Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Eğitim meselesi, dünyanın çoğu yerinde olduğu gibi, Türkiye'de de çok önemli.
Ülkede neredeyse bir tek ev bulunamaz ki formel eğitimle ilişkisi olmasın ve çocukların okullarıyla ilgili soru ve sorunlar tartışılmasın. Birçok hanede aile hayatı sadece eğitim etrafında döner. Anne-babalar bilgi ve mali güçleri çerçevesinde çocuklarının eğitimi için ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çabalar. Bu arada devlet de mütemadiyen birçok mesleği icrayı eğitime bağlayan regülasyonlar yapar veya mevcut regülasyonları yeniler. Bu yüzden eğitim çok yönlü ve çetrefil bir beşeri faaliyet türü hâline gelir ve onunla alâkalı ihtilaf ve kavgalar asla eksik olmaz.
Şu son birkaç haftadır TBMM'de ve medyada cereyan eden olaylar ve tartışmalar, hatta kavgalar, bunun işareti ve sonucu. Buna rağmen, söylemek gerekirse, taraflar yeterince açık ve net olmaktan uzak. Gerçek düşünce ve talepler doğrudan olmaktan ziyade dolaylı ve üstü örtülü biçimde ifade ediliyor, laflar dolandırılıyor, eğilip bükülüyor. Bunca laf kalabalığını temizlersek problem bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar. Türkiye'de eğitim sistemiyle ilgili anlaşmazlık ve çekişmelerin merkezinde yatan konu (veya mesele) din eğitimidir. Din eğitimi doğrudan ve yeterince dürüst tarzda ele alınmadığı için onun üzerinden bütün eğitim sistemini şu veya bu doğrultuda dizayn etme çabaları ortaya çıkıyor. Herkes eğitim sistemini ana iktidar alanı olarak gördüğü için şiddet ve hiddetle "nasıl bir eğitim sistemi" tartışmasında taraf oluyor. Bununla beraber iki ana blok var: Bir tarafta muhafazakâr demokratlar diğer tarafta sosyal demokratlar. Birinciler daha ziyade dindar Sünnî geleneğe dayanıyor ve velilerin çocuklarına örgün öğretim içinde, sade suya tirit olmayacak genişlik ve derinlikte bir din eğitimi aldırabilmesini savunuyor. İkinciler ya dinle daha az ilgili ya da dine kayıtsız, bazen karşı ve din eğitiminin genelde ya örgün öğretim içinde hiç olmamasını ya da dini inanç değil dinler bilgisi eğitimi şeklinde verilmesini istiyor. Birinciler dini iyi mümin ve iyi insan olmanın ön şartı olarak görürken ikinciler dinin modern bilim ve hayatla ilgisi olmayan, tamamen vicdanlara gömülmesi gereken bir anakronik fenomen olduğunu düşünüyor. Yanılma payını da peşinen kabul ederek söylemek gerekirse, birinci çizgi siyasi olarak AKP'de, ikinci çizgi CHP'de tecessüm ediyor. MHP'nin durumu karışık. Tabanı AKP'ye, tavanı CHP'ye yakın. BDP'nin de CHP'ye yakın olduğu söylenebilir.
Din eğitimi her toplumda bir ihtiyaç. Dinlerin yaşaması, dindarların kendi çocuklarına dinlerini bilgi, inanç ve hissediş olarak aktarmalarına bağlı. Bütün dindarlar bu konuda gayet hassas ve dikkatli davranır. Tek başına evinde veya inançdaşlarıyla birlikte eğitim kurum ve kuruluşlarında çocuklarına dinini öğretir. Buna hakkı vardır. Dini inancı olmayanlar veya sekülerleşmiş inananlar bunu anlamsız ve gereksiz bulabilirler, ama bu düşünce yalnızca kendilerini bağlar ve başkalarının hayatı hakkında ahkâm kesmelerini ve onlara müdahale etmelerini meşrulaştırmaz. Ne çağdaşlığa, ne bilime, ne uzmanlığa atıf bu temel kuralı değiştirebilir. Bu yüzden televizyon programlarındaki veya TBMM'deki tartışmalarda, eğitimci akademisyenlerin, gazetecilerin, politikacıların ikide bir çağa, modernliğe dünyadaki eğilimlere, bilime atıf yapmaları beyhudedir ve saçmadır. Din eğitimine getirilebilecek tek sınır, evrensel insan haklarına saygıdır. Gerisini sadece aileler ve reşitseler öğrenciler bilir.
Din eğitimi temel bir toplumsal ihtiyaçsa, bu ihtiyaç nasıl karşılanacaktır veya karşılanmalıdır? Mesele işte budur. Burada iki ana yol bulunur. Din eğitimi ya bir kamu hizmeti olarak düzenlenir ve devlet tarafından üstlenilir; ya da devletten uzaklaştırılır ve tümüyle topluma bırakılır. Ben, çok yakın zamanlara kadar, ikinci yolun daha uygun ve doğru olduğunu düşünüyordum. Ancak şimdi farklı görüşteyim. Devletin eğitim sisteminin mütehakkim patronu olduğu bir ülkede ikinci yolu takip etmek hem imkânsız hem de gayri âdil. Eğitimin devlet tekelinde olması, toplumun eğitime tahsis edebileceği bütün kaynakların devlet tarafından emilmesi, toplumu devlet dışı bir örgün dini eğitim sistemi kurmaya mecalsiz bırakıyor. Mesela en büyük dini grup olan Sünniler açısından bakıldığında, camilerin bu fonksiyonu üstlenmeyi başaramayacak bir kurum olduğu görülüyor. Dergâh, tekke ve zaviyelerin "devrim" adına kapatılmış olması Alevileri zaten sistematik din eğitimi yapmak bir yana dini bilgi ve kültürlerini geleneksel ortamda yeniden üretmekten dahi aciz duruma düşürdü. Gayrimüslimlerin şansı da nüfuslarının azaltılması yüzünden eridi. Bu durumda, dini eğitime devletin tekeli altında tuttuğu örgün öğretim içinde yer vermekten başka çare yok gibi görünüyor.
Devletin din eğitimi yapması mahzurlar yaratmaz mı? Devlet bu işin altından kalkabilir mi? Hiç şüphesiz, her sistemin avantaj ve dezavantajları var. Din eğitiminin devlet kontrollü örgün eğitim içine yerleştirilmesi sisteminin de. Ancak, bu mahzurlar çoğulcu, özgürlükçü ve demokratik bir anlayış ve yapılanışla asgariye indirilebilir. Hangi çocuğa hangi dinin eğitiminin verilebileceği ve bunun nasıl yapılacağı velilere ve velilerin bir dini grubun üyeleri olması hâlinde grup önderlerine bırakılabilir. Müfredat yanında öğreticilerin kim olacağına da veliler veya cemaatler karar verebilir. Bu yol birkaç avantajı sağlayabilir. İlk olarak, eğitim talepleri toplumdan geleceği için devletin yukarıdan aşağı bir din eğitimi şekillendirmesi söz konusu olamaz. İkincisi, toplum çoğul olduğu için değişik talepler ortaya çıkar ve din eğitimi çoğullaşır. Böylece her talebe cevap verilebilir. Dini eğitim almak istemeyenler de din eğitimine mahkûm edilemez. Üçüncüsü, toplum kesimleri yeni öğretim yol ve yöntemleri bulmak için çalışır; böylece eğitimde keşif ve icatların yolu açılır. Kaynaklar daha etkin şekilde kullanılır. Dördüncüsü, devletin din eğitiminde taraf olmaması vatandaşların devlete yabancılaşmasını önler. Baskısız ve gönüllülüğe dayalı din eğitimi, toplumun sosyal sermayesini kuvvetlendirir.
Din eğitimi konusunu özgürlükçü, eşitlikçi ve adaletli bir yolla çözmeden, eğitim sistemini ıslah edemeyiz.
Atilla Yayla (zaman)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Eğitim meselesi, dünyanın çoğu yerinde olduğu gibi, Türkiye'de de çok önemli.
Ülkede neredeyse bir tek ev bulunamaz ki formel eğitimle ilişkisi olmasın ve çocukların okullarıyla ilgili soru ve sorunlar tartışılmasın. Birçok hanede aile hayatı sadece eğitim etrafında döner. Anne-babalar bilgi ve mali güçleri çerçevesinde çocuklarının eğitimi için ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çabalar. Bu arada devlet de mütemadiyen birçok mesleği icrayı eğitime bağlayan regülasyonlar yapar veya mevcut regülasyonları yeniler. Bu yüzden eğitim çok yönlü ve çetrefil bir beşeri faaliyet türü hâline gelir ve onunla alâkalı ihtilaf ve kavgalar asla eksik olmaz.
Şu son birkaç haftadır TBMM'de ve medyada cereyan eden olaylar ve tartışmalar, hatta kavgalar, bunun işareti ve sonucu. Buna rağmen, söylemek gerekirse, taraflar yeterince açık ve net olmaktan uzak. Gerçek düşünce ve talepler doğrudan olmaktan ziyade dolaylı ve üstü örtülü biçimde ifade ediliyor, laflar dolandırılıyor, eğilip bükülüyor. Bunca laf kalabalığını temizlersek problem bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar. Türkiye'de eğitim sistemiyle ilgili anlaşmazlık ve çekişmelerin merkezinde yatan konu (veya mesele) din eğitimidir. Din eğitimi doğrudan ve yeterince dürüst tarzda ele alınmadığı için onun üzerinden bütün eğitim sistemini şu veya bu doğrultuda dizayn etme çabaları ortaya çıkıyor. Herkes eğitim sistemini ana iktidar alanı olarak gördüğü için şiddet ve hiddetle "nasıl bir eğitim sistemi" tartışmasında taraf oluyor. Bununla beraber iki ana blok var: Bir tarafta muhafazakâr demokratlar diğer tarafta sosyal demokratlar. Birinciler daha ziyade dindar Sünnî geleneğe dayanıyor ve velilerin çocuklarına örgün öğretim içinde, sade suya tirit olmayacak genişlik ve derinlikte bir din eğitimi aldırabilmesini savunuyor. İkinciler ya dinle daha az ilgili ya da dine kayıtsız, bazen karşı ve din eğitiminin genelde ya örgün öğretim içinde hiç olmamasını ya da dini inanç değil dinler bilgisi eğitimi şeklinde verilmesini istiyor. Birinciler dini iyi mümin ve iyi insan olmanın ön şartı olarak görürken ikinciler dinin modern bilim ve hayatla ilgisi olmayan, tamamen vicdanlara gömülmesi gereken bir anakronik fenomen olduğunu düşünüyor. Yanılma payını da peşinen kabul ederek söylemek gerekirse, birinci çizgi siyasi olarak AKP'de, ikinci çizgi CHP'de tecessüm ediyor. MHP'nin durumu karışık. Tabanı AKP'ye, tavanı CHP'ye yakın. BDP'nin de CHP'ye yakın olduğu söylenebilir.
Din eğitimi her toplumda bir ihtiyaç. Dinlerin yaşaması, dindarların kendi çocuklarına dinlerini bilgi, inanç ve hissediş olarak aktarmalarına bağlı. Bütün dindarlar bu konuda gayet hassas ve dikkatli davranır. Tek başına evinde veya inançdaşlarıyla birlikte eğitim kurum ve kuruluşlarında çocuklarına dinini öğretir. Buna hakkı vardır. Dini inancı olmayanlar veya sekülerleşmiş inananlar bunu anlamsız ve gereksiz bulabilirler, ama bu düşünce yalnızca kendilerini bağlar ve başkalarının hayatı hakkında ahkâm kesmelerini ve onlara müdahale etmelerini meşrulaştırmaz. Ne çağdaşlığa, ne bilime, ne uzmanlığa atıf bu temel kuralı değiştirebilir. Bu yüzden televizyon programlarındaki veya TBMM'deki tartışmalarda, eğitimci akademisyenlerin, gazetecilerin, politikacıların ikide bir çağa, modernliğe dünyadaki eğilimlere, bilime atıf yapmaları beyhudedir ve saçmadır. Din eğitimine getirilebilecek tek sınır, evrensel insan haklarına saygıdır. Gerisini sadece aileler ve reşitseler öğrenciler bilir.
Din eğitimi temel bir toplumsal ihtiyaçsa, bu ihtiyaç nasıl karşılanacaktır veya karşılanmalıdır? Mesele işte budur. Burada iki ana yol bulunur. Din eğitimi ya bir kamu hizmeti olarak düzenlenir ve devlet tarafından üstlenilir; ya da devletten uzaklaştırılır ve tümüyle topluma bırakılır. Ben, çok yakın zamanlara kadar, ikinci yolun daha uygun ve doğru olduğunu düşünüyordum. Ancak şimdi farklı görüşteyim. Devletin eğitim sisteminin mütehakkim patronu olduğu bir ülkede ikinci yolu takip etmek hem imkânsız hem de gayri âdil. Eğitimin devlet tekelinde olması, toplumun eğitime tahsis edebileceği bütün kaynakların devlet tarafından emilmesi, toplumu devlet dışı bir örgün dini eğitim sistemi kurmaya mecalsiz bırakıyor. Mesela en büyük dini grup olan Sünniler açısından bakıldığında, camilerin bu fonksiyonu üstlenmeyi başaramayacak bir kurum olduğu görülüyor. Dergâh, tekke ve zaviyelerin "devrim" adına kapatılmış olması Alevileri zaten sistematik din eğitimi yapmak bir yana dini bilgi ve kültürlerini geleneksel ortamda yeniden üretmekten dahi aciz duruma düşürdü. Gayrimüslimlerin şansı da nüfuslarının azaltılması yüzünden eridi. Bu durumda, dini eğitime devletin tekeli altında tuttuğu örgün öğretim içinde yer vermekten başka çare yok gibi görünüyor.
Devletin din eğitimi yapması mahzurlar yaratmaz mı? Devlet bu işin altından kalkabilir mi? Hiç şüphesiz, her sistemin avantaj ve dezavantajları var. Din eğitiminin devlet kontrollü örgün eğitim içine yerleştirilmesi sisteminin de. Ancak, bu mahzurlar çoğulcu, özgürlükçü ve demokratik bir anlayış ve yapılanışla asgariye indirilebilir. Hangi çocuğa hangi dinin eğitiminin verilebileceği ve bunun nasıl yapılacağı velilere ve velilerin bir dini grubun üyeleri olması hâlinde grup önderlerine bırakılabilir. Müfredat yanında öğreticilerin kim olacağına da veliler veya cemaatler karar verebilir. Bu yol birkaç avantajı sağlayabilir. İlk olarak, eğitim talepleri toplumdan geleceği için devletin yukarıdan aşağı bir din eğitimi şekillendirmesi söz konusu olamaz. İkincisi, toplum çoğul olduğu için değişik talepler ortaya çıkar ve din eğitimi çoğullaşır. Böylece her talebe cevap verilebilir. Dini eğitim almak istemeyenler de din eğitimine mahkûm edilemez. Üçüncüsü, toplum kesimleri yeni öğretim yol ve yöntemleri bulmak için çalışır; böylece eğitimde keşif ve icatların yolu açılır. Kaynaklar daha etkin şekilde kullanılır. Dördüncüsü, devletin din eğitiminde taraf olmaması vatandaşların devlete yabancılaşmasını önler. Baskısız ve gönüllülüğe dayalı din eğitimi, toplumun sosyal sermayesini kuvvetlendirir.
Din eğitimi konusunu özgürlükçü, eşitlikçi ve adaletli bir yolla çözmeden, eğitim sistemini ıslah edemeyiz.
Atilla Yayla (zaman)
Son Güncelleme: Cuma, 16 Mart 2012 09:41
Gösterim: 2175
Zaman Gazetesi Yazarı Mümtazer Türköne'nin bugünkü eğitim yazısı.
"İktidarın dört dörtlük eğitim tuzağı" başlığı, Cumhuriyet'in dün Sencer Ayata'nın raporundan bahseden haberinin başlığı.
Profesör Sencer Ayata, CHP genel başkan yardımcısı. Partinin resmî teorisyeni. CHP'yi sıkıştığı, Tek Parti dönemi seçkinciliği, parti politikası ve laiklik üçgeni dışına çıkartacak ve sosyal demokrasinin engin sularında yüzdürecek entelektüel birikime sahip bir sosyal bilimci. CHP'de parlamenter sosyalizm veya sosyal demokrasi adına üretilen yeni fikirler hep ondan geliyor. Cumhuriyet'in haberinde, Sencer Ayata'nın hazırladığı bilgi notu: "CHP, Meclis'te olaylı görüşmelere neden olan kesintili eğitim yasa önerisi konusunda resmî görüşünü belirledi" ifadesiyle veriliyor. Biraz geç değil mi?
Komisyonda kavga devam ederken, "keşke CHP'nin bu konuda ne düşündüğünü öğrenme fırsatımız olsa" diye hayıflanmıştım. Ayata'nın raporu bu soruya bir cevap veriyor: "Amaç uzatmak değil bölmek" tespitinde bulunuyor. AK Parti'nin kanun teklifi için "... temel eğitimi dört yıla indirerek ikinci dört yılda farklı müfredatların önünü açmaktadır." eleştirisini getiriyor. Raporda bir dikkat var. "İmam-hatiplerin orta kısmını yeniden açmak istiyorlar." eleştirisine doğrudan yer verilmiyor. Sencer Ayata'nın diğer eleştirileri sakin ve soğukkanlı bir şekilde tartışılabilecek ve müzakere edilebilecek türden. "Meslekî eğitim", "yönlendirme" gibi başlıklar altında eğitimciler bu meseleleri müzakere edebilirler. Ancak kavga bu görüş ayrılıklarından çıkmıyor. Kavga konusu olan buz gibi "din eğitimi" meselesi. CHP "dindarlarla barışma" mesajları verdikten hemen sonra AK Parti'nin tuzağına düştü. Ayata'nın raporu, CHP'nin tuzağı gördüğünü ama yine de bu tuzağa boylu boyunca uzandığını gösteriyor.
Mesafe kısa, peynir büyük, yol alışkın olduğu yol. Fare ne yapsın? Türkiye'de din eğitimi konusunda bütünüyle "insanî" bir sorun var. Din eğitimi konusunda sistematik olarak bir "insan hakkı" çiğneniyor. Hangi insan hakkı? Cevabı, Türkiye'nin de imzaladığı Medenî ve Siyasî Haklar Sözleşmesi'nin 18. maddesinin son fıkrası veriyor. Sözleşme çok açık: "Bu Sözleşme'ye Taraf Devletler, anne-babaların ...çocuklarına kendi inançlarına uygun bir dinsel ve ahlaki eğitim verme özgürlüklerine saygı göstermekle yükümlüdürler.
Türkiye'de ailelerin çocuklarına istedikleri din eğitimini verme özgürlüğüne devlet açıkça saygı göstermiyor. Önce, çocuklara verilecek din eğitimini kendi tekeline alıyor. Başkalarının din eğitimi vermesini, dolayısıyla anne-babanın "çocuklarına kendi inançlarına uygun" din eğitimi verme özgürlüğünü elinden alıyor. Sonra ikinci bir hak ihlali daha yapıyor. Bu eğitimi kendi koyduğu sınırlar dahilinde istediği gibi azaltıyor. Toplumun esaslı bir din eğitimi talebi var. "Din eğitimi özgürlüğü" yani kendince çözümler bulma hakkı elinden alınınca vatandaş bu ihtiyacı devletin sunduğu sınırlar içinde "imam-hatip okulları" ve Kur'an kursları ile karşılamaya girişti. Ancak bu eğitim devlet tekelinde olduğu için her devirde siyasî ve ideolojik tartışmalara konu oldu. Sorun açıkça şöyle: Devletin elinde bir "Din eğitimi musluğu" var. Duruma göre bu musluğu açıyor, canı istemeyince kapatıyor. Bugün kavga çıkartan mesele, AK Parti hükümetinin 28 Şubat'ta kısılan bu musluğu açmaya kalkmasından ibaret.
Sorun kesintili veya kesintisiz eğitim meselesi değil. Doğrudan din eğitimi meselesi. Bu meselenin de, evrensel ölçülere uygun tek çözümü var: Toplumun din eğitimi talebini karşılamak. Çok önemli bir ayrıntıya dikkat edelim. Kesintili eğitimle sadece imam-hatip ortaokulları açılmayacak. Aynı zamanda bu okulları talep eden anne-babaların talebini karşılama imkânı doğacak. Kesintili eğitim sadece vatandaşın din eğitimi talebini karşılamış olacak.
Gönül isterdi ki bu meseleyi insan haklarına uygun biçimde CHP çözsün. CHP'nin çözümünün sağlam bir mantığı da olurdu. Toplumun din eğitimi talebi bütünüyle karşılanırsa AK Parti varoluş gerekçelerinden birini kaybedecek. Son tartışmayı bu yüzden bir parti rekabeti olarak görmek belki daha anlamlı. AK Parti, CHP'yi dinle barışma mesajları ile nüfuz etmeye çalıştığı bu alanda tuzağa çekti. CHP de bu tuzağa düştü.
(Mümtazer Türköne- Zaman Gazetesi Yazarı)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Zaman Gazetesi Yazarı Mümtazer Türköne'nin bugünkü eğitim yazısı.
"İktidarın dört dörtlük eğitim tuzağı" başlığı, Cumhuriyet'in dün Sencer Ayata'nın raporundan bahseden haberinin başlığı.
Profesör Sencer Ayata, CHP genel başkan yardımcısı. Partinin resmî teorisyeni. CHP'yi sıkıştığı, Tek Parti dönemi seçkinciliği, parti politikası ve laiklik üçgeni dışına çıkartacak ve sosyal demokrasinin engin sularında yüzdürecek entelektüel birikime sahip bir sosyal bilimci. CHP'de parlamenter sosyalizm veya sosyal demokrasi adına üretilen yeni fikirler hep ondan geliyor. Cumhuriyet'in haberinde, Sencer Ayata'nın hazırladığı bilgi notu: "CHP, Meclis'te olaylı görüşmelere neden olan kesintili eğitim yasa önerisi konusunda resmî görüşünü belirledi" ifadesiyle veriliyor. Biraz geç değil mi?
Komisyonda kavga devam ederken, "keşke CHP'nin bu konuda ne düşündüğünü öğrenme fırsatımız olsa" diye hayıflanmıştım. Ayata'nın raporu bu soruya bir cevap veriyor: "Amaç uzatmak değil bölmek" tespitinde bulunuyor. AK Parti'nin kanun teklifi için "... temel eğitimi dört yıla indirerek ikinci dört yılda farklı müfredatların önünü açmaktadır." eleştirisini getiriyor. Raporda bir dikkat var. "İmam-hatiplerin orta kısmını yeniden açmak istiyorlar." eleştirisine doğrudan yer verilmiyor. Sencer Ayata'nın diğer eleştirileri sakin ve soğukkanlı bir şekilde tartışılabilecek ve müzakere edilebilecek türden. "Meslekî eğitim", "yönlendirme" gibi başlıklar altında eğitimciler bu meseleleri müzakere edebilirler. Ancak kavga bu görüş ayrılıklarından çıkmıyor. Kavga konusu olan buz gibi "din eğitimi" meselesi. CHP "dindarlarla barışma" mesajları verdikten hemen sonra AK Parti'nin tuzağına düştü. Ayata'nın raporu, CHP'nin tuzağı gördüğünü ama yine de bu tuzağa boylu boyunca uzandığını gösteriyor.
Mesafe kısa, peynir büyük, yol alışkın olduğu yol. Fare ne yapsın? Türkiye'de din eğitimi konusunda bütünüyle "insanî" bir sorun var. Din eğitimi konusunda sistematik olarak bir "insan hakkı" çiğneniyor. Hangi insan hakkı? Cevabı, Türkiye'nin de imzaladığı Medenî ve Siyasî Haklar Sözleşmesi'nin 18. maddesinin son fıkrası veriyor. Sözleşme çok açık: "Bu Sözleşme'ye Taraf Devletler, anne-babaların ...çocuklarına kendi inançlarına uygun bir dinsel ve ahlaki eğitim verme özgürlüklerine saygı göstermekle yükümlüdürler.
Türkiye'de ailelerin çocuklarına istedikleri din eğitimini verme özgürlüğüne devlet açıkça saygı göstermiyor. Önce, çocuklara verilecek din eğitimini kendi tekeline alıyor. Başkalarının din eğitimi vermesini, dolayısıyla anne-babanın "çocuklarına kendi inançlarına uygun" din eğitimi verme özgürlüğünü elinden alıyor. Sonra ikinci bir hak ihlali daha yapıyor. Bu eğitimi kendi koyduğu sınırlar dahilinde istediği gibi azaltıyor. Toplumun esaslı bir din eğitimi talebi var. "Din eğitimi özgürlüğü" yani kendince çözümler bulma hakkı elinden alınınca vatandaş bu ihtiyacı devletin sunduğu sınırlar içinde "imam-hatip okulları" ve Kur'an kursları ile karşılamaya girişti. Ancak bu eğitim devlet tekelinde olduğu için her devirde siyasî ve ideolojik tartışmalara konu oldu. Sorun açıkça şöyle: Devletin elinde bir "Din eğitimi musluğu" var. Duruma göre bu musluğu açıyor, canı istemeyince kapatıyor. Bugün kavga çıkartan mesele, AK Parti hükümetinin 28 Şubat'ta kısılan bu musluğu açmaya kalkmasından ibaret.
Sorun kesintili veya kesintisiz eğitim meselesi değil. Doğrudan din eğitimi meselesi. Bu meselenin de, evrensel ölçülere uygun tek çözümü var: Toplumun din eğitimi talebini karşılamak. Çok önemli bir ayrıntıya dikkat edelim. Kesintili eğitimle sadece imam-hatip ortaokulları açılmayacak. Aynı zamanda bu okulları talep eden anne-babaların talebini karşılama imkânı doğacak. Kesintili eğitim sadece vatandaşın din eğitimi talebini karşılamış olacak.
Gönül isterdi ki bu meseleyi insan haklarına uygun biçimde CHP çözsün. CHP'nin çözümünün sağlam bir mantığı da olurdu. Toplumun din eğitimi talebi bütünüyle karşılanırsa AK Parti varoluş gerekçelerinden birini kaybedecek. Son tartışmayı bu yüzden bir parti rekabeti olarak görmek belki daha anlamlı. AK Parti, CHP'yi dinle barışma mesajları ile nüfuz etmeye çalıştığı bu alanda tuzağa çekti. CHP de bu tuzağa düştü.
(Mümtazer Türköne- Zaman Gazetesi Yazarı)
Son Güncelleme: Cuma, 16 Mart 2012 14:38
Gösterim: 1899
CHP 4+4+4 zorunlu temel eğitimi 12 yıla çıkaran yasaya alternatif öneriler getirmeye devam ediyor. CHP’nin en son sunduğu teklif’e göre eğitim modeli 1+8+4 formülü.
CHP Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu'nun (BYKP) “Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran teklif”le ilgili görüş ve önerileri açıklandı. CHP teklifinde 1+8+4 modelini önerdi.
“Eğitim Sistemi Tartışmaları” başlığıyla sunulan çalışmada CHP'nin önerileri yer alıyor.
Çalışmada, CHP'nin Türkiye'nin başarılı örneklerin arasına girmesi için önerdiği, eğitimde atılması gereken temel adımlardan bazıları ise şöyle:
“Anayasal bir hak olan parasız eğitimin tesisi için katkı payı uygulaması kaldırılmalıdır. İkili eğitim ortadan kaldırılarak, tüm eğitim kademelerinde 'tam gün' eğitime geçilmelidir.
Temel yeterlik düzeyinin altındaki çocuk oranının yüzde 15'in altına düşürülmesi hedeflenmelidir. Öğretmenlerin ve idarecilerin niteliklerinin, değişen dünya koşulları ve gelişen teknolojilere uyum sağlayabilecekleri şekilde yükseltilmesi sağlanmalıdır.
Kalabalık gruplarda yürütülen 'birleştirilmiş sınıf' uygulamalarına son verilmelidir. Okullar arasındaki altyapı farklılıkları azaltılmalı, teknolojik altyapının geliştirilmesinin yanı sıra, çocukların çok yönlü yetiştirilmesi için oyun ve spor alanlarının, bahçelerin, sınıfların ve kültürel etkinliklerin geliştirilmesine önem verilmelidir. Bu anlayışla, gündemdeki gibi bir değişiklik yapılmadan önce mümkün olan en geniş katılımla bir Ulusal Eğitim Çalıştayı düzenlenmelidir.”
1 + 8 + 4 modeli
CHP için, “eğitimde niteliğin artırılması ve eşitsizliklerin azaltılmasının” temel amaç olduğu belirtilen çalışmada, “Bu amaç için, önerilen eğitim modeli, bir yıl okul öncesi eğitim, sekiz yıl kesintisiz temel eğitim ve meslek eğitimini de barındıran dört yıl lise düzeyinde eğitim, yani 1 + 8 + 4 modelidir” denildi.
Çalışmada, iktidarın uygulamak istediği eğitim sisteminin, fırsat eşitliğini yok ederek, sınıfsal farklılıkları derinleştireceği ve yoksul aileleri daha da yoksullaştıracağı savunulurken, “CHP, ne demokrasimizin yok edilmesine, ne de çocuklarımızın geleceğinin çalınmasına izin vermeyecektir. Bu doğrultuda mücadelesini demokratik yöntemlerle ve hukuk yoluyla sürdürmeye de devam edecektir” ifadeleri kullanıldı.
Sencer Ayata açıkladı
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sencer Ayata, yazılı açıklamasında, BYKP tarafından hazırlanan “Politika Notları”nın siyasi gündemin en üst sıralarına yerleşen eğitim konusunu ele aldığını” belirtti.
Konu ile ilgili iki çalışma yaptıklarını ifade eden Ayata, “Bunlardan birincisi iktidar partisi milletvekilleri tarafından TBMM Başkanlığına sunulan kanun teklifinin içeriğini ve AKP'nin kanunu gerçekleştirmek amacıyla izlediği yöntemi ayrıntılı bir eleştirel değerlendirmeye tabi tutmaktadır. İkinci çalışma ise Türkiye ve dünyada eğitim konusunda meydana gelen önemli gelişmelerin ışığında CHP'nin görüşlerini ve önerilerini ortaya koymaktadır” dedi.
"Dört Dörtlük Eğitim Tuzağı”
Ayata, yaptıkları çalışmaya hazırlanırken, akademik uzmanlık bilgisinin yanı sıra, Türkiye'nin ve dünyanın önemli düşünce kuruluşları, uluslararası örgütler ve ilgili resmi kurumlar tarafından hazırlanan raporlardan yararlanıldığını kaydetti.
Ayata tarafından açıklanan ve “AKP'nin Dört Dörtlük Eğitim Tuzağı” adını taşıyan ilk çalışmada, şu ifadelere yer veriliyor:
“AKP'nin gerçekleştirmek istediği değişiklikler, ilk bakışta 12 yıllık eğitimi zorunlu hale getirecek gibi görünmektedir. Oysa getirilen yasa teklifinde 12 yıllık zorunlu eğitimin başlangıç tarihinin belirlenme yetkisi Bakanlar Kurulu'na verilerek, uygulamanın ötelenmesinin yolu açılmıştır. Bu durum, eğitimdeki düzenlemenin esas amacının, zorunlu eğitim süresini uzatmaktan çok, sekiz yıllık zorunlu ilköğretimi bölmek olduğu kanaatini güçlendirmektedir...
Ortada mevcut sistemin bir etki analizi dahi yoktur. Kesintisiz 8 yıllık eğitim sisteminin belirgin bir yanlışı saptanmamıştır. Aksine, okullaşma oranı bu sistem sayesinde artmıştır. Tüm bu veriler ışığında, kesintisiz temel eğitimden geri adım atılmaması gerektiği açıkça görülmektedir. Sistemin uygulamadan kaynaklanan aksaklıkları giderilmeli, kesintisiz eğitim daha nitelikli bir yönde geliştirilmelidir. AKP'nin gündeme getirdiği kanun teklifi eğitim sistemimizi, daha yüksek kalite ve daha fazla eşitlik hedeflerinden uzaklaştırmaktadır. Günlük kaygılar ve geçmişe dönük duygusal hesaplaşmalara dayanan ve eğitim sistemimizi
yeni bir kaosun eşiğine getirecek bir tekliftir. İktidar partisini, eğitim sistemimizin temel sorunlarına yönelik hiçbir çözüm önerisi getirmeyen ve geri dönülmez pek çok soruna yol açacak bu teklifi geri çekmeye davet ediyoruz.”
(hürriyet)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
CHP 4+4+4 zorunlu temel eğitimi 12 yıla çıkaran yasaya alternatif öneriler getirmeye devam ediyor. CHP’nin en son sunduğu teklif’e göre eğitim modeli 1+8+4 formülü.
CHP Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu'nun (BYKP) “Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran teklif”le ilgili görüş ve önerileri açıklandı. CHP teklifinde 1+8+4 modelini önerdi.
“Eğitim Sistemi Tartışmaları” başlığıyla sunulan çalışmada CHP'nin önerileri yer alıyor.
Çalışmada, CHP'nin Türkiye'nin başarılı örneklerin arasına girmesi için önerdiği, eğitimde atılması gereken temel adımlardan bazıları ise şöyle:
“Anayasal bir hak olan parasız eğitimin tesisi için katkı payı uygulaması kaldırılmalıdır. İkili eğitim ortadan kaldırılarak, tüm eğitim kademelerinde 'tam gün' eğitime geçilmelidir.
Temel yeterlik düzeyinin altındaki çocuk oranının yüzde 15'in altına düşürülmesi hedeflenmelidir. Öğretmenlerin ve idarecilerin niteliklerinin, değişen dünya koşulları ve gelişen teknolojilere uyum sağlayabilecekleri şekilde yükseltilmesi sağlanmalıdır.
Kalabalık gruplarda yürütülen 'birleştirilmiş sınıf' uygulamalarına son verilmelidir. Okullar arasındaki altyapı farklılıkları azaltılmalı, teknolojik altyapının geliştirilmesinin yanı sıra, çocukların çok yönlü yetiştirilmesi için oyun ve spor alanlarının, bahçelerin, sınıfların ve kültürel etkinliklerin geliştirilmesine önem verilmelidir. Bu anlayışla, gündemdeki gibi bir değişiklik yapılmadan önce mümkün olan en geniş katılımla bir Ulusal Eğitim Çalıştayı düzenlenmelidir.”
1 + 8 + 4 modeli
CHP için, “eğitimde niteliğin artırılması ve eşitsizliklerin azaltılmasının” temel amaç olduğu belirtilen çalışmada, “Bu amaç için, önerilen eğitim modeli, bir yıl okul öncesi eğitim, sekiz yıl kesintisiz temel eğitim ve meslek eğitimini de barındıran dört yıl lise düzeyinde eğitim, yani 1 + 8 + 4 modelidir” denildi.
Çalışmada, iktidarın uygulamak istediği eğitim sisteminin, fırsat eşitliğini yok ederek, sınıfsal farklılıkları derinleştireceği ve yoksul aileleri daha da yoksullaştıracağı savunulurken, “CHP, ne demokrasimizin yok edilmesine, ne de çocuklarımızın geleceğinin çalınmasına izin vermeyecektir. Bu doğrultuda mücadelesini demokratik yöntemlerle ve hukuk yoluyla sürdürmeye de devam edecektir” ifadeleri kullanıldı.
Sencer Ayata açıkladı
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sencer Ayata, yazılı açıklamasında, BYKP tarafından hazırlanan “Politika Notları”nın siyasi gündemin en üst sıralarına yerleşen eğitim konusunu ele aldığını” belirtti.
Konu ile ilgili iki çalışma yaptıklarını ifade eden Ayata, “Bunlardan birincisi iktidar partisi milletvekilleri tarafından TBMM Başkanlığına sunulan kanun teklifinin içeriğini ve AKP'nin kanunu gerçekleştirmek amacıyla izlediği yöntemi ayrıntılı bir eleştirel değerlendirmeye tabi tutmaktadır. İkinci çalışma ise Türkiye ve dünyada eğitim konusunda meydana gelen önemli gelişmelerin ışığında CHP'nin görüşlerini ve önerilerini ortaya koymaktadır” dedi.
"Dört Dörtlük Eğitim Tuzağı”
Ayata, yaptıkları çalışmaya hazırlanırken, akademik uzmanlık bilgisinin yanı sıra, Türkiye'nin ve dünyanın önemli düşünce kuruluşları, uluslararası örgütler ve ilgili resmi kurumlar tarafından hazırlanan raporlardan yararlanıldığını kaydetti.
Ayata tarafından açıklanan ve “AKP'nin Dört Dörtlük Eğitim Tuzağı” adını taşıyan ilk çalışmada, şu ifadelere yer veriliyor:
“AKP'nin gerçekleştirmek istediği değişiklikler, ilk bakışta 12 yıllık eğitimi zorunlu hale getirecek gibi görünmektedir. Oysa getirilen yasa teklifinde 12 yıllık zorunlu eğitimin başlangıç tarihinin belirlenme yetkisi Bakanlar Kurulu'na verilerek, uygulamanın ötelenmesinin yolu açılmıştır. Bu durum, eğitimdeki düzenlemenin esas amacının, zorunlu eğitim süresini uzatmaktan çok, sekiz yıllık zorunlu ilköğretimi bölmek olduğu kanaatini güçlendirmektedir...
Ortada mevcut sistemin bir etki analizi dahi yoktur. Kesintisiz 8 yıllık eğitim sisteminin belirgin bir yanlışı saptanmamıştır. Aksine, okullaşma oranı bu sistem sayesinde artmıştır. Tüm bu veriler ışığında, kesintisiz temel eğitimden geri adım atılmaması gerektiği açıkça görülmektedir. Sistemin uygulamadan kaynaklanan aksaklıkları giderilmeli, kesintisiz eğitim daha nitelikli bir yönde geliştirilmelidir. AKP'nin gündeme getirdiği kanun teklifi eğitim sistemimizi, daha yüksek kalite ve daha fazla eşitlik hedeflerinden uzaklaştırmaktadır. Günlük kaygılar ve geçmişe dönük duygusal hesaplaşmalara dayanan ve eğitim sistemimizi
yeni bir kaosun eşiğine getirecek bir tekliftir. İktidar partisini, eğitim sistemimizin temel sorunlarına yönelik hiçbir çözüm önerisi getirmeyen ve geri dönülmez pek çok soruna yol açacak bu teklifi geri çekmeye davet ediyoruz.”
(hürriyet)
Son Güncelleme: Perşembe, 15 Mart 2012 17:58
Gösterim: 2121
Türkiye'de eğitim süreci ile ilgili önemli adımlar atıldığını söyleyen Avrupa Birliği (AB) Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, "Bugün Avrupa'da mecburi eğitim süresinin en düşük olan ülke 8 yılla Türkiye. Bu konuda Meclisimizin aldığı son kararla 12 yıla çıkarak AB standartlarına ulaşacağız. Bu çabamız sırasında yaşanan olaylar gösterdi ki bu ülkenin muhalefetinin de çok ciddi eğitime ihtiyacı var" dedi.AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Küçükçekmece Belediyesi ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nün işbirliğiyle düzenlenen ve alanında uzman isimleri öğrenciler ile buluşturan 'Küçük İstanbul Buluşmaları' söyleşi programına katıldı. Küçükçekmece Sefaköy Kültür ve Sanat Merkezi'nde düzenlenen programa katılan Bakan Bağış, programda yaşam hikayesini, hayatta başarılı olmak için önerilerini, tecrübelerini, vizyonunu ve Türkiye'nin AB yolculuğundaki serüvenini öğrencilerle paylaştı. Programa Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay, İlçe Kaymakamı Orhan Öztürk, İlçe Milli Müdürü Nail Bölükbaşı, İlçe Emniyet Müdürü Mustafa Nacar ile lise öğrencileri ve öğretmenleri hazır bulundu.
Küçükçekmece'de olmaktan ve gençlerle buluşmaktan dolayı büyük mutluluk duyduğunu belirten Bakan Egemen Bağış, "Küçük İstanbul Buluşmaları'nda aslında büyük fikirlerinin ortaya çıktığı, Türkiye'nin büyük ve güçlü geleceğini temsil eden siz gençlerin vizyonunu geliştirmeye katkı sunan toplantılar olduğunu görmek beni çok duygulandırdı. Bugüne kadar, büyük Türkiye'nin büyük İstanbul ve büyük milletimizin vizyonun şekillenmesinde artık sizlerin de söz sahibi olmanız çok önemli. Bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmamalıdır. Rahmetli Uğur Mumcu'nun çok sevdiğim bir sözüdür. Kulaktan dolma yaklaşımlarla bir fikir ortaya atarsanız fikir çürütülür. Ama bilgiyle donatılırsa, tartışılırsa belli bir süzgeçten geçirilirse çok farklı bir noktaya gelir" diye konuştu.
"Bugün 'fikrinden endişe etmeyen fikir özgürlüğüne karşı çıkmaz' diyen bir başbakanımız var. 'Dininden şüphesi olmayanın din özgürlüğüne karşı olması düşünülemez' diyen bir başbakanımız var" diye devam eden Bakan Bağış, "Biz kendi fikirlerimizi, değerlerimizi inançlarımızı görüşmelerimizi bilgiyle donatırsak gerçek altyapıyla onu güçlendirirsek çok farklı bir Türkiye ortaya çıkacak ve çıkmaya da başladı" ifadelerini kullandı.
Bugün Türkiye'de yaşanan süreci çok önemsediğini söyleyen Bakan Bağış, "Türkiye her geçen gün daha demokratik, daha şeffaf bir ülke oluyor. Bundan 15 yıl öncesine kadar insanların Kürt'üm Alevi'yim ve Ermeni'yim demeye korktukları bir ülkede bugün Alevilik ile bilgiler ders kitaplarında yer alıyor. Devletin televizyonları 24 saat Kürtçe yayın yapılabiliyor. Türkiye'de farklı inanç grupları kendi inançlarını daha özgür bir şekilde yaşayabiliyor. 88 yıl aradan sonra Sümela'da, 112 yıl sonra Akdamar'da Hıristiyan vatandaşlarımızı kendi inançları çerçevesinde bu ülkenin birlik ve beraberliği için dua edebiliyor" dedi.
Üniversiteye girişte uygulanan "katsayı" sorunun kalktığını vurgulayan Bakan Egemen Bağış , "Artık insanları kılık kıyafeti ile değil, yaptıklarıyla başardıklarıyla değerlendirilebilen bir toplum haline gelmeye başladı. Devlet vatandaşının yediğine içtiğine sakalına bıyığına kıyafetiyle uğraşmaktansa ona yol, okul, hastane yapmanın, ona havaalanı yapmanın gerçek görevini yerine getirmenin bilinci içerisinde hareket etmeye başlıyor. Çok şükür bugün demokrasimiz güçleniyor. Mısır'da Libya'da Tunus'ta insanlar kendi hayatlarını riske atarak özgürlük, insanlar hakları gibi taleplerde bulunmasının ilham kaynağı Türkiye" diye konuştu.
"AB STANDARTLARINDA YARGI REFORMU"
Son birkaç yıl içinde yaşananların Türkiye'nin AB standartlarında bir yargı reformuna çok ihtiyacı olduğunu gösterdiğini belirten Bakan Egemen Bağış, "Bazen içimizi sızlatan bir takım yargı kararları, bazen hepimizi endişeye düşüren bir takım süreçler. Bağımsızlığı kadar tarafsızlığından da şüphe duymayacağımız bir yargıya ihtiyacımız var. Şu anda Adalet Bakanımız, Meclis'te Bakanlar Kurulu'nun onayladığı bir yargı reformunu destekliyor.
Türkiye şu an tartıştığı tutukluluk sürelerinden yargı sürecine birçok adımlar atılacak. Ülkemizde hapishanelerde doluluk oranı yüzde 110. Bu durumda yargı reformlarına ihtiyaç var. Bütün engellemelere rağmen 5 bin yeni hakim ve savcıyı istihdam ettik. Yeni adliye binalar yaptırdık. Hakim ve savcıların maaşlarına Cumhuriyet tarihinde yapılmayan zamlar yapıldı. Türkiye'de devrim niteliğinde reformlarıma imza attık. Ama bazı engeller yüzünden şık olmayan fotoğrafları da verdik. Ama bunları düzeltmek için çok çalışan Başbakanımız var, çok çalışan bir hükümetimiz var" diye konuştu.
"MUHALEFETİN DE EĞİTİME İHTİYACI VAR"
Türkiye'de eğitim süreci ile ilgili önemli adımlar atıldığını söyleyen Bağış, "Bugün Avrupa'da mecburi eğitim süresinin en düşük olan ülke 8 yılla Türkiye. Bu konuda Meclisimizin aldığı son kararla 12 yıla çıkarak AB standartlarına ulaşacağız. Bu çabamız sırasında yaşanan olaylar gösterdi ki bu ülkenin muhalefetinin de çok ciddi eğitime ihtiyacı var. Şiddet kullanarak eline geçirdiği objeyi seçilmiş milletvekillerine, komisyon başkanlarına fırlatan zihniyetin dört dörtlük bir eğitime karşı çıkmasına çok fa şaşırarak değil belki de, olağan karşılamamız gerekir. Ama onların da eğitilmesini bu süreçte gördük. Muhalefetin 'sıfıra sıfır, elde var sıfır' anlayışına pirim verecek, anlayışa sahip değiliz.
Bugün Türkiye'de yaülkede gençlerin eline silah veren bıçak veren zihniyetlerine değil, ellerine tablet bilgisayar veren anlayışlara ihtiyacı var. Bu hükümet 9 yıldır öğrencilere ücretsiz kitap dağıtımı yaptı. Şimdi 3 yıl içinde tüm okullara tablet bilgisayarla dağıtılacak. Biz sizleri hür düşünen her konuda bilgi sahibi olduktan sonra fikir sahibi olan tartışabilen özgür bireyler olmanızı arzu ediyoruz. Sizler bu ülkenin azınlığı değil çoğunlusunuz. Sizlerin ezberci değil, hür düşünen tartışan, kendi fikirlerini kendi oluşturulabilen bir nesil olmanız bizim için çok önemli" dedi.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Türkiye'de eğitim süreci ile ilgili önemli adımlar atıldığını söyleyen Avrupa Birliği (AB) Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, "Bugün Avrupa'da mecburi eğitim süresinin en düşük olan ülke 8 yılla Türkiye. Bu konuda Meclisimizin aldığı son kararla 12 yıla çıkarak AB standartlarına ulaşacağız. Bu çabamız sırasında yaşanan olaylar gösterdi ki bu ülkenin muhalefetinin de çok ciddi eğitime ihtiyacı var" dedi.AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Küçükçekmece Belediyesi ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nün işbirliğiyle düzenlenen ve alanında uzman isimleri öğrenciler ile buluşturan 'Küçük İstanbul Buluşmaları' söyleşi programına katıldı. Küçükçekmece Sefaköy Kültür ve Sanat Merkezi'nde düzenlenen programa katılan Bakan Bağış, programda yaşam hikayesini, hayatta başarılı olmak için önerilerini, tecrübelerini, vizyonunu ve Türkiye'nin AB yolculuğundaki serüvenini öğrencilerle paylaştı. Programa Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay, İlçe Kaymakamı Orhan Öztürk, İlçe Milli Müdürü Nail Bölükbaşı, İlçe Emniyet Müdürü Mustafa Nacar ile lise öğrencileri ve öğretmenleri hazır bulundu.
Küçükçekmece'de olmaktan ve gençlerle buluşmaktan dolayı büyük mutluluk duyduğunu belirten Bakan Egemen Bağış, "Küçük İstanbul Buluşmaları'nda aslında büyük fikirlerinin ortaya çıktığı, Türkiye'nin büyük ve güçlü geleceğini temsil eden siz gençlerin vizyonunu geliştirmeye katkı sunan toplantılar olduğunu görmek beni çok duygulandırdı. Bugüne kadar, büyük Türkiye'nin büyük İstanbul ve büyük milletimizin vizyonun şekillenmesinde artık sizlerin de söz sahibi olmanız çok önemli. Bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmamalıdır. Rahmetli Uğur Mumcu'nun çok sevdiğim bir sözüdür. Kulaktan dolma yaklaşımlarla bir fikir ortaya atarsanız fikir çürütülür. Ama bilgiyle donatılırsa, tartışılırsa belli bir süzgeçten geçirilirse çok farklı bir noktaya gelir" diye konuştu.
"Bugün 'fikrinden endişe etmeyen fikir özgürlüğüne karşı çıkmaz' diyen bir başbakanımız var. 'Dininden şüphesi olmayanın din özgürlüğüne karşı olması düşünülemez' diyen bir başbakanımız var" diye devam eden Bakan Bağış, "Biz kendi fikirlerimizi, değerlerimizi inançlarımızı görüşmelerimizi bilgiyle donatırsak gerçek altyapıyla onu güçlendirirsek çok farklı bir Türkiye ortaya çıkacak ve çıkmaya da başladı" ifadelerini kullandı.
Bugün Türkiye'de yaşanan süreci çok önemsediğini söyleyen Bakan Bağış, "Türkiye her geçen gün daha demokratik, daha şeffaf bir ülke oluyor. Bundan 15 yıl öncesine kadar insanların Kürt'üm Alevi'yim ve Ermeni'yim demeye korktukları bir ülkede bugün Alevilik ile bilgiler ders kitaplarında yer alıyor. Devletin televizyonları 24 saat Kürtçe yayın yapılabiliyor. Türkiye'de farklı inanç grupları kendi inançlarını daha özgür bir şekilde yaşayabiliyor. 88 yıl aradan sonra Sümela'da, 112 yıl sonra Akdamar'da Hıristiyan vatandaşlarımızı kendi inançları çerçevesinde bu ülkenin birlik ve beraberliği için dua edebiliyor" dedi.
Üniversiteye girişte uygulanan "katsayı" sorunun kalktığını vurgulayan Bakan Egemen Bağış , "Artık insanları kılık kıyafeti ile değil, yaptıklarıyla başardıklarıyla değerlendirilebilen bir toplum haline gelmeye başladı. Devlet vatandaşının yediğine içtiğine sakalına bıyığına kıyafetiyle uğraşmaktansa ona yol, okul, hastane yapmanın, ona havaalanı yapmanın gerçek görevini yerine getirmenin bilinci içerisinde hareket etmeye başlıyor. Çok şükür bugün demokrasimiz güçleniyor. Mısır'da Libya'da Tunus'ta insanlar kendi hayatlarını riske atarak özgürlük, insanlar hakları gibi taleplerde bulunmasının ilham kaynağı Türkiye" diye konuştu.
"AB STANDARTLARINDA YARGI REFORMU"
Son birkaç yıl içinde yaşananların Türkiye'nin AB standartlarında bir yargı reformuna çok ihtiyacı olduğunu gösterdiğini belirten Bakan Egemen Bağış, "Bazen içimizi sızlatan bir takım yargı kararları, bazen hepimizi endişeye düşüren bir takım süreçler. Bağımsızlığı kadar tarafsızlığından da şüphe duymayacağımız bir yargıya ihtiyacımız var. Şu anda Adalet Bakanımız, Meclis'te Bakanlar Kurulu'nun onayladığı bir yargı reformunu destekliyor.
Türkiye şu an tartıştığı tutukluluk sürelerinden yargı sürecine birçok adımlar atılacak. Ülkemizde hapishanelerde doluluk oranı yüzde 110. Bu durumda yargı reformlarına ihtiyaç var. Bütün engellemelere rağmen 5 bin yeni hakim ve savcıyı istihdam ettik. Yeni adliye binalar yaptırdık. Hakim ve savcıların maaşlarına Cumhuriyet tarihinde yapılmayan zamlar yapıldı. Türkiye'de devrim niteliğinde reformlarıma imza attık. Ama bazı engeller yüzünden şık olmayan fotoğrafları da verdik. Ama bunları düzeltmek için çok çalışan Başbakanımız var, çok çalışan bir hükümetimiz var" diye konuştu.
"MUHALEFETİN DE EĞİTİME İHTİYACI VAR"
Türkiye'de eğitim süreci ile ilgili önemli adımlar atıldığını söyleyen Bağış, "Bugün Avrupa'da mecburi eğitim süresinin en düşük olan ülke 8 yılla Türkiye. Bu konuda Meclisimizin aldığı son kararla 12 yıla çıkarak AB standartlarına ulaşacağız. Bu çabamız sırasında yaşanan olaylar gösterdi ki bu ülkenin muhalefetinin de çok ciddi eğitime ihtiyacı var. Şiddet kullanarak eline geçirdiği objeyi seçilmiş milletvekillerine, komisyon başkanlarına fırlatan zihniyetin dört dörtlük bir eğitime karşı çıkmasına çok fa şaşırarak değil belki de, olağan karşılamamız gerekir. Ama onların da eğitilmesini bu süreçte gördük. Muhalefetin 'sıfıra sıfır, elde var sıfır' anlayışına pirim verecek, anlayışa sahip değiliz.
Bugün Türkiye'de yaülkede gençlerin eline silah veren bıçak veren zihniyetlerine değil, ellerine tablet bilgisayar veren anlayışlara ihtiyacı var. Bu hükümet 9 yıldır öğrencilere ücretsiz kitap dağıtımı yaptı. Şimdi 3 yıl içinde tüm okullara tablet bilgisayarla dağıtılacak. Biz sizleri hür düşünen her konuda bilgi sahibi olduktan sonra fikir sahibi olan tartışabilen özgür bireyler olmanızı arzu ediyoruz. Sizler bu ülkenin azınlığı değil çoğunlusunuz. Sizlerin ezberci değil, hür düşünen tartışan, kendi fikirlerini kendi oluşturulabilen bir nesil olmanız bizim için çok önemli" dedi.
Son Güncelleme: Perşembe, 15 Mart 2012 21:49
Gösterim: 1784
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eğitim sisteminde yapılan 4+4+4 düzenlemesinin ideolojik değil, pedegojik bir reform olduğunu söyeyerek "Şunu herkes bilsin, zorbalıkla gelen bir düzenlemeyi biz demokrasiyle ortadan kaldırıyoruz. Olay budur. Topla, tankla, gelen Sincan'da yürüyen tankla gelen bir uygulamayı biz Meclis'te millet iradesiyle ortadan kaldırıyoruz" diye konuştu. Rekabet Kurumu'nun 15. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen etkinliğe katılan Başbakan Tayyip Erdoğan, burada yaptığı konuşmada 4+4+4 düzenlemesine değindi. Konuşmasında Kılıçdaroğlu'nun 'kesintisiz eğitimin faydası olmayacağı' şeklindeki sözlerine de cevap veren Başbakan Erdoğan, "Mevlana'nın bir sözü var. Mevlana diyor ki, 'gözlerini parmaklarınla kapat, dünyada hiçbirşeyi görmezsin. Sen görmüyorsun diye bu alem yok değildir. Biliyorsunuz deve kuşunun da sorunu bu dur zaten. Başını kuma görer, o
kimseyi göremediği için kimsenin de onu görmediğini zanneder" diye konuştu. "Biz bu ülkede maalesef eğitimi yapamadık, biz hep öğretimde kaldık. Şimdi bunu eğitime çevirmenin mücadelesini, hükümet olarak, millet olrak , devlet olarak vermemiz lazım" diyen Başbakan Erdoğan, "Birden yüze kadar saymayı bilen herkes kesintisiz eğitimin ve onunla beraber katsayı sisteminin meslek liselerini katlettiğini görür" dedi. Eğitim sistemindeki düzenlemenin ideolojik olmadığını söyleyen Başbakan Erdoğan, "Bugün eğitim
sisteminde yaptığmız reform, ideolojik değil, pedagojik bir reformdur. Yaptığmız düzenleme Türkiye'nin ihtiyaçlarını, ekonominin ihtiyaçlarını gören, Türkiye'nin ihtiyaçlarına denk düşen bir düzenlemedir" diye konuştu.
Başbakan Erdoğan konuşmasının sonunda ise "Şunu herkes bilsin, zorbalıkla gelen bir düzenlemeyi biz demokrasiyle ortadan kaldırıyoruz. Olay budur. Topla, tankla, gelen Sincan'da yürüyen tankla gelen bir uygulamayı biz Meclis'te millet iradesiyle ortadan kaldırıyoruz" şeklinde konuştu.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eğitim sisteminde yapılan 4+4+4 düzenlemesinin ideolojik değil, pedegojik bir reform olduğunu söyeyerek "Şunu herkes bilsin, zorbalıkla gelen bir düzenlemeyi biz demokrasiyle ortadan kaldırıyoruz. Olay budur. Topla, tankla, gelen Sincan'da yürüyen tankla gelen bir uygulamayı biz Meclis'te millet iradesiyle ortadan kaldırıyoruz" diye konuştu. Rekabet Kurumu'nun 15. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen etkinliğe katılan Başbakan Tayyip Erdoğan, burada yaptığı konuşmada 4+4+4 düzenlemesine değindi. Konuşmasında Kılıçdaroğlu'nun 'kesintisiz eğitimin faydası olmayacağı' şeklindeki sözlerine de cevap veren Başbakan Erdoğan, "Mevlana'nın bir sözü var. Mevlana diyor ki, 'gözlerini parmaklarınla kapat, dünyada hiçbirşeyi görmezsin. Sen görmüyorsun diye bu alem yok değildir. Biliyorsunuz deve kuşunun da sorunu bu dur zaten. Başını kuma görer, o
kimseyi göremediği için kimsenin de onu görmediğini zanneder" diye konuştu. "Biz bu ülkede maalesef eğitimi yapamadık, biz hep öğretimde kaldık. Şimdi bunu eğitime çevirmenin mücadelesini, hükümet olarak, millet olrak , devlet olarak vermemiz lazım" diyen Başbakan Erdoğan, "Birden yüze kadar saymayı bilen herkes kesintisiz eğitimin ve onunla beraber katsayı sisteminin meslek liselerini katlettiğini görür" dedi. Eğitim sistemindeki düzenlemenin ideolojik olmadığını söyleyen Başbakan Erdoğan, "Bugün eğitim
sisteminde yaptığmız reform, ideolojik değil, pedagojik bir reformdur. Yaptığmız düzenleme Türkiye'nin ihtiyaçlarını, ekonominin ihtiyaçlarını gören, Türkiye'nin ihtiyaçlarına denk düşen bir düzenlemedir" diye konuştu.
Başbakan Erdoğan konuşmasının sonunda ise "Şunu herkes bilsin, zorbalıkla gelen bir düzenlemeyi biz demokrasiyle ortadan kaldırıyoruz. Olay budur. Topla, tankla, gelen Sincan'da yürüyen tankla gelen bir uygulamayı biz Meclis'te millet iradesiyle ortadan kaldırıyoruz" şeklinde konuştu.
Son Güncelleme: Perşembe, 15 Mart 2012 16:46
Gösterim: 2118