Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
TUS'a girenlere büyük şok!
Aralık 2010 Tıpta Uzmanlık Sınavı sonuçları 1,5 yıl aradan sonra tekrar
değerlendirilince, ortalık karıştı.
2010 yılı Eylül ayında yapılması gereken Tıpta Uzmanlık Sınavı , o dönemde yaşanan KPSS olayı sebebiyle Aralık ayına ertelenmişti. Sınav gecikmeli de olsa yapıldı ancak sınavdaki bazı sorular hatalıydı. Bunun üzerine sınava giren öğrenciler, ÖSYM 'ye soruların yanlışlığı konusunda dilekçe yazarak itirazda bulundular.
Fakat ÖSYM 26 Ocak 2011 Tarihinde yaptığı duyuru ile "12 Aralık 2010 tarihinde yapılan TUS Bilim Sınavı ile ilgili olarak, adaylar tarafından Merkezimize gönderilen, 508 adet sınav sonuçlarına itiraz dilekçesi incelenmiştir. İnceleme sonucunda aşağıdaki sonuçlara varılmıştır:İtiraz dilekçelerinden 485'inde itiraza konu bir durumun bulunmadığı, herhangi bir maddi hata ve yanlış değerlendirmenin söz konusu olmadığı tespit edilmiştir." Şeklinde bir duyuru yaparak soruların sadece 4 tanesinin iptal ettiği kalan soruların ise doğru hazırlandığını savunmuştu.
ÖSYM'nin yaptığı hatadan geri adım atmamasına karşılık 2010 Aralık sınavına girenlerden Dr. Mustafa AYDINOL olayı mahkemeye taşıdı ve yanlış olan ama ÖSYM tarafından iptal edilmeyen sorulara itiraz etti.
Mahkeme süreci yaklaşık bir sene sürdü. Bu süreçte mahkeme soruların incelenmesi için farklı üniversitelere sınavda sorulan soruların doğruluğu hakkında bilirkişilik görevini verdi.
Üniversitelerden gelen bilirkişi cevaplarına göre ise; beş soru yanlıştı ve iptal edilmeliydi. Mahkeme soruların iptali yönünde karar verdi, kararı Danıştay'da onayladı.
İddiaya göre, ÖSYM bu durumda daha fazla kayıtsız kalamayıp sessiz sedasızca sınavı tekrar değerlendirdi ve puanlar yeniden hesaplandı.. Bununla birlikte 1.5 yıldır branş eğitimi gören doktorların birçoğunun tercihleri değişti. Örneğin şu anda Anadolu'nun bir yerinde Dahiliye alanında eğitim gören doktorlar, yeni hesaplamayla birlikte ilk tercih yerleri olan ve asıl istedikleri İstanbul'u kazanmış olabildiler. Veya ilk hatalı hesaplamayla birlikte bir yere yerleşemediği belirtilen bir öğrenci, yeni hesaplamanın ardından, tercihlerinden birine yerleşebildiğini öğrendi. Ancak 1.5 yıl kaybetti ve de sınava yeniden hazırlanmak için ekstra dershane masrafı ödemiş oldu. Bunun yanı sıra, puanı düşen öğrenciler de bulunuyor. ÖSYM'nin bu karışıklığı nasıl çözeceği ise merak konusu.
2010 TUS'a giren doktorlar kendilerine ait sitede endişe ve görüşlerini şu şekilde paylaşıyorlar:
Ya benim puanım düşmüş.alt tercihinize yerleştirildiniz diyor ama yerleştiğim yer yazmıyor.sizde yazıyor mu arkadaşlar?
Yerleştiği yer değişen var mi ya???? Sıralamam değişmiş.
ben hiç yerleşememiştim şimdi erciyes aile hekimliğine yerleşmişim 1.5 yıl sonra kazandımda gitmedim derim artık :)) ( o zaman kazansam koşa koşa gidecektim ama )
sonucta puan ve sıralamaya göre tercih yaptık benim 1 puan artmış mesela belkide farklı bi yer yazıp kazanacaktım...kazandığım yer değişmemiş ama...bununla ilgili bişi yapılabilirmi..bence yeniden tercih yaptırılsın..
Benim 2 puan artmis görünüyor küsüratla kaçırdığım biyer vardı ama hiçbir yere yerlestirilemediniz yazıyor bunlar dalga mı geciyorlar bizimle
yeniden tercih alınması için bastıralım... sonucta sıralamalar taban puanlar faalan hep değişti bu sacmalık böle yok üst tercihine yerleştirildin yok alt tercihine. alt tercihine yerleştirilenlere yaptırım uygulanacak mı yani 1.5 yıl önce baslayanlar 1.5 yıl sonra yeni kazadığı yere gönderilecekmi? böle olmaz arkadaslar bu resmen haksızlık...bunun düzeltilmesi bu sekilde olmaz olamaz.. adam belki düsük gelince yazmadı simdi düzeltilen puanla tercih yapacaktı.. barajı gecemeyen simdi baarajı gecip tercih hakkı oldu belki..
puanları yine yanlış hesaplamışlar sanırım.herkes kontrol etse anlasılır.nettim artmış ama puanım düşmüş benim.
benim puanım artmış,sonuç aynı ama yerleşememişim eeeeeee...şimdi diğer kazananlara ne olacak? çok saçma değil mi neredeyse 1.5-2 yıllık asistan oldular bu insanlar
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
TUS'a girenlere büyük şok!
Aralık 2010 Tıpta Uzmanlık Sınavı sonuçları 1,5 yıl aradan sonra tekrar
değerlendirilince, ortalık karıştı.
2010 yılı Eylül ayında yapılması gereken Tıpta Uzmanlık Sınavı , o dönemde yaşanan KPSS olayı sebebiyle Aralık ayına ertelenmişti. Sınav gecikmeli de olsa yapıldı ancak sınavdaki bazı sorular hatalıydı. Bunun üzerine sınava giren öğrenciler, ÖSYM 'ye soruların yanlışlığı konusunda dilekçe yazarak itirazda bulundular.
Fakat ÖSYM 26 Ocak 2011 Tarihinde yaptığı duyuru ile "12 Aralık 2010 tarihinde yapılan TUS Bilim Sınavı ile ilgili olarak, adaylar tarafından Merkezimize gönderilen, 508 adet sınav sonuçlarına itiraz dilekçesi incelenmiştir. İnceleme sonucunda aşağıdaki sonuçlara varılmıştır:İtiraz dilekçelerinden 485'inde itiraza konu bir durumun bulunmadığı, herhangi bir maddi hata ve yanlış değerlendirmenin söz konusu olmadığı tespit edilmiştir." Şeklinde bir duyuru yaparak soruların sadece 4 tanesinin iptal ettiği kalan soruların ise doğru hazırlandığını savunmuştu.
ÖSYM'nin yaptığı hatadan geri adım atmamasına karşılık 2010 Aralık sınavına girenlerden Dr. Mustafa AYDINOL olayı mahkemeye taşıdı ve yanlış olan ama ÖSYM tarafından iptal edilmeyen sorulara itiraz etti.
Mahkeme süreci yaklaşık bir sene sürdü. Bu süreçte mahkeme soruların incelenmesi için farklı üniversitelere sınavda sorulan soruların doğruluğu hakkında bilirkişilik görevini verdi.
Üniversitelerden gelen bilirkişi cevaplarına göre ise; beş soru yanlıştı ve iptal edilmeliydi. Mahkeme soruların iptali yönünde karar verdi, kararı Danıştay'da onayladı.
İddiaya göre, ÖSYM bu durumda daha fazla kayıtsız kalamayıp sessiz sedasızca sınavı tekrar değerlendirdi ve puanlar yeniden hesaplandı.. Bununla birlikte 1.5 yıldır branş eğitimi gören doktorların birçoğunun tercihleri değişti. Örneğin şu anda Anadolu'nun bir yerinde Dahiliye alanında eğitim gören doktorlar, yeni hesaplamayla birlikte ilk tercih yerleri olan ve asıl istedikleri İstanbul'u kazanmış olabildiler. Veya ilk hatalı hesaplamayla birlikte bir yere yerleşemediği belirtilen bir öğrenci, yeni hesaplamanın ardından, tercihlerinden birine yerleşebildiğini öğrendi. Ancak 1.5 yıl kaybetti ve de sınava yeniden hazırlanmak için ekstra dershane masrafı ödemiş oldu. Bunun yanı sıra, puanı düşen öğrenciler de bulunuyor. ÖSYM'nin bu karışıklığı nasıl çözeceği ise merak konusu.
2010 TUS'a giren doktorlar kendilerine ait sitede endişe ve görüşlerini şu şekilde paylaşıyorlar:
Ya benim puanım düşmüş.alt tercihinize yerleştirildiniz diyor ama yerleştiğim yer yazmıyor.sizde yazıyor mu arkadaşlar?
Yerleştiği yer değişen var mi ya???? Sıralamam değişmiş.
ben hiç yerleşememiştim şimdi erciyes aile hekimliğine yerleşmişim 1.5 yıl sonra kazandımda gitmedim derim artık :)) ( o zaman kazansam koşa koşa gidecektim ama )
sonucta puan ve sıralamaya göre tercih yaptık benim 1 puan artmış mesela belkide farklı bi yer yazıp kazanacaktım...kazandığım yer değişmemiş ama...bununla ilgili bişi yapılabilirmi..bence yeniden tercih yaptırılsın..
Benim 2 puan artmis görünüyor küsüratla kaçırdığım biyer vardı ama hiçbir yere yerlestirilemediniz yazıyor bunlar dalga mı geciyorlar bizimle
yeniden tercih alınması için bastıralım... sonucta sıralamalar taban puanlar faalan hep değişti bu sacmalık böle yok üst tercihine yerleştirildin yok alt tercihine. alt tercihine yerleştirilenlere yaptırım uygulanacak mı yani 1.5 yıl önce baslayanlar 1.5 yıl sonra yeni kazadığı yere gönderilecekmi? böle olmaz arkadaslar bu resmen haksızlık...bunun düzeltilmesi bu sekilde olmaz olamaz.. adam belki düsük gelince yazmadı simdi düzeltilen puanla tercih yapacaktı.. barajı gecemeyen simdi baarajı gecip tercih hakkı oldu belki..
puanları yine yanlış hesaplamışlar sanırım.herkes kontrol etse anlasılır.nettim artmış ama puanım düşmüş benim.
benim puanım artmış,sonuç aynı ama yerleşememişim eeeeeee...şimdi diğer kazananlara ne olacak? çok saçma değil mi neredeyse 1.5-2 yıllık asistan oldular bu insanlar
Son Güncelleme: Pazartesi, 03 Eylül 2012 07:53
Gösterim: 1786
Uzmanlar, ek kontenjan başvuru işlemlerinin Ekim ayının ilk haftasında başlayabileceğini öngörüyor. Geçen sene ek yerleştirmeler 3 Ekim'de başlamıştı.YGS'de yerleşen adaylar kayıtlarını 3-7 eylül tarihleri arasında yapacaklar.
Ek Yerleştirmelerde Puan Barajı Kaldırılsın mı?
2012-2013 öğretim yılı için merkezi yerleştirmede boş kalan, yerleştirilen adayların kayıt yaptırmaması nedeniyle boşalan ve 2012-ÖSYS Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu yayımlandıktan sonra açılan yükseköğretim programlarının kontenjanlarına 2012-ÖSYS sonuçlarına göre ÖSYM tarafından ek yerleştirme yapılacaktır.
Adaylar, 2012-ÖSYS Ek Yerleştirme tercihlerini, 3-6 Ekim 2012 tarihleri arasında başvuru merkezleri aracılığıyla veya internet üzerinden bireysel olarak kendileri yapmıştı. 2012-ÖSYS merkezi ilk yerleştirmede tercih işlemi yapılabilen tüm Ortaöğretim Kurumu (Okulu) Müdürlükleri ve ÖSYM Sınav Merkezi Yöneticilikleri ÖSYS'de Başvuru Merkezi olarak görev yaptı.
2012-ÖSYS Ek Yerleştirme kurallarına ilişkin bilgiler, 2012-ÖSYS Yükseköğretim Programlarına Ek Yerleştirme Kılavuzunda yer alacaktır. Adaylar, 2012-ÖSYS Ek Yerleştirme Kılavuzu ile Tercih Formuna Ekim ayının ilk haftasından itibaren ÖSYM'nin http://www.osym.gov.tr internet adresinden ulaştı. Kılavuz dağıtımı ve satışı yapılmadı.
Ek yerleştirme işlemleri, 2012 Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemi (ÖSYS) Kılavuzu, 2012-ÖSYS Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu ile 2012-ÖSYS Yükseköğretim Programlarına Ek Yerleştirme Kılavuzunda belirtilen esaslara göre yapıldı.
Adaylara ve kamuoyuna duyurulur
Başvuru koşullarıyla ilgili kesin bilgiler 2012 ÖSYS ek yerleştirme kontenjankılavuzunda açıklanacak. Ancak adaylara fikir vermesi açısında bir önceki dönem (2011) ÖSYS ek yerleştirme başvuruları aşağıdaki esaslara göre yapılmıştı. Bu sene de önemli değişiklikler beklenmiyor. İşte geçen sene ek yerleştirmelerde aranan koşullar:
1.2011-ÖSYS Merkezi yerleştirmede bir yükseköğretim programına yerleştirilmiş olan adaylar (açıköğretimin kontenjansız programlarına yerleşenler hariç) ek yerleştirmede tercih yapma hakkına sahip değildir. Ek yerleştirmede tercih yapabilmek için, 2011-ÖSYS merkezî yerleştirmede hiçbir yere yerleştirilmemiş veya açıköğretimin kontenjansız programlarına yerleştirilmiş olmak gerekir.
Merkezî Yerleştirmede bir örgün yükseköğretim programına yerleştirilmiş adaylar ile kontenjan sınırlaması olan açıköğretim programlarına yerleştirilmiş olan adaylar, Anadolu Üniversitesinin kontenjan sınırlaması olmayan açıköğretim lisans ve ön lisans programlarına Ek Yerleştirme için başvuru yapabileceklerdir.
Bunun dışında aşağıdaki kurallar geçerli olacaktır:
a) Yeni açılan yükseköğretim programları ile merkezî yerleştirmede kontenjanı dolmayan ve en küçük puanı oluşmayan yükseköğretim programlarını, ilgili puanı hesaplanmış tüm adaylar tercih edebilecektir.
b) Merkezî yerleştirmede kontenjanı dolan ve en küçük puanı oluşan, ancak yerleştirilen adaylardan birkaçının kayıt yaptırmaması nedeniyle kontenjan açığı oluşan lisans programlarını ve Tablo 3B’deki önlisans programlarını, yalnız programın en küçük puanına eşit veya daha büyük puana sahip olan adaylar tercih edebilecektir. Tablo 3A’daki önlisans programları için en küçük puan koşulu aranmayacaktır.
2. 2011'de özel yetenek sınavı ile bir yükseköğretim programına yerleştirilmiş olan adaylar ek yerleştirme için tercih yapabilirler.
3. Adayların yükseköğretim programlarını tercihleri arasında gösterebilmeleri için bu programların koşullarını karşılamaları gerekir.
4. 2011-YGS/LYS'ye girmeyerek sadece sınavsız geçiş için başvuran, 2011-ÖSYS'de sınava girmek için başvurduğu hâlde sınava girmeyen veya sınava girerek 140,000'ın altında YGS puanı alan meslek lisesi mezunları sadece Tablo-3A'dan kendi alanlarındaki yükseköğretim programlarını tercih edebileceklerdir.
5. 2011-ÖSYS'de sınava girerek ilgili puan türünde 140,000 ile 179,999 arasında YGS puanı alan meslek lisesi mezunları gerek kendi alanlarında gerek alanları dışında Tablo-3A ve Tablo-3B'deki tüm programlar ile Tablo-4'teki Açıköğretim programlarını tercih edebilirler.
Ek tercihlerle ilgili gelişmeleri egitimajansi.com'dan takip etmek için bu sayfayı Sık Kullanılanlara Ekleyebilirsiniz.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Uzmanlar, ek kontenjan başvuru işlemlerinin Ekim ayının ilk haftasında başlayabileceğini öngörüyor. Geçen sene ek yerleştirmeler 3 Ekim'de başlamıştı.YGS'de yerleşen adaylar kayıtlarını 3-7 eylül tarihleri arasında yapacaklar.
Ek Yerleştirmelerde Puan Barajı Kaldırılsın mı?
2012-2013 öğretim yılı için merkezi yerleştirmede boş kalan, yerleştirilen adayların kayıt yaptırmaması nedeniyle boşalan ve 2012-ÖSYS Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu yayımlandıktan sonra açılan yükseköğretim programlarının kontenjanlarına 2012-ÖSYS sonuçlarına göre ÖSYM tarafından ek yerleştirme yapılacaktır.
Adaylar, 2012-ÖSYS Ek Yerleştirme tercihlerini, 3-6 Ekim 2012 tarihleri arasında başvuru merkezleri aracılığıyla veya internet üzerinden bireysel olarak kendileri yapmıştı. 2012-ÖSYS merkezi ilk yerleştirmede tercih işlemi yapılabilen tüm Ortaöğretim Kurumu (Okulu) Müdürlükleri ve ÖSYM Sınav Merkezi Yöneticilikleri ÖSYS'de Başvuru Merkezi olarak görev yaptı.
2012-ÖSYS Ek Yerleştirme kurallarına ilişkin bilgiler, 2012-ÖSYS Yükseköğretim Programlarına Ek Yerleştirme Kılavuzunda yer alacaktır. Adaylar, 2012-ÖSYS Ek Yerleştirme Kılavuzu ile Tercih Formuna Ekim ayının ilk haftasından itibaren ÖSYM'nin http://www.osym.gov.tr internet adresinden ulaştı. Kılavuz dağıtımı ve satışı yapılmadı.
Ek yerleştirme işlemleri, 2012 Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemi (ÖSYS) Kılavuzu, 2012-ÖSYS Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu ile 2012-ÖSYS Yükseköğretim Programlarına Ek Yerleştirme Kılavuzunda belirtilen esaslara göre yapıldı.
Adaylara ve kamuoyuna duyurulur
Başvuru koşullarıyla ilgili kesin bilgiler 2012 ÖSYS ek yerleştirme kontenjankılavuzunda açıklanacak. Ancak adaylara fikir vermesi açısında bir önceki dönem (2011) ÖSYS ek yerleştirme başvuruları aşağıdaki esaslara göre yapılmıştı. Bu sene de önemli değişiklikler beklenmiyor. İşte geçen sene ek yerleştirmelerde aranan koşullar:
1.2011-ÖSYS Merkezi yerleştirmede bir yükseköğretim programına yerleştirilmiş olan adaylar (açıköğretimin kontenjansız programlarına yerleşenler hariç) ek yerleştirmede tercih yapma hakkına sahip değildir. Ek yerleştirmede tercih yapabilmek için, 2011-ÖSYS merkezî yerleştirmede hiçbir yere yerleştirilmemiş veya açıköğretimin kontenjansız programlarına yerleştirilmiş olmak gerekir.
Merkezî Yerleştirmede bir örgün yükseköğretim programına yerleştirilmiş adaylar ile kontenjan sınırlaması olan açıköğretim programlarına yerleştirilmiş olan adaylar, Anadolu Üniversitesinin kontenjan sınırlaması olmayan açıköğretim lisans ve ön lisans programlarına Ek Yerleştirme için başvuru yapabileceklerdir.
Bunun dışında aşağıdaki kurallar geçerli olacaktır:
a) Yeni açılan yükseköğretim programları ile merkezî yerleştirmede kontenjanı dolmayan ve en küçük puanı oluşmayan yükseköğretim programlarını, ilgili puanı hesaplanmış tüm adaylar tercih edebilecektir.
b) Merkezî yerleştirmede kontenjanı dolan ve en küçük puanı oluşan, ancak yerleştirilen adaylardan birkaçının kayıt yaptırmaması nedeniyle kontenjan açığı oluşan lisans programlarını ve Tablo 3B’deki önlisans programlarını, yalnız programın en küçük puanına eşit veya daha büyük puana sahip olan adaylar tercih edebilecektir. Tablo 3A’daki önlisans programları için en küçük puan koşulu aranmayacaktır.
2. 2011'de özel yetenek sınavı ile bir yükseköğretim programına yerleştirilmiş olan adaylar ek yerleştirme için tercih yapabilirler.
3. Adayların yükseköğretim programlarını tercihleri arasında gösterebilmeleri için bu programların koşullarını karşılamaları gerekir.
4. 2011-YGS/LYS'ye girmeyerek sadece sınavsız geçiş için başvuran, 2011-ÖSYS'de sınava girmek için başvurduğu hâlde sınava girmeyen veya sınava girerek 140,000'ın altında YGS puanı alan meslek lisesi mezunları sadece Tablo-3A'dan kendi alanlarındaki yükseköğretim programlarını tercih edebileceklerdir.
5. 2011-ÖSYS'de sınava girerek ilgili puan türünde 140,000 ile 179,999 arasında YGS puanı alan meslek lisesi mezunları gerek kendi alanlarında gerek alanları dışında Tablo-3A ve Tablo-3B'deki tüm programlar ile Tablo-4'teki Açıköğretim programlarını tercih edebilirler.
Ek tercihlerle ilgili gelişmeleri egitimajansi.com'dan takip etmek için bu sayfayı Sık Kullanılanlara Ekleyebilirsiniz.
Son Güncelleme: Pazartesi, 03 Eylül 2012 07:40
Gösterim: 3549
Milliyet Gazetesi Yazarı Güneri Civaoğlu’nun bugünkü yazısı
Türkiye’nin sınırları ötesinde kara bulutlar kümelenirken Abdülhamid’e sardım.
“Dış politika ustalığından” söz ederler.
İç isyanlardaki saltanat oyunları anlatılır.
Bugünlere ışık tutar mı arayışıyla, tarihçi François Georgeon’un kaleminden “Sultan Abdulhamid” adlı kitabını okuyorum.
Bizdeki “Ulu Hakancılarla, Kızıl Sultancıların” mevzilerinde yazılmış kitapların dışında bir tarafsız gözlem, ciddi araştırma ürünü bu.
İlginin yanı sıra, heyecan verici.
Önyargı kalıplarını bir buzkıran gemi gibi parçalıyor.
Bir artı ve bir eksiyle başlayayım.
“Abdülhamid döneminde açılan cami sayısı, okul sayısının çok altında...”
İtiraf edeyim, şaşırdım.
“Halifeliğini” ön plana çıkararak dış politika yapan ve Batılı büyük devletlere “Panislamizm” korkusu vererek Osmanlı’yı ayakta tutmak stratejisinin sahibi olan Sultan Abdülhamid’in eğitime, üstelik “laik” tarafı ağır basan okulları, cami sayısının önüne geçirdiğini okumak benim de önyargılarımı sarstı. Bu bir “artı” örneği...
Şaşırdığım ve sizi de şaşırtacağını düşündüğüm başka örnekleri de yansıtacağım.
Şimdi de bir “eksi” örnek.
Albülhamid’in Japonya imparatoruna mesaj iletmek üzere gönderdiği Ertuğrul Gemisi, dönüşte Japon takım adalarının güneyinde bir tayfunun ortasında kalır. Kıyıya savrulur. Batar. 610 mürettebattan sadece 69’u kurtarılabilir.
Facia haberi Yıldız Sarayı’ndaki Abdülhamid’e ulaşır ulaşmaz hemen sansür edilir. Günler boyunca bu elim kazadan ne tek kelime gazetelerde yer alır, ne tek kelime konuşulur. Ancak fısıltılar yaygınlaşınca artık hasıraltı edilemez hale gelir.
Sansür kapısı aralanır.
Olay koyu istibdadın örneğidir.
Hem okulları cami sayısının önüne geçireceksin, hem de aydınlanmış beyinlere sansür uygulayacaksın.
Baskı yapacaksın, izleteceksin, sürgüne göndereceksin.
Bu ikisi bir arada yürüyemezdi.
Abdülhamid’in açtığı okullarda ders veren tarih hocası Murad Bey’in öğrencilerine “tarihin akışında daima hürriyet galip gelmiştir” söylemine de işaret ediyor kitabında François Georgeon.
Ve kısa bir not düşeyim.
Ertuğrul yaşlı bir gemidir, bu sefere aylar boyu hazırlanmıştı.
İçine giderayak bir de “buhar makinesi” kondurulmuştu.
Japonya rotası aslında maceraya yelken açmaktı.
Zaten 11 ayda varabilmişti Japonya’ya.
Abdülhamid’e muhalif olanlar bunu sadece camiden fazla okul yaptırdığı için değil, donanmayı geri planda tutarak kara kuvvetlerine modern silahlar almaya, boğazlara müstahkem mevkiler/mevziler kurmaya, oralara Almanya’dan ağır toplar getirtmekle suçluyorlardı.
“Donanma on yıllarca Haliç’te pas tuttu, midye bağladı” diye eleştiriyorlardı.
Ertuğrul’un batması bu zehirli dillere (!) malzeme verecekti.
Gelsin sansür.
Ama...
Her şey bu kadar basit mi?
Osmanlı’nın başındaki belalar kara kuvvetlerinin güçlü olmasını gerektiriyordu.
Öyle ki, daha o yıllarda İngiliz gizli servislerinin raporlarında Abdülhamid’in kurdurttuğu müstahkem mevzilere dikkat çekiliyor ve olası bir savaşta İngiliz gemilerinin Çanakkale’den geçemeyebileceği uyarısı yapılıyordu.
Ayrıca Aldülhamid’in kara kuvvetleri tercihinde iki neden daha vardı.
Elindeki para kıttı.
İmparatorluğu tehdit eden isyanlar, karışıklıklar kara kuvvetlerinin güçlü olmasını gerektiriyordu.
Buna Almanya ile iyice yakınlaşmış olan Osmanlı’nın kara kuvvetlerini kendi Güneydoğu güvenliği için önemli bulan Almanya’nın ancak bu şartla silah, eğitim vermeyi dayattığını da ekleyin.
Pragmatik yöntemleri de vardı. Kara kuvvetlerini bir yandan eğitirken, öte yandan da ücretiz iş gücü olarak demiryolu gibi kamu yatırımlarının gerçekleşmesinde kullanıyordu.
Bunun için aynı uygulamayı yapan Rus Çar’ından esinlenmişti.
Sonuç...
Aldülhamid tercihini kara kuvvetleri için kullanırken bilinçliydi.
Öte yandan Ertuğrul gemisini Japonya’ya gönderirken bir fantezi yapmıyordu. Ertuğrul’un asıl görevi yol boyunca İslam topluluklarının yoğun olduğu limanlara uğramak ve oralarda on binlerce Müslüman’a Osmanlı bayrağını alkışlatmaktı.
Fransa ve İngiltere’ye “tek bir gemi bile katılımı sağladı, bir de halife sultan bütün Müslümanlara yeni haçlılara karşı birleşin, harekete geçin diye cihat çağrısı yaparsa neler olabileceğini düşünün artık” diye gözdağı vermekti.
Bu bir “üstümüze gelmeyin, tekin değiliz” mesajıydı.
Ertuğrul batmasaydı elbette daha etkili olurdu ama bu mesaj İngiltere ve Fransa’da ses getirdi.
Abdülhamid bir yandan da güçlenen Almanya’nın dostluğunu yanına alarak, “Panislamist” cihat sopasının ucunu zaman zaman göstererek imparatorluğu rahat nefes alacak bir sürece ulaştırabildi.
Şehzadeliğinden itibaren kafasındaki aydınlanmış, yetkin ve yetişkin kadroları olan, yeniden büyüklüğünü kazanan Osmanlı devletini oluşturmaya bu süreçte yöneldi.
Bir çeşit kalkınma planıydı bu.
Planını okuması için İngiliz Büyükelçisi Henry Layard’a vermişti.
Büyükelçi Layard ıslahat projelerinin “sayısı ve çeşitliliğinden, bunların esin kaynağını oluşturan liberal ve aydın zihniyetten” çok etkilenmiş.
Benim için de şaşırtıcı olacağını sandığım bu plandan hayata geçirilenler yarına...
Abdülhamid’in ‘okul/cami’ sayısı -2-
Dün Abdülhamid döneminde yapılan okul sayısının cami sayısından çok daha fazla olduğunu yazmıştım.
Hem de bunlar şeriat okulları değildi.
“Laik eğitime” yakın sayılabilecek pozitif bilimlere ağırlık veren okullardı. (Ne yazık ki, sonraki yıllarda o okullarda mahalle baskısı arttı, çocukların günde 5 vakit namaz kılmalarının denetimine kadar vardı)
Her dönemde olduğu gibi o zaman da “ulema” bu sürece “istemezük” çekmiyor muydu?
Elbette bozurduyorlardı.
Fransız tarihçi François Georgeon, o bozurtuların başında gelen şeyhülislama Abdülhamid’in “Aptal” diye hakaret ettiğini yazıyor.
Abdülhamid’in askere fes giydirmesi, “Gregoryen takvimi” kullanmak ve sıkı durun hatta “Osmanlı dilinin öğrenmesini kolaylaştıracak, Latin alfabesine geçişi de kapsayan düşüncesine” karşı çıkan şeyhülislama Abdülhamid’in “Aptal” nitelemesi hayli öfkelendiğini gösterir.
Cumhuriyetin Latin alfabesine geçişini, “milletin kültür köklerinden koparılması” diye yerden yere vuranlara halife Abdülhamid’in de aynı şeyi yapmak istemiş olduğu, ancak direnci kıramadığı gerçeği ne etki yapacaktır, bilemem.
Abdülhamid Yıldız Sarayı’nın tiyatro salonunda opera izlerdi.
“Torunlarına bu şeker kamışı suyudur, günah değildir” der, alkol yüzdesi yüksek rom içerdi.
Ceberrut kimliği bilinmeyen şey değil ama Abdülhamid için François Georgeon’un kitabından ilginç alıntılarla devam.
İLK NÜFUS SAYIMI
Osmanlı’da başta nüfus olmak üzere her şey bilinmezlik örtüsü altındaydı.
1881-1882’de Osmanlı’da ilk kez nüfus sayımı yapılır. 2 yıl sürer.
Balkanlar, Ortadoğu, Mısır, Kuzey Afrika... O zamanın koşullarında bütün bu über coğrafyadaki insanları saymanın zorluğunu düşünün.
Ardından 1897’de ilk genel istatistik çıkarılır. Özellikle zirai ve sınai alanlarda bundan yararlanılacaktır.
1878’de “Mekteb-i Hukuk” açılır.
Buralarda ceza ve ticaret hukukuna ilişkin laik kanunları uygulayacak hukuk adamları yetişecektir.
Buna ek olarak, dini olmayan mahkemelerden sorumlu Adalet Nezareti (Adalet Bakanlığı) kurulur.
Bitmedi... Yargının, yürütmeden ayrılığı ilkesi ilan edilir.
Hakimlerin görevlerinden alınamayacağı ilkeleri duyurulur.
Yetkin bir bürokrat kesimin oluşması için Mülkiye Mektebi’nde (Siyasal Bilimler Fakültesi) eğitim süresi
3 yıldan 5 yıla çıkarılır.
“Mekteb-i Maliye” (Maliye Okulu) ve “Mekteb-i Ticaret” açılır.
1888’de Ziraat Bankası kurulur.
Cumhuriyet’in devraldığı Ziraat Bankası’nın amacı, gübre ve tohum kullanımını yaygınlaştırmak, köylüleri en çok talep edilen ürünleri yetiştirmeye yöneltmektir. Bunun uygulamalı gösterimi için de örnek çiftlikler kurulur.
Abdülhamid her vilayette bir “Hamidiye Sanayi Mektebi” açmak ister.
Özellikle Müslüman nüfus içinden teknisyenler ve mühendisler yetişmesini sağlamak hedefidir.
Ermeniler ve Rumlarla rekabet için bunu gerekli görür.
1908’e kadar toplam 2500 öğrencili 17 sanayi mektebi kurulmuştu.
1983’te Cumhuriyet döneminde önce Güzel Sanatlar Akademisi olan sonra adı Mimar Sinan olarak değiştirilen Sanayi-i Nefise (Güzel Sanatlar) mektebi açılır, resim, heykel, mimari ve gravür dersleri verilir.
Burada Osmanlı kültürel mirasının yapıtlarının restorasyonu ve korunması için de yetkin personel yetiştirmek amaçtır.
Okulun başına, Ethem Paşa’nın oğlu Müze-i Humayun’un (Arkeoloji Müzesi) ilk Osmanlı müdürü -ki daha öncekiler hep yabancıydı- Osman Hamdi Bey getirilir.
Osman Hamdi Gerome ile Boulanger’in öğrencisi idi. Paris’te yetişmişti. Avrupa sanat çevrelerine yakındı.
Ressam, mimar, etnograf, idareci ve arkeologdu.
Abdülhamid’e göre, büyük devletlerle rekabet etmek isteyen modern bir devlet sanat ve kültürle de ilgilenmek zorundadır. O dönemde yapılan hukuki düzenlemelerle bütün eski eserleri bulanların, onları İstanbul’daki Arkeoloji Müzesi’ne vermek zorunluluğu getirilir.
Milet, Efes, Priene, Didim ve Sardis’te kazı şantiyeleri açılır. Nemrut dağındaki meşhur lahitlerin kazılarını bizzat Osman Hamdi yürütür.
Her askeri bölgede açılan okullar dışında, Şam’da bir tıp fakültesi, Selanik, Konya ve Bağdat’ta hukuk mektepleri, Selanik’te bir polis mektebi açılır.
1873’te Darüşşafaka kurulur. İlk orient ekspres yeni döşenen hatlarla İstanbul’a gelir.
Artık İstanbul için “Avrupa’nın bir parçası” gibi ifadeler yayımlanır Avrupa basınında...
Ankara’ya demiryolu ulaşır.
Bağdat ve Hicaz demiryolları da o dönemin projeleridir...
.............................................
Ancak bütün bunlar devam ederken hükümeti adeta içi boş hale getiren ve karar merkezini Yıldız Sarayı’na odaklayan çok sert bir yönetim sürdürülür.
Tarihçi François Georgeon şöyle yazar “Ne ilginçtir ki eyaletler üzerindeki merkezi iktidarın güçlenmesi... Polis, sansür, baskı...”
Siyasi cendere gittikçe sıkıştırmaktadır.
Meşruiyetin geri getirilmesini telkin eden İngilizlere, Abdülhamid’in tepkisi “Kanun-i Esası (Anayasa) kadar korkunç bir şey. İmparatorluğun parçalanmasını kaçınılmaz hale getirir” demek olur.
Şaşırtıcı artılar ve eksiler için daha pek çok çarpıcı örnekler var.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Milliyet Gazetesi Yazarı Güneri Civaoğlu’nun bugünkü yazısı
Türkiye’nin sınırları ötesinde kara bulutlar kümelenirken Abdülhamid’e sardım.
“Dış politika ustalığından” söz ederler.
İç isyanlardaki saltanat oyunları anlatılır.
Bugünlere ışık tutar mı arayışıyla, tarihçi François Georgeon’un kaleminden “Sultan Abdulhamid” adlı kitabını okuyorum.
Bizdeki “Ulu Hakancılarla, Kızıl Sultancıların” mevzilerinde yazılmış kitapların dışında bir tarafsız gözlem, ciddi araştırma ürünü bu.
İlginin yanı sıra, heyecan verici.
Önyargı kalıplarını bir buzkıran gemi gibi parçalıyor.
Bir artı ve bir eksiyle başlayayım.
“Abdülhamid döneminde açılan cami sayısı, okul sayısının çok altında...”
İtiraf edeyim, şaşırdım.
“Halifeliğini” ön plana çıkararak dış politika yapan ve Batılı büyük devletlere “Panislamizm” korkusu vererek Osmanlı’yı ayakta tutmak stratejisinin sahibi olan Sultan Abdülhamid’in eğitime, üstelik “laik” tarafı ağır basan okulları, cami sayısının önüne geçirdiğini okumak benim de önyargılarımı sarstı. Bu bir “artı” örneği...
Şaşırdığım ve sizi de şaşırtacağını düşündüğüm başka örnekleri de yansıtacağım.
Şimdi de bir “eksi” örnek.
Albülhamid’in Japonya imparatoruna mesaj iletmek üzere gönderdiği Ertuğrul Gemisi, dönüşte Japon takım adalarının güneyinde bir tayfunun ortasında kalır. Kıyıya savrulur. Batar. 610 mürettebattan sadece 69’u kurtarılabilir.
Facia haberi Yıldız Sarayı’ndaki Abdülhamid’e ulaşır ulaşmaz hemen sansür edilir. Günler boyunca bu elim kazadan ne tek kelime gazetelerde yer alır, ne tek kelime konuşulur. Ancak fısıltılar yaygınlaşınca artık hasıraltı edilemez hale gelir.
Sansür kapısı aralanır.
Olay koyu istibdadın örneğidir.
Hem okulları cami sayısının önüne geçireceksin, hem de aydınlanmış beyinlere sansür uygulayacaksın.
Baskı yapacaksın, izleteceksin, sürgüne göndereceksin.
Bu ikisi bir arada yürüyemezdi.
Abdülhamid’in açtığı okullarda ders veren tarih hocası Murad Bey’in öğrencilerine “tarihin akışında daima hürriyet galip gelmiştir” söylemine de işaret ediyor kitabında François Georgeon.
Ve kısa bir not düşeyim.
Ertuğrul yaşlı bir gemidir, bu sefere aylar boyu hazırlanmıştı.
İçine giderayak bir de “buhar makinesi” kondurulmuştu.
Japonya rotası aslında maceraya yelken açmaktı.
Zaten 11 ayda varabilmişti Japonya’ya.
Abdülhamid’e muhalif olanlar bunu sadece camiden fazla okul yaptırdığı için değil, donanmayı geri planda tutarak kara kuvvetlerine modern silahlar almaya, boğazlara müstahkem mevkiler/mevziler kurmaya, oralara Almanya’dan ağır toplar getirtmekle suçluyorlardı.
“Donanma on yıllarca Haliç’te pas tuttu, midye bağladı” diye eleştiriyorlardı.
Ertuğrul’un batması bu zehirli dillere (!) malzeme verecekti.
Gelsin sansür.
Ama...
Her şey bu kadar basit mi?
Osmanlı’nın başındaki belalar kara kuvvetlerinin güçlü olmasını gerektiriyordu.
Öyle ki, daha o yıllarda İngiliz gizli servislerinin raporlarında Abdülhamid’in kurdurttuğu müstahkem mevzilere dikkat çekiliyor ve olası bir savaşta İngiliz gemilerinin Çanakkale’den geçemeyebileceği uyarısı yapılıyordu.
Ayrıca Aldülhamid’in kara kuvvetleri tercihinde iki neden daha vardı.
Elindeki para kıttı.
İmparatorluğu tehdit eden isyanlar, karışıklıklar kara kuvvetlerinin güçlü olmasını gerektiriyordu.
Buna Almanya ile iyice yakınlaşmış olan Osmanlı’nın kara kuvvetlerini kendi Güneydoğu güvenliği için önemli bulan Almanya’nın ancak bu şartla silah, eğitim vermeyi dayattığını da ekleyin.
Pragmatik yöntemleri de vardı. Kara kuvvetlerini bir yandan eğitirken, öte yandan da ücretiz iş gücü olarak demiryolu gibi kamu yatırımlarının gerçekleşmesinde kullanıyordu.
Bunun için aynı uygulamayı yapan Rus Çar’ından esinlenmişti.
Sonuç...
Aldülhamid tercihini kara kuvvetleri için kullanırken bilinçliydi.
Öte yandan Ertuğrul gemisini Japonya’ya gönderirken bir fantezi yapmıyordu. Ertuğrul’un asıl görevi yol boyunca İslam topluluklarının yoğun olduğu limanlara uğramak ve oralarda on binlerce Müslüman’a Osmanlı bayrağını alkışlatmaktı.
Fransa ve İngiltere’ye “tek bir gemi bile katılımı sağladı, bir de halife sultan bütün Müslümanlara yeni haçlılara karşı birleşin, harekete geçin diye cihat çağrısı yaparsa neler olabileceğini düşünün artık” diye gözdağı vermekti.
Bu bir “üstümüze gelmeyin, tekin değiliz” mesajıydı.
Ertuğrul batmasaydı elbette daha etkili olurdu ama bu mesaj İngiltere ve Fransa’da ses getirdi.
Abdülhamid bir yandan da güçlenen Almanya’nın dostluğunu yanına alarak, “Panislamist” cihat sopasının ucunu zaman zaman göstererek imparatorluğu rahat nefes alacak bir sürece ulaştırabildi.
Şehzadeliğinden itibaren kafasındaki aydınlanmış, yetkin ve yetişkin kadroları olan, yeniden büyüklüğünü kazanan Osmanlı devletini oluşturmaya bu süreçte yöneldi.
Bir çeşit kalkınma planıydı bu.
Planını okuması için İngiliz Büyükelçisi Henry Layard’a vermişti.
Büyükelçi Layard ıslahat projelerinin “sayısı ve çeşitliliğinden, bunların esin kaynağını oluşturan liberal ve aydın zihniyetten” çok etkilenmiş.
Benim için de şaşırtıcı olacağını sandığım bu plandan hayata geçirilenler yarına...
Abdülhamid’in ‘okul/cami’ sayısı -2-
Dün Abdülhamid döneminde yapılan okul sayısının cami sayısından çok daha fazla olduğunu yazmıştım.
Hem de bunlar şeriat okulları değildi.
“Laik eğitime” yakın sayılabilecek pozitif bilimlere ağırlık veren okullardı. (Ne yazık ki, sonraki yıllarda o okullarda mahalle baskısı arttı, çocukların günde 5 vakit namaz kılmalarının denetimine kadar vardı)
Her dönemde olduğu gibi o zaman da “ulema” bu sürece “istemezük” çekmiyor muydu?
Elbette bozurduyorlardı.
Fransız tarihçi François Georgeon, o bozurtuların başında gelen şeyhülislama Abdülhamid’in “Aptal” diye hakaret ettiğini yazıyor.
Abdülhamid’in askere fes giydirmesi, “Gregoryen takvimi” kullanmak ve sıkı durun hatta “Osmanlı dilinin öğrenmesini kolaylaştıracak, Latin alfabesine geçişi de kapsayan düşüncesine” karşı çıkan şeyhülislama Abdülhamid’in “Aptal” nitelemesi hayli öfkelendiğini gösterir.
Cumhuriyetin Latin alfabesine geçişini, “milletin kültür köklerinden koparılması” diye yerden yere vuranlara halife Abdülhamid’in de aynı şeyi yapmak istemiş olduğu, ancak direnci kıramadığı gerçeği ne etki yapacaktır, bilemem.
Abdülhamid Yıldız Sarayı’nın tiyatro salonunda opera izlerdi.
“Torunlarına bu şeker kamışı suyudur, günah değildir” der, alkol yüzdesi yüksek rom içerdi.
Ceberrut kimliği bilinmeyen şey değil ama Abdülhamid için François Georgeon’un kitabından ilginç alıntılarla devam.
İLK NÜFUS SAYIMI
Osmanlı’da başta nüfus olmak üzere her şey bilinmezlik örtüsü altındaydı.
1881-1882’de Osmanlı’da ilk kez nüfus sayımı yapılır. 2 yıl sürer.
Balkanlar, Ortadoğu, Mısır, Kuzey Afrika... O zamanın koşullarında bütün bu über coğrafyadaki insanları saymanın zorluğunu düşünün.
Ardından 1897’de ilk genel istatistik çıkarılır. Özellikle zirai ve sınai alanlarda bundan yararlanılacaktır.
1878’de “Mekteb-i Hukuk” açılır.
Buralarda ceza ve ticaret hukukuna ilişkin laik kanunları uygulayacak hukuk adamları yetişecektir.
Buna ek olarak, dini olmayan mahkemelerden sorumlu Adalet Nezareti (Adalet Bakanlığı) kurulur.
Bitmedi... Yargının, yürütmeden ayrılığı ilkesi ilan edilir.
Hakimlerin görevlerinden alınamayacağı ilkeleri duyurulur.
Yetkin bir bürokrat kesimin oluşması için Mülkiye Mektebi’nde (Siyasal Bilimler Fakültesi) eğitim süresi
3 yıldan 5 yıla çıkarılır.
“Mekteb-i Maliye” (Maliye Okulu) ve “Mekteb-i Ticaret” açılır.
1888’de Ziraat Bankası kurulur.
Cumhuriyet’in devraldığı Ziraat Bankası’nın amacı, gübre ve tohum kullanımını yaygınlaştırmak, köylüleri en çok talep edilen ürünleri yetiştirmeye yöneltmektir. Bunun uygulamalı gösterimi için de örnek çiftlikler kurulur.
Abdülhamid her vilayette bir “Hamidiye Sanayi Mektebi” açmak ister.
Özellikle Müslüman nüfus içinden teknisyenler ve mühendisler yetişmesini sağlamak hedefidir.
Ermeniler ve Rumlarla rekabet için bunu gerekli görür.
1908’e kadar toplam 2500 öğrencili 17 sanayi mektebi kurulmuştu.
1983’te Cumhuriyet döneminde önce Güzel Sanatlar Akademisi olan sonra adı Mimar Sinan olarak değiştirilen Sanayi-i Nefise (Güzel Sanatlar) mektebi açılır, resim, heykel, mimari ve gravür dersleri verilir.
Burada Osmanlı kültürel mirasının yapıtlarının restorasyonu ve korunması için de yetkin personel yetiştirmek amaçtır.
Okulun başına, Ethem Paşa’nın oğlu Müze-i Humayun’un (Arkeoloji Müzesi) ilk Osmanlı müdürü -ki daha öncekiler hep yabancıydı- Osman Hamdi Bey getirilir.
Osman Hamdi Gerome ile Boulanger’in öğrencisi idi. Paris’te yetişmişti. Avrupa sanat çevrelerine yakındı.
Ressam, mimar, etnograf, idareci ve arkeologdu.
Abdülhamid’e göre, büyük devletlerle rekabet etmek isteyen modern bir devlet sanat ve kültürle de ilgilenmek zorundadır. O dönemde yapılan hukuki düzenlemelerle bütün eski eserleri bulanların, onları İstanbul’daki Arkeoloji Müzesi’ne vermek zorunluluğu getirilir.
Milet, Efes, Priene, Didim ve Sardis’te kazı şantiyeleri açılır. Nemrut dağındaki meşhur lahitlerin kazılarını bizzat Osman Hamdi yürütür.
Her askeri bölgede açılan okullar dışında, Şam’da bir tıp fakültesi, Selanik, Konya ve Bağdat’ta hukuk mektepleri, Selanik’te bir polis mektebi açılır.
1873’te Darüşşafaka kurulur. İlk orient ekspres yeni döşenen hatlarla İstanbul’a gelir.
Artık İstanbul için “Avrupa’nın bir parçası” gibi ifadeler yayımlanır Avrupa basınında...
Ankara’ya demiryolu ulaşır.
Bağdat ve Hicaz demiryolları da o dönemin projeleridir...
.............................................
Ancak bütün bunlar devam ederken hükümeti adeta içi boş hale getiren ve karar merkezini Yıldız Sarayı’na odaklayan çok sert bir yönetim sürdürülür.
Tarihçi François Georgeon şöyle yazar “Ne ilginçtir ki eyaletler üzerindeki merkezi iktidarın güçlenmesi... Polis, sansür, baskı...”
Siyasi cendere gittikçe sıkıştırmaktadır.
Meşruiyetin geri getirilmesini telkin eden İngilizlere, Abdülhamid’in tepkisi “Kanun-i Esası (Anayasa) kadar korkunç bir şey. İmparatorluğun parçalanmasını kaçınılmaz hale getirir” demek olur.
Şaşırtıcı artılar ve eksiler için daha pek çok çarpıcı örnekler var.
Son Güncelleme: Perşembe, 30 Ağustos 2012 09:56
Gösterim: 4745
Milliyet Gazetesi Yazarı Doğan Heper’in bugünkü yazısı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda belirtilen temel niteliklerden biri “insan haklarına saygılı” olmak.
Evrensel Beyanname’de, Anayasamızın anlayışına ışık tutan bazı hükümlere göz atalım:
Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir akide, milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin iş bu beyannamede ilan olunan tekmil haklardan ve bütün hürriyetlerden istifade edebilir.
Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır.
Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayri insani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tabi tutulamaz.
Kanun önünde herkes eşittir ve farksız olarak kanunun eşit korunmasından istifade hakkını haizdir.
Ama buna rağmen uygulamadaki aksaklıklar, insan hakları ihlalleri sürüyor.
Örneğin; kayıp kişilerle ilgili iddiaların daha etkin ve hızlı bir biçimde izlenmesi ve yargılamaların çabuklaştırılması amaçlı kararlar alınıyor, ama kayıplar azalmıyor, faili meçhullerin sayısı düşmüyor...
Davalar da 4 yıl sürebiliyor. İnsanlar hapiste sonuç bekliyor.
Bu ne biçim “insan haklarına saygı değil mi?”
* * *
Nezarethanede adam intihar edebiliyor.
Meydanlarda işçiler, öğretmenler dövülüyor, coplanıyor.
2824 öğrenci cezaevinde. Bunu Bakanlık açıkladı.
İfadesi alınmak üzere emniyete götürülenlere neden kelepçe takılıyor?
Adam daha sonra serbest bırakılacaksa o kelepçeli hali onun için haysiyet kırıcı olmayacak mı?
Emniyete veya adliyeye götürülenlerden kaçma ihtimali hiç olmayanların, hatta kadınların bile iki koluna birkaç görevlinin girip adeta sürüklercesine taşıması haysiyet kırıcı sayılmaz mı?
* * *
Bu arada biz eleştirimizi yaparken yurtdışında, başka ülkelerde yaşayan, çalışan vatandaşlarımıza yapılan kötü muameleleri genellikle unutuyoruz.
Mesela sünnet yasaklanmak isteniyor.
İnsan hakları ihlalleri sınıfına giren, ırkçılık kokan muamelelere karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türkiye’de kurulu insan hakları dernek ve kuruluşlarının daha duyarlı ve etkin olması gerekmiyor mu? İnsan hakları bir bütündür, küçüğü büyüğü, yurtiçinde olanı, yurtdışında olanı diye bir ayırım olamaz...
Bu yolda atılması gerekli adımları ihmal, Türkiye’yi ihmaldir.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Milliyet Gazetesi Yazarı Doğan Heper’in bugünkü yazısı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda belirtilen temel niteliklerden biri “insan haklarına saygılı” olmak.
Evrensel Beyanname’de, Anayasamızın anlayışına ışık tutan bazı hükümlere göz atalım:
Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir akide, milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin iş bu beyannamede ilan olunan tekmil haklardan ve bütün hürriyetlerden istifade edebilir.
Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır.
Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayri insani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tabi tutulamaz.
Kanun önünde herkes eşittir ve farksız olarak kanunun eşit korunmasından istifade hakkını haizdir.
Ama buna rağmen uygulamadaki aksaklıklar, insan hakları ihlalleri sürüyor.
Örneğin; kayıp kişilerle ilgili iddiaların daha etkin ve hızlı bir biçimde izlenmesi ve yargılamaların çabuklaştırılması amaçlı kararlar alınıyor, ama kayıplar azalmıyor, faili meçhullerin sayısı düşmüyor...
Davalar da 4 yıl sürebiliyor. İnsanlar hapiste sonuç bekliyor.
Bu ne biçim “insan haklarına saygı değil mi?”
* * *
Nezarethanede adam intihar edebiliyor.
Meydanlarda işçiler, öğretmenler dövülüyor, coplanıyor.
2824 öğrenci cezaevinde. Bunu Bakanlık açıkladı.
İfadesi alınmak üzere emniyete götürülenlere neden kelepçe takılıyor?
Adam daha sonra serbest bırakılacaksa o kelepçeli hali onun için haysiyet kırıcı olmayacak mı?
Emniyete veya adliyeye götürülenlerden kaçma ihtimali hiç olmayanların, hatta kadınların bile iki koluna birkaç görevlinin girip adeta sürüklercesine taşıması haysiyet kırıcı sayılmaz mı?
* * *
Bu arada biz eleştirimizi yaparken yurtdışında, başka ülkelerde yaşayan, çalışan vatandaşlarımıza yapılan kötü muameleleri genellikle unutuyoruz.
Mesela sünnet yasaklanmak isteniyor.
İnsan hakları ihlalleri sınıfına giren, ırkçılık kokan muamelelere karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türkiye’de kurulu insan hakları dernek ve kuruluşlarının daha duyarlı ve etkin olması gerekmiyor mu? İnsan hakları bir bütündür, küçüğü büyüğü, yurtiçinde olanı, yurtdışında olanı diye bir ayırım olamaz...
Bu yolda atılması gerekli adımları ihmal, Türkiye’yi ihmaldir.
Son Güncelleme: Perşembe, 30 Ağustos 2012 09:56
Gösterim: 1661
Eğitim - İş ikinci öğretimler için dava açacak
Eğitim - İş Sendikası Genel Merkezi, üniversitelerde ikinci öğretimlerde harçların kaldırılmamasının Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle öğrenciler adına dava açmaya hazırlanıyor.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın birinci öğretim ve açık öğretim öğrencileri için harçların kaldırıldığını, ikinci öğretimlerden ise harç alınmaya devam edileceğine yönelik açıklamasına tepkiler çığ gibi büyüyor. Türkiye’nin her yerinden ikinci öğretim öğrencileri, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, AK Parti Genel Merkezi, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile çeşitli kurum ve kuruluşlara onbinlerce mail gönderiyor. İkinci öğretim öğrencilerinin tepkilerine bu öğrencilerin velileri ile birçok sivil toplum örgütü de katıldı.
Eğitim- İş Sendikası Genel Merkezi, ikinci öğretim öğrencileri için harçların kaldırılmaması yönünde alınan Bakanlar Kurulu Kararı’nın iptali için dava açmaya hazırlanıyor. Eğitim- İş Genel Başkanı Veli Demir, şunları söyledi: "Daha önce cebimizden aldıklarını şimdi geri veriyorlar. Yapılan hata düzeltilmiş oldu. Elinizden alınan parayı gidip karakolda bulduğunuzda sevinmek gibi. Ama bir taraftan doğru yapmış gibi gözükürken, ikinci öğretimde harçların devam etmesi yanlış. Aslında burada harç kredisinin kaldırılması başbakanın cumhurbaşkanlığına aday olması ile alakalı. Vakıf üniversitelerinin üçte ikisi başbakanın döneminde açıldı. İkinci öğretimlerin de kaldırılması gerekiyor. Kaldırılmaması halinde Eğitim- İş Hukuk Bürosu olarak çalışma başlattık ve dava açacağız. Anayasaya, eşitlik ilkesine aykırı bir durum söz konusu ve bunun yanlış olduğunu düşünüyoruz."
Tamamen kaldırılmalı
Öğrencilere bir destek de Eğitim- Sen’den geldi. Eğitim- Sen Antalya Şube Başkanı Nurettin Sönmez, sendika olarak eğitimin parasız olmasını savunduklarını belirtti. Sönmez, "Üniversitelerde eğitimin paralı olmasına da dolayısıyla karşı çıkıyoruz. Üniversite harçlarının tamamen kaldırılmasını istiyoruz. Hiçbir şekilde üniversitelerin paralı olmasını istemiyoruz. Birinci öğretim- ikinci öğretim olarak da ayrılmasına karşıyız. Kamusal bir hak olarak tamamen parasız olmalıdır" dedi.
Öğrencilerin tepkisi ise dinmiyor. Cumhurbaşkanlığı, Başbsakanlık ve çeşitli bakanlıkları, gazete ve televizyon bürolarını mail yağmuruna tutan öğrenciler, ikinci öğretimlerdeki harçların da kaldırılmasını istiyor. Sosyal paylaşım siteleri Facebook ve Twitter’deki örgütlenmeler ise bir günde onbinlerce öğrenciyi biraraya getirdi. Sosyal paylaşım siteleri aracılığı ile örgütlenen öğrenciler, sokaklara çıkmaya hazırlanıyor.
Sosyal medyada imza kampanyası
Öğrenciler bir taraftan yetkili kurumlara ve basın kuruluşlarına tepki mailleri gönderirken, diğer taraftan imza toplamaya başladı. İkinci öğretimlerde de harçların kaldırılması istenilen dilekçeler, TBMM Başkanlığı’na gönderilecek.(hürriyeteğitim)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Eğitim - İş ikinci öğretimler için dava açacak
Eğitim - İş Sendikası Genel Merkezi, üniversitelerde ikinci öğretimlerde harçların kaldırılmamasının Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle öğrenciler adına dava açmaya hazırlanıyor.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın birinci öğretim ve açık öğretim öğrencileri için harçların kaldırıldığını, ikinci öğretimlerden ise harç alınmaya devam edileceğine yönelik açıklamasına tepkiler çığ gibi büyüyor. Türkiye’nin her yerinden ikinci öğretim öğrencileri, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, AK Parti Genel Merkezi, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile çeşitli kurum ve kuruluşlara onbinlerce mail gönderiyor. İkinci öğretim öğrencilerinin tepkilerine bu öğrencilerin velileri ile birçok sivil toplum örgütü de katıldı.
Eğitim- İş Sendikası Genel Merkezi, ikinci öğretim öğrencileri için harçların kaldırılmaması yönünde alınan Bakanlar Kurulu Kararı’nın iptali için dava açmaya hazırlanıyor. Eğitim- İş Genel Başkanı Veli Demir, şunları söyledi: "Daha önce cebimizden aldıklarını şimdi geri veriyorlar. Yapılan hata düzeltilmiş oldu. Elinizden alınan parayı gidip karakolda bulduğunuzda sevinmek gibi. Ama bir taraftan doğru yapmış gibi gözükürken, ikinci öğretimde harçların devam etmesi yanlış. Aslında burada harç kredisinin kaldırılması başbakanın cumhurbaşkanlığına aday olması ile alakalı. Vakıf üniversitelerinin üçte ikisi başbakanın döneminde açıldı. İkinci öğretimlerin de kaldırılması gerekiyor. Kaldırılmaması halinde Eğitim- İş Hukuk Bürosu olarak çalışma başlattık ve dava açacağız. Anayasaya, eşitlik ilkesine aykırı bir durum söz konusu ve bunun yanlış olduğunu düşünüyoruz."
Tamamen kaldırılmalı
Öğrencilere bir destek de Eğitim- Sen’den geldi. Eğitim- Sen Antalya Şube Başkanı Nurettin Sönmez, sendika olarak eğitimin parasız olmasını savunduklarını belirtti. Sönmez, "Üniversitelerde eğitimin paralı olmasına da dolayısıyla karşı çıkıyoruz. Üniversite harçlarının tamamen kaldırılmasını istiyoruz. Hiçbir şekilde üniversitelerin paralı olmasını istemiyoruz. Birinci öğretim- ikinci öğretim olarak da ayrılmasına karşıyız. Kamusal bir hak olarak tamamen parasız olmalıdır" dedi.
Öğrencilerin tepkisi ise dinmiyor. Cumhurbaşkanlığı, Başbsakanlık ve çeşitli bakanlıkları, gazete ve televizyon bürolarını mail yağmuruna tutan öğrenciler, ikinci öğretimlerdeki harçların da kaldırılmasını istiyor. Sosyal paylaşım siteleri Facebook ve Twitter’deki örgütlenmeler ise bir günde onbinlerce öğrenciyi biraraya getirdi. Sosyal paylaşım siteleri aracılığı ile örgütlenen öğrenciler, sokaklara çıkmaya hazırlanıyor.
Sosyal medyada imza kampanyası
Öğrenciler bir taraftan yetkili kurumlara ve basın kuruluşlarına tepki mailleri gönderirken, diğer taraftan imza toplamaya başladı. İkinci öğretimlerde de harçların kaldırılması istenilen dilekçeler, TBMM Başkanlığı’na gönderilecek.(hürriyeteğitim)
Son Güncelleme: Perşembe, 30 Ağustos 2012 09:33
Gösterim: 2013