Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Alpaslan Dartan – Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı
İnsanoğlu normal koşullarda doğar, büyür, gelişir, gençleşir, olgunlaşır, yaşlanır ve nihayetinde ölür, doğanın yasası böyle, elbette buna diyecek yok. İşte doğumun yarattığı sevinç ile ölümüm yarattığı hüzün ve keder arasında geçen ömür ise insan için sayısı az ya da çok alternatifler arasında seçimler ve tercihler yapmakla geçer. Yaşam da tam olarak bu tercihlerin de bizlere yaşattığı sosyal, duygusal, kültürel ve ekonomik yoğrulmalarıdır aslında.
Sosyal bir varlık olarak kendi kişiliğimiz ve varlığımızla bir sosyometrik bir ilişki ağı oluşturuyoruz çevremizde ve hayatta bir yer ediniyoruz. Birincil sosyometrik çevremizi içerisinde doğup büyüdüğümüz çekirdek ailemiz ya da geleneksel geniş ailelerimiz hatta uzak yakın tüm akrabaları da dâhil edebileceğimiz daha geniş aile ilişkilerimiz oluşturur.
Okul gibi mahalle gibi ya da yakın akrabalık ilişkilerinden kaynaklanan sosyal ilişkilerimizde sıkça görüştüğümüz değer verdiğimiz arkadaşlık ettiğimiz dostlarımız dediğimiz kişiler de ikincil yakın sosyometrik çevremizi oluştururlar. Bir diğer sosyometrik ilişki ağımızı da yaptığımız iş ile ilgili çevremiz oluşturur. İşimizle alakalı birlikte olduğumuz birlikte çalıştığımız arkadaşlık ve dostluk ilişkileri kurduğumuz kişi ya da kişilerin oluşturduğu iş hayatının gerektirdiği sosyometrikilişki ağlarımız da bir diğer sosyometrik çevremizi oluşturur.
Tabii buradaki sıralama ve önem sırası kişiden kişiye değişir, aslında önceliklendirmeden değil birbirini tamamlayan bir ilişkiler ağından söz ediyoruz kısaca.
Genel olarak kimine göre kısa kimine göre uzun sayılabilecek bir ortalama ömür içerisinde tüm yaşamımız alternatifler arasında tercihler yapmakla geçiyor sanırım. İçerisinde bulunduğunuz ailenizi kimin çocuğu olarak doğacağınızı ve cinsiyetinizi belki belirleyemiyorsunuz ama sonraki yaşam sürecinizde tüm hayatınız sizin kendiniz ya da ailenizin sizin adına yaptığı tercihler üzerinde gelişiyor.
Okuduğunuz okul, seçtiğiniz arkadaşlıklar dostluklar, yaşadığınız ev ya da şehir, evleneceğiniz kişi, yapacağınız iş, almak istediğiniz kıyafet, yiyeceğiniz yemek vb. tüm bu seçimler bir başka alternetif yerinedir. Elbette hayat bu kadar dar seçimlere sığdırılacak kadar anlamsız değildir ve o anki o zamanki tercihinizdir. Hayatın içerinde tercih edilenlerden de vazgeçmek mümkündür ve bu da olağandır. Evinizi, arabanızı, işinizi ve arkadaşlarınızı dostlarınızı değiştirebilirsiniz. Anlık kararlarla bir süreliğine yaptığınız tercihler bir süre sonra farklılık gösterebilir.
HER BİR TERCİH BİR TERK EDİŞ MİDİR?
Son bir ay içerisinde hem Liseye hem de Üniversiteye geçiş aşamasında olan gençlerin ve ailelerinin tercihler dönemindeki karar verme ve tercihte bulunma davranışları da bana yukarıdaki hayattaki seçimlerimizle ya da vazgeçişlerimizi hatırlattı.
Yoğun bir kararsızlık dönemi bu dönem, bununla beraber verilen kararın ve sonrasında elde edilecek sonucun bundan sonraki hayatın akışına nasıl etki edeceği gibi pek çok belirsizlikleri de içerisinde barındırıyor.
İnsanoğlunu diğer canlılara göre öne çıkan özellikleri arasında hızlı fiziksel, duygusal ve zihinsel gelişimi, çabuk öğrenmesi, uyum sağlama becerisi ve bana göre özellikle de unutabilme özelliğini öne koyabiliriz. Bu becerileri ile hayat akışı içerisinde bu seçimlerinin ve vazgeçişlerinin ne ilk ne de son olduğunu biliyor önce umutsuz sonra da umutla hayatın içerisinde yeni arayışlara giriyoruz.
Değişimin hızlı olduğu bir dünya, çabuk unutulan bir geçmiş sizi bizi herkesi kendine esir eden günlük yaşam ritüelleri hepsi ama hepsi insana özgü…
Yaşasın gençlik yok yok yaşasın çocukluk demeliyiz, olgunluk ya da deneyim olmasa da olur diyeceğim gençlik için. Hayat hem kısa hem de uzun, hata yapmanın, yanlışlarla dolu yaşantıların ve telafisi belki de mümkün olan günlerin varlığı hep gençler için.
Gençliğin enerjisi bunların üstesinden gelebilir elbet, yetişkinler olarak bizlerin göze alamadıklarını göze alabilir, bizlerin direnç gösterdiği her yenilenmeyi her değişimi gençler rahatlıkla benimseyebilir ve uyum sağlayabilir.
Dedikodu adlı şiirinin bir bölümünde “Geç bunlar geç anam babam” demişti Orhan Veli Kanık, Sezen Aksu bestelemiş, Levent Yüksel’de söylemişti. Şiirin ana teması başka olsa da bu cümlesi bir şeyi hatırlatıyor bana hayatta her şeye takılmamak lazım bazen geçmeyi bilmek lazım çünkü hayatın akışı hızlı, geçmişi değiştirmek mümkün değilken geleceği değiştirmek şekillendirebilmek mümkün.
Yine tercihlere geleceğim, sınavlara endeksli bir eğitim sisteminde K12 bütünlüğü içerisinde ara geçişlerde dengesi bozulmuş, ezberci yaklaşımdan kurtulamamış ve geçiş dönemlerindeki sınavlar nedeniyle artan rekabet ortamında ayakta kalmaya çalışan bir gençliğin önce sınavlar sonra da tercihlerle sıkıştırılmış birkarar verme süreçleri var ve bu her bakımdan onlar için yıpratıcı oluyor.
İşte bu tercih dönemlerinde ailelerin gençlerin ve unutmamaları gereken bazı durumlar var. Okunulan üniversite ve alınan diploma mutlaka önemlidir, ancak onların kariyeriniz için sadece birer araç olduğu unutulmamalıdır. Bir meslek edinip mastır, doktora dereceleri aldığı halde ben bunu istemiyordum ben başka bir alanda mutlu olacağım diyen insanlara artık daha çok rastlıyoruz, onların sesini artık daha çok duyuyoruz. Gençler mezun olduktan sonra da iş seçimini yaparken de asla dar çerçevede ve sınırlı seçeneklere kendilerini mahkûm etmemelidirler.
Bununla beraber bilmeliler ki gençlerin önünde biz yetişkinlerden daha fazla seçenek bulunuyor. Çoklu kariyer yapmalarının önündeki fırsatlar eskiye göre daha çok.Gençler bugünden yarına her yönüyle hızlı değişen toplumun ve iş dünyasının beklentilerini karşılayacak donanıma sahip olmayı, merak duymayı kendilerine görev edinmeliler. Bunun için de; Meslek odaklı değil iş odaklı olmalılar. Hayat herkese fırsatlar verir, bazıları karşılarına çıkan fırsatları iyi değerlendirir bazıları ise değerlendiremez. Başarılı olmak için hayatın kendilerine sunduğu fırsatları mutlaka iyi değerlendirmeliler.
Gençler çalışma hayatına mutlaka erken başlamalı, hayatı deneyimlemelidirler. Tek bir alanda değil çok farklı alanlarda kendilerini geliştirmeli, mutlaka özgün çalışmalar yapmalı, yapılanlar da hayatın içinden ve gerçek olmalı.
Gelecek gençlerin yüzyılı, geleceğe alışa gelmiş her şeyin değiştiği bir yüzyıl olarak bakmalılar ve ne iş yaparlarsa yapsınlar ama mutlaka yaptıkları işin en iyisini yapmaya çalışmalıdırlar.İçinde yaşanılan toplumu mutlaka iyi tanımalı ve dünyanın hangi yöne gittiğini iyi görmeli ve kendi ilgi ve yeteneklerine uygun işlerde çalışmalılar. Belki de en önemlisi hayal kurmalılar, hayalleri gerçekleştirmek için her zaman yeni fırsatları olacaktır en ihtiyaçları olan şey de cesaretli olmaları olacaktır.
İÇ SPOT
Gençler bugünden yarına her yönüyle hızlı değişen toplumun ve iş dünyasının beklentilerini karşılayacak donanıma sahip olmayı, merak duymayı kendilerine görev edinmeliler. Bunun için de; Meslek odaklı değil iş odaklı olmalılar. Hayat herkese fırsatlar verir, bazıları karşılarına çıkan fırsatları iyi değerlendirir bazıları ise değerlendiremez. Başarılı olmak için hayatın kendilerine sunduğu fırsatları mutlaka iyi değerlendirmeliler.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Alparslan Dartan
Alpaslan Dartan – Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı
İnsanoğlu normal koşullarda doğar, büyür, gelişir, gençleşir, olgunlaşır, yaşlanır ve nihayetinde ölür, doğanın yasası böyle, elbette buna diyecek yok. İşte doğumun yarattığı sevinç ile ölümüm yarattığı hüzün ve keder arasında geçen ömür ise insan için sayısı az ya da çok alternatifler arasında seçimler ve tercihler yapmakla geçer. Yaşam da tam olarak bu tercihlerin de bizlere yaşattığı sosyal, duygusal, kültürel ve ekonomik yoğrulmalarıdır aslında.
Sosyal bir varlık olarak kendi kişiliğimiz ve varlığımızla bir sosyometrik bir ilişki ağı oluşturuyoruz çevremizde ve hayatta bir yer ediniyoruz. Birincil sosyometrik çevremizi içerisinde doğup büyüdüğümüz çekirdek ailemiz ya da geleneksel geniş ailelerimiz hatta uzak yakın tüm akrabaları da dâhil edebileceğimiz daha geniş aile ilişkilerimiz oluşturur.
Okul gibi mahalle gibi ya da yakın akrabalık ilişkilerinden kaynaklanan sosyal ilişkilerimizde sıkça görüştüğümüz değer verdiğimiz arkadaşlık ettiğimiz dostlarımız dediğimiz kişiler de ikincil yakın sosyometrik çevremizi oluştururlar. Bir diğer sosyometrik ilişki ağımızı da yaptığımız iş ile ilgili çevremiz oluşturur. İşimizle alakalı birlikte olduğumuz birlikte çalıştığımız arkadaşlık ve dostluk ilişkileri kurduğumuz kişi ya da kişilerin oluşturduğu iş hayatının gerektirdiği sosyometrikilişki ağlarımız da bir diğer sosyometrik çevremizi oluşturur.
Tabii buradaki sıralama ve önem sırası kişiden kişiye değişir, aslında önceliklendirmeden değil birbirini tamamlayan bir ilişkiler ağından söz ediyoruz kısaca.
Genel olarak kimine göre kısa kimine göre uzun sayılabilecek bir ortalama ömür içerisinde tüm yaşamımız alternatifler arasında tercihler yapmakla geçiyor sanırım. İçerisinde bulunduğunuz ailenizi kimin çocuğu olarak doğacağınızı ve cinsiyetinizi belki belirleyemiyorsunuz ama sonraki yaşam sürecinizde tüm hayatınız sizin kendiniz ya da ailenizin sizin adına yaptığı tercihler üzerinde gelişiyor.
Okuduğunuz okul, seçtiğiniz arkadaşlıklar dostluklar, yaşadığınız ev ya da şehir, evleneceğiniz kişi, yapacağınız iş, almak istediğiniz kıyafet, yiyeceğiniz yemek vb. tüm bu seçimler bir başka alternetif yerinedir. Elbette hayat bu kadar dar seçimlere sığdırılacak kadar anlamsız değildir ve o anki o zamanki tercihinizdir. Hayatın içerinde tercih edilenlerden de vazgeçmek mümkündür ve bu da olağandır. Evinizi, arabanızı, işinizi ve arkadaşlarınızı dostlarınızı değiştirebilirsiniz. Anlık kararlarla bir süreliğine yaptığınız tercihler bir süre sonra farklılık gösterebilir.
HER BİR TERCİH BİR TERK EDİŞ MİDİR?
Son bir ay içerisinde hem Liseye hem de Üniversiteye geçiş aşamasında olan gençlerin ve ailelerinin tercihler dönemindeki karar verme ve tercihte bulunma davranışları da bana yukarıdaki hayattaki seçimlerimizle ya da vazgeçişlerimizi hatırlattı.
Yoğun bir kararsızlık dönemi bu dönem, bununla beraber verilen kararın ve sonrasında elde edilecek sonucun bundan sonraki hayatın akışına nasıl etki edeceği gibi pek çok belirsizlikleri de içerisinde barındırıyor.
İnsanoğlunu diğer canlılara göre öne çıkan özellikleri arasında hızlı fiziksel, duygusal ve zihinsel gelişimi, çabuk öğrenmesi, uyum sağlama becerisi ve bana göre özellikle de unutabilme özelliğini öne koyabiliriz. Bu becerileri ile hayat akışı içerisinde bu seçimlerinin ve vazgeçişlerinin ne ilk ne de son olduğunu biliyor önce umutsuz sonra da umutla hayatın içerisinde yeni arayışlara giriyoruz.
Değişimin hızlı olduğu bir dünya, çabuk unutulan bir geçmiş sizi bizi herkesi kendine esir eden günlük yaşam ritüelleri hepsi ama hepsi insana özgü…
Yaşasın gençlik yok yok yaşasın çocukluk demeliyiz, olgunluk ya da deneyim olmasa da olur diyeceğim gençlik için. Hayat hem kısa hem de uzun, hata yapmanın, yanlışlarla dolu yaşantıların ve telafisi belki de mümkün olan günlerin varlığı hep gençler için.
Gençliğin enerjisi bunların üstesinden gelebilir elbet, yetişkinler olarak bizlerin göze alamadıklarını göze alabilir, bizlerin direnç gösterdiği her yenilenmeyi her değişimi gençler rahatlıkla benimseyebilir ve uyum sağlayabilir.
Dedikodu adlı şiirinin bir bölümünde “Geç bunlar geç anam babam” demişti Orhan Veli Kanık, Sezen Aksu bestelemiş, Levent Yüksel’de söylemişti. Şiirin ana teması başka olsa da bu cümlesi bir şeyi hatırlatıyor bana hayatta her şeye takılmamak lazım bazen geçmeyi bilmek lazım çünkü hayatın akışı hızlı, geçmişi değiştirmek mümkün değilken geleceği değiştirmek şekillendirebilmek mümkün.
Yine tercihlere geleceğim, sınavlara endeksli bir eğitim sisteminde K12 bütünlüğü içerisinde ara geçişlerde dengesi bozulmuş, ezberci yaklaşımdan kurtulamamış ve geçiş dönemlerindeki sınavlar nedeniyle artan rekabet ortamında ayakta kalmaya çalışan bir gençliğin önce sınavlar sonra da tercihlerle sıkıştırılmış birkarar verme süreçleri var ve bu her bakımdan onlar için yıpratıcı oluyor.
İşte bu tercih dönemlerinde ailelerin gençlerin ve unutmamaları gereken bazı durumlar var. Okunulan üniversite ve alınan diploma mutlaka önemlidir, ancak onların kariyeriniz için sadece birer araç olduğu unutulmamalıdır. Bir meslek edinip mastır, doktora dereceleri aldığı halde ben bunu istemiyordum ben başka bir alanda mutlu olacağım diyen insanlara artık daha çok rastlıyoruz, onların sesini artık daha çok duyuyoruz. Gençler mezun olduktan sonra da iş seçimini yaparken de asla dar çerçevede ve sınırlı seçeneklere kendilerini mahkûm etmemelidirler.
Bununla beraber bilmeliler ki gençlerin önünde biz yetişkinlerden daha fazla seçenek bulunuyor. Çoklu kariyer yapmalarının önündeki fırsatlar eskiye göre daha çok.Gençler bugünden yarına her yönüyle hızlı değişen toplumun ve iş dünyasının beklentilerini karşılayacak donanıma sahip olmayı, merak duymayı kendilerine görev edinmeliler. Bunun için de; Meslek odaklı değil iş odaklı olmalılar. Hayat herkese fırsatlar verir, bazıları karşılarına çıkan fırsatları iyi değerlendirir bazıları ise değerlendiremez. Başarılı olmak için hayatın kendilerine sunduğu fırsatları mutlaka iyi değerlendirmeliler.
Gençler çalışma hayatına mutlaka erken başlamalı, hayatı deneyimlemelidirler. Tek bir alanda değil çok farklı alanlarda kendilerini geliştirmeli, mutlaka özgün çalışmalar yapmalı, yapılanlar da hayatın içinden ve gerçek olmalı.
Gelecek gençlerin yüzyılı, geleceğe alışa gelmiş her şeyin değiştiği bir yüzyıl olarak bakmalılar ve ne iş yaparlarsa yapsınlar ama mutlaka yaptıkları işin en iyisini yapmaya çalışmalıdırlar.İçinde yaşanılan toplumu mutlaka iyi tanımalı ve dünyanın hangi yöne gittiğini iyi görmeli ve kendi ilgi ve yeteneklerine uygun işlerde çalışmalılar. Belki de en önemlisi hayal kurmalılar, hayalleri gerçekleştirmek için her zaman yeni fırsatları olacaktır en ihtiyaçları olan şey de cesaretli olmaları olacaktır.
İÇ SPOT
Gençler bugünden yarına her yönüyle hızlı değişen toplumun ve iş dünyasının beklentilerini karşılayacak donanıma sahip olmayı, merak duymayı kendilerine görev edinmeliler. Bunun için de; Meslek odaklı değil iş odaklı olmalılar. Hayat herkese fırsatlar verir, bazıları karşılarına çıkan fırsatları iyi değerlendirir bazıları ise değerlendiremez. Başarılı olmak için hayatın kendilerine sunduğu fırsatları mutlaka iyi değerlendirmeliler.
Son Güncelleme: Cuma, 01 Eylül 2023 14:22
Gösterim: 741
Alpaslan Dartan – PDR Uzmanı / Eğitim Yöneticisi
Haziran ayında gerçekleştirilen ve ulusal sınavlarımız dediğimiz LGS ve YKS’nin bu yıl deprem gibi yaşanan acı deneyime ve seçim atmosferine rağmen sıkıntısız geçmiş olması sevindirici olmuştur. Bu sınavların sonuçlarının ya da etkilerinin önceki yıllardan çok farklı olup olmayacağı tartışılabilir ancak ben sınanma ve başarma duygusunun yarattığı geçici duygusal gitgeller dışında her şeyin önceki yıllarda olduğu gibi gideceğini düşünüyorum. Sınavlar yapıldı, sonuçlar açıklandı ya da açıklanacak, biraz sevinç, biraz üzüntü ve hayal kırıklığı sonrasında da tercihler. Ve maalesef ki küçük bir azınlık dışında tercihlerde ana rol elimize aldığımız sınav sonuç belgesinin bize sunduğu yerleştirme seçeneklerinde olacak. İyi ya da kötü her aday hem LGS’de hem de YKS’ de üniversite tercihlerini yaparken yerleşebilecekleri üniversite ve bölümler arasında kısa ve zor bir zamana sıkıştırılmış daralma hissi ve zorunlulukla gelen tercih stresi süreci yaşayacaklar. Ve sonrası yerleştirme sonuçları mutlulukla yerleşilen bölümler, az puan farklarıyla yerleşilen ya da kaçırılan bölümlerve sonrasında kısmet denilerek sevinçle ya da biraz buruk heyecanla yeni bir yolculuğa adım atmak, işte bir yılın biraz genel özeti bu olacak.
Her yılın kendine özgü koşulları bu sınavların bazen içeriğini bazen uygulanma sürecini bazen de sonuçlarını değiştirebiliyor. Bu yıl da özellikle Kahramanmaraş merkezli depremin yarattığı tablo bu çerçevede sınavın atmosferinde bazı değişimlere neden oldu. Yakın geçmiş zamanda özellikle pandemi ve pandemi sonrasında sınavın kendisi ve sınavın uygulanma atmosferi farklı olmuş daha önceleri hiç uygulanmamış kararlar tıpkı bu yıla benzer bir şekilde hayata geçirilmişti. Hem LGS’de hem de YKS sınavlarında sınavın yapısını etkileyen son sınıf düzeylerindeki 2. Dönem konularının sınav kapsamı dışında tutulması bu değişimlerin içerisinde en önemlisi oldu. Bunun yansıması da sınavların kapsamını ve sınavların beklenen ayır edici özelliğini kanımca olumsuz etkiledi.
LGS 2023’TE PUAN YIĞILIMI
1 milyon 30 bini aşkın öğrencinin girdiği LGS kapsamındaki merkezi sınava katılan toplam 562 öğrenci tüm sınav sorularını doğru yanıtlayarak 500 tam puanla birinciliği elde etti. Bu kadar çok öğrencinin LGS de birinci çıkması yanında özellikle % 0, %1 ve %2’lik dilimlerde aynı puanı alan pek çok öğrencinin bulunması tercih sürecinde öğrenci ve velilerin zorlanmalarına neden oldu, tercihlerini yaparken kafa karışıklığını beraberinde getirdi.
LGS 2023’te 2026 Öğrencinin (Örneklem) Puan Yığılımı

Tabloya bakınca 2026 öğrencinin LGS puanları bize sınavın zorluk derecesinin önceki yıllara göre biraz daha öğrencilerin yapabileceği düzeyde gerçekleştiğini ve özellikle üst puan dilimlerinde daha önce pek rastlamadığımız bir puan eşitliği yaşanmasına neden olduğunu gösteriyor. Tüm soruların yapılmasıyla birden fazla öğrencinin 500 tam puan alınmasına alışkın olan bizler bu kadar çok öğrencinin üst dilimlerde virgül sonrasında bile eşit puanlar almasını çok beklememiştik, yeni Milli Eğitim Bakanımız Prof. Dr. Yusuf Tekin’e bu durum sorulduğunda kendisi de bu durumu pek normal bulmadığını dile getirmişken üstelik.
Şimdi bu sıralar Liseye geçecek öğrencilerin tercih dönemi bitmek üzere ve MEB tarafından Temmuz’un 3. Haftası yerleştirme sonuçları açıklanacak. Ardından tüm okullar için serbest kayıt dönemine geçilerek özel-devlet ayırımı olmadan kontenjanlar doğrultusunda nakil süreçleri hızla devam edecek. Özellikle sınavın nispeten daha kolay yapılması, 2. Dönem konularının kapsam dışı bırakılması ve sınavda muaf tutulması, puan eşitliği halinde kılavuzda belirlenen doğum yılı dâhil farklı kriterlerin devreye girmesi gibi gerekçelerle bu sınav bir süre daha konuşulacaktır, ama bu da uzun sürmeyecek okullar açıldığında bu süreç zihinlerimizden de kendiliğinden silinecektir. Çocuklara ve ailelerine şimdiden hayırlı olsun diyorum.
YKS
Bir de madalyonun diğer yüzü bulunuyor elbette Lise son sınıf öğrencilerinin heyecanla sonucunu bekledikleri YKS ve sonuçları üzerine tercihler, heyecanlar, umutlar, beklentiler ve üniversiteli olma hayali.
Lise öğrencilerinin bir ya da iki yıldır süren hazırlıkları ile sınav maratonu 2023 yılı Haziran ayının 17 ve 18’inde gerçekleşti. Sınavın ilk oturumu olan ve tüm adayların girmek zorunda oldukları Temel Yeterlilik Testi’ne (TYT) 3 milyon 527 bin 466 aday, ikinci oturum olan Alan Yeterlilik Test’ine (AYT) 2 milyon 573 bin 156 aday başvuruda bulunmuştu. Üçüncü ve son oturum olan Yabancı Dil Testi’ne (YDT) ise İngilizceden 316 bin 572 adayın başvurusu bulunuyordu, bu sınava girenlerin ya da girmeyenlerin sayısını da sınav sonuçlarının açıklanmasından sonra öğrenebileceğiz.
Yükseköğretim Kurumları Sınavı sonuçlarına göre öğrenci kabul edilecek 208 üniversitenin örgün eğitim kontenjanı toplamda 853 bin olarak açıklandı. Bu kontenjanların dağılımına bakıldığında adaylar için Ön Lisans programlarında 388 bin, Lisans programlarında ise 465 bin kontenjan görüyoruz. Bu kontenjanların yaklaşık yüzde 21'i vakıf yükseköğretim kurumları tarafından kullanılıyor olacak. Bu arada depremzede öğrencilere toplamda 24 bin 641 ek kontenjan, 34 yaş ve üstü kadınlara da 8 bin 105'i lisans, 12 bin 937'si ön lisans olmak üzere toplam 21 bin 42 kontenjan dâhil toplam kontenjanının 1 milyon 111 bine ulaşması bekleniyor.

Tabii YKS’nin ilk oturumu olan ve tüm adayların katılmak zorunda olduğu sonuçları da daha çok ön lisans programlarına yerleştirmede ve özel yetenek sınavlarına başvurmada kullanılan Temel Yeterlilik Testi’ne (TYT) başvuran aday sayısı 3 milyon 527 bin 466 kişi görünüyor. Sınavın ikinci oturumu olan ve sonuçları Lisans yerleştirme programlarına yerleştirmelerde kullanılacak Alan Yeterlilik Testi’ne (AYT) ise 2 milyon 573 bin 156 aday katılmak için başvuruda bulunmuş. Her yıl olduğu gibi adayların gelecek planları farklılıklar gösterdiğinden TYT’ye giren adayların tümü AYT için başvuruda bulunmuyor.
Başvuruda bulunan ve bu yıl mezun olacak yaklaşık 880 bin Lise son sınıf öğrencisinin yanında üniversitede halen okuyan, mezun olmuş ya da bir ya da birden fazla sınava girerek yerleşememiş yaklaşık 2 milyon 600 bin civarında adayın varlığı nasıl açıklanabilir bilemiyorum. Bu yılki kalabalık başvurunun elbette farklı gerekçeleri olabilir ama son yıllarda artarak devam eden ivme ile başvuruların gelecek yıl 4 milyona yaklaşması bekleniyor. Bu sayının içerisinde başvuranların ancak ¼’ü lise son sınıf öğrencisi konumuna gelmesi geri kalan ¾’ünün de mezun olması açıklanabilir bir tablo olmaktan çıkıyor, başka bir ürkütücü taraf ise yine tüm başvuruların ¼’ünün de açık lise mezunlarından oluşuyor olmasıdır.
Deprem bölgesinde sınav başvurularının ücretsiz olması ve bölgedeki üniversitelere yüzde 25 ek kontenjan verilmesi dâhil gerekçelerin iyice irdelenmesi gerekiyor. Bugün değil bir iki üniversite mezunlarının bile işsiz kaldığı bir dönemde sosyolojik bir incelemeye hatta bilimsel bir eğitim bilim makalesine zemin hazırlayan bu sürecin yükseköğretim kurumlarının nitelikli eğitim vermelerine engel olduğunu düşünüyorum elbette bunun da derinlemesine tartışılması ele alınması gerekiyor.
ÖSYM tarafından açıklanan takvime göre YKS sonuçları 20 Temmuz 2023’te yani kısa bir süre sonra açıklanacak. Genelde rutin bir uygulama olarak sonuçların açıklanmasını takip eden ilk 10 gün içerisinde yerleştirme süreçleri için öğrencilerin tercihleri alınmaya başlanacak. YÖK, son birkaç yıldır Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzunu zamanında yayınlayarak tercih ve yerleştirme işlemlerinin takvimsel sürecini öne çekmiş ve üniversitelerde yeni eğitim ve öğretim yılını Eylül ayı içerisinde başlatılmasını sağlamıştır. Bu sayede ek yerleştirme takvimi de öne çekilerek bu kontenjanlardan yerleşen adayların eskiye nazaran eğitimlerine daha erken başlamalarına olanak sağlamıştır. Bu yıl da benzer bir uygulama iyi olacaktır.

SINAVLAR BÜYÜK YÜK
Her yıl yaptığımız sınavlar özellikle LGS ve YKS, çocukların taşıyamayacakları kadar büyük bir yüktür. Özellikle %10 luk bir kesim için gerçekleştirilen Ortaöğretime geçiş sınavı (LGS) bu sınavların en ağır olanı gibi duruyor, telafisi olmadığı gibi ergenlik döneminde olan yaşı küçük öğrencilerin ve maalesef ailelerinin psikolojik dayanıklılıkları için zorlu bir süreç. Evet devlette ve özel kurumlarda yer alan bazı okullar hariç ki bunların da alabileceği öğrenci sayıları genele göre oldukça azdır. Bu sınavın gerçekte bir anlamı yoktur ve öğrencileri küçük yaşlarında hem duygusal hem de fizyolojik olarak yıpratmaktadır.
Bunun yanında özellikle YKS için giderek artan bir aday başvurusu görüyoruz. Maalesef toplumumuzda iş ve meslek sahibi olma ile üniversite okuma arasında yüksek bir korelasyon olduğu algısı oldukça yaygın. Bu konuda yeterli bir bilimsel çalışmaya rastlamamakla beraber bu bağın gerçekte güçlü olduğunu söylemek bana göre pek de mümkün değil. Başvuran aday sayısının yüksekliği ister istemez adaylar arasında fiili bir rekabeti üst boyutlara taşıyor. Bu rekabetin yarattığı kaygı ve endişe ise ileride önlenemez birçok sorunun (okuduğu okuldan, meslekten mutsuz olma, geleceğe umutla bakamama, mutsuzluk, endişe, kaygı, içe kapanma, irrasyonel düşünceler, kendine zarar verme vb.) kaynağı olabilmektedir.
Her yıl başvuran adayların sayısındaki orantısız artış, ve özellikle Lise son sınıfta yer alan aday başvurusunun (bu yıl başvuruda bulunan adaylardan sadece 880 bine yakınını Lise son sınıf öğrencisi) 2, 3 katını aşar konuma gelmiş olan diğer adaylar (ikinci-üçüncü kez girenler, okuyanlar ya da mezunlar vb.) yükseköğretim sistemimizde iş dünyası ile üniversite eğitimi ile ilgili ihtiyaç analizine dayalı, planlı ve organize bir gelişim projesinin olmadığını gösteriyor maalesef.

Sınavın kendisine karşı değilim elbet, yıllardır bu koşullarda en adaletli yerleştirmenin bu sınavlar yolu ile yapılabileceğini söyleyen birisiyim, ama nitelik artışını nicelikten öne koyan ve ilk-orta hatta lise eğitiminin her şeyden önce sorgulanması gerektiğine inanan birisiyim. Mesleki eğitimin ilgisizlik yüzünden öne çıkarılamamasının, meslek sahibi olmanın tek yolunun sadece ve sadece üniversite okumak olduğunun dayatıldığı bir eğitim sisteminin yanlış olduğunu düşünüyorum.

Aşağıdaki tabloya baktığımızda gördüğümüz şey yukarıda anlattıklarımı kısaca özetliyor. Liseden mezun olan her öğrencinin Ortaöğretim Başarı Puanının (OBP) salt sınav başarısına karşı üniversiteye yerleştirme sırasında nasıl bir etki yarattığına ilişkindir. Sınavda ham puan alarak gerçek sınav başarısı gösteren aday sayısı bir iken (500 tam puan alan aday sayısı) OBP sayesinde bu sayı binlere, on binlere ulaşabiliyor.

Kısaca, Lise eğitiminin yetersizliği, sınava hazırlayan dershaneler gibi sınava hazırlayan okulların sayıca çoğaldığını, notlandırma sisteminin bilgi birikimini ölçmekten çok sınavın kendi mecrasına dolaylı yoldan müdahale etme yolu olarak kullanılmasını, şişirilmiş notlarla buna zemin hazırlanmasını doğru bulmuyorum. Eğitimde denetim eksikliğini, ölçme ve değerlendirmedeki noksanlıkları ve daha da ötesi günümüzün koşullarına uygun müfredat geliştirilmesi gerekliliğinin unutulmasını doğru bulmuyorum.
Bu pencereden bakınca da aslında her yıl kısır bir döngünün içerisinde yaşları 14-18 arasında olan gençlerin LGS ve YKS’de bir yarışın içerisinde olacağı bir düzen bulunuyor. Bizler de bu sahnede bazen rol çalarak (anne-baba) oyuncu oluyor, çoğu zaman da izleyici olarak gerçek sahne oyuncularını izliyoruz. Başarı kriteri ve sistem sınava dayalı olunca gerisi boş maalesef.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Alparslan Dartan
Alpaslan Dartan – PDR Uzmanı / Eğitim Yöneticisi
Haziran ayında gerçekleştirilen ve ulusal sınavlarımız dediğimiz LGS ve YKS’nin bu yıl deprem gibi yaşanan acı deneyime ve seçim atmosferine rağmen sıkıntısız geçmiş olması sevindirici olmuştur. Bu sınavların sonuçlarının ya da etkilerinin önceki yıllardan çok farklı olup olmayacağı tartışılabilir ancak ben sınanma ve başarma duygusunun yarattığı geçici duygusal gitgeller dışında her şeyin önceki yıllarda olduğu gibi gideceğini düşünüyorum. Sınavlar yapıldı, sonuçlar açıklandı ya da açıklanacak, biraz sevinç, biraz üzüntü ve hayal kırıklığı sonrasında da tercihler. Ve maalesef ki küçük bir azınlık dışında tercihlerde ana rol elimize aldığımız sınav sonuç belgesinin bize sunduğu yerleştirme seçeneklerinde olacak. İyi ya da kötü her aday hem LGS’de hem de YKS’ de üniversite tercihlerini yaparken yerleşebilecekleri üniversite ve bölümler arasında kısa ve zor bir zamana sıkıştırılmış daralma hissi ve zorunlulukla gelen tercih stresi süreci yaşayacaklar. Ve sonrası yerleştirme sonuçları mutlulukla yerleşilen bölümler, az puan farklarıyla yerleşilen ya da kaçırılan bölümlerve sonrasında kısmet denilerek sevinçle ya da biraz buruk heyecanla yeni bir yolculuğa adım atmak, işte bir yılın biraz genel özeti bu olacak.
Her yılın kendine özgü koşulları bu sınavların bazen içeriğini bazen uygulanma sürecini bazen de sonuçlarını değiştirebiliyor. Bu yıl da özellikle Kahramanmaraş merkezli depremin yarattığı tablo bu çerçevede sınavın atmosferinde bazı değişimlere neden oldu. Yakın geçmiş zamanda özellikle pandemi ve pandemi sonrasında sınavın kendisi ve sınavın uygulanma atmosferi farklı olmuş daha önceleri hiç uygulanmamış kararlar tıpkı bu yıla benzer bir şekilde hayata geçirilmişti. Hem LGS’de hem de YKS sınavlarında sınavın yapısını etkileyen son sınıf düzeylerindeki 2. Dönem konularının sınav kapsamı dışında tutulması bu değişimlerin içerisinde en önemlisi oldu. Bunun yansıması da sınavların kapsamını ve sınavların beklenen ayır edici özelliğini kanımca olumsuz etkiledi.
LGS 2023’TE PUAN YIĞILIMI
1 milyon 30 bini aşkın öğrencinin girdiği LGS kapsamındaki merkezi sınava katılan toplam 562 öğrenci tüm sınav sorularını doğru yanıtlayarak 500 tam puanla birinciliği elde etti. Bu kadar çok öğrencinin LGS de birinci çıkması yanında özellikle % 0, %1 ve %2’lik dilimlerde aynı puanı alan pek çok öğrencinin bulunması tercih sürecinde öğrenci ve velilerin zorlanmalarına neden oldu, tercihlerini yaparken kafa karışıklığını beraberinde getirdi.
LGS 2023’te 2026 Öğrencinin (Örneklem) Puan Yığılımı

Tabloya bakınca 2026 öğrencinin LGS puanları bize sınavın zorluk derecesinin önceki yıllara göre biraz daha öğrencilerin yapabileceği düzeyde gerçekleştiğini ve özellikle üst puan dilimlerinde daha önce pek rastlamadığımız bir puan eşitliği yaşanmasına neden olduğunu gösteriyor. Tüm soruların yapılmasıyla birden fazla öğrencinin 500 tam puan alınmasına alışkın olan bizler bu kadar çok öğrencinin üst dilimlerde virgül sonrasında bile eşit puanlar almasını çok beklememiştik, yeni Milli Eğitim Bakanımız Prof. Dr. Yusuf Tekin’e bu durum sorulduğunda kendisi de bu durumu pek normal bulmadığını dile getirmişken üstelik.
Şimdi bu sıralar Liseye geçecek öğrencilerin tercih dönemi bitmek üzere ve MEB tarafından Temmuz’un 3. Haftası yerleştirme sonuçları açıklanacak. Ardından tüm okullar için serbest kayıt dönemine geçilerek özel-devlet ayırımı olmadan kontenjanlar doğrultusunda nakil süreçleri hızla devam edecek. Özellikle sınavın nispeten daha kolay yapılması, 2. Dönem konularının kapsam dışı bırakılması ve sınavda muaf tutulması, puan eşitliği halinde kılavuzda belirlenen doğum yılı dâhil farklı kriterlerin devreye girmesi gibi gerekçelerle bu sınav bir süre daha konuşulacaktır, ama bu da uzun sürmeyecek okullar açıldığında bu süreç zihinlerimizden de kendiliğinden silinecektir. Çocuklara ve ailelerine şimdiden hayırlı olsun diyorum.
YKS
Bir de madalyonun diğer yüzü bulunuyor elbette Lise son sınıf öğrencilerinin heyecanla sonucunu bekledikleri YKS ve sonuçları üzerine tercihler, heyecanlar, umutlar, beklentiler ve üniversiteli olma hayali.
Lise öğrencilerinin bir ya da iki yıldır süren hazırlıkları ile sınav maratonu 2023 yılı Haziran ayının 17 ve 18’inde gerçekleşti. Sınavın ilk oturumu olan ve tüm adayların girmek zorunda oldukları Temel Yeterlilik Testi’ne (TYT) 3 milyon 527 bin 466 aday, ikinci oturum olan Alan Yeterlilik Test’ine (AYT) 2 milyon 573 bin 156 aday başvuruda bulunmuştu. Üçüncü ve son oturum olan Yabancı Dil Testi’ne (YDT) ise İngilizceden 316 bin 572 adayın başvurusu bulunuyordu, bu sınava girenlerin ya da girmeyenlerin sayısını da sınav sonuçlarının açıklanmasından sonra öğrenebileceğiz.
Yükseköğretim Kurumları Sınavı sonuçlarına göre öğrenci kabul edilecek 208 üniversitenin örgün eğitim kontenjanı toplamda 853 bin olarak açıklandı. Bu kontenjanların dağılımına bakıldığında adaylar için Ön Lisans programlarında 388 bin, Lisans programlarında ise 465 bin kontenjan görüyoruz. Bu kontenjanların yaklaşık yüzde 21'i vakıf yükseköğretim kurumları tarafından kullanılıyor olacak. Bu arada depremzede öğrencilere toplamda 24 bin 641 ek kontenjan, 34 yaş ve üstü kadınlara da 8 bin 105'i lisans, 12 bin 937'si ön lisans olmak üzere toplam 21 bin 42 kontenjan dâhil toplam kontenjanının 1 milyon 111 bine ulaşması bekleniyor.

Tabii YKS’nin ilk oturumu olan ve tüm adayların katılmak zorunda olduğu sonuçları da daha çok ön lisans programlarına yerleştirmede ve özel yetenek sınavlarına başvurmada kullanılan Temel Yeterlilik Testi’ne (TYT) başvuran aday sayısı 3 milyon 527 bin 466 kişi görünüyor. Sınavın ikinci oturumu olan ve sonuçları Lisans yerleştirme programlarına yerleştirmelerde kullanılacak Alan Yeterlilik Testi’ne (AYT) ise 2 milyon 573 bin 156 aday katılmak için başvuruda bulunmuş. Her yıl olduğu gibi adayların gelecek planları farklılıklar gösterdiğinden TYT’ye giren adayların tümü AYT için başvuruda bulunmuyor.
Başvuruda bulunan ve bu yıl mezun olacak yaklaşık 880 bin Lise son sınıf öğrencisinin yanında üniversitede halen okuyan, mezun olmuş ya da bir ya da birden fazla sınava girerek yerleşememiş yaklaşık 2 milyon 600 bin civarında adayın varlığı nasıl açıklanabilir bilemiyorum. Bu yılki kalabalık başvurunun elbette farklı gerekçeleri olabilir ama son yıllarda artarak devam eden ivme ile başvuruların gelecek yıl 4 milyona yaklaşması bekleniyor. Bu sayının içerisinde başvuranların ancak ¼’ü lise son sınıf öğrencisi konumuna gelmesi geri kalan ¾’ünün de mezun olması açıklanabilir bir tablo olmaktan çıkıyor, başka bir ürkütücü taraf ise yine tüm başvuruların ¼’ünün de açık lise mezunlarından oluşuyor olmasıdır.
Deprem bölgesinde sınav başvurularının ücretsiz olması ve bölgedeki üniversitelere yüzde 25 ek kontenjan verilmesi dâhil gerekçelerin iyice irdelenmesi gerekiyor. Bugün değil bir iki üniversite mezunlarının bile işsiz kaldığı bir dönemde sosyolojik bir incelemeye hatta bilimsel bir eğitim bilim makalesine zemin hazırlayan bu sürecin yükseköğretim kurumlarının nitelikli eğitim vermelerine engel olduğunu düşünüyorum elbette bunun da derinlemesine tartışılması ele alınması gerekiyor.
ÖSYM tarafından açıklanan takvime göre YKS sonuçları 20 Temmuz 2023’te yani kısa bir süre sonra açıklanacak. Genelde rutin bir uygulama olarak sonuçların açıklanmasını takip eden ilk 10 gün içerisinde yerleştirme süreçleri için öğrencilerin tercihleri alınmaya başlanacak. YÖK, son birkaç yıldır Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzunu zamanında yayınlayarak tercih ve yerleştirme işlemlerinin takvimsel sürecini öne çekmiş ve üniversitelerde yeni eğitim ve öğretim yılını Eylül ayı içerisinde başlatılmasını sağlamıştır. Bu sayede ek yerleştirme takvimi de öne çekilerek bu kontenjanlardan yerleşen adayların eskiye nazaran eğitimlerine daha erken başlamalarına olanak sağlamıştır. Bu yıl da benzer bir uygulama iyi olacaktır.

SINAVLAR BÜYÜK YÜK
Her yıl yaptığımız sınavlar özellikle LGS ve YKS, çocukların taşıyamayacakları kadar büyük bir yüktür. Özellikle %10 luk bir kesim için gerçekleştirilen Ortaöğretime geçiş sınavı (LGS) bu sınavların en ağır olanı gibi duruyor, telafisi olmadığı gibi ergenlik döneminde olan yaşı küçük öğrencilerin ve maalesef ailelerinin psikolojik dayanıklılıkları için zorlu bir süreç. Evet devlette ve özel kurumlarda yer alan bazı okullar hariç ki bunların da alabileceği öğrenci sayıları genele göre oldukça azdır. Bu sınavın gerçekte bir anlamı yoktur ve öğrencileri küçük yaşlarında hem duygusal hem de fizyolojik olarak yıpratmaktadır.
Bunun yanında özellikle YKS için giderek artan bir aday başvurusu görüyoruz. Maalesef toplumumuzda iş ve meslek sahibi olma ile üniversite okuma arasında yüksek bir korelasyon olduğu algısı oldukça yaygın. Bu konuda yeterli bir bilimsel çalışmaya rastlamamakla beraber bu bağın gerçekte güçlü olduğunu söylemek bana göre pek de mümkün değil. Başvuran aday sayısının yüksekliği ister istemez adaylar arasında fiili bir rekabeti üst boyutlara taşıyor. Bu rekabetin yarattığı kaygı ve endişe ise ileride önlenemez birçok sorunun (okuduğu okuldan, meslekten mutsuz olma, geleceğe umutla bakamama, mutsuzluk, endişe, kaygı, içe kapanma, irrasyonel düşünceler, kendine zarar verme vb.) kaynağı olabilmektedir.
Her yıl başvuran adayların sayısındaki orantısız artış, ve özellikle Lise son sınıfta yer alan aday başvurusunun (bu yıl başvuruda bulunan adaylardan sadece 880 bine yakınını Lise son sınıf öğrencisi) 2, 3 katını aşar konuma gelmiş olan diğer adaylar (ikinci-üçüncü kez girenler, okuyanlar ya da mezunlar vb.) yükseköğretim sistemimizde iş dünyası ile üniversite eğitimi ile ilgili ihtiyaç analizine dayalı, planlı ve organize bir gelişim projesinin olmadığını gösteriyor maalesef.

Sınavın kendisine karşı değilim elbet, yıllardır bu koşullarda en adaletli yerleştirmenin bu sınavlar yolu ile yapılabileceğini söyleyen birisiyim, ama nitelik artışını nicelikten öne koyan ve ilk-orta hatta lise eğitiminin her şeyden önce sorgulanması gerektiğine inanan birisiyim. Mesleki eğitimin ilgisizlik yüzünden öne çıkarılamamasının, meslek sahibi olmanın tek yolunun sadece ve sadece üniversite okumak olduğunun dayatıldığı bir eğitim sisteminin yanlış olduğunu düşünüyorum.

Aşağıdaki tabloya baktığımızda gördüğümüz şey yukarıda anlattıklarımı kısaca özetliyor. Liseden mezun olan her öğrencinin Ortaöğretim Başarı Puanının (OBP) salt sınav başarısına karşı üniversiteye yerleştirme sırasında nasıl bir etki yarattığına ilişkindir. Sınavda ham puan alarak gerçek sınav başarısı gösteren aday sayısı bir iken (500 tam puan alan aday sayısı) OBP sayesinde bu sayı binlere, on binlere ulaşabiliyor.

Kısaca, Lise eğitiminin yetersizliği, sınava hazırlayan dershaneler gibi sınava hazırlayan okulların sayıca çoğaldığını, notlandırma sisteminin bilgi birikimini ölçmekten çok sınavın kendi mecrasına dolaylı yoldan müdahale etme yolu olarak kullanılmasını, şişirilmiş notlarla buna zemin hazırlanmasını doğru bulmuyorum. Eğitimde denetim eksikliğini, ölçme ve değerlendirmedeki noksanlıkları ve daha da ötesi günümüzün koşullarına uygun müfredat geliştirilmesi gerekliliğinin unutulmasını doğru bulmuyorum.
Bu pencereden bakınca da aslında her yıl kısır bir döngünün içerisinde yaşları 14-18 arasında olan gençlerin LGS ve YKS’de bir yarışın içerisinde olacağı bir düzen bulunuyor. Bizler de bu sahnede bazen rol çalarak (anne-baba) oyuncu oluyor, çoğu zaman da izleyici olarak gerçek sahne oyuncularını izliyoruz. Başarı kriteri ve sistem sınava dayalı olunca gerisi boş maalesef.
Son Güncelleme: Cuma, 21 Temmuz 2023 11:29
Gösterim: 878
Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı
Eğitim sistemimizdeki belirli dönemlerdekisistem değişikliklerinin genel hayat üzerinde olumlu/olumsuz etkilerini ve uzun yıllar silinmeyecek izleri görebiliyoruz.
Son yıllarda Liselerde son sınıfta okuyan öğrencilerin özellikle 2. Dönemden itibaren okula devam oranlarının düştüğünü devamsızlıktan kalma riski olan öğrenci sayısının çok olması nendeniyle de Milli Eğitim Bakanlığının hemen hemen her yıl Liselerin son sınıfında okuyan öğrencilerde devam zorunluluğu aranmayacağına yönelik resmi açıklamaları olur.
Bütün bu uygulamaların genelde bir nedeni ve açıklaması da vardır. Son yıllarda deprem ya da bu yıl olduğu gibi deprem ve veya seçim sürecinde olmak gibi. Bu kadar sosyal ve fiziki gerekçelerin yer almadığında da “sınavlar” gerçeğinin değişmez bir sorunumuz olduğu ülkemizde Üniversite sınavına hazırlanan bir gencin özellikle son sınıf düzeyinde okuldan daha çok dershanelere yönelmesi ve bunu önceliklendirmesi, sınavı kazanan öğrencilerin devamszılıkları nedeniyle sınıf tekrarına kalşma riskleri ve hatta açık lliselere yönelik artan bir geçişin yarattığı fiili durumlarda bir gerekçe olarak karşımıza çıkıyor.
Elbette bu durum bütünsel olarak bakıldığında ortaöğretimde okuyan her gencin ve ailenin sınava hazırlık dönemi olarak gördüğü 12. Sınıf düzeyinde kafasını karıştırıyor ve oldukça da öğrencileri okuldan uzaklaştırıyor.
Ortaöğretimin yeniden yapılandırılması için belirli dönemlerde atılan adımların en sonuncusu bir önceki Millli Eğitim Bakanı Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk tarafından açıklanan 2023 Vizyon belgesi idi. “Güçlü Yarınlar İçin 2023 Eğitim Vizyonu” başlığıyla eğitimin temel paydaşları olan okul, öğretmen, öğrenci ve içeriğe yönelik 300’ü aşkın hedef belirtilen belgede bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için üç yıllık bir plan taslağı sunulmuştu. Bu belgenin önemli bir kısmı da ortaöğretimde erişilmesi hedeflenen yönelik planlamalara ayrılmış idi.
Bakan Selçuk açıklamalarında ortaöğretim müfredatında Anglosakson ülkelerde ve Japonya, Singapur gibi devletlerde 5-6 ders bulunduğunu, Türkiye’de ise bu sayının 15-16 olduğunu belirterek bunların azaltılması gerekliliğini vurgulamış hatta belirlenen yeni eğitim modelinde ders sayıları 9. sınıfta 8'e, 10. sınıfta 9'a, 11. sınıfta 9'a, 12. sınıfta 7'ye düşürüldüğü açıklanmıştı. Bu durumun çocukların sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlere vakit ayıramamasına, yalnızca üstünkörü sınavlara hazırlanmasına, bu nedenle derin analitik düşünme becerilerini geliştirememesine neden olduğunu vurgulamış bu nednele de alan/ders seçiminin 9. sınıfta gerçekleştirilmesi ve pilot bölgelerden başlamak üzere 12. sınıflara yönelik yükseköğretime hazırlık ve oryantasyon programlarının düzenlenmesi gerektiğine yer vermişti.
Eğitim kurumlarının eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yürütüldüğü bir alan olmasının yanında bu süreçteki önemli işlevlerinden biri de bireysel ve toplumsal normalleşmeye katkı sağlamasıdır. Biraz hayata dönüş, yeniden işlevleri olan okullarla ilgili alınacak kararların da bu sistematik içerisinde gerçekleştirilmesi gerekir, biraz geriye gidersek Liselerin dört yıla çıkarılması da aniden alınan bu tür kararların en önemlilerinden biri olmuştur.
AB ile ilişkilerin iyi olduğu bir dönemde ve AB ilerleme raporlarında reform sayılabilecek olan adımların atılmasının gerektiği bir dönemde alındı Liselerin dört yıla çıkarılması kararı. Eğitim ve öğretim süresini bu ülkelerdeki düzeye çıkarabilmek adına 2003-2009 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı yapan Doç. Dr. Hüseyin Çelik ile o dönemde (2003-2006) Talim Terbiye Kurulu Başkanı olarak görev yapan Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk tarafından 2005-2006 eğitim ve öğretim yılından itibaren uygulanacağı bildirilmişti. Çok da üzerinde düşünülmeden gerçekleşen bu değişim aradan geçen 20 yıla yakın bir sürede özellikle kademeler arası geçişin sınava dayalı olduğu ülkemizde beklenen faydayı sağladı mı tartışılır. Bu konuda literatür taraması yapıldığında çok da bir akademik veriye ulaşamıyorsunuz.
Ancak Millî Eğitim Bakanlığı Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi Başkanlığı tarafından 2010 yılında yani uygulamanın ilk mezunlarını verdiği yılda gerçekleştirilen “Ortaöğretimin Öğretim Süresi Bakımından Değerlendirilmesi” başlıklı çalışma bu konuda yapılmış sanırım en kapsamlı araştırma niteliğini taşıyor.
Bu araştırma, ortaöğretimin dört yıla çıkarılmasının okullar, programlar, öğrenciler ve veliler açısından ortaya koyduğu sonuçları değerlendirmek maksadıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırma, 1571 ortaöğretim kurumu öğretmeni, 4679 öğrenci ve 1718 veli olmak üzere toplamda 7968 kişiden alınan verilerle ve tarama modelinde yapılandırılmış tır.
Araştırma çerçevesinde öğrenci öğretmen ve velilere “Liselerin Dört Yıla Çıkarılmasının Öğrenciler Üzerindeki Etkileri sorulmuş ve aşağıda yer alan sonuçlara ulaşılmıştır.

Öğretmenlerin liselerde öğretim süresinin dört yıla çıkarılmasının öğrenciler üzerindeki etkileri konusundaki görüşlerine göre;
“Liselerdeki öğrencilerin okuldan tasdiknameyle ayrılmalarını”,%60,2 oranında “Değiştirmedi” şeklinde değerlendikleri, “Liselerdeki öğrenci devamsızlığını” %51,4 oranında “Artırdı” şeklinde değerlendirdikleri, görülmüştür. Öğrencilerin Açık Öğretim Lisesine geçişini” %50,5 oranında “Değiştirmedi”, %39,7 oranında “Artırdı” şeklinde değerlendikleri vermiş oldukları cevaplardan anlaşılmaktadır. Liselerin öğretim süresinin dört yıla çıkarılmasının “Öğrencilerin okula ilgilerini”azalttığınıdüşünenöğretmenlerinoranı%44,9ikenbunundeğişmediğiniifadeeden öğretmenlerin oranı %43,5’tur. “Öğrencilerin dershanelere gittiği toplam süreyi” dört yıllık eğitimin artırdığı düşüncesinin öğretmenlerde mevcut olduğu söylenebilir. “Artırdı” cevabın veren öğretmenlerin oranı da %68,8’dir.
Araştırmaya katılan öğrencilerin, liselerin dört yıla çıkarılmasının kendileriyle ilgili durumları ne yönde etkilediği konusundaki görüşlerinin dağılımı da aşağıda yer almaktadır.

Elde edilen verilere göre “Öğrenci devamsızlıklarını”, “Kısmen artırdığını” düşündükleri verdikleri cevaplardan anlaşılmaktadır. Öğrencilerin okul terklerini ne yönde etkilediğine dair soruda öğrencilerin cevapları “Kısmen artırdı” şeklinde olmuştur. Öğrenci görüşlerinin bu konuda öğretmenlerin görüşleriyle aynı olduğu da görülmektedir. Öğrencilerin dershaneye gitme sürelerini de %68,1 oranında artırdığı (Çok artırdı ve Kısmen artırdı) anlaşılmıştır.Kaynaklar kısmında verilen araştırmanın tümü incelendiğinde de görüleceği gibi velilere sorulan sorulardan da benzeri cevaplar alındığı anlaşılmaktadır.
Kısaca öğrenciler 12. Sınıfa geldiklerinde özellikle 2. Dönemden itibaren okulları boşaltıyorlar. Bu son 3 yıldır yaşanan bir sorun değildir. Üniversite sınavına hazırlanılan her yıl lise son sınıftaki öğrenciler çoğunlukla okulun ikinci yarıyıl döneminde çalışmalarını hızlandırıyor ve müfredat konularından ziyade eksiklerini tamamlamaya ağırlık veriyor. Yıllardır süregelen bu durum Milli Eğitim Bakanlığının da göz yumduğu hatta zaman zaman teşvik ettiği bir hale geldi. Dershanelerin kapatıldığı söylenen bir dönemde 12. sınıflar için her yıl bir biçimde okuldan uzaklaşmaları adına her şeyi yapan bir MEB var maalesef. Sene başından beri devamsızlık yapan öğrencide ve anne babalarında nasıl olsa af çıkacaktır mantığı yerleşmeye başladı, bu da sınava hazırlık sürecini okul dışı kaynaklara yöneltme eğilimini artıran bir unsur.
Yıllardır süregelen ve öğrencilerin yıllık devamsızlık haklarıyla sınırlı olan bu fiili durum, genellikle MEB tarafından da kabul görüyor ve lise son sınıf öğrencilerine muafiyet getiriliyor.“Eğitimde 2023 Vizyonu” tam da bu soruna çözüm yaratacak hedeflerle yola çıkmıştı. 4 yıllık liseyi 3 yıla indirmese de üniversite hedefi olan öğrenci için kariyer planlamasına etki edecek, ders sayısını azaltacak ve sınava hazırlık programı sağlayacak bir planlama düşünülmüştü ama maalesef hayata geçirilemedi.
Prof. Dr Soner Yıldırım hocamız da hem devam konusu hem de Liselerin 4 yıl oluşu ile ilgili olarak; “Lisenin 3 yıldan 4 yıla çıkarılması ve 4+4+4 eğitim sistemi gibi politikaların bilimsel yöntemlerle belirlenmemesi lise son sınıfta akademik müfredatın boş kalmasına neden olmuştur. Bu durum doğal olarak öğrencileri son sene okuldan uzaklaştırıp açık liseye yönelmesine neden oluyor. Açık lisedeki öğrenci sayısı, liseye gitmesi gereken popülasyonun 3’te 1’ine karşılık geliyor ki bu korkunç bir şey" diyor.
Nereden bakılırsa bakılsın kendi elimizle ve kendi politikalarımızla liselerin neden 4 yıl eğitim verdiğini, neden 4 yıllık bir eğitimde müfredatta son yılın içini dolduramadığımızı , neden öğrencilerin, velilerin hatta Milli Eğitim Balkanlığının bu gelişmelere sessiz kalarak onay verdiğini hatta daha ileri gidip bunu neden destekleyen bir topluma dönüştüğümüzü sorgulamamız gerekir diye düşünüyorum.
Kaynak.
https://www.meb.gov.tr/earged/earged/Ortaog_ogrt_s%C3%BCresi_bak_deger.pdf
https://www.gmka.gov.tr/dokumanlar/yayinlar/2023_E%C4%9Fitim%20Vizyonu.pdf
Üst Kategori: ROOT Kategori: Alparslan Dartan
Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı
Eğitim sistemimizdeki belirli dönemlerdekisistem değişikliklerinin genel hayat üzerinde olumlu/olumsuz etkilerini ve uzun yıllar silinmeyecek izleri görebiliyoruz.
Son yıllarda Liselerde son sınıfta okuyan öğrencilerin özellikle 2. Dönemden itibaren okula devam oranlarının düştüğünü devamsızlıktan kalma riski olan öğrenci sayısının çok olması nendeniyle de Milli Eğitim Bakanlığının hemen hemen her yıl Liselerin son sınıfında okuyan öğrencilerde devam zorunluluğu aranmayacağına yönelik resmi açıklamaları olur.
Bütün bu uygulamaların genelde bir nedeni ve açıklaması da vardır. Son yıllarda deprem ya da bu yıl olduğu gibi deprem ve veya seçim sürecinde olmak gibi. Bu kadar sosyal ve fiziki gerekçelerin yer almadığında da “sınavlar” gerçeğinin değişmez bir sorunumuz olduğu ülkemizde Üniversite sınavına hazırlanan bir gencin özellikle son sınıf düzeyinde okuldan daha çok dershanelere yönelmesi ve bunu önceliklendirmesi, sınavı kazanan öğrencilerin devamszılıkları nedeniyle sınıf tekrarına kalşma riskleri ve hatta açık lliselere yönelik artan bir geçişin yarattığı fiili durumlarda bir gerekçe olarak karşımıza çıkıyor.
Elbette bu durum bütünsel olarak bakıldığında ortaöğretimde okuyan her gencin ve ailenin sınava hazırlık dönemi olarak gördüğü 12. Sınıf düzeyinde kafasını karıştırıyor ve oldukça da öğrencileri okuldan uzaklaştırıyor.
Ortaöğretimin yeniden yapılandırılması için belirli dönemlerde atılan adımların en sonuncusu bir önceki Millli Eğitim Bakanı Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk tarafından açıklanan 2023 Vizyon belgesi idi. “Güçlü Yarınlar İçin 2023 Eğitim Vizyonu” başlığıyla eğitimin temel paydaşları olan okul, öğretmen, öğrenci ve içeriğe yönelik 300’ü aşkın hedef belirtilen belgede bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için üç yıllık bir plan taslağı sunulmuştu. Bu belgenin önemli bir kısmı da ortaöğretimde erişilmesi hedeflenen yönelik planlamalara ayrılmış idi.
Bakan Selçuk açıklamalarında ortaöğretim müfredatında Anglosakson ülkelerde ve Japonya, Singapur gibi devletlerde 5-6 ders bulunduğunu, Türkiye’de ise bu sayının 15-16 olduğunu belirterek bunların azaltılması gerekliliğini vurgulamış hatta belirlenen yeni eğitim modelinde ders sayıları 9. sınıfta 8'e, 10. sınıfta 9'a, 11. sınıfta 9'a, 12. sınıfta 7'ye düşürüldüğü açıklanmıştı. Bu durumun çocukların sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlere vakit ayıramamasına, yalnızca üstünkörü sınavlara hazırlanmasına, bu nedenle derin analitik düşünme becerilerini geliştirememesine neden olduğunu vurgulamış bu nednele de alan/ders seçiminin 9. sınıfta gerçekleştirilmesi ve pilot bölgelerden başlamak üzere 12. sınıflara yönelik yükseköğretime hazırlık ve oryantasyon programlarının düzenlenmesi gerektiğine yer vermişti.
Eğitim kurumlarının eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yürütüldüğü bir alan olmasının yanında bu süreçteki önemli işlevlerinden biri de bireysel ve toplumsal normalleşmeye katkı sağlamasıdır. Biraz hayata dönüş, yeniden işlevleri olan okullarla ilgili alınacak kararların da bu sistematik içerisinde gerçekleştirilmesi gerekir, biraz geriye gidersek Liselerin dört yıla çıkarılması da aniden alınan bu tür kararların en önemlilerinden biri olmuştur.
AB ile ilişkilerin iyi olduğu bir dönemde ve AB ilerleme raporlarında reform sayılabilecek olan adımların atılmasının gerektiği bir dönemde alındı Liselerin dört yıla çıkarılması kararı. Eğitim ve öğretim süresini bu ülkelerdeki düzeye çıkarabilmek adına 2003-2009 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı yapan Doç. Dr. Hüseyin Çelik ile o dönemde (2003-2006) Talim Terbiye Kurulu Başkanı olarak görev yapan Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk tarafından 2005-2006 eğitim ve öğretim yılından itibaren uygulanacağı bildirilmişti. Çok da üzerinde düşünülmeden gerçekleşen bu değişim aradan geçen 20 yıla yakın bir sürede özellikle kademeler arası geçişin sınava dayalı olduğu ülkemizde beklenen faydayı sağladı mı tartışılır. Bu konuda literatür taraması yapıldığında çok da bir akademik veriye ulaşamıyorsunuz.
Ancak Millî Eğitim Bakanlığı Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi Başkanlığı tarafından 2010 yılında yani uygulamanın ilk mezunlarını verdiği yılda gerçekleştirilen “Ortaöğretimin Öğretim Süresi Bakımından Değerlendirilmesi” başlıklı çalışma bu konuda yapılmış sanırım en kapsamlı araştırma niteliğini taşıyor.
Bu araştırma, ortaöğretimin dört yıla çıkarılmasının okullar, programlar, öğrenciler ve veliler açısından ortaya koyduğu sonuçları değerlendirmek maksadıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırma, 1571 ortaöğretim kurumu öğretmeni, 4679 öğrenci ve 1718 veli olmak üzere toplamda 7968 kişiden alınan verilerle ve tarama modelinde yapılandırılmış tır.
Araştırma çerçevesinde öğrenci öğretmen ve velilere “Liselerin Dört Yıla Çıkarılmasının Öğrenciler Üzerindeki Etkileri sorulmuş ve aşağıda yer alan sonuçlara ulaşılmıştır.

Öğretmenlerin liselerde öğretim süresinin dört yıla çıkarılmasının öğrenciler üzerindeki etkileri konusundaki görüşlerine göre;
“Liselerdeki öğrencilerin okuldan tasdiknameyle ayrılmalarını”,%60,2 oranında “Değiştirmedi” şeklinde değerlendikleri, “Liselerdeki öğrenci devamsızlığını” %51,4 oranında “Artırdı” şeklinde değerlendirdikleri, görülmüştür. Öğrencilerin Açık Öğretim Lisesine geçişini” %50,5 oranında “Değiştirmedi”, %39,7 oranında “Artırdı” şeklinde değerlendikleri vermiş oldukları cevaplardan anlaşılmaktadır. Liselerin öğretim süresinin dört yıla çıkarılmasının “Öğrencilerin okula ilgilerini”azalttığınıdüşünenöğretmenlerinoranı%44,9ikenbunundeğişmediğiniifadeeden öğretmenlerin oranı %43,5’tur. “Öğrencilerin dershanelere gittiği toplam süreyi” dört yıllık eğitimin artırdığı düşüncesinin öğretmenlerde mevcut olduğu söylenebilir. “Artırdı” cevabın veren öğretmenlerin oranı da %68,8’dir.
Araştırmaya katılan öğrencilerin, liselerin dört yıla çıkarılmasının kendileriyle ilgili durumları ne yönde etkilediği konusundaki görüşlerinin dağılımı da aşağıda yer almaktadır.

Elde edilen verilere göre “Öğrenci devamsızlıklarını”, “Kısmen artırdığını” düşündükleri verdikleri cevaplardan anlaşılmaktadır. Öğrencilerin okul terklerini ne yönde etkilediğine dair soruda öğrencilerin cevapları “Kısmen artırdı” şeklinde olmuştur. Öğrenci görüşlerinin bu konuda öğretmenlerin görüşleriyle aynı olduğu da görülmektedir. Öğrencilerin dershaneye gitme sürelerini de %68,1 oranında artırdığı (Çok artırdı ve Kısmen artırdı) anlaşılmıştır.Kaynaklar kısmında verilen araştırmanın tümü incelendiğinde de görüleceği gibi velilere sorulan sorulardan da benzeri cevaplar alındığı anlaşılmaktadır.
Kısaca öğrenciler 12. Sınıfa geldiklerinde özellikle 2. Dönemden itibaren okulları boşaltıyorlar. Bu son 3 yıldır yaşanan bir sorun değildir. Üniversite sınavına hazırlanılan her yıl lise son sınıftaki öğrenciler çoğunlukla okulun ikinci yarıyıl döneminde çalışmalarını hızlandırıyor ve müfredat konularından ziyade eksiklerini tamamlamaya ağırlık veriyor. Yıllardır süregelen bu durum Milli Eğitim Bakanlığının da göz yumduğu hatta zaman zaman teşvik ettiği bir hale geldi. Dershanelerin kapatıldığı söylenen bir dönemde 12. sınıflar için her yıl bir biçimde okuldan uzaklaşmaları adına her şeyi yapan bir MEB var maalesef. Sene başından beri devamsızlık yapan öğrencide ve anne babalarında nasıl olsa af çıkacaktır mantığı yerleşmeye başladı, bu da sınava hazırlık sürecini okul dışı kaynaklara yöneltme eğilimini artıran bir unsur.
Yıllardır süregelen ve öğrencilerin yıllık devamsızlık haklarıyla sınırlı olan bu fiili durum, genellikle MEB tarafından da kabul görüyor ve lise son sınıf öğrencilerine muafiyet getiriliyor.“Eğitimde 2023 Vizyonu” tam da bu soruna çözüm yaratacak hedeflerle yola çıkmıştı. 4 yıllık liseyi 3 yıla indirmese de üniversite hedefi olan öğrenci için kariyer planlamasına etki edecek, ders sayısını azaltacak ve sınava hazırlık programı sağlayacak bir planlama düşünülmüştü ama maalesef hayata geçirilemedi.
Prof. Dr Soner Yıldırım hocamız da hem devam konusu hem de Liselerin 4 yıl oluşu ile ilgili olarak; “Lisenin 3 yıldan 4 yıla çıkarılması ve 4+4+4 eğitim sistemi gibi politikaların bilimsel yöntemlerle belirlenmemesi lise son sınıfta akademik müfredatın boş kalmasına neden olmuştur. Bu durum doğal olarak öğrencileri son sene okuldan uzaklaştırıp açık liseye yönelmesine neden oluyor. Açık lisedeki öğrenci sayısı, liseye gitmesi gereken popülasyonun 3’te 1’ine karşılık geliyor ki bu korkunç bir şey" diyor.
Nereden bakılırsa bakılsın kendi elimizle ve kendi politikalarımızla liselerin neden 4 yıl eğitim verdiğini, neden 4 yıllık bir eğitimde müfredatta son yılın içini dolduramadığımızı , neden öğrencilerin, velilerin hatta Milli Eğitim Balkanlığının bu gelişmelere sessiz kalarak onay verdiğini hatta daha ileri gidip bunu neden destekleyen bir topluma dönüştüğümüzü sorgulamamız gerekir diye düşünüyorum.
Kaynak.
https://www.meb.gov.tr/earged/earged/Ortaog_ogrt_s%C3%BCresi_bak_deger.pdf
https://www.gmka.gov.tr/dokumanlar/yayinlar/2023_E%C4%9Fitim%20Vizyonu.pdf
Son Güncelleme: Cumartesi, 27 May 2023 14:54
Gösterim: 1215
Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı
Milli Eğitim Bakanlığına atanan Prof. Dr. Yusuf Tekin, aslında Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü alanından bir profesör. Bakan Tekin, 15 Eylül 2018'de göreve başladığı Hacı Bayram Veli Üniversitesi Rektörlüğü görevini sürdürürken 4 Haziran 2023 tarihinde yeni açıklanan kabinede Millî Eğitim Bakanı olarak atandı. Tekin, Milli Eğitim Bakanlığına yabancı bir isim değil aslında. Bakanlıkta önemli bir görev olan Müsteşarlık görevine 2013'te başlamış ve aralıklarla da Bakanlığın önemli bürokratlarından birisi olmuştu. Milli Eğitim Bakanlığının ülke açısından ne kadar önemli olduğunu, hayattaki bireysel ve toplumsal değişimin ve ilerlemenin eğitimden geçtiğini bilen akademisyenlerden birisi. Öğretmen kökenli olmasa da öğretmenlerin sorunlarına da oldukça vakıf bir isim.
Milli Eğitim Bakanlığı ile ilgili tüm gelişmeleri yakından izlemek bazen olası olmuyor ama ülkemizin geleceğini ilgilendiren en önemli konuların başında yer alan eğitim meselelerini hem yeni bakanların atanmaları döneminde hem de bakanlığın uygulamalarında istatistik veri tutar gibiyakından takip etmeye çalışıyoruz.
Prof. Dr. Yusuf Tekin, Türkiye’nin gelecek 5 yıl da dâhil neredeyse 25 yılında iktidar olan bir anlayışın temsilcisi bir hükümetin bu göreve atanan 9. ve son Milli Eğitim Bakanı oldu. Sayın Tekin aynı zamanda 1920 yılından bugüne geçen 98 yılda 67. Milli Eğitim Bakanı olarak da tarihe geçmiş oldu.
Yıllar geçtikçe dünyada ve ülkemizde sosyal, siyasal ve ekonomik değişimler hız kazanırken, iletişim ve değişim rüzgârları hızla eserken bu değişim ve dönüşüm çağının gereklerini yerine getirebilecek donanıma sahip ve bu hıza uyum sağlayacak uygulayıcı bir bakanlık anlayışına ve bürokrasisine ihtiyaç artmıştır. Sadece Türkiye’yi değil tüm dünyayı etkileyen pek çok doğal ve sosyolojik olay ve olguların etkisi icracı bir bakanlık olan Milli Eğitim’in her bir biriminden bir adım önde olmasını daha da beklenir kılmaktadır.
AK Partinin iktidarda olduğu son 21 yılda Milli Eğitim Bakanlığına farklı sürelerde görev yapmış olsalar da 9 farklı ismin getirilmesi istikrar ve süreklilik arz eden bir icracı bakanlıkta beklenen bir durum olmasa gerek. Üstelik tüm Milli Eğitim Bakanlarının eğitim işinin bir ülke meselesi olduğunu söylediği bir yerde uzun soluklu, geleceğin inşa edileceği bir bakanlıkta bu kadar çok değişimi anlamlandırmak gerçekten zor.

Milli Eğitim’e bağlı kurumlar ve özellikle okullar, bir toplumun sosyalleşmesinde ve değerlerinin bireylere aktarımında en önemli kurumlardır. Bu nedenle okullar kabuk değiştiren sosyal hayatın ve devlet anlayışının içerisinde işlevleri bakımından daha fazla yaratıcı daha fazla dinamik daha fazla üretken ve daha fazla rekabet gücüne erişebilmelidirler. Ancak insanımız gibi, eğitim sistemimiz de hassas ve kırılgan bir yapıya sahiptir. Son 35 yılda 18 farklı isim bakanlık koltuğuna oturmuş, ortalamaya vursanız 2 yılda bir bakan değişmiş. Bu durumda eğitim politikalar üstü bir yer edinebilir mi ülke siyasetinde, elbette hayır, oysa kriz anlarında kararlar veriye dayalı alınırken bir ekip olma işi, ortak akıl yaratma isteği de organizasyonun bir parçası olmalıdır. İki yıl ortalamalı bakanlık deneyimleri aslında tek kürekle kayık çekmeye benziyor hızınız az, yönünüz puslu, limana varmanız da pek mümkün değildir.
Bugün Türkiye’de ilk ve ortaöğretim kurumlarında eğitim gören 19 milyondan fazla öğrenci ve 1 milyonu aşkın öğretmen bulunuyor. Türkiye’de eğitim sisteminin pek çok sorun ile karşı karşıya olduğu, sık sık bakan ve politika değişiklikleriyle istikrarlı bir yönetim anlayışının olmamasının da bu sorunların çözümünü güçleştirdiğinin herkes farkında. Bu uzmanlarca ifade edildiği kadar mevcut iktidar tarafından da zaman zaman dile getirilmektedir.
Siyasetin gölgesinde bir bakanlığın istikrarlı ve sürdürülebilir politikalar üretebilmesi kolay değildir. Bu nedenle toplumu ilgilendiren önemli konularda hem bütünü hem de bütünü oluşturan parçaları önemsemek ve geniş açıdan olayları, durumları, olguları değerlendirmek gerekir. Bir bakanın değişimi ile o bakanlıktaki neredeyse tüm üst düzey kadro değişiyor. Hem kurumsal hafıza zayıflıyor hem de sürdürülebilir politika üretmek zorlaşıyor, bir de bu iki yılda bir değiştiğinde nitelikli politikalar üretmek de oldukça zorlaşıyor. Yeni Bakanımız Yusuf Tekin’in yabancısı olmadığı bir kurumda önündeki sorunlara yabancılık çekmesini beklemiyoruz elbette. Ama üst düzey bürokratken de vakıf olduğu sorunlar yine aynı ve benzer sorunlar şimdi en tepede ve masasında belki daha da artarak duruyor.
Eğitim ile öğretim süreçleri arasındaki farkı, bireyin bireysel gelişimi ile toplumun toplumsal gelişimini hem birbirinden bağımsız ele almak hem de birbirinin önemli bir tamamlayıcısı olduğu gerçeği unutulmamalı. Sınavlar, süreç değerlendirme için kullanılması gerekirken sonucun belirleyici konumuna gelince evrensel kavramından çıkıyor bu da iyi-kötü, doğru-yanlış, başarılı-başarısız algısının yaratılmasına neden oluyor.
Öğretmen yeterliliklerinin hedeflenenden oldukça düşük olması, yabancı dil eğitiminin neredeyse unutulması, okul öncesi eğitimin zorunlu eğitim kapsamına alınamaması, eğitime erişimin yeterli ve mümkün olmadığı durumlar, eğitimde cinsiyetçi yaklaşımlar, okullaşma oranları ve öğretmen sayılarındaki niceliksel artışların yanında niteliksel artışa yönelik çalışmaların yetersizliği önemli sorunlardır. Ayrıca eğitim alma süreleri, 12 yıllık zorunlu eğitim, eğitim süreleriyle paralel müfredat ve kazanım ölçütlerinin oluşturulamaması, ezbere dayalı eğitim, eğitimin sürece odaklı değil de sonuca odaklı olmayı hedeflemesi, mesleki ve teknik liselere yönlendirmelerin eksikliği, ara insan gücü ihtiyacının eğitimsel çerçevede planlı bir şekilde ele alınamaması, okulların dikey yapılanmada birbirini destekleyici müfredata sahip olmaması, iş dünyası ile MEB ve YÖK arasındaki ilişkisizlik tüm bunlar buz dağının görünün kısmını oluşturuyor. Daha nicesinden söz etmek mümkündür elbette.
Millî Eğitim Bakanlığı her yıl Mart ayı sonunda Bakanlığı İdareFaaliyet Raporunu yayınlar. Önceki bakanların yaptığı gibi bir süre sonra kendisinin de imzasının olacağı bu raporların sonuncusu bir önceki Millî Eğitim Bakan Mahmut Özer tarafından “Millî Eğitim Bakanlığı 2021 Yılı İdareFaaliyet Raporu” ismiyle yayımlanmıştı. Bakanlığın 2019-2023 Stratejik Planı’nda yer alan üstünlükler ve zayıflıklar ekonomik koşullar, bütçe imkânlarıve beklentiler ışığında değerlendirilerek hazırlanan “zayıflıklar” bölümünde şunlara yer verilmiştir.
* Hayat boyu öğrenme kapsamındaki faaliyetlere ilişkin farkındalığın istenilen düzeyde olmaması
* Eğitim ve öğretim analizi sonucu okullar arası başarı farkının bulunması
* Yabancı dil eğitiminin tür ve ihtiyaca göre belirlenmesinde istenilen noktada olunmaması
* Öğretmenlerin mesleki ve kişisel gelişimlerine yönelik eğitim programlarının yeterli düzeyde olmaması
* İnsan kaynaklarının/entelektüel sermayenin niteliği ve yeterliliğinin istenilen düzeyde olmaması
* Örgütsel öğrenme, bilgi paylaşımı ve birimler arası koordinasyonun istenilen düzeyde olmaması
* Veriye dayalı politika geliştirme ve bütünleşik bir veri sisteminin istenilen düzeyde olmaması
* Mesleki eğitimin avantajlarına yönelik farkındalığın istenilen düzeyde olmaması
* Okul öncesi eğitimde okullaşma oranının istenilen düzeyde olmaması
* Sayın Tekin’in kendi bakanlığınca hazırlanan 2021 yılı raporunda dile getirilen güçlükleri aşmasını temenni ediyorum elbette.
Kaynakça
https://sgb.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2022_03/01003833_MEB_2021_YYlY_Ydare_Faaliyet_Raporu.pdf
Üst Kategori: ROOT Kategori: Alparslan Dartan
Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı
Milli Eğitim Bakanlığına atanan Prof. Dr. Yusuf Tekin, aslında Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü alanından bir profesör. Bakan Tekin, 15 Eylül 2018'de göreve başladığı Hacı Bayram Veli Üniversitesi Rektörlüğü görevini sürdürürken 4 Haziran 2023 tarihinde yeni açıklanan kabinede Millî Eğitim Bakanı olarak atandı. Tekin, Milli Eğitim Bakanlığına yabancı bir isim değil aslında. Bakanlıkta önemli bir görev olan Müsteşarlık görevine 2013'te başlamış ve aralıklarla da Bakanlığın önemli bürokratlarından birisi olmuştu. Milli Eğitim Bakanlığının ülke açısından ne kadar önemli olduğunu, hayattaki bireysel ve toplumsal değişimin ve ilerlemenin eğitimden geçtiğini bilen akademisyenlerden birisi. Öğretmen kökenli olmasa da öğretmenlerin sorunlarına da oldukça vakıf bir isim.
Milli Eğitim Bakanlığı ile ilgili tüm gelişmeleri yakından izlemek bazen olası olmuyor ama ülkemizin geleceğini ilgilendiren en önemli konuların başında yer alan eğitim meselelerini hem yeni bakanların atanmaları döneminde hem de bakanlığın uygulamalarında istatistik veri tutar gibiyakından takip etmeye çalışıyoruz.
Prof. Dr. Yusuf Tekin, Türkiye’nin gelecek 5 yıl da dâhil neredeyse 25 yılında iktidar olan bir anlayışın temsilcisi bir hükümetin bu göreve atanan 9. ve son Milli Eğitim Bakanı oldu. Sayın Tekin aynı zamanda 1920 yılından bugüne geçen 98 yılda 67. Milli Eğitim Bakanı olarak da tarihe geçmiş oldu.
Yıllar geçtikçe dünyada ve ülkemizde sosyal, siyasal ve ekonomik değişimler hız kazanırken, iletişim ve değişim rüzgârları hızla eserken bu değişim ve dönüşüm çağının gereklerini yerine getirebilecek donanıma sahip ve bu hıza uyum sağlayacak uygulayıcı bir bakanlık anlayışına ve bürokrasisine ihtiyaç artmıştır. Sadece Türkiye’yi değil tüm dünyayı etkileyen pek çok doğal ve sosyolojik olay ve olguların etkisi icracı bir bakanlık olan Milli Eğitim’in her bir biriminden bir adım önde olmasını daha da beklenir kılmaktadır.
AK Partinin iktidarda olduğu son 21 yılda Milli Eğitim Bakanlığına farklı sürelerde görev yapmış olsalar da 9 farklı ismin getirilmesi istikrar ve süreklilik arz eden bir icracı bakanlıkta beklenen bir durum olmasa gerek. Üstelik tüm Milli Eğitim Bakanlarının eğitim işinin bir ülke meselesi olduğunu söylediği bir yerde uzun soluklu, geleceğin inşa edileceği bir bakanlıkta bu kadar çok değişimi anlamlandırmak gerçekten zor.

Milli Eğitim’e bağlı kurumlar ve özellikle okullar, bir toplumun sosyalleşmesinde ve değerlerinin bireylere aktarımında en önemli kurumlardır. Bu nedenle okullar kabuk değiştiren sosyal hayatın ve devlet anlayışının içerisinde işlevleri bakımından daha fazla yaratıcı daha fazla dinamik daha fazla üretken ve daha fazla rekabet gücüne erişebilmelidirler. Ancak insanımız gibi, eğitim sistemimiz de hassas ve kırılgan bir yapıya sahiptir. Son 35 yılda 18 farklı isim bakanlık koltuğuna oturmuş, ortalamaya vursanız 2 yılda bir bakan değişmiş. Bu durumda eğitim politikalar üstü bir yer edinebilir mi ülke siyasetinde, elbette hayır, oysa kriz anlarında kararlar veriye dayalı alınırken bir ekip olma işi, ortak akıl yaratma isteği de organizasyonun bir parçası olmalıdır. İki yıl ortalamalı bakanlık deneyimleri aslında tek kürekle kayık çekmeye benziyor hızınız az, yönünüz puslu, limana varmanız da pek mümkün değildir.
Bugün Türkiye’de ilk ve ortaöğretim kurumlarında eğitim gören 19 milyondan fazla öğrenci ve 1 milyonu aşkın öğretmen bulunuyor. Türkiye’de eğitim sisteminin pek çok sorun ile karşı karşıya olduğu, sık sık bakan ve politika değişiklikleriyle istikrarlı bir yönetim anlayışının olmamasının da bu sorunların çözümünü güçleştirdiğinin herkes farkında. Bu uzmanlarca ifade edildiği kadar mevcut iktidar tarafından da zaman zaman dile getirilmektedir.
Siyasetin gölgesinde bir bakanlığın istikrarlı ve sürdürülebilir politikalar üretebilmesi kolay değildir. Bu nedenle toplumu ilgilendiren önemli konularda hem bütünü hem de bütünü oluşturan parçaları önemsemek ve geniş açıdan olayları, durumları, olguları değerlendirmek gerekir. Bir bakanın değişimi ile o bakanlıktaki neredeyse tüm üst düzey kadro değişiyor. Hem kurumsal hafıza zayıflıyor hem de sürdürülebilir politika üretmek zorlaşıyor, bir de bu iki yılda bir değiştiğinde nitelikli politikalar üretmek de oldukça zorlaşıyor. Yeni Bakanımız Yusuf Tekin’in yabancısı olmadığı bir kurumda önündeki sorunlara yabancılık çekmesini beklemiyoruz elbette. Ama üst düzey bürokratken de vakıf olduğu sorunlar yine aynı ve benzer sorunlar şimdi en tepede ve masasında belki daha da artarak duruyor.
Eğitim ile öğretim süreçleri arasındaki farkı, bireyin bireysel gelişimi ile toplumun toplumsal gelişimini hem birbirinden bağımsız ele almak hem de birbirinin önemli bir tamamlayıcısı olduğu gerçeği unutulmamalı. Sınavlar, süreç değerlendirme için kullanılması gerekirken sonucun belirleyici konumuna gelince evrensel kavramından çıkıyor bu da iyi-kötü, doğru-yanlış, başarılı-başarısız algısının yaratılmasına neden oluyor.
Öğretmen yeterliliklerinin hedeflenenden oldukça düşük olması, yabancı dil eğitiminin neredeyse unutulması, okul öncesi eğitimin zorunlu eğitim kapsamına alınamaması, eğitime erişimin yeterli ve mümkün olmadığı durumlar, eğitimde cinsiyetçi yaklaşımlar, okullaşma oranları ve öğretmen sayılarındaki niceliksel artışların yanında niteliksel artışa yönelik çalışmaların yetersizliği önemli sorunlardır. Ayrıca eğitim alma süreleri, 12 yıllık zorunlu eğitim, eğitim süreleriyle paralel müfredat ve kazanım ölçütlerinin oluşturulamaması, ezbere dayalı eğitim, eğitimin sürece odaklı değil de sonuca odaklı olmayı hedeflemesi, mesleki ve teknik liselere yönlendirmelerin eksikliği, ara insan gücü ihtiyacının eğitimsel çerçevede planlı bir şekilde ele alınamaması, okulların dikey yapılanmada birbirini destekleyici müfredata sahip olmaması, iş dünyası ile MEB ve YÖK arasındaki ilişkisizlik tüm bunlar buz dağının görünün kısmını oluşturuyor. Daha nicesinden söz etmek mümkündür elbette.
Millî Eğitim Bakanlığı her yıl Mart ayı sonunda Bakanlığı İdareFaaliyet Raporunu yayınlar. Önceki bakanların yaptığı gibi bir süre sonra kendisinin de imzasının olacağı bu raporların sonuncusu bir önceki Millî Eğitim Bakan Mahmut Özer tarafından “Millî Eğitim Bakanlığı 2021 Yılı İdareFaaliyet Raporu” ismiyle yayımlanmıştı. Bakanlığın 2019-2023 Stratejik Planı’nda yer alan üstünlükler ve zayıflıklar ekonomik koşullar, bütçe imkânlarıve beklentiler ışığında değerlendirilerek hazırlanan “zayıflıklar” bölümünde şunlara yer verilmiştir.
* Hayat boyu öğrenme kapsamındaki faaliyetlere ilişkin farkındalığın istenilen düzeyde olmaması
* Eğitim ve öğretim analizi sonucu okullar arası başarı farkının bulunması
* Yabancı dil eğitiminin tür ve ihtiyaca göre belirlenmesinde istenilen noktada olunmaması
* Öğretmenlerin mesleki ve kişisel gelişimlerine yönelik eğitim programlarının yeterli düzeyde olmaması
* İnsan kaynaklarının/entelektüel sermayenin niteliği ve yeterliliğinin istenilen düzeyde olmaması
* Örgütsel öğrenme, bilgi paylaşımı ve birimler arası koordinasyonun istenilen düzeyde olmaması
* Veriye dayalı politika geliştirme ve bütünleşik bir veri sisteminin istenilen düzeyde olmaması
* Mesleki eğitimin avantajlarına yönelik farkındalığın istenilen düzeyde olmaması
* Okul öncesi eğitimde okullaşma oranının istenilen düzeyde olmaması
* Sayın Tekin’in kendi bakanlığınca hazırlanan 2021 yılı raporunda dile getirilen güçlükleri aşmasını temenni ediyorum elbette.
Kaynakça
https://sgb.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2022_03/01003833_MEB_2021_YYlY_Ydare_Faaliyet_Raporu.pdf
Son Güncelleme: Pazartesi, 03 Temmuz 2023 14:38
Gösterim: 1113
Alpaslan Dartan / Eğitim Yöneticisi - PDR Uzmanı
Uzunca bir süre seçimlerin tarihine endeksli olarak ne zaman yapılacağı belirsiz olan Yükseköğretim Kurumları Sınavı seçim tarihinin öne çekilmesi ile netleşmiş oldu. Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) 17-18 Haziran tarihinde gerçekleştirilecek. Öğrenciler, anne-babalar ve gençleri sınava doğru yolculuklarına eşlik eden eğitim kurumları (resmi özel tüm okullar, dershaneler) çalışanları bu sürece heyecanlı bir şekilde hazırlanıyorlar.
Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) hem üniversitelerin idari ve sosyal yapılanmalarına ilişkin aldığı her yeni karar hem de Yükseköğretim Kurumları Sınavına (YKS) ilişkin son yıllarda aldığı hemen hemen her yeni, karar taşları-dengeleri yerinden oynatıyor.
Pandemi dönemi ve yaşadığımız son yüzyılın en önemli doğal afeti olan Kahramanmaraş merkezli deprem ülkemizde gelecek kaygısı taşıyan her genci, çocuklarının geleceğini düşünen her anne babayı ve bu sarmalın içerisinde eğitim iş göreni olarak yer edinmiş olan okulları ve onların emekçileri öğretmenleri olabildiğince derinden sarsmaktadır.
Üniversite adayları için sınavın kendisi başlı başına kaygı veren bir durumken sınava ilişkin belirsizlikler mevcut olan bu kaygıları daha çok artırıyor. Belirsizlikleri gideren netleşmeler ise her yıl bir gerekçesi olan ve bazen de hızla alınmış kararlar oluyor. Bu yıl depremlerin etkisi ile sınav konularının kapsamının daraltılması sınava hazırlananları, yine deprem nedeniyle Üniversitelerin online eğitime zorlanması da üniversitede okuyan gençliği etkileyen bu dönemde alınmış iki önemli karar oldu.
YÖK tarafından 2018 yılından bu yana TYT ve AYT sınav sisteminde değişikliğe gidilmese de, son yıllarda yeni nesil soru diye tanımlanan analiz, sentez ve değerlendirmeye dayalı ölçme araçlarının sınavlarda ağırlık kazanması, içerik değişiklikleri, sınavların yıldan yıla zorluk derecelerinin – ve + uçlar kadar farklılaşması, baraj puanları uygulamasının kaldırılması ve sınav sürelerinin değiştirilmesi gibi önemli değişikliklerle son birkaç yıl içerisinde yer vermiştir.
Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar, “Üniversite İzleme ve Değerlendirme Genel Raporu – 2022” raporunun sunuş yazısında şöyle söylüyor. “Yükseköğretim kurumları kendilerinden talep edildiği şekilde en üstseviyede eğitim ve öğretim faaliyetlerini yürütmekte, ayrıca ekonominin ihtiyaç duyduğu profesyonelleri, üst düzey uzmanları, bilim insanlarını ve araştırmacıları yetiştirmede ve ulusal inovasyon sistemlerini destekleyecek yeni bilgiler üretmede anahtar roller oynamaktadır. Ayrıca mensubu olduğu toplum başta olmak üzere tüm insanlığa karşı sorumluluklarını kamu kaynaklarından faydalanarak yerine getirmektedirler. Türk yükseköğretim sistemi son dönemde gerçekleştirdiği atılımlar neticesinde nicel gelişimini büyük ölçüde tamamlamış ve kalite odaklı yapısal dönüşüme odaklanmıştır”.
Evet, ülkemizde toplam 204 adet devlet ve vakıflara ait üniversite bulunuyor, bu sayıya bakıldığında Sayın Özvar, nicelik açısından haklı görünebilir ancak üniversite dediğiniz dört tarafı çevrili, binalardan ve duvarlardan oluşan bir yapı değildir ki, her kasabaya/ilçeye bir üniversite kondurmakla niceliği artırmış olalım.
Ya nitelik nasıl diye sormazlar mı? Bu binaları yapmakla iş bitmiyor ki bu üniversitelerde görev yapacak yeter sayıda akademisyen bulmak oldukça zor. Devlet üniversitelerinde zaten kadro bulmak zor, vakıf üniversitelerinde ise her işi yapmaya zorlanan bazen aynı anda farklı sınıflarda ders vermek durumunda kalan, girdiği ders sayısı ve çeşitliliği nedeniyle bitap düşen araştırma görevlileri ve akademisyenler. Bunlar yetmezmiş gibi amacı kar gütmek olmamasına rağmen ticari kurumlara dönüşen vakıf üniversitelerinin bir de yaşadığı ve yaşattığı ekonomik ve yönetimsel zorluklar. Asgari koşullarda maaş alan akademisyenler ve hizmet veren emekçiler ile çocuklarını vakıf okullarında ekonomik gelir kıskacında ne yapacaklarını bilemeden tüm koşullarını zorlayarak okutmaya çalışan anne ve babalar.
Türk yükseköğretim sistemi, aktif olarak eğitim ve öğretim faaliyetinde bulunan 204 yükseköğretim kurumu, 179.685 öğretim elemanı ve 3.801.294 örgün öğretim öğrencisi sayısına geçen yıl itibari ile ulaşmış durumda. Gerçekten sayısal anlamda büyük bir yapı. Artık her liseyi bitirenin bir üniversite okuma yoluna girdiği bir süreç yaşıyoruz. Baraj uygulaması biraz bunun önünü keser gibiydi ancak artık bir milyon sıralaması olan bir aday da çok rahat ben üniversiteliyim diyebilir.
2022 yılının sayısal istatistiklerine bakıldığında üniversiteye yerleşme oranları.
YÜKSEKÖĞRETİM KURUM SAYILARI
Ülkemizde 2020-2021 eğitim ve öğretim yılında 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu doğrultusunda 204 yükseköğretim kurumu yer alırken bunların 127’si devlet üniversitesi, 73’ü vakıf üniversitesi ve 4’ü vakıf meslek yüksekokuludur.
Aktif yükseköğretim kurumu sayıları
ÖĞRENCİ SAYILARI
YÖKSİS verilerine göre ise 2020-2021 eğitim ve öğretim yılında 204 yükseköğretim kurumunda 3.801.294 örgün öğretim öğrencisi eğitim görmekte, bunların 3.160.953’ü devlet üniversitelerinde, 640.341’i ise vakıf üniversitelerinde okumaktadır. Vakıf meslek yüksekokullarında eğitim alan öğrenci sayısı ise 8.716’dır.
Örgün eğitim programı öğrenci sayısı (2020-2021)
ÖĞRETİM ELEMANI SAYILARI
YÖKSİS verilerine göre 2021 yılında 204 yükseköğretim kurumunda 81.467’si kadın, 98.218’i erkek olmaküzere 179.685 öğretim elemanı görev yaparken bu öğretim elemanlarının 151.791’i devlet üniversitelerinde,27.634’ü vakıf üniversitelerinde ve 260’ı vakıf meslek yüksekokullarında çalışmaktadır.
Unvanlara göre öğretim elemanı sayıları (2021)
Üniversitelerde ilgili yılda en fazla görev alan öğretim elemanı grubu 55.548 ile araştırma görevlileriiken en az sayıda istihdam edilenler 17.778 ile doçentlerdir.
YÖK’ün tüm raporlarında niceliksel gelişime vurgu yapılırken niteliği artırıcı çalışmalara az vurgu yapılmaktadır. Bununla beraber öğrenci sayısının artışını aynı zamanda nitelik artışıyla bir tutmak ve bunu üniversitelerin olması gereken özerk yapılarına hiç değinmeden lisans programlarında yeni gelişmelerin takip edilerek farklı yöntemlerle müfredatın zenginleştirilebilmesi, eğitim programlarının zenginleştirilmesi saha eğitimlerinin artırılması, teorik eğitimin azaltılması, müfredatın kazanımlarının elde edilebilmesi için öğretim üyelerinin sayısının artırılması ve tüm programların asgari ihtiyaçlarının tespiti ve giderilmesi gibi gerek şartları yerine getirmeden dile getirmek de ayrı bir farklı bakış açısıdır.
Geçen yıl yaklaşık 3,5 milyon adayın girdiği bir sınavda 96 bin 518 adayın sıfır almasını, bununla kalmayıp 49 bin 680 adayın sıfırın altında 0 ile eksi 8.75 net aralığında yer almasını ve hatta bu adayların vakıf ve devlet üniversitelerinde Lisans programları da dahil 83 programa yerleştiğini unutmadan yükseköğretimde niteliği artırmanın yollarını bulmalıyız.
Daha önce de yazmıştım, dünyada eğitimin kalitesi, mezunların istihdam edilmesi, öğretim kadrosunun kalitesi, araştırma sayısı, önde gelen bilimsel dergilerde yayınlanan makalelerin sayısı, etkili dergilerde yayınlanan makale sayısı, üniversite öğretim üyelerinin atıf yapılan makale sayısı gibi niteliklerle ölçülür. Her ilde bir üniversite ya da her ilçede bir yüksekokul açarak sayısal bir gösterinin niteliğe katkısı yoktur. Hatta barajı kaldırarak üniversitelerde boş kalan kontenjanlara eksi netleri olanların bile yerleşmesini sağlayarak niceliksel artışlara gitmenin hiç katkısı yoktur. Dünyada ilk 500 ya da ilk 1000 üniversite arasında yer alan üniversitelerimizin sayısı da bunu gösteriyor.
Kaynak
Üst Kategori: ROOT Kategori: Alparslan Dartan
Alpaslan Dartan / Eğitim Yöneticisi - PDR Uzmanı
Uzunca bir süre seçimlerin tarihine endeksli olarak ne zaman yapılacağı belirsiz olan Yükseköğretim Kurumları Sınavı seçim tarihinin öne çekilmesi ile netleşmiş oldu. Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) 17-18 Haziran tarihinde gerçekleştirilecek. Öğrenciler, anne-babalar ve gençleri sınava doğru yolculuklarına eşlik eden eğitim kurumları (resmi özel tüm okullar, dershaneler) çalışanları bu sürece heyecanlı bir şekilde hazırlanıyorlar.
Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) hem üniversitelerin idari ve sosyal yapılanmalarına ilişkin aldığı her yeni karar hem de Yükseköğretim Kurumları Sınavına (YKS) ilişkin son yıllarda aldığı hemen hemen her yeni, karar taşları-dengeleri yerinden oynatıyor.
Pandemi dönemi ve yaşadığımız son yüzyılın en önemli doğal afeti olan Kahramanmaraş merkezli deprem ülkemizde gelecek kaygısı taşıyan her genci, çocuklarının geleceğini düşünen her anne babayı ve bu sarmalın içerisinde eğitim iş göreni olarak yer edinmiş olan okulları ve onların emekçileri öğretmenleri olabildiğince derinden sarsmaktadır.
Üniversite adayları için sınavın kendisi başlı başına kaygı veren bir durumken sınava ilişkin belirsizlikler mevcut olan bu kaygıları daha çok artırıyor. Belirsizlikleri gideren netleşmeler ise her yıl bir gerekçesi olan ve bazen de hızla alınmış kararlar oluyor. Bu yıl depremlerin etkisi ile sınav konularının kapsamının daraltılması sınava hazırlananları, yine deprem nedeniyle Üniversitelerin online eğitime zorlanması da üniversitede okuyan gençliği etkileyen bu dönemde alınmış iki önemli karar oldu.
YÖK tarafından 2018 yılından bu yana TYT ve AYT sınav sisteminde değişikliğe gidilmese de, son yıllarda yeni nesil soru diye tanımlanan analiz, sentez ve değerlendirmeye dayalı ölçme araçlarının sınavlarda ağırlık kazanması, içerik değişiklikleri, sınavların yıldan yıla zorluk derecelerinin – ve + uçlar kadar farklılaşması, baraj puanları uygulamasının kaldırılması ve sınav sürelerinin değiştirilmesi gibi önemli değişikliklerle son birkaç yıl içerisinde yer vermiştir.
Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar, “Üniversite İzleme ve Değerlendirme Genel Raporu – 2022” raporunun sunuş yazısında şöyle söylüyor. “Yükseköğretim kurumları kendilerinden talep edildiği şekilde en üstseviyede eğitim ve öğretim faaliyetlerini yürütmekte, ayrıca ekonominin ihtiyaç duyduğu profesyonelleri, üst düzey uzmanları, bilim insanlarını ve araştırmacıları yetiştirmede ve ulusal inovasyon sistemlerini destekleyecek yeni bilgiler üretmede anahtar roller oynamaktadır. Ayrıca mensubu olduğu toplum başta olmak üzere tüm insanlığa karşı sorumluluklarını kamu kaynaklarından faydalanarak yerine getirmektedirler. Türk yükseköğretim sistemi son dönemde gerçekleştirdiği atılımlar neticesinde nicel gelişimini büyük ölçüde tamamlamış ve kalite odaklı yapısal dönüşüme odaklanmıştır”.
Evet, ülkemizde toplam 204 adet devlet ve vakıflara ait üniversite bulunuyor, bu sayıya bakıldığında Sayın Özvar, nicelik açısından haklı görünebilir ancak üniversite dediğiniz dört tarafı çevrili, binalardan ve duvarlardan oluşan bir yapı değildir ki, her kasabaya/ilçeye bir üniversite kondurmakla niceliği artırmış olalım.
Ya nitelik nasıl diye sormazlar mı? Bu binaları yapmakla iş bitmiyor ki bu üniversitelerde görev yapacak yeter sayıda akademisyen bulmak oldukça zor. Devlet üniversitelerinde zaten kadro bulmak zor, vakıf üniversitelerinde ise her işi yapmaya zorlanan bazen aynı anda farklı sınıflarda ders vermek durumunda kalan, girdiği ders sayısı ve çeşitliliği nedeniyle bitap düşen araştırma görevlileri ve akademisyenler. Bunlar yetmezmiş gibi amacı kar gütmek olmamasına rağmen ticari kurumlara dönüşen vakıf üniversitelerinin bir de yaşadığı ve yaşattığı ekonomik ve yönetimsel zorluklar. Asgari koşullarda maaş alan akademisyenler ve hizmet veren emekçiler ile çocuklarını vakıf okullarında ekonomik gelir kıskacında ne yapacaklarını bilemeden tüm koşullarını zorlayarak okutmaya çalışan anne ve babalar.
Türk yükseköğretim sistemi, aktif olarak eğitim ve öğretim faaliyetinde bulunan 204 yükseköğretim kurumu, 179.685 öğretim elemanı ve 3.801.294 örgün öğretim öğrencisi sayısına geçen yıl itibari ile ulaşmış durumda. Gerçekten sayısal anlamda büyük bir yapı. Artık her liseyi bitirenin bir üniversite okuma yoluna girdiği bir süreç yaşıyoruz. Baraj uygulaması biraz bunun önünü keser gibiydi ancak artık bir milyon sıralaması olan bir aday da çok rahat ben üniversiteliyim diyebilir.
2022 yılının sayısal istatistiklerine bakıldığında üniversiteye yerleşme oranları.
YÜKSEKÖĞRETİM KURUM SAYILARI
Ülkemizde 2020-2021 eğitim ve öğretim yılında 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu doğrultusunda 204 yükseköğretim kurumu yer alırken bunların 127’si devlet üniversitesi, 73’ü vakıf üniversitesi ve 4’ü vakıf meslek yüksekokuludur.
Aktif yükseköğretim kurumu sayıları
ÖĞRENCİ SAYILARI
YÖKSİS verilerine göre ise 2020-2021 eğitim ve öğretim yılında 204 yükseköğretim kurumunda 3.801.294 örgün öğretim öğrencisi eğitim görmekte, bunların 3.160.953’ü devlet üniversitelerinde, 640.341’i ise vakıf üniversitelerinde okumaktadır. Vakıf meslek yüksekokullarında eğitim alan öğrenci sayısı ise 8.716’dır.
Örgün eğitim programı öğrenci sayısı (2020-2021)
ÖĞRETİM ELEMANI SAYILARI
YÖKSİS verilerine göre 2021 yılında 204 yükseköğretim kurumunda 81.467’si kadın, 98.218’i erkek olmaküzere 179.685 öğretim elemanı görev yaparken bu öğretim elemanlarının 151.791’i devlet üniversitelerinde,27.634’ü vakıf üniversitelerinde ve 260’ı vakıf meslek yüksekokullarında çalışmaktadır.
Unvanlara göre öğretim elemanı sayıları (2021)
Üniversitelerde ilgili yılda en fazla görev alan öğretim elemanı grubu 55.548 ile araştırma görevlileriiken en az sayıda istihdam edilenler 17.778 ile doçentlerdir.
YÖK’ün tüm raporlarında niceliksel gelişime vurgu yapılırken niteliği artırıcı çalışmalara az vurgu yapılmaktadır. Bununla beraber öğrenci sayısının artışını aynı zamanda nitelik artışıyla bir tutmak ve bunu üniversitelerin olması gereken özerk yapılarına hiç değinmeden lisans programlarında yeni gelişmelerin takip edilerek farklı yöntemlerle müfredatın zenginleştirilebilmesi, eğitim programlarının zenginleştirilmesi saha eğitimlerinin artırılması, teorik eğitimin azaltılması, müfredatın kazanımlarının elde edilebilmesi için öğretim üyelerinin sayısının artırılması ve tüm programların asgari ihtiyaçlarının tespiti ve giderilmesi gibi gerek şartları yerine getirmeden dile getirmek de ayrı bir farklı bakış açısıdır.
Geçen yıl yaklaşık 3,5 milyon adayın girdiği bir sınavda 96 bin 518 adayın sıfır almasını, bununla kalmayıp 49 bin 680 adayın sıfırın altında 0 ile eksi 8.75 net aralığında yer almasını ve hatta bu adayların vakıf ve devlet üniversitelerinde Lisans programları da dahil 83 programa yerleştiğini unutmadan yükseköğretimde niteliği artırmanın yollarını bulmalıyız.
Daha önce de yazmıştım, dünyada eğitimin kalitesi, mezunların istihdam edilmesi, öğretim kadrosunun kalitesi, araştırma sayısı, önde gelen bilimsel dergilerde yayınlanan makalelerin sayısı, etkili dergilerde yayınlanan makale sayısı, üniversite öğretim üyelerinin atıf yapılan makale sayısı gibi niteliklerle ölçülür. Her ilde bir üniversite ya da her ilçede bir yüksekokul açarak sayısal bir gösterinin niteliğe katkısı yoktur. Hatta barajı kaldırarak üniversitelerde boş kalan kontenjanlara eksi netleri olanların bile yerleşmesini sağlayarak niceliksel artışlara gitmenin hiç katkısı yoktur. Dünyada ilk 500 ya da ilk 1000 üniversite arasında yer alan üniversitelerimizin sayısı da bunu gösteriyor.
Kaynak
Son Güncelleme: Perşembe, 27 Nisan 2023 10:58
Gösterim: 933

