Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Zafer Öztürk - TÖZOK Yönetim Kurulu Başkanı

zafer_ozturk2022- 2023 öğretim yılına başlarken özel okulların son dönemde yaşadıkları zorlukları hatırlamakta yarar olacaktır. Şöyle ki; okul kapanışlarının çok yüksek bir sosyal bedele karşılık geldiği iki yıllık pandemi ve ardından gelen ekonomik dalgalanmaların oluşturduğu mali güçlükler sonucu, özel okullar öğrenci kaybına uğramış ve birçok özel okul kapanmıştır. Velilerimizin, öğretmen ve diğer personelimizin, ayrıca eğitim alanında hizmet sunan diğer birimler olumsuz etkilenmiştir. Pandemi sürecinde özel okulların kapalı kaldığı gün sayısının, gelir seviyesi yüksek ülkelere göre fazla olması, okullarımıza ve özellikle okul öncesi kurumlarımıza büyük darbe vurmuştur.

Bu olumsuz süreçte başta kurumlarımızın kendi özverileri gelmek üzere bütün yetkili birimlerin özel okul sektörünün daha fazla yıpranmaması amacıyla yaşananların tamiri için azami hassasiyeti göstermelerini beklemekteyiz.

2022-2023 öğretim yılında öne çıkacak en önemli konu, yüksek enflasyon nedeniyle özel okulların genel giderlerini oluşturan kalemlerde %100’ün üzerindeki artış oranının nasıl telafi edilebileceği arayışları olacaktır. Asgari ücret ve memur maaşlarına Ocak 2023’te yapılacak artışın, özel okul çalışanlarına etkilerinin nasıl gelişeceği, buna karşılık özel okulların ara sınıf ücretlerinde ne kadarlık bir artışa izin verileceği ve bunun okul bütçeleri dengesine etkileri de baş edilmesi geren diğer bir alan olacaktır.

Özel okul ücretlerinin yılda bir kez değiştirilebilmesi ve ilan edilen ücretin bir yıl boyunca değiştirilememesinden dolayı kurumlarımız yüksek enflasyon karşısında kendilerini koruyamamaktadır. Özel okul sektörünü darboğaz içerisine sokan bu hususta bazı düzenlemelerin yapılmasını Bakanlığımızdan beklediğimizi belirtmek isterim. Eğitimin yüksek maliyetli bir hizmet olduğu malumdur. Dolayısıyla maliyeti adilce paylaşmak gerekir.

2022-2023 öğretim yılında (birkaç yıllığına da olsa) KDV dahil olmak üzere, vergilerimiz konusunda bazı iyileştirici düzenlemeler beklemekteyiz. Birçok ülkede eğitim kurumlarına muhtelif vergi muafiyeti veya mali destek uygulamaları yapılmaktadır. Ülkemizde okullara herhangi bir teşvik, yatırım desteği, vergi muafiyeti veya benzeri destekler maalesef bulunmamaktadır. Özel okullarla ilgili vergi iyileştirmelerinin yapılması bunca zorluklar içinde hizmete devam etmeye çalışan eğitim kurumlarımıza bir can suyu olacaktır.

Devletimizin, özel okullara giden öğrencilerin velilerine mali katkı sağlaması, resmi okullarda öğrenim gören öğrencilerin, devlete olan maliyeti oranında çocuğunun gideceği özel okula katkı ve yardım sağlaması veya öğretmen ücretlerinin Bakanlığımızca desteklenmesi beklenmektedir.

Ayrıca genel eğitimimizi de kapsayan ve yanlış olduğuna inandığımız bir konu da izinsiz eğitim faaliyetleridir.

Pandemi sürecinin de kullanılmasıyla özellikle son dönemlerde Milli Eğitim Bakanlığından ruhsatı olmayan ve kayıt altına alınamayan, şahıs veya gruplar tarafından, büyük şehirlerde villa ya da plaza tipi yerlerde, küçük kentlerde ise büro tipi mekânlarda kaçak eğitim faaliyeti yürütüldüğünün de dikkatlerden kaçmamasını isterim.

Çoğunlukla öğretmenlik mesleği icra eden kişiler tarafından; nadiren de eğitimci olmayan kişiler tarafından, saatlik ücreti 300 TL’ye varan özel ders piyasası oluşturulmuştur. Maalesef ağırlıklı olarak resmi okullarda (bazen de özel okullarda) öğretmenlik görevini şeklen ifa eden birçok öğretmen, asıl motivasyon ve performanslarını özel ders vererek göstermektedirler. Üzülerek görülmektedir ki bu öğrencilerin azımsanmayacak bir miktarı öğretmenin kendi öğrencisidir

Tabii ki bu konunun bir de güvenlik ve mali yönden zararlarını da göz önünde bulundurmalıyız.

Güvenlik yönünden, MEB ataması olmayan, adli sicili meçhul, öğretmenlik ehliyeti taşımayan hatta KHK ile meslekten men edilmiş kişiler tarafından bu faaliyetler yürütülmekte olup, ulusal güvenliği tehdit edebilecek derecede yaygınlaşmaktadır.

Mali yönden, kısmen ya da tamamen belgesiz ödeme ve tahsilat düzeninin hüküm sürdüğü bu alanda, ülkemizin vergi ve SGK kaybı üst düzeydedir. İstanbul’da kaçak kursların, yıllık ücretinin 20.000 - 50.000 TL aralığında olduğu ve aynı kentte on binlerce öğrencinin bu kurslara devam ettiği düşünüldüğünde, ekonomik boyut daha net anlaşılabilecektir. Çocuklarına daha iyi bir gelecek sunabilmek için ailelerin eğitim adına yaptığı bu harcama, kısıtlı kaynakların heba edilmesi anlamına da gelmektedir.

Kayıt dışı kurslarla mücadelede milli eğitim müdürlüklerinin ve illerde oluşturulan komisyon ve kurulların güçlendirilmesi ve kayıt dışı eğitim oluşumlarıyla mücadelede yeni bir düzenleme yapılmasına acil ihtiyaç bulunmaktadır

Aynı zamanda Cumhuriyetimizin 100. Yılını da kucaklayan 2022-2023 öğretim yılının, olumsuzlukların da son bulmasına vesile olmasını; ülkemize, öğrencilerimize, öğretmenlerimize ve eğitime gönül veren dostlara hayırlı olmasını içtenlikle diliyorum…

> Eğitimin yüksek maliyetleri adilce paylaşılmalı!

Zafer Öztürk - TÖZOK Yönetim Kurulu Başkanı

zafer_ozturk2022- 2023 öğretim yılına başlarken özel okulların son dönemde yaşadıkları zorlukları hatırlamakta yarar olacaktır. Şöyle ki; okul kapanışlarının çok yüksek bir sosyal bedele karşılık geldiği iki yıllık pandemi ve ardından gelen ekonomik dalgalanmaların oluşturduğu mali güçlükler sonucu, özel okullar öğrenci kaybına uğramış ve birçok özel okul kapanmıştır. Velilerimizin, öğretmen ve diğer personelimizin, ayrıca eğitim alanında hizmet sunan diğer birimler olumsuz etkilenmiştir. Pandemi sürecinde özel okulların kapalı kaldığı gün sayısının, gelir seviyesi yüksek ülkelere göre fazla olması, okullarımıza ve özellikle okul öncesi kurumlarımıza büyük darbe vurmuştur.

Bu olumsuz süreçte başta kurumlarımızın kendi özverileri gelmek üzere bütün yetkili birimlerin özel okul sektörünün daha fazla yıpranmaması amacıyla yaşananların tamiri için azami hassasiyeti göstermelerini beklemekteyiz.

2022-2023 öğretim yılında öne çıkacak en önemli konu, yüksek enflasyon nedeniyle özel okulların genel giderlerini oluşturan kalemlerde %100’ün üzerindeki artış oranının nasıl telafi edilebileceği arayışları olacaktır. Asgari ücret ve memur maaşlarına Ocak 2023’te yapılacak artışın, özel okul çalışanlarına etkilerinin nasıl gelişeceği, buna karşılık özel okulların ara sınıf ücretlerinde ne kadarlık bir artışa izin verileceği ve bunun okul bütçeleri dengesine etkileri de baş edilmesi geren diğer bir alan olacaktır.

Özel okul ücretlerinin yılda bir kez değiştirilebilmesi ve ilan edilen ücretin bir yıl boyunca değiştirilememesinden dolayı kurumlarımız yüksek enflasyon karşısında kendilerini koruyamamaktadır. Özel okul sektörünü darboğaz içerisine sokan bu hususta bazı düzenlemelerin yapılmasını Bakanlığımızdan beklediğimizi belirtmek isterim. Eğitimin yüksek maliyetli bir hizmet olduğu malumdur. Dolayısıyla maliyeti adilce paylaşmak gerekir.

2022-2023 öğretim yılında (birkaç yıllığına da olsa) KDV dahil olmak üzere, vergilerimiz konusunda bazı iyileştirici düzenlemeler beklemekteyiz. Birçok ülkede eğitim kurumlarına muhtelif vergi muafiyeti veya mali destek uygulamaları yapılmaktadır. Ülkemizde okullara herhangi bir teşvik, yatırım desteği, vergi muafiyeti veya benzeri destekler maalesef bulunmamaktadır. Özel okullarla ilgili vergi iyileştirmelerinin yapılması bunca zorluklar içinde hizmete devam etmeye çalışan eğitim kurumlarımıza bir can suyu olacaktır.

Devletimizin, özel okullara giden öğrencilerin velilerine mali katkı sağlaması, resmi okullarda öğrenim gören öğrencilerin, devlete olan maliyeti oranında çocuğunun gideceği özel okula katkı ve yardım sağlaması veya öğretmen ücretlerinin Bakanlığımızca desteklenmesi beklenmektedir.

Ayrıca genel eğitimimizi de kapsayan ve yanlış olduğuna inandığımız bir konu da izinsiz eğitim faaliyetleridir.

Pandemi sürecinin de kullanılmasıyla özellikle son dönemlerde Milli Eğitim Bakanlığından ruhsatı olmayan ve kayıt altına alınamayan, şahıs veya gruplar tarafından, büyük şehirlerde villa ya da plaza tipi yerlerde, küçük kentlerde ise büro tipi mekânlarda kaçak eğitim faaliyeti yürütüldüğünün de dikkatlerden kaçmamasını isterim.

Çoğunlukla öğretmenlik mesleği icra eden kişiler tarafından; nadiren de eğitimci olmayan kişiler tarafından, saatlik ücreti 300 TL’ye varan özel ders piyasası oluşturulmuştur. Maalesef ağırlıklı olarak resmi okullarda (bazen de özel okullarda) öğretmenlik görevini şeklen ifa eden birçok öğretmen, asıl motivasyon ve performanslarını özel ders vererek göstermektedirler. Üzülerek görülmektedir ki bu öğrencilerin azımsanmayacak bir miktarı öğretmenin kendi öğrencisidir

Tabii ki bu konunun bir de güvenlik ve mali yönden zararlarını da göz önünde bulundurmalıyız.

Güvenlik yönünden, MEB ataması olmayan, adli sicili meçhul, öğretmenlik ehliyeti taşımayan hatta KHK ile meslekten men edilmiş kişiler tarafından bu faaliyetler yürütülmekte olup, ulusal güvenliği tehdit edebilecek derecede yaygınlaşmaktadır.

Mali yönden, kısmen ya da tamamen belgesiz ödeme ve tahsilat düzeninin hüküm sürdüğü bu alanda, ülkemizin vergi ve SGK kaybı üst düzeydedir. İstanbul’da kaçak kursların, yıllık ücretinin 20.000 - 50.000 TL aralığında olduğu ve aynı kentte on binlerce öğrencinin bu kurslara devam ettiği düşünüldüğünde, ekonomik boyut daha net anlaşılabilecektir. Çocuklarına daha iyi bir gelecek sunabilmek için ailelerin eğitim adına yaptığı bu harcama, kısıtlı kaynakların heba edilmesi anlamına da gelmektedir.

Kayıt dışı kurslarla mücadelede milli eğitim müdürlüklerinin ve illerde oluşturulan komisyon ve kurulların güçlendirilmesi ve kayıt dışı eğitim oluşumlarıyla mücadelede yeni bir düzenleme yapılmasına acil ihtiyaç bulunmaktadır

Aynı zamanda Cumhuriyetimizin 100. Yılını da kucaklayan 2022-2023 öğretim yılının, olumsuzlukların da son bulmasına vesile olmasını; ülkemize, öğrencilerimize, öğretmenlerimize ve eğitime gönül veren dostlara hayırlı olmasını içtenlikle diliyorum…

Son Güncelleme: Cuma, 28 Ekim 2022 12:37

Gösterim: 1150

Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İrfan Erdoğan ile Eğitimde Reforma, Atanan-Atanamayan Öğretmenlere, Salgın Bağlamında Eğitime ve Boğaziçi Üniversitesi üzerine konuştuk.

irfan_erdogan_boun* Eğitimde değiştirmeye çalıştıklarımız kadar değiştirmememiz yani korumamız gereken şeyler de olmalıdır.
* Teorik ve güçlü bir eğitim biliminin yokluğunda eğitim, ulu orta bir şekilde değiştirilmeye ve müdahale edilmeye cüret edilen bir alan haline gelmektedir.
* Eğitimde teşhir (teşhir odası) ve teşhir için düzenleme çalışmaları (dekor) olmamalıdır.
* Okullar hep açık olmalıdır. Sadece dersler için değil yaşamak ve üretmek için açık olmalıdır.
Boğaziçi Üniversitesi’nin “Türkiye’de Bir Üniversite” olmanın ötesinde “Türkiye’nin Bir Üniversitesi “ olması için atılacak önemli adımlar vardır. 

“Eğitimde Reform” söylemi Türkiye’de her dönemde sık sık dillendirilen bir konu oldu. Siz de geçen aylarda Makedonya’da düzenlenen bir kongrede "eğitimde reform” konulu bir açılış konuşması yaptınız. Öncelikle özet olarak neydi orada söylediğiniz?
Evet, Makedonya Cyril ve Methodius Üniversitesi Pedagoji Enstitüsünün daveti üzerine bir konuşma yaptım. Kongre Pedagoji Enstitüsünün kuruluşunun 75. Yıldönümü vesilesiyle düzenlenmişti. Konuşmamın en başında şunu ifade ettim: “Makedonya olarak sahip olduğunuz Pedagoji Enstitüsünün 75. Yılını geride bırakmış olmanız ne güzel bir şey. Benim ülkem Türkiye’de de Pedagoji Enstitüsü adıyla yaklaşık 90 yıl kadar önce İstanbul Üniversitesi’nde açılmış olan bir enstitü vardı. Ancak maalesef biz bu enstitüyü daha sonra kapattık; daha doğrusu ismini değiştirdik. Bu vesileyle demek istiyorum ki eğitimde değiştirmeye çalıştıklarımız kadar değiştirmememiz; yani korumamız gereken şeyler de olmalıdır. Siz bunu başarmışsınız; ne mutlu size!...”

Ülkemizde olduğu gibi dünyada da eğitim sorunları tartışılırken reform vurgusu sıkça yapılıyor. Bu konuda eleştirel bir tutum içinde olduğunuzu görüyoruz. Eğitimde reform konusundakibu görüşlerinizi söyleyebilir misiniz?
Evet, bugün dünyada birçok ülkede eğitim reformlarıyla ilgili bir tıkanma yaşandığını söyleyebilirim. Bu manada reform çabalarının eğitim için yararlı olduğunu söylemek de zordur. Gerçekten de özellikle son çeyrek asırda yapılan eğitim reformlarının kültüre, ekonomiye, siyasete somut bir şekilde katkısı olmamıştır. Dolayısıyla“eğitimde reform” ifadesi beklendiği ölçüde etkisi olmayan bir söylem olmaktan öteye gidememiştir. Çünkü son zamanlardaki eğitimde reform çabalarında bir kısır döngü yaşanmaktadır. Bu kısır döngü şu şekilde açıklanabilir:
Yaklaşık yarım asır öncesine kadar eğitime dair belli başlı sorunlar dile getirilmekteydi. Neydi bu sorunlar? Merkeziyetçilik. Otoriterlik. Hiyerarşi. Sıkı kontrol. Sıkı denetim. Tek tip eğitim. Tekel. Bağımlılık.
Peki, eğitime dair gündemde olan idealler nelerdi? Özgürleşme. Özgünlük. Çeşitlilik. Farklılaşma. Dinamikleşme. Yerelleşme.
Peki, özellikle son çeyrek asırda eğitimle ilgili neler yapıldı? Standartlaşma arttı. Akreditasyon yaygınlaştı. Kalite hareketi yaygınlaştı. Dijitalleşme arttı. Teknolojikleşme yaygınlaştı. Peki, tüm bu çalışmalardan sonra yine son çeyrek asırda neler gözlemlendi? Eğitimde merkeziyetçilik daha da arttı. Eğitimde tekel aynı şekilde daha çok yaygınlaştı. Eğitimde tek tipleşme yaygınlaştı.
İşte bu süreçte öğretmen de öğrenci de özgürlüğünü kaybetti. Aynı şekilde eğitimde özgünlük de azaldı. Eğitim daha çok kalıplandı. Yani eğitimde özgürlük azaldı. Son dönemlerdeki eğitimde reform çalışmaları kısaca bu döngü içinde seyretti.
Başka ne oldu bu süreçte? Eğitim, ihtiyaç olduğu için değil büyük şirketler ve firmalar istediği için değiştirilmeye başlandı. Bunun için gelişmekte olan ve geri kalmış olan ülkelere ne kadar geri oldukları bu yüzden reform yapmaları gerektiği telkin edildi. Bu telkinler karşısında toplumlar ve ülkeler eğitimlerini değiştirmek için çalıştılar.

Eğitimde reformun bir kurgu olabileceğini ima etmektesiniz sanırım. Nasıl bir kurgu bu, açıklayabilir misiniz?
Evet, çok doğru söylediniz. Bir reform kurgusu söz konusudur. Aslında bir çeşit oyun var diyebiliriz ve bu oyun şu şekilde kurgulanmış görünüyor.Sistem belli boyutlarıyla devamlı olarak yetersiz ve zayıf görülmektedir. Akabinde değiştirilmek üzere zorlanmaktadır. Mesela öğretmenin yetersizliğinden bahsedilmektedir; ardından öğretmen eğitimi önerilmektedir. Programların ve ders kitaplarının yetersizliğinden bahsedilmekte; ardından bunların değiştirilmesi istenmektedir.

EĞİTİMİ DEĞİŞTİRMEK DEĞİL DEĞİŞTİRMEMEK BİR DEĞER OLMALIDIR
Eğitimde reform adına sıkça gündeme gelen öğretmene ve öğretmenliğe dair dile getirilen öneriler paketi de bilinmelidir ki öğretmenliği ve öğretimi iyileştirme bir tarafa kalıplamaktadır, sığlaştırmaktadır, yapaylaştırmaktadır. Öğretmeni geliştirme adına atılan adımlar bir şekilde öğretmenin özgürlüğünün kısıtlanmasıyla sonuçlanmaktadır. Bu nedenle öğretmenle ve öğretmenlikle ilgili önerilere de dikkat edilmelidir. Bu uğurda atılan adımların öğretmenliği belli ölçülerde mekanikleştirdiği nesneleştirdiği unutulmamalıdır.
Bu arada öğretmenliğe yani yönteme yapılan vurgu da bilinmelidir ki eğitim ve öğretimin asıl zeminini zayıflatmaktadır. Yönteme fazla vurgu yaparak asıl temeli yani dili, fenni, matematiği ihmal etme riski almış olabiliriz.
Bir başka önemli husus da şudur ki; eğitim gittikçe daha çok uluslararası bir konu olarak kabul edilmektedir. Evet, bilhassa günümüzde eğitim belli ölçüde uluslararası ve küresel bir sorundur. Ancak eğitim öncelikle yerel ve ulusal bir sorundur ya da konudur da… Peki, eğitim ulusal bir sorunken uluslararası bir konu olarak ele alınırsa ne olur? Eğitimin somut gerçeklerine yabancılaşma olur. Dolayısıyla eğitim önce yerel ve ulusal bir konu olarak ele alınmalı; sonra da uluslararası bir konu olarak göz önünde bulundurulmalıdır.
Eğitim reformları için eğitim biliminin birikimlerinden ve bakış açısından daha çok yararlanılmalıdır. Bugün eğitim bilimi bölünmüş ve çok parçalı bir yapıya dönüşmüştür. Böylece eğitim biliminin öteden beri var olan bütünlüğü bozulmuştur.
Eğitim bilimi kapsamlı ve güçlüyken eğitim reformlarına bir itiraz sunabilmekteydi. Ancak eğitim bilimi, uzun zamandır bölünüp parçalandığı ve zayıfladığı için eğitim reformlarına dair bir bakış açısı sunamamaktadır. Bu şekilde teorik ve güçlü bir eğitim biliminin yokluğunda eğitim ulu orta bir şekilde değiştirilmeye ve müdahale edilmeye cüret edilen bir alan haline gelmektedir.
Bu arada eğitim reformlarında görülen kurtarıcılık ve geliştiricilik imasına da dikkat edilmelidir. Kurtarıcılık ile başlayan reform adımlarının gerçekçi olmadığını unutmamak gerekir. Kimse kimseyi kurtaramaz. Bu nedenle bilhassa öğretmenler ve öğrenciler kendilerini başkalarından önce kendi kendilerinin kurtarabileceği hususunda ikna edilmelidir.
Eğitim mütevazı, sade bir alandır. Bu nedenle eğitim fazla gösterilmemeli yani anlatılmamalıdır. Zira ne kadar çok gösterilirse o ölçüde sahteleşir. Bilinmelidir ki eğitim gösterilmeye çalışıldıkça yapaylaşır. Bu manada eğitimde teşhir (teşhir odası) ve teşhir için düzenleme çalışmaları (dekor) olmamalıdır. Bilmeliyiz ki eğitim değiştirilmez, değişir. Toplum değişir, kültür dönüşür, hayat değişir ve akabinde eğitim değişir. Hal böyle iken unutmayalım ki eğitimi değiştirmeye çalışmak gereksiz bir zorlama olabilir.

Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer de bazı açıklamalarında eğitimde reform yapmayacaklarını sitemde iyileştirmelere giderek ilerleyeceklerini söyledi. Bu yaklaşım hakkında ne düşünüyorsunuz? Reform ve iyileştirme arasındaki çizgi farklılıkları nelerdir?
Bakan Mahmut Özer bence bakan olmadan önce “reform yapılacak” söylemlerine çok tanık oldu. Bunun gerçeklikten kopuk bir söz olduğunu gözlemledi ve reform yapılacak demekten imtina etti. Daha mütevazı ve gerçekçi bir icraat olarak “iyileştirme” olacak dedi. Sisteme baş edilmez bir stres yükleyen reform yapmaya çalışmaktansa hem nitel hem de nicel açıdan belli bir noktaya gelmiş olan sisteme nokta atış dokunuşlar yapmak daha doğrudur.      


Geriden bıraktığımızı düşündüğümüz ama bir türlü geride kalmayan salgın sürecinin de eğitime ilginç yansımaları olmaktadır. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Salgın sürecinde yakından gözlemledik ki eğitim, cinin şişeden çıktığı gibi okuldan çıktı. Şişeden çıkan cinin şişeye geri konması nasıl mümkün değilse salgın kalktı diye eğitim de tekrar okula sokulmamalıdır. Eğitim içinden çıktığı okulun dışında da devam etmelidir.
Salgın şartlarında okullar kapanmak zorunda kaldı. Şartlar iyileşince de açılmaya çalışıldı. Okulların kapalı kalması azımsanmayacak ölçüde bir eğitim açığı yarattı. Eğitim, okulların açık veya kapalı kalması ikilemine sıkışmamalıdır. Eğitim için okullar hep açık olmalıdır. Sadece dersler için değil yaşamak ve üretmek için açık olmalıdır. Sadece öğrenciler için değil toplum içinaçık olmalıdır. Sadece belli dönemlerde değil yaz kış, gece gündüz, hafta içi hafta sonu hep açık olmalıdır.  

Eğitim yapılan reformlar bir tarafa kangren halini alan ciddi bir problemimiz var. Atanamayan öğretmenler… Bu konudaki düşünceleriniz nedir?
Başta eğitim fakülteleri olmak üzere her yıl öğretmen yetiştiren fakültelerden on binlerce öğretmen adayı mezun olmaktadır. Belli bir idealle öğrenim gören bu gençlerden maalesef çok azı öğretmen olarak atanabilmektedir.
Öğretmen olmayı beklerken atanamayan milyonlarca gencin kırıklık yaşaması önemli bir sorundur. Bir kişi için sahip olduğu beklentinin gerçekleşmemesi kadar tahrip edici bir şey olamaz. Bu nedenle öğretmen olmak için yola çıkıp mezun olan gençler atanmamış olsa da öğretmen olma hazzını ve ayrıcalığını yaşamalıdır. Bu kişiler sadece bilgi ve kültürlerini ilerletmek için öğrenim görmemekte, bizzat bir meslek sahibi olacakları vaat edilen bir alandan diploma almaktadırlar.
Dolayısıyla bu kişilere atanmamış olsalar da belli haklar ve ayrıcalıklar verilebilir. Bu kişilere “öğretmenlik” sıfatı verilebilir ve bu sıfatla belli haklara ve ayrıcalıklara sahip olmaları sağlanabilir. Mesela kamuda çalışan öğretmenler gibi konaklama, ulaşım indirimlerinden yararlanabilirler. Aynı şekilde müze ve benzeri mekânlara girişte indirimli geçiş hakları olabilir.
Bu ve benzeri haklar ve ayrıcalıklar bu kişilerin kendilerini iyi ve değerli hissetmelerine büyük katkı sağlar. Öğretmen olmak için sarf ettikleri çabaların boşa gitmediği duygusunu yaşayabilirler.
Diğer taraftan bu kişilere belli teşviklerle kurs ve okul açma imkânları sağlanabilir. Bu sayede belli bir niteliğe sahip olan bu kişilerden yararlanılmış olur. Bu kişilerin bir şekilde etkin bir şekilde var olmaları sosyal, kültürel, ekonomik açılardan toplum ve ülke adına önemli bir kazanımdır.
Mesele bir kangren haline gelen bu sorunu çözme iradesini ortaya koymaktır. Ve bilinmelidir ki bu iradeyi göstermek her açıdan doğrudur. Öncelikle bu türden bir yaklaşım bu gençleri kazanmak için önemlidir. Kamusal açıdan da son derece önemli bir donanıma sahip olarak yetişen bu gençlerden bu sayede istifade edilmiş olur. Bu bakış açısı kabul edilirse arkası gelir. Yani daha başka ve özgün modeller akla gelebilir. Dolayısıyla atanamayan öğretmenler sorunu asla ihmal edilmemeli muhakkak çözülmelidir. Bu tavsiyelerimizin muhatabı atanamayan öğretmenler değildir. Bu konuda karar alma durumunda olan ve yasama yetkisi olan yetkililerdir.

Peki, yeni atanan öğretmenler için neler söylenebilir?
Onlar için sözümüz şudur. Şuana kadar öğretmen olmak için çalıştınız ve sonunda diplomanızı aldınız. Ama unutmayınız ki aldığınız diploma sizin öğretmen olarak atanmanızı sağlasa da bu gerçek anlamda öğretmen olmanız için yeterli değildir. Atanmanız özlük itibarıyla öğretmen olduğunuz anlamına gelir. Ancak bilmelisiniz ki öz itibarıyla “öğretmen olma” sınavını bundan sonra vereceksiniz. Üstelik bu sınav atanmadan önce aldığınız ve geçtiğiniz sınavlar gibi olmayacak. Bu sınav daha hakiki olacak ve sonunda kendinizle ilgili kararı siz verip ben “öğretmen oldum” diyeceksiniz.
Şimdiye kadar girdiğiniz sınavlarla tescillenen bilgilerinize güvenerek “bilen kişi” olarak var olmaya başlarsanız yanılabilirsiniz. Unutmayın ki bilinenden daha çok bilinmeyen vardır. Bilmediklerinizin çok olduğunu kabul etmeniz önemlidir. Ancak bunu kendinizi “bilen kişi” olarak görmeniz halinde hissedemeyebilirsiniz.
Kendinizle karşınızdakinin kurduğu etkileşimlerde ortaya çıkan anlar çok önemlidir. Daha da önemlisi bu anlara tanık olmaktır. Hayatımız bu tanıklıklarla anlam kazanır. Öğretmenliğe bilen kişi olarak başladığınızda bir çocuğa tanıklık etmeniz zor olabilir. Aynı minvalde bir cana dokunamayabilirsiniz. Bilen kişi olmak sizi ezberlerinize hapseder. Ezberlerinizle sınırlı kaldığınızda kalıplanmış, kurgulanmış ve yapılanmış anlar gerçekleşir. Böyle bir ortamda öğretmen bildiği doğrultuda yani ezberleri çerçevesinde öğretir. Öğrenci de kendisine sorulacak sorulara doğru cevap vermek için öğrenir.
Bu nedenle “bilen” olmanın ötesinde “öğrenen” olmaya çalışın. Öğrenen kişi olursanız öğrendikçe daha iyi öğretirsiniz. Öğrenen kişi olmak öğretmen de olsanız aslında öğrenci olmaktır; öğrenci olmak da öğretmen olmanın en güçlü temelidir.   Dolayısıyla öğretmen olmak için öğrenci olmaya devam edin.
Unutmayın ki her öğrenciniz değerlidir ve önemlidir. Yaşı, öğrenme kapasitesi, sınıfı, kademesi, bilgisi ne olursa olsun hepsinin önce öğrenci olduğunu unutmayın. Onları çok iyiler, iyiler, ortalar, zayıflar, çok zayıflar gibi sınıflamayın. Her öğrencinin, numarası, sınıfı, bilgisi ile değil adıyla ve karakteriyle müsemma bir öğrenci olduğunu kabul edin. Bu anlamda sınıfınızda “en” ler olmasın. Sistem zaten yeterince kalıplıyor, sınıflıyor bari siz sınıflamayın. Kısacası karşınızdaki her öğrenciyi tanık olunacak kişiler olarak görün. En iyiler, en başarılılar, en zekiler gibi ayrıştırıcı kalıpları kullanmayın her öğrencinizin yüreğine, canına dokunun…
Hayat bir çevre içinde yaşanır. Öğretmenlik de öyledir. Etkileşim halinde olduğunuz kişiler varsa hayat anlamlı olur. Söz söyleyeceğiniz, sözünü dinleyeceğiniz kişiler olmalıdır. Bu hayat gerçeğini öğretmenliği icra ederken de dikkate almalısınız. Bir başka ifade ile öğretmenlik varoluşu ile ilgili bir kendinizi ait hissedeceğiniz bir çevreniz olmalıdır.
Öğretmen olarak atandığınızda görevler üstleneceksiniz. Üstleneceğiniz görevleri yerine getirirken kendi kendinize de görev vermeyi unutmayın. Belki de en iyi varoluşunuzu bu sayede kendi kendinize vereceğiniz yeni görevlerle gerçekleştireceksiniz.
Öğretmenliğe adım atarken yine mevcut sistemin amaçlarının gerçekleşmesi için birçok alanda birçok icraata başlayacaksınız. Sistemin amaçlarından ve işleyişinden kaynaklanan başlangıçların dışında kendi inisiyatifinizle yapacağınız başlangıçlar olsun. Yani kendi istek ve kararınızla adımlar atın. Bu adımlar öyle sağlam ve kapsamlı olsun ki uzun yıllar devam etsin.   Sonuçlarını hemen değil yıllar sonra alacağınız başlangıçlar yapın. Bu adımları kendiniz için kendinizin icraatı olacak şekilde atın.

İNŞA ETTİĞİMİZ YENİ PARADİGMA TAKİP EDİLSEYDİ BİRÇOK PROBLEM BUGÜN YAŞANMAZDI!
Bir dönem Talim ve Terbiye Kurulu başkanlığı yaptınız ve eğitimde karar alıcı konumda bulundunuz. Dünden bugüne baktığınızda aynı şeyleri farklı dönemlerde aynı başlıklar altında konuştuğumuzu düşünüyor musunuz?
Eğitim sisteminde olup bitenlerle ilgili böyle bir zan vardır. Aynı icraatların yapıldığı veya farklı zamanlarda aynı şeylerin farklı sözlerle ifade edildiği olmuştur gerçekten. Görev yaptığım zamanda ve daha sonraki dönemlerde de bu sarmalın içine düşülmüş olabilir.
Ama aynı olduğu söylenen bir şey var ki aynı değil aslında. Biz ortaöğretime geçiş sistemi adıyla köklü bir sistem değişikliğine gitmiştik. Bu kapsamda onlarca küçük değişiklikler yapmıştık. Beşlik not sisteminden yüzlük puan sistemine geçişe, anlık değerlendirmeden sürece yayılmış değerlendirmeye varana kadar bir seri değişiklikler yapmıştık. Ölçme değerlendirme işleyişine varana kadar çok önemli değişiklikleri hayata geçirmiştik. Öğrencilerin dershanelerden okula dönüşünü sağlayıcı adımlar atmıştık. Yani belli adımlarla öğrenci nezdinde değeri azalmış olan okulu güçlendirmeye çalışmıştık. Ve ben tüm bu yaptıklarımızı yazarak ve tartışarak çok anlatmıştım. Daha sonraki dönemlerde köklü değil küçük teknik adımlar atılarak mesela modelin adını değiştirerek aynı çalışmalar yapıldı gibi bir hava oluştu. Oysa ne kamuoyunun sandığı gibi ne de bizden sonraki yetkililerin düşündüğü gibi aynı çalışma yapılmadı. Sınavlara dair o zaman inşa ettiğimiz yeni paradigma takip edilseydi sınavlarla ilgili bugün yaşanan bir çok problem yaşanmazdı diye düşünüyorum. 

SEÇKİN BİR ÖĞRENCİ GURUBUNA SAHİP OLMANIN MESULİYETİ HER DAİM HİSSEDİLMELİDİR
Yaklaşık beş aydır görev yaptığınız Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi dekanlığı ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Boğaziçi Üniversitesi “üniversite” algısıyla ön plana geçmiş olan bir kurumdur. Öğrenciler burayı arzu ettikleri bir bölümde veya fakültede okumanınötesinde, Boğaziçi Üniversitesinde öğrenim görmek için tercih etmektedirler. Bebek sırtlarında kurulan bu üniversite bulunduğu mekânınadıyla müsemma bir kurumdur. Bu kurumun temellerinin atıldığı ilk günden bugüne 160 yılı aşkın derin ve köklü bir tarihi vardır. Ben bu tarihi biliyorum. Otuz yıl kadar önce Columbia Üniversitesinde Cyrus Hamlin’in hatıralarını okumuştum. Kendileri bugünkü Boğaziçi Üniversitesi’nin öncülü sayılabilecek ilk adımları atan kişidir. Dolayısıyla Boğaziçi Üniversitesini sadece bugünü ile değil dünü ile de tanıyorum.
Bu üniversite ilk kurulduğu yıllarda Türkiye’de bir üniversite olarak var olmuştur. Bu var oluş felsefesinin değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu manada Boğaziçi Üniversitesi’nin “Türkiye’de bir üniversite” olmanın ötesinde “Türkiye’nin bir üniversitesi “olması için atılacak önemli adımlar vardır. Özellikle Eğitim Fakültesi’nde Türk Milli Eğitim Sistemi için belli açılımlar yapılabilir. Böylece Eğitim Fakültesi’nin Türkiye’deki eğitim hareketlerine daha çok liderlik yapması sağlanabilir. Bu kuruma Türkiye’nin en başarılı lise mezunları gelmektedir. Dolayısıyla seçkin bir öğrenci grubuna sahip olmanın mesuliyeti her daim hissedilmelidir.

"Eğitimde değişimin çok sık gündeme gelmesi her şeyden önce eğitim kültürünü zayıflatmıştır. Eğitimin sıkça değişme durumunda kalması kurumsallaşmayı engellemektedir. Oysa eğitim, kurumsallaşma ile var olur. Hal böyle olunca bugün için eğitimi değiştirmek değil değiştirmemek bir değer olmalıdır. Yani eğitimin değişmezliği için de hassasiyet gösterilmelidir. Bunun için hep olduğu gibi nelerin değişeceğini belirlemektense nelerin değişmeyeceğini belirlemek ve bunu sağlamak esas olmalıdır."

> Eğitimde reform çabalarında bir kısır döngü yaşanıyor!

Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İrfan Erdoğan ile Eğitimde Reforma, Atanan-Atanamayan Öğretmenlere, Salgın Bağlamında Eğitime ve Boğaziçi Üniversitesi üzerine konuştuk.

irfan_erdogan_boun* Eğitimde değiştirmeye çalıştıklarımız kadar değiştirmememiz yani korumamız gereken şeyler de olmalıdır.
* Teorik ve güçlü bir eğitim biliminin yokluğunda eğitim, ulu orta bir şekilde değiştirilmeye ve müdahale edilmeye cüret edilen bir alan haline gelmektedir.
* Eğitimde teşhir (teşhir odası) ve teşhir için düzenleme çalışmaları (dekor) olmamalıdır.
* Okullar hep açık olmalıdır. Sadece dersler için değil yaşamak ve üretmek için açık olmalıdır.
Boğaziçi Üniversitesi’nin “Türkiye’de Bir Üniversite” olmanın ötesinde “Türkiye’nin Bir Üniversitesi “ olması için atılacak önemli adımlar vardır. 

“Eğitimde Reform” söylemi Türkiye’de her dönemde sık sık dillendirilen bir konu oldu. Siz de geçen aylarda Makedonya’da düzenlenen bir kongrede "eğitimde reform” konulu bir açılış konuşması yaptınız. Öncelikle özet olarak neydi orada söylediğiniz?
Evet, Makedonya Cyril ve Methodius Üniversitesi Pedagoji Enstitüsünün daveti üzerine bir konuşma yaptım. Kongre Pedagoji Enstitüsünün kuruluşunun 75. Yıldönümü vesilesiyle düzenlenmişti. Konuşmamın en başında şunu ifade ettim: “Makedonya olarak sahip olduğunuz Pedagoji Enstitüsünün 75. Yılını geride bırakmış olmanız ne güzel bir şey. Benim ülkem Türkiye’de de Pedagoji Enstitüsü adıyla yaklaşık 90 yıl kadar önce İstanbul Üniversitesi’nde açılmış olan bir enstitü vardı. Ancak maalesef biz bu enstitüyü daha sonra kapattık; daha doğrusu ismini değiştirdik. Bu vesileyle demek istiyorum ki eğitimde değiştirmeye çalıştıklarımız kadar değiştirmememiz; yani korumamız gereken şeyler de olmalıdır. Siz bunu başarmışsınız; ne mutlu size!...”

Ülkemizde olduğu gibi dünyada da eğitim sorunları tartışılırken reform vurgusu sıkça yapılıyor. Bu konuda eleştirel bir tutum içinde olduğunuzu görüyoruz. Eğitimde reform konusundakibu görüşlerinizi söyleyebilir misiniz?
Evet, bugün dünyada birçok ülkede eğitim reformlarıyla ilgili bir tıkanma yaşandığını söyleyebilirim. Bu manada reform çabalarının eğitim için yararlı olduğunu söylemek de zordur. Gerçekten de özellikle son çeyrek asırda yapılan eğitim reformlarının kültüre, ekonomiye, siyasete somut bir şekilde katkısı olmamıştır. Dolayısıyla“eğitimde reform” ifadesi beklendiği ölçüde etkisi olmayan bir söylem olmaktan öteye gidememiştir. Çünkü son zamanlardaki eğitimde reform çabalarında bir kısır döngü yaşanmaktadır. Bu kısır döngü şu şekilde açıklanabilir:
Yaklaşık yarım asır öncesine kadar eğitime dair belli başlı sorunlar dile getirilmekteydi. Neydi bu sorunlar? Merkeziyetçilik. Otoriterlik. Hiyerarşi. Sıkı kontrol. Sıkı denetim. Tek tip eğitim. Tekel. Bağımlılık.
Peki, eğitime dair gündemde olan idealler nelerdi? Özgürleşme. Özgünlük. Çeşitlilik. Farklılaşma. Dinamikleşme. Yerelleşme.
Peki, özellikle son çeyrek asırda eğitimle ilgili neler yapıldı? Standartlaşma arttı. Akreditasyon yaygınlaştı. Kalite hareketi yaygınlaştı. Dijitalleşme arttı. Teknolojikleşme yaygınlaştı. Peki, tüm bu çalışmalardan sonra yine son çeyrek asırda neler gözlemlendi? Eğitimde merkeziyetçilik daha da arttı. Eğitimde tekel aynı şekilde daha çok yaygınlaştı. Eğitimde tek tipleşme yaygınlaştı.
İşte bu süreçte öğretmen de öğrenci de özgürlüğünü kaybetti. Aynı şekilde eğitimde özgünlük de azaldı. Eğitim daha çok kalıplandı. Yani eğitimde özgürlük azaldı. Son dönemlerdeki eğitimde reform çalışmaları kısaca bu döngü içinde seyretti.
Başka ne oldu bu süreçte? Eğitim, ihtiyaç olduğu için değil büyük şirketler ve firmalar istediği için değiştirilmeye başlandı. Bunun için gelişmekte olan ve geri kalmış olan ülkelere ne kadar geri oldukları bu yüzden reform yapmaları gerektiği telkin edildi. Bu telkinler karşısında toplumlar ve ülkeler eğitimlerini değiştirmek için çalıştılar.

Eğitimde reformun bir kurgu olabileceğini ima etmektesiniz sanırım. Nasıl bir kurgu bu, açıklayabilir misiniz?
Evet, çok doğru söylediniz. Bir reform kurgusu söz konusudur. Aslında bir çeşit oyun var diyebiliriz ve bu oyun şu şekilde kurgulanmış görünüyor.Sistem belli boyutlarıyla devamlı olarak yetersiz ve zayıf görülmektedir. Akabinde değiştirilmek üzere zorlanmaktadır. Mesela öğretmenin yetersizliğinden bahsedilmektedir; ardından öğretmen eğitimi önerilmektedir. Programların ve ders kitaplarının yetersizliğinden bahsedilmekte; ardından bunların değiştirilmesi istenmektedir.

EĞİTİMİ DEĞİŞTİRMEK DEĞİL DEĞİŞTİRMEMEK BİR DEĞER OLMALIDIR
Eğitimde reform adına sıkça gündeme gelen öğretmene ve öğretmenliğe dair dile getirilen öneriler paketi de bilinmelidir ki öğretmenliği ve öğretimi iyileştirme bir tarafa kalıplamaktadır, sığlaştırmaktadır, yapaylaştırmaktadır. Öğretmeni geliştirme adına atılan adımlar bir şekilde öğretmenin özgürlüğünün kısıtlanmasıyla sonuçlanmaktadır. Bu nedenle öğretmenle ve öğretmenlikle ilgili önerilere de dikkat edilmelidir. Bu uğurda atılan adımların öğretmenliği belli ölçülerde mekanikleştirdiği nesneleştirdiği unutulmamalıdır.
Bu arada öğretmenliğe yani yönteme yapılan vurgu da bilinmelidir ki eğitim ve öğretimin asıl zeminini zayıflatmaktadır. Yönteme fazla vurgu yaparak asıl temeli yani dili, fenni, matematiği ihmal etme riski almış olabiliriz.
Bir başka önemli husus da şudur ki; eğitim gittikçe daha çok uluslararası bir konu olarak kabul edilmektedir. Evet, bilhassa günümüzde eğitim belli ölçüde uluslararası ve küresel bir sorundur. Ancak eğitim öncelikle yerel ve ulusal bir sorundur ya da konudur da… Peki, eğitim ulusal bir sorunken uluslararası bir konu olarak ele alınırsa ne olur? Eğitimin somut gerçeklerine yabancılaşma olur. Dolayısıyla eğitim önce yerel ve ulusal bir konu olarak ele alınmalı; sonra da uluslararası bir konu olarak göz önünde bulundurulmalıdır.
Eğitim reformları için eğitim biliminin birikimlerinden ve bakış açısından daha çok yararlanılmalıdır. Bugün eğitim bilimi bölünmüş ve çok parçalı bir yapıya dönüşmüştür. Böylece eğitim biliminin öteden beri var olan bütünlüğü bozulmuştur.
Eğitim bilimi kapsamlı ve güçlüyken eğitim reformlarına bir itiraz sunabilmekteydi. Ancak eğitim bilimi, uzun zamandır bölünüp parçalandığı ve zayıfladığı için eğitim reformlarına dair bir bakış açısı sunamamaktadır. Bu şekilde teorik ve güçlü bir eğitim biliminin yokluğunda eğitim ulu orta bir şekilde değiştirilmeye ve müdahale edilmeye cüret edilen bir alan haline gelmektedir.
Bu arada eğitim reformlarında görülen kurtarıcılık ve geliştiricilik imasına da dikkat edilmelidir. Kurtarıcılık ile başlayan reform adımlarının gerçekçi olmadığını unutmamak gerekir. Kimse kimseyi kurtaramaz. Bu nedenle bilhassa öğretmenler ve öğrenciler kendilerini başkalarından önce kendi kendilerinin kurtarabileceği hususunda ikna edilmelidir.
Eğitim mütevazı, sade bir alandır. Bu nedenle eğitim fazla gösterilmemeli yani anlatılmamalıdır. Zira ne kadar çok gösterilirse o ölçüde sahteleşir. Bilinmelidir ki eğitim gösterilmeye çalışıldıkça yapaylaşır. Bu manada eğitimde teşhir (teşhir odası) ve teşhir için düzenleme çalışmaları (dekor) olmamalıdır. Bilmeliyiz ki eğitim değiştirilmez, değişir. Toplum değişir, kültür dönüşür, hayat değişir ve akabinde eğitim değişir. Hal böyle iken unutmayalım ki eğitimi değiştirmeye çalışmak gereksiz bir zorlama olabilir.

Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer de bazı açıklamalarında eğitimde reform yapmayacaklarını sitemde iyileştirmelere giderek ilerleyeceklerini söyledi. Bu yaklaşım hakkında ne düşünüyorsunuz? Reform ve iyileştirme arasındaki çizgi farklılıkları nelerdir?
Bakan Mahmut Özer bence bakan olmadan önce “reform yapılacak” söylemlerine çok tanık oldu. Bunun gerçeklikten kopuk bir söz olduğunu gözlemledi ve reform yapılacak demekten imtina etti. Daha mütevazı ve gerçekçi bir icraat olarak “iyileştirme” olacak dedi. Sisteme baş edilmez bir stres yükleyen reform yapmaya çalışmaktansa hem nitel hem de nicel açıdan belli bir noktaya gelmiş olan sisteme nokta atış dokunuşlar yapmak daha doğrudur.      


Geriden bıraktığımızı düşündüğümüz ama bir türlü geride kalmayan salgın sürecinin de eğitime ilginç yansımaları olmaktadır. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Salgın sürecinde yakından gözlemledik ki eğitim, cinin şişeden çıktığı gibi okuldan çıktı. Şişeden çıkan cinin şişeye geri konması nasıl mümkün değilse salgın kalktı diye eğitim de tekrar okula sokulmamalıdır. Eğitim içinden çıktığı okulun dışında da devam etmelidir.
Salgın şartlarında okullar kapanmak zorunda kaldı. Şartlar iyileşince de açılmaya çalışıldı. Okulların kapalı kalması azımsanmayacak ölçüde bir eğitim açığı yarattı. Eğitim, okulların açık veya kapalı kalması ikilemine sıkışmamalıdır. Eğitim için okullar hep açık olmalıdır. Sadece dersler için değil yaşamak ve üretmek için açık olmalıdır. Sadece öğrenciler için değil toplum içinaçık olmalıdır. Sadece belli dönemlerde değil yaz kış, gece gündüz, hafta içi hafta sonu hep açık olmalıdır.  

Eğitim yapılan reformlar bir tarafa kangren halini alan ciddi bir problemimiz var. Atanamayan öğretmenler… Bu konudaki düşünceleriniz nedir?
Başta eğitim fakülteleri olmak üzere her yıl öğretmen yetiştiren fakültelerden on binlerce öğretmen adayı mezun olmaktadır. Belli bir idealle öğrenim gören bu gençlerden maalesef çok azı öğretmen olarak atanabilmektedir.
Öğretmen olmayı beklerken atanamayan milyonlarca gencin kırıklık yaşaması önemli bir sorundur. Bir kişi için sahip olduğu beklentinin gerçekleşmemesi kadar tahrip edici bir şey olamaz. Bu nedenle öğretmen olmak için yola çıkıp mezun olan gençler atanmamış olsa da öğretmen olma hazzını ve ayrıcalığını yaşamalıdır. Bu kişiler sadece bilgi ve kültürlerini ilerletmek için öğrenim görmemekte, bizzat bir meslek sahibi olacakları vaat edilen bir alandan diploma almaktadırlar.
Dolayısıyla bu kişilere atanmamış olsalar da belli haklar ve ayrıcalıklar verilebilir. Bu kişilere “öğretmenlik” sıfatı verilebilir ve bu sıfatla belli haklara ve ayrıcalıklara sahip olmaları sağlanabilir. Mesela kamuda çalışan öğretmenler gibi konaklama, ulaşım indirimlerinden yararlanabilirler. Aynı şekilde müze ve benzeri mekânlara girişte indirimli geçiş hakları olabilir.
Bu ve benzeri haklar ve ayrıcalıklar bu kişilerin kendilerini iyi ve değerli hissetmelerine büyük katkı sağlar. Öğretmen olmak için sarf ettikleri çabaların boşa gitmediği duygusunu yaşayabilirler.
Diğer taraftan bu kişilere belli teşviklerle kurs ve okul açma imkânları sağlanabilir. Bu sayede belli bir niteliğe sahip olan bu kişilerden yararlanılmış olur. Bu kişilerin bir şekilde etkin bir şekilde var olmaları sosyal, kültürel, ekonomik açılardan toplum ve ülke adına önemli bir kazanımdır.
Mesele bir kangren haline gelen bu sorunu çözme iradesini ortaya koymaktır. Ve bilinmelidir ki bu iradeyi göstermek her açıdan doğrudur. Öncelikle bu türden bir yaklaşım bu gençleri kazanmak için önemlidir. Kamusal açıdan da son derece önemli bir donanıma sahip olarak yetişen bu gençlerden bu sayede istifade edilmiş olur. Bu bakış açısı kabul edilirse arkası gelir. Yani daha başka ve özgün modeller akla gelebilir. Dolayısıyla atanamayan öğretmenler sorunu asla ihmal edilmemeli muhakkak çözülmelidir. Bu tavsiyelerimizin muhatabı atanamayan öğretmenler değildir. Bu konuda karar alma durumunda olan ve yasama yetkisi olan yetkililerdir.

Peki, yeni atanan öğretmenler için neler söylenebilir?
Onlar için sözümüz şudur. Şuana kadar öğretmen olmak için çalıştınız ve sonunda diplomanızı aldınız. Ama unutmayınız ki aldığınız diploma sizin öğretmen olarak atanmanızı sağlasa da bu gerçek anlamda öğretmen olmanız için yeterli değildir. Atanmanız özlük itibarıyla öğretmen olduğunuz anlamına gelir. Ancak bilmelisiniz ki öz itibarıyla “öğretmen olma” sınavını bundan sonra vereceksiniz. Üstelik bu sınav atanmadan önce aldığınız ve geçtiğiniz sınavlar gibi olmayacak. Bu sınav daha hakiki olacak ve sonunda kendinizle ilgili kararı siz verip ben “öğretmen oldum” diyeceksiniz.
Şimdiye kadar girdiğiniz sınavlarla tescillenen bilgilerinize güvenerek “bilen kişi” olarak var olmaya başlarsanız yanılabilirsiniz. Unutmayın ki bilinenden daha çok bilinmeyen vardır. Bilmediklerinizin çok olduğunu kabul etmeniz önemlidir. Ancak bunu kendinizi “bilen kişi” olarak görmeniz halinde hissedemeyebilirsiniz.
Kendinizle karşınızdakinin kurduğu etkileşimlerde ortaya çıkan anlar çok önemlidir. Daha da önemlisi bu anlara tanık olmaktır. Hayatımız bu tanıklıklarla anlam kazanır. Öğretmenliğe bilen kişi olarak başladığınızda bir çocuğa tanıklık etmeniz zor olabilir. Aynı minvalde bir cana dokunamayabilirsiniz. Bilen kişi olmak sizi ezberlerinize hapseder. Ezberlerinizle sınırlı kaldığınızda kalıplanmış, kurgulanmış ve yapılanmış anlar gerçekleşir. Böyle bir ortamda öğretmen bildiği doğrultuda yani ezberleri çerçevesinde öğretir. Öğrenci de kendisine sorulacak sorulara doğru cevap vermek için öğrenir.
Bu nedenle “bilen” olmanın ötesinde “öğrenen” olmaya çalışın. Öğrenen kişi olursanız öğrendikçe daha iyi öğretirsiniz. Öğrenen kişi olmak öğretmen de olsanız aslında öğrenci olmaktır; öğrenci olmak da öğretmen olmanın en güçlü temelidir.   Dolayısıyla öğretmen olmak için öğrenci olmaya devam edin.
Unutmayın ki her öğrenciniz değerlidir ve önemlidir. Yaşı, öğrenme kapasitesi, sınıfı, kademesi, bilgisi ne olursa olsun hepsinin önce öğrenci olduğunu unutmayın. Onları çok iyiler, iyiler, ortalar, zayıflar, çok zayıflar gibi sınıflamayın. Her öğrencinin, numarası, sınıfı, bilgisi ile değil adıyla ve karakteriyle müsemma bir öğrenci olduğunu kabul edin. Bu anlamda sınıfınızda “en” ler olmasın. Sistem zaten yeterince kalıplıyor, sınıflıyor bari siz sınıflamayın. Kısacası karşınızdaki her öğrenciyi tanık olunacak kişiler olarak görün. En iyiler, en başarılılar, en zekiler gibi ayrıştırıcı kalıpları kullanmayın her öğrencinizin yüreğine, canına dokunun…
Hayat bir çevre içinde yaşanır. Öğretmenlik de öyledir. Etkileşim halinde olduğunuz kişiler varsa hayat anlamlı olur. Söz söyleyeceğiniz, sözünü dinleyeceğiniz kişiler olmalıdır. Bu hayat gerçeğini öğretmenliği icra ederken de dikkate almalısınız. Bir başka ifade ile öğretmenlik varoluşu ile ilgili bir kendinizi ait hissedeceğiniz bir çevreniz olmalıdır.
Öğretmen olarak atandığınızda görevler üstleneceksiniz. Üstleneceğiniz görevleri yerine getirirken kendi kendinize de görev vermeyi unutmayın. Belki de en iyi varoluşunuzu bu sayede kendi kendinize vereceğiniz yeni görevlerle gerçekleştireceksiniz.
Öğretmenliğe adım atarken yine mevcut sistemin amaçlarının gerçekleşmesi için birçok alanda birçok icraata başlayacaksınız. Sistemin amaçlarından ve işleyişinden kaynaklanan başlangıçların dışında kendi inisiyatifinizle yapacağınız başlangıçlar olsun. Yani kendi istek ve kararınızla adımlar atın. Bu adımlar öyle sağlam ve kapsamlı olsun ki uzun yıllar devam etsin.   Sonuçlarını hemen değil yıllar sonra alacağınız başlangıçlar yapın. Bu adımları kendiniz için kendinizin icraatı olacak şekilde atın.

İNŞA ETTİĞİMİZ YENİ PARADİGMA TAKİP EDİLSEYDİ BİRÇOK PROBLEM BUGÜN YAŞANMAZDI!
Bir dönem Talim ve Terbiye Kurulu başkanlığı yaptınız ve eğitimde karar alıcı konumda bulundunuz. Dünden bugüne baktığınızda aynı şeyleri farklı dönemlerde aynı başlıklar altında konuştuğumuzu düşünüyor musunuz?
Eğitim sisteminde olup bitenlerle ilgili böyle bir zan vardır. Aynı icraatların yapıldığı veya farklı zamanlarda aynı şeylerin farklı sözlerle ifade edildiği olmuştur gerçekten. Görev yaptığım zamanda ve daha sonraki dönemlerde de bu sarmalın içine düşülmüş olabilir.
Ama aynı olduğu söylenen bir şey var ki aynı değil aslında. Biz ortaöğretime geçiş sistemi adıyla köklü bir sistem değişikliğine gitmiştik. Bu kapsamda onlarca küçük değişiklikler yapmıştık. Beşlik not sisteminden yüzlük puan sistemine geçişe, anlık değerlendirmeden sürece yayılmış değerlendirmeye varana kadar bir seri değişiklikler yapmıştık. Ölçme değerlendirme işleyişine varana kadar çok önemli değişiklikleri hayata geçirmiştik. Öğrencilerin dershanelerden okula dönüşünü sağlayıcı adımlar atmıştık. Yani belli adımlarla öğrenci nezdinde değeri azalmış olan okulu güçlendirmeye çalışmıştık. Ve ben tüm bu yaptıklarımızı yazarak ve tartışarak çok anlatmıştım. Daha sonraki dönemlerde köklü değil küçük teknik adımlar atılarak mesela modelin adını değiştirerek aynı çalışmalar yapıldı gibi bir hava oluştu. Oysa ne kamuoyunun sandığı gibi ne de bizden sonraki yetkililerin düşündüğü gibi aynı çalışma yapılmadı. Sınavlara dair o zaman inşa ettiğimiz yeni paradigma takip edilseydi sınavlarla ilgili bugün yaşanan bir çok problem yaşanmazdı diye düşünüyorum. 

SEÇKİN BİR ÖĞRENCİ GURUBUNA SAHİP OLMANIN MESULİYETİ HER DAİM HİSSEDİLMELİDİR
Yaklaşık beş aydır görev yaptığınız Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi dekanlığı ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Boğaziçi Üniversitesi “üniversite” algısıyla ön plana geçmiş olan bir kurumdur. Öğrenciler burayı arzu ettikleri bir bölümde veya fakültede okumanınötesinde, Boğaziçi Üniversitesinde öğrenim görmek için tercih etmektedirler. Bebek sırtlarında kurulan bu üniversite bulunduğu mekânınadıyla müsemma bir kurumdur. Bu kurumun temellerinin atıldığı ilk günden bugüne 160 yılı aşkın derin ve köklü bir tarihi vardır. Ben bu tarihi biliyorum. Otuz yıl kadar önce Columbia Üniversitesinde Cyrus Hamlin’in hatıralarını okumuştum. Kendileri bugünkü Boğaziçi Üniversitesi’nin öncülü sayılabilecek ilk adımları atan kişidir. Dolayısıyla Boğaziçi Üniversitesini sadece bugünü ile değil dünü ile de tanıyorum.
Bu üniversite ilk kurulduğu yıllarda Türkiye’de bir üniversite olarak var olmuştur. Bu var oluş felsefesinin değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu manada Boğaziçi Üniversitesi’nin “Türkiye’de bir üniversite” olmanın ötesinde “Türkiye’nin bir üniversitesi “olması için atılacak önemli adımlar vardır. Özellikle Eğitim Fakültesi’nde Türk Milli Eğitim Sistemi için belli açılımlar yapılabilir. Böylece Eğitim Fakültesi’nin Türkiye’deki eğitim hareketlerine daha çok liderlik yapması sağlanabilir. Bu kuruma Türkiye’nin en başarılı lise mezunları gelmektedir. Dolayısıyla seçkin bir öğrenci grubuna sahip olmanın mesuliyeti her daim hissedilmelidir.

"Eğitimde değişimin çok sık gündeme gelmesi her şeyden önce eğitim kültürünü zayıflatmıştır. Eğitimin sıkça değişme durumunda kalması kurumsallaşmayı engellemektedir. Oysa eğitim, kurumsallaşma ile var olur. Hal böyle olunca bugün için eğitimi değiştirmek değil değiştirmemek bir değer olmalıdır. Yani eğitimin değişmezliği için de hassasiyet gösterilmelidir. Bunun için hep olduğu gibi nelerin değişeceğini belirlemektense nelerin değişmeyeceğini belirlemek ve bunu sağlamak esas olmalıdır."

Son Güncelleme: Perşembe, 15 Eylül 2022 12:46

Gösterim: 1287

Ümit Kalko - Eğitim Girişimcisi
umit_kalko_temmuz_2022* Gelecek dönemde eğitim sektörünü bekleyen en önemli sorunlarından biri özel okul açılma kriterlerinin yeniden belirlenme ihtiyacıdır. Özel okul açılma kriterlerinin yerel, ulusal ve global ölçekte yenilikçi yaklaşımlarla ele alınarak belirlenme ihtiyacı bulunmaktadır.
* Ülkemizde her eğitimcinin hayalinde özel okul açma hayalinin olabileceği öngörüsüyle özel okul açılma kriterleri kategorilendirilerek (ilk kez özel okul kuruculuğu gibi) ve derecelendirilerek (ulusal-uluslararası başarılı çalışmaları öncelikleyerek kontenjan) belirlenmelidir.
* Gelecekte eğitim yönetiminin yeni anlayışı dünyanın her yerinden ulaşılabilir nitelikli eğitim kurumları olacaktır. Bu yeni anlayışta herkes için kaliteli eğitim uygulamaları öne çıkacaktır.

Ülkemizde yaşanan ekonomik koşulları göz önünde bulundurarak geride kalan eğitim-öğretim dönemini değerlendirebilir misiniz?
Tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 pandemisi ve küresel ekonomik kriz gölgesinde geçen bir eğitim-öğretim yılını geride bıraktık. Kurumlarda eğitim yönetim ve denetimi uygulamaları ile birlikte eğitim planlaması ve ekonomisi uygulamaları öne çıktı. Gelecek eğitim-öğretim yılının tüm planlamalarının, yaşanan ekonomik koşullarının yaşanan/yaşanacak etkilerine göre belirleme ihtiyacı oluştu. Yeni kayıt ücretleri, öğrenci yayın paketi, yemek ve servis ücretleri, yönetici-öğretmen sözleşmeleri, kira sözleşmeleri, fatura giderleri gibi gelir-gider kalemlerinin geçmişi referans alan fakat geleceği öngören ideal bir ekonomik yaklaşımla değerlendirilmesi gerekliliği ortaya çıktı. Geride kalan eğitim öğretim yılında kurumlarda yüz yüze ve uzaktan eğitim kavramlarının bir araya gelmesiyle uygulanan hibrit okul modeli öne çıktı. Uzaktan eğitim uygulamaları, COVID-19 pandemisinde ihtiyaç olarak değerlendirilerek içinde bulunduğumuz yüzyılın yeni kavramlarından biri olan öğrenme kaybına yönelik geliştirildi.

ÖZEL OKUL AÇMA KRİTERLERİ YENİDEN BELİRLENMELİ
Ülkemizde sürdürülebilir eğitimin koşulları hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Gelecek dönemde eğitim sektörünü bekleyen sorunlar ve bu sorunlara yönelik çözüm önerileriniz nelerdir?
Sürdürülebilir kalkınma için günümüz ve gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılayabilecek, dünyadaki doğal kaynaklara saygı duymayı amaçlayan bir sürdürülebilir eğitim vizyonu oluşturulması gerekmektedir. Nitelikli eğitimin herkes için yaşam boyu öğrenim fırsatları ile yaygınlaştırması önemlidir. Son yıllarda ülkemizde sürdürülebilir eğitime yönelik etkili çalışmalar yürütülmekte fakat bu çalışmaların yaygın etkilerinin artırılmasına yönelik çalışmalarında da ele alınması gerekir. Ayrıca ülkemizde sürdürülebilir eğitimin geliştirilmesine yönelik yürütülen çalışmaların sağlıklı ve kaliteli yaşam, erişilebilir ve temiz enerji, sorumlu tüketim ve üretim amaçları ile desteklenmesi gerekir. Böylelikle ülkemizde sürdürülebilir eğitimin koşulları maksimum düzeyde uygun hale gelecek ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılacaktır. Gelecek dönemde eğitim sektörünü bekleyen en önemli sorunlarından biri özel okul açılma kriterlerinin yeniden belirlenme ihtiyacıdır. Özel okul açılma kriterlerinin yerel, ulusal ve global ölçekte yenilikçi yaklaşımlarla ele alınarak belirlenme ihtiyacı bulunmaktadır. Çözüm önerisi olarak; özel okul açılacak bölgenin detaylı analizlerine göre kayıt hedeflerinin belirlenmesi, kurucu/kurucuların eğitim yatırımı için önceki mali bilançolarından risk analizleri yapılması uygulanabilir. Ülkemizde her eğitimcinin hayalinde özel okul açma hayalinin olabileceği öngörüsüyle özel okul açılma kriterleri kategorilendirilerek (ilk kez özel okul kuruculuğu gibi) ve derecelendirilerek (ulusal-uluslararası başarılı çalışmaları öncelikleyerek kontenjan) belirlenmelidir. Özel okul kurucularına yönelik teşviklerin artırılarak yeni eğitim yatırımlarına yönlendirilmesi gerekmektedir.

EĞİTİMİ GLOBAL ÖLÇEKTE ELE ALINMALI
Eğitimde geçmiş dönemlerdeki anlayış ve uygulamalarla yeni dönemi yönetmek mümkün müdür? Gelecekte eğitim yönetiminin yeni anlayışı ne olacak?
Eğitimde geçmiş dönemlerdeki ve günümüz anlayış, uygulamaları ile geleceği yönetmek mümkün değildir. Gelecek eğitim anlayış, uygulamalarına günümüzde eğitim teknolojilerini kullanarak ulaşılabilmektedir. Dolayısıyla eğitimi global ölçekte ele almak ve takip etmek gerekir. Gelecekte eğitim yönetiminin yeni anlayışı dünyanın her yerinden ulaşılabilir nitelikli eğitim kurumları olacaktır. Bu yeni anlayışta herkes için kaliteli eğitim uygulamaları öne çıkacaktır. Her yaştan bireylere yönelik, geleceğin eğitim ihtiyaçlarını öngören uluslararası standartlardaki eğitim modelleri yaygınlaşacaktır. Günümüzde yerel, ulusal ve global ölçekte değerlendirilen okul standartları gelecekte global ölçekte değerlendirilecektir. Bu yüzden bugünden eğitimin geleceğine yönelik tüm eğitim yönetimi planlamalarının gelecek eğitim teknolojileri ile tasarlanması önemlidir.

EĞİTİMDE BAŞARI SAĞLIKLI ve MUTLU ÇALIŞMA ORTAMI İLE MÜMKÜNDÜR
Çalışan memnuniyetinde kriter ve yaklaşımlarınız hakkında bilgi verebilir misiniz? Sürdürülebilir eğitim çerçevesinde çalışma koşulları nasıl olmalıdır?
Eğitim kurumlarımızda çalışan memnuniyetini belirlemeye yönelik anket uygulamalarımız bulunmaktadır. Anket uygulamalarının sonuçlarına göre çalışanlarımıza yapıcı ve destekleyici dönütler verilmektedir. Çalışanlarımızın memnuniyetini önemsiyor ve bu memnuniyeti kendi memnuniyetimiz olarak değerlendiriyoruz. Çalışanlarımıza sunulan ekonomik koşullar ile birlikte yan haklar ve huzurlu çalışma ortamının oluşturulmasını da önemsiyoruz. Misyonumuz, eğitimden kazandığımız gelirleri tekrar eğitim yatırımlarında değerlendirmektedir. Dolayısıyla çalışanlarımızı meslekî gelişimlerine katkı sunacak hizmet içi çalışmalar ile destekliyoruz. Geleceğin eğitim teknolojilerini öğrencilerimizden önce öğretmenlerimiz ve yöneticilerimiz ile buluşturuyoruz. Sürdürülebilir eğitim çerçevesinde öğretmen ve yöneticilere meslekî kıdem ve meslekî performans kriterleri belirlenerek çalışma koşullarının belirlenmesi gerekmektedir. Eğitimde başarı ancak sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir çalışma ortamı ile mümkündür.

EĞİTİM GİRİŞİMCİLİĞİ ALANINDA FARK YARATIYORUZ
Kurumsal olarak gelecek döneme nasıl hazırlanıyorsunuz? Yeni okul yatırımlarınız hangi lokasyonlarda olacak?
Eğitim kurumlarımızda 2022-2023 eğitim-öğretim yılı planlamaları tamamlandı. Kuruculara yönelik yapılan vizyon toplantıları, yöneticilere ve öğretmenlere yönelik istişare toplantıları ve iş birliği yapılan paydaş kurum ve kuruluşlar ile yapılan planlama toplantıları ile eğitim vizyonumuza uygun nitelikli çalışmalar tasarlandı. Eğitimde tecrübeli olduğumuz ve fark oluşturduğumuz alan eğitim girişimciliğidir. Gelecek dönemde de yeni okul yatırımlarımız devam edecek. Özellikle eğitim markalarımızla henüz tanışmamış şehirlerimiz önceliğimiz olacak. Diğer bir yandan özel okul eğitimi ihtiyacı daha fazla olan şehirlerde yatırımlarımız olacak. Eğitimdeki hayalimiz yurtdışında ülkemizi özel okul olarak en iyi şekilde temsil etmektir. Bu hedefimiz doğrultusunda yurtdışında eğitim yatırımı çalışmalarımız devam etmektedir.

> Bugünden geleceğe sürdürülebilir eğitimin parametreleri

Ümit Kalko - Eğitim Girişimcisi
umit_kalko_temmuz_2022* Gelecek dönemde eğitim sektörünü bekleyen en önemli sorunlarından biri özel okul açılma kriterlerinin yeniden belirlenme ihtiyacıdır. Özel okul açılma kriterlerinin yerel, ulusal ve global ölçekte yenilikçi yaklaşımlarla ele alınarak belirlenme ihtiyacı bulunmaktadır.
* Ülkemizde her eğitimcinin hayalinde özel okul açma hayalinin olabileceği öngörüsüyle özel okul açılma kriterleri kategorilendirilerek (ilk kez özel okul kuruculuğu gibi) ve derecelendirilerek (ulusal-uluslararası başarılı çalışmaları öncelikleyerek kontenjan) belirlenmelidir.
* Gelecekte eğitim yönetiminin yeni anlayışı dünyanın her yerinden ulaşılabilir nitelikli eğitim kurumları olacaktır. Bu yeni anlayışta herkes için kaliteli eğitim uygulamaları öne çıkacaktır.

Ülkemizde yaşanan ekonomik koşulları göz önünde bulundurarak geride kalan eğitim-öğretim dönemini değerlendirebilir misiniz?
Tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 pandemisi ve küresel ekonomik kriz gölgesinde geçen bir eğitim-öğretim yılını geride bıraktık. Kurumlarda eğitim yönetim ve denetimi uygulamaları ile birlikte eğitim planlaması ve ekonomisi uygulamaları öne çıktı. Gelecek eğitim-öğretim yılının tüm planlamalarının, yaşanan ekonomik koşullarının yaşanan/yaşanacak etkilerine göre belirleme ihtiyacı oluştu. Yeni kayıt ücretleri, öğrenci yayın paketi, yemek ve servis ücretleri, yönetici-öğretmen sözleşmeleri, kira sözleşmeleri, fatura giderleri gibi gelir-gider kalemlerinin geçmişi referans alan fakat geleceği öngören ideal bir ekonomik yaklaşımla değerlendirilmesi gerekliliği ortaya çıktı. Geride kalan eğitim öğretim yılında kurumlarda yüz yüze ve uzaktan eğitim kavramlarının bir araya gelmesiyle uygulanan hibrit okul modeli öne çıktı. Uzaktan eğitim uygulamaları, COVID-19 pandemisinde ihtiyaç olarak değerlendirilerek içinde bulunduğumuz yüzyılın yeni kavramlarından biri olan öğrenme kaybına yönelik geliştirildi.

ÖZEL OKUL AÇMA KRİTERLERİ YENİDEN BELİRLENMELİ
Ülkemizde sürdürülebilir eğitimin koşulları hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Gelecek dönemde eğitim sektörünü bekleyen sorunlar ve bu sorunlara yönelik çözüm önerileriniz nelerdir?
Sürdürülebilir kalkınma için günümüz ve gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılayabilecek, dünyadaki doğal kaynaklara saygı duymayı amaçlayan bir sürdürülebilir eğitim vizyonu oluşturulması gerekmektedir. Nitelikli eğitimin herkes için yaşam boyu öğrenim fırsatları ile yaygınlaştırması önemlidir. Son yıllarda ülkemizde sürdürülebilir eğitime yönelik etkili çalışmalar yürütülmekte fakat bu çalışmaların yaygın etkilerinin artırılmasına yönelik çalışmalarında da ele alınması gerekir. Ayrıca ülkemizde sürdürülebilir eğitimin geliştirilmesine yönelik yürütülen çalışmaların sağlıklı ve kaliteli yaşam, erişilebilir ve temiz enerji, sorumlu tüketim ve üretim amaçları ile desteklenmesi gerekir. Böylelikle ülkemizde sürdürülebilir eğitimin koşulları maksimum düzeyde uygun hale gelecek ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılacaktır. Gelecek dönemde eğitim sektörünü bekleyen en önemli sorunlarından biri özel okul açılma kriterlerinin yeniden belirlenme ihtiyacıdır. Özel okul açılma kriterlerinin yerel, ulusal ve global ölçekte yenilikçi yaklaşımlarla ele alınarak belirlenme ihtiyacı bulunmaktadır. Çözüm önerisi olarak; özel okul açılacak bölgenin detaylı analizlerine göre kayıt hedeflerinin belirlenmesi, kurucu/kurucuların eğitim yatırımı için önceki mali bilançolarından risk analizleri yapılması uygulanabilir. Ülkemizde her eğitimcinin hayalinde özel okul açma hayalinin olabileceği öngörüsüyle özel okul açılma kriterleri kategorilendirilerek (ilk kez özel okul kuruculuğu gibi) ve derecelendirilerek (ulusal-uluslararası başarılı çalışmaları öncelikleyerek kontenjan) belirlenmelidir. Özel okul kurucularına yönelik teşviklerin artırılarak yeni eğitim yatırımlarına yönlendirilmesi gerekmektedir.

EĞİTİMİ GLOBAL ÖLÇEKTE ELE ALINMALI
Eğitimde geçmiş dönemlerdeki anlayış ve uygulamalarla yeni dönemi yönetmek mümkün müdür? Gelecekte eğitim yönetiminin yeni anlayışı ne olacak?
Eğitimde geçmiş dönemlerdeki ve günümüz anlayış, uygulamaları ile geleceği yönetmek mümkün değildir. Gelecek eğitim anlayış, uygulamalarına günümüzde eğitim teknolojilerini kullanarak ulaşılabilmektedir. Dolayısıyla eğitimi global ölçekte ele almak ve takip etmek gerekir. Gelecekte eğitim yönetiminin yeni anlayışı dünyanın her yerinden ulaşılabilir nitelikli eğitim kurumları olacaktır. Bu yeni anlayışta herkes için kaliteli eğitim uygulamaları öne çıkacaktır. Her yaştan bireylere yönelik, geleceğin eğitim ihtiyaçlarını öngören uluslararası standartlardaki eğitim modelleri yaygınlaşacaktır. Günümüzde yerel, ulusal ve global ölçekte değerlendirilen okul standartları gelecekte global ölçekte değerlendirilecektir. Bu yüzden bugünden eğitimin geleceğine yönelik tüm eğitim yönetimi planlamalarının gelecek eğitim teknolojileri ile tasarlanması önemlidir.

EĞİTİMDE BAŞARI SAĞLIKLI ve MUTLU ÇALIŞMA ORTAMI İLE MÜMKÜNDÜR
Çalışan memnuniyetinde kriter ve yaklaşımlarınız hakkında bilgi verebilir misiniz? Sürdürülebilir eğitim çerçevesinde çalışma koşulları nasıl olmalıdır?
Eğitim kurumlarımızda çalışan memnuniyetini belirlemeye yönelik anket uygulamalarımız bulunmaktadır. Anket uygulamalarının sonuçlarına göre çalışanlarımıza yapıcı ve destekleyici dönütler verilmektedir. Çalışanlarımızın memnuniyetini önemsiyor ve bu memnuniyeti kendi memnuniyetimiz olarak değerlendiriyoruz. Çalışanlarımıza sunulan ekonomik koşullar ile birlikte yan haklar ve huzurlu çalışma ortamının oluşturulmasını da önemsiyoruz. Misyonumuz, eğitimden kazandığımız gelirleri tekrar eğitim yatırımlarında değerlendirmektedir. Dolayısıyla çalışanlarımızı meslekî gelişimlerine katkı sunacak hizmet içi çalışmalar ile destekliyoruz. Geleceğin eğitim teknolojilerini öğrencilerimizden önce öğretmenlerimiz ve yöneticilerimiz ile buluşturuyoruz. Sürdürülebilir eğitim çerçevesinde öğretmen ve yöneticilere meslekî kıdem ve meslekî performans kriterleri belirlenerek çalışma koşullarının belirlenmesi gerekmektedir. Eğitimde başarı ancak sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir çalışma ortamı ile mümkündür.

EĞİTİM GİRİŞİMCİLİĞİ ALANINDA FARK YARATIYORUZ
Kurumsal olarak gelecek döneme nasıl hazırlanıyorsunuz? Yeni okul yatırımlarınız hangi lokasyonlarda olacak?
Eğitim kurumlarımızda 2022-2023 eğitim-öğretim yılı planlamaları tamamlandı. Kuruculara yönelik yapılan vizyon toplantıları, yöneticilere ve öğretmenlere yönelik istişare toplantıları ve iş birliği yapılan paydaş kurum ve kuruluşlar ile yapılan planlama toplantıları ile eğitim vizyonumuza uygun nitelikli çalışmalar tasarlandı. Eğitimde tecrübeli olduğumuz ve fark oluşturduğumuz alan eğitim girişimciliğidir. Gelecek dönemde de yeni okul yatırımlarımız devam edecek. Özellikle eğitim markalarımızla henüz tanışmamış şehirlerimiz önceliğimiz olacak. Diğer bir yandan özel okul eğitimi ihtiyacı daha fazla olan şehirlerde yatırımlarımız olacak. Eğitimdeki hayalimiz yurtdışında ülkemizi özel okul olarak en iyi şekilde temsil etmektir. Bu hedefimiz doğrultusunda yurtdışında eğitim yatırımı çalışmalarımız devam etmektedir.

Son Güncelleme: Pazartesi, 22 Ağustos 2022 14:08

Gösterim: 1195

Hami Koç / Eğitimci - Sosyolog
 

hami_kocBu soru eğitim dünyasında uzun zamandır tartışılıyor. Gerçekten gençler kendi hayatlarına dair karar alabiliyorlar mı? Yoksa kendilerine dayatılan bir yol haritasını izlemeye mi çalışıyorlar? 

Bu soruyu cevaplamadan önce kuşaklar arası farkları iyi anlamamız gerekir. 

Gençlerin yaşlılara, yaşlıların da gençlere karşı taşıdıkları önyargılardan beslenen kuşak çatışması, dünya tarihinde her dönemde görülmüş ve hissedilmiştir. Yetişkinler gençleri sorumsuz, ukala, saygısız veya inatçı gibi olumsuz sıfatlarla yargılarken, gençler de yetişkinleri geri kafalı, gelişmeye kapalı ve değişime ayak uyduramayan kişiler olarak tanımlarlar.  

Kuşak çatışması birçok farklı toplumda yaşanan ve normal kabul edilen bir durumdur. Ancak Türkiye gibi değişim hızı yüksek ülkelerde bu çatışma çok daha belirgin ve güçlü bir şekilde hissedilir. Çatışmanın temelinde teknolojik gelişmelerin topluma dayattığı bazı alışkanlıklar, kültürel erozyon ve düşünce biçimlerindeki farklılaşma vardır. Kuşaklar arası çatışmayı önlemek, her iki grubun da daha esnek ve toleranslı bir görüşü benimsemesiyle mümkün olabilir. Ancak özellikle ergenlik döneminde belirginleşen başkaldırma ve isyankâr tutumlar, genellikle ebeveynler tarafından hoş görülmez.  

Gençler yetişkinler tarafından anlaşılamadıklarını düşünürken, yetişkinler de gençleri sorumsuz olmakla suçlarlar. Bu çatışma devam ettikçe gençler ve yetişkinler arasındaki mesafe giderek çoğalır ve ebeveynlerin açılan bu mesafeye bağlı olarak geliştirdikleri olumsuz tepkiler kuşak çatışmasının temelini oluşturur.  

Türkiye’deki kültürel değerler göz önüne alındığında, yetişkinlerdeki bu hassasiyet çok daha fazladır. Ebeveynler çocuklarının ileride kendilerine bakacakları beklentisine sahip oldukları için, çocuklarının kendilerinden uzaklaşmalarına tahammül edemezler. Helikopter ebeveynlik olarak da tarif edilen aşırı korumacı tutumlar, çocukların özgüven kazanmasının önünde bir engel olarak durur. Ve bu şekilde yetişen gençler kendi hayatlarıyla ilgili karar almakta zorlanırlar.  

Yani eğitim hayatı boyunca her sendelediğinde birilerinin koluna girmesine alışan gençler, iş hayatına atıldıklarında da kendilerine destek olacak birisini ararlar. Bu kişiyi bulamayınca da tökezlemeler başlar. Bu yüzden gençlerin yetişmesinde en önemli konu, onları gerçek hayata hazırlamaktır. Bu da ancak gençlerin önlerindeki bütün engelleri kaldırarak değil, o engellerle nasıl mücadele edilebileceğini anlatarak gerçekleşebilir. 

 

OKULLARDA KUŞAK ÇATIŞMASININ SEBEPLERİ VE SONUÇLARI 

Okullarda yaş dağılımının geniş olmasından dolayı, kuşak çatışmalarının daha belirgin bir şekilde yaşandığını söylemek mümkündür. Kuşak çatışması dünya görüşü, ideolojik yaklaşımlar, genel tutum ve davranışlar, kılık kıyafet veya siyasi görüşler gibi birçok başlıkta bireylerin sahip oldukları farklılıklardan kaynaklanan çatışma durumu olarak tanımlanabilir. 

Kuşak çatışması ayrıca kendi dünya görüşü ve alışkanlıklarından vazgeçmek istemeyen grubun, değişime karşı verdiği mücadele olarak tarif edilebilir. Şu ana kadar kuşaklarla ilgili farklı sınıflandırmalar yapılmış olsa da BabyBoomer, X kuşağı, Y kuşağı ve Z kuşağı kavramları en yaygın olarak kullanılan kavramlardır.

Farklı kuşakların eğitim dünyasında yoğun olarak nerede durduğuna bakacak olursak karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır; Ülke genelinde eğitim politikalarını belirleyenler Baby Boomer ve X kuşağı, okul müdürleri ve öğretmenler X ve Y kuşağı, öğrenciler de Z kuşağıdır. Bu kadar farklı kuşağın bir arada ve yoğun bir iletişim halinde bulunduğu bir örgütte yaşanacak çatışmaların okul iklimini etkilemesi elbette kaçınılmazdır. Okulda yaşanacak çatışmalar gelişim odaklı olarak yönetilirse, sonuçları olumlu olur. Ancak çatışma, tarafların verimliliğini düşürecek kadar yıpratıcı bir hale gelirse, ortaya çıkacak zarar kaçınılmazdır.  

Eğitim yöneticilerinin gençlere özgüven kazandıracak bir tutum kazanması, onların gelecek hayatlarında ne kadar başarılı olacaklarını belirleyen en önemli kriterdir. 

 

GİRİŞİMCİLİK OKULDA BAŞLAR 

Eğitimin en önemli amaçlarından bir tanesi öğrenciye özgüven kazandırmaktır. Çünkü ancak özgüven sahibi olan bireyler gelecekle ilgili kendi kararlarını alabilirler. Okulda katı bir hiyerarşik yapı bulunması, öğrenci ve öğretmenlerin ders dışında hiçbir konuda görüş alışverişi yapmaması, öğrencilerin özgüvenini düşüren bir ortam oluşmasına yol açar. 
Okul müdürünün de öğrenciyle iletişiminin minimum seviyede tutulması ve okul müdürünün öğrenciler açısından “zor ulaşılan kişi” olması için okullarda belirgin bir gayret gösterilmesi, okul müdürüyle öğrenci arasındaki mesafeyi açan etkenler olarak görülebilir. 

Bu yaklaşımın benimsendiği okullarda, genellikle kişiliksizlik, kötümserlik ve güvensizliğin hâkim olduğu bir iklim oluşmaktadır. Disiplin temelli kaygılardan beslenen bu geleneksel yönetim yaklaşımı, Z kuşağı olarak adlandırılan neslin okul kültürünü benimsemesi, içsel motivasyonusağlaması ve okulu bir yaşam/hayat alanı olarak görmesinin önünde bir engel olarak görülmektedir. 

Sosyal medyada bolca vakit geçiren, yeni medyanın tüm imkanlarını sınırsız bir şekilde kullanabilen ve hayata bakışını popüler kültürün kimi zaman olumlu kimi zaman olumsuz baskın kültürü ışığında şekillendiren öğrencilerin, kendi dünyalarına uzaktan ve hep eleştirel bir gözle bakan okul yöneticisiyle sağlıklı bir iletişim kurması zor olabilir. Bu iletişimin sağlıksız olması da öğrencilerin hayata hazırlanması için gereken becerileri kazanmasını engeller.  

Post-modernizmle birlikte, insanı yaptığı işin niteliğine göre sadece iki koldan ibaret gören zihniyet yıkılmış, üretimde verimi artırmak için çalışanların zihnine odaklanılması gerektiği bütün dünya insanları tarafından kabul edilmiştir. Ancak endüstri 4.0 dönemiyle birlikte mekanik iş gerektiren alanlarda artık ne kollara ne de zihinlere çok fazla ihtiyaç kalmayacağı aşikârdır.  

Robotları mutlu etme mecburiyeti olmayan işverenler için, seçim aslında oldukça basittir. Çalışanın özgeçmişini incelemek veya motivasyon seminerleri düzenlemek yerine, robotun teknik özellikleri incelemek ve periyodik bakımlarını yapmak çok daha faydacı bir yaklaşımdır. Ve bu yaklaşım sonucunda insan üretim bandının dışına doğru itilecektir.  

Sonuç olarak sosyal bilimlerde kontrol, maalesef doğa bilimlerinde olduğu kadar kolay değildir. Bu yüzden robotların tehdit olarak görüldüğü bir çağa insan yetiştirmek de kolay olmayacaktır. 

Gençleri bilgiden ziyade beceriyle donatan, onların kendi ayakları üzerinde durabilmelerini sağlayan bir eğitim sistemi, büyük Türkiye hayalinin gerçekleşmesi için şarttır. 

 

> Gençler kendi hayatları hakkında söz sahibi mi?

Hami Koç / Eğitimci - Sosyolog
 

hami_kocBu soru eğitim dünyasında uzun zamandır tartışılıyor. Gerçekten gençler kendi hayatlarına dair karar alabiliyorlar mı? Yoksa kendilerine dayatılan bir yol haritasını izlemeye mi çalışıyorlar? 

Bu soruyu cevaplamadan önce kuşaklar arası farkları iyi anlamamız gerekir. 

Gençlerin yaşlılara, yaşlıların da gençlere karşı taşıdıkları önyargılardan beslenen kuşak çatışması, dünya tarihinde her dönemde görülmüş ve hissedilmiştir. Yetişkinler gençleri sorumsuz, ukala, saygısız veya inatçı gibi olumsuz sıfatlarla yargılarken, gençler de yetişkinleri geri kafalı, gelişmeye kapalı ve değişime ayak uyduramayan kişiler olarak tanımlarlar.  

Kuşak çatışması birçok farklı toplumda yaşanan ve normal kabul edilen bir durumdur. Ancak Türkiye gibi değişim hızı yüksek ülkelerde bu çatışma çok daha belirgin ve güçlü bir şekilde hissedilir. Çatışmanın temelinde teknolojik gelişmelerin topluma dayattığı bazı alışkanlıklar, kültürel erozyon ve düşünce biçimlerindeki farklılaşma vardır. Kuşaklar arası çatışmayı önlemek, her iki grubun da daha esnek ve toleranslı bir görüşü benimsemesiyle mümkün olabilir. Ancak özellikle ergenlik döneminde belirginleşen başkaldırma ve isyankâr tutumlar, genellikle ebeveynler tarafından hoş görülmez.  

Gençler yetişkinler tarafından anlaşılamadıklarını düşünürken, yetişkinler de gençleri sorumsuz olmakla suçlarlar. Bu çatışma devam ettikçe gençler ve yetişkinler arasındaki mesafe giderek çoğalır ve ebeveynlerin açılan bu mesafeye bağlı olarak geliştirdikleri olumsuz tepkiler kuşak çatışmasının temelini oluşturur.  

Türkiye’deki kültürel değerler göz önüne alındığında, yetişkinlerdeki bu hassasiyet çok daha fazladır. Ebeveynler çocuklarının ileride kendilerine bakacakları beklentisine sahip oldukları için, çocuklarının kendilerinden uzaklaşmalarına tahammül edemezler. Helikopter ebeveynlik olarak da tarif edilen aşırı korumacı tutumlar, çocukların özgüven kazanmasının önünde bir engel olarak durur. Ve bu şekilde yetişen gençler kendi hayatlarıyla ilgili karar almakta zorlanırlar.  

Yani eğitim hayatı boyunca her sendelediğinde birilerinin koluna girmesine alışan gençler, iş hayatına atıldıklarında da kendilerine destek olacak birisini ararlar. Bu kişiyi bulamayınca da tökezlemeler başlar. Bu yüzden gençlerin yetişmesinde en önemli konu, onları gerçek hayata hazırlamaktır. Bu da ancak gençlerin önlerindeki bütün engelleri kaldırarak değil, o engellerle nasıl mücadele edilebileceğini anlatarak gerçekleşebilir. 

 

OKULLARDA KUŞAK ÇATIŞMASININ SEBEPLERİ VE SONUÇLARI 

Okullarda yaş dağılımının geniş olmasından dolayı, kuşak çatışmalarının daha belirgin bir şekilde yaşandığını söylemek mümkündür. Kuşak çatışması dünya görüşü, ideolojik yaklaşımlar, genel tutum ve davranışlar, kılık kıyafet veya siyasi görüşler gibi birçok başlıkta bireylerin sahip oldukları farklılıklardan kaynaklanan çatışma durumu olarak tanımlanabilir. 

Kuşak çatışması ayrıca kendi dünya görüşü ve alışkanlıklarından vazgeçmek istemeyen grubun, değişime karşı verdiği mücadele olarak tarif edilebilir. Şu ana kadar kuşaklarla ilgili farklı sınıflandırmalar yapılmış olsa da BabyBoomer, X kuşağı, Y kuşağı ve Z kuşağı kavramları en yaygın olarak kullanılan kavramlardır.

Farklı kuşakların eğitim dünyasında yoğun olarak nerede durduğuna bakacak olursak karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır; Ülke genelinde eğitim politikalarını belirleyenler Baby Boomer ve X kuşağı, okul müdürleri ve öğretmenler X ve Y kuşağı, öğrenciler de Z kuşağıdır. Bu kadar farklı kuşağın bir arada ve yoğun bir iletişim halinde bulunduğu bir örgütte yaşanacak çatışmaların okul iklimini etkilemesi elbette kaçınılmazdır. Okulda yaşanacak çatışmalar gelişim odaklı olarak yönetilirse, sonuçları olumlu olur. Ancak çatışma, tarafların verimliliğini düşürecek kadar yıpratıcı bir hale gelirse, ortaya çıkacak zarar kaçınılmazdır.  

Eğitim yöneticilerinin gençlere özgüven kazandıracak bir tutum kazanması, onların gelecek hayatlarında ne kadar başarılı olacaklarını belirleyen en önemli kriterdir. 

 

GİRİŞİMCİLİK OKULDA BAŞLAR 

Eğitimin en önemli amaçlarından bir tanesi öğrenciye özgüven kazandırmaktır. Çünkü ancak özgüven sahibi olan bireyler gelecekle ilgili kendi kararlarını alabilirler. Okulda katı bir hiyerarşik yapı bulunması, öğrenci ve öğretmenlerin ders dışında hiçbir konuda görüş alışverişi yapmaması, öğrencilerin özgüvenini düşüren bir ortam oluşmasına yol açar. 
Okul müdürünün de öğrenciyle iletişiminin minimum seviyede tutulması ve okul müdürünün öğrenciler açısından “zor ulaşılan kişi” olması için okullarda belirgin bir gayret gösterilmesi, okul müdürüyle öğrenci arasındaki mesafeyi açan etkenler olarak görülebilir. 

Bu yaklaşımın benimsendiği okullarda, genellikle kişiliksizlik, kötümserlik ve güvensizliğin hâkim olduğu bir iklim oluşmaktadır. Disiplin temelli kaygılardan beslenen bu geleneksel yönetim yaklaşımı, Z kuşağı olarak adlandırılan neslin okul kültürünü benimsemesi, içsel motivasyonusağlaması ve okulu bir yaşam/hayat alanı olarak görmesinin önünde bir engel olarak görülmektedir. 

Sosyal medyada bolca vakit geçiren, yeni medyanın tüm imkanlarını sınırsız bir şekilde kullanabilen ve hayata bakışını popüler kültürün kimi zaman olumlu kimi zaman olumsuz baskın kültürü ışığında şekillendiren öğrencilerin, kendi dünyalarına uzaktan ve hep eleştirel bir gözle bakan okul yöneticisiyle sağlıklı bir iletişim kurması zor olabilir. Bu iletişimin sağlıksız olması da öğrencilerin hayata hazırlanması için gereken becerileri kazanmasını engeller.  

Post-modernizmle birlikte, insanı yaptığı işin niteliğine göre sadece iki koldan ibaret gören zihniyet yıkılmış, üretimde verimi artırmak için çalışanların zihnine odaklanılması gerektiği bütün dünya insanları tarafından kabul edilmiştir. Ancak endüstri 4.0 dönemiyle birlikte mekanik iş gerektiren alanlarda artık ne kollara ne de zihinlere çok fazla ihtiyaç kalmayacağı aşikârdır.  

Robotları mutlu etme mecburiyeti olmayan işverenler için, seçim aslında oldukça basittir. Çalışanın özgeçmişini incelemek veya motivasyon seminerleri düzenlemek yerine, robotun teknik özellikleri incelemek ve periyodik bakımlarını yapmak çok daha faydacı bir yaklaşımdır. Ve bu yaklaşım sonucunda insan üretim bandının dışına doğru itilecektir.  

Sonuç olarak sosyal bilimlerde kontrol, maalesef doğa bilimlerinde olduğu kadar kolay değildir. Bu yüzden robotların tehdit olarak görüldüğü bir çağa insan yetiştirmek de kolay olmayacaktır. 

Gençleri bilgiden ziyade beceriyle donatan, onların kendi ayakları üzerinde durabilmelerini sağlayan bir eğitim sistemi, büyük Türkiye hayalinin gerçekleşmesi için şarttır. 

 

Son Güncelleme: Salı, 13 Eylül 2022 11:35

Gösterim: 1089

Zafer Öztürk - TÖZOK Yönetim Kurulu Başkanı

zafer_ozturk* Özel okullar ücretlerini enflasyon karşısındaki kayıplara karşı koruyamadı.
* Diğer hizmet sektörleri özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde aylık fiyat ayarlamaları ile kendilerini korumaktadırlar. Özel okullar ise bu tür bir hakka sahip değiller. Bu haksız uygulamanın düzeltilmesi için konunun mutlaka değerlendirilmesi gerektiği üyelerimiz tarafından sıkça dile getirilmektedir.
*Bakanlığımızın son verdiği “özel okul velilerine eğitim desteği” uygulamasının tekrar yürürlüğe konulması isabetli olacaktır.
Velilerimizin %7 daha az ücret ödemesi için KDV kalıcı olarak %1 olmalıdır.  

Türkiye’nin yaşadığı ekonomik koşullar çerçevesinde geçen eğitim – öğretim dönemini değerlendirebilir misiniz?
Ekonomik çalkantıların, bu alandaki iniş ve çıkışların her sektör gibi özel okullar sektörünü de etkilemesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla ekonomik yönden pek rahat bir dönem geçirildiğini söylemek maalesef mümkün değil.
Özel okul ücretlerinin, eğitim ve öğretim imkânlarına, gelişmelerine imkân verecek yatırım ve hizmetler, personel ve (varsa) kira giderleri ile diğer işletme giderlerine göre tespit edileceği, ücret artış oranlarının nasıl ve ne kadar belirleneceği yönetmeliklerde belirtilmiştir. Ancak genel ekonomideki (beklenmeyen) gelişmeler, özel okul velilerinin ödeme güçlüğü yaşaması ve velilerimize veya sektörümüze can suyu olabilecek herhangi bir desteğin de olmaması zor bir öğretim yılı geçirmemize sebep oldu.
Yasa gereği eğitim ücretleri yılda bir kez değiştirilebilir ve ilan edilen ücret bir yıl boyunca değiştirilemez. Diğer hizmet sektörleri özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde aylık fiyat ayarlamaları ile kendilerini korumuşlardır. Özel okullar ise ücretlerini enflasyon karşısındaki kayıplara karşı koruyamamışlardır. Ücretlerin yılda bir kez artırılabilmesi nedeniyle yıl içinde enflasyonun yükselmesi durumunda özel okulları mali kayba uğramaktadır.
Diğer sektörlere, üretilen malın veya verdiği hizmetin bir kısmını ücretsiz verme zorunluluğu getirilmezken özel okullarda öğrencilerinin %3’ünün ücretsiz okutma zorunluluğu bulunmaktadır. Bu oran ( burslu okutulan öğrenciler dışında) ekonomik şartlar ne olursa olsun ,her yıl özel okullarda 38.220 öğrencinin ücretsiz okutulmasını zorunlu kılıyor.Bunun getirdiği ilave mali artış, sektörümüzün yükünü daha da ağırlaştırmıştır.

Türkiye’de sürdürülebilir eğitimin koşulları hakkında ne düşünüyorsunuz? Gelecek dönemde sektörü bekleyen sorunlar ve bu sorunlara yönelik çözüm önerileriniz nelerdir?
Özel okulların vermiş olduğu kaliteli eğitim ve geleceğimizin garantisi olan çocuklarımıza sağladığı kazanımların önemi anlaşıldıkça velilerin özel okullara yönelmesi daha da güçlenecektir. Tabii ki eğitim maliyeti yüksek bir hizmet alanıdır. Resmi veya özel öğretim kurumlarındaki eğitim hizmetlerinin yürütülmesi ülke ve dolayısıyla velilerimizin ekonomik gücüyle de ilgilidir. Bu bağlamda okullarımız ücret ilanlarında velilerimizin ödeme gücünü mutlaka göz önünde bulundurur ve bütçelerini de hassasiyetle hazırlamaları gerektiği düşüncesindeyim.
Ancak henüz pandeminin olumsuz etkileri devam ederken ortaya çıkan ekonomik dalgalanmalar, son iki yılda özel okulların öğrenci kaybına uğramasına ve ardından da kapanmasına sebep olmuştur. Bu yüzden binlerce öğretmenin de işinden olduğu malumdur.
Özel okullarda yaşanan ve ileride yaşanabilecek öğrenci kaybı ve okul kapanmaları şeklindeki olumsuz gelişmelerin, sadece özel okul alanında hizmet veren girişimcileri değil, aynı zamanda bu kurumlarda hizmet veren çok sayıdaki personelin işsiz kalmasına ve bu alanda geçimini sağlayan diğer ilgili sektörlerin de olumsuz etkilenmesine yol açar.
Bu bakımdan Bakanlığımızın son verdiği “özel okul velilerine eğitim desteği” uygulamasının tekrar yürürlüğe konulması isabetli olacaktır. Velilerimizin %7 daha az ücret ödemesi için KDV kalıcı olarak %1 olmalıdır. Ayrıca özel okullar için daha destekleyici bir vergi düzenlemesinin yapılması ve özel okul açılmalarının belirli bir planlama dahilinde yapılması için mevzuat değişikliğine gidilmesi yararlı olacaktır.

Eğitimde geçmişin anlayış ve uygulamalarıyla yeni dönemi yönetmek mümkün mü? Neler, nasıl değişiyor? Bu yeni dönemin yönetim anlayışı ne olacak?
Özel okullardaki eğitimi yönetmek çok boyutlu bir hizmettir. Önemli sorumluluklar üstlenilerek verilen bu hizmetin küçük bir başarısızlığı bile okul işletmesine ciddi maliyetler getirebilmektedir. Bu gerçeğin yönetim kadrosunda bulunan her kademedeki yöneticiler tarafından dikkate alınması gerektiği yönündeki sesimizin duyulmasını ve talebimizin önemle değerlenmesini bekliyoruz.
Özel okullar, ücretlerini tespit etmekte tümüyle serbest değildirler. Ücretler ile ilgili yönetmelik hükümlerine uymak zorunluluğunun yanı sıra, genel ekonomik kırılmalar ve bunun velilerin mali durumuna etkileri her zaman dikkate alınmalıdır.
Yukarıda da belirtildiği gibi ücretler yılda bir kez değiştirilebiliyor ve ilan edilen ücret bir yıl boyunca değiştirilemiyor. Bu nedenle diğer hizmet sektörleri özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde aylık fiyat ayarlamaları ile kendilerini korumaktadırlar. Özel okullar ise bu tür bir hakka sahip değiller. Bu haksız uygulamanın düzeltilmesi için konunun mutlaka değerlendirilmesi gerektiği üyelerimiz tarafından sıkça dile getirilmektedir. 

EĞİTİM GİRİŞİMCİLERİ NASIL HAREKET EDECEK?
Kurum olarak gelecek döneme nasıl hazırlanıyorsunuz? Yeni okul yatırımlarınız olacak mı? Olacaksa hangi lokasyonlarda yeni okullarınız açılmış olacak?
Özel okullarda yaşanan ve ileride yaşanabilecek öğrenci kaybı ve okul kapanmaları şeklindeki olumsuz gelişmelerin, sadece özel okul alanında hizmet veren girişimcileri değil, aynı zamanda ülkemiz eğitimi ve ekonomisi açısından da hoş bir durum değildir. Yaşanan bu tablo karşısında sektöre yatırım yapmak isteyen girişimcilerin (ben de dahil olmak üzere) kolay kolay cesaret edemeyeceklerini düşünüyorum. Ancak yine de bazı girişimcilerin eğitim alanına yatırım yapma ihtimaline karşı lokasyon bakımından şu düşüncelerimi paylaşmak isterim.
Özel okullarda sanıldığı kadar yüksek gelir grubunda velilerin çocuklarından ziyade, geleceği eğitimde gören ve eğitimi önemseyen ailelerin çocukları okumaktadır. Yüksek gelir grubundaki veliler daha lise çağından yurt dışını tercih etmektedir.
Özel okullarda daha çok beyaz yakalı kesimin çocukları ile orta gelir grubu serbest meslek sahiplerinin çocukları okumaktadır. Bunun yanında %30’lara yaklaşan burslu öğrenciler için çoğunlukla düşük gelir grubundaki ailelerin çocuklarına imkân sunulmakta ve okul içinde heterojen bir yapı sağlanmaktadır. Bu bağlamda okul açmanın belirli bir yöre veya semte bağlı olarak planlanmasına öncelik verilmesi gerekmediği kanaatindeyim. 

ÜCRET ARTIŞLARININ LAYIKIYLA YAPILDIĞINA EMİNİM
Çalışan memnuniyeti konusunda kriter ve yaklaşımlarınız hakkında bilgi verebilir misiniz? Sürdürülebilir eğitim çerçevesinde çalışma koşulları nasıl olmalı? Uygulamalarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?
Özel okullardaki her türlü iş ve işlemler, öğretmen ve diğer çalışanların sözleşme şartları, Bakanlıkça yayınlanan mevzuat kuralları kapsamında gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla her özel okul olanakları dahilinde, öğretmenleriyle yönetmelikteki “Sözleşme” formatına uygun anlaşma yapmak durumundadır. Her okulun öğretmenine bu kurallar çerçevesinde gerekli ücreti ödemekte de tereddüt etmeyeceğine, öğretmen ve diğer çalışanların da özel okulların sınırsız olanaklara sahip kurumlar olmadığını bildiklerine inanıyorum.
Her özel okul, başarıyı yakalama şansının, birlikte çalıştığı yönetici ve öğretmenlerin başarılarıyla doğru orantılı olduğunu bilir. Bu bakımdan ücret artışlarında öğretmen ve diğer çalışanların haklarının unutulmadığını veya ihmal edilmediğini ve yapılabilecek ücret artışlarının layıkıyla yapıldığını değerlendiriyorum.
Önümüzdeki yıl için okul ücretlerinde tavan artış oranı %37’ye yakındır, oysa bu oran yaşanan enflasyonun yarısı civarındadır. Bu gelişmelerden okul işletmesi gibi çalışan öğretmenlerimizin etkilendiği de bir gerçektir.
Kısa sürede ekonomik zorlukların üstesinden gelerek daha ferah günlere kavuşmak dileğiyle, eğitime gönül ve emek vermiş herkese mutlu ve sağlıklı tatiller dönemi diliyorum.


 

> Zafer Öztürk: Haksız uygulama düzeltilmeli!

Zafer Öztürk - TÖZOK Yönetim Kurulu Başkanı

zafer_ozturk* Özel okullar ücretlerini enflasyon karşısındaki kayıplara karşı koruyamadı.
* Diğer hizmet sektörleri özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde aylık fiyat ayarlamaları ile kendilerini korumaktadırlar. Özel okullar ise bu tür bir hakka sahip değiller. Bu haksız uygulamanın düzeltilmesi için konunun mutlaka değerlendirilmesi gerektiği üyelerimiz tarafından sıkça dile getirilmektedir.
*Bakanlığımızın son verdiği “özel okul velilerine eğitim desteği” uygulamasının tekrar yürürlüğe konulması isabetli olacaktır.
Velilerimizin %7 daha az ücret ödemesi için KDV kalıcı olarak %1 olmalıdır.  

Türkiye’nin yaşadığı ekonomik koşullar çerçevesinde geçen eğitim – öğretim dönemini değerlendirebilir misiniz?
Ekonomik çalkantıların, bu alandaki iniş ve çıkışların her sektör gibi özel okullar sektörünü de etkilemesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla ekonomik yönden pek rahat bir dönem geçirildiğini söylemek maalesef mümkün değil.
Özel okul ücretlerinin, eğitim ve öğretim imkânlarına, gelişmelerine imkân verecek yatırım ve hizmetler, personel ve (varsa) kira giderleri ile diğer işletme giderlerine göre tespit edileceği, ücret artış oranlarının nasıl ve ne kadar belirleneceği yönetmeliklerde belirtilmiştir. Ancak genel ekonomideki (beklenmeyen) gelişmeler, özel okul velilerinin ödeme güçlüğü yaşaması ve velilerimize veya sektörümüze can suyu olabilecek herhangi bir desteğin de olmaması zor bir öğretim yılı geçirmemize sebep oldu.
Yasa gereği eğitim ücretleri yılda bir kez değiştirilebilir ve ilan edilen ücret bir yıl boyunca değiştirilemez. Diğer hizmet sektörleri özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde aylık fiyat ayarlamaları ile kendilerini korumuşlardır. Özel okullar ise ücretlerini enflasyon karşısındaki kayıplara karşı koruyamamışlardır. Ücretlerin yılda bir kez artırılabilmesi nedeniyle yıl içinde enflasyonun yükselmesi durumunda özel okulları mali kayba uğramaktadır.
Diğer sektörlere, üretilen malın veya verdiği hizmetin bir kısmını ücretsiz verme zorunluluğu getirilmezken özel okullarda öğrencilerinin %3’ünün ücretsiz okutma zorunluluğu bulunmaktadır. Bu oran ( burslu okutulan öğrenciler dışında) ekonomik şartlar ne olursa olsun ,her yıl özel okullarda 38.220 öğrencinin ücretsiz okutulmasını zorunlu kılıyor.Bunun getirdiği ilave mali artış, sektörümüzün yükünü daha da ağırlaştırmıştır.

Türkiye’de sürdürülebilir eğitimin koşulları hakkında ne düşünüyorsunuz? Gelecek dönemde sektörü bekleyen sorunlar ve bu sorunlara yönelik çözüm önerileriniz nelerdir?
Özel okulların vermiş olduğu kaliteli eğitim ve geleceğimizin garantisi olan çocuklarımıza sağladığı kazanımların önemi anlaşıldıkça velilerin özel okullara yönelmesi daha da güçlenecektir. Tabii ki eğitim maliyeti yüksek bir hizmet alanıdır. Resmi veya özel öğretim kurumlarındaki eğitim hizmetlerinin yürütülmesi ülke ve dolayısıyla velilerimizin ekonomik gücüyle de ilgilidir. Bu bağlamda okullarımız ücret ilanlarında velilerimizin ödeme gücünü mutlaka göz önünde bulundurur ve bütçelerini de hassasiyetle hazırlamaları gerektiği düşüncesindeyim.
Ancak henüz pandeminin olumsuz etkileri devam ederken ortaya çıkan ekonomik dalgalanmalar, son iki yılda özel okulların öğrenci kaybına uğramasına ve ardından da kapanmasına sebep olmuştur. Bu yüzden binlerce öğretmenin de işinden olduğu malumdur.
Özel okullarda yaşanan ve ileride yaşanabilecek öğrenci kaybı ve okul kapanmaları şeklindeki olumsuz gelişmelerin, sadece özel okul alanında hizmet veren girişimcileri değil, aynı zamanda bu kurumlarda hizmet veren çok sayıdaki personelin işsiz kalmasına ve bu alanda geçimini sağlayan diğer ilgili sektörlerin de olumsuz etkilenmesine yol açar.
Bu bakımdan Bakanlığımızın son verdiği “özel okul velilerine eğitim desteği” uygulamasının tekrar yürürlüğe konulması isabetli olacaktır. Velilerimizin %7 daha az ücret ödemesi için KDV kalıcı olarak %1 olmalıdır. Ayrıca özel okullar için daha destekleyici bir vergi düzenlemesinin yapılması ve özel okul açılmalarının belirli bir planlama dahilinde yapılması için mevzuat değişikliğine gidilmesi yararlı olacaktır.

Eğitimde geçmişin anlayış ve uygulamalarıyla yeni dönemi yönetmek mümkün mü? Neler, nasıl değişiyor? Bu yeni dönemin yönetim anlayışı ne olacak?
Özel okullardaki eğitimi yönetmek çok boyutlu bir hizmettir. Önemli sorumluluklar üstlenilerek verilen bu hizmetin küçük bir başarısızlığı bile okul işletmesine ciddi maliyetler getirebilmektedir. Bu gerçeğin yönetim kadrosunda bulunan her kademedeki yöneticiler tarafından dikkate alınması gerektiği yönündeki sesimizin duyulmasını ve talebimizin önemle değerlenmesini bekliyoruz.
Özel okullar, ücretlerini tespit etmekte tümüyle serbest değildirler. Ücretler ile ilgili yönetmelik hükümlerine uymak zorunluluğunun yanı sıra, genel ekonomik kırılmalar ve bunun velilerin mali durumuna etkileri her zaman dikkate alınmalıdır.
Yukarıda da belirtildiği gibi ücretler yılda bir kez değiştirilebiliyor ve ilan edilen ücret bir yıl boyunca değiştirilemiyor. Bu nedenle diğer hizmet sektörleri özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde aylık fiyat ayarlamaları ile kendilerini korumaktadırlar. Özel okullar ise bu tür bir hakka sahip değiller. Bu haksız uygulamanın düzeltilmesi için konunun mutlaka değerlendirilmesi gerektiği üyelerimiz tarafından sıkça dile getirilmektedir. 

EĞİTİM GİRİŞİMCİLERİ NASIL HAREKET EDECEK?
Kurum olarak gelecek döneme nasıl hazırlanıyorsunuz? Yeni okul yatırımlarınız olacak mı? Olacaksa hangi lokasyonlarda yeni okullarınız açılmış olacak?
Özel okullarda yaşanan ve ileride yaşanabilecek öğrenci kaybı ve okul kapanmaları şeklindeki olumsuz gelişmelerin, sadece özel okul alanında hizmet veren girişimcileri değil, aynı zamanda ülkemiz eğitimi ve ekonomisi açısından da hoş bir durum değildir. Yaşanan bu tablo karşısında sektöre yatırım yapmak isteyen girişimcilerin (ben de dahil olmak üzere) kolay kolay cesaret edemeyeceklerini düşünüyorum. Ancak yine de bazı girişimcilerin eğitim alanına yatırım yapma ihtimaline karşı lokasyon bakımından şu düşüncelerimi paylaşmak isterim.
Özel okullarda sanıldığı kadar yüksek gelir grubunda velilerin çocuklarından ziyade, geleceği eğitimde gören ve eğitimi önemseyen ailelerin çocukları okumaktadır. Yüksek gelir grubundaki veliler daha lise çağından yurt dışını tercih etmektedir.
Özel okullarda daha çok beyaz yakalı kesimin çocukları ile orta gelir grubu serbest meslek sahiplerinin çocukları okumaktadır. Bunun yanında %30’lara yaklaşan burslu öğrenciler için çoğunlukla düşük gelir grubundaki ailelerin çocuklarına imkân sunulmakta ve okul içinde heterojen bir yapı sağlanmaktadır. Bu bağlamda okul açmanın belirli bir yöre veya semte bağlı olarak planlanmasına öncelik verilmesi gerekmediği kanaatindeyim. 

ÜCRET ARTIŞLARININ LAYIKIYLA YAPILDIĞINA EMİNİM
Çalışan memnuniyeti konusunda kriter ve yaklaşımlarınız hakkında bilgi verebilir misiniz? Sürdürülebilir eğitim çerçevesinde çalışma koşulları nasıl olmalı? Uygulamalarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?
Özel okullardaki her türlü iş ve işlemler, öğretmen ve diğer çalışanların sözleşme şartları, Bakanlıkça yayınlanan mevzuat kuralları kapsamında gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla her özel okul olanakları dahilinde, öğretmenleriyle yönetmelikteki “Sözleşme” formatına uygun anlaşma yapmak durumundadır. Her okulun öğretmenine bu kurallar çerçevesinde gerekli ücreti ödemekte de tereddüt etmeyeceğine, öğretmen ve diğer çalışanların da özel okulların sınırsız olanaklara sahip kurumlar olmadığını bildiklerine inanıyorum.
Her özel okul, başarıyı yakalama şansının, birlikte çalıştığı yönetici ve öğretmenlerin başarılarıyla doğru orantılı olduğunu bilir. Bu bakımdan ücret artışlarında öğretmen ve diğer çalışanların haklarının unutulmadığını veya ihmal edilmediğini ve yapılabilecek ücret artışlarının layıkıyla yapıldığını değerlendiriyorum.
Önümüzdeki yıl için okul ücretlerinde tavan artış oranı %37’ye yakındır, oysa bu oran yaşanan enflasyonun yarısı civarındadır. Bu gelişmelerden okul işletmesi gibi çalışan öğretmenlerimizin etkilendiği de bir gerçektir.
Kısa sürede ekonomik zorlukların üstesinden gelerek daha ferah günlere kavuşmak dileğiyle, eğitime gönül ve emek vermiş herkese mutlu ve sağlıklı tatiller dönemi diliyorum.


 

Son Güncelleme: Salı, 16 Ağustos 2022 12:51

Gösterim: 1279


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.