Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Türkiye Üstün Yetenekli Çocuklar Vakfı Başkanı Funda Ardıç, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in açıkladığı ‘Üstün Yetenekli Bireyler Strateji ve Uygulama Planı hakkında, bu çocuklar için atılacak her olumlu adımın kendilerini sevindireceğini söyledi.
Yıllardır konuşulan üstün yetenekli çocuklar hakkında, devletin bir politika belirleyip adım atacak olmasının iyi bir gelişme olduğunu belirten Türkiye Üstün Yetenekli Çocuklar Vakfı Başkanı Funda Ardıç, “Sivil toplum kuruluşları ve akademisyenlerin de sürece dahil edilmesini istiyoruz. Hep birlikte bilgi ve deneyimlerimizi kullanırsak, çocuklarımız ve Türkiye’nin geleceği için daha iyi olabilir. Türkiye’de tüm il ve köylerde çocuklar taranmalı. Yeteneklerine göre her biri yönlendirilip, ona göre eğitim almalı. Çocuklarımızın yönlendirilebilmesi için de ilkokul öğretmenlerinin dikkatli ve bilinçli olması gerekiyor” dedi. 20 yıl önce üstün yetenekli çocukların aileleri tarafından kurulan vakfın ayakta durması için çok çaba sarf ettiklerini, yasal olarak bağış alamadıkları ve vergiden muaf olmadıkları için sıkıntı yaşadıklarını söyleyen Funda Ardıç, “Maddi olanaksızlık nedeni ile vakfımızın bir mekanı bile yok. Küçük bir ofisimiz var ama ailelerle toplanıp sorunlarımızı konuşup, çocuklarımızın bir araya gelebileceği bir yer yok. Aileleri yönlendirecek bir sekreterimiz de yok. Telefonlar, cep telefonlarına yönlendirilmiş bir şekilde çalışıyor. Zaman zaman çocuklarımızı kendi evlerimizde toplayarak, aktiviteler yapmaya çalışıyoruz. Bir mekanımız olsa, daha çok kişiye ulaşarak, onların becerileri yönünde çeşitli faaliyetler yapabilirdik. Vergiden muaf olursak, bağışlar sayesinde çocuklara yönelik farklı organizasyonlar yapabiliriz. ‘Üstün yetenekli çocuk zekidir, kendini kurtarır, ekstra desteğe ihtiyacı yoktur’ gibi yanlış bir algı var. Bu çocukların sosyal olarak kendini ifade edebilmeleri için onlara destek olunması şart” ifadelerini kullandı.
"LİDERLER DE ÜSTÜN YETENEKLİ"
Üstün yetenek tanısı konulan bir çocuğun devlet tarafından hem kendisine hem de ailesine destek verilmesi gerektiğini açıklayan Ardıç, “Üstün yetenekli çocuk tanısını aileye, anneanne, babaanne hatta öğretmenlere bile anlatmalıyız. Eğitimciler de maalesef bu konuda bilinçli değiller. Çocuklar, herkesten çok hızlı öğrendiği için sınıf içinde uyum sorunu yaşıyorlar. Ama eğitim işini sağlam temellere oturtabilirsek 10 yıl sonra Türkiye bambaşka yerlerde olur. Liderlerin birçoğu üstün yetenekli, birçok işi başarmış kişiler. Bu çocuklarımızı duygusal olarak destekleyerek, zekalarıyla harmanlayacakları iyi bir birey olarak yetiştirmek bir devlet politikası olmalı” diye konuştu. 16 yaşında üstün yetenekli bir çocuğa sahip olduğunu, sanki bir bedende 2 insan büyütüyormuş gibi kendisini hissettiğini söyleyen Funda Ardıç, “Küçük bedenler, çok büyük fikirlere sahip. Her soruya cevap verebilecek bilgiye sahipler. Bu çocuklarımızın farklılaştırılmış eğitim alması, yetenekleri doğrultusunda yönlendirilmesi şart. Ayrıca bu çocukların okulu erken bitirebilme gibi bir şanslarının da olması gerekiyor. Yaşı gelmeden de üniversite okuma fırsatları olmalı” şeklinde konuştu.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Türkiye Üstün Yetenekli Çocuklar Vakfı Başkanı Funda Ardıç, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in açıkladığı ‘Üstün Yetenekli Bireyler Strateji ve Uygulama Planı hakkında, bu çocuklar için atılacak her olumlu adımın kendilerini sevindireceğini söyledi.
Yıllardır konuşulan üstün yetenekli çocuklar hakkında, devletin bir politika belirleyip adım atacak olmasının iyi bir gelişme olduğunu belirten Türkiye Üstün Yetenekli Çocuklar Vakfı Başkanı Funda Ardıç, “Sivil toplum kuruluşları ve akademisyenlerin de sürece dahil edilmesini istiyoruz. Hep birlikte bilgi ve deneyimlerimizi kullanırsak, çocuklarımız ve Türkiye’nin geleceği için daha iyi olabilir. Türkiye’de tüm il ve köylerde çocuklar taranmalı. Yeteneklerine göre her biri yönlendirilip, ona göre eğitim almalı. Çocuklarımızın yönlendirilebilmesi için de ilkokul öğretmenlerinin dikkatli ve bilinçli olması gerekiyor” dedi. 20 yıl önce üstün yetenekli çocukların aileleri tarafından kurulan vakfın ayakta durması için çok çaba sarf ettiklerini, yasal olarak bağış alamadıkları ve vergiden muaf olmadıkları için sıkıntı yaşadıklarını söyleyen Funda Ardıç, “Maddi olanaksızlık nedeni ile vakfımızın bir mekanı bile yok. Küçük bir ofisimiz var ama ailelerle toplanıp sorunlarımızı konuşup, çocuklarımızın bir araya gelebileceği bir yer yok. Aileleri yönlendirecek bir sekreterimiz de yok. Telefonlar, cep telefonlarına yönlendirilmiş bir şekilde çalışıyor. Zaman zaman çocuklarımızı kendi evlerimizde toplayarak, aktiviteler yapmaya çalışıyoruz. Bir mekanımız olsa, daha çok kişiye ulaşarak, onların becerileri yönünde çeşitli faaliyetler yapabilirdik. Vergiden muaf olursak, bağışlar sayesinde çocuklara yönelik farklı organizasyonlar yapabiliriz. ‘Üstün yetenekli çocuk zekidir, kendini kurtarır, ekstra desteğe ihtiyacı yoktur’ gibi yanlış bir algı var. Bu çocukların sosyal olarak kendini ifade edebilmeleri için onlara destek olunması şart” ifadelerini kullandı.
"LİDERLER DE ÜSTÜN YETENEKLİ"
Üstün yetenek tanısı konulan bir çocuğun devlet tarafından hem kendisine hem de ailesine destek verilmesi gerektiğini açıklayan Ardıç, “Üstün yetenekli çocuk tanısını aileye, anneanne, babaanne hatta öğretmenlere bile anlatmalıyız. Eğitimciler de maalesef bu konuda bilinçli değiller. Çocuklar, herkesten çok hızlı öğrendiği için sınıf içinde uyum sorunu yaşıyorlar. Ama eğitim işini sağlam temellere oturtabilirsek 10 yıl sonra Türkiye bambaşka yerlerde olur. Liderlerin birçoğu üstün yetenekli, birçok işi başarmış kişiler. Bu çocuklarımızı duygusal olarak destekleyerek, zekalarıyla harmanlayacakları iyi bir birey olarak yetiştirmek bir devlet politikası olmalı” diye konuştu. 16 yaşında üstün yetenekli bir çocuğa sahip olduğunu, sanki bir bedende 2 insan büyütüyormuş gibi kendisini hissettiğini söyleyen Funda Ardıç, “Küçük bedenler, çok büyük fikirlere sahip. Her soruya cevap verebilecek bilgiye sahipler. Bu çocuklarımızın farklılaştırılmış eğitim alması, yetenekleri doğrultusunda yönlendirilmesi şart. Ayrıca bu çocukların okulu erken bitirebilme gibi bir şanslarının da olması gerekiyor. Yaşı gelmeden de üniversite okuma fırsatları olmalı” şeklinde konuştu.
Son Güncelleme: Salı, 22 Ocak 2013 13:15
Gösterim: 3427
İÜ Hukuk Fakültesi öğrencisi Taşdemir, Okmeydanı’nda hastaneden çıkarken gösterinin ortasında kalınca tutuklandı ve 2.5 aydır cezaevinde iddianame bekliyor.Taşdemir'in çantasında da reçete ve oturma simiti vardı
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Hukuk Fakültesi’nin başarılı son sınıf öğrencilerinden Osman Taşdemir 2,5 aydır tutuklu. Nedeni ise Okmedaydanı’ndaki izinsiz gösteride gözaltına alınması. Oysa ki iddiaya göre hukuk öğrencisi genç o sırada hastaneden dönüyordu. Çantasında da reçete ve oturma simiti vardı.
İ.Ü Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer’in “Her gece bu öğrencimi düşünüyorum” diyerek haksız tutuklamalara örnek gösterdiği Taşdemir, hakkında hazırlanacak iddianameyi bekliyor.
Ağrı Doğubeyazıt’lı 7 kişilik bir ailenin en büyük çocuğu olan Osman Taşdemir’in babası inşaat işçisi. Taşdemir, fakültenin en başarılı 10 öğrencisinden biri. Sözüer’le birlikte Almanya’daki hukuk konferanslarına katılan ve iyi derecede Almanca bilen Taşdemir 30 Ekim 2012’de Okmeydanı’nda gözaltına alındı ve tutuklandı. Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Taşdemir aynı zamanda Ankilozan spondilit adlı omurilik rahatsızlığıyla da mücadele ediyor.
‘Muayeneye giremedim’
Taşdemir’in gözaltına alınma süreci dosyadaki ifadesine göre şöyle gelişti; Taşdemir o gün sabah okulda derslerine girdikten sonra öğle saatlerinde rahatsızlığıyla ilgili muayane olmak için Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi’ne gitti. Muayane için sıra alamayınca hastaneden ayrıldı. Eve gitmek için yürürken açlık grevleriyle ilgili düzenlenen eylemin ortasında kaldı. Polisin biber gazıyla göstericileri dağıttığı sırada göstericilerin arasında kalan ve biber gazından etkilenmemek için o bölgeden uzaklaşmaya çalışan Taşdemir, polis tarafından yakalandı ve gözaltına alındı. Karakolda verdiği ifadede eylemle ilgisinin olmadığını söyleyip, suçlamaları kabul etmese de tutuklandı. Hakkında isnat edilen suç ise ‘örgüt çağrısına uyup eyleme katılmak’tı.
Reçete ve simit
Göstericiler arasında da kimsenin Osman’ı tanımadığını söyleyen avukatı Hayriye Asrağ, “Gözaltına alındığında çantasında reçetesi ve rahatsızlığı nedeniyle oturma simidi var. Hastaneyle işi olduğu belli. Ama hiçbir suçu olmadığı halde 2,5 aydır içeride. İlk duruşmada tahliye olacak belki ama iddianamesi dahi hazırlanmadı” diye konuştu.
Anne Ayten Taşdemir ise oğlunun çok hasta olduğunu belirterek adaletin talebinde bulundu. Anne Taşdemir, “Osman, okuldan eve, evden okula giden bir çocuk. İstese bile eyleme falan katılamaz. Çünkü yürümekte güçlük çekiyor” dedi. Taşdemir’in kardeşi Rıdvan Taşdemir de ağabeyinin politik bir tavrının olmadığını kaydederek şunları söyledi: “Gözaltına alındığı anda omurilik rahatsızlığından ötürü kaçamadığı için ilk olarak polisler onu almışlar. Sağlık problemleri halen devam ediyor. Lütfen onu bıraksınlar artık.”
‘Her gece düşünüyorum’
Prof. Dr. Adem Sözüer, dün Radikal’den Ezgi Başaran’a verdiği röportajda, şunları söylemişti: “Bakın benim bir öğrencim var, şu anda tutuklu. Ben bu çocuğu yurt dışında bilimsel araştırmalara götürdüm. İstanbul Üniversitesi’ndeki tüm öğretim üyeleri tanıyor. Hiçbir olayla ilgisi olmayan bir çocuk. Bir gün hastaneye tedavi olmaya giderken, bir gösteriye denk geliyor. Kendi ifadesiyle gösteriye katılmıyor, velev ki katılsın. Orada yakalanıp tutuklanıyor. Neden? Örgüt üyeliğinden. Çantasında simidi ve özel hastalığıyla ilgili hastaneden aldığı reçetesi bile var. Bu çocuk dava açılıp derdini anlatana kadar bir sene geçecek. Daha hakimin bu dosyaya bakma fırsatı bile olmamıştır. Şimdi bizim bu kadar yatırım yaptığımız bir insanın hayatından çalınan günlere bakın. Her gece bu öğrencimi düşünüyorum.”
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
İÜ Hukuk Fakültesi öğrencisi Taşdemir, Okmeydanı’nda hastaneden çıkarken gösterinin ortasında kalınca tutuklandı ve 2.5 aydır cezaevinde iddianame bekliyor.Taşdemir'in çantasında da reçete ve oturma simiti vardı
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Hukuk Fakültesi’nin başarılı son sınıf öğrencilerinden Osman Taşdemir 2,5 aydır tutuklu. Nedeni ise Okmedaydanı’ndaki izinsiz gösteride gözaltına alınması. Oysa ki iddiaya göre hukuk öğrencisi genç o sırada hastaneden dönüyordu. Çantasında da reçete ve oturma simiti vardı.
İ.Ü Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer’in “Her gece bu öğrencimi düşünüyorum” diyerek haksız tutuklamalara örnek gösterdiği Taşdemir, hakkında hazırlanacak iddianameyi bekliyor.
Ağrı Doğubeyazıt’lı 7 kişilik bir ailenin en büyük çocuğu olan Osman Taşdemir’in babası inşaat işçisi. Taşdemir, fakültenin en başarılı 10 öğrencisinden biri. Sözüer’le birlikte Almanya’daki hukuk konferanslarına katılan ve iyi derecede Almanca bilen Taşdemir 30 Ekim 2012’de Okmeydanı’nda gözaltına alındı ve tutuklandı. Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Taşdemir aynı zamanda Ankilozan spondilit adlı omurilik rahatsızlığıyla da mücadele ediyor.
‘Muayeneye giremedim’
Taşdemir’in gözaltına alınma süreci dosyadaki ifadesine göre şöyle gelişti; Taşdemir o gün sabah okulda derslerine girdikten sonra öğle saatlerinde rahatsızlığıyla ilgili muayane olmak için Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi’ne gitti. Muayane için sıra alamayınca hastaneden ayrıldı. Eve gitmek için yürürken açlık grevleriyle ilgili düzenlenen eylemin ortasında kaldı. Polisin biber gazıyla göstericileri dağıttığı sırada göstericilerin arasında kalan ve biber gazından etkilenmemek için o bölgeden uzaklaşmaya çalışan Taşdemir, polis tarafından yakalandı ve gözaltına alındı. Karakolda verdiği ifadede eylemle ilgisinin olmadığını söyleyip, suçlamaları kabul etmese de tutuklandı. Hakkında isnat edilen suç ise ‘örgüt çağrısına uyup eyleme katılmak’tı.
Reçete ve simit
Göstericiler arasında da kimsenin Osman’ı tanımadığını söyleyen avukatı Hayriye Asrağ, “Gözaltına alındığında çantasında reçetesi ve rahatsızlığı nedeniyle oturma simidi var. Hastaneyle işi olduğu belli. Ama hiçbir suçu olmadığı halde 2,5 aydır içeride. İlk duruşmada tahliye olacak belki ama iddianamesi dahi hazırlanmadı” diye konuştu.
Anne Ayten Taşdemir ise oğlunun çok hasta olduğunu belirterek adaletin talebinde bulundu. Anne Taşdemir, “Osman, okuldan eve, evden okula giden bir çocuk. İstese bile eyleme falan katılamaz. Çünkü yürümekte güçlük çekiyor” dedi. Taşdemir’in kardeşi Rıdvan Taşdemir de ağabeyinin politik bir tavrının olmadığını kaydederek şunları söyledi: “Gözaltına alındığı anda omurilik rahatsızlığından ötürü kaçamadığı için ilk olarak polisler onu almışlar. Sağlık problemleri halen devam ediyor. Lütfen onu bıraksınlar artık.”
‘Her gece düşünüyorum’
Prof. Dr. Adem Sözüer, dün Radikal’den Ezgi Başaran’a verdiği röportajda, şunları söylemişti: “Bakın benim bir öğrencim var, şu anda tutuklu. Ben bu çocuğu yurt dışında bilimsel araştırmalara götürdüm. İstanbul Üniversitesi’ndeki tüm öğretim üyeleri tanıyor. Hiçbir olayla ilgisi olmayan bir çocuk. Bir gün hastaneye tedavi olmaya giderken, bir gösteriye denk geliyor. Kendi ifadesiyle gösteriye katılmıyor, velev ki katılsın. Orada yakalanıp tutuklanıyor. Neden? Örgüt üyeliğinden. Çantasında simidi ve özel hastalığıyla ilgili hastaneden aldığı reçetesi bile var. Bu çocuk dava açılıp derdini anlatana kadar bir sene geçecek. Daha hakimin bu dosyaya bakma fırsatı bile olmamıştır. Şimdi bizim bu kadar yatırım yaptığımız bir insanın hayatından çalınan günlere bakın. Her gece bu öğrencimi düşünüyorum.”
Son Güncelleme: Salı, 22 Ocak 2013 13:38
Gösterim: 3519
Başbakan Erdoğan, eş durumu nedeniyle atama bekleyen öğretmenlerin atamalarının Şubat’ta yapılacağını ve başörtüsü yasağı için de Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunu işaret etti.
Star Gazetesi’nin haberine göre, Erdoğan, önceki gün akşam yemeğinde bir araya geldiği sivil toplum örgütü temsilcileri ve kanaat önderlerinin 4 saat boyunca sorularını cevapladı. Memur-Sen İl Temsilcisi Mithat Sevin’in kamuda başörtüsü yasağını dile getirmesi üzerine Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’ni işaret etti. Erdoğan şöyle dedi: “Her şey bir anda olmuyor. Kuran’ı bile 23 yılda indi. Allah bir anda indiremez miydi? İndirirdi. Ama herşeyin bir zamanı var. Biz geldiğimizde sorun daha büyüktü. Herşey bir anda olmaz, zamana yayılmalı. Ama biz Anayasa konusunda bireysel başvuru yolunu açtık. Anayasa Mahkemesi’ne yasal yollardan başvurup önce haklarını arasınlar. Onu bir görelim.” PKK’nın bölgeyi fakir bırakmaya çalıştığını kaydeden Erdoğan İmralı görüşmeleri ile başlayan sürece de değinerek, “Biz süreci devam ettiriyoruz. Suistimal edilmediği takdirde sonuca götüreceğiz ve bir an önce kanı durduracağız” diye konuştu.
Öğretmenlerin eş durumundan ataması Şubat’ta yapılacak
Bir soru üzerine Suriye ile savaşma niyetleri olmadıklarını vurgulayan Erdoğan, “Ancak saldırırsa elimiz kolumuz bağlı durmayız” dedi. Batının Suriye konusunda duyarsız kaldığını aktaran Erdoğan, “Fransa Mali’ye niye girdi.Dünyanın en zengin altın madenleri var. Onun için oradalar” dedi. Erdoğan öğretmenlerin Şubat’ta eş durumundan tayin talebi için de “Yeniden atama yapılacak, hazırlıklar yapılıyor” diyerek müjde verdi.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Başbakan Erdoğan, eş durumu nedeniyle atama bekleyen öğretmenlerin atamalarının Şubat’ta yapılacağını ve başörtüsü yasağı için de Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunu işaret etti.
Star Gazetesi’nin haberine göre, Erdoğan, önceki gün akşam yemeğinde bir araya geldiği sivil toplum örgütü temsilcileri ve kanaat önderlerinin 4 saat boyunca sorularını cevapladı. Memur-Sen İl Temsilcisi Mithat Sevin’in kamuda başörtüsü yasağını dile getirmesi üzerine Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’ni işaret etti. Erdoğan şöyle dedi: “Her şey bir anda olmuyor. Kuran’ı bile 23 yılda indi. Allah bir anda indiremez miydi? İndirirdi. Ama herşeyin bir zamanı var. Biz geldiğimizde sorun daha büyüktü. Herşey bir anda olmaz, zamana yayılmalı. Ama biz Anayasa konusunda bireysel başvuru yolunu açtık. Anayasa Mahkemesi’ne yasal yollardan başvurup önce haklarını arasınlar. Onu bir görelim.” PKK’nın bölgeyi fakir bırakmaya çalıştığını kaydeden Erdoğan İmralı görüşmeleri ile başlayan sürece de değinerek, “Biz süreci devam ettiriyoruz. Suistimal edilmediği takdirde sonuca götüreceğiz ve bir an önce kanı durduracağız” diye konuştu.
Öğretmenlerin eş durumundan ataması Şubat’ta yapılacak
Bir soru üzerine Suriye ile savaşma niyetleri olmadıklarını vurgulayan Erdoğan, “Ancak saldırırsa elimiz kolumuz bağlı durmayız” dedi. Batının Suriye konusunda duyarsız kaldığını aktaran Erdoğan, “Fransa Mali’ye niye girdi.Dünyanın en zengin altın madenleri var. Onun için oradalar” dedi. Erdoğan öğretmenlerin Şubat’ta eş durumundan tayin talebi için de “Yeniden atama yapılacak, hazırlıklar yapılıyor” diyerek müjde verdi.
Son Güncelleme: Pazartesi, 21 Ocak 2013 16:52
Gösterim: 1892
Ahmet Hakan Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde, Başbakan Erdoğan’ın kendisine ‘oy yok’ diyen öğretmene verdiği cevabı eleştirdi ve Başbakan’ın bu tutumunun nedenlerini şöyle sıraladı…
MEYDANDAKİ vatandaş, Başbakan’a bağırıyor:
“Şubatta öğretmen ataması yoksa oy da yok.”
Belli ki Başbakan’a oy vermiş.
Belli ki yine oy verecek.
Ama bu kez bir şartı var: Şubatta atama...
“Olmazsa oy vermem” diyor.
*
Başbakan cevap veriyor:
“Sağ ol. O oy senin olsun. Biz öyle spekülasyonlara girmeyiz. Al onu kendine sakla. Tamam, kendine sakla... Sen vermen gereken yere ver. Bize kimin oy vereceği belli, bak burada görüyorsun. Sen kendine sakla.”
*
Nasıl oluyor da Başbakan, “O işi halletmezsen sana oy yok” diyen vatandaşa “Oy vermezsen verme” tavrı koyabiliyor?
Nasıl oluyor da bu denli tok satıcı olabiliyor?
Sorunun cevabı şu ALTI maddede:
*
BİR: Çünkü Başbakan, verdiği cevabın gayet azınlıkta kalan bir kısım seçkin zümre tarafından yadırganacağını, geriye kalan büyük kalabalığın, “Helal olsun adama, lafını sakınmıyor arkadaş” diyeceğini gayet iyi biliyor.
İKİ: Çünkü Başbakan, yüzde 54’ü cebinde keklik olarak görüyor ve miting meydanında vatandaş azarlamanın yüzde 54’ten dirhem bile götüremeyeceğinden adı gibi emin.
ÜÇ: Çünkü Başbakan, o vatandaşı azarlayarak, “Biz oy tehdidiyle iş yapmayız” mesajını verdiğini düşünüyor ve bu mesajın da toplum üzerinde olumlu etki yaratacağı görüşünde.
DÖRT: Çünkü Başbakan, meydanda bağıran o vatandaşın “iyi niyetli” olmadığını, “iyi niyetli” olsa öyle bağırmayacağını, öyle bağırmasının “kötü niyet” göstergesinden başka bir şey olmadığını düşünüyor.
BEŞ: Çünkü Başbakan, meydanda kendisi konuşurken vatandaşın tekinin sesini yükseltmesini “ifade özgürlüğü” kapsamında görmüyor, “sözünün üstüne söz söylemeye kalkışmak” kapsamında değerlendiriyor.
ALTI: Çünkü Başbakan, bir atamaya kendisine oy verecek olan seçmenden doğacak kaybı, başka tür menfaatlerle kendisine oy verecek seçmenler eliyle kapatacağını gayet iyi biliyor.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Ahmet Hakan Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde, Başbakan Erdoğan’ın kendisine ‘oy yok’ diyen öğretmene verdiği cevabı eleştirdi ve Başbakan’ın bu tutumunun nedenlerini şöyle sıraladı…
MEYDANDAKİ vatandaş, Başbakan’a bağırıyor:
“Şubatta öğretmen ataması yoksa oy da yok.”
Belli ki Başbakan’a oy vermiş.
Belli ki yine oy verecek.
Ama bu kez bir şartı var: Şubatta atama...
“Olmazsa oy vermem” diyor.
*
Başbakan cevap veriyor:
“Sağ ol. O oy senin olsun. Biz öyle spekülasyonlara girmeyiz. Al onu kendine sakla. Tamam, kendine sakla... Sen vermen gereken yere ver. Bize kimin oy vereceği belli, bak burada görüyorsun. Sen kendine sakla.”
*
Nasıl oluyor da Başbakan, “O işi halletmezsen sana oy yok” diyen vatandaşa “Oy vermezsen verme” tavrı koyabiliyor?
Nasıl oluyor da bu denli tok satıcı olabiliyor?
Sorunun cevabı şu ALTI maddede:
*
BİR: Çünkü Başbakan, verdiği cevabın gayet azınlıkta kalan bir kısım seçkin zümre tarafından yadırganacağını, geriye kalan büyük kalabalığın, “Helal olsun adama, lafını sakınmıyor arkadaş” diyeceğini gayet iyi biliyor.
İKİ: Çünkü Başbakan, yüzde 54’ü cebinde keklik olarak görüyor ve miting meydanında vatandaş azarlamanın yüzde 54’ten dirhem bile götüremeyeceğinden adı gibi emin.
ÜÇ: Çünkü Başbakan, o vatandaşı azarlayarak, “Biz oy tehdidiyle iş yapmayız” mesajını verdiğini düşünüyor ve bu mesajın da toplum üzerinde olumlu etki yaratacağı görüşünde.
DÖRT: Çünkü Başbakan, meydanda bağıran o vatandaşın “iyi niyetli” olmadığını, “iyi niyetli” olsa öyle bağırmayacağını, öyle bağırmasının “kötü niyet” göstergesinden başka bir şey olmadığını düşünüyor.
BEŞ: Çünkü Başbakan, meydanda kendisi konuşurken vatandaşın tekinin sesini yükseltmesini “ifade özgürlüğü” kapsamında görmüyor, “sözünün üstüne söz söylemeye kalkışmak” kapsamında değerlendiriyor.
ALTI: Çünkü Başbakan, bir atamaya kendisine oy verecek olan seçmenden doğacak kaybı, başka tür menfaatlerle kendisine oy verecek seçmenler eliyle kapatacağını gayet iyi biliyor.
Son Güncelleme: Salı, 22 Ocak 2013 09:06
Gösterim: 1631
Selçuk Üniversitesi'nce (SÜ) 5 ildeki 268 işletmede yapılan anket sonucu, okul kantinlerinde çalışanların yüzde 73'ünün gıda güvenliği ve hijyen konusunda hiçbir eğitim almadığını ortaya koydu.
Avrupa Birliği Bakanlığı Leonardo Da Vinci Programı Yenilik Transferi Projesi kapsamında SÜ Çumra Meslek Yüksekokulu tarafından yürütülen “Restoran ve Okul Kantinlerinde Gıda Güvenliği Farkındalığı” (Safe-Rest) projesi kapsamında, 5 ilde 268 işletmede anket yapıldı.
Hürriyet Gazetesi'nin haberine göre, SÜ Çumra Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi ve Proje Yürütücüsü Yrd. Doç. Dr. Meryem Kara, “Neden daha güvenli gıdalar üretmeyelim, tüketmeliyim?” sloganıyla, 2010 yılında başlattıkları projeyle restoran ve okul kantinlerinde toplum sağlığının korunması için; tarladan ya da çiftlikten çatala kadar, güvenilir gıdalar üretilip tüketilmesinin hedeflendiğini söyledi.
Restoran ve okul kantinlerinin geniş bir kesime hitap ettiğini, özellikle çocukların önemli kısmının kantinlerden beslendiğini vurgulayan Kara, şunları kaydetti:
“Anket yöntemiyle saha çalışması yaptık. Ankara, Denizli, Bolu, Konya ve Uşak olmak üzere 5 ildeki toplam 268 işletmede 617 kişiyle görüşmeler yaptık. İlginç sonuçlara ulaştık. Restoran ve okul kantinlerinde çalışanlar genellikle, tornacı, tezgahtar, tesisatçı, muhasebeci, işletmeci, garson, ev hanımı ve gıda teknikeri gibi çok çeşitli meslek gruplarından oluşmaktadır. Restoran ve okul kantinlerinde çalışanların büyük çoğunluğu ilkokul mezunu. Restoranlarda çalışanların yüzde 64'ü, okul kantinlerinde ise yüzde 73'ü gıda güvenliği ve hijyen konusunda herhangi bir eğitim almamış. Ankete katılanların büyük çoğunluğunun, bu konularda bilgisiz olduğu da tespit edilmiştir.”
Kara, güvenli olmayan gıdaların başta kanser olmak üzere birçok hastalığa neden olabildiğini, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her yıl 2,2 milyon insanın gıda kaynaklı hastalıklardan öldüğünü sözlerine ekledi.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Selçuk Üniversitesi'nce (SÜ) 5 ildeki 268 işletmede yapılan anket sonucu, okul kantinlerinde çalışanların yüzde 73'ünün gıda güvenliği ve hijyen konusunda hiçbir eğitim almadığını ortaya koydu.
Avrupa Birliği Bakanlığı Leonardo Da Vinci Programı Yenilik Transferi Projesi kapsamında SÜ Çumra Meslek Yüksekokulu tarafından yürütülen “Restoran ve Okul Kantinlerinde Gıda Güvenliği Farkındalığı” (Safe-Rest) projesi kapsamında, 5 ilde 268 işletmede anket yapıldı.
Hürriyet Gazetesi'nin haberine göre, SÜ Çumra Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi ve Proje Yürütücüsü Yrd. Doç. Dr. Meryem Kara, “Neden daha güvenli gıdalar üretmeyelim, tüketmeliyim?” sloganıyla, 2010 yılında başlattıkları projeyle restoran ve okul kantinlerinde toplum sağlığının korunması için; tarladan ya da çiftlikten çatala kadar, güvenilir gıdalar üretilip tüketilmesinin hedeflendiğini söyledi.
Restoran ve okul kantinlerinin geniş bir kesime hitap ettiğini, özellikle çocukların önemli kısmının kantinlerden beslendiğini vurgulayan Kara, şunları kaydetti:
“Anket yöntemiyle saha çalışması yaptık. Ankara, Denizli, Bolu, Konya ve Uşak olmak üzere 5 ildeki toplam 268 işletmede 617 kişiyle görüşmeler yaptık. İlginç sonuçlara ulaştık. Restoran ve okul kantinlerinde çalışanlar genellikle, tornacı, tezgahtar, tesisatçı, muhasebeci, işletmeci, garson, ev hanımı ve gıda teknikeri gibi çok çeşitli meslek gruplarından oluşmaktadır. Restoran ve okul kantinlerinde çalışanların büyük çoğunluğu ilkokul mezunu. Restoranlarda çalışanların yüzde 64'ü, okul kantinlerinde ise yüzde 73'ü gıda güvenliği ve hijyen konusunda herhangi bir eğitim almamış. Ankete katılanların büyük çoğunluğunun, bu konularda bilgisiz olduğu da tespit edilmiştir.”
Kara, güvenli olmayan gıdaların başta kanser olmak üzere birçok hastalığa neden olabildiğini, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her yıl 2,2 milyon insanın gıda kaynaklı hastalıklardan öldüğünü sözlerine ekledi.
Son Güncelleme: Salı, 22 Ocak 2013 09:50
Gösterim: 2276

