıktı. Bu kararla kafalar daha çok karıştı. Gerekçeli kararın yayınlanmasının ardından Milli Eğitim Bakanlığı, “öğrencilerin okul dışı kaynaklardan eğitim alabilme hakkı”nı korumak ve okul dışı eğitim kurumlarını çeşitlendirmek yolunda adımlar attı. “Özel öğretim kursları” adıyla yeni bir kurs türü tanımlandı. Etüt eğitim merkezlerinde 12 olan yaş sınırı da kaldırılarak tüm ortaokul öğrencilerine etüt eğitim merkezlerinden yararlanabilme hakkı tanındı. Ayrıca mezun öğrencilere hafta sonları temel liselerden kurs alabilme imkanı sağlandı. Bütün bu değişiklikler sonucunda 1.400 civarında dönüşüm okulu oluştu. Şimdi Türkiye’nin dört bir yanında hızla “özel öğretim kursları” ve “etüt eğitim merkezleri” açılıyor.
Okul dışı destek kurumları konusunda atılan adımlar, çocuklarına takviye kursu aldırmak isteyen veliler ve eksikliklerini gidermek isteyen öğrenciler tarafından memnuniyetle karşılandı.
Dershaneler, Türkiye’de 60-70 yıllık bir geçmişe sahip köklü kurumlardı. Okulları tamamlama, öğrencilerin eksikliklerini giderme konusunda önemli bir işlev üstlenmişti. Bu köklü kurumların yetiştirdiği 100 bine yakın başarılı öğretmen kadrosu vardı. Bütün bunların bir anda hayatımızdan çıkması önemli bir eksiklik oluşturacaktı. Temel liseler, özel öğretim kursları ve etüt eğitim merkezleri bu birikimin doğru ve verimli kullanılması adına verilmiş olumlu kararlardır.
Dönüşüm sürecinde, özellikle sivil toplum kuruluşlarının görüşleri, sürecin sağlıklı yürütülmesi adına önemli katkılar sağladı. TÖDER olarak biz de bu süreçte yer aldık ve ülke eğitiminin zarar görmemesi için önerilerimizi sunduk. Bakanlık yetkililerinin bu önerileri dikkate alması olası sıkıntıları da önledi.
Şimdi sektörümüze de önemli görevler düşüyor. Yeni açılan temel liselerin dershanelerden farklı işlevler taşıdığı unutulmadan kaliteli bir eğitim kurumu haline getirilmesi için kurucularımızın çaba göstermesi lazım. Temel liseler sadece “dershane” gibi çalışan kurumlar olmamalı, okul işlerini de en sorumlu biçimde yerine getirmeli. Sektördeki eğitim personeline bu konuda seminerler verilmeli, hizmet içi eğitim çalışmaları düzenlenmeli. Temel liselerin dershanelere göre daha kurumsal bir yapı kazanması sağlanmalı.
Bu süreçte ortaya çıkabilecek en önemli sorun, dershanelerin yerine mantar gibi türeyen kaçak bürolar yani merdiven altı kurumlardır. Dershaneler; Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı, öğretmen atamaları, öğrenci kayıtları, ücretleri ve programları kontrol altında olan kurumlardı. Ancak koçluk, kariyer danışmanlığı, dergi bürosu, eğitim danışmanlığı gibi adlar altında açılan kaçak ders büroları, tümüyle kayıt dışı oluşumlardır. Bunların ülke eğitiminde önemli sıkıntılar oluşturacağı açıktır. İlgili kurumların bu konuda önlem alması ve bu tür kurumların dikkatle izlenmesi şarttır.
Dönüşüm süreci gelecek günlerde de iyi organize edilirse ve sektör temsilcileri bu organizasyona yeterli desteği verirse eğitim sistemimize önemli katkılar sağlar. Aksi halde dökülen kap yerini doldurmaz ve bu alanda ortaya çıkan boşluk doldurulamaz.
Yeni öğretim yılının bütün eğitim camiamız için hayırlı olmasını diliyorum.
Son Güncelleme: Salı, 29 Eylül 2015 15:50
Gösterim: 3647
Faruk Köprülü / ÖZDEBİR Özel Dershaneler ve Özel Öğretim Kurumları Birliği Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
Yeni bir öğretim yılına, çözülmeyen eğitim sorunları ve bunlara eklenen yeni sorunlarla giriyoruz. Üstüne üstlük ekonomiden güvenliğe pek çok alanda ülkemiz önemli sorunlarla karşı karşıya.
Bu sorunlar kuşkusuz birbirinden bağımsız düşünülmese de eğitime, özel olarak da özel öğretime ve dershanelerin dönüşüm sürecine ilişkin bir değerlendirme ile sınırlı olacak söyleyeceklerimiz.
Hatırlanacağı gibi Özel dershanelerin özel öğretim kurumlarına dönüşmeleri dönüşemeyenlerin kapanmaları 14 Mart 2014’te yürürlüğe giren 6528 sayılı Yasa’yla kabul edilmişti. Gerek bu yasanın kabul edilmesinden önce, gerek Anayasa Mahkemesine götürülmesi ve sonraki süreçte hem özel dershanelerin köklü bir kurumu ÖZDEBİR adına hem de şahsım olarak yaptığımız tüm çalışmalarımızda toplumsal yararı önde tuttuğumuzu, her aşamasında; üyelerimizi, eğitim çevrelerini, kamuoyunu konuyla ilgili olarak bilgilendirmeye çalıştığımızı bir kez daha belirtmek isterim.
18 Nisan 2014’te Anayasa Mahkemesine taşınan ve Mahkemenin 14 Mayıs 2014'teki toplantısında esastan görüşülmesine karar verilen bu Yasa’nın itiraza konu maddeleri 14 ay sonra Anayasa Mahkemesi’nin 13 Temmuz 2015 tarihli toplantısında görüşülmüş ve Özel Öğretim Kurumları Kanununda yer alan, dershanelerin özel öğretin kurumları kapsamından çıkarılması ve mevcut dershanelerin faaliyetlerinin 1 Eylül 2015 tarihine kadar devam edeceğine ilişkin düzenlemeler iptal edilmişti.
Anayasa Mahkemesi, bu kararından önce 8 Temmuz 2015 tarihinde sektör temsilcisi olarak ÖZDEBİR’i davet etmiş ve Kurumum adına Anayasa Mahkemesi Heyeti önünde “Türkiye’de dershaneciliğin gelişim süreci, Dünya’da dershanecilik ve ek eğitim hizmeti veren kurumlar, Dünya’da eğitim kurumlarının yasayla kapatılmasının örneğinin olmadığı ve Ülkemizde de dershanelere ihtiyacın devam ettiği ve yasayla kapatılmaması gerektiği” gibi bu ve buna benzer daha birçok konuya değinerek dershanelerin devamını savunmuştum. Burada yeri gelmişken AYM üyelerine; “birçok kurumun dönüştüğünü verilecek kararın her ne olursa olsun mutlaka bir diğer tarafın bundan zarar göreceğini, mahkemenin kararının çok gecikmiş bir karar olduğunu…” ifade ettiğimi de belirmek isterim.
Yüksek Mahkemenin konu hakkındaki gerekçeli kararının Resmi Gazete’de yayımlanmasından sonra MEB tarafından gerekli düzenlemelerin yapılacağı bildirilmiş, 8 Ağustos 2015 tarih ve 9439 sayılı Resmi Gazete’de Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğinde değişiklik yapan Yönetmelik yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Dönüşen kurumlarımızın gecikme nedeniyle mevcut durumlarıyla kalması talepleri, dönüşemeyen kurumlarımızın haklı olarak dershanelerin devamını arzulamaları ikilemi bizleri de gerçekten çok zorlamıştır. Bir yanda dönüşüm sürecine dahil olan kurumlar, diğer yanda dönüşüme şu ya da bu nedenle dahil olamayan/olmayan kurumlarımızın durumları karşısında sürecin ÖZDEBİR açısından da ne kadar zor bir süreç olduğunu kamuoyunun ve özel öğretimcilerimizin takdirine sunuyorum.
Yayınlanan yönetmelik değişikliği ile gelinen nokta da henüz dönüşümünü gerçekleştirmeyen dershanelerin Özel Temel Liselerin yanı sıra Özel Öğretim Kurslarına ve Etüt Eğitim Merkezlerine dönüşebilmelerinin yolu açılmıştır.
Özel dershaneciler olarak bugüne değin eğitim sistemimizdeki değişiklikler karşısında zarar görsek, maddi kayıplara uğrasak da değişen koşullara göre eğitim hizmetlerimizi sürdürmeye çalıştık. Ancak bu son düzenlemelerle pek çok kurumumuzun önemli hak kayıplarına uğradığı da belirtilmesi gereken başka bir gerçektir.
MEB yetkililerinin açıklamalarına göre; Kanun’un yayımlandığı 14 Mart 2014 tarihi itibariyle faal olan 3530 dershanenin 2290’ı dönüşüm programına başvurduğunu, Ağustos 2015 itibariyle bu kurumlardan 1233’ü temel lise ve diğer özel öğretim kurumlarına dönüşüm işlemlerini tamamladığını biliyoruz.
Bu döneme kadar farklı nedenlerle dönüşüme başvurmayan ve faaliyetlerine devam edecek dershanelerin Özel Temel Lise, Özel Öğretim Kursları ve Etüt Eğitim Merkezlerine veya diğer özel öğretim kurumlarına dönüşebilmeleri için Bakanlığın açıkladığı son tarih 31 Ağustos 2015’e kadar başvuruda bulunmaları gerekmektedir.
Bu tarihten sonra dönüşemeyen kurumların kapanmak durumunda kalacağı, bunların uğradıkları/uğrayacakları hak kayıpları, dönüşen kurumların yaşayabileceği sorunlar, mevcut ve ortaya çıkabilecek izinsiz faaliyetlerin artması gibi sorunların yanı sıra açılmış ve yeni açılan özel okulların ve örgün eğitim sisteminin bu süreçten nasıl etkilenecekleri gibi pek çok konu özel öğretim kurumları açısından bakıldığında üzerinde durulmayı gerektiren sorunlardan olacaktır.
Gerek özel öğretim gerek eğitim çalışmalarıyla, temsil ettiği sektörün görüş ve önerilerini kamuoyuyla paylaşma, ülke genelinde öğrencilerimizi bir üst öğrenim kurumlarına hazırlama ve onların örgün eğitimdeki eksikliklerini tamamlama, ülke geneli sınav denemeleri uygulamaları, yayıncılık faaliyetleri, farklı eğitim etkinlikleriyle ve 30 yıllık geçmişiyle kamuoyunun saygınlığını kazanmış olan ÖZDEBİR; özel dershane kurucuları tarafından 1985’te kurulan ve 30 yıldır özel dershanelerimizin sorunlarına çözümler üretmenin yanında ülkemiz eğitimine de önemli katkılar veren; çağdaş, demokratik, laik ve bilimsel eğitim ilkelerini önde tutan ilk örgütlü yapısıdır.
2013 Kasım’ına kadar Özel Dershaneler Birliği Derneği adıyla çalışmalarını sürdüren ve sektörün önemli bir bölümünü çatısı altında toplayan ÖZDEBİR, 18 Kasım 2013’te yapılan 17. Olağan Genel Kurulundaki tüzük değişikliğiyle tüm özel öğretim kurumlarını kucaklayacak bir yapıya dönülmesine karar vermiş ve Özel Dershaneler ve Özel Öğretim Kurumları Birliği Derneği adını almıştır.
Özel Dershaneler ve Özel Öğretim Kurumları Birliği Derneği olarak son yıllarda 1300’e yakın dershaneye ve 500’e yakın resmi ve özel öğretim kurumuna kendi alanında hizmet sunmuştur. Yaptığımız tüm çalışmalarda dün olduğu gibi bugün de eğitimi, ulusal çıkarlarımızla bütünleştiren, üyelerinin yasal hak ve taleplerini önceliklendiren bir sivil toplum örgütü olma kararlılığımızla çalışmalarımızı sürdürmeye devam ediyoruz.
31 Ağustos 2015’e kadar devam edecek dönüşüm başvuruları ile sürece dahil olacak dershane sayısı da ortaya çıkacaktır. Sürece dahil olamayan dershanelerimiz önemli hak kayıplarına uğrayacak ve ne yazık ki mevzuat gereği kapanmak durumunda kalacaklardır. ÖZDEBİR, yasal sınırlar içinde mevcut ve yeni üyelerinin sorunlarını yüksek sesle dillendirmeyi; eğitim öğretim hizmetlerini üyelerinden, hukuktan ve yasalardan aldığı güçle sürdürecektir.
Bu duygu ve düşüncelerle 2015-2016 Öğretim Yılının ülkemize, tüm eğitimcilerimize, tüm ebeveyn ve öğrencilerimize hayırlı olmasını diliyorum.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Faruk Köprülü / ÖZDEBİR Özel Dershaneler ve Özel Öğretim Kurumları Birliği Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
Yeni bir öğretim yılına, çözülmeyen eğitim sorunları ve bunlara eklenen yeni sorunlarla giriyoruz. Üstüne üstlük ekonomiden güvenliğe pek çok alanda ülkemiz önemli sorunlarla karşı karşıya.
Bu sorunlar kuşkusuz birbirinden bağımsız düşünülmese de eğitime, özel olarak da özel öğretime ve dershanelerin dönüşüm sürecine ilişkin bir değerlendirme ile sınırlı olacak söyleyeceklerimiz.
Hatırlanacağı gibi Özel dershanelerin özel öğretim kurumlarına dönüşmeleri dönüşemeyenlerin kapanmaları 14 Mart 2014’te yürürlüğe giren 6528 sayılı Yasa’yla kabul edilmişti. Gerek bu yasanın kabul edilmesinden önce, gerek Anayasa Mahkemesine götürülmesi ve sonraki süreçte hem özel dershanelerin köklü bir kurumu ÖZDEBİR adına hem de şahsım olarak yaptığımız tüm çalışmalarımızda toplumsal yararı önde tuttuğumuzu, her aşamasında; üyelerimizi, eğitim çevrelerini, kamuoyunu konuyla ilgili olarak bilgilendirmeye çalıştığımızı bir kez daha belirtmek isterim.
18 Nisan 2014’te Anayasa Mahkemesine taşınan ve Mahkemenin 14 Mayıs 2014'teki toplantısında esastan görüşülmesine karar verilen bu Yasa’nın itiraza konu maddeleri 14 ay sonra Anayasa Mahkemesi’nin 13 Temmuz 2015 tarihli toplantısında görüşülmüş ve Özel Öğretim Kurumları Kanununda yer alan, dershanelerin özel öğretin kurumları kapsamından çıkarılması ve mevcut dershanelerin faaliyetlerinin 1 Eylül 2015 tarihine kadar devam edeceğine ilişkin düzenlemeler iptal edilmişti.
Anayasa Mahkemesi, bu kararından önce 8 Temmuz 2015 tarihinde sektör temsilcisi olarak ÖZDEBİR’i davet etmiş ve Kurumum adına Anayasa Mahkemesi Heyeti önünde “Türkiye’de dershaneciliğin gelişim süreci, Dünya’da dershanecilik ve ek eğitim hizmeti veren kurumlar, Dünya’da eğitim kurumlarının yasayla kapatılmasının örneğinin olmadığı ve Ülkemizde de dershanelere ihtiyacın devam ettiği ve yasayla kapatılmaması gerektiği” gibi bu ve buna benzer daha birçok konuya değinerek dershanelerin devamını savunmuştum. Burada yeri gelmişken AYM üyelerine; “birçok kurumun dönüştüğünü verilecek kararın her ne olursa olsun mutlaka bir diğer tarafın bundan zarar göreceğini, mahkemenin kararının çok gecikmiş bir karar olduğunu…” ifade ettiğimi de belirmek isterim.
Yüksek Mahkemenin konu hakkındaki gerekçeli kararının Resmi Gazete’de yayımlanmasından sonra MEB tarafından gerekli düzenlemelerin yapılacağı bildirilmiş, 8 Ağustos 2015 tarih ve 9439 sayılı Resmi Gazete’de Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğinde değişiklik yapan Yönetmelik yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Dönüşen kurumlarımızın gecikme nedeniyle mevcut durumlarıyla kalması talepleri, dönüşemeyen kurumlarımızın haklı olarak dershanelerin devamını arzulamaları ikilemi bizleri de gerçekten çok zorlamıştır. Bir yanda dönüşüm sürecine dahil olan kurumlar, diğer yanda dönüşüme şu ya da bu nedenle dahil olamayan/olmayan kurumlarımızın durumları karşısında sürecin ÖZDEBİR açısından da ne kadar zor bir süreç olduğunu kamuoyunun ve özel öğretimcilerimizin takdirine sunuyorum.
Yayınlanan yönetmelik değişikliği ile gelinen nokta da henüz dönüşümünü gerçekleştirmeyen dershanelerin Özel Temel Liselerin yanı sıra Özel Öğretim Kurslarına ve Etüt Eğitim Merkezlerine dönüşebilmelerinin yolu açılmıştır.
Özel dershaneciler olarak bugüne değin eğitim sistemimizdeki değişiklikler karşısında zarar görsek, maddi kayıplara uğrasak da değişen koşullara göre eğitim hizmetlerimizi sürdürmeye çalıştık. Ancak bu son düzenlemelerle pek çok kurumumuzun önemli hak kayıplarına uğradığı da belirtilmesi gereken başka bir gerçektir.
MEB yetkililerinin açıklamalarına göre; Kanun’un yayımlandığı 14 Mart 2014 tarihi itibariyle faal olan 3530 dershanenin 2290’ı dönüşüm programına başvurduğunu, Ağustos 2015 itibariyle bu kurumlardan 1233’ü temel lise ve diğer özel öğretim kurumlarına dönüşüm işlemlerini tamamladığını biliyoruz.
Bu döneme kadar farklı nedenlerle dönüşüme başvurmayan ve faaliyetlerine devam edecek dershanelerin Özel Temel Lise, Özel Öğretim Kursları ve Etüt Eğitim Merkezlerine veya diğer özel öğretim kurumlarına dönüşebilmeleri için Bakanlığın açıkladığı son tarih 31 Ağustos 2015’e kadar başvuruda bulunmaları gerekmektedir.
Bu tarihten sonra dönüşemeyen kurumların kapanmak durumunda kalacağı, bunların uğradıkları/uğrayacakları hak kayıpları, dönüşen kurumların yaşayabileceği sorunlar, mevcut ve ortaya çıkabilecek izinsiz faaliyetlerin artması gibi sorunların yanı sıra açılmış ve yeni açılan özel okulların ve örgün eğitim sisteminin bu süreçten nasıl etkilenecekleri gibi pek çok konu özel öğretim kurumları açısından bakıldığında üzerinde durulmayı gerektiren sorunlardan olacaktır.
Gerek özel öğretim gerek eğitim çalışmalarıyla, temsil ettiği sektörün görüş ve önerilerini kamuoyuyla paylaşma, ülke genelinde öğrencilerimizi bir üst öğrenim kurumlarına hazırlama ve onların örgün eğitimdeki eksikliklerini tamamlama, ülke geneli sınav denemeleri uygulamaları, yayıncılık faaliyetleri, farklı eğitim etkinlikleriyle ve 30 yıllık geçmişiyle kamuoyunun saygınlığını kazanmış olan ÖZDEBİR; özel dershane kurucuları tarafından 1985’te kurulan ve 30 yıldır özel dershanelerimizin sorunlarına çözümler üretmenin yanında ülkemiz eğitimine de önemli katkılar veren; çağdaş, demokratik, laik ve bilimsel eğitim ilkelerini önde tutan ilk örgütlü yapısıdır.
2013 Kasım’ına kadar Özel Dershaneler Birliği Derneği adıyla çalışmalarını sürdüren ve sektörün önemli bir bölümünü çatısı altında toplayan ÖZDEBİR, 18 Kasım 2013’te yapılan 17. Olağan Genel Kurulundaki tüzük değişikliğiyle tüm özel öğretim kurumlarını kucaklayacak bir yapıya dönülmesine karar vermiş ve Özel Dershaneler ve Özel Öğretim Kurumları Birliği Derneği adını almıştır.
Özel Dershaneler ve Özel Öğretim Kurumları Birliği Derneği olarak son yıllarda 1300’e yakın dershaneye ve 500’e yakın resmi ve özel öğretim kurumuna kendi alanında hizmet sunmuştur. Yaptığımız tüm çalışmalarda dün olduğu gibi bugün de eğitimi, ulusal çıkarlarımızla bütünleştiren, üyelerinin yasal hak ve taleplerini önceliklendiren bir sivil toplum örgütü olma kararlılığımızla çalışmalarımızı sürdürmeye devam ediyoruz.
31 Ağustos 2015’e kadar devam edecek dönüşüm başvuruları ile sürece dahil olacak dershane sayısı da ortaya çıkacaktır. Sürece dahil olamayan dershanelerimiz önemli hak kayıplarına uğrayacak ve ne yazık ki mevzuat gereği kapanmak durumunda kalacaklardır. ÖZDEBİR, yasal sınırlar içinde mevcut ve yeni üyelerinin sorunlarını yüksek sesle dillendirmeyi; eğitim öğretim hizmetlerini üyelerinden, hukuktan ve yasalardan aldığı güçle sürdürecektir.
Bu duygu ve düşüncelerle 2015-2016 Öğretim Yılının ülkemize, tüm eğitimcilerimize, tüm ebeveyn ve öğrencilerimize hayırlı olmasını diliyorum.
Son Güncelleme: Salı, 29 Eylül 2015 16:02
Gösterim: 3848
Yrd. Doç. Dr. Oktay Aydın / Marmara Üniversitesi
Öğretim yılı boyunca büyük emekler harcayan öğretmenlerin yaz tatili süresince bedenlerini ve zihinlerini tazelemiş olmaları çok önemlidir. Yaz aylarında, ortam değiştirebilen, kendi istediklerini yapmaya fırsat bulan, görüşemediği arkadaşlarıyla görüşebilen öğretmenler elbette tatilin hakkını daha çok vermişlerdir. Tazelenmiş enerjileri ile öğretim yılına daha hazır hale gelmiş olduklarını düşünmek mümkün. Hatta birçok öğretmenin okulunu, meslektaşlarını ve öğrencilerinin yürekten gelen seslerini özlediklerine de şüphe yok.
İnsan beyni, değişiklikleri sever. Değişimler beyni uyarır ve enerjisini artırır. Farklı şeylere yöneldiğinde de merak duygusu beslenir. Yeni durumlara uyum sağlamaya çalışırken yeni şeyler öğrenir ve bilgilerini zenginleştirir. Umarım ki, bütün öğretmenler, tatilin sunduğu fırsatları iyi değerlendirmiş ve beyinlerine iyi gelecek yatırımları yapmışlardır.
Yeni öğretim yılına başlarken öğretmenlere önerim, beyinle ilgili bilgilerini artırmaları ve beyni daha yakından tanımalarıdır.
Beyni Tanımak Neden Çok Önemlidir?
İnsanın çevre ile olan ilişkisi beyin aracılığıyla olur. Beynimiz, dış dünya ile sürekli alışveriş halindedir. Dış dünyadan etkilenir; dış dünyayı etkiler. Öğretmenlerin bu ilişkiyi kavraması ve söz konusu etkileşimin nasıl gerçekleştiğini bilmesi eğitim adına sanıldığından çok daha önemlidir. Psikoloji ve pedagojinin ortaya koyduğu kavram ve modeller elbette ki çok önemlidir. Ancak, günümüzde bu bilgileri beyne dair bilgilerle derinleştirmez ve büyük ölçüde sadece yorumlarla içinde bulunduğumuz durumları algılarsak yanılma olasılığımız da büyük olur.
Dünyada son 20-30 yıldır gelişen teknolojilerin sunduğu imkanlarla beyinle ilgili yapılan araştırmalarda büyük artış oldu. Elde edilen sonuçlar da öyle gösteriyor ki, insana dair bilgilerimizi fazlasıyla gözden geçirmemize yol açacak. İnsanı anladıkça, günlük hayatımıza dair yaşanacak değişimlerin hayal ettiğimizden daha büyük olacağı kesin. Bu konuda bir ufuk açması açısından öğretmenlerin “2045 Avatar Projesi”ni internet ortamında takip etmelerini öneririm. Bugün artık “nöro pazarlama”, “nöro hukuk” gibi kavramlardan söz edilmektedir. Aynı şekilde eğitimde de, “nöro öğrenme”, “nöro sınıf yönetimi”, “nöro disiplin” gibi kavramlardan daha fazla söz edilecektir.
Beyne dair bilgilerin artmasıyla birlikte, çocuk ve ergenlerin beyin gelişimi, düşünme becerileri, öğrenme özellikleri, çalışma alışkanlıkları, duygusal tepkileri, davranış sorunları vb. pek çok konuda yeniden değerlendirmeler yapmak kaçınılmaz olacaktır. Bu konuların yüzeysel bir bilgiden öte daha derinlemesine bir anlayışla kavranması gerekir. Bir öğretmen, çocuğun davranışlarını “işine geldiği için öyle yapıyor” diye algılamak yerine, “beynin zorunlu ya da iradi fonksiyonu” olarak algıladığında, içindeki “sıkıntı”, merak edilen bir “bulmaca”ya dönüşecektir.
Unutmamak gerekir ki, her öğretmenin sınıfında öğrenci sayısı kadar beyin var. Sınıfta olup bitenler de, bu beyinlerin tepkilerine bağlıdır. Kendisinin verdiği tepkiler de kendi beyninin çıktısıdır. O halde, “Beyin nasıl çalışır?”, “Beynimiz neyi, niye yapar?”, “Beyin neleri sever, neleri sevmez?” gibi birçok soru artık eğitimcilerin daha fazla gündeminde olmalıdır.
Beynin Sevdiği Dört Şey
Yeni öğretim yılına başlarken, öğretmenlere beyinle ilgili birkaç ipucu vermekte yarar var. Sınıfa girdiğimiz andan itibaren karşımızda duran çocukların asla küçümsenmemesi gereken beyinleri, bizlerden kritik birkaç şeye özen göstermemizi ister.
Yeni Olan
Beyin “yeni” olanı sever. Yeni ortamlar, yeni insanlar, yeni konular beyin için ilgi çekicidir. Yeni olanın belirsizliği ve bilinmezliği beyni kendine doğru çeker. Beyin, keşfetmek, anlamak, kavramak ister. Böylece kendini daha güvende hisseder.
Öğretmenlerin, bir konuyu sınıfa sunmadan önce, o konuyla ilgili öğrencilerinde yenilik ve bilinmezlik duygusunu yaratmaları gerekir. Bunu da, soracakları soru, izletecekleri film, başlatacakları bir tartışma ile yapabilirler.
Zor Olan
Beyin, tehditler karşısında çok duyarlıdır. Öfkeli bir öğretmen, zorlu bir sınav, fazlaca verilmiş ödev, zor bir soru beyin açısından tehdittir. Tehditler karşısında beyin ya çözüm üretmek için harekete geçer ya da o tehditten uzaklaşır. Örneğin, akıldan hesaplama yapmamızı gerektirecek bir soru sorulursa, beynimiz çözüm üretene kadar o soruya takılıp kalır.
Öğretmenlerin, ders konularıyla ilgili olarak öğrencilerin beynini harekete geçirecek türden zorlayıcı soru ve sorgulamalar sunmalıdır öğrencilere. Ancak, bu zorlamalar çok abartılmamalı, beynin sadece bir iki adım önünde olmalıdır. Basit ama kritik bir öneri de “pedagojik kaygı” ile ilgilidir. Sınıfta, öğrencilere hafif düzeyde kaygı yaratarak öğrenme motivasyonu ve dikkati artırılabilir. Buna bağlı olarak, sınıfa bir soru sorulduğunda “Kim cevap verecek?” demek yerine, kendi seçeceği öğrenciden cevap istemelidir. Öğrencilere, “Bu konuda senin görüşün nedir?”, “Soruya nasıl bir cevap verebilirsin?” gibi hamleler yaparak her an hazır kalmaları sağlanabilir.
Anlamlı Olan
Öğrencilerle öğretmenleri sık sık karşı karşıya getiren temel sorunlardan biri de, öğrencilerin “Öğretmenim bu konu bizim ne işimize yarayacak?” sorusunda saklıdır. Öğrencinin bu sorusu genellikle öğretmen tarafından ukalalık olarak yorumlanır. Verilen cevaplar da daha çok “Bilginin iyisi kötüsü olmaz.”, “Sen uzmanlardan daha mı iyi bileceksin?” türündendir. Aslında öğrencinin sorduğu bu soru beyninin anlam arayışından kaynaklanmaktadır. Beyin, öğreneceği şeyle kendisi arasında bir anlam bağlantısı kurmak ister. Bu bağı kurduğunda daha iyi öğrenir.
Öğretmenler, öğrencilerle kuracakları kişisel ilişkileriyle, anlatacakları konunun hayatla bağlantısını kurarak, vereceği bilginin öğrencinin ne işine yarayacağını açık seçik ortaya koyarak, beynin bu anlam ihtiyacını gidermeleri beklenir.
Haz Verici Olan
Beynin birincil görevi güvenliği sağlamak, ikincil görevi ise haz almaktır. Güvende olduğunu hisseden beyin, en kısa sürede eğlenmeye yönelir. Bu nedenle, hangi işi yaparsa yapsın, severse, olumlu duygular hissederse, işi yaparken keyif alırsa çok daha iyi öğrenir. Buna karşın okullarımızda sınıf ortamlarının çok da eğlenceli olduğu söylenemez. Bu nedenle, öğrencilerin okula gitme heyecanı genellikle düşük olur.
Öğretmenler, öğretecekleri konunun ilgi çekici yanlarını ortaya koyarak, öğrencilerin hoşuna gidecek öğrenme-öğretme yöntemlerini kullanarak, beynin eğlenme ve haz alma ihtiyacını giderebilirler. Bu açıdan, derslerde müzikten yararlanmak, drama yöntemlerini kullanmak, film izletmek, dans ettirmek, espri ve mizahtan yararlanmak oldukça etkili sonuçlar doğuracaktır.
Öğretmenler Beyinle İlgili Bilgilerini Nasıl Artırabilir?
Öğretmenlerin beynimize dair bilgilerini geliştirmek adına fırsatlar sunulmalıdır. Bu kapsamda hem Milli Eğitim Bakanlığı’nın hem üniversitelerin hem de eğitim kurumlarının üzerlerine düşen sorumlulukları almaları gerekir. Beyne dair son yapılan bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu gerçeklerin, öğretmenlerin gündeminde olması gerekir.
Bu ihtiyacın bir ifadesi olarak Marmara Üniversitesi bünyesinde kurulan “Eğitim ve Beyin (Nöroeğitim) Platformu” ile iki yıldır düzenli eğitim ve seminer çalışmaları yapılmaktadır. Kurumsal kimliğe kavuşması için çalışmaların başlatıldığı platforma bütün eğitimcileri davet ediyoruz.
Hep birlikte yapacağımız “beyni öğrenme yolculuğu” sayesinde çocuklarımıza çok daha büyük değerler katacağız.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Yrd. Doç. Dr. Oktay Aydın / Marmara Üniversitesi
Öğretim yılı boyunca büyük emekler harcayan öğretmenlerin yaz tatili süresince bedenlerini ve zihinlerini tazelemiş olmaları çok önemlidir. Yaz aylarında, ortam değiştirebilen, kendi istediklerini yapmaya fırsat bulan, görüşemediği arkadaşlarıyla görüşebilen öğretmenler elbette tatilin hakkını daha çok vermişlerdir. Tazelenmiş enerjileri ile öğretim yılına daha hazır hale gelmiş olduklarını düşünmek mümkün. Hatta birçok öğretmenin okulunu, meslektaşlarını ve öğrencilerinin yürekten gelen seslerini özlediklerine de şüphe yok.
İnsan beyni, değişiklikleri sever. Değişimler beyni uyarır ve enerjisini artırır. Farklı şeylere yöneldiğinde de merak duygusu beslenir. Yeni durumlara uyum sağlamaya çalışırken yeni şeyler öğrenir ve bilgilerini zenginleştirir. Umarım ki, bütün öğretmenler, tatilin sunduğu fırsatları iyi değerlendirmiş ve beyinlerine iyi gelecek yatırımları yapmışlardır.
Yeni öğretim yılına başlarken öğretmenlere önerim, beyinle ilgili bilgilerini artırmaları ve beyni daha yakından tanımalarıdır.
Beyni Tanımak Neden Çok Önemlidir?
İnsanın çevre ile olan ilişkisi beyin aracılığıyla olur. Beynimiz, dış dünya ile sürekli alışveriş halindedir. Dış dünyadan etkilenir; dış dünyayı etkiler. Öğretmenlerin bu ilişkiyi kavraması ve söz konusu etkileşimin nasıl gerçekleştiğini bilmesi eğitim adına sanıldığından çok daha önemlidir. Psikoloji ve pedagojinin ortaya koyduğu kavram ve modeller elbette ki çok önemlidir. Ancak, günümüzde bu bilgileri beyne dair bilgilerle derinleştirmez ve büyük ölçüde sadece yorumlarla içinde bulunduğumuz durumları algılarsak yanılma olasılığımız da büyük olur.
Dünyada son 20-30 yıldır gelişen teknolojilerin sunduğu imkanlarla beyinle ilgili yapılan araştırmalarda büyük artış oldu. Elde edilen sonuçlar da öyle gösteriyor ki, insana dair bilgilerimizi fazlasıyla gözden geçirmemize yol açacak. İnsanı anladıkça, günlük hayatımıza dair yaşanacak değişimlerin hayal ettiğimizden daha büyük olacağı kesin. Bu konuda bir ufuk açması açısından öğretmenlerin “2045 Avatar Projesi”ni internet ortamında takip etmelerini öneririm. Bugün artık “nöro pazarlama”, “nöro hukuk” gibi kavramlardan söz edilmektedir. Aynı şekilde eğitimde de, “nöro öğrenme”, “nöro sınıf yönetimi”, “nöro disiplin” gibi kavramlardan daha fazla söz edilecektir.
Beyne dair bilgilerin artmasıyla birlikte, çocuk ve ergenlerin beyin gelişimi, düşünme becerileri, öğrenme özellikleri, çalışma alışkanlıkları, duygusal tepkileri, davranış sorunları vb. pek çok konuda yeniden değerlendirmeler yapmak kaçınılmaz olacaktır. Bu konuların yüzeysel bir bilgiden öte daha derinlemesine bir anlayışla kavranması gerekir. Bir öğretmen, çocuğun davranışlarını “işine geldiği için öyle yapıyor” diye algılamak yerine, “beynin zorunlu ya da iradi fonksiyonu” olarak algıladığında, içindeki “sıkıntı”, merak edilen bir “bulmaca”ya dönüşecektir.
Unutmamak gerekir ki, her öğretmenin sınıfında öğrenci sayısı kadar beyin var. Sınıfta olup bitenler de, bu beyinlerin tepkilerine bağlıdır. Kendisinin verdiği tepkiler de kendi beyninin çıktısıdır. O halde, “Beyin nasıl çalışır?”, “Beynimiz neyi, niye yapar?”, “Beyin neleri sever, neleri sevmez?” gibi birçok soru artık eğitimcilerin daha fazla gündeminde olmalıdır.
Beynin Sevdiği Dört Şey
Yeni öğretim yılına başlarken, öğretmenlere beyinle ilgili birkaç ipucu vermekte yarar var. Sınıfa girdiğimiz andan itibaren karşımızda duran çocukların asla küçümsenmemesi gereken beyinleri, bizlerden kritik birkaç şeye özen göstermemizi ister.
Yeni Olan
Beyin “yeni” olanı sever. Yeni ortamlar, yeni insanlar, yeni konular beyin için ilgi çekicidir. Yeni olanın belirsizliği ve bilinmezliği beyni kendine doğru çeker. Beyin, keşfetmek, anlamak, kavramak ister. Böylece kendini daha güvende hisseder.
Öğretmenlerin, bir konuyu sınıfa sunmadan önce, o konuyla ilgili öğrencilerinde yenilik ve bilinmezlik duygusunu yaratmaları gerekir. Bunu da, soracakları soru, izletecekleri film, başlatacakları bir tartışma ile yapabilirler.
Zor Olan
Beyin, tehditler karşısında çok duyarlıdır. Öfkeli bir öğretmen, zorlu bir sınav, fazlaca verilmiş ödev, zor bir soru beyin açısından tehdittir. Tehditler karşısında beyin ya çözüm üretmek için harekete geçer ya da o tehditten uzaklaşır. Örneğin, akıldan hesaplama yapmamızı gerektirecek bir soru sorulursa, beynimiz çözüm üretene kadar o soruya takılıp kalır.
Öğretmenlerin, ders konularıyla ilgili olarak öğrencilerin beynini harekete geçirecek türden zorlayıcı soru ve sorgulamalar sunmalıdır öğrencilere. Ancak, bu zorlamalar çok abartılmamalı, beynin sadece bir iki adım önünde olmalıdır. Basit ama kritik bir öneri de “pedagojik kaygı” ile ilgilidir. Sınıfta, öğrencilere hafif düzeyde kaygı yaratarak öğrenme motivasyonu ve dikkati artırılabilir. Buna bağlı olarak, sınıfa bir soru sorulduğunda “Kim cevap verecek?” demek yerine, kendi seçeceği öğrenciden cevap istemelidir. Öğrencilere, “Bu konuda senin görüşün nedir?”, “Soruya nasıl bir cevap verebilirsin?” gibi hamleler yaparak her an hazır kalmaları sağlanabilir.
Anlamlı Olan
Öğrencilerle öğretmenleri sık sık karşı karşıya getiren temel sorunlardan biri de, öğrencilerin “Öğretmenim bu konu bizim ne işimize yarayacak?” sorusunda saklıdır. Öğrencinin bu sorusu genellikle öğretmen tarafından ukalalık olarak yorumlanır. Verilen cevaplar da daha çok “Bilginin iyisi kötüsü olmaz.”, “Sen uzmanlardan daha mı iyi bileceksin?” türündendir. Aslında öğrencinin sorduğu bu soru beyninin anlam arayışından kaynaklanmaktadır. Beyin, öğreneceği şeyle kendisi arasında bir anlam bağlantısı kurmak ister. Bu bağı kurduğunda daha iyi öğrenir.
Öğretmenler, öğrencilerle kuracakları kişisel ilişkileriyle, anlatacakları konunun hayatla bağlantısını kurarak, vereceği bilginin öğrencinin ne işine yarayacağını açık seçik ortaya koyarak, beynin bu anlam ihtiyacını gidermeleri beklenir.
Haz Verici Olan
Beynin birincil görevi güvenliği sağlamak, ikincil görevi ise haz almaktır. Güvende olduğunu hisseden beyin, en kısa sürede eğlenmeye yönelir. Bu nedenle, hangi işi yaparsa yapsın, severse, olumlu duygular hissederse, işi yaparken keyif alırsa çok daha iyi öğrenir. Buna karşın okullarımızda sınıf ortamlarının çok da eğlenceli olduğu söylenemez. Bu nedenle, öğrencilerin okula gitme heyecanı genellikle düşük olur.
Öğretmenler, öğretecekleri konunun ilgi çekici yanlarını ortaya koyarak, öğrencilerin hoşuna gidecek öğrenme-öğretme yöntemlerini kullanarak, beynin eğlenme ve haz alma ihtiyacını giderebilirler. Bu açıdan, derslerde müzikten yararlanmak, drama yöntemlerini kullanmak, film izletmek, dans ettirmek, espri ve mizahtan yararlanmak oldukça etkili sonuçlar doğuracaktır.
Öğretmenler Beyinle İlgili Bilgilerini Nasıl Artırabilir?
Öğretmenlerin beynimize dair bilgilerini geliştirmek adına fırsatlar sunulmalıdır. Bu kapsamda hem Milli Eğitim Bakanlığı’nın hem üniversitelerin hem de eğitim kurumlarının üzerlerine düşen sorumlulukları almaları gerekir. Beyne dair son yapılan bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu gerçeklerin, öğretmenlerin gündeminde olması gerekir.
Bu ihtiyacın bir ifadesi olarak Marmara Üniversitesi bünyesinde kurulan “Eğitim ve Beyin (Nöroeğitim) Platformu” ile iki yıldır düzenli eğitim ve seminer çalışmaları yapılmaktadır. Kurumsal kimliğe kavuşması için çalışmaların başlatıldığı platforma bütün eğitimcileri davet ediyoruz.
Hep birlikte yapacağımız “beyni öğrenme yolculuğu” sayesinde çocuklarımıza çok daha büyük değerler katacağız.
Son Güncelleme: Perşembe, 17 Eylül 2015 16:18
Gösterim: 4184

