Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

“Eğitim Metotları ve Materyalleri Proje Yarışması”nda 2300 çalışma içinden 100.’lüğü elde eden projeye imza atan sınıf öğretmeni Samet Doğan Batman’ın bir mezrasında çalışıyor. Doğan, görev yaptığı coğrafyanın imkansızlıklarına tezat oluşturan “Olumlama” metodunun tüm Türkiye’nin kaderini değiştireceğine inanıyor.

sınıf öğretmeni Samet Doğan Milli Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenen “Eğitim Metotları ve Materyalleri Proje Yarışması”nda bu sene 2300 öğretmen yarıştı. Yarışmaya Batman’ın Sason ilçesine bağlı Boğazkapı mezrasından katılan sınıf öğretmeni Samet Doğan “Empati ve Olumlamalar” adlı projesiyle 100. oldu.

Doğan, görev yaptığı coğrafyanın çocuklarının yaşadığı umutsuzluklara tezat oluşturan çalışmasının Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı toplumsal sorunlarını çözmek için anahtar olduğuna inanıyor.

Doğan’a projesini ve Doğu’da öğrenim gören öğrencilerin yaşadığı zorlukları sorduk. Aldığımız cevaplarla belki de büyük şehirde yaşayan insanlar olarak düşünmekten, görmekten kaçtığımız bir çok gerçekliğe kapımızı açmış olduk.

Kaç yıldır öğretmenlik yapıyorsunuz? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Eylül 2012’de 2 yıllık bir öğretmen olacağım.  1984 yılında Malatya’da doğdum. İlkokuldan üniversiteye kadar bütün öğrenim hayatım Malatya’da geçti. 2007 yılında İnönü Üniversitesi  Eğitim Bilimleri Fakültesinin Sınıf Öğretmenliği bölümünden mezun oldum. 2010 yılında sözleşmeli olarak Batman’ın Sason ilçesine bağlı Boğazkapı İlköğretim Okulu’na atandım.2011 yılında ise yine atandığım Boğazkapı İlköğretim Okulu’nda kadroya geçtim.

Eğitim Metotları Proje yarışmasından nasıl haberiniz oldu?

Ders arasında öğretmen arkadaşlarımla öğretmenler odasında otururken müdürümüz Fuat Kılınç’ın gelip bu yarışmadan bizi haberdar etmesi üzerine öğrendim. Çok sevindim böyle bir yarışma olmasına. Yıllardır araştırmasını yaptığım projemi sunacağım bir imkan gelmişti önüme.

Yarışmaya hangi projeyle katıldınız?

Projemin ismi “Empati ve Olumlamalar”. Projemin temel içeriği bu iki düşünce hazinesinin 8.sınıflarda ya da 9.sınıflarda bir ders olarak öğrencilere verilmesi ve diğer derslere yansımasının gözlemlenmesiydi.

Projenizi “Türkiye’nin kaderini değiştirebilecek bir proje” olarak nitelendiriyorsunuz. Gerçekten de Türk eğitim tarihine geçebilecek bir projeden bahsetmek mümkün mü?

Evet projemin temel amacı Türkiye’nin kaderini değiştirmek. Bunu gerçekleştirmek de mümkün. Şu an ülkemizde artan toplumsal sorunlar , aile içi şiddet , kadına şiddet ve gençler arasındaki çekişmeler empatiyi bir bakımdan zorunlu kılıyor.

Yine aynı şekilde zorunlu olan bir düşünce sistemi daha var. O da olumlu düşünmektir. Güçlükler karşısında yılmamak ve cesaretli olmak.

Eğitimimizin pratiğe dökülmeme sebebi kesinlikle empati kuramamamız ve olumsuz düşünmemiz. Kendi doğrusundan başka doğru kabul etmeyen birey asla analiz, sentez yapamaz.

Bir çok doğruyla analiz, sentez olur. Bir de “ben yapamam, ben başaramam” diyen bir öğrenci zaten yapamaz ve başaramaz. Çünkü böyle düşünen bir insan başarmak da istemiyor demektir.

Düşüncelerimizden olumsuzlukları atmalıyız. Mevlana’nın bu konuda güzel bir sözü var “Eğer düşüncen, manevi varlığın gül ise, sen de gül bahçesisin; diken isen küllüğe atılacak odun gibisin.” 

Öğrenilmiş  çaresizlik  ve kendini gerçekleştiren kehanet duyguları toplumumuzda  her geçen gün artmaktadır. Biz bunu önlemek için çabalamalıyız. Bilim insanlarını düşünelim.

Einstein, Edison , Graham Bell gibi. Toplumdaki eksiklikleri gözlemleyerek bazı icatlarda bulunmuşlardır. İnce düşünürsek bu bilim adamlarının en büyük özelliği empatik ve olumlu düşünmeleridir.

Toplum gözünden bakarak toplum için bir şeyler icat etmeleri onların empatik düşündüğünü , bu icatları gerçekleştirirken azimle ve sabırla çalışmaları ise olumlu düşündüklerinin göstergesidir.Neden biz bilim insanları yetiştirmeyelim? Önemli olan bu işe bir yerden başlamak. Emin olun ki sonrasında başarı gelecektir.

EMEPYA’nın Türk eğitim sistemine sağladığı katkılar neler sizce?

Emepya’nın Türk eğitim sistemine birden fazla yararı var. En önemlisi öğretmenlerin bilgileri kullanarak  yeni metotlar, materyaller üretmelerine öncülük etmesidir. Hem öğretmen için hem öğrenciler için yeni bir şeylerin üretilmesi her zaman yarar getirir. Kendimden örnek verirsem ben hem projemi sundum hem de oradaki projeleri gözleyerek yeni bir şeyler öğrendim.

Eğitim olanaklarının kısıtlı olduğu bir coğrafyada eğitim veriyorsunuz. Öğrencilerinizi ve sizi en çok engelleyen unsurlar neler?

Öğrencilerimi ve beni engelleyen unsurları okul içi ve okul dışı olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Okul içi etkenler materyal ve internet diyebilirim. Okul dışı ise özellikle kışın hava şartlarının sert olması öğrencilerin okula geliş gidişini çok zorlaştırıyor.

Kışın öğretmen arkadaşlarımla beraber bazen 500-600 metre yürüyüp okula çıkıyoruz. Zor şartlardan şikayetçi değilim aslında. Zor şartlarda eğitim vermek insana muazzam bir mutluluk veriyor. Önemli olan var olan bütün durumdan memnun olmaktır. Eğer memnun olmazsan verimsiz ve başarısız olursun.

Okulumuzdaki tüm öğrencileri düşünürsek en büyük sıkıntı sosyal etkinliklerde oluyor. Okulumuz da sadece derslikler var. Sosyal etkinlik yapacağımız hiçbir bölüm yok. 

Öğrencileriniz okulla ilgili en çok neyin özlemini duyuyor?

Aslında çoğu zaman öğrencilerime sorduğum bir soru. Her mevsim soruyorum. Değişmeyen tek bir istekleri var İnternet.

Kışın sorduğumda eldiven ve internet, baharda spor malzemeleri ve internet. Farklı istekleri olan öğrencilerimde oluyor.

Ben elimden geldiğince onların isteklerini yerine getirmeye çalışıyorum. Kendileri de bir gün azimle çalışarak bütün isteklerini elde edeceklerinin farkındalar. Ve kesinlikle her şeyi elde edecekler.

Doğup büyüdüğünüz yer ile şu an mesleğinizi yaptığınız yer arasında bir karşılaştırma yapabilir misiniz?

Doğup büyüdüğüm yer olan Malatya ile şu an bulunduğum yer arasında sosyo- ekonomik açıdan bir çok farklılıklar var. Benim de çocukluğum köyde geçti.

Kendi köyümdeki aileler genelde çekirdek aile dediğimiz aileye örnekken bulunduğum köyde genellikle geniş aileler göze çarpıyor.

Şu an yaşadığım ve sevdiğim köyün yol ve elektrik sıkıntısı da mevcut. Köyün geçim kaynakları sınırlı.

Yaşadığım köyün ayrıca okumuşluk oranı çok düşük. Üniversitede okuyan genç sayısı çok az. Buna karşın ailelerin okula ilgisi çok yüksek.Bu gelecek için umut verici.

Unutamadığınız bir anınız var mı?

Bir köy öğretmeni için her günü bir anıdır. Tabi bazıları baskın oluyor. Hiç unutamadığım bir anım var. Türkçe dersinde bir bölümde pasta ile ilgili bir şeyler anlatılıyordu. Öğrencilerimden birinin bana "Pastanın tadı nasıl öğretmenim?' diye sorması içimi burktu. Şu an bile içim burkuluyor.

(ntvmsnbc)

> Öğretmen’den Türkiye’nin kaderini değiştirecek proje

“Eğitim Metotları ve Materyalleri Proje Yarışması”nda 2300 çalışma içinden 100.’lüğü elde eden projeye imza atan sınıf öğretmeni Samet Doğan Batman’ın bir mezrasında çalışıyor. Doğan, görev yaptığı coğrafyanın imkansızlıklarına tezat oluşturan “Olumlama” metodunun tüm Türkiye’nin kaderini değiştireceğine inanıyor.

sınıf öğretmeni Samet Doğan Milli Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenen “Eğitim Metotları ve Materyalleri Proje Yarışması”nda bu sene 2300 öğretmen yarıştı. Yarışmaya Batman’ın Sason ilçesine bağlı Boğazkapı mezrasından katılan sınıf öğretmeni Samet Doğan “Empati ve Olumlamalar” adlı projesiyle 100. oldu.

Doğan, görev yaptığı coğrafyanın çocuklarının yaşadığı umutsuzluklara tezat oluşturan çalışmasının Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı toplumsal sorunlarını çözmek için anahtar olduğuna inanıyor.

Doğan’a projesini ve Doğu’da öğrenim gören öğrencilerin yaşadığı zorlukları sorduk. Aldığımız cevaplarla belki de büyük şehirde yaşayan insanlar olarak düşünmekten, görmekten kaçtığımız bir çok gerçekliğe kapımızı açmış olduk.

Kaç yıldır öğretmenlik yapıyorsunuz? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Eylül 2012’de 2 yıllık bir öğretmen olacağım.  1984 yılında Malatya’da doğdum. İlkokuldan üniversiteye kadar bütün öğrenim hayatım Malatya’da geçti. 2007 yılında İnönü Üniversitesi  Eğitim Bilimleri Fakültesinin Sınıf Öğretmenliği bölümünden mezun oldum. 2010 yılında sözleşmeli olarak Batman’ın Sason ilçesine bağlı Boğazkapı İlköğretim Okulu’na atandım.2011 yılında ise yine atandığım Boğazkapı İlköğretim Okulu’nda kadroya geçtim.

Eğitim Metotları Proje yarışmasından nasıl haberiniz oldu?

Ders arasında öğretmen arkadaşlarımla öğretmenler odasında otururken müdürümüz Fuat Kılınç’ın gelip bu yarışmadan bizi haberdar etmesi üzerine öğrendim. Çok sevindim böyle bir yarışma olmasına. Yıllardır araştırmasını yaptığım projemi sunacağım bir imkan gelmişti önüme.

Yarışmaya hangi projeyle katıldınız?

Projemin ismi “Empati ve Olumlamalar”. Projemin temel içeriği bu iki düşünce hazinesinin 8.sınıflarda ya da 9.sınıflarda bir ders olarak öğrencilere verilmesi ve diğer derslere yansımasının gözlemlenmesiydi.

Projenizi “Türkiye’nin kaderini değiştirebilecek bir proje” olarak nitelendiriyorsunuz. Gerçekten de Türk eğitim tarihine geçebilecek bir projeden bahsetmek mümkün mü?

Evet projemin temel amacı Türkiye’nin kaderini değiştirmek. Bunu gerçekleştirmek de mümkün. Şu an ülkemizde artan toplumsal sorunlar , aile içi şiddet , kadına şiddet ve gençler arasındaki çekişmeler empatiyi bir bakımdan zorunlu kılıyor.

Yine aynı şekilde zorunlu olan bir düşünce sistemi daha var. O da olumlu düşünmektir. Güçlükler karşısında yılmamak ve cesaretli olmak.

Eğitimimizin pratiğe dökülmeme sebebi kesinlikle empati kuramamamız ve olumsuz düşünmemiz. Kendi doğrusundan başka doğru kabul etmeyen birey asla analiz, sentez yapamaz.

Bir çok doğruyla analiz, sentez olur. Bir de “ben yapamam, ben başaramam” diyen bir öğrenci zaten yapamaz ve başaramaz. Çünkü böyle düşünen bir insan başarmak da istemiyor demektir.

Düşüncelerimizden olumsuzlukları atmalıyız. Mevlana’nın bu konuda güzel bir sözü var “Eğer düşüncen, manevi varlığın gül ise, sen de gül bahçesisin; diken isen küllüğe atılacak odun gibisin.” 

Öğrenilmiş  çaresizlik  ve kendini gerçekleştiren kehanet duyguları toplumumuzda  her geçen gün artmaktadır. Biz bunu önlemek için çabalamalıyız. Bilim insanlarını düşünelim.

Einstein, Edison , Graham Bell gibi. Toplumdaki eksiklikleri gözlemleyerek bazı icatlarda bulunmuşlardır. İnce düşünürsek bu bilim adamlarının en büyük özelliği empatik ve olumlu düşünmeleridir.

Toplum gözünden bakarak toplum için bir şeyler icat etmeleri onların empatik düşündüğünü , bu icatları gerçekleştirirken azimle ve sabırla çalışmaları ise olumlu düşündüklerinin göstergesidir.Neden biz bilim insanları yetiştirmeyelim? Önemli olan bu işe bir yerden başlamak. Emin olun ki sonrasında başarı gelecektir.

EMEPYA’nın Türk eğitim sistemine sağladığı katkılar neler sizce?

Emepya’nın Türk eğitim sistemine birden fazla yararı var. En önemlisi öğretmenlerin bilgileri kullanarak  yeni metotlar, materyaller üretmelerine öncülük etmesidir. Hem öğretmen için hem öğrenciler için yeni bir şeylerin üretilmesi her zaman yarar getirir. Kendimden örnek verirsem ben hem projemi sundum hem de oradaki projeleri gözleyerek yeni bir şeyler öğrendim.

Eğitim olanaklarının kısıtlı olduğu bir coğrafyada eğitim veriyorsunuz. Öğrencilerinizi ve sizi en çok engelleyen unsurlar neler?

Öğrencilerimi ve beni engelleyen unsurları okul içi ve okul dışı olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Okul içi etkenler materyal ve internet diyebilirim. Okul dışı ise özellikle kışın hava şartlarının sert olması öğrencilerin okula geliş gidişini çok zorlaştırıyor.

Kışın öğretmen arkadaşlarımla beraber bazen 500-600 metre yürüyüp okula çıkıyoruz. Zor şartlardan şikayetçi değilim aslında. Zor şartlarda eğitim vermek insana muazzam bir mutluluk veriyor. Önemli olan var olan bütün durumdan memnun olmaktır. Eğer memnun olmazsan verimsiz ve başarısız olursun.

Okulumuzdaki tüm öğrencileri düşünürsek en büyük sıkıntı sosyal etkinliklerde oluyor. Okulumuz da sadece derslikler var. Sosyal etkinlik yapacağımız hiçbir bölüm yok. 

Öğrencileriniz okulla ilgili en çok neyin özlemini duyuyor?

Aslında çoğu zaman öğrencilerime sorduğum bir soru. Her mevsim soruyorum. Değişmeyen tek bir istekleri var İnternet.

Kışın sorduğumda eldiven ve internet, baharda spor malzemeleri ve internet. Farklı istekleri olan öğrencilerimde oluyor.

Ben elimden geldiğince onların isteklerini yerine getirmeye çalışıyorum. Kendileri de bir gün azimle çalışarak bütün isteklerini elde edeceklerinin farkındalar. Ve kesinlikle her şeyi elde edecekler.

Doğup büyüdüğünüz yer ile şu an mesleğinizi yaptığınız yer arasında bir karşılaştırma yapabilir misiniz?

Doğup büyüdüğüm yer olan Malatya ile şu an bulunduğum yer arasında sosyo- ekonomik açıdan bir çok farklılıklar var. Benim de çocukluğum köyde geçti.

Kendi köyümdeki aileler genelde çekirdek aile dediğimiz aileye örnekken bulunduğum köyde genellikle geniş aileler göze çarpıyor.

Şu an yaşadığım ve sevdiğim köyün yol ve elektrik sıkıntısı da mevcut. Köyün geçim kaynakları sınırlı.

Yaşadığım köyün ayrıca okumuşluk oranı çok düşük. Üniversitede okuyan genç sayısı çok az. Buna karşın ailelerin okula ilgisi çok yüksek.Bu gelecek için umut verici.

Unutamadığınız bir anınız var mı?

Bir köy öğretmeni için her günü bir anıdır. Tabi bazıları baskın oluyor. Hiç unutamadığım bir anım var. Türkçe dersinde bir bölümde pasta ile ilgili bir şeyler anlatılıyordu. Öğrencilerimden birinin bana "Pastanın tadı nasıl öğretmenim?' diye sorması içimi burktu. Şu an bile içim burkuluyor.

(ntvmsnbc)

Son Güncelleme: Cuma, 18 May 2012 14:04

Gösterim: 2189

Toplumsal konulara da duyarlılığı ile bilinen Ayşe Kulin, çok satan kitaplarından Sevdalinka’nın gelirini, Bosna’da tecavüz sonunda dünyaya gelen çocuklara, Kardelenler kitabının gelirini de Türkiye’de çocukların eğitimine bağışladı. Aynı zamanda Unicef Türkiye iyi niyet elçisi olan Kulin, bir dönem kolundaki rahatsızlık nedeniyle sosyal sorumluluk projelerine ara verse de, halen çocukları ve onların eğitimi için çalışmaya devam ediyor.

ayse_kulin

Kızların okutulması ve kadınların haklarının korunması için yapılmakta olan tüm kampanyaların ve çalışmaların gönüllüsü olduğunu aktaran Kulin, “Kızların okutulmamasını bir vahşet olarak değerlendiriyorum ve erkek egemen bir ülkede kadınların cinayetlere kurban gitmesini, berdel verilmesini, üzerlerine kuma getirilmesini isyanla karşılıyorum. Kızların okutulmamalarının ardında zaten bu sapık zihniyeti sürdürme amacı yatıyor. Kadınlar kendilerini esir alan tarikatlardan, hocalardan, şıhlardan kurtulabildikleri gün, hayata dönecekler” diye konuşuyor.

Yazdığı romanlarla pek çok okurun dünyasında ayrı bir yere sahip bir yazar Ayşe Kulin. Kitaplarıyla Türk edebiyatında haklı bir yere sahip olan Ayşe Kulin’in Ankara’daki komşusu Aylin’in hayat hikayesini kaleme aldığı ‘Adı Aylin’ hayatının dönüm noktası. Eserleriyle 18’den fazla ülkedeki okuyucularına ulaşırken, aynı zamanda 4 çocuğa annelik yapmış bir kadın. Her kitabın son sayfası onun için yeni bir başlangıcı temsil etse de Kulin, “Bunca yanlışı kırk yıla iyi sığdırmışım, aferin bana! Çocuklarımı saymazsam, elde var kocaman bir sıfır” sözleriyle kendisiyle yüzleşiyor.

Pek çok başarılı kitaba imza atan, her satırıyla okurlarına farklı bir dünyanın içine çeken Ayşe Kulin hayat hikayesiyle adeta kendi romanlarına taş çıkartıyor. 1941 İstanbul doğumlu olan Kulin köklü geçmişi olan bir aileden geliyor. Baba tarafından Boşnak kökenli Kulin Ban’ın ailesi ile kan bağı var; anne tarafından ise dedesi Osmanlı Hanedanı’nın son maliye nazırı. Ayşe Kulin, anne ve babasının tek evladı, güzel, genç yaratıcı… Kıskançlığın ne olduğunu bilmemesinin sebebi olarak kardeşi olmamasını gösteren Kulin, bu durumun hayatını nasıl şekillendirdiğini şöyle anlatıyor: “Kıskanacak bir şey yoktu. Bütün oyuncaklar benim. Dedeler, anneler benim... Bu kıskançlık duygusunun eksikliği çok iyi bir şey değil hayatta. Onun sıkıntılarını çektim. Mesela kocamı kıskanmadım. Hırs olmadığı için de hayata asılmadım. Yayın işlerine asılmadım. 20 yaşından beri yazıyorum. En azından 1970'li yıllardan beri elimde kitaplar var. Hırsım olmadığı için bu kadar geç kaldım. Doğru bulmuyorum bunları.”

Her daim ayakları yere sağlam basan Kulin, o zamanın en gözde okulu Amerikan Kız Koleji’nden okumuş. Bugün geriye dönüp baktığında çocukluğunu şöyle anımsıyor Kulin: “Ben inanılmaz derecede mutlu bir çocuktum. Kültür düzeyleri yüksek, eğitimli, görgülü ve ahlaki değerleri çok yüksek iki ailenin içinde büyüdüm. Ailemin bütün fertlerinden hep çok yakın ilgi ve içten sevgi gördüm. 18 yaşına kadar hayatta tek bir eksiğim, bir derdim olmadı. Ama hayatın bana hep böyle iyi davrandığını söyleyemeyeceğim.”

GEÇ KEŞFEDİLEN BİR YAZARIM

Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde edebiyat bölümünü bitirdikten sonra çeşitli dergilerde, gazetelerde muhabirlik, editörlük yapan Kulin aynı zamanda uzun yıllar televizyon, reklam ve sinema filmlerinde sahne yapımcısı, sanat yönetmeni ve senaristlik görevlerini de üstleniyor. İlk kitabı ‘Güneşe Dön Yüzünü’1984 yılında yayımlanan Kulin, pek çok ödülün de sahibi.

Aslında çok eski Ayşe Kulin’in yazarlık serüveni. Fakat pek çok kez yayıncılar tarafından geri çevrilmiş, geç keşfedilen bir yazar. Kulin bu durumu ‘Bana karşı bir önyargı camı’ vardı sözleriyle açıklıyor. Ayşe Kulin’in yazarlık kariyeri, Ercan Arıklı’nın ondan ilginç ve gerçek hayat hikayeleri yazmasını istemesiyle başlıyor. Kulin, Arıklı’nın talebi üzerine her ikisinin de Amerikan Koleji’nden arkadaşları olan Aylin’in de bulunduğu bir liste tespit edip Arıklı’ya veriyor. Gazetede yayınlanan ‘Aylin’in gerçek hikayesi büyük ilgi görüyor ve Kulin Aylin’in kitabını yazmaya karar veriyor. Kitabın yayınlanması ile de Ayşe Kulin artık çok satan yazarlar arasında yerini alıyor. Sevdalinka ile 60, Köprü ile 40 baskıya ulaşan, Kulin’in kitapları arasında Füreya ve Nefes Nefese de diğerlerinden geri kalmıyor. Kulin neden biyografi romanları yazdığını şöyle açıklıyor: “Romanlar ve biyografiler her zaman tarih kitaplarından daha ilgi çekici olur. Eğer bir roman okurlarını anlattığı döneme dair sorulara yönlendirebiliyorsa, ne mutlu o yazara. Okurlar başka kitaplara başvurarak o sorularına yanıt ararlar. Okurun böylece okuma ve ilgi alanı genişler.”

BİTEN EVLİLİKLE BAŞLAYAN GAZETECİLİK YILLARI

Kendisi tek çocuk olmasına rağmen yaptığı iki evlilikten dört çocuğu var Kulin’in… 1960 senesinde Mehmet Sarper ile yaptığı evlilikten Mete ve Ali dünyaya gelmiş. 1967 yılında ise hayatını Eren Kemahlı ile birleştiren Kulin, bu evlilikten de Kerim ve Selim adını verdiği iki erkek çocuk sahibi daha olmuş. “4 tane erkek çocuk yetiştirmiş bir anne olarak hiç kız evlat özlemi çektiniz mi? Anne oluşunuz yaptığınız işi nasıl etkiledi?” diye sorduğumuz Kulin şöyle konuşuyor: “Bunca oğlanı niye doğurdum sanıyorsunuz? Hep bir kız olur umudu ile… Erkek çocukla kız çocuğunun bir anne için tek farkı, oğlanın kendine bir sevgili ya da eş bulduğunda, hayatınızdan çıkıp gitmesi. Anne olmamın işime hiç bir olumsuz etkisi olmadı. Tersine, gençlerle birlikte yaşamanın, onların dilini, arzularını ve hayallerini anlamaya çalışmanın artıları oldu hep. Çocuklarımı bir arada tutmak, en iyi şekilde yetiştirmek hedefi bana güç verdi. Onları önce birbirlerini sonra tüm insanları seven, merhametli, düşünceli ve ilkeli birer genç adama dönüştürme çabasıyla ayakta kaldım.”

Kulin, evliliklerini bitirmesinin hayatında gazetecilik sayfasının açılmasına vesile olduğunu söylüyor. 1967’de iki sene boyunca bir otomobil dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaptığını vurgulayan Kulin, gazeteciliğe asıl girişinin 1977 yılında, boşanmak üzere evini terk ettikten sonra yazı verdiği Cumhuriyet Gazetesi ile olduğunu kaydediyor. Burada 1982'ye kadar devam eden Kulin, bir süre de Dünya Gazetesi'nde çalışıyor. Uzunca bir süre de Sabah Grubu'nun 1 Numara adıyla çıkardığı dergilerde görev alıyor. Adı Aylin romanının gördüğü ilgi üzerine Milliyet'te köşe yazan Kulin, film, televizyon ve halkla ilişkilerde de çalışmalar yapıyor.


 

 

 

> Ayşe Kulin: Kızların okutulamaması bir vahşet

Toplumsal konulara da duyarlılığı ile bilinen Ayşe Kulin, çok satan kitaplarından Sevdalinka’nın gelirini, Bosna’da tecavüz sonunda dünyaya gelen çocuklara, Kardelenler kitabının gelirini de Türkiye’de çocukların eğitimine bağışladı. Aynı zamanda Unicef Türkiye iyi niyet elçisi olan Kulin, bir dönem kolundaki rahatsızlık nedeniyle sosyal sorumluluk projelerine ara verse de, halen çocukları ve onların eğitimi için çalışmaya devam ediyor.

ayse_kulin

Kızların okutulması ve kadınların haklarının korunması için yapılmakta olan tüm kampanyaların ve çalışmaların gönüllüsü olduğunu aktaran Kulin, “Kızların okutulmamasını bir vahşet olarak değerlendiriyorum ve erkek egemen bir ülkede kadınların cinayetlere kurban gitmesini, berdel verilmesini, üzerlerine kuma getirilmesini isyanla karşılıyorum. Kızların okutulmamalarının ardında zaten bu sapık zihniyeti sürdürme amacı yatıyor. Kadınlar kendilerini esir alan tarikatlardan, hocalardan, şıhlardan kurtulabildikleri gün, hayata dönecekler” diye konuşuyor.

Yazdığı romanlarla pek çok okurun dünyasında ayrı bir yere sahip bir yazar Ayşe Kulin. Kitaplarıyla Türk edebiyatında haklı bir yere sahip olan Ayşe Kulin’in Ankara’daki komşusu Aylin’in hayat hikayesini kaleme aldığı ‘Adı Aylin’ hayatının dönüm noktası. Eserleriyle 18’den fazla ülkedeki okuyucularına ulaşırken, aynı zamanda 4 çocuğa annelik yapmış bir kadın. Her kitabın son sayfası onun için yeni bir başlangıcı temsil etse de Kulin, “Bunca yanlışı kırk yıla iyi sığdırmışım, aferin bana! Çocuklarımı saymazsam, elde var kocaman bir sıfır” sözleriyle kendisiyle yüzleşiyor.

Pek çok başarılı kitaba imza atan, her satırıyla okurlarına farklı bir dünyanın içine çeken Ayşe Kulin hayat hikayesiyle adeta kendi romanlarına taş çıkartıyor. 1941 İstanbul doğumlu olan Kulin köklü geçmişi olan bir aileden geliyor. Baba tarafından Boşnak kökenli Kulin Ban’ın ailesi ile kan bağı var; anne tarafından ise dedesi Osmanlı Hanedanı’nın son maliye nazırı. Ayşe Kulin, anne ve babasının tek evladı, güzel, genç yaratıcı… Kıskançlığın ne olduğunu bilmemesinin sebebi olarak kardeşi olmamasını gösteren Kulin, bu durumun hayatını nasıl şekillendirdiğini şöyle anlatıyor: “Kıskanacak bir şey yoktu. Bütün oyuncaklar benim. Dedeler, anneler benim... Bu kıskançlık duygusunun eksikliği çok iyi bir şey değil hayatta. Onun sıkıntılarını çektim. Mesela kocamı kıskanmadım. Hırs olmadığı için de hayata asılmadım. Yayın işlerine asılmadım. 20 yaşından beri yazıyorum. En azından 1970'li yıllardan beri elimde kitaplar var. Hırsım olmadığı için bu kadar geç kaldım. Doğru bulmuyorum bunları.”

Her daim ayakları yere sağlam basan Kulin, o zamanın en gözde okulu Amerikan Kız Koleji’nden okumuş. Bugün geriye dönüp baktığında çocukluğunu şöyle anımsıyor Kulin: “Ben inanılmaz derecede mutlu bir çocuktum. Kültür düzeyleri yüksek, eğitimli, görgülü ve ahlaki değerleri çok yüksek iki ailenin içinde büyüdüm. Ailemin bütün fertlerinden hep çok yakın ilgi ve içten sevgi gördüm. 18 yaşına kadar hayatta tek bir eksiğim, bir derdim olmadı. Ama hayatın bana hep böyle iyi davrandığını söyleyemeyeceğim.”

GEÇ KEŞFEDİLEN BİR YAZARIM

Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde edebiyat bölümünü bitirdikten sonra çeşitli dergilerde, gazetelerde muhabirlik, editörlük yapan Kulin aynı zamanda uzun yıllar televizyon, reklam ve sinema filmlerinde sahne yapımcısı, sanat yönetmeni ve senaristlik görevlerini de üstleniyor. İlk kitabı ‘Güneşe Dön Yüzünü’1984 yılında yayımlanan Kulin, pek çok ödülün de sahibi.

Aslında çok eski Ayşe Kulin’in yazarlık serüveni. Fakat pek çok kez yayıncılar tarafından geri çevrilmiş, geç keşfedilen bir yazar. Kulin bu durumu ‘Bana karşı bir önyargı camı’ vardı sözleriyle açıklıyor. Ayşe Kulin’in yazarlık kariyeri, Ercan Arıklı’nın ondan ilginç ve gerçek hayat hikayeleri yazmasını istemesiyle başlıyor. Kulin, Arıklı’nın talebi üzerine her ikisinin de Amerikan Koleji’nden arkadaşları olan Aylin’in de bulunduğu bir liste tespit edip Arıklı’ya veriyor. Gazetede yayınlanan ‘Aylin’in gerçek hikayesi büyük ilgi görüyor ve Kulin Aylin’in kitabını yazmaya karar veriyor. Kitabın yayınlanması ile de Ayşe Kulin artık çok satan yazarlar arasında yerini alıyor. Sevdalinka ile 60, Köprü ile 40 baskıya ulaşan, Kulin’in kitapları arasında Füreya ve Nefes Nefese de diğerlerinden geri kalmıyor. Kulin neden biyografi romanları yazdığını şöyle açıklıyor: “Romanlar ve biyografiler her zaman tarih kitaplarından daha ilgi çekici olur. Eğer bir roman okurlarını anlattığı döneme dair sorulara yönlendirebiliyorsa, ne mutlu o yazara. Okurlar başka kitaplara başvurarak o sorularına yanıt ararlar. Okurun böylece okuma ve ilgi alanı genişler.”

BİTEN EVLİLİKLE BAŞLAYAN GAZETECİLİK YILLARI

Kendisi tek çocuk olmasına rağmen yaptığı iki evlilikten dört çocuğu var Kulin’in… 1960 senesinde Mehmet Sarper ile yaptığı evlilikten Mete ve Ali dünyaya gelmiş. 1967 yılında ise hayatını Eren Kemahlı ile birleştiren Kulin, bu evlilikten de Kerim ve Selim adını verdiği iki erkek çocuk sahibi daha olmuş. “4 tane erkek çocuk yetiştirmiş bir anne olarak hiç kız evlat özlemi çektiniz mi? Anne oluşunuz yaptığınız işi nasıl etkiledi?” diye sorduğumuz Kulin şöyle konuşuyor: “Bunca oğlanı niye doğurdum sanıyorsunuz? Hep bir kız olur umudu ile… Erkek çocukla kız çocuğunun bir anne için tek farkı, oğlanın kendine bir sevgili ya da eş bulduğunda, hayatınızdan çıkıp gitmesi. Anne olmamın işime hiç bir olumsuz etkisi olmadı. Tersine, gençlerle birlikte yaşamanın, onların dilini, arzularını ve hayallerini anlamaya çalışmanın artıları oldu hep. Çocuklarımı bir arada tutmak, en iyi şekilde yetiştirmek hedefi bana güç verdi. Onları önce birbirlerini sonra tüm insanları seven, merhametli, düşünceli ve ilkeli birer genç adama dönüştürme çabasıyla ayakta kaldım.”

Kulin, evliliklerini bitirmesinin hayatında gazetecilik sayfasının açılmasına vesile olduğunu söylüyor. 1967’de iki sene boyunca bir otomobil dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaptığını vurgulayan Kulin, gazeteciliğe asıl girişinin 1977 yılında, boşanmak üzere evini terk ettikten sonra yazı verdiği Cumhuriyet Gazetesi ile olduğunu kaydediyor. Burada 1982'ye kadar devam eden Kulin, bir süre de Dünya Gazetesi'nde çalışıyor. Uzunca bir süre de Sabah Grubu'nun 1 Numara adıyla çıkardığı dergilerde görev alıyor. Adı Aylin romanının gördüğü ilgi üzerine Milliyet'te köşe yazan Kulin, film, televizyon ve halkla ilişkilerde de çalışmalar yapıyor.


 

 

 

Son Güncelleme: Pazar, 13 May 2012 17:02

Gösterim: 2980

Piyanist Fazıl Say’ın ‘7 oktavlık sesi var’ diyerek işaret ettiği Cem Adrian, Yıldız Teknik Üniversitesi’nin konservatuar sınavında ‘kulak’tan çakmış. Adrian, “600 kişiden 4’ü sıfır aldı. Biri bendim. Onlara göre kulağım duymuyormuş” diyor. Adrian, Kampüs’e samimi açıklamalar yaptı.

cem adrian Geçen Cumartesi Beyoğlu İstanbul Live’ın konser öncesi kapkaranlık ortamında buluşuyoruz ünlü müzisyen Cem Adrian’la. Randevumuza geç kalmıştı ve telaşlıydı. Sadece röportaj değil, yapması gereken bir sürü iş vardı; kıyafet, ses, prova.. “Soundcheck’i yetiştireceğiz de ne kadar süre konuşmalıyız?” diye sordu. “En fazla 15 dakka” dedim. Lakin kayıt cihazı 30 dakika kaydetmiş. Dışarıdan yenilikçi enerjik bir insan gibi görünse de aslında düşünceleri, ilişkileri ve Ankara’da etrafında örmeye çalıştığı yaşam biçimi ile biraz muhafazakar gibi. Kabul etmese de 7 oktavlık çok farklı renklerden oluşan sesi, kendine has tarzı, kişiliği, sosyal çevresi ve acıklı konservatuar deneyimiyle, Cem Adrian’la sohbete başlıyoruz.

Soyadın Edirne’nin antik isminden geliyor. Edirne’lisin ve Edirne’de yaşadığın yıllardan radyo tecrüben var. Peki gazete veya dergide yazı yazdın mı?

Yazılar yazarım kendi sosyal medyamda fazlaca uzun yazılar yazarım ama daha önceden gazete ve dergide yazmadım. Müzikal görüşlerim ya da toplumsal düşüncelerim medya kanalıyla iletilirse daha ciddiye alınabilir diye düşünüyorum.

Gençliği, özellikle de üniversitelileri önemsiyor musun?

Sadece üniversiteliler değil, tüm gençliği önemsiyorum. Kendi alanım konusunda önemsiyorum. Bu insanlar ne dinliyor ve dinledikleri şeyler onları nasıl etkiliyor. Siyasi konulara girmem çünkü, derin siyasi görüşleri olan, bu konuda bilgi sahibi birisi değilim. Ama müzikal, sanatsal anlamda üniversite gençliğinin ne yaptığı ne dinlediği konusunda tabi ki endişelerim, fikirlerim var.

KONSERVATUAR SINAVINDA SIFIR ÇEKTİ

Ya senin üniversite deneyimin…

Ben üniversite okumadım. Fazıl Say’ın özel davetiyle Bilkent’e okudum 1.5 yıl ama saymıyorum. Orada üniversite okuduğumu düşünmüyorum. Sadece 1.5 sene konservatuarın nasıl bir yer olduğu konusunda fikir edindim. Çok açık söyleyeyim ben ilkokuldayken de üniversite okumak istemiyordum. Bir an önce şu okul bitsin bir daha da okumayayım diyordum. Gerçekten hayalimde bir üniversite yoktu. Ama ön yargılarıma rağmen 2004’te Yıldız Teknik Üniversitesi’nin konservatuar sınavlarına girdim. Kulağıma sıfır verdiler. Onlara göre duymuyordum alınmadım. Bunu yazın bence. Sınavda piyano başında biri vardı, ve kulağımızı ölçüyorlardı. 600 kişiden 4’ü sıfır almış, bunlardan ikisi sınava gelmediği için almış, diğer ikisi de biri ben, öbürü de bir kızcağız.

Konservatuara almadıkları için üzüldün mü?

Hayır çok seviniyorum alınmadığım için. Benim ne işim var orada. Kulağımın duymadığını iddia eden insanlar, bana kim bilir neler öğretmeye çalışacaklardı? Ben müzik eğitimi denilen şeyin bir çeşit “üzerine koyma” gibi algılıyorum. Olmayanı vermezsiniz yani.

Sen bir müziyen olarak kimi dinlersin?

Bülent Ortaçgil, Hüsnü Arkan, Düş Sokağı Sakinleri, Mavi Sakal, eskinin Kargo’su mesela. Çok iyi isimler var. Mesela Ezginin Günlüğü dediğiniz zaman apayrı bir deryadır; Murat Yılmaz Yıldırım, Murat Çelik; hepsi birer okul gibi. 

MÜZİSYENLER İÇİN MÜZİK, BİR KADERDİR

Hayalini mi gerçekleştirmiş oldun müzikle?

Müziğe insan nasıl başlar ki bilmiyorum. Yani ben müziğe başlıyorum denmiyor, o geliyor size.. Bence müzisyenler için müzik, bir kader ve siz o kaderin ortasında buluyorsunuz kendinizi. Çıkmak da mümkün değil oradan.

Gelecek için plan yapar mısın?

Ben 31 yaşındayım. Gençliğimde planlarım vardı. 18-19 yaşındayken kendi istediğim müziği yapmakla alakalı hayallerim hep vardı. Şuan her hangi bir planım yok. Herkes der ya gelecekte şu planım var diye, ben zaten gelecekteyim. Şuan yaşadığım şey tam olarak benim geleceğim. Geldi yani. Bununla yaşıyorum, ötesini planlamıyorum yarın ne olacak diye.

SAĞLIKLI YAŞIYORUM BİR KAZA OLMAZSA 90’A KADAR YAŞARIM

Ne zamana kadar yaşamayı düşünüyorsun?

Bilmiyorum, ne zaman ölürsem. Eğer başıma bir kaza gelmezse uzun yaşarım çünkü çok sağlıklı yaşıyorum. Sigara, alkol kullanmıyorum her hangi bir uyuşturucu madde kullanmıyorum. Düzenli spor yapıyorum, uykum çok düzenlidir. Yani bu hesapla bakarsak, 90’ı görürüm her halde.

90’ına kadar müzik yapacak mısın?

Yok yapmam ya. İş çığırından çıktığı anda bırakırım. Ünlenmek ve benim özel hayatım birbirine çok saygılı gidiyor. Mesela buraya yalnız başıma geldim. İstiklal Caddesi’nde yalnız yürüdüm. Alışverişe, bakkala, markete yalnız gidiyorum. Canım isterse otobüse, taksiye biniyorum. Ünlenmenin bana karşı canımı sıkan bir etkisi yok şu an. Zaten benim hayranlarım da gelip üstüme atlamazlar, özel hayatıma saygılılar. Ama geçen sene çıkan bir popçu, tek başına istiklalde yürüyemeyebilir. Bu da onun kendi tercihidir.

SEVDİĞİM İNSAN İÇİN TIR ŞOFÖRLÜĞÜ BİLE YAPARIM

İşler çığırından çıkarsa bırakırım dedin. Ne demek o?

Müzik benim vazgeçilmezim değil. Yaptığım hiçbir şey benim için vazgeçilmez olmadı zaten. Dediğim gibi işler çığırından çıkmaya başladığı anda, yani sokakta yürüyememeye kadar düşünebiliriz bu noktaya gelirsem bırakır giderim. Sevdiğim insanla gerekirse Rusya’da yaşarım ve müzisyen olmak zorunda değilim. Başka iş yaparım. Tır şoförlüğü bile yaparım yani. Yeter ki mutlu huzurlu olayım. Sevdiğim insanlar benim vazgeçilemezlerimdir.”

Yalnız kalmayı sever misin?

İstanbul’u sevmediğimi herkes bilir. Ankara’da yaşıyorum. Kendime ait bir yaşantım var. telefonları kapatır istediğim kadar uyurum en az 8 saat. Çok önemli bir şey yoksa asla alarm kurmam. 5 kişilik özel bir arkadaş grubum var. Yalnızlığı sevdiğimi düşünenler yanılıyor, sevmem. İş dışında genelde bu 5 kişiyle birlikteyim. Sürekli gittiğimiz bir kafe var.

(Abdullah Yıldırım / Hürriyet Kampüs)

> Konservatuarda sıfır çeken yetenekli şarkıcı

Piyanist Fazıl Say’ın ‘7 oktavlık sesi var’ diyerek işaret ettiği Cem Adrian, Yıldız Teknik Üniversitesi’nin konservatuar sınavında ‘kulak’tan çakmış. Adrian, “600 kişiden 4’ü sıfır aldı. Biri bendim. Onlara göre kulağım duymuyormuş” diyor. Adrian, Kampüs’e samimi açıklamalar yaptı.

cem adrian Geçen Cumartesi Beyoğlu İstanbul Live’ın konser öncesi kapkaranlık ortamında buluşuyoruz ünlü müzisyen Cem Adrian’la. Randevumuza geç kalmıştı ve telaşlıydı. Sadece röportaj değil, yapması gereken bir sürü iş vardı; kıyafet, ses, prova.. “Soundcheck’i yetiştireceğiz de ne kadar süre konuşmalıyız?” diye sordu. “En fazla 15 dakka” dedim. Lakin kayıt cihazı 30 dakika kaydetmiş. Dışarıdan yenilikçi enerjik bir insan gibi görünse de aslında düşünceleri, ilişkileri ve Ankara’da etrafında örmeye çalıştığı yaşam biçimi ile biraz muhafazakar gibi. Kabul etmese de 7 oktavlık çok farklı renklerden oluşan sesi, kendine has tarzı, kişiliği, sosyal çevresi ve acıklı konservatuar deneyimiyle, Cem Adrian’la sohbete başlıyoruz.

Soyadın Edirne’nin antik isminden geliyor. Edirne’lisin ve Edirne’de yaşadığın yıllardan radyo tecrüben var. Peki gazete veya dergide yazı yazdın mı?

Yazılar yazarım kendi sosyal medyamda fazlaca uzun yazılar yazarım ama daha önceden gazete ve dergide yazmadım. Müzikal görüşlerim ya da toplumsal düşüncelerim medya kanalıyla iletilirse daha ciddiye alınabilir diye düşünüyorum.

Gençliği, özellikle de üniversitelileri önemsiyor musun?

Sadece üniversiteliler değil, tüm gençliği önemsiyorum. Kendi alanım konusunda önemsiyorum. Bu insanlar ne dinliyor ve dinledikleri şeyler onları nasıl etkiliyor. Siyasi konulara girmem çünkü, derin siyasi görüşleri olan, bu konuda bilgi sahibi birisi değilim. Ama müzikal, sanatsal anlamda üniversite gençliğinin ne yaptığı ne dinlediği konusunda tabi ki endişelerim, fikirlerim var.

KONSERVATUAR SINAVINDA SIFIR ÇEKTİ

Ya senin üniversite deneyimin…

Ben üniversite okumadım. Fazıl Say’ın özel davetiyle Bilkent’e okudum 1.5 yıl ama saymıyorum. Orada üniversite okuduğumu düşünmüyorum. Sadece 1.5 sene konservatuarın nasıl bir yer olduğu konusunda fikir edindim. Çok açık söyleyeyim ben ilkokuldayken de üniversite okumak istemiyordum. Bir an önce şu okul bitsin bir daha da okumayayım diyordum. Gerçekten hayalimde bir üniversite yoktu. Ama ön yargılarıma rağmen 2004’te Yıldız Teknik Üniversitesi’nin konservatuar sınavlarına girdim. Kulağıma sıfır verdiler. Onlara göre duymuyordum alınmadım. Bunu yazın bence. Sınavda piyano başında biri vardı, ve kulağımızı ölçüyorlardı. 600 kişiden 4’ü sıfır almış, bunlardan ikisi sınava gelmediği için almış, diğer ikisi de biri ben, öbürü de bir kızcağız.

Konservatuara almadıkları için üzüldün mü?

Hayır çok seviniyorum alınmadığım için. Benim ne işim var orada. Kulağımın duymadığını iddia eden insanlar, bana kim bilir neler öğretmeye çalışacaklardı? Ben müzik eğitimi denilen şeyin bir çeşit “üzerine koyma” gibi algılıyorum. Olmayanı vermezsiniz yani.

Sen bir müziyen olarak kimi dinlersin?

Bülent Ortaçgil, Hüsnü Arkan, Düş Sokağı Sakinleri, Mavi Sakal, eskinin Kargo’su mesela. Çok iyi isimler var. Mesela Ezginin Günlüğü dediğiniz zaman apayrı bir deryadır; Murat Yılmaz Yıldırım, Murat Çelik; hepsi birer okul gibi. 

MÜZİSYENLER İÇİN MÜZİK, BİR KADERDİR

Hayalini mi gerçekleştirmiş oldun müzikle?

Müziğe insan nasıl başlar ki bilmiyorum. Yani ben müziğe başlıyorum denmiyor, o geliyor size.. Bence müzisyenler için müzik, bir kader ve siz o kaderin ortasında buluyorsunuz kendinizi. Çıkmak da mümkün değil oradan.

Gelecek için plan yapar mısın?

Ben 31 yaşındayım. Gençliğimde planlarım vardı. 18-19 yaşındayken kendi istediğim müziği yapmakla alakalı hayallerim hep vardı. Şuan her hangi bir planım yok. Herkes der ya gelecekte şu planım var diye, ben zaten gelecekteyim. Şuan yaşadığım şey tam olarak benim geleceğim. Geldi yani. Bununla yaşıyorum, ötesini planlamıyorum yarın ne olacak diye.

SAĞLIKLI YAŞIYORUM BİR KAZA OLMAZSA 90’A KADAR YAŞARIM

Ne zamana kadar yaşamayı düşünüyorsun?

Bilmiyorum, ne zaman ölürsem. Eğer başıma bir kaza gelmezse uzun yaşarım çünkü çok sağlıklı yaşıyorum. Sigara, alkol kullanmıyorum her hangi bir uyuşturucu madde kullanmıyorum. Düzenli spor yapıyorum, uykum çok düzenlidir. Yani bu hesapla bakarsak, 90’ı görürüm her halde.

90’ına kadar müzik yapacak mısın?

Yok yapmam ya. İş çığırından çıktığı anda bırakırım. Ünlenmek ve benim özel hayatım birbirine çok saygılı gidiyor. Mesela buraya yalnız başıma geldim. İstiklal Caddesi’nde yalnız yürüdüm. Alışverişe, bakkala, markete yalnız gidiyorum. Canım isterse otobüse, taksiye biniyorum. Ünlenmenin bana karşı canımı sıkan bir etkisi yok şu an. Zaten benim hayranlarım da gelip üstüme atlamazlar, özel hayatıma saygılılar. Ama geçen sene çıkan bir popçu, tek başına istiklalde yürüyemeyebilir. Bu da onun kendi tercihidir.

SEVDİĞİM İNSAN İÇİN TIR ŞOFÖRLÜĞÜ BİLE YAPARIM

İşler çığırından çıkarsa bırakırım dedin. Ne demek o?

Müzik benim vazgeçilmezim değil. Yaptığım hiçbir şey benim için vazgeçilmez olmadı zaten. Dediğim gibi işler çığırından çıkmaya başladığı anda, yani sokakta yürüyememeye kadar düşünebiliriz bu noktaya gelirsem bırakır giderim. Sevdiğim insanla gerekirse Rusya’da yaşarım ve müzisyen olmak zorunda değilim. Başka iş yaparım. Tır şoförlüğü bile yaparım yani. Yeter ki mutlu huzurlu olayım. Sevdiğim insanlar benim vazgeçilemezlerimdir.”

Yalnız kalmayı sever misin?

İstanbul’u sevmediğimi herkes bilir. Ankara’da yaşıyorum. Kendime ait bir yaşantım var. telefonları kapatır istediğim kadar uyurum en az 8 saat. Çok önemli bir şey yoksa asla alarm kurmam. 5 kişilik özel bir arkadaş grubum var. Yalnızlığı sevdiğimi düşünenler yanılıyor, sevmem. İş dışında genelde bu 5 kişiyle birlikteyim. Sürekli gittiğimiz bir kafe var.

(Abdullah Yıldırım / Hürriyet Kampüs)

Son Güncelleme: Pazartesi, 07 May 2012 14:51

Gösterim: 4419

Bakırköy'de 16 Nisan'da motosiklet kazası geçiren ve beyin kanaması teşhisiyle kaldırıldığı İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Reanimasyon Anabilim Dalı'nda 3 haftadır tedavisi süren Seyfi Teoman, hayatını kaybetti.

seyfi teomanKayseri'de 1977'de doğan Seyfi Teoman, Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü'nü bitirdikten sonra Polonya Ulusal Sinema Okulu Lodz'da film yönetmenliği eğitimi aldı.

Teoman'ın 2004'te çektiği kısa filmi ''Apartman'', ulusal ve uluslararası pek çok festivalde gösterilerek, ödüle değer görüldü.

Seyfi Teoman'ın ilk uzun metraj filmi ''Tatil Kitabı'', 58. Berlin Film Festivali'ne kabul edilen tek Türkiye yapımı film oldu. Teoman'ın 2008'de Berlin Film Festivali'nin forum bölümünde dünya galası yapılan filmi, Türkiye'de ulusal yarışma bölümünde yer aldığı 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde ''En İyi Film'' ve ''FIPRESCI'' ödüllerini kazandı.

Seyfi Teoman, ''Bizim Büyük Çaresizliğimiz'' adlı filmle Berlin Film Festivali'nin yarışma bölümüne katılmıştı.

> Genç yönetmen kurtarılamadı

Bakırköy'de 16 Nisan'da motosiklet kazası geçiren ve beyin kanaması teşhisiyle kaldırıldığı İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Reanimasyon Anabilim Dalı'nda 3 haftadır tedavisi süren Seyfi Teoman, hayatını kaybetti.

seyfi teomanKayseri'de 1977'de doğan Seyfi Teoman, Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü'nü bitirdikten sonra Polonya Ulusal Sinema Okulu Lodz'da film yönetmenliği eğitimi aldı.

Teoman'ın 2004'te çektiği kısa filmi ''Apartman'', ulusal ve uluslararası pek çok festivalde gösterilerek, ödüle değer görüldü.

Seyfi Teoman'ın ilk uzun metraj filmi ''Tatil Kitabı'', 58. Berlin Film Festivali'ne kabul edilen tek Türkiye yapımı film oldu. Teoman'ın 2008'de Berlin Film Festivali'nin forum bölümünde dünya galası yapılan filmi, Türkiye'de ulusal yarışma bölümünde yer aldığı 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde ''En İyi Film'' ve ''FIPRESCI'' ödüllerini kazandı.

Seyfi Teoman, ''Bizim Büyük Çaresizliğimiz'' adlı filmle Berlin Film Festivali'nin yarışma bölümüne katılmıştı.

Son Güncelleme: Çarşamba, 09 May 2012 09:15

Gösterim: 1757

Ünlü sanatçı Fatih Erkoç'un yıllardır üzerinde çalıştığı projesi gerçek oluyor. En son çalışması olan Türk Sanat Müziği eserlerini yorumladığı 'Babamdan Miras' adlı albümüyle adından söz ettiren Erkoç; Bursa'daki evini müzik okulu haline getirip Eylül ayında hizmete sokacak.

fatih erkoç okul açıyorFatih Erkoç bu projesiyle gençlere büyük fırsat sunacak

Müjdat Gezen ve Mustafa Erdoğan'dan sonra Bursa'da okul açan üçüncü isim olan Fatih Erkoç, okulunda eğitim gören başarılı öğrencileri konserlerinde sahneye çıkaracağını söyledi.

> Ünlü sanatçı evini okul yapıyor

Ünlü sanatçı Fatih Erkoç'un yıllardır üzerinde çalıştığı projesi gerçek oluyor. En son çalışması olan Türk Sanat Müziği eserlerini yorumladığı 'Babamdan Miras' adlı albümüyle adından söz ettiren Erkoç; Bursa'daki evini müzik okulu haline getirip Eylül ayında hizmete sokacak.

fatih erkoç okul açıyorFatih Erkoç bu projesiyle gençlere büyük fırsat sunacak

Müjdat Gezen ve Mustafa Erdoğan'dan sonra Bursa'da okul açan üçüncü isim olan Fatih Erkoç, okulunda eğitim gören başarılı öğrencileri konserlerinde sahneye çıkaracağını söyledi.

Son Güncelleme: Çarşamba, 02 May 2012 14:57

Gösterim: 1834


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.