Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
1960 yılında İnşaat Yüksek Mühendisi Fahamettin Akıngüç’ün temellerini attığı İstanbul Kültür Eğitim Kurumları, Kültür Koleji ve Kültür2000 Koleji’nde 3000’i aşan öğrenciye ev sahipliği yapıyor. İstanbul Kültür Eğitim Kurumları Okullar Koordinatörü Biriz Kutoğlu, kurumun profilini 10 Soruda bölümünde anlattı.
1. Kurucusu kimdir?
İnşaat Yüksek Mühendisi Fahamettin Akıngüç.
2. Ne zaman kuruldu?
İnşaat Yüksek Mühendisi Fahamettin Akıngüç’ün kurucusu olduğu Kültür Kolejinin tarihçesi 26 Eylül 1960’ta Bahçelievler, İstanbul’da başlıyor. Kültür Kolejinde ilkokul, ortaokul ve lise eğitiminin sunulduğu bu yıllarda özel okullar kamuoyu tarafından pek bilinmemekte ve benimsenmemekteydi. Kültür Koleji, dünyada eğitim konusundaki gelişmeleri takip ederek sunduğu nitelikli eğitim hizmetleriyle kamuoyunun güvenini kazanarak bugüne kadar birçok mezun vermiştir ve vermeyi sürdürmektedir. Bugün, Kültür Koleji, Kültür2000 Koleji ve İstanbul Kültür Üniversitesi tarihinden gelen birikiminden, mezunlarından ve çalışanlarından aldığı güç ile öncü, dinamik ve köklü bir kuruluş olarak eğitim sektöründe önemli bir yere sahiptir.
3. Kısa tarihçesi ve dönüm noktaları nelerdir?
Eğitimin bireysel ve bireye özgü bir iş olduğu anlayışıyla eğitim yaşamını sürdüren Kültür Koleji, 1960 yılında kurulmuş olup 1992 yılına kadar Şirinevler, Haznedar ve İncirli’de anaokulundan lise bitimine kadar olan eğitim kademelerinde eğitim yaşamını çağın gereklerine ve öğrencilerin gereksinimlerine uygun olarak sürdürmüştür. 1992 yılından itibaren Ataköy 9. Kısımda bulunan bugünkü yerleşkesinde, bölgede önemli bir gereksinimi karşılamaktadır; 3 yaşından 18 yaşına kadar olan çocuk ve gençlere ileri teknoloji ile donatılmış ortamlarda verdiği nitelikli hizmetle, öğretimde bütünlük ve sürekliliği sağlayarak eğitim yaşamını sürdürmektedir.
Akıngüç ailesi, 1998 yılında iki dilli (İngilizce-Türkçe) öğretimi, Çoklu Zekâ Kuramına göre düzenlenen öğrenci merkezli, etkin öğrenme ilkeli müfredatı ve güçlü fiziksel yapısıyla Büyükçekmece’de Kültür2000 Kolejini kurmuşlardır. Kültür2000 Kolejisunduğu uluslararası günümüzde iki anaokulu, bir ilkokul, bir ortaokul ve bir Anadolu Lisesi ve bir fen lisesi ile eğitime devam etmektedir.
TBMM'de 9 Temmuz 1997 tarihinde kabul edilen 4281 sayılı Yasa ile kurulmuş bir vakıf üniversitesi olan İstanbul Kültür Üniversitesi, Kültür Koleji Eğitim Vakfı (KEV) tarafından kurulmuş ve 2547 sayılı Kanunun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip bir üniversitedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk milletinin "çağdaş medeniyet seviyesini aşma" yolunda değişmez hedefine ulaşması, gençlerimizin, hangi aşamada olursa olsun, nitelikli bir eğitim almaları ile ancak mümkündür. Bu bağlamda, İstanbul Kültür Üniversitesi’nin ana amacı kaliteli yükseköğretim yapmaktır.
4. Kaç kampüste eğitim – öğretim faaliyetleri sürdürülüyor?
İki kampüste eğitim – öğretim gerçekleştiriliyor. Kültür Koleji Yerleşkesi Ataköy’de, Kültür2000 Koleji Yerleşkesi Büyükçekmece Alkent2000’de bulunuyor.
5. Hangi kademelerde kaç öğrenci okuyor?
Kültür Koleji anaokulu, ilkokul, ortaokul, Anadolu lisesi, fen lisesi kademlerinde 2000’in üzerinde, Kültür2000 Koleji anaokulu, ilkokul, ortaokul, Anadolu lisesi, fen lisesi kademelerinde ise 1000’in üzerinde öğrenci okuyor.
6. İdari ve akademik kadroda çalışan sayıları nedir?
Kültür Koleji ve Kültür2000 Koleji’nde 400’ün üzerinde de idari ve akademik personel bulunmaktadır.
7. Bugüne kadar kaç mezun verdi?
Kültür Koleji ve Kültür2000 Koleji bugüne kadar 20 binin üzerinde mezun verdi. 1989 yılında kurulan Kültür Koleji Mezunlar Derneğine kayıtlı 10 binin üzerinde mezun var. Öğrencisiyle, öğretmen ve mezunuyla, “Kültür”lülerbir büyük aile gibi hareket ediyor. Şu anda Kültür Kolejinden ilk mezun olan pek çok kişi kurum içerisinde farklı görevlerde bulunuyor. Örneğin Hukuk Kurulu Başkanı’ndan Mezunlar Derneği Başkanına kadar…Binlerce mezunumuz, yurt içi ve yurt dışında spordan sanata, bilimden siyasete kadar pek çok sektörde lider görevdeler. Başkonsolos, NBA oyuncusu, milli tenisçi, Harward’da bilim insanı, Türk pop müziği sanatçıları olmak üzere… pek çok meslek grubunda mezunumuz, okulun misyonuna göre verdiği eğitimin sonucu olarak günlük hayatta karşımıza çıkıyor.
8. Eğitim felsefesi ve programları nedir?
Kültür Koleji ve Kültür2000 Koleji ulusal değerlere saygılı, Atatürk cumhuriyetinin ilke ve değerlerine sahip, evrensel değerlerle donanmış, sosyal ve toplumsal duyarlılığı gelişmiş, kendine güvenen, sanata ve spora ilgi duyan, çevre bilinci gelişmiş, eleştiren, sorgulayan bireyler yetiştirir. Üstün akademik başarıyı hedeflerken, mezunlarını bir üst eğitim kurumuna tam donanımlı biçimde hazırlar Dünya’yı ve Türkiye’yi takip ederken merkezinde her zaman öğrenci var. Her yönüyle dünya vatandaşı yetiştiren Kültür Koleji öğrencileri, bilimsel süreç becerilerini kazanmış, İngilizceyi çok iyi konuşan, pozitif bilimin bakış açısına sahip bireyler olarak yetişir. Sanat kültürüve spor kültürü ile bezenir. Laik, demokratik olacak, çok kültürlü bir anlayışa sahiptir.Kültür Koleji ulusal programın yanında AP uluslararası programını, Kültür 2000 Koleji ise ulusal programla birlikte Bakalorya programını uygular. Her iki kampüste de uluslararası program uygulanır.
9. Yabancı dilde nasıl bir program uygulanıyor?
Kültür Koleji İngilizce eğitiminin niteliği ile bilinen bir okul… Anaokulu öğrencileri 3 yaştan itibaren yoğun bir İngilizce programı ile eğitim alır. Öğrenciler 5 yalına geldiklerinde bilingual eğitim devreye girer ve ilkokul eğitimi boyunca devam eder.
İlkokul sonra 5. sınıftan itibaren İngilizce hazırlık programı uygulanır.
Anadolu liseleri ise hazırlık sınıfı bulunan ve eğitim dili İngilizce olan bir programa sahiptir. 9 ve 10.sınıflarda sayısal derslerin eğitim dili İngilizcedir. 11 ve 12.sınıflarda eğitim dili Türkçedir.
10. İnovatif uygulamaları nelerdir?
Anaokulundan itibaren “algoritmik düşünme ve kodlama” başlı başına bir ders olarak eğitim programına dahil edilmiştir. Kampüslerdeki “İnovasyon Merkezleri” ve “Bilim Merkezleri”; anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerimize arduino, robotik, sanal gerçeklik uygulamaları, greenbox teknolojisi, 3D yazıcılarla üretim gibi çok sayıda alternatif öğrenme yaşantısı olanağı sunuyor. Gelecek, “tasarım, yaratıcılık ve inovasyon” üzerine yapılandırılırken Kültür Koleji ve Kültür2000 Koleji “Gelecek Tasarımı Programı” ile öğrencileri hayal ederken üretmeye özendiriyor. Gelecek Tasarımı Programı; bireysel gelişim çatısı altında öğrencilere üst düzey zihinsel beceri kazandırmayı hedefleyen pek çok farklı uygulamayı kapsıyor. “Future Kültür”, “Girişimcilik”, “Patent ve Telif Farkındalığı” Gelecek Tasarımı Programının temel yapı taşları.“Hayat Bilgisinden” “Gelecek Bilgisine” yeni nesil ders anlayışıyla hazırlanan “Future Kültür” dersi, üç yıl önce Kültür Koleji ve Kültür2000 Kolejinde uygulanmaya başladı. Yapay zekâlı robotlardan, akıllı şehirlere, yenilenebilir enerjiden dijital paraya, otonom araçlardan uzayda yaşama kadar geniş bir içeriğe sahip olan “Future Kültür” dersi, uzman eğitimcilerle öğrencilerini not kaygısından uzak tutarak geleceği bugünden düşündürtüyor. 3 yıl önce Kültür Koleji ve Kültür2000 Koleji kampuslarında açılan Evreka Ön Kuluçka Merkezi, Türkiye’de lise düzeyinde açılan ilk ön kuluçka merkezi olma özelliğini taşıyor. Bu merkezde, bir iş fikri ya da yaratıcı projesi olan öğrencilere, pek çok olanak sağlanıyor.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
1960 yılında İnşaat Yüksek Mühendisi Fahamettin Akıngüç’ün temellerini attığı İstanbul Kültür Eğitim Kurumları, Kültür Koleji ve Kültür2000 Koleji’nde 3000’i aşan öğrenciye ev sahipliği yapıyor. İstanbul Kültür Eğitim Kurumları Okullar Koordinatörü Biriz Kutoğlu, kurumun profilini 10 Soruda bölümünde anlattı.
1. Kurucusu kimdir?
İnşaat Yüksek Mühendisi Fahamettin Akıngüç.
2. Ne zaman kuruldu?
İnşaat Yüksek Mühendisi Fahamettin Akıngüç’ün kurucusu olduğu Kültür Kolejinin tarihçesi 26 Eylül 1960’ta Bahçelievler, İstanbul’da başlıyor. Kültür Kolejinde ilkokul, ortaokul ve lise eğitiminin sunulduğu bu yıllarda özel okullar kamuoyu tarafından pek bilinmemekte ve benimsenmemekteydi. Kültür Koleji, dünyada eğitim konusundaki gelişmeleri takip ederek sunduğu nitelikli eğitim hizmetleriyle kamuoyunun güvenini kazanarak bugüne kadar birçok mezun vermiştir ve vermeyi sürdürmektedir. Bugün, Kültür Koleji, Kültür2000 Koleji ve İstanbul Kültür Üniversitesi tarihinden gelen birikiminden, mezunlarından ve çalışanlarından aldığı güç ile öncü, dinamik ve köklü bir kuruluş olarak eğitim sektöründe önemli bir yere sahiptir.
3. Kısa tarihçesi ve dönüm noktaları nelerdir?
Eğitimin bireysel ve bireye özgü bir iş olduğu anlayışıyla eğitim yaşamını sürdüren Kültür Koleji, 1960 yılında kurulmuş olup 1992 yılına kadar Şirinevler, Haznedar ve İncirli’de anaokulundan lise bitimine kadar olan eğitim kademelerinde eğitim yaşamını çağın gereklerine ve öğrencilerin gereksinimlerine uygun olarak sürdürmüştür. 1992 yılından itibaren Ataköy 9. Kısımda bulunan bugünkü yerleşkesinde, bölgede önemli bir gereksinimi karşılamaktadır; 3 yaşından 18 yaşına kadar olan çocuk ve gençlere ileri teknoloji ile donatılmış ortamlarda verdiği nitelikli hizmetle, öğretimde bütünlük ve sürekliliği sağlayarak eğitim yaşamını sürdürmektedir.
Akıngüç ailesi, 1998 yılında iki dilli (İngilizce-Türkçe) öğretimi, Çoklu Zekâ Kuramına göre düzenlenen öğrenci merkezli, etkin öğrenme ilkeli müfredatı ve güçlü fiziksel yapısıyla Büyükçekmece’de Kültür2000 Kolejini kurmuşlardır. Kültür2000 Kolejisunduğu uluslararası günümüzde iki anaokulu, bir ilkokul, bir ortaokul ve bir Anadolu Lisesi ve bir fen lisesi ile eğitime devam etmektedir.
TBMM'de 9 Temmuz 1997 tarihinde kabul edilen 4281 sayılı Yasa ile kurulmuş bir vakıf üniversitesi olan İstanbul Kültür Üniversitesi, Kültür Koleji Eğitim Vakfı (KEV) tarafından kurulmuş ve 2547 sayılı Kanunun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip bir üniversitedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk milletinin "çağdaş medeniyet seviyesini aşma" yolunda değişmez hedefine ulaşması, gençlerimizin, hangi aşamada olursa olsun, nitelikli bir eğitim almaları ile ancak mümkündür. Bu bağlamda, İstanbul Kültür Üniversitesi’nin ana amacı kaliteli yükseköğretim yapmaktır.
4. Kaç kampüste eğitim – öğretim faaliyetleri sürdürülüyor?
İki kampüste eğitim – öğretim gerçekleştiriliyor. Kültür Koleji Yerleşkesi Ataköy’de, Kültür2000 Koleji Yerleşkesi Büyükçekmece Alkent2000’de bulunuyor.
5. Hangi kademelerde kaç öğrenci okuyor?
Kültür Koleji anaokulu, ilkokul, ortaokul, Anadolu lisesi, fen lisesi kademlerinde 2000’in üzerinde, Kültür2000 Koleji anaokulu, ilkokul, ortaokul, Anadolu lisesi, fen lisesi kademelerinde ise 1000’in üzerinde öğrenci okuyor.
6. İdari ve akademik kadroda çalışan sayıları nedir?
Kültür Koleji ve Kültür2000 Koleji’nde 400’ün üzerinde de idari ve akademik personel bulunmaktadır.
7. Bugüne kadar kaç mezun verdi?
Kültür Koleji ve Kültür2000 Koleji bugüne kadar 20 binin üzerinde mezun verdi. 1989 yılında kurulan Kültür Koleji Mezunlar Derneğine kayıtlı 10 binin üzerinde mezun var. Öğrencisiyle, öğretmen ve mezunuyla, “Kültür”lülerbir büyük aile gibi hareket ediyor. Şu anda Kültür Kolejinden ilk mezun olan pek çok kişi kurum içerisinde farklı görevlerde bulunuyor. Örneğin Hukuk Kurulu Başkanı’ndan Mezunlar Derneği Başkanına kadar…Binlerce mezunumuz, yurt içi ve yurt dışında spordan sanata, bilimden siyasete kadar pek çok sektörde lider görevdeler. Başkonsolos, NBA oyuncusu, milli tenisçi, Harward’da bilim insanı, Türk pop müziği sanatçıları olmak üzere… pek çok meslek grubunda mezunumuz, okulun misyonuna göre verdiği eğitimin sonucu olarak günlük hayatta karşımıza çıkıyor.
8. Eğitim felsefesi ve programları nedir?
Kültür Koleji ve Kültür2000 Koleji ulusal değerlere saygılı, Atatürk cumhuriyetinin ilke ve değerlerine sahip, evrensel değerlerle donanmış, sosyal ve toplumsal duyarlılığı gelişmiş, kendine güvenen, sanata ve spora ilgi duyan, çevre bilinci gelişmiş, eleştiren, sorgulayan bireyler yetiştirir. Üstün akademik başarıyı hedeflerken, mezunlarını bir üst eğitim kurumuna tam donanımlı biçimde hazırlar Dünya’yı ve Türkiye’yi takip ederken merkezinde her zaman öğrenci var. Her yönüyle dünya vatandaşı yetiştiren Kültür Koleji öğrencileri, bilimsel süreç becerilerini kazanmış, İngilizceyi çok iyi konuşan, pozitif bilimin bakış açısına sahip bireyler olarak yetişir. Sanat kültürüve spor kültürü ile bezenir. Laik, demokratik olacak, çok kültürlü bir anlayışa sahiptir.Kültür Koleji ulusal programın yanında AP uluslararası programını, Kültür 2000 Koleji ise ulusal programla birlikte Bakalorya programını uygular. Her iki kampüste de uluslararası program uygulanır.
9. Yabancı dilde nasıl bir program uygulanıyor?
Kültür Koleji İngilizce eğitiminin niteliği ile bilinen bir okul… Anaokulu öğrencileri 3 yaştan itibaren yoğun bir İngilizce programı ile eğitim alır. Öğrenciler 5 yalına geldiklerinde bilingual eğitim devreye girer ve ilkokul eğitimi boyunca devam eder.
İlkokul sonra 5. sınıftan itibaren İngilizce hazırlık programı uygulanır.
Anadolu liseleri ise hazırlık sınıfı bulunan ve eğitim dili İngilizce olan bir programa sahiptir. 9 ve 10.sınıflarda sayısal derslerin eğitim dili İngilizcedir. 11 ve 12.sınıflarda eğitim dili Türkçedir.
10. İnovatif uygulamaları nelerdir?
Anaokulundan itibaren “algoritmik düşünme ve kodlama” başlı başına bir ders olarak eğitim programına dahil edilmiştir. Kampüslerdeki “İnovasyon Merkezleri” ve “Bilim Merkezleri”; anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerimize arduino, robotik, sanal gerçeklik uygulamaları, greenbox teknolojisi, 3D yazıcılarla üretim gibi çok sayıda alternatif öğrenme yaşantısı olanağı sunuyor. Gelecek, “tasarım, yaratıcılık ve inovasyon” üzerine yapılandırılırken Kültür Koleji ve Kültür2000 Koleji “Gelecek Tasarımı Programı” ile öğrencileri hayal ederken üretmeye özendiriyor. Gelecek Tasarımı Programı; bireysel gelişim çatısı altında öğrencilere üst düzey zihinsel beceri kazandırmayı hedefleyen pek çok farklı uygulamayı kapsıyor. “Future Kültür”, “Girişimcilik”, “Patent ve Telif Farkındalığı” Gelecek Tasarımı Programının temel yapı taşları.“Hayat Bilgisinden” “Gelecek Bilgisine” yeni nesil ders anlayışıyla hazırlanan “Future Kültür” dersi, üç yıl önce Kültür Koleji ve Kültür2000 Kolejinde uygulanmaya başladı. Yapay zekâlı robotlardan, akıllı şehirlere, yenilenebilir enerjiden dijital paraya, otonom araçlardan uzayda yaşama kadar geniş bir içeriğe sahip olan “Future Kültür” dersi, uzman eğitimcilerle öğrencilerini not kaygısından uzak tutarak geleceği bugünden düşündürtüyor. 3 yıl önce Kültür Koleji ve Kültür2000 Koleji kampuslarında açılan Evreka Ön Kuluçka Merkezi, Türkiye’de lise düzeyinde açılan ilk ön kuluçka merkezi olma özelliğini taşıyor. Bu merkezde, bir iş fikri ya da yaratıcı projesi olan öğrencilere, pek çok olanak sağlanıyor.
Son Güncelleme: Salı, 23 Kasım 2021 15:35
Gösterim: 2126
“Muhteşem Yüzyıl” dizisi ile gönüllerde taht kuran, Alman asıllı oyuncu Meryem Uzerli kariyeri, yeni projeleri, ailesi ve kendisine ilişkin merak edilenleri MAG'a anlattı.
* Geçmişte gerçekten yaşamış, tarihi bir karakteri oynamak bir onurdu.
* Benim için hikâye, oynayacağım karakter ve projeye karşı ne hissettiğim çok önemli.
* İnsanların benim yaptığım işi sevmesi beni çok mutlu ediyor.
* Oynayacağım karakterle yatar, onunla kalkarım. Kısacası tüm varlığım ve tüm dünyam o karakter olur.
* Benim için kalıcı olan kalbin güzel olması, gerisi önemli değil.
Ülkemizde oyunculuğa başlamadan önce Almanya’da da birçok dizi ve filmde rol aldınız. Türkiye yolculuğuna atılmaya nasıl karar verdiniz?
Aslında daha çok tiyatro oynadım. Arada da bazı TV ve film projelerinde yer aldım; fakat büyük roller değildi. Esas büyük rolleri tiyatroda oynamıştım.
Tarihi bir karaktere can verdiniz... Hürrem Sultan’ı oynamak sizin için ne anlam ifade ediyor?
Gerçekten geçmişte yaşayan, tarihi bir karakteri oynamak büyük bir onur. Elimden geleni yaptım. Bir sanatçı olarak onun ruhunu tekrardan hayatımıza getirmek için. Ne olursa olsun bir an gelir, senin sanatçı olarak o karakterin üzerinde tüm okuduklarını ve duyduklarını unutman lazım… Olaya duygusal olarak yaklaşmanız gerekiyor. Sadece hissetmeye ve yaşamaya çalıştım o karakteri.
Kovan filmi ile beraber ilk kez yönetmeni kadın olan, bağımsız bir filmde rol aldınız. Bu sizin için nasıl bir duygu?
Ben erkek ya da kadın arasında bir ayrıma gitmiyorum. Sonuçta herkes benim için özel bir insan, özel bir kişilik... Herkes farklı karekterde..Her erkek aynı değil, her kadın da aynı değil. Cinsiyet olarak farklılaştırmıyorum kimseyi... Ben insan kim ona bakarım.
Bağımsız film mi ya da değil mi ona da bakmam. Ben bir sanatçıyım..Benim için önemli olan hikaye , oynayacağım karakter ve projeye karşı ne hissettiğim... Bu film, dizi, tiyatro ya da başka bir şey olabilir. Benim için farketmezaçıkcası kafamda öyle bir ayrım yok.
Kovan filminin senaryosu ilk geldiğinde neler hissettiniz?
Duygulandım. Gerçek bir hikaye... Çok güzel, derin ve anlamlı bir senaryo... Filmdeki ‘Ayşe’ karakteri ilk andan itibaren içime sinen bir karakter oldu. Hemen rolümü canlandırmak, onu yaşamak istemiştim. O yolculuğu, tüm sanatçı varlığım ile hissetmek istemiştim. Bana hem heyecan ve mutluluk, hem de yoğun bir duygusallık yaşattı.
Film pandemi dönemine denk geldi. Beklediğiniz ilgiyi gördü mü?
Benim bir beklentim yoktu. Her proje mutlaka yolunu bulur, ‘Kovan’ filmi de kendi yolunu buldu. En büyük dijital platformlardan biri ilk defa, bir sanat filmini olan Kovan’ı satın aldı ve tüm dünyaya gösteriyor. Şu an yüz doksan ülkede gösteriliyor. Biz de ekip olarak bu durumdan gurur duyuyoruz çünkü dünyada merak eden herkes bu derin mesajlı filmi izleyebiliyor. Bu muhteşem bir his... Film, iki haftadan fazla bir numarada kaldı. Kısacası hiçbir beklenti olmamasına rağmen düşündüğümden çok daha iyi oldu.
Türkiye’de çok tanınan ve beğenilen bir oyuncu olmak size neler hissettiriyor? Hayatınızda neler değişti?
İnsanların benim yaptığım işi sevmesi beni çok mutlu ediyor. Zaten bu her sanatçıyı mutlu eder diye düşünüyorum. Demek ki beni bir duygusal varlık olarak hissediyorlar. Daha büyük bir hediye olamaz. Bir sanatçı için.. Bir insan için.. Aslında hayatımda bu durumun bana kattığı mutluluk dışında çok bir şey değişmedi. Bunun dışında farklı ülkelere yaptığım iş seyahatlerim çoğaldı, yoğunluğum arttı diyebilirim.
Türkiye’deki dizi sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu aralar çok güzel projeler için toplantılar yapıyorum. Hepsini değerlendirme sürecindeyim. Seneye dijital platformda yayınlanacak güzel bir dizi var ama şu anda bu yolculuğun daha başındayız. Hazırlıklar yolunda giderse seneye ilkbaharında planlandığı gibi çekimler başlayacağız. Çok sevdiğim oyuncular ile yeni bir serüven... Oyuncular kısmı sürpriz olsun.
Şu ana kadar oynamaktan en çok keyif aldığınız karakter hangisiydi?
DarioFo’nun ‘Ödenmeyecek Ödemiyoruz’ adlı tiyatro oyununda canlandırdığım karakterin bana inanılmaz zevk verdiğini hatırlıyorum.
Canlandırdığınız karakterler sizin için ne anlam ifade ediyor?
Bir karakteri canlandırırken benim yaşadığım hayat ve ruh bir anda o karaktere bürünüyor. O an benim hayatımın anlamı o oluyor. Oynayacağım karakterle yatar, onunla kalkarım. Kısacası tüm varlığım ve tüm dünyam o karakter olur.
Oyuncu olmasaydınız hangi mesleği seçerdiniz?
Psikolog olurdum.
Unutamadığınız bir set anınızı paylaşır mısınız?
Bir keresinde sette çok ağır gülme krizine girdiğimiz bir olay olmuştu. Partnerim ve ben iki saat boyunca gülme krizine girdiğimiz için bir türlü planı çekememiştik. Başka bir anımda da ağlamam gereken bir sahnede ağlayamadım. Ağlamam için göz yakan bir krem sürmüştük. Krem o kadar etkiliydi ki çekimden sonra iki gün boyunca görmekte zorlanıyordum. Bir keresinde de rolü alabilmek için herkese ata binebiliyorum demiştim. Atlı sahnelerin çekim sırası geldiğinde ise korkudan sürekli ezberlediklerimi unutuyordum. Şimdi aklıma geldikçe bu olaya çok gülüyorum.
Pandemi sürecinden önce Türkiye ve Almanya arasında gidip geliyordunuz. İki nokta arasındaki yolculuktan memnun muydunuz?
Aslında düzenim hala bu şekilde devam ediyor. Ben yılın yarısında Türkiye’de, yarısında ise Almanya’da yaşıyorum. İnsanlar bütün zamanımı Almanya’da geçirdiğimi sanıyorlar ama durum öyle değil. Ben hem İstanbul’da, hem de Berlin’deyim ve bu durumdan çok mutluyum.
Karantina süreciniz nasıl geçti? Bu süreçte neler yaptınız?
Bütün zamanımı evde geçirdim, üstüne üstlük hamileydim. Bu süreç boyunca hep ailemleydim. Evde Lara ile sürekli oyunlar oynadık.
Berlin’de kafe açma fikri nereden çıktı? Kararınızdan memnun musunuz? Kafeye gelenler sizi görebiliyor mu?
Biz zaten yıllardır ‘NoshNosh’ konseptimizi konuşuyorduk. Sonunda beş kişilik bir grup olarak markamızı yarattık ve hayallerimizi gerçekleştirmiş olduk. Çocukluğumda gece birinin beni çikolata dükkânına kapatmasının hayalini kurardım. NoshNosh’da çikolata çeşitleri, fındık, fıstık, kahve ve ev yapımı limonata gibi ürünler var. Ekip olarak işimizden çok memnunuz. Ben de kendi işlerimden vakit bulduğum zamanlarda kafeye gidiyorum, insanlar ile sohbetler ediyorum.
Yoğun çalışma temposunda kendinize ve çocuklarınıza nasıl vakit ayırıyorsunuz?
Kendime vakit ayırmak ne demek bilmiyorum. Sadece çalışıyorum ya da çocuklarımla vakit geçiriyorum. Kalan vaktimde de arkadaşlarım ile buluşuyorum. Bu dönemde annem ve babamı görmek için onları İstanbul’a davet ettim. Gerçekten çok yoğun bir tempo... Hiçbir zaman yalnız kalıp, dinlenemiyorum.
Çocuklarınız ile birlikte yapmaktan en çok keyif aldığınız şey nedir?
Lara ile oynamak ve sohbet etmek... Onunla yan yana uyumak ve ona sarılmak... Sabahları ona kahvaltı hazırlamak, onu okula götürmek ve okul çıkışı almak... Birlikte futbol oynamak ve resim çizmek... Bebeğim Lily ile oynamaktan ve ona mamasını yedirmekten büyük keyif alıyorum. Üstümde uyuduğu anlarda birlikte nefes almak...
Çocuklarınızın da sizin gibi oyuncu olmasını ister misiniz?
Benim kafamda onlar için tek bir düşünce var. Ne yaparlarsa yapsınlar, hangi mesleği seçerlerse seçsinler hep çok mutlu olsunlar.
Kendinizi üç kelime ile tanımlar mısınız?
Sevgi dolu, hassas, melankolik...
Çok dikkat çekici bir güzelliğiniz var. Bu güzelliğinizin altında yatan sır nedir?
Bilmiyorum... Çok teşekkür ederim. Aslında siz beni öyle görüyorsunuz. Belki kalbimi hissediyorsunuzdur. Benim için kalıcı olan kalbin güzel olması, gerisi önemli değil.
Son olarak gelecek ile ilgili hayalleriniz neler?
Daha sağlıklı yaşamak ve bahçeli bir evde oturmak. Şu an bir apartman dairesinde oturuyoruz. Bahçeli bir evin güzel olacağını düşünüyorum. Bir de annemi ve babamı daha çok görmek istiyorum. Yeni bir bisiklet alabilirim. En büyük hayalim çocuklarım Lara ve Lily’ye güzel bir gelecek yaratmak ve bu dünyada kadın erkek eşitliğini nihayet görebilmek.
RÖPORTAJ: PINAR AKALAN FOTOĞRAF: EMRE YUNUSOĞLU STYLING: ALİ ARISOY
SAÇ: AKIN ÜNAL
MAKYAJ: ERKAN ULUÇ
YÖNETMEN: COŞKUN TURGUT
RETOUCH: ENES YURTBAY
MEKAN: FAIRMONT QUASAR ISTANBUL
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
“Muhteşem Yüzyıl” dizisi ile gönüllerde taht kuran, Alman asıllı oyuncu Meryem Uzerli kariyeri, yeni projeleri, ailesi ve kendisine ilişkin merak edilenleri MAG'a anlattı.
* Geçmişte gerçekten yaşamış, tarihi bir karakteri oynamak bir onurdu.
* Benim için hikâye, oynayacağım karakter ve projeye karşı ne hissettiğim çok önemli.
* İnsanların benim yaptığım işi sevmesi beni çok mutlu ediyor.
* Oynayacağım karakterle yatar, onunla kalkarım. Kısacası tüm varlığım ve tüm dünyam o karakter olur.
* Benim için kalıcı olan kalbin güzel olması, gerisi önemli değil.
Ülkemizde oyunculuğa başlamadan önce Almanya’da da birçok dizi ve filmde rol aldınız. Türkiye yolculuğuna atılmaya nasıl karar verdiniz?
Aslında daha çok tiyatro oynadım. Arada da bazı TV ve film projelerinde yer aldım; fakat büyük roller değildi. Esas büyük rolleri tiyatroda oynamıştım.
Tarihi bir karaktere can verdiniz... Hürrem Sultan’ı oynamak sizin için ne anlam ifade ediyor?
Gerçekten geçmişte yaşayan, tarihi bir karakteri oynamak büyük bir onur. Elimden geleni yaptım. Bir sanatçı olarak onun ruhunu tekrardan hayatımıza getirmek için. Ne olursa olsun bir an gelir, senin sanatçı olarak o karakterin üzerinde tüm okuduklarını ve duyduklarını unutman lazım… Olaya duygusal olarak yaklaşmanız gerekiyor. Sadece hissetmeye ve yaşamaya çalıştım o karakteri.
Kovan filmi ile beraber ilk kez yönetmeni kadın olan, bağımsız bir filmde rol aldınız. Bu sizin için nasıl bir duygu?
Ben erkek ya da kadın arasında bir ayrıma gitmiyorum. Sonuçta herkes benim için özel bir insan, özel bir kişilik... Herkes farklı karekterde..Her erkek aynı değil, her kadın da aynı değil. Cinsiyet olarak farklılaştırmıyorum kimseyi... Ben insan kim ona bakarım.
Bağımsız film mi ya da değil mi ona da bakmam. Ben bir sanatçıyım..Benim için önemli olan hikaye , oynayacağım karakter ve projeye karşı ne hissettiğim... Bu film, dizi, tiyatro ya da başka bir şey olabilir. Benim için farketmezaçıkcası kafamda öyle bir ayrım yok.
Kovan filminin senaryosu ilk geldiğinde neler hissettiniz?
Duygulandım. Gerçek bir hikaye... Çok güzel, derin ve anlamlı bir senaryo... Filmdeki ‘Ayşe’ karakteri ilk andan itibaren içime sinen bir karakter oldu. Hemen rolümü canlandırmak, onu yaşamak istemiştim. O yolculuğu, tüm sanatçı varlığım ile hissetmek istemiştim. Bana hem heyecan ve mutluluk, hem de yoğun bir duygusallık yaşattı.
Film pandemi dönemine denk geldi. Beklediğiniz ilgiyi gördü mü?
Benim bir beklentim yoktu. Her proje mutlaka yolunu bulur, ‘Kovan’ filmi de kendi yolunu buldu. En büyük dijital platformlardan biri ilk defa, bir sanat filmini olan Kovan’ı satın aldı ve tüm dünyaya gösteriyor. Şu an yüz doksan ülkede gösteriliyor. Biz de ekip olarak bu durumdan gurur duyuyoruz çünkü dünyada merak eden herkes bu derin mesajlı filmi izleyebiliyor. Bu muhteşem bir his... Film, iki haftadan fazla bir numarada kaldı. Kısacası hiçbir beklenti olmamasına rağmen düşündüğümden çok daha iyi oldu.
Türkiye’de çok tanınan ve beğenilen bir oyuncu olmak size neler hissettiriyor? Hayatınızda neler değişti?
İnsanların benim yaptığım işi sevmesi beni çok mutlu ediyor. Zaten bu her sanatçıyı mutlu eder diye düşünüyorum. Demek ki beni bir duygusal varlık olarak hissediyorlar. Daha büyük bir hediye olamaz. Bir sanatçı için.. Bir insan için.. Aslında hayatımda bu durumun bana kattığı mutluluk dışında çok bir şey değişmedi. Bunun dışında farklı ülkelere yaptığım iş seyahatlerim çoğaldı, yoğunluğum arttı diyebilirim.
Türkiye’deki dizi sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu aralar çok güzel projeler için toplantılar yapıyorum. Hepsini değerlendirme sürecindeyim. Seneye dijital platformda yayınlanacak güzel bir dizi var ama şu anda bu yolculuğun daha başındayız. Hazırlıklar yolunda giderse seneye ilkbaharında planlandığı gibi çekimler başlayacağız. Çok sevdiğim oyuncular ile yeni bir serüven... Oyuncular kısmı sürpriz olsun.
Şu ana kadar oynamaktan en çok keyif aldığınız karakter hangisiydi?
DarioFo’nun ‘Ödenmeyecek Ödemiyoruz’ adlı tiyatro oyununda canlandırdığım karakterin bana inanılmaz zevk verdiğini hatırlıyorum.
Canlandırdığınız karakterler sizin için ne anlam ifade ediyor?
Bir karakteri canlandırırken benim yaşadığım hayat ve ruh bir anda o karaktere bürünüyor. O an benim hayatımın anlamı o oluyor. Oynayacağım karakterle yatar, onunla kalkarım. Kısacası tüm varlığım ve tüm dünyam o karakter olur.
Oyuncu olmasaydınız hangi mesleği seçerdiniz?
Psikolog olurdum.
Unutamadığınız bir set anınızı paylaşır mısınız?
Bir keresinde sette çok ağır gülme krizine girdiğimiz bir olay olmuştu. Partnerim ve ben iki saat boyunca gülme krizine girdiğimiz için bir türlü planı çekememiştik. Başka bir anımda da ağlamam gereken bir sahnede ağlayamadım. Ağlamam için göz yakan bir krem sürmüştük. Krem o kadar etkiliydi ki çekimden sonra iki gün boyunca görmekte zorlanıyordum. Bir keresinde de rolü alabilmek için herkese ata binebiliyorum demiştim. Atlı sahnelerin çekim sırası geldiğinde ise korkudan sürekli ezberlediklerimi unutuyordum. Şimdi aklıma geldikçe bu olaya çok gülüyorum.
Pandemi sürecinden önce Türkiye ve Almanya arasında gidip geliyordunuz. İki nokta arasındaki yolculuktan memnun muydunuz?
Aslında düzenim hala bu şekilde devam ediyor. Ben yılın yarısında Türkiye’de, yarısında ise Almanya’da yaşıyorum. İnsanlar bütün zamanımı Almanya’da geçirdiğimi sanıyorlar ama durum öyle değil. Ben hem İstanbul’da, hem de Berlin’deyim ve bu durumdan çok mutluyum.
Karantina süreciniz nasıl geçti? Bu süreçte neler yaptınız?
Bütün zamanımı evde geçirdim, üstüne üstlük hamileydim. Bu süreç boyunca hep ailemleydim. Evde Lara ile sürekli oyunlar oynadık.
Berlin’de kafe açma fikri nereden çıktı? Kararınızdan memnun musunuz? Kafeye gelenler sizi görebiliyor mu?
Biz zaten yıllardır ‘NoshNosh’ konseptimizi konuşuyorduk. Sonunda beş kişilik bir grup olarak markamızı yarattık ve hayallerimizi gerçekleştirmiş olduk. Çocukluğumda gece birinin beni çikolata dükkânına kapatmasının hayalini kurardım. NoshNosh’da çikolata çeşitleri, fındık, fıstık, kahve ve ev yapımı limonata gibi ürünler var. Ekip olarak işimizden çok memnunuz. Ben de kendi işlerimden vakit bulduğum zamanlarda kafeye gidiyorum, insanlar ile sohbetler ediyorum.
Yoğun çalışma temposunda kendinize ve çocuklarınıza nasıl vakit ayırıyorsunuz?
Kendime vakit ayırmak ne demek bilmiyorum. Sadece çalışıyorum ya da çocuklarımla vakit geçiriyorum. Kalan vaktimde de arkadaşlarım ile buluşuyorum. Bu dönemde annem ve babamı görmek için onları İstanbul’a davet ettim. Gerçekten çok yoğun bir tempo... Hiçbir zaman yalnız kalıp, dinlenemiyorum.
Çocuklarınız ile birlikte yapmaktan en çok keyif aldığınız şey nedir?
Lara ile oynamak ve sohbet etmek... Onunla yan yana uyumak ve ona sarılmak... Sabahları ona kahvaltı hazırlamak, onu okula götürmek ve okul çıkışı almak... Birlikte futbol oynamak ve resim çizmek... Bebeğim Lily ile oynamaktan ve ona mamasını yedirmekten büyük keyif alıyorum. Üstümde uyuduğu anlarda birlikte nefes almak...
Çocuklarınızın da sizin gibi oyuncu olmasını ister misiniz?
Benim kafamda onlar için tek bir düşünce var. Ne yaparlarsa yapsınlar, hangi mesleği seçerlerse seçsinler hep çok mutlu olsunlar.
Kendinizi üç kelime ile tanımlar mısınız?
Sevgi dolu, hassas, melankolik...
Çok dikkat çekici bir güzelliğiniz var. Bu güzelliğinizin altında yatan sır nedir?
Bilmiyorum... Çok teşekkür ederim. Aslında siz beni öyle görüyorsunuz. Belki kalbimi hissediyorsunuzdur. Benim için kalıcı olan kalbin güzel olması, gerisi önemli değil.
Son olarak gelecek ile ilgili hayalleriniz neler?
Daha sağlıklı yaşamak ve bahçeli bir evde oturmak. Şu an bir apartman dairesinde oturuyoruz. Bahçeli bir evin güzel olacağını düşünüyorum. Bir de annemi ve babamı daha çok görmek istiyorum. Yeni bir bisiklet alabilirim. En büyük hayalim çocuklarım Lara ve Lily’ye güzel bir gelecek yaratmak ve bu dünyada kadın erkek eşitliğini nihayet görebilmek.
RÖPORTAJ: PINAR AKALAN FOTOĞRAF: EMRE YUNUSOĞLU STYLING: ALİ ARISOY
SAÇ: AKIN ÜNAL
MAKYAJ: ERKAN ULUÇ
YÖNETMEN: COŞKUN TURGUT
RETOUCH: ENES YURTBAY
MEKAN: FAIRMONT QUASAR ISTANBUL
Son Güncelleme: Cuma, 01 Ekim 2021 11:51
Gösterim: 785
Institut français Türkiye’nin nitelikli edebiyat çevirilerini desteklemek ve çevirmenlik mesleğine hak ettiği değeri vermek amacıyla bu yıl ilk defa başlattığı Fransızca Çeviri Ödülü’nün Mahir Güven’in Fransızca aslından çevirdiği Ağabey romanıyla Ebru Erbaş’a verilmesine karar verildi.
Institut français Türkiye Fransızca Çeviri Ödülü jürisi; Ebru Erbaş’a verilen ödülün gerekçesini; « her bir roman karakterine göre değişen roman dilini, çok katmanlı olay örgüsünü, romanın temel ekseninde yer alan kültürel karşıtlığı Türkçeye aynı nüanslarla ve eşdeğer bir biçimde aktarmayı başarmıştır. Paris banliyölerine ait olan güncel argoyu ustalıkla ve eşsiz bir denge oluşturarak erek dilde de kurabilmiştir. Üslup ustalığına dayalı bu romanı dil düzeyiyle, eşdeğer anlatımıyla, bütünlük içinde Türkçede karşılamayı başarmıştır. Tüm bu evrensel meseleler karşısında karakterlerin ağzından dökülen öfkeyi, eleştirel yaklaşımı ve bunun hissettirdiği çaresizlik duygusunu çevirisinde okura yansıtabilmiştir » olarak paylaştı.
Genç Çevirmen Teşvik Ödülü’ne, kaynak metnin felsefe ve edebiyat eleştirisi alanındaki önemi, özellikle dilinin zorluğu göz önünde bulundurularak, kaynak metnin felsefi ve kavramsal düzeyde içerdiği güçlüklerin erek metinde kabul edilebilir düzeyde ve özenle karşılanmış olması dikkate alınarak Jacques Rancière’in Les Bords de la Fiction adlı eserini Kurmacanın Kıyıları adıyla Türkçeye çeviren Yunus Çetin layık görülmüştür. Genç Çevirmen Teşvik Ödülü 10 bin TL olarak açıklanmıştı.
Başkanlığını INALCO Türkçe Kürsüsü Başkanı ve Actes Sud Yayınevi Koleksiyon Müdürü Timour Muhidine’in yaptığı ; Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Doç. Dr Lâle Özcan, Hacettepe Üniversitesi Çeviri Bölümü Başkanı Doç. Dr Zeynep Oral, Galatasaray Üniversitesi Öğr. Gör. ve çevirmen Dr. Şilan Karadağ ile çevirmen ve editör Ayça Sezen’den oluşan seçici kurul tarafından klasik edebiyattan modern ve çağdaş edebiyata uzanan geniş bir yelpazede, yılların deneyimiyle Fransızcadan Türkçeye yaptığı çevirilerle Türkiye okurunu Frankofon edebiyatla buluşturan ve kaynak metne hakim olmanın yanı sıra, erek dilde eşdeğer bir üslup yaratarak metni okura en doğru ve anlaşılır biçimiyle aktaran Aysel Bora, Fransızca Çeviri Onur Ödülü’ne layık görülmüştür.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
Institut français Türkiye’nin nitelikli edebiyat çevirilerini desteklemek ve çevirmenlik mesleğine hak ettiği değeri vermek amacıyla bu yıl ilk defa başlattığı Fransızca Çeviri Ödülü’nün Mahir Güven’in Fransızca aslından çevirdiği Ağabey romanıyla Ebru Erbaş’a verilmesine karar verildi.
Institut français Türkiye Fransızca Çeviri Ödülü jürisi; Ebru Erbaş’a verilen ödülün gerekçesini; « her bir roman karakterine göre değişen roman dilini, çok katmanlı olay örgüsünü, romanın temel ekseninde yer alan kültürel karşıtlığı Türkçeye aynı nüanslarla ve eşdeğer bir biçimde aktarmayı başarmıştır. Paris banliyölerine ait olan güncel argoyu ustalıkla ve eşsiz bir denge oluşturarak erek dilde de kurabilmiştir. Üslup ustalığına dayalı bu romanı dil düzeyiyle, eşdeğer anlatımıyla, bütünlük içinde Türkçede karşılamayı başarmıştır. Tüm bu evrensel meseleler karşısında karakterlerin ağzından dökülen öfkeyi, eleştirel yaklaşımı ve bunun hissettirdiği çaresizlik duygusunu çevirisinde okura yansıtabilmiştir » olarak paylaştı.
Genç Çevirmen Teşvik Ödülü’ne, kaynak metnin felsefe ve edebiyat eleştirisi alanındaki önemi, özellikle dilinin zorluğu göz önünde bulundurularak, kaynak metnin felsefi ve kavramsal düzeyde içerdiği güçlüklerin erek metinde kabul edilebilir düzeyde ve özenle karşılanmış olması dikkate alınarak Jacques Rancière’in Les Bords de la Fiction adlı eserini Kurmacanın Kıyıları adıyla Türkçeye çeviren Yunus Çetin layık görülmüştür. Genç Çevirmen Teşvik Ödülü 10 bin TL olarak açıklanmıştı.
Başkanlığını INALCO Türkçe Kürsüsü Başkanı ve Actes Sud Yayınevi Koleksiyon Müdürü Timour Muhidine’in yaptığı ; Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Doç. Dr Lâle Özcan, Hacettepe Üniversitesi Çeviri Bölümü Başkanı Doç. Dr Zeynep Oral, Galatasaray Üniversitesi Öğr. Gör. ve çevirmen Dr. Şilan Karadağ ile çevirmen ve editör Ayça Sezen’den oluşan seçici kurul tarafından klasik edebiyattan modern ve çağdaş edebiyata uzanan geniş bir yelpazede, yılların deneyimiyle Fransızcadan Türkçeye yaptığı çevirilerle Türkiye okurunu Frankofon edebiyatla buluşturan ve kaynak metne hakim olmanın yanı sıra, erek dilde eşdeğer bir üslup yaratarak metni okura en doğru ve anlaşılır biçimiyle aktaran Aysel Bora, Fransızca Çeviri Onur Ödülü’ne layık görülmüştür.
Son Güncelleme: Pazartesi, 21 Haziran 2021 15:27
Gösterim: 1024
Prof. Dr. Cem Balçıkanlı ve Prof. Dr. Kemal Sinan Özmen, ülkemizde bir problem olmaktan kurtulamayan yabancı dil öğrenimi için ailelere rehber olacak bir kitaba imza attı. Altın Kitaplar Akademi tarafından yayınlanan kitaptan yola çıkarak, Prof. Balçıkanlı ve Prof. Özmen, COVID 19 sürecinin devam ettiği ve yeni eğitim öğretim yılına başladığımız bugünlerde sıklıkla gündeme gelen kavramlardan biri olan öğrenme kayıplarını yabancı dil bağlamında ele alan bu yazıyı artı eğitim dergisi okurları için kaleme aldı.
Günümüzde eğitim dünyasında velilerin aktif katılımı pek çok anlamda gerek eğitimcilerin gerekse öğrencilerin sürece daha önemli katkılar sunmalarını sağlıyor. Katkı sunulabilecek alanların başında da özel okulların en önemli varoluş gerekçelerinden biri olan yabancı dil eğitimi geliyor. Çocukları yabancı dil öğrenirken velilerin onlara yardımcı olmaları ve bu öğrenim sürecini anlamlı bir şekilde desteklemeleri özellikle son yıllarda çok önemli bir hale gelmiştir. Yıllardır hem öğretmenlerle hem de velilerle bir araya gelerek yabancı dil eğitim sürecinde velilerin rolleri üzerine paylaşımlarda bulunan, Gazi Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Cem Balçıkanlı ve Prof. Dr. Kemal Sinan Özmen tarafından kaleme alınan “Çocuğum İngilizce Öğreniyor: Anne Babalar İçin Yol Haritası” isimli kitap tam olarak bu rolü mercek altına alıyor.
Yabancı dil öğrenmenin bilimsel literatürdeki karşılıklarını genel okuyucu kitlesine uygun ve akıcı bir şekilde sunan kitap; İngilizce Öğretiminde Veliler ve Çocuklar, Velilerden Gelen Sorular, Vakalardan Prensiplere, Yapınız, Yapmayınız! ve Okullara ve Dil Kurslarına Doğru Soruları Sormakbaşlıklı bölümlerden oluşuyor. Bu bölümlerde sadece velilerin değil aynı zamanda öğretmenlerin de yabancı dil öğrenme sürecine ilişkin karşılaştıkları sorulara hem bilimsel hem de pratik anlamda doyurucu yanıtlar bulacağınıza inanıyoruz.
Çocuklarının İngilizce becerilerine yatırım yapmak isteyen velileri bilgilendirme amacıyla yazılan kitap, gerçek yaşamdan alınmış somut vakalar üzerinden uygulanabilir prensipler öneriyor. Yabancı dil öğretmenlerine yönelik özel bir bölümün bulunduğu kitap her yabancı dil öğretmeninin velileriyle kurduğu iletişimi sağlıklı ve bilimsel bir zemine taşıma iddiasında olup velilerin de çocuklarıyla doğru bir iş birliği oluşturmasına yardımcı olacaktır.
VAKA: YAZ TATİLİNDE YABANCI DİL ÇALIŞMADAN OLMAZ
(Haziran ayı, okulun son günü)
Veli: Hocam, dönem boyunca yaptığınız her şey için teşekkür ederim. Yaz için ödevleri paylaştınız herhâlde, değil mi? Hangi alıştırmaları yapacağız?
Öğretmen: Rica ederim. Çocukların yaz tatili boyunca yapacaklarına yönelik bilgi en kısa zamanda sizinle paylaşılacaktır.
(Aynı gün, evde)
Veli (Anne): Hayatım, bugün okulda öğretmen yaz tatili için ödevlerden söz etti. Yine bir sürü ödev verecekler çocuğa. Zaten 9 ay yoğun bir programdan geçiyor, bir de bu yaz ödevleri. Nasıl olacak bilmiyorum vallahi.
Baba: Bence o kadar çok ödev iyi değil yazın. Biraz gezsin dinlensin çocuk, zaten her gün ödevvermediler mi dönem boyunca? Emin değilim. (Bir süre düşünür.) Yapmasın, dinlensin çocuk!
Anne: Evet çok yoruldu, haklısın, ama öğretmeni bunların yapılması gerektiğini söyledi.
Yukarıdaki diyalog çoğu zaman veliler arasında gerçekleşiyor ve bu durum muhtemelen okulun politikası neyse ona göre sonuçlanıyor. Yaz tatili süresince ödev verme konusunu ele almadan önce Avrupa Birliği’nde bulunan ülkelerin yaz tatili sürelerine bir bakalım isterseniz. Avrupa Birliği ülkelerinde yaz tatilinin ne kadar olduğu tartışması uzun zamandır süregelmektedir. Bu konuda elimizde şöyle veriler var:
Almanya: Eyalet sistemiyle yönetildiği için okulların kapanma ve açılma tarihleri eyaletten eyalete değişiklik göstermektedir. Genellikle haziran ayının son haftası yaz tatiline çıkan okullar, eylülün ilk haftası kapılarını açıyor. Ülkede yaz tatili 6-7 hafta civarında.
İtalya: Türkiye’ye oldukça benzeyen İtalya’da, 13-14 haftalık yaz tatili eylül ayının ikinci haftasında sona eriyor. Öğrenciler yaz tatiline ise haziranın ikinci haftası çıkıyor.
İngiltere: Birleşik Krallık bünyesinde bulunan ülkelerde farklılık göstermekle birlikte, genel olarak öğrenciler ağustosun son haftası veya eylülün ilk haftası dersbaşı yapıyor. Ülkede 6 haftalık kısa yaz tatili ise genellikle haziranın son haftası başlıyor.
İspanya: Ülkede okullar, eylülün ikinci haftası kapılarını açıyor. Yaz tatili ise haziranın üçüncü haftasında başlıyor. İspanyol öğrencilerin yaz tatili süresiyse 12 hafta.
Finlandiya: OECD’nin 3 yılda bir düzenlediği 15 yaş düzeyindeki öğrencilerin matematik, fen bilimleri ve okuma alanlarında değerlendirildiği PISA’da gösterdiği yüksek performansla Avrupa’nın en iyi eğitim sistemleri arasında yer alan ülkede, yaz tatili süresi 10-11 hafta civarında. Okullar ağustosun ikinci haftasında kapılarını açarken, yaz tatili haziranın ilk haftası başlıyor.
Görüldüğü gibi ülkemizdeki yaz tatilinin süresi Avrupa Birliği ülkelerinden geride değil, hatta öğrencilerimiz pek çok ülkedeki çocuklardan daha çok yaz tatili yapıyor bile diyebiliriz. Bu konuda bazı eğitimciler Türkiye’deki yaz tatilinin son derece uzun olduğunu ve bu sürenin öğrencilerin 9 aylık dönemdeki kazanımlarını ortadan kaldırdığını, bir diğer deyişle öğrenme unutmalarına neden olduğunu ileri sürüyor. Diğerleri ise öğrencilerin zaten son derece uzun olan eğitim-öğretim döneminde son derece yoğun bir programdan geçtiğine işaret ederek çocukların yaz tatilinde dinlemesi ve oyuna odaklanması gerektiğine inanıyor. Herkesin diline pelesenk olduğuna inandığım, “Dil öğrenmek nankör bir iştir.” cümlesinden hareketle, çocukların bir eğitim-öğretim yılı boyunca kazandıklarını son derece uzun olan 3 aylık dönemde unutmaları ve dil yapılarının pekiştirilmezse yeniden aynı konuları çalışmak zorunda kalmaları mümkün. Bu son derece yerinde bir kaygıyı da bünyesinde barındırmaktadır.
Bilimsel açıdan bu durumu incelediğimizde ise özellikle yabancı dil bağlamında yapılan bir araştırmada kullanılan bir analojiye yer veriliyor.[1] Bu çalışmada test puanlarının zamana bağlı olarak kullanımı, ilaçların veya yiyeceklerin raf ömrüne benzetilmektedir. Raf ömrü, yiyecek veya ilacın verilen tarihten sonra artık etkili olmayacağı anlamına geldiği gibi, ürünün bozulması dolayısıyla kullanımının tehlikeli olması anlamına da gelmektedir. İlacın son kullanma tarihinden sonra artık eskisi kadar etkili olmaması zaman ile ilişkilendirilen bir durumdur. Buna göre normal şartlar altında zaman ilerledikçe ilacın kullanma talimatlarında belirtilen etkiyi yaratma gücü azalacaktır. Bu etkililiğin ne zaman sona ereceği çoğunlukla tam olarak bilinmese de tazelik ve etkililik zaman içerisinde azalma eğilimindedir. Benzer bir durum özellikle yabancı dil öğretimindeki kazanımların geçerliği için de söz konusudur. Yabancı dilde aşınma, kişinin ikinci dildeki sahip olduğu becerilerin o dili yeterli derecede kullanmaması ya da o dili kullandığı ortamın değişmesi ve başka bir dilin daha baskın hâle gelmesi sonucu azalmasıdır.[2] Bazı çalışmalar, yabancı dildeki aşınmada bireysel farklılıklar olduğunu, ancak hangi faktörlerin dilsel dirence katkıda bulunduğunun açık olmadığını ortaya koymaktadır. Yabancı dil becerilerindeki bu aşınmanın özünde, öğrenilen dildeki sözcük, söz dizimi gibi bilgilerin unutulması, konuşma ve dinleme becerilerindeki gerileme yatmaktadır. İlgili alanyazında yabancı dil bilgi ve becerilerindeki eksilme ve gerilemenin nedenleri ve nitelikleri geniş bir yelpazede ele alınmış ve tartışılmıştır. Bu araştırmalarda ele alınan süreler yaz tatilindeki üç aylık gibi kısa bir süreye işaret etmese de aynı mantıkla hareket etmek ve dilde aşınmanın, unutmanın en az düzeye indirilmesi önem arz etmektedir. Bu ve benzeri durumların yaşanmaması için yaz tatillerinin yabancı dil açısından pek de boş geçmemesi gerekliliği son derece önemlidir.
Bu konuda çocukların dinlenmesi, oyun oynaması, kendi ilgi ve yeteneklerine göre bir planlama yapıp bu çerçevede yaz tatilini değerlendirmesi elbette mühimdir. Dil öğretimi söz konusu olduğunda bu iki yaklaşımı birleştirmek pekâlâ mümkün. Üç aya yakın bir süre dil öğrenme sürecine verilen ara, dil gelişimini büyük ölçüde zedelemektedir. Bu bağlamda yazın çocuğunuzu özellikle bolca okuma ve dinleme etkinliklerine maruz bırakmalısınız. Dinleme ve okuma metinleri, çocuğunuzun İngilizce seviyesinin biraz üzerinde anlaşılır olmalıdır. Başka bir deyişle hafif zor fakat anlaşılır olan dinleme ve okuma metinleri, düzenli bir biçimde kullanılmalıdır. Bir haftalık bir ara bile büyük kayıplara sebep olmaktadır.
O hâlde ne yapmalıyız?
Okuma için:
- İngilizce hikâye kitaplarını düzenli bir biçimde okutunuz. Anlamını ve telaffuzunu bilmediğiniz kelimeleri öğrenmek ve çocuğunuza sunmak için çevrim içi sözlük sitelerine başvurabilirsiniz.
- Aynı zamanda internet tabanlı hikâye kaynakları hem görsel destek hem dinleme ve okuma yapmak açısından oldukça faydalıdır. Bu kıymetli yazılımları kullanırken yine çevrim içi sözlüklerden yardım alabilirsiniz.
- Bu kaynaklara maruz kalma süresini günaşırı günlük 15-20 dakika olarak planlayınız. Yani çocuğunuz haftada üç dört gün, yirmişer dakika okuma yapmalıdır.
- Tüm kelimeleri anlamasını, tüm yapıları bilmesini beklemeyeceğiz; önemli olan, hedef dile maruz kalması ve İngilizce için kulak geliştirmesidir.
Dinleme için:
- YouTube bizler için mükemmel kaynaklardır. YouTube’da çocuğunuzun anlayabileceği, alt yazılı ve elbette pedagojik sınırlar içinde olan her türlü içeriği kullanabilirsiniz.
- Şarkılar, çocuğunuzun sevdiği çizgi filmler, eğlenceli videolar ve benzeri tüm içeriği kullanabilirsiniz.
- Video süreleri 10-15 dakikayı geçmemelidir.
- Aynı videoyu birden fazla defa kullanmanız çok çok önemlidir. Aynı videoya birden fazla maruz kalmak, güçlü bir edinim sürecini pekiştirecektir.
- Bu dinleme kaynaklarına maruz kalma süresini günaşırı, günlük 15-20 dakika olarak planlayınız. Yani çocuğunuz haftada üç dört gün, yirmişer dakika okuma yapmalıdır.
Yapılan uluslararası karşılaştırmalar ülkemizin en çok ödev veren ülkelerin başında geldiğini gösteriyor. Ancak yapılan araştırmalara göre bu ödevlerin başarıya ne kadar katkı sağladığı konusunda çok da olumlu bir tablo yok. Ödevlerin veya yaz tatilinde kullanılacak etkinliklerin yukarıda belirtilen esaslar ışığında öğrencilerin özgün ve orijinal üretimler yapmasını mümkün kılacak şekilde tasarlanması çok önemlidir. Verdiğim seminerlerden birinin sonunda, yanıma gelip çocuğunun yaz tatilini yabancı dil gelişimi anlamında nasıl etkili bir şekilde geçirmesi gerektiğiyle ilgili öneri talebinde bulunan bir velinin, “Ben, üç aylığına İngiltere’ye göndereceğim çocuğu hocam.”cümlesini çok iyi hatırlıyorum. Elbette çocuğun yabancı dil seviyesi şimdiki ifadeyle A2+, eskiden kullandığımız hâliyle pre-intermediate düzeyinde ise bu üç aylık deneyimin çok olmasa da öğrencilerin dil gelişimlerine katkıda bulunabileceğini belirtmek isterim. Ancak olması gereken, yaz sürecinde test çözme mantığıyla yaklaşmadan velilerin çocuklarıyla birlikte belirli etkinlikleri eğlenceli bir ortamda yapmasıdır.
Prensip:
“Yaz tatillerinde dinlensin.” sözü İngilizce öğreniminin doğasına aykırıdır. Yaz tatili gibi çok uzun molalarda, öğretmenlerinizin önerdiği kaynakları muhakkak edinerek çocuklarınızın İngilizceye yaz tatilinde de maruz kalmasını sağlayınız. Öğrenme kaybının önlenmesi için yaz tatili süresince günde beş on dakikalık akademik işlerle uğraşılması önem arz etmektedir. Test çözmekten söz etmiyoruz. Velilerin, çocuklarla okuma kitaplarını birlikte okuması birlikte bir şarkı dinleyip JustDance türündeki etkinlikleri yapması önerilir. Bir diğer önemli nokta da öğretmenlerin velileri bu konuda bilgilendirilmesi olacaktır.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
Prof. Dr. Cem Balçıkanlı ve Prof. Dr. Kemal Sinan Özmen, ülkemizde bir problem olmaktan kurtulamayan yabancı dil öğrenimi için ailelere rehber olacak bir kitaba imza attı. Altın Kitaplar Akademi tarafından yayınlanan kitaptan yola çıkarak, Prof. Balçıkanlı ve Prof. Özmen, COVID 19 sürecinin devam ettiği ve yeni eğitim öğretim yılına başladığımız bugünlerde sıklıkla gündeme gelen kavramlardan biri olan öğrenme kayıplarını yabancı dil bağlamında ele alan bu yazıyı artı eğitim dergisi okurları için kaleme aldı.
Günümüzde eğitim dünyasında velilerin aktif katılımı pek çok anlamda gerek eğitimcilerin gerekse öğrencilerin sürece daha önemli katkılar sunmalarını sağlıyor. Katkı sunulabilecek alanların başında da özel okulların en önemli varoluş gerekçelerinden biri olan yabancı dil eğitimi geliyor. Çocukları yabancı dil öğrenirken velilerin onlara yardımcı olmaları ve bu öğrenim sürecini anlamlı bir şekilde desteklemeleri özellikle son yıllarda çok önemli bir hale gelmiştir. Yıllardır hem öğretmenlerle hem de velilerle bir araya gelerek yabancı dil eğitim sürecinde velilerin rolleri üzerine paylaşımlarda bulunan, Gazi Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Cem Balçıkanlı ve Prof. Dr. Kemal Sinan Özmen tarafından kaleme alınan “Çocuğum İngilizce Öğreniyor: Anne Babalar İçin Yol Haritası” isimli kitap tam olarak bu rolü mercek altına alıyor.
Yabancı dil öğrenmenin bilimsel literatürdeki karşılıklarını genel okuyucu kitlesine uygun ve akıcı bir şekilde sunan kitap; İngilizce Öğretiminde Veliler ve Çocuklar, Velilerden Gelen Sorular, Vakalardan Prensiplere, Yapınız, Yapmayınız! ve Okullara ve Dil Kurslarına Doğru Soruları Sormakbaşlıklı bölümlerden oluşuyor. Bu bölümlerde sadece velilerin değil aynı zamanda öğretmenlerin de yabancı dil öğrenme sürecine ilişkin karşılaştıkları sorulara hem bilimsel hem de pratik anlamda doyurucu yanıtlar bulacağınıza inanıyoruz.
Çocuklarının İngilizce becerilerine yatırım yapmak isteyen velileri bilgilendirme amacıyla yazılan kitap, gerçek yaşamdan alınmış somut vakalar üzerinden uygulanabilir prensipler öneriyor. Yabancı dil öğretmenlerine yönelik özel bir bölümün bulunduğu kitap her yabancı dil öğretmeninin velileriyle kurduğu iletişimi sağlıklı ve bilimsel bir zemine taşıma iddiasında olup velilerin de çocuklarıyla doğru bir iş birliği oluşturmasına yardımcı olacaktır.
VAKA: YAZ TATİLİNDE YABANCI DİL ÇALIŞMADAN OLMAZ
(Haziran ayı, okulun son günü)
Veli: Hocam, dönem boyunca yaptığınız her şey için teşekkür ederim. Yaz için ödevleri paylaştınız herhâlde, değil mi? Hangi alıştırmaları yapacağız?
Öğretmen: Rica ederim. Çocukların yaz tatili boyunca yapacaklarına yönelik bilgi en kısa zamanda sizinle paylaşılacaktır.
(Aynı gün, evde)
Veli (Anne): Hayatım, bugün okulda öğretmen yaz tatili için ödevlerden söz etti. Yine bir sürü ödev verecekler çocuğa. Zaten 9 ay yoğun bir programdan geçiyor, bir de bu yaz ödevleri. Nasıl olacak bilmiyorum vallahi.
Baba: Bence o kadar çok ödev iyi değil yazın. Biraz gezsin dinlensin çocuk, zaten her gün ödevvermediler mi dönem boyunca? Emin değilim. (Bir süre düşünür.) Yapmasın, dinlensin çocuk!
Anne: Evet çok yoruldu, haklısın, ama öğretmeni bunların yapılması gerektiğini söyledi.
Yukarıdaki diyalog çoğu zaman veliler arasında gerçekleşiyor ve bu durum muhtemelen okulun politikası neyse ona göre sonuçlanıyor. Yaz tatili süresince ödev verme konusunu ele almadan önce Avrupa Birliği’nde bulunan ülkelerin yaz tatili sürelerine bir bakalım isterseniz. Avrupa Birliği ülkelerinde yaz tatilinin ne kadar olduğu tartışması uzun zamandır süregelmektedir. Bu konuda elimizde şöyle veriler var:
Almanya: Eyalet sistemiyle yönetildiği için okulların kapanma ve açılma tarihleri eyaletten eyalete değişiklik göstermektedir. Genellikle haziran ayının son haftası yaz tatiline çıkan okullar, eylülün ilk haftası kapılarını açıyor. Ülkede yaz tatili 6-7 hafta civarında.
İtalya: Türkiye’ye oldukça benzeyen İtalya’da, 13-14 haftalık yaz tatili eylül ayının ikinci haftasında sona eriyor. Öğrenciler yaz tatiline ise haziranın ikinci haftası çıkıyor.
İngiltere: Birleşik Krallık bünyesinde bulunan ülkelerde farklılık göstermekle birlikte, genel olarak öğrenciler ağustosun son haftası veya eylülün ilk haftası dersbaşı yapıyor. Ülkede 6 haftalık kısa yaz tatili ise genellikle haziranın son haftası başlıyor.
İspanya: Ülkede okullar, eylülün ikinci haftası kapılarını açıyor. Yaz tatili ise haziranın üçüncü haftasında başlıyor. İspanyol öğrencilerin yaz tatili süresiyse 12 hafta.
Finlandiya: OECD’nin 3 yılda bir düzenlediği 15 yaş düzeyindeki öğrencilerin matematik, fen bilimleri ve okuma alanlarında değerlendirildiği PISA’da gösterdiği yüksek performansla Avrupa’nın en iyi eğitim sistemleri arasında yer alan ülkede, yaz tatili süresi 10-11 hafta civarında. Okullar ağustosun ikinci haftasında kapılarını açarken, yaz tatili haziranın ilk haftası başlıyor.
Görüldüğü gibi ülkemizdeki yaz tatilinin süresi Avrupa Birliği ülkelerinden geride değil, hatta öğrencilerimiz pek çok ülkedeki çocuklardan daha çok yaz tatili yapıyor bile diyebiliriz. Bu konuda bazı eğitimciler Türkiye’deki yaz tatilinin son derece uzun olduğunu ve bu sürenin öğrencilerin 9 aylık dönemdeki kazanımlarını ortadan kaldırdığını, bir diğer deyişle öğrenme unutmalarına neden olduğunu ileri sürüyor. Diğerleri ise öğrencilerin zaten son derece uzun olan eğitim-öğretim döneminde son derece yoğun bir programdan geçtiğine işaret ederek çocukların yaz tatilinde dinlemesi ve oyuna odaklanması gerektiğine inanıyor. Herkesin diline pelesenk olduğuna inandığım, “Dil öğrenmek nankör bir iştir.” cümlesinden hareketle, çocukların bir eğitim-öğretim yılı boyunca kazandıklarını son derece uzun olan 3 aylık dönemde unutmaları ve dil yapılarının pekiştirilmezse yeniden aynı konuları çalışmak zorunda kalmaları mümkün. Bu son derece yerinde bir kaygıyı da bünyesinde barındırmaktadır.
Bilimsel açıdan bu durumu incelediğimizde ise özellikle yabancı dil bağlamında yapılan bir araştırmada kullanılan bir analojiye yer veriliyor.[1] Bu çalışmada test puanlarının zamana bağlı olarak kullanımı, ilaçların veya yiyeceklerin raf ömrüne benzetilmektedir. Raf ömrü, yiyecek veya ilacın verilen tarihten sonra artık etkili olmayacağı anlamına geldiği gibi, ürünün bozulması dolayısıyla kullanımının tehlikeli olması anlamına da gelmektedir. İlacın son kullanma tarihinden sonra artık eskisi kadar etkili olmaması zaman ile ilişkilendirilen bir durumdur. Buna göre normal şartlar altında zaman ilerledikçe ilacın kullanma talimatlarında belirtilen etkiyi yaratma gücü azalacaktır. Bu etkililiğin ne zaman sona ereceği çoğunlukla tam olarak bilinmese de tazelik ve etkililik zaman içerisinde azalma eğilimindedir. Benzer bir durum özellikle yabancı dil öğretimindeki kazanımların geçerliği için de söz konusudur. Yabancı dilde aşınma, kişinin ikinci dildeki sahip olduğu becerilerin o dili yeterli derecede kullanmaması ya da o dili kullandığı ortamın değişmesi ve başka bir dilin daha baskın hâle gelmesi sonucu azalmasıdır.[2] Bazı çalışmalar, yabancı dildeki aşınmada bireysel farklılıklar olduğunu, ancak hangi faktörlerin dilsel dirence katkıda bulunduğunun açık olmadığını ortaya koymaktadır. Yabancı dil becerilerindeki bu aşınmanın özünde, öğrenilen dildeki sözcük, söz dizimi gibi bilgilerin unutulması, konuşma ve dinleme becerilerindeki gerileme yatmaktadır. İlgili alanyazında yabancı dil bilgi ve becerilerindeki eksilme ve gerilemenin nedenleri ve nitelikleri geniş bir yelpazede ele alınmış ve tartışılmıştır. Bu araştırmalarda ele alınan süreler yaz tatilindeki üç aylık gibi kısa bir süreye işaret etmese de aynı mantıkla hareket etmek ve dilde aşınmanın, unutmanın en az düzeye indirilmesi önem arz etmektedir. Bu ve benzeri durumların yaşanmaması için yaz tatillerinin yabancı dil açısından pek de boş geçmemesi gerekliliği son derece önemlidir.
Bu konuda çocukların dinlenmesi, oyun oynaması, kendi ilgi ve yeteneklerine göre bir planlama yapıp bu çerçevede yaz tatilini değerlendirmesi elbette mühimdir. Dil öğretimi söz konusu olduğunda bu iki yaklaşımı birleştirmek pekâlâ mümkün. Üç aya yakın bir süre dil öğrenme sürecine verilen ara, dil gelişimini büyük ölçüde zedelemektedir. Bu bağlamda yazın çocuğunuzu özellikle bolca okuma ve dinleme etkinliklerine maruz bırakmalısınız. Dinleme ve okuma metinleri, çocuğunuzun İngilizce seviyesinin biraz üzerinde anlaşılır olmalıdır. Başka bir deyişle hafif zor fakat anlaşılır olan dinleme ve okuma metinleri, düzenli bir biçimde kullanılmalıdır. Bir haftalık bir ara bile büyük kayıplara sebep olmaktadır.
O hâlde ne yapmalıyız?
Okuma için:
- İngilizce hikâye kitaplarını düzenli bir biçimde okutunuz. Anlamını ve telaffuzunu bilmediğiniz kelimeleri öğrenmek ve çocuğunuza sunmak için çevrim içi sözlük sitelerine başvurabilirsiniz.
- Aynı zamanda internet tabanlı hikâye kaynakları hem görsel destek hem dinleme ve okuma yapmak açısından oldukça faydalıdır. Bu kıymetli yazılımları kullanırken yine çevrim içi sözlüklerden yardım alabilirsiniz.
- Bu kaynaklara maruz kalma süresini günaşırı günlük 15-20 dakika olarak planlayınız. Yani çocuğunuz haftada üç dört gün, yirmişer dakika okuma yapmalıdır.
- Tüm kelimeleri anlamasını, tüm yapıları bilmesini beklemeyeceğiz; önemli olan, hedef dile maruz kalması ve İngilizce için kulak geliştirmesidir.
Dinleme için:
- YouTube bizler için mükemmel kaynaklardır. YouTube’da çocuğunuzun anlayabileceği, alt yazılı ve elbette pedagojik sınırlar içinde olan her türlü içeriği kullanabilirsiniz.
- Şarkılar, çocuğunuzun sevdiği çizgi filmler, eğlenceli videolar ve benzeri tüm içeriği kullanabilirsiniz.
- Video süreleri 10-15 dakikayı geçmemelidir.
- Aynı videoyu birden fazla defa kullanmanız çok çok önemlidir. Aynı videoya birden fazla maruz kalmak, güçlü bir edinim sürecini pekiştirecektir.
- Bu dinleme kaynaklarına maruz kalma süresini günaşırı, günlük 15-20 dakika olarak planlayınız. Yani çocuğunuz haftada üç dört gün, yirmişer dakika okuma yapmalıdır.
Yapılan uluslararası karşılaştırmalar ülkemizin en çok ödev veren ülkelerin başında geldiğini gösteriyor. Ancak yapılan araştırmalara göre bu ödevlerin başarıya ne kadar katkı sağladığı konusunda çok da olumlu bir tablo yok. Ödevlerin veya yaz tatilinde kullanılacak etkinliklerin yukarıda belirtilen esaslar ışığında öğrencilerin özgün ve orijinal üretimler yapmasını mümkün kılacak şekilde tasarlanması çok önemlidir. Verdiğim seminerlerden birinin sonunda, yanıma gelip çocuğunun yaz tatilini yabancı dil gelişimi anlamında nasıl etkili bir şekilde geçirmesi gerektiğiyle ilgili öneri talebinde bulunan bir velinin, “Ben, üç aylığına İngiltere’ye göndereceğim çocuğu hocam.”cümlesini çok iyi hatırlıyorum. Elbette çocuğun yabancı dil seviyesi şimdiki ifadeyle A2+, eskiden kullandığımız hâliyle pre-intermediate düzeyinde ise bu üç aylık deneyimin çok olmasa da öğrencilerin dil gelişimlerine katkıda bulunabileceğini belirtmek isterim. Ancak olması gereken, yaz sürecinde test çözme mantığıyla yaklaşmadan velilerin çocuklarıyla birlikte belirli etkinlikleri eğlenceli bir ortamda yapmasıdır.
Prensip:
“Yaz tatillerinde dinlensin.” sözü İngilizce öğreniminin doğasına aykırıdır. Yaz tatili gibi çok uzun molalarda, öğretmenlerinizin önerdiği kaynakları muhakkak edinerek çocuklarınızın İngilizceye yaz tatilinde de maruz kalmasını sağlayınız. Öğrenme kaybının önlenmesi için yaz tatili süresince günde beş on dakikalık akademik işlerle uğraşılması önem arz etmektedir. Test çözmekten söz etmiyoruz. Velilerin, çocuklarla okuma kitaplarını birlikte okuması birlikte bir şarkı dinleyip JustDance türündeki etkinlikleri yapması önerilir. Bir diğer önemli nokta da öğretmenlerin velileri bu konuda bilgilendirilmesi olacaktır.
Son Güncelleme: Cuma, 24 Eylül 2021 14:05
Gösterim: 1080
Zülfü Livaneli’ninsıradan bir Egeli aile ile göçmenlerin yollarının kesiştiğidokunaklı ve güncel hikâyeyi işleyenyeni romanı“Balıkçı ve Oğlu”, İnkılâp Kitabevi etiketiyle raflarda yerini aldı.
Zülfü Livaneli’nin Ege’nin sakin sularında geçen ve çağın kanayan yarası göçmenlik başta olmak üzere pek çok soruna değindiği yeni romanı Balıkçı ve Oğlu, İnkılâp Kitabevi etiketiyle edebiyatseverlerle buluştu. “Ortaokuldayken denizde yaşama hayaliyle evden kaçıp, iki ay balıkçı sandalında çalışmışlığım bile var” diyerek deniz tutkusunu dile getiren Livaneli, yeni romanında okurunu Ege kıyılarında balıkçı bir ailenin hikâyesine ortak ediyor. Tutkusuyla Ernest Hemingway’e, çevre duyarlılığı ile Halikarnas Balıkçısı’na selam gönderdiği romanında günümüzün en önemli problemlerinden biri olan göçmenlik sorununu insani bir bakış açısıyla ele alan usta edebiyatçı,toplumu değiştiren ve şekillendiren trajedileri de merceğine alıyor.Romanda balıkçı Mustafa ve Mesude’nino güne dek televizyonlarda şahit oldukları haberlerden ibaret olan “göçmenler”in hayatları, Livaneli’nin kalemi ve gerçeğin saf özüyle sayfalarda yerini alıyor. Kitabın sonunda ise okurları,usta edebiyatçıyla yapılan özel bir söyleşi bekliyor.
“Doğaya Yapılanlar Karşısında İçimden İsyan Duygusu Yükseliyor”
Ege’nin tarihinden bugününe, balık çiftliklerine ve rant hırsıyla dağlara, kıyılara saldıran şirketlerin yarattığı ekolojik yıkıma dair de söz alan Zülfü Livaneli, yeni romanıyla çağın adeta edebi bir fotoğrafını çekiyor. Romanla gerçek hayat arasında sıkı bir ilişki olduğunu belirten Livaneli yeni kitabında toplumsal sorunlara en hassas haliyle yaklaşıyor. Usta edebiyatçı, göçmenlerin bir bilinmeze doğru canları pahasına göze aldıkları yolculuğu ve hayatta kalma çabalarını incelikle seçtiği tasvirlerle okurun zihninde capcanlı bir anlatı oluşturarak ele alıyor. “Koylarımız, denizlerimiz kirli, dağlarımız yaralı, ormanlarımız yok ediliyor. Tüm bunlar karşısında içimden isyan duygusu yükseliyor” diyen Livaneli; aile, aşk, ebeveynlik, evlat, kadın dayanışması, dostluk, göç ve doğayı işlediği romanında okurlarını yoksul balıkçının sevincine, hüznüne, umuduna, acısına, mücadelesine davet ediyor.
“Okuru Etkileyebilmek Derindeki Hikâyeyi Anlatmakla Olur”
Göçmenlik ve toplumun hafızasında yer alan pek çok konuyu yazdığı yeni kitabı Balıkçı ve Oğlu’nu değerlendiren Zülfü Livaneli, mesaj vermek için roman yazmadığını vurguluyor. “Roman, roman olmalı” diyen Livaneli, bunun için de karakterlerin yaşaması gerektiğini söylüyor. Tıpkı Balıkçı ve Oğlu’nda olduğu gibi roman karakterlerinin yaşadıkları çevreden etkilendiklerinin altını çizen usta kalem, insanla beraber var olan konuların romanında yer aldığını belirtiyor.İnsanların yaşamlarına derinden bakan heryazarın bir köyle bütün dünyayı anlatıp evrenselliğe ulaştığını söyleyen Livaneli, bu noktada okuru etkileyebilmek adına da yüzey yerine derindeki hikâyenin anlatılması gerektiğini ifade ediyor. Romanında işlediği rant, ekolojik dengenin bozulması ve diğer insani meselelere de “Hep beraber dünyamız acı çekiyor, yok oluyor. Doğamız yok oluyor, insanlarımız çeşitli acılara gömülüyorlar” sözleriyle atıfta bulunan Livaneli, değişimin ise kadınlar eliyle olacağını söyleyerek şu cümleleri kuruyor: “Kadınların, mutlaka toplumda daha fazla söz sahibi olması gerekiyor. Ben çözümü, kadınların güçlü olmasına bağlıyorum, güçlenmesine bağlıyorum”.
Balıkçı ve Oğlu’nun Hikayesi Gerçek Oldu
Zülfü Livaneli’nin gerçeklerden beslenerek yazdığı ve Egeli balıkçılar ile göçmenleri anlattığı yeni kitabının hikayesi kısa süre önce gerçek oldu. İspanya’nın Kuzey Afrika’da bulunan toprağı Ceuta’da aralarında küçük çocukların da bulunduğu binlerce kişinin Fas-İspanya sınırını aşıp Avrupa’ya geçmeye çalışırken yürek parçalayan görüntülerinin ortaya çıkması, Livaneli’nin kitabında işlediği konuyu anımsattı.Romanını birkaç senedir yazdığını ve haberi görünce yazdığı karakterlerin gözünün önüne geldiğini belirten Livaneli, “Bize bu kadar güzellikler veren deniz, başkaları için ‘ölüm denizi’ haline geliyor” ifadesiyle duygularını dile getiriyor.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
Zülfü Livaneli’ninsıradan bir Egeli aile ile göçmenlerin yollarının kesiştiğidokunaklı ve güncel hikâyeyi işleyenyeni romanı“Balıkçı ve Oğlu”, İnkılâp Kitabevi etiketiyle raflarda yerini aldı.
Zülfü Livaneli’nin Ege’nin sakin sularında geçen ve çağın kanayan yarası göçmenlik başta olmak üzere pek çok soruna değindiği yeni romanı Balıkçı ve Oğlu, İnkılâp Kitabevi etiketiyle edebiyatseverlerle buluştu. “Ortaokuldayken denizde yaşama hayaliyle evden kaçıp, iki ay balıkçı sandalında çalışmışlığım bile var” diyerek deniz tutkusunu dile getiren Livaneli, yeni romanında okurunu Ege kıyılarında balıkçı bir ailenin hikâyesine ortak ediyor. Tutkusuyla Ernest Hemingway’e, çevre duyarlılığı ile Halikarnas Balıkçısı’na selam gönderdiği romanında günümüzün en önemli problemlerinden biri olan göçmenlik sorununu insani bir bakış açısıyla ele alan usta edebiyatçı,toplumu değiştiren ve şekillendiren trajedileri de merceğine alıyor.Romanda balıkçı Mustafa ve Mesude’nino güne dek televizyonlarda şahit oldukları haberlerden ibaret olan “göçmenler”in hayatları, Livaneli’nin kalemi ve gerçeğin saf özüyle sayfalarda yerini alıyor. Kitabın sonunda ise okurları,usta edebiyatçıyla yapılan özel bir söyleşi bekliyor.
“Doğaya Yapılanlar Karşısında İçimden İsyan Duygusu Yükseliyor”
Ege’nin tarihinden bugününe, balık çiftliklerine ve rant hırsıyla dağlara, kıyılara saldıran şirketlerin yarattığı ekolojik yıkıma dair de söz alan Zülfü Livaneli, yeni romanıyla çağın adeta edebi bir fotoğrafını çekiyor. Romanla gerçek hayat arasında sıkı bir ilişki olduğunu belirten Livaneli yeni kitabında toplumsal sorunlara en hassas haliyle yaklaşıyor. Usta edebiyatçı, göçmenlerin bir bilinmeze doğru canları pahasına göze aldıkları yolculuğu ve hayatta kalma çabalarını incelikle seçtiği tasvirlerle okurun zihninde capcanlı bir anlatı oluşturarak ele alıyor. “Koylarımız, denizlerimiz kirli, dağlarımız yaralı, ormanlarımız yok ediliyor. Tüm bunlar karşısında içimden isyan duygusu yükseliyor” diyen Livaneli; aile, aşk, ebeveynlik, evlat, kadın dayanışması, dostluk, göç ve doğayı işlediği romanında okurlarını yoksul balıkçının sevincine, hüznüne, umuduna, acısına, mücadelesine davet ediyor.
“Okuru Etkileyebilmek Derindeki Hikâyeyi Anlatmakla Olur”
Göçmenlik ve toplumun hafızasında yer alan pek çok konuyu yazdığı yeni kitabı Balıkçı ve Oğlu’nu değerlendiren Zülfü Livaneli, mesaj vermek için roman yazmadığını vurguluyor. “Roman, roman olmalı” diyen Livaneli, bunun için de karakterlerin yaşaması gerektiğini söylüyor. Tıpkı Balıkçı ve Oğlu’nda olduğu gibi roman karakterlerinin yaşadıkları çevreden etkilendiklerinin altını çizen usta kalem, insanla beraber var olan konuların romanında yer aldığını belirtiyor.İnsanların yaşamlarına derinden bakan heryazarın bir köyle bütün dünyayı anlatıp evrenselliğe ulaştığını söyleyen Livaneli, bu noktada okuru etkileyebilmek adına da yüzey yerine derindeki hikâyenin anlatılması gerektiğini ifade ediyor. Romanında işlediği rant, ekolojik dengenin bozulması ve diğer insani meselelere de “Hep beraber dünyamız acı çekiyor, yok oluyor. Doğamız yok oluyor, insanlarımız çeşitli acılara gömülüyorlar” sözleriyle atıfta bulunan Livaneli, değişimin ise kadınlar eliyle olacağını söyleyerek şu cümleleri kuruyor: “Kadınların, mutlaka toplumda daha fazla söz sahibi olması gerekiyor. Ben çözümü, kadınların güçlü olmasına bağlıyorum, güçlenmesine bağlıyorum”.
Balıkçı ve Oğlu’nun Hikayesi Gerçek Oldu
Zülfü Livaneli’nin gerçeklerden beslenerek yazdığı ve Egeli balıkçılar ile göçmenleri anlattığı yeni kitabının hikayesi kısa süre önce gerçek oldu. İspanya’nın Kuzey Afrika’da bulunan toprağı Ceuta’da aralarında küçük çocukların da bulunduğu binlerce kişinin Fas-İspanya sınırını aşıp Avrupa’ya geçmeye çalışırken yürek parçalayan görüntülerinin ortaya çıkması, Livaneli’nin kitabında işlediği konuyu anımsattı.Romanını birkaç senedir yazdığını ve haberi görünce yazdığı karakterlerin gözünün önüne geldiğini belirten Livaneli, “Bize bu kadar güzellikler veren deniz, başkaları için ‘ölüm denizi’ haline geliyor” ifadesiyle duygularını dile getiriyor.
Son Güncelleme: Çarşamba, 02 Haziran 2021 15:00
Gösterim: 1127