Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Küçük Sırlar, Pis Yedili gibi gençlerin yakından takip ettiği dizilerde rol alan Kadir Doğulu, çocukluğundan bu yana hayalini kurduğu oyunculuk mesleğinden çok mutlu olduğunu söylüyor. Oyunculuk üzerine eğitim almadığını, ancak çok çalıştığını belirten Doğulu, ailesinin eğitimine devam etmesi şartıyla oyunculuğa izin verdiğini ifade ediyor.
Eğitim hayatınız hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz? Nasıl bir öğrenciydiniz?
Liseyi bitirene kadar Mersin’deydim. Üniversite eğitimim için İstanbul'a geldim, hala okuyorum. Derslere çok düşkün değildim. Bazen zorlanırdım ama hiç bir zaman kötü bir öğrenci olmadım. Genelde hem okuyup hem de çalıştığım için benim için eğlenceli geçti o yıllar.
5 kardeşli, anne ev hanımı, baba işçi emeklisi bir evde büyüdünüz. Bu durum eğitim hayatınızı etkiledi mi?
Bizim evde, ne olursa olsun maddi manevi fark etmez, evdeki çocuklar mutlaka ama mutlaka okuyacaktır. Tüm aile elinden geleni yapar. Üniversite hayatına geç başlamak benim tercihimdi ama sonunda oldu. Dediğim gibi bizim çekirdek ailemizde okumamak gibi bir alternatif yok.
Küçük yaşlardan beri çok fazla yerde çalışmışsınız. Erken yaşta çalışmaya başlamış olmak size ne kattı?
Hayata erken atılmak diye bir deyim vardır, herkesin söylediği işte var ise böyle bir şey benim için öyle oldu. Hayatımın büyük bir kısmını kendi tercihimle çalışarak geçirdim. Kalabalık ailelerde, aile ekonomisine destek olmak önemlidir. Sadece ben değil kardeşlerim de çalışıp destek olmuşlardır her zaman. Ama benim için amaçlarıma erken ulaşmak için keyifle yaptığım şeylerdi. Çalışmayı çok seviyorum. Yaptığım her işi de keyifle ve severek yaptım. Küçük yaşta edindiğim çalışma disiplinini kaybetmeden hala keyifle çalışıyorum. Her zaman çalışmaya alışık olduğum için çalışmadığım ya da boşa geçirdiğim zaman olmaması için elimden geleni yapıyorum. İşimden arta kalan zamanları mutlaka hobilerimle dolduruyorum. Özellikle fırsat buldukça spor yapmayı aksatmıyorum.
ÇALIŞMAYA DEVAM ETMEK İÇİN OKULA DÖRT ELLE ASILDIM
Hem çalışıp hem okumak okul hayatınızı etkiledi mi? Aradaki dengeyi nasıl kurdunuz?
Çalışmasaydım da okul hayatımda her hangi bir değişiklik olacağını sanmıyorum. Belki de çalışmaya devam edebilmek için okul hayatıma daha çok ağırlık vermiş olabilirim. Okula gitmeyeceğim desem annem çalışmama izin vermezdi. Çünkü dediğim gibi bizim ailede okumak mecburdur. Eğer çalışmak istiyorsanız okulunuz ve dersleriniz iyi olmalı.
Öğrencilik yıllarından unutamadığınız bir öğretmeniniz ya da bir anınız var mı?
İlkokul öğretmenimi hiç bir zaman unutmayacağım herhalde. Bir de bizim zamanımızda ortaokul vardı, şimdi sistem değişti tabi. Sınıf öğretmenimiz ve aynı zamanda matematik öğretmenimiz olan Neslihan Hanım’ı hiç unutmam.
GENÇLER OYUNCU OLMAK İÇİN UĞRAŞMASINLAR!
Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz? Oyunculuk anlamında geleceğe dair planlarınız var mı? Oyuncu olmak isteyen gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Çocukluğumdan beri oyuncu olma hayalim vardı fakat şartlar beni başka yerlere sürükledi. Karar vermedim, hep istedim. Herhangi bir okulda oyunculuk eğitimi almadım. Bireysel olarak hocalarla uzun süre çalışmalarım oldu ve hala çalışıyorum. Oyunculuk anlamında geleceğe yönelik planlarım tabii ki var. Bundan sonra tek amacım daha iyi olabilmek için çalışmak olacak. Bu işi yapmak isteyen gençlere tavsiyem, oyuncu olmak için uğraşmasınlar. İyi biri olmak, iyi bir iş yapabilmek için uğraşsınlar, devamı zaten gelecektir. Hayallerinden vazgeçmesinler ve doğru insanlar ile çalışmaya, tanışmaya gayret göstersinler.
Oynadığınız dizilerde hep öğrenci rolündeydiniz… Bunun özel bir nedeni var mı? Rol aldığınız dizilerde canlandırdığınız karakterlerin hangisi kendinize daha yakın hissediyorsunuz?
Özel bir nedeni yok. Başarılı olabileceğime inandığım projelerde bulunmak istiyorum. Küçük Sırlar’dan sonra öğrenci rolünde olmayı düşünmüyordum fakat Pis Yedili gibi güzel bir proje gelince tereddütsüz kabul ettim. Aslında ne Ali karakteri ne de Bayrampaşalı karakteri benim öğrenciliğime benziyor. Yine de Bayrampaşalı’ya daha yakınım diyebiliriz.
ANNEMİN MUTFAĞINDA YETİŞTİM!
Daha önce verdiğiniz bir röportajınızda İstanbul’a geldikten sonra birçok kafe ve restoranın mutfağında çalıştığınızı söylemişsiniz. Yemek yapmaya olan ilginiz nerden geliyor?
Annem çok güzel yemek yapar. Yemek yaparken onu çok izledim. Mutfak konusunda annemden kesinlikle çok şey öğrendim. Fakat çalıştığım yerlerde de yemek yapmanın teknikleri hakkında bilgi sahibi oldum. Kendimi çok geliştirdim. Yemek yapmayı seviyorum. Her geçen gün farklı lezzetler elde ederek kendimi geliştirmeye devam ediyorum. Bu anlamda geleceğe dair planlarım var, zamanı geldiğinde umarım gerçekleştirme fırsatım olur.
PİS YEDİLİ’DE İYİ SAYILABİLECEK ÇOK ÖRNEK VAR
Rol aldığınız Pis Yedili adlı dizi Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği Başkanı Cem Gülan tarafından ‘resmi liselerde okuyan gençler ile özel okullardaki öğrencileri birbirlerine düşman yapıyor’ gerekçesiyle RTÜK’e şikayet edildi. Konuyla ilgili yorumlarınızı alabilir miyiz?
Çoğu konuda haklı bulmama rağmen bu ve bazı konularda çok komik kararlar ve şikayetler aldıklarına inanıyorum. En nihayetinde hayal ürünü bir iş yapıyoruz. Karakterler ve senaryo hayal ürünü. Özellikle bizim dizide iyi sayılacak örnekler çoktur ve çok ciddi mesajlar verir.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
Küçük Sırlar, Pis Yedili gibi gençlerin yakından takip ettiği dizilerde rol alan Kadir Doğulu, çocukluğundan bu yana hayalini kurduğu oyunculuk mesleğinden çok mutlu olduğunu söylüyor. Oyunculuk üzerine eğitim almadığını, ancak çok çalıştığını belirten Doğulu, ailesinin eğitimine devam etmesi şartıyla oyunculuğa izin verdiğini ifade ediyor.
Eğitim hayatınız hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz? Nasıl bir öğrenciydiniz?
Liseyi bitirene kadar Mersin’deydim. Üniversite eğitimim için İstanbul'a geldim, hala okuyorum. Derslere çok düşkün değildim. Bazen zorlanırdım ama hiç bir zaman kötü bir öğrenci olmadım. Genelde hem okuyup hem de çalıştığım için benim için eğlenceli geçti o yıllar.
5 kardeşli, anne ev hanımı, baba işçi emeklisi bir evde büyüdünüz. Bu durum eğitim hayatınızı etkiledi mi?
Bizim evde, ne olursa olsun maddi manevi fark etmez, evdeki çocuklar mutlaka ama mutlaka okuyacaktır. Tüm aile elinden geleni yapar. Üniversite hayatına geç başlamak benim tercihimdi ama sonunda oldu. Dediğim gibi bizim çekirdek ailemizde okumamak gibi bir alternatif yok.
Küçük yaşlardan beri çok fazla yerde çalışmışsınız. Erken yaşta çalışmaya başlamış olmak size ne kattı?
Hayata erken atılmak diye bir deyim vardır, herkesin söylediği işte var ise böyle bir şey benim için öyle oldu. Hayatımın büyük bir kısmını kendi tercihimle çalışarak geçirdim. Kalabalık ailelerde, aile ekonomisine destek olmak önemlidir. Sadece ben değil kardeşlerim de çalışıp destek olmuşlardır her zaman. Ama benim için amaçlarıma erken ulaşmak için keyifle yaptığım şeylerdi. Çalışmayı çok seviyorum. Yaptığım her işi de keyifle ve severek yaptım. Küçük yaşta edindiğim çalışma disiplinini kaybetmeden hala keyifle çalışıyorum. Her zaman çalışmaya alışık olduğum için çalışmadığım ya da boşa geçirdiğim zaman olmaması için elimden geleni yapıyorum. İşimden arta kalan zamanları mutlaka hobilerimle dolduruyorum. Özellikle fırsat buldukça spor yapmayı aksatmıyorum.
ÇALIŞMAYA DEVAM ETMEK İÇİN OKULA DÖRT ELLE ASILDIM
Hem çalışıp hem okumak okul hayatınızı etkiledi mi? Aradaki dengeyi nasıl kurdunuz?
Çalışmasaydım da okul hayatımda her hangi bir değişiklik olacağını sanmıyorum. Belki de çalışmaya devam edebilmek için okul hayatıma daha çok ağırlık vermiş olabilirim. Okula gitmeyeceğim desem annem çalışmama izin vermezdi. Çünkü dediğim gibi bizim ailede okumak mecburdur. Eğer çalışmak istiyorsanız okulunuz ve dersleriniz iyi olmalı.
Öğrencilik yıllarından unutamadığınız bir öğretmeniniz ya da bir anınız var mı?
İlkokul öğretmenimi hiç bir zaman unutmayacağım herhalde. Bir de bizim zamanımızda ortaokul vardı, şimdi sistem değişti tabi. Sınıf öğretmenimiz ve aynı zamanda matematik öğretmenimiz olan Neslihan Hanım’ı hiç unutmam.
GENÇLER OYUNCU OLMAK İÇİN UĞRAŞMASINLAR!
Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz? Oyunculuk anlamında geleceğe dair planlarınız var mı? Oyuncu olmak isteyen gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Çocukluğumdan beri oyuncu olma hayalim vardı fakat şartlar beni başka yerlere sürükledi. Karar vermedim, hep istedim. Herhangi bir okulda oyunculuk eğitimi almadım. Bireysel olarak hocalarla uzun süre çalışmalarım oldu ve hala çalışıyorum. Oyunculuk anlamında geleceğe yönelik planlarım tabii ki var. Bundan sonra tek amacım daha iyi olabilmek için çalışmak olacak. Bu işi yapmak isteyen gençlere tavsiyem, oyuncu olmak için uğraşmasınlar. İyi biri olmak, iyi bir iş yapabilmek için uğraşsınlar, devamı zaten gelecektir. Hayallerinden vazgeçmesinler ve doğru insanlar ile çalışmaya, tanışmaya gayret göstersinler.
Oynadığınız dizilerde hep öğrenci rolündeydiniz… Bunun özel bir nedeni var mı? Rol aldığınız dizilerde canlandırdığınız karakterlerin hangisi kendinize daha yakın hissediyorsunuz?
Özel bir nedeni yok. Başarılı olabileceğime inandığım projelerde bulunmak istiyorum. Küçük Sırlar’dan sonra öğrenci rolünde olmayı düşünmüyordum fakat Pis Yedili gibi güzel bir proje gelince tereddütsüz kabul ettim. Aslında ne Ali karakteri ne de Bayrampaşalı karakteri benim öğrenciliğime benziyor. Yine de Bayrampaşalı’ya daha yakınım diyebiliriz.
ANNEMİN MUTFAĞINDA YETİŞTİM!
Daha önce verdiğiniz bir röportajınızda İstanbul’a geldikten sonra birçok kafe ve restoranın mutfağında çalıştığınızı söylemişsiniz. Yemek yapmaya olan ilginiz nerden geliyor?
Annem çok güzel yemek yapar. Yemek yaparken onu çok izledim. Mutfak konusunda annemden kesinlikle çok şey öğrendim. Fakat çalıştığım yerlerde de yemek yapmanın teknikleri hakkında bilgi sahibi oldum. Kendimi çok geliştirdim. Yemek yapmayı seviyorum. Her geçen gün farklı lezzetler elde ederek kendimi geliştirmeye devam ediyorum. Bu anlamda geleceğe dair planlarım var, zamanı geldiğinde umarım gerçekleştirme fırsatım olur.
PİS YEDİLİ’DE İYİ SAYILABİLECEK ÇOK ÖRNEK VAR
Rol aldığınız Pis Yedili adlı dizi Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği Başkanı Cem Gülan tarafından ‘resmi liselerde okuyan gençler ile özel okullardaki öğrencileri birbirlerine düşman yapıyor’ gerekçesiyle RTÜK’e şikayet edildi. Konuyla ilgili yorumlarınızı alabilir miyiz?
Çoğu konuda haklı bulmama rağmen bu ve bazı konularda çok komik kararlar ve şikayetler aldıklarına inanıyorum. En nihayetinde hayal ürünü bir iş yapıyoruz. Karakterler ve senaryo hayal ürünü. Özellikle bizim dizide iyi sayılacak örnekler çoktur ve çok ciddi mesajlar verir.
Son Güncelleme: Çarşamba, 29 Şubat 2012 14:36
Gösterim: 5444
Türkiye Futbol Federasyonu'nun 41. başkanı seçilen Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören'in eğitim hayatı.
Yıldırım Demirören, 1964’de İstanbul’da dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimlerinin ardından Leysen Amerikan Okulu’ndan (Leysen American School) mezun olarak öğrenimini tamamladı.
Babası iş adamı Erdoğan Demirören’in izinden giden Demirören de, Beşiktaş’ta yöneticilik yaptı ve çeşitli görevlerde bulundu. 30 Mayıs 2004’de ise Serdar Bilgili’nin istifasının ardından, gerçekleştirilen olağanüstü genel kurulda diğer adaylar Fikret Orman ve Erol Kaynar’a rakip oldu ve başkanlık için adaylığını koydu. Fikret Orman’ı sadece 162 oyla geride bırakan Demirören, aldığı 3 bin 272 oy ile Beşiktaş Jimnastik Kulübü Başkanı seçildi.
En son 100. yılına denk gelen 2002-2003 sezonunda 1. Lig Şampiyonu olan Beşiktaş, Demirören’in görevde olduğu son üç sezon boyunca hiç şampiyonluk yaşamadı. Teknik direktör Jean Tigana’nın yönetimindeki Beşiktaş, 2005-2006 sezonunda Fortis Türkiye Kupası’nı kazandı. 27 Şubat 2012 tarihinde Türkiye Futbol Federasyonu'nun 41. Başkanı olarak seçildi. [1] Revna Demirören ile Evli olup 3 çocuk babası olan Demirören İngilizce bilmektedir.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
Türkiye Futbol Federasyonu'nun 41. başkanı seçilen Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören'in eğitim hayatı.
Yıldırım Demirören, 1964’de İstanbul’da dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimlerinin ardından Leysen Amerikan Okulu’ndan (Leysen American School) mezun olarak öğrenimini tamamladı.
Babası iş adamı Erdoğan Demirören’in izinden giden Demirören de, Beşiktaş’ta yöneticilik yaptı ve çeşitli görevlerde bulundu. 30 Mayıs 2004’de ise Serdar Bilgili’nin istifasının ardından, gerçekleştirilen olağanüstü genel kurulda diğer adaylar Fikret Orman ve Erol Kaynar’a rakip oldu ve başkanlık için adaylığını koydu. Fikret Orman’ı sadece 162 oyla geride bırakan Demirören, aldığı 3 bin 272 oy ile Beşiktaş Jimnastik Kulübü Başkanı seçildi.
En son 100. yılına denk gelen 2002-2003 sezonunda 1. Lig Şampiyonu olan Beşiktaş, Demirören’in görevde olduğu son üç sezon boyunca hiç şampiyonluk yaşamadı. Teknik direktör Jean Tigana’nın yönetimindeki Beşiktaş, 2005-2006 sezonunda Fortis Türkiye Kupası’nı kazandı. 27 Şubat 2012 tarihinde Türkiye Futbol Federasyonu'nun 41. Başkanı olarak seçildi. [1] Revna Demirören ile Evli olup 3 çocuk babası olan Demirören İngilizce bilmektedir.
Son Güncelleme: Salı, 28 Şubat 2012 11:18
Gösterim: 2152
İzzet Sakın - Yönder Okulları Yönetim Kurulu Başkanı
“Türkiye’nin daha fazla noktasında aynı kaliteyi sunan, öğretmen gelişimine liderlik eden ve çağın gerektirdiği becerileri merkeze alan bir eğitim modelini büyütmek. Her öğrencinin potansiyelini keşfettiği, kendini güvende hissettiği ve güçlü bir gelecek inşa edebildiği bir okul sistemi oluşturmayı sürdüreceğiz.”
Yönder Okullarının kuruluş ve gelişme süreci hakkında bilgi verebilir misiniz? Gelecek hedefleriniz nelerdir?
Markamız, Türkiye’de eğitimin yalnızca akademik performans üzerinden şekillendiği bir dönemde, çocuğu bütüncül olarak ele alan çağdaş bir model oluşturma hedefiyle doğdu. Bizim için eğitim; bilgi aktarmaktan çok, çocuğun düşünme becerilerini güçlendirmek, iletişim ve yaratıcılık kapasitesini geliştirmek, teknolojiyi anlamlandırabilmesini sağlamak ve güçlü bir karakterle geleceğe hazırlamak anlamına geliyor.
Kuruluş sürecinde önceliğimiz, nitelikli bir öğretmen yapılanması kurmak, şeffaf ve güven veren bir aile iş birliği modeli oluşturmak ve öğrencinin mutlu olduğu bir okul iklimi yaratmaktı. Bugün geldiğimiz noktada, bu yaklaşımı Türkiye’nin farklı şehirlerinde aynı başarıyla sürdürdüğümüzü görmek, verdiğimiz emeğin en güçlü karşılığıdır.
Gelecek hedefimiz çok net: Türkiye’nin daha fazla noktasında aynı kaliteyi sunan, öğretmen gelişimine liderlik eden ve çağın gerektirdiği becerileri merkeze alan bir eğitim modelini büyütmek. Her öğrencinin potansiyelini keşfettiği, kendini güvende hissettiği ve güçlü bir gelecek inşa edebildiği bir okul sistemi oluşturmayı sürdüreceğiz.
Türkiye markası olma hedefiniz nasıl belirlendi? Bu süreçte hangi dönüm noktalarını yaşadınız?
Türkiye markası olma hedefimiz, hızlı büyüme iştahından değil; modelimizin farklı şehirlerde aynı etkiyi yarattığını gördüğümüz somut deneyimlerden doğdu. Bu yolculukta birkaç kritik dönüm noktası öne çıktı:
• Eğitim yaklaşımımızın tüm kampüslerde aynı güçle uygulanabildiğini kanıtlayan sonuçlar,
• Velilerden gelen yüksek memnuniyet ve güçlü güven duygusu,
• Öğrenci gelişim hikâyelerinin şehir fark etmeksizin aynı kaliteyi yansıtması,
• Operasyonel yapımızın profesyonelleşerek sürdürülebilir bir modele dönüşmesi,
• Şehir farklılıklarına uyum sağlayabilen ama özünü koruyan kurumsal kültürümüzün oluşması.
Tüm bu deneyimler bize şunu gösterdi: Biz sadece okul açmıyoruz; Türkiye’nin tamamında karşılık bulan bir eğitim modeli geliştiriyoruz.
GÜÇLÜ MARKANIN 3 TEMEL KRİTERİ
Eğitimde Türkiye Markası olmanın kriterleri neler? Markanızı öne çıkaran temel unsurlar nelerdir?
Türkiye çapında güven kazanmış bir eğitim markası olmanın üç temel kriteri bulunuyor:
1. Eğitim Modelinin Gücü: Tutarlı, tekrarlanabilir ve sonuç üreten bir yaklaşım sunmak.
2. Organizasyonel Tutarlılık: Her kampüste aynı kaliteyi, aynı iletişim dilini ve aynı kurumsal duruşu sergilemek.
3. Çağa Uyum ve Yenilikçilik: Teknoloji, pedagojik araştırmalar ve dünya trendleri doğrultusunda kendini sürekli yenilemek.
Markamızı öne çıkaran unsurlar ise şunlar:
• Çocuğu akademik, sosyal, duygusal ve kültürel yönleriyle bir bütün olarak ele alan çağdaş model,
• Öğretmen niteliğine yaptığımız sistematik yatırım,
• Ailelerle açık, samimi ve çözüm odaklı iletişim,
• Okul ortamının her alanında hissedilen düzen, özen ve güven kültürü,
• Öğrenci mutluluğunu ve gelişimini merkeze alan sürdürülebilir yaklaşım.
Bu nedenle ailelerden en sık duyduğumuz cümle şudur: “Burada çocuğumuzun değer gördüğünü hissediyoruz.”
Türkiye’nin birçok yerinde faaliyet göstermenin zorlukları ve avantajları nelerdir?
Türkiye gibi kültürel çeşitliliği güçlü bir ülkede faaliyet göstermek, bize hem önemli sorumluluklar hem de değerli fırsatlar sunuyor.
Zorluk olarak görülebilecek konular:
• Her şehrin sosyokültürel yapısına uygun okul yönetimi kurgulamak,
• Bölgesel beklentileri doğru anlamak ve iletişim dilini buna göre şekillendirmek,
• Geniş bir coğrafyada akademik ve operasyonel tutarlılığı sürdürmek.
Fakat bu başlıklar aslında bizi geliştiren en önemli unsurlar. Çünkü her şehir, eğitim modelimizi zenginleştiren yeni bir perspektif kazandırıyor.
Avantajlara baktığımızda:
• Çeşitli bölgelerden gelen deneyimler eğitim yaklaşımımızı sürekli geliştiriyor,
• Çok kültürlü öğrenci yapısı öğrenme ortamını güçlendiriyor,
• Daha geniş bir aileye dokunmak markamızın sosyal etkisini artırıyor.
Biz bu çeşitliliği; gelişimimizin, dinamizmimizin ve güçlenen kurum kültürümüzün bir parçası olarak görüyoruz.
HİBRİT YÖNETİM
Aynı başarı ve niteliği tüm kurumlarda yakalayabilmek için nasıl bir yönetim modeli uyguluyorsunuz?
Kullandığımız yönetim modeli, merkezi vizyonu yerel ihtiyaçlarla birleştiren hibrit bir yapıdır. Bu model üç temel prensip üzerine kuruludur:
1. Standartlaştırılmış Eğitim ve Kurumsal Çerçeve: Tüm kampüsler aynı akademik yapıyı, aynı süreçleri ve aynı kurumsal kimliği takip eder.
2. Yerel Esneklik: Her kampüs kendi bölgesinin ihtiyaçlarını, kültürünü ve aile profilini doğru okuyarak mikro uyarlamalar yapabilir.
3. Sürekli İzleme ve Gelişim: Düzenli saha ziyaretleri, performans değerlendirmeleri, öğretmen eğitimleri ve veri analizleri ile her kampüsteki kalite yakından takip edilir.
Bu yapı sayesinde, hangi kampüsümüze gidilirse gidilsin aynı özeni, aynı kültürü ve aynı kaliteyi görmek mümkündür.
Türkiye genelinde faaliyet göstermenin markaya yüklediği sorumluluklar neler?
Türkiye’nin birçok şehrinde faaliyet göstermek, bizim için bir büyüme göstergesi değil; ulusal ölçekte temsil ettiğimiz değerlerin sorumluluğunu üstlenmek anlamına geliyor.
1. Ulusal Tutarlılık Sorumluluğu: Her kampüste aynı kaliteyi yaşatmak zorundayız. Bu benim için devredilebilir bir süreç değil; doğrudan liderlik edilmesi gereken bir sorumluluktur.
2. Öğretmen Niteliğini Yükseltme Sorumluluğu: Öğretmen gelişimi, yalnızca kurum içi bir ihtiyaç değil; ülke eğitimine karşı taşıdığımız borçtur. En büyük yatırımımızı bu alana yapıyoruz.
3. Her Şehirde Değer Üretme Sorumluluğu: Bir kampüs açtığımız her şehirde, sadece eğitim değil; sosyal ve kültürel anlamda da katkı üretmek zorundayız.
Başarıyı yalnızca akademik sonuçlarla değil, bulunduğumuz şehirde bıraktığımız etkiyle ölçüyorum.
Türkiye’de büyümek, daha çok okul açmak değil; daha fazla sorumluluk almak demektir.
Biz bu sorumluluğu bilinçle, özenle ve kararlılıkla taşıyoruz.
TÜRKİYE’DE EĞİTİMİN BÜTÜNÜNE DEĞER KATAN
BİR ETKİ ALANI OLUŞTURUYORUZ
Eğitimde Türkiye Markası sürecinde Türk Millî Eğitimine hangi açılardan katkılar sağlıyorsunuz?
Katkılarımızı birkaç başlıkta özetlemek mümkün:
1. Öğretmen Gelişimi: Hizmet içi eğitimler, mentorluk modelleri ve liderlik programlarıyla öğretmen niteliğinin yükselmesine katkı sağlıyoruz.
2. Modern Eğitim Uygulamaları: Teknoloji okuryazarlığı, yabancı dil, sosyal-duygusal gelişim ve yaşam becerileri alanlarında iyi uygulama örnekleri üreterek ulusal ölçekte model oluşturuyoruz.
3. Aile–Okul İş Birliği Modelleri: Veliyi sürecin aktif bir parçası yapan şeffaf iletişim kültürümüzle eğitim ekosistemini güçlendiriyoruz.
4. Toplumsal Etki: Her şehirde sosyal sorumluluk projeleriyle çocuklara, ailelere ve bölgesel gelişime katkı sunuyoruz.
Bu çalışmalar, yalnızca bizim kurumumuz için değil; Türkiye’de eğitimin bütününe değer katan bir etki alanı oluşturuyor.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Özel Okullar
İzzet Sakın - Yönder Okulları Yönetim Kurulu Başkanı
“Türkiye’nin daha fazla noktasında aynı kaliteyi sunan, öğretmen gelişimine liderlik eden ve çağın gerektirdiği becerileri merkeze alan bir eğitim modelini büyütmek. Her öğrencinin potansiyelini keşfettiği, kendini güvende hissettiği ve güçlü bir gelecek inşa edebildiği bir okul sistemi oluşturmayı sürdüreceğiz.”
Yönder Okullarının kuruluş ve gelişme süreci hakkında bilgi verebilir misiniz? Gelecek hedefleriniz nelerdir?
Markamız, Türkiye’de eğitimin yalnızca akademik performans üzerinden şekillendiği bir dönemde, çocuğu bütüncül olarak ele alan çağdaş bir model oluşturma hedefiyle doğdu. Bizim için eğitim; bilgi aktarmaktan çok, çocuğun düşünme becerilerini güçlendirmek, iletişim ve yaratıcılık kapasitesini geliştirmek, teknolojiyi anlamlandırabilmesini sağlamak ve güçlü bir karakterle geleceğe hazırlamak anlamına geliyor.
Kuruluş sürecinde önceliğimiz, nitelikli bir öğretmen yapılanması kurmak, şeffaf ve güven veren bir aile iş birliği modeli oluşturmak ve öğrencinin mutlu olduğu bir okul iklimi yaratmaktı. Bugün geldiğimiz noktada, bu yaklaşımı Türkiye’nin farklı şehirlerinde aynı başarıyla sürdürdüğümüzü görmek, verdiğimiz emeğin en güçlü karşılığıdır.
Gelecek hedefimiz çok net: Türkiye’nin daha fazla noktasında aynı kaliteyi sunan, öğretmen gelişimine liderlik eden ve çağın gerektirdiği becerileri merkeze alan bir eğitim modelini büyütmek. Her öğrencinin potansiyelini keşfettiği, kendini güvende hissettiği ve güçlü bir gelecek inşa edebildiği bir okul sistemi oluşturmayı sürdüreceğiz.
Türkiye markası olma hedefiniz nasıl belirlendi? Bu süreçte hangi dönüm noktalarını yaşadınız?
Türkiye markası olma hedefimiz, hızlı büyüme iştahından değil; modelimizin farklı şehirlerde aynı etkiyi yarattığını gördüğümüz somut deneyimlerden doğdu. Bu yolculukta birkaç kritik dönüm noktası öne çıktı:
• Eğitim yaklaşımımızın tüm kampüslerde aynı güçle uygulanabildiğini kanıtlayan sonuçlar,
• Velilerden gelen yüksek memnuniyet ve güçlü güven duygusu,
• Öğrenci gelişim hikâyelerinin şehir fark etmeksizin aynı kaliteyi yansıtması,
• Operasyonel yapımızın profesyonelleşerek sürdürülebilir bir modele dönüşmesi,
• Şehir farklılıklarına uyum sağlayabilen ama özünü koruyan kurumsal kültürümüzün oluşması.
Tüm bu deneyimler bize şunu gösterdi: Biz sadece okul açmıyoruz; Türkiye’nin tamamında karşılık bulan bir eğitim modeli geliştiriyoruz.
GÜÇLÜ MARKANIN 3 TEMEL KRİTERİ
Eğitimde Türkiye Markası olmanın kriterleri neler? Markanızı öne çıkaran temel unsurlar nelerdir?
Türkiye çapında güven kazanmış bir eğitim markası olmanın üç temel kriteri bulunuyor:
1. Eğitim Modelinin Gücü: Tutarlı, tekrarlanabilir ve sonuç üreten bir yaklaşım sunmak.
2. Organizasyonel Tutarlılık: Her kampüste aynı kaliteyi, aynı iletişim dilini ve aynı kurumsal duruşu sergilemek.
3. Çağa Uyum ve Yenilikçilik: Teknoloji, pedagojik araştırmalar ve dünya trendleri doğrultusunda kendini sürekli yenilemek.
Markamızı öne çıkaran unsurlar ise şunlar:
• Çocuğu akademik, sosyal, duygusal ve kültürel yönleriyle bir bütün olarak ele alan çağdaş model,
• Öğretmen niteliğine yaptığımız sistematik yatırım,
• Ailelerle açık, samimi ve çözüm odaklı iletişim,
• Okul ortamının her alanında hissedilen düzen, özen ve güven kültürü,
• Öğrenci mutluluğunu ve gelişimini merkeze alan sürdürülebilir yaklaşım.
Bu nedenle ailelerden en sık duyduğumuz cümle şudur: “Burada çocuğumuzun değer gördüğünü hissediyoruz.”
Türkiye’nin birçok yerinde faaliyet göstermenin zorlukları ve avantajları nelerdir?
Türkiye gibi kültürel çeşitliliği güçlü bir ülkede faaliyet göstermek, bize hem önemli sorumluluklar hem de değerli fırsatlar sunuyor.
Zorluk olarak görülebilecek konular:
• Her şehrin sosyokültürel yapısına uygun okul yönetimi kurgulamak,
• Bölgesel beklentileri doğru anlamak ve iletişim dilini buna göre şekillendirmek,
• Geniş bir coğrafyada akademik ve operasyonel tutarlılığı sürdürmek.
Fakat bu başlıklar aslında bizi geliştiren en önemli unsurlar. Çünkü her şehir, eğitim modelimizi zenginleştiren yeni bir perspektif kazandırıyor.
Avantajlara baktığımızda:
• Çeşitli bölgelerden gelen deneyimler eğitim yaklaşımımızı sürekli geliştiriyor,
• Çok kültürlü öğrenci yapısı öğrenme ortamını güçlendiriyor,
• Daha geniş bir aileye dokunmak markamızın sosyal etkisini artırıyor.
Biz bu çeşitliliği; gelişimimizin, dinamizmimizin ve güçlenen kurum kültürümüzün bir parçası olarak görüyoruz.
HİBRİT YÖNETİM
Aynı başarı ve niteliği tüm kurumlarda yakalayabilmek için nasıl bir yönetim modeli uyguluyorsunuz?
Kullandığımız yönetim modeli, merkezi vizyonu yerel ihtiyaçlarla birleştiren hibrit bir yapıdır. Bu model üç temel prensip üzerine kuruludur:
1. Standartlaştırılmış Eğitim ve Kurumsal Çerçeve: Tüm kampüsler aynı akademik yapıyı, aynı süreçleri ve aynı kurumsal kimliği takip eder.
2. Yerel Esneklik: Her kampüs kendi bölgesinin ihtiyaçlarını, kültürünü ve aile profilini doğru okuyarak mikro uyarlamalar yapabilir.
3. Sürekli İzleme ve Gelişim: Düzenli saha ziyaretleri, performans değerlendirmeleri, öğretmen eğitimleri ve veri analizleri ile her kampüsteki kalite yakından takip edilir.
Bu yapı sayesinde, hangi kampüsümüze gidilirse gidilsin aynı özeni, aynı kültürü ve aynı kaliteyi görmek mümkündür.
Türkiye genelinde faaliyet göstermenin markaya yüklediği sorumluluklar neler?
Türkiye’nin birçok şehrinde faaliyet göstermek, bizim için bir büyüme göstergesi değil; ulusal ölçekte temsil ettiğimiz değerlerin sorumluluğunu üstlenmek anlamına geliyor.
1. Ulusal Tutarlılık Sorumluluğu: Her kampüste aynı kaliteyi yaşatmak zorundayız. Bu benim için devredilebilir bir süreç değil; doğrudan liderlik edilmesi gereken bir sorumluluktur.
2. Öğretmen Niteliğini Yükseltme Sorumluluğu: Öğretmen gelişimi, yalnızca kurum içi bir ihtiyaç değil; ülke eğitimine karşı taşıdığımız borçtur. En büyük yatırımımızı bu alana yapıyoruz.
3. Her Şehirde Değer Üretme Sorumluluğu: Bir kampüs açtığımız her şehirde, sadece eğitim değil; sosyal ve kültürel anlamda da katkı üretmek zorundayız.
Başarıyı yalnızca akademik sonuçlarla değil, bulunduğumuz şehirde bıraktığımız etkiyle ölçüyorum.
Türkiye’de büyümek, daha çok okul açmak değil; daha fazla sorumluluk almak demektir.
Biz bu sorumluluğu bilinçle, özenle ve kararlılıkla taşıyoruz.
TÜRKİYE’DE EĞİTİMİN BÜTÜNÜNE DEĞER KATAN
BİR ETKİ ALANI OLUŞTURUYORUZ
Eğitimde Türkiye Markası sürecinde Türk Millî Eğitimine hangi açılardan katkılar sağlıyorsunuz?
Katkılarımızı birkaç başlıkta özetlemek mümkün:
1. Öğretmen Gelişimi: Hizmet içi eğitimler, mentorluk modelleri ve liderlik programlarıyla öğretmen niteliğinin yükselmesine katkı sağlıyoruz.
2. Modern Eğitim Uygulamaları: Teknoloji okuryazarlığı, yabancı dil, sosyal-duygusal gelişim ve yaşam becerileri alanlarında iyi uygulama örnekleri üreterek ulusal ölçekte model oluşturuyoruz.
3. Aile–Okul İş Birliği Modelleri: Veliyi sürecin aktif bir parçası yapan şeffaf iletişim kültürümüzle eğitim ekosistemini güçlendiriyoruz.
4. Toplumsal Etki: Her şehirde sosyal sorumluluk projeleriyle çocuklara, ailelere ve bölgesel gelişime katkı sunuyoruz.
Bu çalışmalar, yalnızca bizim kurumumuz için değil; Türkiye’de eğitimin bütününe değer katan bir etki alanı oluşturuyor.
Son Güncelleme: Pazartesi, 15 Aralık 2025 12:53
Gösterim: 112
Uluslararası çağrı merkezi pazarından pay alabilmek için hizmet ihtiyacının yüksek olduğu İngilizce, Almanca, Arapça, İspanyolca gibi lisanlarda kalifiye eleman temininin çok önemli.
Akşam'ın haberine göre: Dünyada 340 milyar dolar büyüklüğüne ulaşan çağrı merkezi pazarı, 11.5 milyon kişiye istihdam yarattı. Çağrı Merkezleri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Bahadır Pekkan, 'Türkiye'de, 2011'de çağrı merkezi pazarının büyüklüğü 1,8 milyar TL'ye ulaştı. 30'dan fazla ilde 300, toplamda da bin çağrı merkezi var' dedi. Sektörde 55 bin kişinin istihdam edildiğini belirten Pekkan, esnek çalışma saatleri ve üniversite diploması şartı aranmadığı için lise mezunlarından öğrencilere kadar iş fırsatı sunulduğunu belirtti. Pekkan, çalışanların yüzde 50'sinin lise mezunu olduğunu söyledi.
İşkur - Bahçeşehir Üniversitesi projesi
Bu potansiyel İŞKUR ve üniversitelerin de dikkatinden kaçmadı. Bahçeşehir Üniversitesi, Beşiktaş Belediyesi ve İŞKUR çağrı merkezleri için müşteri temsilci yetiştirmek için iş garantili kurs açıyor. Kursta 150 kişi eğitim alacak. 14 Şubat- 27 Nisan 2012 arasında 320 saatlik kursa katılacak olanlara İŞKUR tarafından kursa devam ettikleri her gün için 15 TL de ücret verilecek. Kursun bitiminde de başarılı olan her 3 kursiyerden birine Bahçeşehir Üniversitesi tarafından istihdam sağlanacak.
Yabancı dil bilenler az sayıda
Uluslararası çağrı merkezi pazarından pay alabilmek için hizmet ihtiyacının yüksek olduğu İngilizce, Almanca, Arapça, İspanyolca gibi lisanlarda kalifiye eleman temininin çok önemli olduğunu belirten Bahadır Pekkan, 'Büyümenin önündeki en büyük engel yabancı dil sorunu'dedi. Pekkan, 'Türkiye'de kısmen Almanca dışında lisana son derece hakim ve ana diline yakın seviyede konuşan kişiler bulmak büyük sorun. Devlet destekli programlar ile bu sorumuzu aşabilirsek dünya çağrı merkezi pazarından alacağımız pay da hızla artacaktır' diye konuştu.
30 kat ucuza mal oluyor
Çağrı merkezi sektöründe diğer sektörlerden farklı olarak 1-1.5 kişiye istihdam yaratan bir çağrı masası için gerekli yatırım bedeli 10-15 bin TL'nin yeterli olduğunu vurgulayan Bahadır Pekkan, 'Diğer sanayilerde bir kişilik istihdam yaratma maliyetinin çağrı merkezi sektöründeki kişibaşı istihdam maliyetine göre 30 kat daha maliyetli'dedi.
Eleman talebi yüzde 74 arttı
Çağrı merkezleri için eleman talebi, kariyer sitelerinde de kendini gösteriyor. Kariyer.net Genel Müdürü Yusuf Azoz,'2009 yılında sitemizde çağrı merkezi pozisyonları için 863 ilan yayınlandığını görüyoruz. 2010 yılında bu sayı 2009'a göre yüzde 49 artışla 1289 oldu. 2011 yılında ise 2010 yılına göre yüzde 74 artışla 2242 ilana ulaşıldı' diye konuştu. Azoz, şöyle devam etti: 'Çağrı merkezleri, istihdamında özel bir yere sahip. Lise mezunları sektörde yoğun bir şekilde iş imkanı bulabiliyor. Yarı zamanlı çalışmak isteyen öğrenciler, ev kadınları veya emekliler, çağrı merkezlerinin sağladığı esnek çalışma saatlerinden faydalanabiliyor. Ayrıca evlere kurulan teknolojik sistemler sayesinde görme engelliler veya bedensel engelliler, evlerinden çıkmadan müşteri temsilcisi olarak görev yapabiliyor.'
(sabah.com.tr)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
Uluslararası çağrı merkezi pazarından pay alabilmek için hizmet ihtiyacının yüksek olduğu İngilizce, Almanca, Arapça, İspanyolca gibi lisanlarda kalifiye eleman temininin çok önemli.
Akşam'ın haberine göre: Dünyada 340 milyar dolar büyüklüğüne ulaşan çağrı merkezi pazarı, 11.5 milyon kişiye istihdam yarattı. Çağrı Merkezleri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Bahadır Pekkan, 'Türkiye'de, 2011'de çağrı merkezi pazarının büyüklüğü 1,8 milyar TL'ye ulaştı. 30'dan fazla ilde 300, toplamda da bin çağrı merkezi var' dedi. Sektörde 55 bin kişinin istihdam edildiğini belirten Pekkan, esnek çalışma saatleri ve üniversite diploması şartı aranmadığı için lise mezunlarından öğrencilere kadar iş fırsatı sunulduğunu belirtti. Pekkan, çalışanların yüzde 50'sinin lise mezunu olduğunu söyledi.
İşkur - Bahçeşehir Üniversitesi projesi
Bu potansiyel İŞKUR ve üniversitelerin de dikkatinden kaçmadı. Bahçeşehir Üniversitesi, Beşiktaş Belediyesi ve İŞKUR çağrı merkezleri için müşteri temsilci yetiştirmek için iş garantili kurs açıyor. Kursta 150 kişi eğitim alacak. 14 Şubat- 27 Nisan 2012 arasında 320 saatlik kursa katılacak olanlara İŞKUR tarafından kursa devam ettikleri her gün için 15 TL de ücret verilecek. Kursun bitiminde de başarılı olan her 3 kursiyerden birine Bahçeşehir Üniversitesi tarafından istihdam sağlanacak.
Yabancı dil bilenler az sayıda
Uluslararası çağrı merkezi pazarından pay alabilmek için hizmet ihtiyacının yüksek olduğu İngilizce, Almanca, Arapça, İspanyolca gibi lisanlarda kalifiye eleman temininin çok önemli olduğunu belirten Bahadır Pekkan, 'Büyümenin önündeki en büyük engel yabancı dil sorunu'dedi. Pekkan, 'Türkiye'de kısmen Almanca dışında lisana son derece hakim ve ana diline yakın seviyede konuşan kişiler bulmak büyük sorun. Devlet destekli programlar ile bu sorumuzu aşabilirsek dünya çağrı merkezi pazarından alacağımız pay da hızla artacaktır' diye konuştu.
30 kat ucuza mal oluyor
Çağrı merkezi sektöründe diğer sektörlerden farklı olarak 1-1.5 kişiye istihdam yaratan bir çağrı masası için gerekli yatırım bedeli 10-15 bin TL'nin yeterli olduğunu vurgulayan Bahadır Pekkan, 'Diğer sanayilerde bir kişilik istihdam yaratma maliyetinin çağrı merkezi sektöründeki kişibaşı istihdam maliyetine göre 30 kat daha maliyetli'dedi.
Eleman talebi yüzde 74 arttı
Çağrı merkezleri için eleman talebi, kariyer sitelerinde de kendini gösteriyor. Kariyer.net Genel Müdürü Yusuf Azoz,'2009 yılında sitemizde çağrı merkezi pozisyonları için 863 ilan yayınlandığını görüyoruz. 2010 yılında bu sayı 2009'a göre yüzde 49 artışla 1289 oldu. 2011 yılında ise 2010 yılına göre yüzde 74 artışla 2242 ilana ulaşıldı' diye konuştu. Azoz, şöyle devam etti: 'Çağrı merkezleri, istihdamında özel bir yere sahip. Lise mezunları sektörde yoğun bir şekilde iş imkanı bulabiliyor. Yarı zamanlı çalışmak isteyen öğrenciler, ev kadınları veya emekliler, çağrı merkezlerinin sağladığı esnek çalışma saatlerinden faydalanabiliyor. Ayrıca evlere kurulan teknolojik sistemler sayesinde görme engelliler veya bedensel engelliler, evlerinden çıkmadan müşteri temsilcisi olarak görev yapabiliyor.'
(sabah.com.tr)
Son Güncelleme: Pazartesi, 13 Şubat 2012 12:32
Gösterim: 2732
Fatih Haktürk - Kavram Eğitim Kurumları Eğitim Koordinatörü
“Kavram Eğitim Kurumları’nda, öğretmenin insani yönünü güçlendirmek için teknolojiyi stratejik bir araç olarak öğrenme süreçlerimize dâhil ediyoruz. Özellikle ölçme-değerlendirme, geri bildirim, müfredat ve ders tasarımı, deney ve atölye çalışmaları, proje temelli öğrenme modülleri gibi alanlarda öğretmenin rutin iş yükünü azaltan dijital araçları aktif biçimde kullanıyoruz. Yeni Nesil Öğretmen, bilgiyi anlatan değil, bilginin öğrencide nasıl anlam bulacağını planlayan bir öğrenme mimarıdır.”
Eğitimde büyük veri çağında Yeni Nesil Öğretmeni nasıl tanımlıyoruz?
Bugün öğretmenlik, sadece bilgi aktaran bir meslek olmaktan çıktı; öğrenme süreçlerini tasarlayan, yöneten ve izleyen bir uzmanlık alanına dönüştü. Çünkü bilginin kaynağı artık sınıfın içiyle sınırlı değil; öğrenci okul dışında çok farklı dijital kaynaklarla temas hâlinde. Dolayısıyla Yeni Nesil Öğretmen, bilgiyi anlatan değil, bilginin öğrencide nasıl anlam bulacağını planlayan bir öğrenme mimarıdır. Bu öğretmen, öğrencisinin akademik gelişimini yalnızca sınav sonuçlarıyla değil, süreç izleme verileri, performans değerlendirmeleri ve gözlem notlarıyla takip eder; yani veri okuryazarlığı artık öğretmenlik mesleğinin merkezinde yer alır. Bunun yanında sınıf iklimini güven, saygı ve aidiyet duygusu üzerine kurarak, öğrencinin öğrenmeye yönelik duygusal bariyerlerini kaldırır. Kısacası Yeni Nesil Öğretmen; mesleki gelişimini sürekli güncelleyen, teknolojiyi pedagojik amaçla kullanan, öğrenmede fark yaratan kararlı bir liderdir.
MESLEKİ GELİŞİM EKOSİSTEMİ
Okullar öğretmenlerin mesleki gelişimini nasıl desteklemeli?
Okulların öğretmeni yalnız bıraktığı bir yapıda öğrenme kültürünün sürdürülebilir olması mümkün değildir. Bu nedenle öğretmen gelişiminin, yıllık akışa yayılmış planlı, izlenebilir ve sahaya yansıması, görülebilir bir modele oturtulması gerekir. Biz Kavram Eğitim Kurumları'nda öğretmen eğitimini yalnızca dönemsel seminerlerle sınırlandırmıyor, bir mesleki gelişim ekosistemi olarak ele alıyoruz. Üç yıldır paydaşı olmaktan gurur duyduğumuz Sürdürülebilir Eğitim Sempozyumları, bu ekosistemin en önemli bileşenlerinden biri. Merkez kampüslerimizde görev yapan tüm öğretmenlerimiz, geniş bilim kurulumuz ve alanında uzman akademisyenlerin yürüttüğü atölye, vaka analizi, uygulamalı öğrenme tasarımı ve seminer programlarına düzenli olarak katılıyorlar. Bu yıl 11-12-13 Kasım tarihlerinde Antalya’da üçüncüsünü gerçekleştireceğimiz Sürdürülebilir Eğitim Sempozyumu’nu, geçen yıldan itibaren Antalya dışına da taşıyarak İstanbul, Adana, Diyarbakır gibi şehirlerde düzenlemeye başladık. Böylece yalnızca kurumlarımızdaki öğretmenlere değil, ülkemizin öğretmenlerine, yöneticilerine ve tüm eğitim paydaşlarına açık bir paylaşım kültürü oluşturuyoruz. Biz bu sempozyumları, öğretmenin mesleki gelişimine hizmet eden geçici bir etkinlik olarak değil; Türkiye’de öğretmen niteliğine yapılan kalıcı bir yatırım olarak görüyoruz.
Yapay zekâ çağında öğretmenin rolü nasıl değişecek?
Yapay zekâ artık öğrencinin bilgiye erişim hızını artırıyor, içeriği özetliyor, soru üretiyor, örnekler oluşturuyor. Ancak tüm bunlara rağmen sınıfta hâlâ öğretmenin yerini dolduracak bir sistem yok, çünkü öğretmen öğrenmeye duygu, bağlam ve anlam kazandıran kişidir. Öğretmen, öğrenmeyi bir metinden ya da uygulamadan çok daha fazlası hâline getirir: merak uyandırır, ilişki kurar, öğrencinin iç motivasyonunu harekete geçirir. Yapay zekâ, öğretmene iş yükünü azaltan bir destek olabilir, fakat öğrencinin kendisini değerli, görünür ve anlaşılmış hissetmesini sağlayan insani temas yalnızca öğretmenle mümkündür. Bu nedenle önümüzdeki dönemde öğretmenin rolü bilgiyi anlatmak değil, öğrenmeyi yönlendirmek, düşünmeyi geliştirmek ve öğrencinin duygusal dayanıklılığını güçlendirmek olacaktır.
Okullarda robot öğretmenler olacak mı?
Eğitim teknolojileri hızla gelişirken, sınıflarda öğretmenin tamamen yerini alacak robot ya da yapay zekâ sistemlerinin yakın vadede ortaya çıkmasını gerçekçi görmüyoruz. Ancak bu durum, teknolojinin eğitimin dışında kalacağı anlamına gelmiyor. Aksine biz Kavram Eğitim Kurumları’nda, öğretmenin insani yönünü güçlendirmek için teknolojiyi stratejik bir araç olarak öğrenme süreçlerimize dâhil ediyoruz. Özellikle ölçme-değerlendirme, geri bildirim, müfredat ve ders tasarımı, deney ve atölye çalışmaları, proje temelli öğrenme modülleri gibi alanlarda öğretmenin rutin iş yükünü azaltan dijital araçları aktif biçimde kullanıyoruz. Böylece öğretmen, zamanını içerik hazırlamak ya da tekrar işlemeye değil,öğrenciyi tanımaya, ilişki kurmaya, yönlendirmeye ve derinlemesine öğrenmeyi desteklemeyeayırabiliyor. Kısacası teknoloji, sınıfta öğretmenin yerini alan değil; öğretmeninöğrenmeye dokunan yönünü güçlendirendestekleyici bir unsurdur. Bizim yaklaşımımızda teknolojinin amacı, öğretmeni azaltmak değil,öğretmenin insani etkisini artırmaktır.
Yeni Nesil Öğretmenleri yönetecek yöneticiler nasıl olmalı?
Okul yöneticiliğini biz Kavram’da idari bir görev olarak değil, öğrenme kültürüne yön veren bir liderlik rolü olarak görüyoruz. Bu nedenle yöneticilerimizden beklentimiz; öğretmenlerin mesleki gelişim yolculuğuna eşlik etmeleri, sınıf içi uygulamaları düzenli gözlem ve geri bildirim süreçleriyle desteklemeleri ve ekip içinde güvene dayalı bir paylaşım kültürü oluşturmalarıdır. Okuldaki akademik yaklaşımın, sınıf ikliminin ve veli iletişiminin niteliğini belirleyen asıl unsur yöneticinin duruşudur. Bizim yönetici profilimiz, öğretmenlere ne yapmaları gerektiğini söyleyen değil; onlarla birlikte düşünen, yol açan, destekleyen ve gelişim fırsatlarını görünür kılan liderdir. Kısacası yöneticilerimizden, okulun hem insan tarafını hem akademik süreçlerini aynı hassasiyetle taşıyan; öğretmenin gelişimini, öğrencinin başarısını ve okul kültürünü birbirinden koparmadan yöneten bir profesyonellik bekliyoruz.
Türkiye’de öğretmen yetiştirme modeli üzerine düşünceleriniz nelerdir?
Türkiye’de öğretmen yetiştirme sürecinin en büyük eksikliklerinden biri, öğretmen adaylarının sınıf gerçekliğiyle erken dönemde ve yeterince yoğun temas kuramamasıdır. Eğitim fakültelerinde verilen teorik bilgi değerli olmakla birlikte, sınıf yönetimi, ölçme-değerlendirme ve farklılaştırılmış öğretim gibi beceriler ancak uygulamayla güçlenir. Bu nedenle fakülte eğitiminin, okul ekosistemiyle eşzamanlı ve birbirini besleyen bir yapıda ilerlemesi gerekiyor. Öğretmen adaylarının mezun olmadan önce gerçek sınıflarda gözlem–planlama–uygulama–geri bildirim döngülerine dâhil olması, mesleki yeterlik açısından kritik bir basamaktır.
Biz Kavram Koleji olarak bu ihtiyacı yakından görüyor ve Staj ve Kariyer Programlarımız ile öğretmen yetiştirme sürecine aktif biçimde katkı sunuyoruz. Ülkemizin önde gelen üniversitelerinde okuyan ya da yeni mezun olan öğretmen adayları, merkez ve kampüs okullarımızda deneyimli öğretmenlerimizin yanında mentorluk ve saha deneyimi ediniyorlar. İnsan kaynakları politikamızı, yalnızca kadro ihtiyacına göre değil; kıdemli öğretmenlerimizin birikimi ile genç öğretmenlerimizin dinamizmini buluşturan sürdürülebilir bir gelişim ekosistemi olarak tasarlıyoruz. Bu sayede kurum içinde öğreten–öğrenen–gelişen bir kültür kuruluyor; öğretmen yalnızca bilgi aktaran değil, sürekli kendini yenileyen bir profesyonel topluluğun parçası hâline geliyor.
Kısacası biz öğretmen yetiştirmeyi, tek yönlü bir mesleki edinim değil, ortak akıl ve paylaşıma dayalı uzun soluklu bir mesleki yolculuk olarak ele alıyoruz.
ÖĞRETMENLERİMİZİ DE YENİ DÜNYANIN EĞİTİM PRATİKLERİNE HAZIRLIYORUZ
Teknoloji kuşağı olan öğrencilerle etkili öğretmenlik nasıl kurulmalı?
Bugünün öğrencileri bilgiye çok hızlı erişebilen, merak duygusu yüksek ve deneyim talebi güçlü bir kuşak. Bu nedenle öğrenmenin merkezine yalnızca bilgiyi değil, üretim ve uygulama süreçlerini yerleştirmek gerekiyor. Kavram olarak biz bu yaklaşımı Kavram Future Academy dersleriyle somutlaştırıyoruz. Bu programda öğrenciler yalnızca bir konuyu öğrenmekle kalmıyor; projeler, vaka analizleri, araştırmalar, saha uygulamaları ve disiplinler arası görevler yoluyla bilgiyi hayatın içinde deneyimliyor. Girişimcilik, finans, teknoloji ve yeni medya gibi temalar üzerinden öğrencilerimiz ilgi duydukları alanlarda projeler üretiyorlar. Programımızın ders danışmanı Prof. Dr. Mustafa Sever’in liderliğinde öğretmenlerimizi de yeni dünyanın eğitim pratiklerine hazırlıyoruz. Bunun için öğretmen eğitimleri, geliştirilmiş materyal setleri, ortak planlama oturumları ve sürekli sınıf içi gözlem-geri bildirim süreçleri yürütüyoruz. Böylece hem öğretmen hem öğrenci, 21. yüzyıl becerilerini yalnızca teorik olarak bilen değil, günlük öğrenme kültüründe uygulayan bir profil hâline geliyor. Sonuç olarak sınıfta öğretmen, bilgi aktaran kişi olmaktan çıkıyor; öğrenmeyi yapılandıran, merak uyandıran, rehberlik eden bir öğrenme lideri konumuna yükseliyor. Bu da Kavram okullarında yalnızca ders işleme biçimlerini değil, eğitim atmosferinin kendisini dönüştürüyor.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Özel Okullar
Fatih Haktürk - Kavram Eğitim Kurumları Eğitim Koordinatörü
“Kavram Eğitim Kurumları’nda, öğretmenin insani yönünü güçlendirmek için teknolojiyi stratejik bir araç olarak öğrenme süreçlerimize dâhil ediyoruz. Özellikle ölçme-değerlendirme, geri bildirim, müfredat ve ders tasarımı, deney ve atölye çalışmaları, proje temelli öğrenme modülleri gibi alanlarda öğretmenin rutin iş yükünü azaltan dijital araçları aktif biçimde kullanıyoruz. Yeni Nesil Öğretmen, bilgiyi anlatan değil, bilginin öğrencide nasıl anlam bulacağını planlayan bir öğrenme mimarıdır.”
Eğitimde büyük veri çağında Yeni Nesil Öğretmeni nasıl tanımlıyoruz?
Bugün öğretmenlik, sadece bilgi aktaran bir meslek olmaktan çıktı; öğrenme süreçlerini tasarlayan, yöneten ve izleyen bir uzmanlık alanına dönüştü. Çünkü bilginin kaynağı artık sınıfın içiyle sınırlı değil; öğrenci okul dışında çok farklı dijital kaynaklarla temas hâlinde. Dolayısıyla Yeni Nesil Öğretmen, bilgiyi anlatan değil, bilginin öğrencide nasıl anlam bulacağını planlayan bir öğrenme mimarıdır. Bu öğretmen, öğrencisinin akademik gelişimini yalnızca sınav sonuçlarıyla değil, süreç izleme verileri, performans değerlendirmeleri ve gözlem notlarıyla takip eder; yani veri okuryazarlığı artık öğretmenlik mesleğinin merkezinde yer alır. Bunun yanında sınıf iklimini güven, saygı ve aidiyet duygusu üzerine kurarak, öğrencinin öğrenmeye yönelik duygusal bariyerlerini kaldırır. Kısacası Yeni Nesil Öğretmen; mesleki gelişimini sürekli güncelleyen, teknolojiyi pedagojik amaçla kullanan, öğrenmede fark yaratan kararlı bir liderdir.
MESLEKİ GELİŞİM EKOSİSTEMİ
Okullar öğretmenlerin mesleki gelişimini nasıl desteklemeli?
Okulların öğretmeni yalnız bıraktığı bir yapıda öğrenme kültürünün sürdürülebilir olması mümkün değildir. Bu nedenle öğretmen gelişiminin, yıllık akışa yayılmış planlı, izlenebilir ve sahaya yansıması, görülebilir bir modele oturtulması gerekir. Biz Kavram Eğitim Kurumları'nda öğretmen eğitimini yalnızca dönemsel seminerlerle sınırlandırmıyor, bir mesleki gelişim ekosistemi olarak ele alıyoruz. Üç yıldır paydaşı olmaktan gurur duyduğumuz Sürdürülebilir Eğitim Sempozyumları, bu ekosistemin en önemli bileşenlerinden biri. Merkez kampüslerimizde görev yapan tüm öğretmenlerimiz, geniş bilim kurulumuz ve alanında uzman akademisyenlerin yürüttüğü atölye, vaka analizi, uygulamalı öğrenme tasarımı ve seminer programlarına düzenli olarak katılıyorlar. Bu yıl 11-12-13 Kasım tarihlerinde Antalya’da üçüncüsünü gerçekleştireceğimiz Sürdürülebilir Eğitim Sempozyumu’nu, geçen yıldan itibaren Antalya dışına da taşıyarak İstanbul, Adana, Diyarbakır gibi şehirlerde düzenlemeye başladık. Böylece yalnızca kurumlarımızdaki öğretmenlere değil, ülkemizin öğretmenlerine, yöneticilerine ve tüm eğitim paydaşlarına açık bir paylaşım kültürü oluşturuyoruz. Biz bu sempozyumları, öğretmenin mesleki gelişimine hizmet eden geçici bir etkinlik olarak değil; Türkiye’de öğretmen niteliğine yapılan kalıcı bir yatırım olarak görüyoruz.
Yapay zekâ çağında öğretmenin rolü nasıl değişecek?
Yapay zekâ artık öğrencinin bilgiye erişim hızını artırıyor, içeriği özetliyor, soru üretiyor, örnekler oluşturuyor. Ancak tüm bunlara rağmen sınıfta hâlâ öğretmenin yerini dolduracak bir sistem yok, çünkü öğretmen öğrenmeye duygu, bağlam ve anlam kazandıran kişidir. Öğretmen, öğrenmeyi bir metinden ya da uygulamadan çok daha fazlası hâline getirir: merak uyandırır, ilişki kurar, öğrencinin iç motivasyonunu harekete geçirir. Yapay zekâ, öğretmene iş yükünü azaltan bir destek olabilir, fakat öğrencinin kendisini değerli, görünür ve anlaşılmış hissetmesini sağlayan insani temas yalnızca öğretmenle mümkündür. Bu nedenle önümüzdeki dönemde öğretmenin rolü bilgiyi anlatmak değil, öğrenmeyi yönlendirmek, düşünmeyi geliştirmek ve öğrencinin duygusal dayanıklılığını güçlendirmek olacaktır.
Okullarda robot öğretmenler olacak mı?
Eğitim teknolojileri hızla gelişirken, sınıflarda öğretmenin tamamen yerini alacak robot ya da yapay zekâ sistemlerinin yakın vadede ortaya çıkmasını gerçekçi görmüyoruz. Ancak bu durum, teknolojinin eğitimin dışında kalacağı anlamına gelmiyor. Aksine biz Kavram Eğitim Kurumları’nda, öğretmenin insani yönünü güçlendirmek için teknolojiyi stratejik bir araç olarak öğrenme süreçlerimize dâhil ediyoruz. Özellikle ölçme-değerlendirme, geri bildirim, müfredat ve ders tasarımı, deney ve atölye çalışmaları, proje temelli öğrenme modülleri gibi alanlarda öğretmenin rutin iş yükünü azaltan dijital araçları aktif biçimde kullanıyoruz. Böylece öğretmen, zamanını içerik hazırlamak ya da tekrar işlemeye değil,öğrenciyi tanımaya, ilişki kurmaya, yönlendirmeye ve derinlemesine öğrenmeyi desteklemeyeayırabiliyor. Kısacası teknoloji, sınıfta öğretmenin yerini alan değil; öğretmeninöğrenmeye dokunan yönünü güçlendirendestekleyici bir unsurdur. Bizim yaklaşımımızda teknolojinin amacı, öğretmeni azaltmak değil,öğretmenin insani etkisini artırmaktır.
Yeni Nesil Öğretmenleri yönetecek yöneticiler nasıl olmalı?
Okul yöneticiliğini biz Kavram’da idari bir görev olarak değil, öğrenme kültürüne yön veren bir liderlik rolü olarak görüyoruz. Bu nedenle yöneticilerimizden beklentimiz; öğretmenlerin mesleki gelişim yolculuğuna eşlik etmeleri, sınıf içi uygulamaları düzenli gözlem ve geri bildirim süreçleriyle desteklemeleri ve ekip içinde güvene dayalı bir paylaşım kültürü oluşturmalarıdır. Okuldaki akademik yaklaşımın, sınıf ikliminin ve veli iletişiminin niteliğini belirleyen asıl unsur yöneticinin duruşudur. Bizim yönetici profilimiz, öğretmenlere ne yapmaları gerektiğini söyleyen değil; onlarla birlikte düşünen, yol açan, destekleyen ve gelişim fırsatlarını görünür kılan liderdir. Kısacası yöneticilerimizden, okulun hem insan tarafını hem akademik süreçlerini aynı hassasiyetle taşıyan; öğretmenin gelişimini, öğrencinin başarısını ve okul kültürünü birbirinden koparmadan yöneten bir profesyonellik bekliyoruz.
Türkiye’de öğretmen yetiştirme modeli üzerine düşünceleriniz nelerdir?
Türkiye’de öğretmen yetiştirme sürecinin en büyük eksikliklerinden biri, öğretmen adaylarının sınıf gerçekliğiyle erken dönemde ve yeterince yoğun temas kuramamasıdır. Eğitim fakültelerinde verilen teorik bilgi değerli olmakla birlikte, sınıf yönetimi, ölçme-değerlendirme ve farklılaştırılmış öğretim gibi beceriler ancak uygulamayla güçlenir. Bu nedenle fakülte eğitiminin, okul ekosistemiyle eşzamanlı ve birbirini besleyen bir yapıda ilerlemesi gerekiyor. Öğretmen adaylarının mezun olmadan önce gerçek sınıflarda gözlem–planlama–uygulama–geri bildirim döngülerine dâhil olması, mesleki yeterlik açısından kritik bir basamaktır.
Biz Kavram Koleji olarak bu ihtiyacı yakından görüyor ve Staj ve Kariyer Programlarımız ile öğretmen yetiştirme sürecine aktif biçimde katkı sunuyoruz. Ülkemizin önde gelen üniversitelerinde okuyan ya da yeni mezun olan öğretmen adayları, merkez ve kampüs okullarımızda deneyimli öğretmenlerimizin yanında mentorluk ve saha deneyimi ediniyorlar. İnsan kaynakları politikamızı, yalnızca kadro ihtiyacına göre değil; kıdemli öğretmenlerimizin birikimi ile genç öğretmenlerimizin dinamizmini buluşturan sürdürülebilir bir gelişim ekosistemi olarak tasarlıyoruz. Bu sayede kurum içinde öğreten–öğrenen–gelişen bir kültür kuruluyor; öğretmen yalnızca bilgi aktaran değil, sürekli kendini yenileyen bir profesyonel topluluğun parçası hâline geliyor.
Kısacası biz öğretmen yetiştirmeyi, tek yönlü bir mesleki edinim değil, ortak akıl ve paylaşıma dayalı uzun soluklu bir mesleki yolculuk olarak ele alıyoruz.
ÖĞRETMENLERİMİZİ DE YENİ DÜNYANIN EĞİTİM PRATİKLERİNE HAZIRLIYORUZ
Teknoloji kuşağı olan öğrencilerle etkili öğretmenlik nasıl kurulmalı?
Bugünün öğrencileri bilgiye çok hızlı erişebilen, merak duygusu yüksek ve deneyim talebi güçlü bir kuşak. Bu nedenle öğrenmenin merkezine yalnızca bilgiyi değil, üretim ve uygulama süreçlerini yerleştirmek gerekiyor. Kavram olarak biz bu yaklaşımı Kavram Future Academy dersleriyle somutlaştırıyoruz. Bu programda öğrenciler yalnızca bir konuyu öğrenmekle kalmıyor; projeler, vaka analizleri, araştırmalar, saha uygulamaları ve disiplinler arası görevler yoluyla bilgiyi hayatın içinde deneyimliyor. Girişimcilik, finans, teknoloji ve yeni medya gibi temalar üzerinden öğrencilerimiz ilgi duydukları alanlarda projeler üretiyorlar. Programımızın ders danışmanı Prof. Dr. Mustafa Sever’in liderliğinde öğretmenlerimizi de yeni dünyanın eğitim pratiklerine hazırlıyoruz. Bunun için öğretmen eğitimleri, geliştirilmiş materyal setleri, ortak planlama oturumları ve sürekli sınıf içi gözlem-geri bildirim süreçleri yürütüyoruz. Böylece hem öğretmen hem öğrenci, 21. yüzyıl becerilerini yalnızca teorik olarak bilen değil, günlük öğrenme kültüründe uygulayan bir profil hâline geliyor. Sonuç olarak sınıfta öğretmen, bilgi aktaran kişi olmaktan çıkıyor; öğrenmeyi yapılandıran, merak uyandıran, rehberlik eden bir öğrenme lideri konumuna yükseliyor. Bu da Kavram okullarında yalnızca ders işleme biçimlerini değil, eğitim atmosferinin kendisini dönüştürüyor.
Son Güncelleme: Cumartesi, 29 Kasım 2025 12:48
Gösterim: 408
Diğer Makaleler...
- ‘Değişen Dünyada Öğretmenlik: Yeniden Tanımlanan Bir Meslek ve Yeni Bir Nesil’
- BİL Eğitim Kurumlarında Yeni Nesil Öğretmen; teknolojiyi pedagojik bilgelikle harmanlayan bir eğitim lideridir
- ‘Geleceğin öğretmeni, bilgiyi dönüştürebilen öğretmendir’
- ‘Öğretmen artık bilgi aktarıcısı değil, bilgi küratörü rolünde’

