Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Hint-Avrupa dilleri nereden geliyor? 200 yıldır tartışmalı olan bu konudaki yeni bir çalışma, bu dillerin kaynağının Anadolu toprakları olduğu tezini destekliyor.
İngiliz Financial Times gazetesi, Yeni Zelanda'da yapılan bir araştırmaya dayanarak dünyada toplam üç milyar kişinin konuştuğu Hint Avrupa dillerinin kökeninin Anadolu olduğunu belirtti.
Gazetenin haberi şöyle:
Hint-Avrupa dilleri nereden geliyor? 200 yıldır tartışmalı olan bu konudaki yeni bir çalışma, bu dillerin kaynağının Anadolu toprakları olduğu tezini destekliyor. Araştırma bu dillerin 8000-9500 yıl önce tarımın gelişmesiyle birlikte yayıldığına işaret ediyor.
Hint-Avrupa dillerini neredeyse üç milyar kişi konuşuyor. İngilizce'den Rusça'ya, Avrupa dillerinden Hintçe'ye birçok dil bu grupta yer alıyor. Dünyanın en büyük dil grubunun kaynağı konusunda iki ana tez var.
Litvanya asıllı Amerikalı arkeolog Marija Gimbutas'ın ortaya attığı geleneksel görüşe göre bu diller 6000 yıl önce Hazar Denizi'nin kuzeyindeki steplerden doğdu.
İki tez çarpışıyor
Bu diller, ata binen yarı göçebe Kurganlar aracılığıyla Avrupa'ya ve Yakın Doğu'ya yayıldı.
İngiliz arkeolog Colin Renfrew'ın tezine göre ise bu diller, tarımın genişlemesiyle birlikte Anadolu'dan yayıldı.
Yeni Zelanda'daki Auckland Üniversitesi'nden uzmanların, sonuçlarını bilim dergisi Science'ta yayımladıkları araştırmasında bu iki teori evrim biyolojisindekine benzer bir yöntemle denendi.
Araştırma kapsamında ortak kökeni olan temel sözcükler incelendi. Örneğin Hint Avrupa grubunda yer alan 113 eski ve çağdaş dilde anne sözcüğünün aynı kökten geldiği belirlendi.
Sonra bu sözcüklerden bir soyacağı çıkarıldı. Dillerin bölgeleri ve yaşları Hint Avrupa dillerinin kökeninin Anadolu olduğu senaryosunu destekledi.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Hint-Avrupa dilleri nereden geliyor? 200 yıldır tartışmalı olan bu konudaki yeni bir çalışma, bu dillerin kaynağının Anadolu toprakları olduğu tezini destekliyor.
İngiliz Financial Times gazetesi, Yeni Zelanda'da yapılan bir araştırmaya dayanarak dünyada toplam üç milyar kişinin konuştuğu Hint Avrupa dillerinin kökeninin Anadolu olduğunu belirtti.
Gazetenin haberi şöyle:
Hint-Avrupa dilleri nereden geliyor? 200 yıldır tartışmalı olan bu konudaki yeni bir çalışma, bu dillerin kaynağının Anadolu toprakları olduğu tezini destekliyor. Araştırma bu dillerin 8000-9500 yıl önce tarımın gelişmesiyle birlikte yayıldığına işaret ediyor.
Hint-Avrupa dillerini neredeyse üç milyar kişi konuşuyor. İngilizce'den Rusça'ya, Avrupa dillerinden Hintçe'ye birçok dil bu grupta yer alıyor. Dünyanın en büyük dil grubunun kaynağı konusunda iki ana tez var.
Litvanya asıllı Amerikalı arkeolog Marija Gimbutas'ın ortaya attığı geleneksel görüşe göre bu diller 6000 yıl önce Hazar Denizi'nin kuzeyindeki steplerden doğdu.
İki tez çarpışıyor
Bu diller, ata binen yarı göçebe Kurganlar aracılığıyla Avrupa'ya ve Yakın Doğu'ya yayıldı.
İngiliz arkeolog Colin Renfrew'ın tezine göre ise bu diller, tarımın genişlemesiyle birlikte Anadolu'dan yayıldı.
Yeni Zelanda'daki Auckland Üniversitesi'nden uzmanların, sonuçlarını bilim dergisi Science'ta yayımladıkları araştırmasında bu iki teori evrim biyolojisindekine benzer bir yöntemle denendi.
Araştırma kapsamında ortak kökeni olan temel sözcükler incelendi. Örneğin Hint Avrupa grubunda yer alan 113 eski ve çağdaş dilde anne sözcüğünün aynı kökten geldiği belirlendi.
Sonra bu sözcüklerden bir soyacağı çıkarıldı. Dillerin bölgeleri ve yaşları Hint Avrupa dillerinin kökeninin Anadolu olduğu senaryosunu destekledi.
Son Güncelleme: Cuma, 24 Ağustos 2012 12:10
Gösterim: 2000
Hürriyet Gazetesi Yazarı Taha Akyol’un bugünkü yazısı
İlköğretim okullarında derslikleri, sıraları, tuvaletleri 60 aylık çocuklara uyarlamak için telaşlı bir çalışma var. Aileler ise tedirgin, en azından tereddütlü, bu yaştaki çocukları okula vermek doğru mu diye.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’le CNN Türk’te 10 Şubat günü program yapmıştım. Bakan doğru şeyler söylemişti:
“Çocukların 7 yaş ila 10 yaş arasında olanları daha çok birbirine yakın gözüküyorlar pedagojik formasyon olarak. Burada çok katı bir durum da söz konusu değil. Tüm dünyada çok farklı fikirler ve farklı uygulamalar da var.”
Dikkat, Sayın Bakan “7 ila 10 yaş” arası çocukların eğitimde bir grup oluşturmasını pedagojik bakımdan uygun buluyordu. Halbuki çıkarılan kanunda “beş yaşını bitirdiği yılın eylül ayı” ilköğretime başlama yaşı olarak kabul edilecekti!
Okula başlama yaşı
Bakan Dinçer aynı programda şunu da söylemişti:
“Dünyada iki eğilim var: Biri okul öncesi eğitimin giderek daha önem kazanması ve eğitim yaşının küçülmesi... Öbürü meslek eğitiminin ötelenmesi...”
Dikkat, Sayın Bakan “eğitim yaşının küçülmesi”ni ilköğretim için değil “okul öncesi eğitim” için söylüyordu. Meslek seçiminin de ötelenmesini savunuyordu.
Halbuki kanunla “eğitim yaşının küçülmesi” yoluna gidildi!
Bakan Dinçer’in dile getirdiği ilkeler doğruydu. Bu ilkelerin doğru olduğunu, saygın eğitimcilerimizden Prof. Ziya Selçuk da söylemişti. Hatta Ziya Selçuk’a göre yasalaştırılan 60-66 ay arasındaki çocukların elleri “kalem tutmaya” bile genelde müsait değildi, çocuklar strese, depresyona girebilirdi... Bu yaştaki çocuklar okulöncesi eğitim kurumlarına gitmeliydi.
Yasaya genelge düzeni!
Fakat kanun, uzman bakanlık olan Milli Eğitim’de hazırlanmadı. Birkaç AK Parti milletvekili tarafından özel olarak hazırlanıp Meclis’e sunuluverdi. Kamuoyundaki tepkiler ve Milli Eğitim’in çabalarıyla komisyonda bazı düzeltmeler yapıldı. Ama mesela “başlama” yaşıyla ilgili sorunlar olduğu gibi kaldı.
Kanunla yaratılan sıkıntıyı bakanlık genelge ile hafifletmeye çalışıyor!
Çıkarılan 6287 Sayılı Kanun, ilköğretim çağını “6-13 yaş” olarak tanımlamış fakat 6 yaşın “çocuğun 5 yaşını bitirdiği eylül ayı sonunda başlayacağını” hükme bağlamıştır.
Yani 60 aydan başlayabilecek bir dönem!
Bakan Dinçer, “Bakanlık Genelgesi” yayınlayarak yumuşatıcı hükümler getirdi:
- 60-66 ay arasındaki çocukların okula gitmesi ailesinin kararına bırakıldı.
- 66 ay sonrası çocuklar okula verilecektir ama çocuğun “bedeni ve ruhi” özellikleri bakımından hastaneden rapor getirenler ya okulöncesi eğitime yönlendirilecek veya bir yıl ertelenecek.
Demokraside kanun yapmak
Mecburi eğitimin 12 yıla çıkarılması elbette alkışlanacak bir reformdur. Kesintili olmasını da doğru buluyorum.
Fakat “temel kanun” niteliğinde olan bir yasayı yeterince tartışmadan, birdenbire gündeme getirip çoğunluk oylarıyla kabul etmek böyle sorunlu sonuçlara yol açıyor ve “genelge” ile yumuşatma ihtiyacı ortaya çıkıyor.
Her isteyen “hastane raporu” alabilir mi? Hem niye bu külfet?
“Rapor piyasası”ndan bile bahsediliyor!
Ailelerin tereddütleri var. Bazı çevreler bu tereddütleri siyasi muhalefet yapmak için kullansa bile, bakanlık tarafından genelge ile yumuşatılması da kanundaki sorunları göstermiyor mu?
Burada, kanunun teknik kusurlarından daha önemli olan, bu yapılış tarzıdır: Yeterince tartışmadan, karşı görüşlere kıymet vermeden, Meclis çoğunluğuyla acele kanun çıkarmak!
Sadece otoriterleşmeye değil, böyle teknik kusurlara da yol açar, bu kanunlaştırma tarzı.
(hürriyet)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Hürriyet Gazetesi Yazarı Taha Akyol’un bugünkü yazısı
İlköğretim okullarında derslikleri, sıraları, tuvaletleri 60 aylık çocuklara uyarlamak için telaşlı bir çalışma var. Aileler ise tedirgin, en azından tereddütlü, bu yaştaki çocukları okula vermek doğru mu diye.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’le CNN Türk’te 10 Şubat günü program yapmıştım. Bakan doğru şeyler söylemişti:
“Çocukların 7 yaş ila 10 yaş arasında olanları daha çok birbirine yakın gözüküyorlar pedagojik formasyon olarak. Burada çok katı bir durum da söz konusu değil. Tüm dünyada çok farklı fikirler ve farklı uygulamalar da var.”
Dikkat, Sayın Bakan “7 ila 10 yaş” arası çocukların eğitimde bir grup oluşturmasını pedagojik bakımdan uygun buluyordu. Halbuki çıkarılan kanunda “beş yaşını bitirdiği yılın eylül ayı” ilköğretime başlama yaşı olarak kabul edilecekti!
Okula başlama yaşı
Bakan Dinçer aynı programda şunu da söylemişti:
“Dünyada iki eğilim var: Biri okul öncesi eğitimin giderek daha önem kazanması ve eğitim yaşının küçülmesi... Öbürü meslek eğitiminin ötelenmesi...”
Dikkat, Sayın Bakan “eğitim yaşının küçülmesi”ni ilköğretim için değil “okul öncesi eğitim” için söylüyordu. Meslek seçiminin de ötelenmesini savunuyordu.
Halbuki kanunla “eğitim yaşının küçülmesi” yoluna gidildi!
Bakan Dinçer’in dile getirdiği ilkeler doğruydu. Bu ilkelerin doğru olduğunu, saygın eğitimcilerimizden Prof. Ziya Selçuk da söylemişti. Hatta Ziya Selçuk’a göre yasalaştırılan 60-66 ay arasındaki çocukların elleri “kalem tutmaya” bile genelde müsait değildi, çocuklar strese, depresyona girebilirdi... Bu yaştaki çocuklar okulöncesi eğitim kurumlarına gitmeliydi.
Yasaya genelge düzeni!
Fakat kanun, uzman bakanlık olan Milli Eğitim’de hazırlanmadı. Birkaç AK Parti milletvekili tarafından özel olarak hazırlanıp Meclis’e sunuluverdi. Kamuoyundaki tepkiler ve Milli Eğitim’in çabalarıyla komisyonda bazı düzeltmeler yapıldı. Ama mesela “başlama” yaşıyla ilgili sorunlar olduğu gibi kaldı.
Kanunla yaratılan sıkıntıyı bakanlık genelge ile hafifletmeye çalışıyor!
Çıkarılan 6287 Sayılı Kanun, ilköğretim çağını “6-13 yaş” olarak tanımlamış fakat 6 yaşın “çocuğun 5 yaşını bitirdiği eylül ayı sonunda başlayacağını” hükme bağlamıştır.
Yani 60 aydan başlayabilecek bir dönem!
Bakan Dinçer, “Bakanlık Genelgesi” yayınlayarak yumuşatıcı hükümler getirdi:
- 60-66 ay arasındaki çocukların okula gitmesi ailesinin kararına bırakıldı.
- 66 ay sonrası çocuklar okula verilecektir ama çocuğun “bedeni ve ruhi” özellikleri bakımından hastaneden rapor getirenler ya okulöncesi eğitime yönlendirilecek veya bir yıl ertelenecek.
Demokraside kanun yapmak
Mecburi eğitimin 12 yıla çıkarılması elbette alkışlanacak bir reformdur. Kesintili olmasını da doğru buluyorum.
Fakat “temel kanun” niteliğinde olan bir yasayı yeterince tartışmadan, birdenbire gündeme getirip çoğunluk oylarıyla kabul etmek böyle sorunlu sonuçlara yol açıyor ve “genelge” ile yumuşatma ihtiyacı ortaya çıkıyor.
Her isteyen “hastane raporu” alabilir mi? Hem niye bu külfet?
“Rapor piyasası”ndan bile bahsediliyor!
Ailelerin tereddütleri var. Bazı çevreler bu tereddütleri siyasi muhalefet yapmak için kullansa bile, bakanlık tarafından genelge ile yumuşatılması da kanundaki sorunları göstermiyor mu?
Burada, kanunun teknik kusurlarından daha önemli olan, bu yapılış tarzıdır: Yeterince tartışmadan, karşı görüşlere kıymet vermeden, Meclis çoğunluğuyla acele kanun çıkarmak!
Sadece otoriterleşmeye değil, böyle teknik kusurlara da yol açar, bu kanunlaştırma tarzı.
(hürriyet)
Son Güncelleme: Cuma, 24 Ağustos 2012 09:15
Gösterim: 2485
Milliyet Gazetesi Yazarı Melih Aşık’ın bugünkü yazısından
Hükümet, kimi dernek ve tarikatların talebini yerine getirebilmek için insanoğlunun doğasına aykırı bir eğitim modelini uygulamaya hazırlanıyor. Bilinçli veliler çığlık çığlığa bu yasanın durdurulmasını istiyor. İstanbul Tabip Odası bakınız 5 yaşında okula başlamanın getireceği yıkımı nasıl özetliyor:
5 yaş çocuğu (60 - 71 aylar arası) zihinsel, fiziksel, sosyal ve psikolojik olarak okula başlamaya henüz hazır değildir. Çocuğun okul eğitimine katılabilmesi için gerekli sosyal, duygusal, bilişsel, dil ve motor becerilerinin gelişimi 6 yaştan (72 ay) önce tamamlanmaz.
Eğitimci ve ebeveynlerin iyi bildiği gibi, okula yeni başlamış 6 yaş çocuklarında bile önemli sorun olabilen ‘ayrılık kaygısı’, 72 ayını doldurmamış çocuklarda çok daha yoğun olarak ortaya çıkacaktır.
Dürtü kontrolü 5 yaşındaki bir çocukta tam gelişmediğinden davranışlarının kontrolünü sağlamakta zorlanacak, sınıfta sırasında oturarak dersi takip edemeyecek ve ilkokulda uyması gereken kurallara uymakta güçlük çekecektir.
Ayrıca bu çocukların 6 yaş grubu (72-83 aylar) ile aynı sınıflarda eğitime alınacağı açıklanmıştır. Bu demektir ki aynı sınıfta 60-83 aylar arasında, yani aralarında yaklaşık 2 yıl fark olabilen çocuklar olacaktır. Bu durumda gelişimsel özellikler açısından 72-83 aylık çocuklar doğal olarak 60-66 ay arasındakilere göre çok önde olacak, onlardan daha hızlı öğrenecek, beklenenleri daha kolay yerine getirecektir. 60-66 aylık olanlar ise bu durumda zorunlu olarak sınıfın daha başarısız grubunu oluşturacaklardır. Yani bu grup daha okula başlarken başarısızlık duygusuna mahkum edilecektir.
(milliyet)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Milliyet Gazetesi Yazarı Melih Aşık’ın bugünkü yazısından
Hükümet, kimi dernek ve tarikatların talebini yerine getirebilmek için insanoğlunun doğasına aykırı bir eğitim modelini uygulamaya hazırlanıyor. Bilinçli veliler çığlık çığlığa bu yasanın durdurulmasını istiyor. İstanbul Tabip Odası bakınız 5 yaşında okula başlamanın getireceği yıkımı nasıl özetliyor:
5 yaş çocuğu (60 - 71 aylar arası) zihinsel, fiziksel, sosyal ve psikolojik olarak okula başlamaya henüz hazır değildir. Çocuğun okul eğitimine katılabilmesi için gerekli sosyal, duygusal, bilişsel, dil ve motor becerilerinin gelişimi 6 yaştan (72 ay) önce tamamlanmaz.
Eğitimci ve ebeveynlerin iyi bildiği gibi, okula yeni başlamış 6 yaş çocuklarında bile önemli sorun olabilen ‘ayrılık kaygısı’, 72 ayını doldurmamış çocuklarda çok daha yoğun olarak ortaya çıkacaktır.
Dürtü kontrolü 5 yaşındaki bir çocukta tam gelişmediğinden davranışlarının kontrolünü sağlamakta zorlanacak, sınıfta sırasında oturarak dersi takip edemeyecek ve ilkokulda uyması gereken kurallara uymakta güçlük çekecektir.
Ayrıca bu çocukların 6 yaş grubu (72-83 aylar) ile aynı sınıflarda eğitime alınacağı açıklanmıştır. Bu demektir ki aynı sınıfta 60-83 aylar arasında, yani aralarında yaklaşık 2 yıl fark olabilen çocuklar olacaktır. Bu durumda gelişimsel özellikler açısından 72-83 aylık çocuklar doğal olarak 60-66 ay arasındakilere göre çok önde olacak, onlardan daha hızlı öğrenecek, beklenenleri daha kolay yerine getirecektir. 60-66 aylık olanlar ise bu durumda zorunlu olarak sınıfın daha başarısız grubunu oluşturacaklardır. Yani bu grup daha okula başlarken başarısızlık duygusuna mahkum edilecektir.
(milliyet)
Son Güncelleme: Cuma, 24 Ağustos 2012 08:09
Gösterim: 1421
Sakarya'da öğrenci yurtlarındaki büyük tehlike
Bu yıl 14 bin yeni öğrenci alacak olan ve geçtiğimiz yıl il dışından 35 bin öğrencinin okuduğu Sakarya Üniversitesi'nde yaşanan öğrenci yurdu sorunu devam ediyor.
Sakarya genelinde kaçak ve ruhsatsız olarak çalışan öğrenci yurtlarında geçtiğimiz yıl yaklaşık 3 bin kişi barınırken kaçak yurtların birçoğu depremde hasar görmüş binalarda faaliyet gösteriyor.
Sakarya'da 17 Ağustos depremi sonrası hasar gören binalarda çatlak yerleri sıva ile kapatılarak öğrencilere kiralanan ve kaçak yurt olarak adlandırılan binaların denetlemelerinde büyük sıkıntı yaşanıyor. Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından Sakarya'da ruhsatlı olarak faaliyet gösteren 150 yurt belli aralıklarla denetlenerek uygunlukları kontrol ediliyor. Bu 150 yurdun kontrolleri ve denetimleri Sakarya İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından düzenli olarak yapılırken uygunsuz durumlarda ceza-i işlem uygulanıyor. Sakarya İl Milli Eğitim Müdürlüğün yapılan denetimlerde bazı yurtlara kapatmaya kadar varan cezalar verilebiliyor.
Ancak Milli Eğitimin denetleme alanına giren yurtlar sadece kapısında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından izin verilen yurt levhasını asan yerler ile sınırlı kalıyor.
Kapısına herhangi bir şekilde yurt olduğu ibaresini asmayan ve ticari olarak yurt faaliyeti gösteremeyen apart daire, pansiyon gibi isimlerle dairelerini öğrencilere kiralayan işletmeler; yurt standartlarında denetlemeye tabi tutulamıyor.
Apart daire ve pansiyon ibaresi olmadan da, binanın tamamında öğrenci kalan ancak bunları kiracı gibi gösteren işletmeciler de bulunuyor.
Geçtiğimiz yılın rakamlarına göre Sakarya genelinde yaklaşık 150 öğrenci yurdunda 12 bin öğrencinin yaşadığı tahmin edilirken, rakamlara göre yurt kullanımı açısından kız öğrenciler erkeklere göre yurtları daha fazla tercih ediyor. 5 bin erkek öğrenci çeşitli özel yurtlarda kalırken kız öğrencilerde bu sayının 7 bin'e yakın olduğu ifade ediliyor.
35 bin dolayında öğrencisi Sakarya dışından gelen Sakarya üniversitesinde bu 12 bin öğrencinin dışında kalan ve azımsanmayacak bir kesim ise orta hasarlı konut, orta hasarlı yurt ve ruhsatsız yurtlarda yaşamaya devam ediyor.
Geçtiğimiz yıl Sakarya'daki kaçak yurtlarda 3 bin dolayında öğrencinin kaldığı tahmin edilse de tam rakam kesin rakam bilinmiyor. Öğrencilerin ruhsatsız yurtları tercih etmesinin en büyük sebebi ise bu yurtların son derece ucuz olması. Birçoğu hasarlı olan ve ruhsat alamayan kaçak yurtlar müşteri bulmak için fiyatlarını indirerek öğrencileri kendisine çekiyor. Adapazarı ilçesinde hali hazırda onlarca kaçak yurdun bulunduğu kaydediliyor.
Sakarya Üniversitesi de konu ile ilgili olarak yaptığı çalışmada tespit ettiği hasarlı binaların adreslerini öğrencilerine ulaştırarak buralarda konaklamamaları gerektiğini ilan ediyor. Kaçak yurtların dışında diğer önemli bir konu ise ruhsatlı ve güçlendirmesi yapılmış olmasına rağmen, 2 kat sınırının uygulandığı Adapazarı ilçesinde bulunan çok katlı öğrenci yurtları.
Adapazarı'nda onlarca ruhsatlı öğrenci yurdu depremden önce inşa edilen çok katlı binalarda öğrencileri barındırıyor. Ruhsat denetlemelerine gerekli güçlendirmeleri yaptıkları belli olan ve yasal olarak bir sorun teşkil etmeyen bu yurtların en büyük problemi ise; deprem görmüş çok katlı binalarda faaliyet göstermeleri. İnşaat Mühendisleri ve zemin uzmanlarına göre bu binalarda en az orta hasarlı binalar kadar tehlike arz ediyor.
Kaçak ve deprem görmüş binalarda bulunan öğrenci yurdu sorununun nasıl çözüleceği henüz belirsizliğini korurken, öğrenciler karşı karşıya oldukları tehlikeden habersiz olarak bulundukları binalarda kalmaya devam ediyor. Sakarya'da bu şekilde 3 ila 5 bin arasında öğrencinin riskli kategoride yer aldığı tahmin ediliyor.
Sakarya'da kaçak öğrenci yurtları konusunda karnesi en kabarık ilçe olan Adapazarı'nda, öğrencilerin ucuz olduğu için depremde hasar görmüş ve kaçak yurtlarda sadece ucuz olduğu için kalıyor.(sabah)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Sakarya'da öğrenci yurtlarındaki büyük tehlike
Bu yıl 14 bin yeni öğrenci alacak olan ve geçtiğimiz yıl il dışından 35 bin öğrencinin okuduğu Sakarya Üniversitesi'nde yaşanan öğrenci yurdu sorunu devam ediyor.
Sakarya genelinde kaçak ve ruhsatsız olarak çalışan öğrenci yurtlarında geçtiğimiz yıl yaklaşık 3 bin kişi barınırken kaçak yurtların birçoğu depremde hasar görmüş binalarda faaliyet gösteriyor.
Sakarya'da 17 Ağustos depremi sonrası hasar gören binalarda çatlak yerleri sıva ile kapatılarak öğrencilere kiralanan ve kaçak yurt olarak adlandırılan binaların denetlemelerinde büyük sıkıntı yaşanıyor. Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından Sakarya'da ruhsatlı olarak faaliyet gösteren 150 yurt belli aralıklarla denetlenerek uygunlukları kontrol ediliyor. Bu 150 yurdun kontrolleri ve denetimleri Sakarya İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından düzenli olarak yapılırken uygunsuz durumlarda ceza-i işlem uygulanıyor. Sakarya İl Milli Eğitim Müdürlüğün yapılan denetimlerde bazı yurtlara kapatmaya kadar varan cezalar verilebiliyor.
Ancak Milli Eğitimin denetleme alanına giren yurtlar sadece kapısında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından izin verilen yurt levhasını asan yerler ile sınırlı kalıyor.
Kapısına herhangi bir şekilde yurt olduğu ibaresini asmayan ve ticari olarak yurt faaliyeti gösteremeyen apart daire, pansiyon gibi isimlerle dairelerini öğrencilere kiralayan işletmeler; yurt standartlarında denetlemeye tabi tutulamıyor.
Apart daire ve pansiyon ibaresi olmadan da, binanın tamamında öğrenci kalan ancak bunları kiracı gibi gösteren işletmeciler de bulunuyor.
Geçtiğimiz yılın rakamlarına göre Sakarya genelinde yaklaşık 150 öğrenci yurdunda 12 bin öğrencinin yaşadığı tahmin edilirken, rakamlara göre yurt kullanımı açısından kız öğrenciler erkeklere göre yurtları daha fazla tercih ediyor. 5 bin erkek öğrenci çeşitli özel yurtlarda kalırken kız öğrencilerde bu sayının 7 bin'e yakın olduğu ifade ediliyor.
35 bin dolayında öğrencisi Sakarya dışından gelen Sakarya üniversitesinde bu 12 bin öğrencinin dışında kalan ve azımsanmayacak bir kesim ise orta hasarlı konut, orta hasarlı yurt ve ruhsatsız yurtlarda yaşamaya devam ediyor.
Geçtiğimiz yıl Sakarya'daki kaçak yurtlarda 3 bin dolayında öğrencinin kaldığı tahmin edilse de tam rakam kesin rakam bilinmiyor. Öğrencilerin ruhsatsız yurtları tercih etmesinin en büyük sebebi ise bu yurtların son derece ucuz olması. Birçoğu hasarlı olan ve ruhsat alamayan kaçak yurtlar müşteri bulmak için fiyatlarını indirerek öğrencileri kendisine çekiyor. Adapazarı ilçesinde hali hazırda onlarca kaçak yurdun bulunduğu kaydediliyor.
Sakarya Üniversitesi de konu ile ilgili olarak yaptığı çalışmada tespit ettiği hasarlı binaların adreslerini öğrencilerine ulaştırarak buralarda konaklamamaları gerektiğini ilan ediyor. Kaçak yurtların dışında diğer önemli bir konu ise ruhsatlı ve güçlendirmesi yapılmış olmasına rağmen, 2 kat sınırının uygulandığı Adapazarı ilçesinde bulunan çok katlı öğrenci yurtları.
Adapazarı'nda onlarca ruhsatlı öğrenci yurdu depremden önce inşa edilen çok katlı binalarda öğrencileri barındırıyor. Ruhsat denetlemelerine gerekli güçlendirmeleri yaptıkları belli olan ve yasal olarak bir sorun teşkil etmeyen bu yurtların en büyük problemi ise; deprem görmüş çok katlı binalarda faaliyet göstermeleri. İnşaat Mühendisleri ve zemin uzmanlarına göre bu binalarda en az orta hasarlı binalar kadar tehlike arz ediyor.
Kaçak ve deprem görmüş binalarda bulunan öğrenci yurdu sorununun nasıl çözüleceği henüz belirsizliğini korurken, öğrenciler karşı karşıya oldukları tehlikeden habersiz olarak bulundukları binalarda kalmaya devam ediyor. Sakarya'da bu şekilde 3 ila 5 bin arasında öğrencinin riskli kategoride yer aldığı tahmin ediliyor.
Sakarya'da kaçak öğrenci yurtları konusunda karnesi en kabarık ilçe olan Adapazarı'nda, öğrencilerin ucuz olduğu için depremde hasar görmüş ve kaçak yurtlarda sadece ucuz olduğu için kalıyor.(sabah)
Son Güncelleme: Cuma, 24 Ağustos 2012 08:21
Gösterim: 2128
Sağlık Bakanlığı, ilkokula başlayacak 66 ay ve üzerindeki çocuklara verilecek tıbbi raporla ilgili, ''Rapor piyasası oluştuğu'' iddialarının gerçeği yansıtmadığını bildirdi.
Sağlık Bakanlığı, ilkokula başlayacak 66 ay ve üzerindeki çocuklara verilecek tıbbi raporla ilgili, Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği Başkanı Prof. Dr. Tuncay Ergene'ye dayandırılarak bugünkü bir gazetede yer verilen, ''rapor piyasası oluştuğu'' iddiaları üzerine yazılı bir açıklama yaptı.
Bakanlığın, ilkokula başlayacak çocuklara verilecek tıbbi tanılı raporun alınacağı birimle ilgili bir genelge yayınladığı anımsatılan açıklamada, söz konusu genelgede, ilkokula başlamak için bedeni veya zihni gelişimi yeterli olmadığı düşünülen 66 ay ve üzeri çocuklara verilecek tıbbi tanılı raporun, sadece üniversite ve devlet hastanelerinde görevli çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanları tarafından düzenleneceğinin belirtildiğine dikkat çekildi.
açıklamada, şu ifadelere yer verildi:
''Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği Başkanı Prof. Dr. Tuncay Ergene'nin haberde yer alan bütün iddiaları gerçeğe aykırı ve asılsızdır. İddia sahibi konu ile ilgili varsa elindeki somut verilere dayanan belgeleri bakanlığımızla paylaşması durumunda gerekli işlemler yapılacaktır. Raporun verilme usul ve esasları bakanlığımız tarafından belirlenmiş olmasına rağmen amacını aşan, gerçekleri yansıtmayan asılsız iddialar kurumlarımıza ve çalışanlarımıza olan güveni yıpratmakta ve aileleri tedirgin etmektedir.''
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Sağlık Bakanlığı, ilkokula başlayacak 66 ay ve üzerindeki çocuklara verilecek tıbbi raporla ilgili, ''Rapor piyasası oluştuğu'' iddialarının gerçeği yansıtmadığını bildirdi.
Sağlık Bakanlığı, ilkokula başlayacak 66 ay ve üzerindeki çocuklara verilecek tıbbi raporla ilgili, Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği Başkanı Prof. Dr. Tuncay Ergene'ye dayandırılarak bugünkü bir gazetede yer verilen, ''rapor piyasası oluştuğu'' iddiaları üzerine yazılı bir açıklama yaptı.
Bakanlığın, ilkokula başlayacak çocuklara verilecek tıbbi tanılı raporun alınacağı birimle ilgili bir genelge yayınladığı anımsatılan açıklamada, söz konusu genelgede, ilkokula başlamak için bedeni veya zihni gelişimi yeterli olmadığı düşünülen 66 ay ve üzeri çocuklara verilecek tıbbi tanılı raporun, sadece üniversite ve devlet hastanelerinde görevli çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanları tarafından düzenleneceğinin belirtildiğine dikkat çekildi.
açıklamada, şu ifadelere yer verildi:
''Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği Başkanı Prof. Dr. Tuncay Ergene'nin haberde yer alan bütün iddiaları gerçeğe aykırı ve asılsızdır. İddia sahibi konu ile ilgili varsa elindeki somut verilere dayanan belgeleri bakanlığımızla paylaşması durumunda gerekli işlemler yapılacaktır. Raporun verilme usul ve esasları bakanlığımız tarafından belirlenmiş olmasına rağmen amacını aşan, gerçekleri yansıtmayan asılsız iddialar kurumlarımıza ve çalışanlarımıza olan güveni yıpratmakta ve aileleri tedirgin etmektedir.''
Son Güncelleme: Perşembe, 23 Ağustos 2012 16:41
Gösterim: 1776