Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Nasrettin Hoca’ya atfedilen ancak çok da yaygın olarak bilinmeyen bir hikâye vardır:

Hoca, fıkra bu ya, bir sınır kasabasında yaşamaktadır. Ve uzun yıllar her sabah eşeğiyle sınırı geçip komşu ülkeye gitmekte, akşamları da aynı şekilde geri dönmektedir. Bölgenin sınır sorumlusu (diyelim ki sınır kadısı) Hoca’yı sürekli takip etmekte, açık aramakta ancak bir suç unsuru bulamamaktadır. Hoca’nın bir çeşit kaçakçılık yaptığına emindir ama defalarca yapılan aramalarda bir şey çıkmamıştır. “Acaba casusluk mu yapıyor!” düşüncesiyle komşu ülkede konuştuğu görüştüğü kişiler araştırılır, ama bundan da sonuç çıkmaz.

Derken bir gün Hoca emekli olur, artık sınırı ticareti yapmaz. Sınır kadısı Hoca’yı davet eder makamına. “Hocam” der “Senin kaçakçılık yaptığını biliyorum. Ama yaptığım bütün baskınlarda temiz çıktın. Casus olmadığını da anladım. Artık bu saatten sonra söz, senin hakkında işlem yapmayacağım. Ama çok da merak ediyorum. Gel neyin kaçakçılığını yaptığını söyle.”

Hoca gülerek, “Eşek!” der. “Eşek kaçakçılığı yapıyordum. Her gün buradan genç eşekleri götürüp oradan aynı renk yaşlılarını getiriyordum. Ama siz muayenelerinizde üzerindekileri karıştırmaktan eşeğin kendisine bakmayı akıl edemiyordunuz.”

***

Yaşam boyu karşımıza çıkan müfredatlar, öğretim sistemleri, öğretmenler, seminerler, sertifikalar ve daha bir dünya eğitsel argümanı değerlendirerek ne şekilde eğitildiğimize karar vermeye çalışırsak yanılma olasılığımız oldukça yüksek olur. Bu argümanlar önemsiz değildir elbette, ancak bütün başarı (hadi başarı demeyelim, eğitilmişlik kalitesi olsun) bu dışsal etkilerden beklenirse yanılgı sürpriz olmaz.

İlk insandan günümüze en büyük öğretim sistemi, en bilge öğretmen, en pedagojik müfredat, yaşamın kendisi olmuştur. Çağlar boyu, insanoğlu kendisi için gerekli (ve yeterli, şu devirde hiçbir şeyi yeterli görmüyor olmakla çelişse de) bütün idmanı Alev Alatlı’nın ifadesiyle “yaşayakalırken” yapmakta idi. Bize kadar. Ama sınır kadısının her defasında eşeği fark etmemesi gibi bizler de yaşamın eğitmenliği konusunu hep es geçerek gözlerimiz dışarıda, yeni sistemler, öğretmenler, müfredatlar arayıp duruyoruz. Hukukta var olan “doğal yargıç” ilkesini yaşam bize dayatıyor oysa ki; “Doğal öğretmen.”

***

Ülkemizde, nicedir eğitim gündemimize yeni bir gelişmenin eklenmediği gün yaşanmıyor. Her gün, bir öncekinin üzerine yeni tartışmalar ekleyecek ya da var olanları harlayacak yeni tartışma maddeleri getirip boca ediyor önümüze. Konu, hele ki eğitim olunca bu kadar kaygan bir zemin, bu kadar oynak bir yapı ve bu denli med cezir eğilimli oluş hayra alamet değil.

Ayrıntılarına zamanla bu köşede girilebilecek bütün bu irili ufaklı tartışmalara fikir boyutlu değil paradigma boyutlu çözümler üretmek zorundayız. “Ulusal eğitim paradigmamız şudur!” deyip bu şemsiyenin altında sorunlarımıza çareler aramak durumundayız. Tabi bunun da bir ön koşulu var; fikir ile paradigmayı birbirinden ayırmak, ayırabilmek.

Hoca Nasrettin’in hikâyesinden esinlenerek ilk paradigmamızı not edebiliriz mesela; eğitim hayatımızda (mikro ve makro planda) yapacağımız bütün icraatlar “doğal” olmalı. Yaşamın seyrini değiştirerek baş dönmesi yaşatmamalı. Tümden yanlış olmayan uygulamalar için yok etme değil, onarma yöntemleri benimsenmeli.

Hasılı, eğitim eskilerin ifadesiyle “suhulet” mesleğidir, züccaciye dükkanına girmiş fil edasıyla hiç davranmamalı…

A. Serdar ŞEKER

Eğitimci

Eğitimtercihi

> Eşek ve Fil

Nasrettin Hoca’ya atfedilen ancak çok da yaygın olarak bilinmeyen bir hikâye vardır:

Hoca, fıkra bu ya, bir sınır kasabasında yaşamaktadır. Ve uzun yıllar her sabah eşeğiyle sınırı geçip komşu ülkeye gitmekte, akşamları da aynı şekilde geri dönmektedir. Bölgenin sınır sorumlusu (diyelim ki sınır kadısı) Hoca’yı sürekli takip etmekte, açık aramakta ancak bir suç unsuru bulamamaktadır. Hoca’nın bir çeşit kaçakçılık yaptığına emindir ama defalarca yapılan aramalarda bir şey çıkmamıştır. “Acaba casusluk mu yapıyor!” düşüncesiyle komşu ülkede konuştuğu görüştüğü kişiler araştırılır, ama bundan da sonuç çıkmaz.

Derken bir gün Hoca emekli olur, artık sınırı ticareti yapmaz. Sınır kadısı Hoca’yı davet eder makamına. “Hocam” der “Senin kaçakçılık yaptığını biliyorum. Ama yaptığım bütün baskınlarda temiz çıktın. Casus olmadığını da anladım. Artık bu saatten sonra söz, senin hakkında işlem yapmayacağım. Ama çok da merak ediyorum. Gel neyin kaçakçılığını yaptığını söyle.”

Hoca gülerek, “Eşek!” der. “Eşek kaçakçılığı yapıyordum. Her gün buradan genç eşekleri götürüp oradan aynı renk yaşlılarını getiriyordum. Ama siz muayenelerinizde üzerindekileri karıştırmaktan eşeğin kendisine bakmayı akıl edemiyordunuz.”

***

Yaşam boyu karşımıza çıkan müfredatlar, öğretim sistemleri, öğretmenler, seminerler, sertifikalar ve daha bir dünya eğitsel argümanı değerlendirerek ne şekilde eğitildiğimize karar vermeye çalışırsak yanılma olasılığımız oldukça yüksek olur. Bu argümanlar önemsiz değildir elbette, ancak bütün başarı (hadi başarı demeyelim, eğitilmişlik kalitesi olsun) bu dışsal etkilerden beklenirse yanılgı sürpriz olmaz.

İlk insandan günümüze en büyük öğretim sistemi, en bilge öğretmen, en pedagojik müfredat, yaşamın kendisi olmuştur. Çağlar boyu, insanoğlu kendisi için gerekli (ve yeterli, şu devirde hiçbir şeyi yeterli görmüyor olmakla çelişse de) bütün idmanı Alev Alatlı’nın ifadesiyle “yaşayakalırken” yapmakta idi. Bize kadar. Ama sınır kadısının her defasında eşeği fark etmemesi gibi bizler de yaşamın eğitmenliği konusunu hep es geçerek gözlerimiz dışarıda, yeni sistemler, öğretmenler, müfredatlar arayıp duruyoruz. Hukukta var olan “doğal yargıç” ilkesini yaşam bize dayatıyor oysa ki; “Doğal öğretmen.”

***

Ülkemizde, nicedir eğitim gündemimize yeni bir gelişmenin eklenmediği gün yaşanmıyor. Her gün, bir öncekinin üzerine yeni tartışmalar ekleyecek ya da var olanları harlayacak yeni tartışma maddeleri getirip boca ediyor önümüze. Konu, hele ki eğitim olunca bu kadar kaygan bir zemin, bu kadar oynak bir yapı ve bu denli med cezir eğilimli oluş hayra alamet değil.

Ayrıntılarına zamanla bu köşede girilebilecek bütün bu irili ufaklı tartışmalara fikir boyutlu değil paradigma boyutlu çözümler üretmek zorundayız. “Ulusal eğitim paradigmamız şudur!” deyip bu şemsiyenin altında sorunlarımıza çareler aramak durumundayız. Tabi bunun da bir ön koşulu var; fikir ile paradigmayı birbirinden ayırmak, ayırabilmek.

Hoca Nasrettin’in hikâyesinden esinlenerek ilk paradigmamızı not edebiliriz mesela; eğitim hayatımızda (mikro ve makro planda) yapacağımız bütün icraatlar “doğal” olmalı. Yaşamın seyrini değiştirerek baş dönmesi yaşatmamalı. Tümden yanlış olmayan uygulamalar için yok etme değil, onarma yöntemleri benimsenmeli.

Hasılı, eğitim eskilerin ifadesiyle “suhulet” mesleğidir, züccaciye dükkanına girmiş fil edasıyla hiç davranmamalı…

A. Serdar ŞEKER

Eğitimci

Eğitimtercihi

Son Güncelleme: Salı, 20 Ağustos 2013 15:03

Gösterim: 1770

Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürü Ercan Türk, SBS’de açıkta kalan öğrencilerle ilgili açıklama yaptı

Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürü Ercan Türk, "Bu yıl geçtiğimiz yıla göre daha az öğrenci, meslek liselerine gitme durumunda kalacak. Dolayısıyla kamuoyunda belirtildiğinin aksine daha fazla öğrenci meslek liselerine ya da imam hatip liselerine gitmek mecburiyetinde kalmayacaktır" dedi.

Türk, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Seviye Belirleme Sınavı (SBS) ile öğrenci alan okullarda, 16 Ağustos'ta kayıt işlemlerinin tamamlandığını söyledi.

Öğrencilerin yedek sırayla da okullara yerleşme imkanı bulacağını belirten Türk, geçen yıla göre, bu yıl daha çok öğrencinin "Anadolu lisesi" türü okullarda eğitim görme imkanı bulacağını ifade etti.

Özellikle "Anadolu" türü okullarda yüzde 50'lik bir artışın söz konusu olduğunu aktaran Türk, okullara yapılan başvuru ve kayıtlardan sonra bunu daha iyi gözlemlediklerini kaydetti.

Özellikle sınavı kazanamayan, sınava girmeyen ya da sınava girdiği halde bir okula yerleşemeyen öğrenciler üzerinde durduklarını anlatan Türk, şunları kaydetti:

"Bu konuyla ilgili kamuoyunda yanlış haberler okuyoruz. Bunlardan birincisi bu öğrencilerin zorla meslek liselerine ya da imam hatip liselerine yönlendirileceğine dair haberler ve yorumlardır. Bunun doğru olmadığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Rakamların diliyle bu konuya bir açıklık getirmek gerekirse, geçen yıl 846 bin öğrencimiz meslek liselerine, imam hatip liselerine, açık liseye, çok programlı liselere ve özel okullara gitmek durumundayken, bu rakam bu yıl 581 bine düşmüş durumda. Buradaki düşüş, yeni oluşturulan kapasiteler, yeni açılan okullar ve kontenjan artırımı sayesinde olmuştur. İlerleyen tarihlerde tüm kayıt dönemi bittiğinde bunu hep birlikte görme imkanımız olacak. Bu yıl, geçen yıla göre daha az öğrenci meslek liselerine gitme durumunda kalacak. Dolayısıyla kamuoyunda belirtildiğinin aksine daha fazla öğrenci, meslek liselerine ya da imam hatip liselerine gitmek mecburiyetinde kalmayacak."

Serbet kıyafet mi, forma mı?

Öğrencilerin ve velilerin, kılık kıyafet konusunu da merak ettiğini belirten Türk, şöyle devam etti:

"Daha önce yapılan bir düzenleme, velilerimizden, öğrencilerimizden ve eğitim camiamızdan gelen öneriler konusunda yeniden ele alındı. Milli Eğitim Bakanlığı, bu konuda yeni bir düzenleme yapmak suretiyle yönetmelikte velilerin ve öğrencilerin insiyatiflerini biraz daha ortaya çıkarabilecekleri bir uygulamayı mümkün kılcak bir düzenleme yapmış oldu. Buradan şunu anlamamız gerekiyor. Öğrenci ve velilerimizden yüzde elliden fazlasının mutabık kaldığı konu serbest kıyafet ya da forma yönündeyse onu giymesi mümkün olabilecektir."

> Bu yıl daha az öğrenci meslek liselerine gidecek

Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürü Ercan Türk, SBS’de açıkta kalan öğrencilerle ilgili açıklama yaptı

Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürü Ercan Türk, "Bu yıl geçtiğimiz yıla göre daha az öğrenci, meslek liselerine gitme durumunda kalacak. Dolayısıyla kamuoyunda belirtildiğinin aksine daha fazla öğrenci meslek liselerine ya da imam hatip liselerine gitmek mecburiyetinde kalmayacaktır" dedi.

Türk, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Seviye Belirleme Sınavı (SBS) ile öğrenci alan okullarda, 16 Ağustos'ta kayıt işlemlerinin tamamlandığını söyledi.

Öğrencilerin yedek sırayla da okullara yerleşme imkanı bulacağını belirten Türk, geçen yıla göre, bu yıl daha çok öğrencinin "Anadolu lisesi" türü okullarda eğitim görme imkanı bulacağını ifade etti.

Özellikle "Anadolu" türü okullarda yüzde 50'lik bir artışın söz konusu olduğunu aktaran Türk, okullara yapılan başvuru ve kayıtlardan sonra bunu daha iyi gözlemlediklerini kaydetti.

Özellikle sınavı kazanamayan, sınava girmeyen ya da sınava girdiği halde bir okula yerleşemeyen öğrenciler üzerinde durduklarını anlatan Türk, şunları kaydetti:

"Bu konuyla ilgili kamuoyunda yanlış haberler okuyoruz. Bunlardan birincisi bu öğrencilerin zorla meslek liselerine ya da imam hatip liselerine yönlendirileceğine dair haberler ve yorumlardır. Bunun doğru olmadığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Rakamların diliyle bu konuya bir açıklık getirmek gerekirse, geçen yıl 846 bin öğrencimiz meslek liselerine, imam hatip liselerine, açık liseye, çok programlı liselere ve özel okullara gitmek durumundayken, bu rakam bu yıl 581 bine düşmüş durumda. Buradaki düşüş, yeni oluşturulan kapasiteler, yeni açılan okullar ve kontenjan artırımı sayesinde olmuştur. İlerleyen tarihlerde tüm kayıt dönemi bittiğinde bunu hep birlikte görme imkanımız olacak. Bu yıl, geçen yıla göre daha az öğrenci meslek liselerine gitme durumunda kalacak. Dolayısıyla kamuoyunda belirtildiğinin aksine daha fazla öğrenci, meslek liselerine ya da imam hatip liselerine gitmek mecburiyetinde kalmayacak."

Serbet kıyafet mi, forma mı?

Öğrencilerin ve velilerin, kılık kıyafet konusunu da merak ettiğini belirten Türk, şöyle devam etti:

"Daha önce yapılan bir düzenleme, velilerimizden, öğrencilerimizden ve eğitim camiamızdan gelen öneriler konusunda yeniden ele alındı. Milli Eğitim Bakanlığı, bu konuda yeni bir düzenleme yapmak suretiyle yönetmelikte velilerin ve öğrencilerin insiyatiflerini biraz daha ortaya çıkarabilecekleri bir uygulamayı mümkün kılcak bir düzenleme yapmış oldu. Buradan şunu anlamamız gerekiyor. Öğrenci ve velilerimizden yüzde elliden fazlasının mutabık kaldığı konu serbest kıyafet ya da forma yönündeyse onu giymesi mümkün olabilecektir."

Son Güncelleme: Pazartesi, 19 Ağustos 2013 11:34

Gösterim: 1709

Gebe kadınların çalışma şartları değişti. Resmi Gazete'de yayınlanan yönetmeliğe göre gebe veya emziren çalışan günde 7 buçuk saatten fazla çalıştırılamayacak. 150 kadın çalışanı olan iş yerlerinde 0-6 yaşındaki çocuklar için yurtlar kurulacak.

"Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik" Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi.

6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu kapsamında kadın çalışan çalıştıran işyerlerine uygulanacak yönetmelikle, 14 Temmuz 2004'te Resmi Gazete’de yayımlanan "Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik" yürürlükten kaldırıldı. Yürürlükten kaldırılan yönetmelik, 4857 sayılı İş Kanunu'nun 88. maddesine dayanıyordu.

Yürürlüğe giren yönetmelik hükümlerinin uygulanmasında öncelikle çalışanın tabi olduğu mevzuat hükümleri dikkate alınacak, ancak 6331 sayılı kanun kapsamında olup kendi özel mevzuatlarında hüküm bulunmaması halinde çalışanlar açısından bu yönetmelik hükümleri uygulanacak.

Yönetmeliğe göre, oda ve yurt açma yükümlülüğü için çalışan sayısı bakımından statü ayrımı yapılmaksızın 6331 sayılı kanuna tabi bütün çalışanlar hesaba katılacak. Fakat bu çalışanların kendi özel mevzuatlarına göre kurulmuş oda, yurt, kreş veya çocuk bakımevinin bulunması halinde söz konusu yükümlülük yerine getirilmiş sayılacak.

Çalışan, gebelik ve emzirmeye başlama halinde işverenini bilgilendirecek.

İşveren, gebe veya emziren çalışanın sağlık ve güvenliği için tehlikeli sayılan kimyasal, fiziksel, biyolojik etkenlerin ve çalışma süreçlerinin çalışanlar üzerindeki etkilerini değerlendirerecek, sonuca göre gerekli önlemleri alacak.

Bu değerlendirmede kişisel olarak çalışanı etkileyen psikososyal ve tıbbi faktörler de dikkate alınacak ve gebe veya emziren çalışan, işyerinde yapılan değerlendirmenin sonuçları ile sağlık ve güvenlik amacıyla alınması gereken önlemler hakkında bilgilendirilecek.

İşveren, ilgili çalışanın çalışma koşullarını ve saatlerini, risklere maruz kalmasını önleyecek biçimde geçici olarak değiştirecek. Bunun mümkün olmaması halinde çalışanı başka bir işe aktarmak için gerekli önlemleri alacak.

Sağlık raporu ile gerekli görüldüğü takdirde gebe çalışan, sağlığına uygun daha hafif işlerde çalıştırılacak. Bu halde çalışanın ücretinde bir kesinti yapılmayacak.

Ancak çalışanın başka işe aktarılması mümkün değilse, sağlık ve güvenliğinin korunması için gerekli süre içinde, isteği halinde çalışanın tabi olduğu mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla ücretsiz izinli sayılması sağlanacak ve bu süre, yıllık ücretli izin hakkının hesabında dikkate alınmayacak.

Günde 7 buçuk saatten fazla çalıştırılamayacaklar

Kadın çalışanlar, gebe olduklarının sağlık raporuyla tespitinden itibaren doğuma kadar geçen sürede gece çalışmaya zorlanamayacaklar.

Doğum yapmış çalışanın doğumu izleyen bir yıl boyunca gece çalıştırılması yasak olacak. Bu sürenin sonunda sağlık ve güvenlik açısından sakıncalı olduğunun sağlık raporu ile belirlendiği dönem boyunca da gece çalıştırılayacak.

Gebe veya emziren çalışan günde 7 buçuk saatten fazla çalıştırılamayacak.

Çalışanın tabi olduğu mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla analık ve süt izninde 4857 sayılı İş Kanunu'nun 74. maddesi hükümleri uygulanacak.

Gebe çalışanlara gebelikleri süresince, periyodik kontrolleri için ücretli izin verilecek.

Emziren çalışanların, doğum izninin bitiminde ve işe başlamalarından önce, çalışmalarına engel durumları olmadığının raporla belirlenmesi gerekecek. Çalışmasının sakıncalı olduğu rapor ile belirlenenler, raporda belirtilen süre ve işlerde çalıştırılamayacak.

Emzirme odaları ve yurtlar

Yaşları ve medeni halleri ne olursa olsun, 100-150 kadın çalışanı olan işyerlerinde, emziren çalışanların çocuklarını emzirmeleri için işverenlerce çalışma yerlerinden ayrı ve işyerine en çok 250 metre uzaklıkta emzirme odası kurulacak.

Yine 150’den çok kadın çalışanı olan işyerlerinde, 0-6 yaşındaki çocukların bırakılması, bakımı ve emziren çalışanların çocuklarını emzirmeleri için işveren tarafından, çalışma yerlerinden ayrı ve işyerine yakın bir yurt kurulacak. Yurt, işyerine 250 metreden daha uzaksa, işveren taşıt sağlayacak.

İşverenler, ortaklaşa oda ve yurt kurabilecekleri gibi, oda ve yurt açma yükümlülüğünü, kamu kurumlarınca yetkilendirilmiş yurtlarla yapacakları anlaşmalarla da yerine getirebilecekler.

Oda ve yurt açma yükümlülüğünün belirlenmesinde, işverenin belediye ve mücavir alan sınırları içinde bulunan tüm işyerlerindeki kadın çalışanların toplam sayısı dikkate alınacak.

Gerektiğinde erkek çalışanlar da dikkate alınacak

Emzirme odası veya yurt kurulması için gereken kadın çalışan sayısının hesabına erkek çalışanlar arasından çocuğunun annesi ölmüş veya velayeti babaya verilmiş olanlar da dahil edilecek.

Oda ve yurtlardan, kadın çalışanların çocukları ile erkek çalışanların annesi ölmüş veya velayeti babaya verilmiş çocukları faydalanacaklar ve odalara 0-1 yaşındaki, yurtlara velisinin isteği üzerine ilkokula kaydı yapılmayan 66 aylığa kadar çocuklar alınacak.

Oda ve yurtlarda, çocuklar ve görevliler dışında başkasının bulunması ve bunların amaç dışında kullanılması yasak olacak.

Yurtlarda 0-24 aylık, 25-48 aylık ve 49-66 aylık çocuklar birbirinden ayrı bulundurulacak.

Çocuklar, oda ve yurtlara işbaşı yapılmadan önce bırakılacak ve işin bitiminde alınacak.

Oda ve yurtların bina, kuruluş, döşeme, araç, gereç, taşıt, beslenme gibi giderlerinin tamamı işverenlerce karşılanacak.

Yönetmelikte, oda ve yurtlarda çalışacak yönetici ve personelin nitelikleri ve görevleri, çocukların muayeneleri, beslenmeleri, eğitim ve geliştirilmeleri, ortaklaşa kurulan oda ve yurtların yönetimi, bildirilmesi gibi konular da düzenlendi.

> Gebe kadınların çalışma şartları değişti

Gebe kadınların çalışma şartları değişti. Resmi Gazete'de yayınlanan yönetmeliğe göre gebe veya emziren çalışan günde 7 buçuk saatten fazla çalıştırılamayacak. 150 kadın çalışanı olan iş yerlerinde 0-6 yaşındaki çocuklar için yurtlar kurulacak.

"Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik" Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi.

6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu kapsamında kadın çalışan çalıştıran işyerlerine uygulanacak yönetmelikle, 14 Temmuz 2004'te Resmi Gazete’de yayımlanan "Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik" yürürlükten kaldırıldı. Yürürlükten kaldırılan yönetmelik, 4857 sayılı İş Kanunu'nun 88. maddesine dayanıyordu.

Yürürlüğe giren yönetmelik hükümlerinin uygulanmasında öncelikle çalışanın tabi olduğu mevzuat hükümleri dikkate alınacak, ancak 6331 sayılı kanun kapsamında olup kendi özel mevzuatlarında hüküm bulunmaması halinde çalışanlar açısından bu yönetmelik hükümleri uygulanacak.

Yönetmeliğe göre, oda ve yurt açma yükümlülüğü için çalışan sayısı bakımından statü ayrımı yapılmaksızın 6331 sayılı kanuna tabi bütün çalışanlar hesaba katılacak. Fakat bu çalışanların kendi özel mevzuatlarına göre kurulmuş oda, yurt, kreş veya çocuk bakımevinin bulunması halinde söz konusu yükümlülük yerine getirilmiş sayılacak.

Çalışan, gebelik ve emzirmeye başlama halinde işverenini bilgilendirecek.

İşveren, gebe veya emziren çalışanın sağlık ve güvenliği için tehlikeli sayılan kimyasal, fiziksel, biyolojik etkenlerin ve çalışma süreçlerinin çalışanlar üzerindeki etkilerini değerlendirerecek, sonuca göre gerekli önlemleri alacak.

Bu değerlendirmede kişisel olarak çalışanı etkileyen psikososyal ve tıbbi faktörler de dikkate alınacak ve gebe veya emziren çalışan, işyerinde yapılan değerlendirmenin sonuçları ile sağlık ve güvenlik amacıyla alınması gereken önlemler hakkında bilgilendirilecek.

İşveren, ilgili çalışanın çalışma koşullarını ve saatlerini, risklere maruz kalmasını önleyecek biçimde geçici olarak değiştirecek. Bunun mümkün olmaması halinde çalışanı başka bir işe aktarmak için gerekli önlemleri alacak.

Sağlık raporu ile gerekli görüldüğü takdirde gebe çalışan, sağlığına uygun daha hafif işlerde çalıştırılacak. Bu halde çalışanın ücretinde bir kesinti yapılmayacak.

Ancak çalışanın başka işe aktarılması mümkün değilse, sağlık ve güvenliğinin korunması için gerekli süre içinde, isteği halinde çalışanın tabi olduğu mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla ücretsiz izinli sayılması sağlanacak ve bu süre, yıllık ücretli izin hakkının hesabında dikkate alınmayacak.

Günde 7 buçuk saatten fazla çalıştırılamayacaklar

Kadın çalışanlar, gebe olduklarının sağlık raporuyla tespitinden itibaren doğuma kadar geçen sürede gece çalışmaya zorlanamayacaklar.

Doğum yapmış çalışanın doğumu izleyen bir yıl boyunca gece çalıştırılması yasak olacak. Bu sürenin sonunda sağlık ve güvenlik açısından sakıncalı olduğunun sağlık raporu ile belirlendiği dönem boyunca da gece çalıştırılayacak.

Gebe veya emziren çalışan günde 7 buçuk saatten fazla çalıştırılamayacak.

Çalışanın tabi olduğu mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla analık ve süt izninde 4857 sayılı İş Kanunu'nun 74. maddesi hükümleri uygulanacak.

Gebe çalışanlara gebelikleri süresince, periyodik kontrolleri için ücretli izin verilecek.

Emziren çalışanların, doğum izninin bitiminde ve işe başlamalarından önce, çalışmalarına engel durumları olmadığının raporla belirlenmesi gerekecek. Çalışmasının sakıncalı olduğu rapor ile belirlenenler, raporda belirtilen süre ve işlerde çalıştırılamayacak.

Emzirme odaları ve yurtlar

Yaşları ve medeni halleri ne olursa olsun, 100-150 kadın çalışanı olan işyerlerinde, emziren çalışanların çocuklarını emzirmeleri için işverenlerce çalışma yerlerinden ayrı ve işyerine en çok 250 metre uzaklıkta emzirme odası kurulacak.

Yine 150’den çok kadın çalışanı olan işyerlerinde, 0-6 yaşındaki çocukların bırakılması, bakımı ve emziren çalışanların çocuklarını emzirmeleri için işveren tarafından, çalışma yerlerinden ayrı ve işyerine yakın bir yurt kurulacak. Yurt, işyerine 250 metreden daha uzaksa, işveren taşıt sağlayacak.

İşverenler, ortaklaşa oda ve yurt kurabilecekleri gibi, oda ve yurt açma yükümlülüğünü, kamu kurumlarınca yetkilendirilmiş yurtlarla yapacakları anlaşmalarla da yerine getirebilecekler.

Oda ve yurt açma yükümlülüğünün belirlenmesinde, işverenin belediye ve mücavir alan sınırları içinde bulunan tüm işyerlerindeki kadın çalışanların toplam sayısı dikkate alınacak.

Gerektiğinde erkek çalışanlar da dikkate alınacak

Emzirme odası veya yurt kurulması için gereken kadın çalışan sayısının hesabına erkek çalışanlar arasından çocuğunun annesi ölmüş veya velayeti babaya verilmiş olanlar da dahil edilecek.

Oda ve yurtlardan, kadın çalışanların çocukları ile erkek çalışanların annesi ölmüş veya velayeti babaya verilmiş çocukları faydalanacaklar ve odalara 0-1 yaşındaki, yurtlara velisinin isteği üzerine ilkokula kaydı yapılmayan 66 aylığa kadar çocuklar alınacak.

Oda ve yurtlarda, çocuklar ve görevliler dışında başkasının bulunması ve bunların amaç dışında kullanılması yasak olacak.

Yurtlarda 0-24 aylık, 25-48 aylık ve 49-66 aylık çocuklar birbirinden ayrı bulundurulacak.

Çocuklar, oda ve yurtlara işbaşı yapılmadan önce bırakılacak ve işin bitiminde alınacak.

Oda ve yurtların bina, kuruluş, döşeme, araç, gereç, taşıt, beslenme gibi giderlerinin tamamı işverenlerce karşılanacak.

Yönetmelikte, oda ve yurtlarda çalışacak yönetici ve personelin nitelikleri ve görevleri, çocukların muayeneleri, beslenmeleri, eğitim ve geliştirilmeleri, ortaklaşa kurulan oda ve yurtların yönetimi, bildirilmesi gibi konular da düzenlendi.

Son Güncelleme: Cuma, 16 Ağustos 2013 12:29

Gösterim: 1878

17 Ağustos Marmara depreminde bütün binaları yıkılan Kocaeli Üniversitesi, aradan geçen 14 yılda Türkiye'nin en kalabalık 3'üncü üniversitesi oldu.

Marmara depreminde bütün binaları yıkılan, şu anki rektörünün kayıt için şehre gelen öğrencileri tren garında ikna etmeye çalıştığı Kocaeli Üniversitesi, aradan geçen 14 yılın ardından Türkiye'nin en kalabalık 3'üncü üniversitesi oldu.

Depremde binalarının tamamı yıkıldığı için öğretime ara verilmesi ve tüm çalışanlarının farklı üniversitelere gönderilmesi düşünülen KOÜ, bilimsel çalışma ve yayınları ile de Türkiye'nin sayılı üniversiteleri arasına girmeyi başardı.

KOÜ Rektörü Prof. Dr. Sezer Şener Komsuoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Marmara depreminin Türkiye'nin batısı ve sanayinin başkenti şehrinde yaşanmasının afetin etkisinin görülebilirliğini fazlasıyla artırdığını belirterek, medyanın depremin üzerine eskiye göre daha çok düştüğünü ve bilimsel çalışmların arttığını söyledi.

Kayıt yaptıracak öğrencileri tren garında karşılıyorduk

Komsuoğlu, deprem döneminde rektörün eşi Prof. Dr. Baki Komsuoğlu olduğunu hatırlatarak, şöyle devam etti:

"YÖK ve kamunun beklentisi üniversiteyi bir süreliğine kapatmaktı çünkü depremde fiziki olanaklarımızın yüzde 100'ünü kaybetmiştik. Buna çok üzülüyorduk. 'Üniversite böyle bir durum yaşamasın, öğretim üyeleri ve öğrenciler gitmesin' diye çok çaba gösterdik. Baki Hoca nasıl bir üniversitemiz olacağını bir maketle ortaya koymuştu. Öğretim üyelerine 'siz şu odada oturacaksınız' diye tek tek gösteriyordu. Aileler çocuklarını kayıt ettirmek istemiyordu. Ben de kayıt yaptırmak için gelen öğrencileri otogardan ve tren garından karşılamaya gidiyordum. Hepsini arabama alıp olanaklarımızı gösteriyordum."

8,5 şiddetinde depremde bile ameliyat yapılabilen hastane

Komsuoğlu, Türkiye'de en iyi beyin cerrahisi ameliyatlarının KOÜ'de yapıldığını ifade ederek, şunları kaydetti:

 "Tıp fakültemiz Türkiye'de bir marka değerdir. Fakültemiz 8,5 şiddetinde depreme dayanıklı deprem izalatörleriyle inşa edilmiştir. 8,5 şiddetinde depremde ameliyat yapabilmek mümkündür. İnşallah böyle şeyler görmeyiz ama böyle durumlarda buna hazır bir hastanemiz var."

> Enkazın ardından en kalabalık 3'üncü üniversiteye

17 Ağustos Marmara depreminde bütün binaları yıkılan Kocaeli Üniversitesi, aradan geçen 14 yılda Türkiye'nin en kalabalık 3'üncü üniversitesi oldu.

Marmara depreminde bütün binaları yıkılan, şu anki rektörünün kayıt için şehre gelen öğrencileri tren garında ikna etmeye çalıştığı Kocaeli Üniversitesi, aradan geçen 14 yılın ardından Türkiye'nin en kalabalık 3'üncü üniversitesi oldu.

Depremde binalarının tamamı yıkıldığı için öğretime ara verilmesi ve tüm çalışanlarının farklı üniversitelere gönderilmesi düşünülen KOÜ, bilimsel çalışma ve yayınları ile de Türkiye'nin sayılı üniversiteleri arasına girmeyi başardı.

KOÜ Rektörü Prof. Dr. Sezer Şener Komsuoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Marmara depreminin Türkiye'nin batısı ve sanayinin başkenti şehrinde yaşanmasının afetin etkisinin görülebilirliğini fazlasıyla artırdığını belirterek, medyanın depremin üzerine eskiye göre daha çok düştüğünü ve bilimsel çalışmların arttığını söyledi.

Kayıt yaptıracak öğrencileri tren garında karşılıyorduk

Komsuoğlu, deprem döneminde rektörün eşi Prof. Dr. Baki Komsuoğlu olduğunu hatırlatarak, şöyle devam etti:

"YÖK ve kamunun beklentisi üniversiteyi bir süreliğine kapatmaktı çünkü depremde fiziki olanaklarımızın yüzde 100'ünü kaybetmiştik. Buna çok üzülüyorduk. 'Üniversite böyle bir durum yaşamasın, öğretim üyeleri ve öğrenciler gitmesin' diye çok çaba gösterdik. Baki Hoca nasıl bir üniversitemiz olacağını bir maketle ortaya koymuştu. Öğretim üyelerine 'siz şu odada oturacaksınız' diye tek tek gösteriyordu. Aileler çocuklarını kayıt ettirmek istemiyordu. Ben de kayıt yaptırmak için gelen öğrencileri otogardan ve tren garından karşılamaya gidiyordum. Hepsini arabama alıp olanaklarımızı gösteriyordum."

8,5 şiddetinde depremde bile ameliyat yapılabilen hastane

Komsuoğlu, Türkiye'de en iyi beyin cerrahisi ameliyatlarının KOÜ'de yapıldığını ifade ederek, şunları kaydetti:

 "Tıp fakültemiz Türkiye'de bir marka değerdir. Fakültemiz 8,5 şiddetinde depreme dayanıklı deprem izalatörleriyle inşa edilmiştir. 8,5 şiddetinde depremde ameliyat yapabilmek mümkündür. İnşallah böyle şeyler görmeyiz ama böyle durumlarda buna hazır bir hastanemiz var."

Son Güncelleme: Cuma, 16 Ağustos 2013 13:48

Gösterim: 984

Milli Eğitim Bakanlığı, okula kayıt yaşı ile ilgili yaptığı açıklamada okula başlama yaşının değişmediğini velilerden gelen talep doğrultusunda yönetmelikte değişiklik yapıldığı belirtti. Bakanlık, geçen yıl 79 bin 565 çocuğun rapor aldığını bunlardan 59 bin 889’unun 66-69 ay arasında olduğunu açıkladı.

Milli Eğitim Bakanlığı, yazılı bir açıklama yaparak okula başlama yaşı ve kayıtlarla ilgili merak edilenlere açıklık getirdi. Bakanlık şu açıklamayı yaptı;

2012-2013 eğitim öğretim yılında, ilkokul 1. sınıfa kayıt olması gereken 2.313.888 çocuk olup, bunlardan 66 ayını dolduran 1.656.211'i zorunlu olarak; 60-66 ay arasındaki 657.677 çocuktan 141.494'ü ise isteğe bağlı olarak ilkokul 1. sınıfa kaydedilmiştir. 66 ay ve üzeri olan çocuklardan okula hazır olmayan 79.565 çocuk ise alınan sağlık raporu neticesinde okul öncesi eğitime yönlendirilmiş veya kayıtları 1 yıl ertelenmiştir. Rapor alan 79.565 çocuktan 59.889'unun (yaklaşık %75) 66-69 ay arasındaki çocuklardan olduğu tespit edilmiştir.

14 Ağustos 2013 tarih ve 28735 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan yönetmelikte yapılan değişiklik sonucu, 66, 67, 68 aylık (2008 Yılı Ocak-Şubat-Mart doğumlular) çocuklar 1. sınıfa kaydedilecek ancak velisinin yazılı talebi doğrultusunda, rapor istenmeksizin kayıtları 1 yıl ertelenebilecek veya okul öncesi eğitime yönlendirilebilecektir.

Okula kayıt yaşı değişmedi

Bakanlık ayrıca, “Yapılan değişiklikle okullara kayıt yaşı ile ilgili olarak hiçbir politika değişikliğine gidilmesi söz konusu değildir. Ancak bu yaş grubundaki çocukların velilerinden gelen yoğun talepler dikkate alınarak, ilgili yönetmelik maddesinde düzenlemeye gidilmiştir. Düzenleme sonrası 69, 70, 71 aylık (2007 Yılı Ekim-Kasım-Aralık doğumlular) olup, 1. sınıfa kaydedilen çocuklardan okula hazır olmayanların kayıtları, alınacak sağlık raporu doğrultusunda 1 yıl ertelenebilecek veya okul öncesi eğitime yönlendirilebilecektir.” açıklamasında bulundu.

> MEB'den okula başlama yaşı ile ilgili açıklama

Milli Eğitim Bakanlığı, okula kayıt yaşı ile ilgili yaptığı açıklamada okula başlama yaşının değişmediğini velilerden gelen talep doğrultusunda yönetmelikte değişiklik yapıldığı belirtti. Bakanlık, geçen yıl 79 bin 565 çocuğun rapor aldığını bunlardan 59 bin 889’unun 66-69 ay arasında olduğunu açıkladı.

Milli Eğitim Bakanlığı, yazılı bir açıklama yaparak okula başlama yaşı ve kayıtlarla ilgili merak edilenlere açıklık getirdi. Bakanlık şu açıklamayı yaptı;

2012-2013 eğitim öğretim yılında, ilkokul 1. sınıfa kayıt olması gereken 2.313.888 çocuk olup, bunlardan 66 ayını dolduran 1.656.211'i zorunlu olarak; 60-66 ay arasındaki 657.677 çocuktan 141.494'ü ise isteğe bağlı olarak ilkokul 1. sınıfa kaydedilmiştir. 66 ay ve üzeri olan çocuklardan okula hazır olmayan 79.565 çocuk ise alınan sağlık raporu neticesinde okul öncesi eğitime yönlendirilmiş veya kayıtları 1 yıl ertelenmiştir. Rapor alan 79.565 çocuktan 59.889'unun (yaklaşık %75) 66-69 ay arasındaki çocuklardan olduğu tespit edilmiştir.

14 Ağustos 2013 tarih ve 28735 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan yönetmelikte yapılan değişiklik sonucu, 66, 67, 68 aylık (2008 Yılı Ocak-Şubat-Mart doğumlular) çocuklar 1. sınıfa kaydedilecek ancak velisinin yazılı talebi doğrultusunda, rapor istenmeksizin kayıtları 1 yıl ertelenebilecek veya okul öncesi eğitime yönlendirilebilecektir.

Okula kayıt yaşı değişmedi

Bakanlık ayrıca, “Yapılan değişiklikle okullara kayıt yaşı ile ilgili olarak hiçbir politika değişikliğine gidilmesi söz konusu değildir. Ancak bu yaş grubundaki çocukların velilerinden gelen yoğun talepler dikkate alınarak, ilgili yönetmelik maddesinde düzenlemeye gidilmiştir. Düzenleme sonrası 69, 70, 71 aylık (2007 Yılı Ekim-Kasım-Aralık doğumlular) olup, 1. sınıfa kaydedilen çocuklardan okula hazır olmayanların kayıtları, alınacak sağlık raporu doğrultusunda 1 yıl ertelenebilecek veya okul öncesi eğitime yönlendirilebilecektir.” açıklamasında bulundu.

Son Güncelleme: Cuma, 16 Ağustos 2013 13:05

Gösterim: 7751


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.