Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Piyanist Fazıl Say’ın ‘7 oktavlık sesi var’ diyerek işaret ettiği Cem Adrian, Yıldız Teknik Üniversitesi’nin konservatuar sınavında ‘kulak’tan çakmış. Adrian, “600 kişiden 4’ü sıfır aldı. Biri bendim. Onlara göre kulağım duymuyormuş” diyor. Adrian, Kampüs’e samimi açıklamalar yaptı.

cem adrian Geçen Cumartesi Beyoğlu İstanbul Live’ın konser öncesi kapkaranlık ortamında buluşuyoruz ünlü müzisyen Cem Adrian’la. Randevumuza geç kalmıştı ve telaşlıydı. Sadece röportaj değil, yapması gereken bir sürü iş vardı; kıyafet, ses, prova.. “Soundcheck’i yetiştireceğiz de ne kadar süre konuşmalıyız?” diye sordu. “En fazla 15 dakka” dedim. Lakin kayıt cihazı 30 dakika kaydetmiş. Dışarıdan yenilikçi enerjik bir insan gibi görünse de aslında düşünceleri, ilişkileri ve Ankara’da etrafında örmeye çalıştığı yaşam biçimi ile biraz muhafazakar gibi. Kabul etmese de 7 oktavlık çok farklı renklerden oluşan sesi, kendine has tarzı, kişiliği, sosyal çevresi ve acıklı konservatuar deneyimiyle, Cem Adrian’la sohbete başlıyoruz.

Soyadın Edirne’nin antik isminden geliyor. Edirne’lisin ve Edirne’de yaşadığın yıllardan radyo tecrüben var. Peki gazete veya dergide yazı yazdın mı?

Yazılar yazarım kendi sosyal medyamda fazlaca uzun yazılar yazarım ama daha önceden gazete ve dergide yazmadım. Müzikal görüşlerim ya da toplumsal düşüncelerim medya kanalıyla iletilirse daha ciddiye alınabilir diye düşünüyorum.

Gençliği, özellikle de üniversitelileri önemsiyor musun?

Sadece üniversiteliler değil, tüm gençliği önemsiyorum. Kendi alanım konusunda önemsiyorum. Bu insanlar ne dinliyor ve dinledikleri şeyler onları nasıl etkiliyor. Siyasi konulara girmem çünkü, derin siyasi görüşleri olan, bu konuda bilgi sahibi birisi değilim. Ama müzikal, sanatsal anlamda üniversite gençliğinin ne yaptığı ne dinlediği konusunda tabi ki endişelerim, fikirlerim var.

KONSERVATUAR SINAVINDA SIFIR ÇEKTİ

Ya senin üniversite deneyimin…

Ben üniversite okumadım. Fazıl Say’ın özel davetiyle Bilkent’e okudum 1.5 yıl ama saymıyorum. Orada üniversite okuduğumu düşünmüyorum. Sadece 1.5 sene konservatuarın nasıl bir yer olduğu konusunda fikir edindim. Çok açık söyleyeyim ben ilkokuldayken de üniversite okumak istemiyordum. Bir an önce şu okul bitsin bir daha da okumayayım diyordum. Gerçekten hayalimde bir üniversite yoktu. Ama ön yargılarıma rağmen 2004’te Yıldız Teknik Üniversitesi’nin konservatuar sınavlarına girdim. Kulağıma sıfır verdiler. Onlara göre duymuyordum alınmadım. Bunu yazın bence. Sınavda piyano başında biri vardı, ve kulağımızı ölçüyorlardı. 600 kişiden 4’ü sıfır almış, bunlardan ikisi sınava gelmediği için almış, diğer ikisi de biri ben, öbürü de bir kızcağız.

Konservatuara almadıkları için üzüldün mü?

Hayır çok seviniyorum alınmadığım için. Benim ne işim var orada. Kulağımın duymadığını iddia eden insanlar, bana kim bilir neler öğretmeye çalışacaklardı? Ben müzik eğitimi denilen şeyin bir çeşit “üzerine koyma” gibi algılıyorum. Olmayanı vermezsiniz yani.

Sen bir müziyen olarak kimi dinlersin?

Bülent Ortaçgil, Hüsnü Arkan, Düş Sokağı Sakinleri, Mavi Sakal, eskinin Kargo’su mesela. Çok iyi isimler var. Mesela Ezginin Günlüğü dediğiniz zaman apayrı bir deryadır; Murat Yılmaz Yıldırım, Murat Çelik; hepsi birer okul gibi. 

MÜZİSYENLER İÇİN MÜZİK, BİR KADERDİR

Hayalini mi gerçekleştirmiş oldun müzikle?

Müziğe insan nasıl başlar ki bilmiyorum. Yani ben müziğe başlıyorum denmiyor, o geliyor size.. Bence müzisyenler için müzik, bir kader ve siz o kaderin ortasında buluyorsunuz kendinizi. Çıkmak da mümkün değil oradan.

Gelecek için plan yapar mısın?

Ben 31 yaşındayım. Gençliğimde planlarım vardı. 18-19 yaşındayken kendi istediğim müziği yapmakla alakalı hayallerim hep vardı. Şuan her hangi bir planım yok. Herkes der ya gelecekte şu planım var diye, ben zaten gelecekteyim. Şuan yaşadığım şey tam olarak benim geleceğim. Geldi yani. Bununla yaşıyorum, ötesini planlamıyorum yarın ne olacak diye.

SAĞLIKLI YAŞIYORUM BİR KAZA OLMAZSA 90’A KADAR YAŞARIM

Ne zamana kadar yaşamayı düşünüyorsun?

Bilmiyorum, ne zaman ölürsem. Eğer başıma bir kaza gelmezse uzun yaşarım çünkü çok sağlıklı yaşıyorum. Sigara, alkol kullanmıyorum her hangi bir uyuşturucu madde kullanmıyorum. Düzenli spor yapıyorum, uykum çok düzenlidir. Yani bu hesapla bakarsak, 90’ı görürüm her halde.

90’ına kadar müzik yapacak mısın?

Yok yapmam ya. İş çığırından çıktığı anda bırakırım. Ünlenmek ve benim özel hayatım birbirine çok saygılı gidiyor. Mesela buraya yalnız başıma geldim. İstiklal Caddesi’nde yalnız yürüdüm. Alışverişe, bakkala, markete yalnız gidiyorum. Canım isterse otobüse, taksiye biniyorum. Ünlenmenin bana karşı canımı sıkan bir etkisi yok şu an. Zaten benim hayranlarım da gelip üstüme atlamazlar, özel hayatıma saygılılar. Ama geçen sene çıkan bir popçu, tek başına istiklalde yürüyemeyebilir. Bu da onun kendi tercihidir.

SEVDİĞİM İNSAN İÇİN TIR ŞOFÖRLÜĞÜ BİLE YAPARIM

İşler çığırından çıkarsa bırakırım dedin. Ne demek o?

Müzik benim vazgeçilmezim değil. Yaptığım hiçbir şey benim için vazgeçilmez olmadı zaten. Dediğim gibi işler çığırından çıkmaya başladığı anda, yani sokakta yürüyememeye kadar düşünebiliriz bu noktaya gelirsem bırakır giderim. Sevdiğim insanla gerekirse Rusya’da yaşarım ve müzisyen olmak zorunda değilim. Başka iş yaparım. Tır şoförlüğü bile yaparım yani. Yeter ki mutlu huzurlu olayım. Sevdiğim insanlar benim vazgeçilemezlerimdir.”

Yalnız kalmayı sever misin?

İstanbul’u sevmediğimi herkes bilir. Ankara’da yaşıyorum. Kendime ait bir yaşantım var. telefonları kapatır istediğim kadar uyurum en az 8 saat. Çok önemli bir şey yoksa asla alarm kurmam. 5 kişilik özel bir arkadaş grubum var. Yalnızlığı sevdiğimi düşünenler yanılıyor, sevmem. İş dışında genelde bu 5 kişiyle birlikteyim. Sürekli gittiğimiz bir kafe var.

(Abdullah Yıldırım / Hürriyet Kampüs)

> Konservatuarda sıfır çeken yetenekli şarkıcı

Piyanist Fazıl Say’ın ‘7 oktavlık sesi var’ diyerek işaret ettiği Cem Adrian, Yıldız Teknik Üniversitesi’nin konservatuar sınavında ‘kulak’tan çakmış. Adrian, “600 kişiden 4’ü sıfır aldı. Biri bendim. Onlara göre kulağım duymuyormuş” diyor. Adrian, Kampüs’e samimi açıklamalar yaptı.

cem adrian Geçen Cumartesi Beyoğlu İstanbul Live’ın konser öncesi kapkaranlık ortamında buluşuyoruz ünlü müzisyen Cem Adrian’la. Randevumuza geç kalmıştı ve telaşlıydı. Sadece röportaj değil, yapması gereken bir sürü iş vardı; kıyafet, ses, prova.. “Soundcheck’i yetiştireceğiz de ne kadar süre konuşmalıyız?” diye sordu. “En fazla 15 dakka” dedim. Lakin kayıt cihazı 30 dakika kaydetmiş. Dışarıdan yenilikçi enerjik bir insan gibi görünse de aslında düşünceleri, ilişkileri ve Ankara’da etrafında örmeye çalıştığı yaşam biçimi ile biraz muhafazakar gibi. Kabul etmese de 7 oktavlık çok farklı renklerden oluşan sesi, kendine has tarzı, kişiliği, sosyal çevresi ve acıklı konservatuar deneyimiyle, Cem Adrian’la sohbete başlıyoruz.

Soyadın Edirne’nin antik isminden geliyor. Edirne’lisin ve Edirne’de yaşadığın yıllardan radyo tecrüben var. Peki gazete veya dergide yazı yazdın mı?

Yazılar yazarım kendi sosyal medyamda fazlaca uzun yazılar yazarım ama daha önceden gazete ve dergide yazmadım. Müzikal görüşlerim ya da toplumsal düşüncelerim medya kanalıyla iletilirse daha ciddiye alınabilir diye düşünüyorum.

Gençliği, özellikle de üniversitelileri önemsiyor musun?

Sadece üniversiteliler değil, tüm gençliği önemsiyorum. Kendi alanım konusunda önemsiyorum. Bu insanlar ne dinliyor ve dinledikleri şeyler onları nasıl etkiliyor. Siyasi konulara girmem çünkü, derin siyasi görüşleri olan, bu konuda bilgi sahibi birisi değilim. Ama müzikal, sanatsal anlamda üniversite gençliğinin ne yaptığı ne dinlediği konusunda tabi ki endişelerim, fikirlerim var.

KONSERVATUAR SINAVINDA SIFIR ÇEKTİ

Ya senin üniversite deneyimin…

Ben üniversite okumadım. Fazıl Say’ın özel davetiyle Bilkent’e okudum 1.5 yıl ama saymıyorum. Orada üniversite okuduğumu düşünmüyorum. Sadece 1.5 sene konservatuarın nasıl bir yer olduğu konusunda fikir edindim. Çok açık söyleyeyim ben ilkokuldayken de üniversite okumak istemiyordum. Bir an önce şu okul bitsin bir daha da okumayayım diyordum. Gerçekten hayalimde bir üniversite yoktu. Ama ön yargılarıma rağmen 2004’te Yıldız Teknik Üniversitesi’nin konservatuar sınavlarına girdim. Kulağıma sıfır verdiler. Onlara göre duymuyordum alınmadım. Bunu yazın bence. Sınavda piyano başında biri vardı, ve kulağımızı ölçüyorlardı. 600 kişiden 4’ü sıfır almış, bunlardan ikisi sınava gelmediği için almış, diğer ikisi de biri ben, öbürü de bir kızcağız.

Konservatuara almadıkları için üzüldün mü?

Hayır çok seviniyorum alınmadığım için. Benim ne işim var orada. Kulağımın duymadığını iddia eden insanlar, bana kim bilir neler öğretmeye çalışacaklardı? Ben müzik eğitimi denilen şeyin bir çeşit “üzerine koyma” gibi algılıyorum. Olmayanı vermezsiniz yani.

Sen bir müziyen olarak kimi dinlersin?

Bülent Ortaçgil, Hüsnü Arkan, Düş Sokağı Sakinleri, Mavi Sakal, eskinin Kargo’su mesela. Çok iyi isimler var. Mesela Ezginin Günlüğü dediğiniz zaman apayrı bir deryadır; Murat Yılmaz Yıldırım, Murat Çelik; hepsi birer okul gibi. 

MÜZİSYENLER İÇİN MÜZİK, BİR KADERDİR

Hayalini mi gerçekleştirmiş oldun müzikle?

Müziğe insan nasıl başlar ki bilmiyorum. Yani ben müziğe başlıyorum denmiyor, o geliyor size.. Bence müzisyenler için müzik, bir kader ve siz o kaderin ortasında buluyorsunuz kendinizi. Çıkmak da mümkün değil oradan.

Gelecek için plan yapar mısın?

Ben 31 yaşındayım. Gençliğimde planlarım vardı. 18-19 yaşındayken kendi istediğim müziği yapmakla alakalı hayallerim hep vardı. Şuan her hangi bir planım yok. Herkes der ya gelecekte şu planım var diye, ben zaten gelecekteyim. Şuan yaşadığım şey tam olarak benim geleceğim. Geldi yani. Bununla yaşıyorum, ötesini planlamıyorum yarın ne olacak diye.

SAĞLIKLI YAŞIYORUM BİR KAZA OLMAZSA 90’A KADAR YAŞARIM

Ne zamana kadar yaşamayı düşünüyorsun?

Bilmiyorum, ne zaman ölürsem. Eğer başıma bir kaza gelmezse uzun yaşarım çünkü çok sağlıklı yaşıyorum. Sigara, alkol kullanmıyorum her hangi bir uyuşturucu madde kullanmıyorum. Düzenli spor yapıyorum, uykum çok düzenlidir. Yani bu hesapla bakarsak, 90’ı görürüm her halde.

90’ına kadar müzik yapacak mısın?

Yok yapmam ya. İş çığırından çıktığı anda bırakırım. Ünlenmek ve benim özel hayatım birbirine çok saygılı gidiyor. Mesela buraya yalnız başıma geldim. İstiklal Caddesi’nde yalnız yürüdüm. Alışverişe, bakkala, markete yalnız gidiyorum. Canım isterse otobüse, taksiye biniyorum. Ünlenmenin bana karşı canımı sıkan bir etkisi yok şu an. Zaten benim hayranlarım da gelip üstüme atlamazlar, özel hayatıma saygılılar. Ama geçen sene çıkan bir popçu, tek başına istiklalde yürüyemeyebilir. Bu da onun kendi tercihidir.

SEVDİĞİM İNSAN İÇİN TIR ŞOFÖRLÜĞÜ BİLE YAPARIM

İşler çığırından çıkarsa bırakırım dedin. Ne demek o?

Müzik benim vazgeçilmezim değil. Yaptığım hiçbir şey benim için vazgeçilmez olmadı zaten. Dediğim gibi işler çığırından çıkmaya başladığı anda, yani sokakta yürüyememeye kadar düşünebiliriz bu noktaya gelirsem bırakır giderim. Sevdiğim insanla gerekirse Rusya’da yaşarım ve müzisyen olmak zorunda değilim. Başka iş yaparım. Tır şoförlüğü bile yaparım yani. Yeter ki mutlu huzurlu olayım. Sevdiğim insanlar benim vazgeçilemezlerimdir.”

Yalnız kalmayı sever misin?

İstanbul’u sevmediğimi herkes bilir. Ankara’da yaşıyorum. Kendime ait bir yaşantım var. telefonları kapatır istediğim kadar uyurum en az 8 saat. Çok önemli bir şey yoksa asla alarm kurmam. 5 kişilik özel bir arkadaş grubum var. Yalnızlığı sevdiğimi düşünenler yanılıyor, sevmem. İş dışında genelde bu 5 kişiyle birlikteyim. Sürekli gittiğimiz bir kafe var.

(Abdullah Yıldırım / Hürriyet Kampüs)

Son Güncelleme: Pazartesi, 07 May 2012 14:51

Gösterim: 4406

Ünlü sanatçı Fatih Erkoç'un yıllardır üzerinde çalıştığı projesi gerçek oluyor. En son çalışması olan Türk Sanat Müziği eserlerini yorumladığı 'Babamdan Miras' adlı albümüyle adından söz ettiren Erkoç; Bursa'daki evini müzik okulu haline getirip Eylül ayında hizmete sokacak.

fatih erkoç okul açıyorFatih Erkoç bu projesiyle gençlere büyük fırsat sunacak

Müjdat Gezen ve Mustafa Erdoğan'dan sonra Bursa'da okul açan üçüncü isim olan Fatih Erkoç, okulunda eğitim gören başarılı öğrencileri konserlerinde sahneye çıkaracağını söyledi.

> Ünlü sanatçı evini okul yapıyor

Ünlü sanatçı Fatih Erkoç'un yıllardır üzerinde çalıştığı projesi gerçek oluyor. En son çalışması olan Türk Sanat Müziği eserlerini yorumladığı 'Babamdan Miras' adlı albümüyle adından söz ettiren Erkoç; Bursa'daki evini müzik okulu haline getirip Eylül ayında hizmete sokacak.

fatih erkoç okul açıyorFatih Erkoç bu projesiyle gençlere büyük fırsat sunacak

Müjdat Gezen ve Mustafa Erdoğan'dan sonra Bursa'da okul açan üçüncü isim olan Fatih Erkoç, okulunda eğitim gören başarılı öğrencileri konserlerinde sahneye çıkaracağını söyledi.

Son Güncelleme: Çarşamba, 02 May 2012 14:57

Gösterim: 1828

Geçirdiği rahatsızlık dolayısıyla Şişli Osmanoğlu Hastanesi'ne kaldırılan Alpman, yapılan müdahalelere rağmen hayatını kaybetti.

Ayten AlpmanAkciğer yetmezliği nedeniyle öldüğü belirlenen Alpman'ın yakınları ile sevenleri, ölüm haberinin ardından hastaneye geldi. İstanbul'da 1930'da doğan Alpman, Nişantaşı Kız Lisesi'nde öğrenciyken İlham Gencer sayesinde müzikle tanıştı. Sahneye ilk kez Taksim Belediye Gazinosu'nda Tıp Balosu'nda çıkan Alpman, daha sonra tanıştığı Arif Mardin'in teşvikiyle caz şarkıları söylemeye başladı.  Alpman, 1953'te de İlham Gencer ile evlendi.

Alpman'ın ilk plağı olan ''Sayanora/Passion Flower'' taş plak olarak 1959'da yayınlandı. 1960'ta İlham Gencer'den ayrıldıktan sonra İsmet Sıral Orkestrası ile çalışmaya başlayan Alpman, 1963'te çalışmak için İsveç'e gitti. 

Alpman'ın 1972'de yaptığı ve sözlerini Fikret Şeneş'in yazdığı ''Bir Başkadır Benim Memleketim'' plağı pek ilgi görmedi. 1974'te Kıbrıs çıkartması ile TRT'de ''Memleketim'' çok sık çalınmaya başlayınca şarkı tekrar 45'lik plak olarak piyasaya sürülerek büyük satış rakamlarına ulaştı. Son profesyonel sahne çalışmasını 1990'da Yeniköy Bilsak Kulübü'nde yapan Alpman, 1995'te ses tellerinde oluşan nodüllerden ameliyat oldu. Alpman'ın en sevilen şarkılarından oluşan bir albümü 1999'da yayınlandı.  Ayten Alpman'ın başlıca eserleri; ''İstersen'', ''Memleketim'', ''Sensiz Olmam'', ''Tek Başına'' ve ''Yanımda Olsa'' şeklinde sıralanabilir.

Kültür ve Turizm Bakanı Günay

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, sanatçı Ayten Alpman’ın vefatı dolayısıyla bir mesaj yayımladı.

Türk pop ve caz müziğinin unutulmaz isimlerinden Alpman’ın vefatını büyük bir üzüntü ile öğrendiğini ifade eden Günay şunları kaydetti:

''Türk müziğinin duayenleri arasında yer alan Alpman muhteşem sesi ve eşsiz yorumlarıyla yediden yetmişe herkesin gönlünde taht kurmuş çok değerli bir sanatçıydı. O buğulu sesiyle hafızalarımıza adeta nakşettiği 'Memleketim' gibi pek çok eser Sevgili Alpman'ı daima bizlere hatırlatacak; yüzümüzde tatlı bir gülümsemeyle hep saygı, sevgi ve özlemle anılmasını sağlayacaktır.

> Memleketim’e acı veda!

Geçirdiği rahatsızlık dolayısıyla Şişli Osmanoğlu Hastanesi'ne kaldırılan Alpman, yapılan müdahalelere rağmen hayatını kaybetti.

Ayten AlpmanAkciğer yetmezliği nedeniyle öldüğü belirlenen Alpman'ın yakınları ile sevenleri, ölüm haberinin ardından hastaneye geldi. İstanbul'da 1930'da doğan Alpman, Nişantaşı Kız Lisesi'nde öğrenciyken İlham Gencer sayesinde müzikle tanıştı. Sahneye ilk kez Taksim Belediye Gazinosu'nda Tıp Balosu'nda çıkan Alpman, daha sonra tanıştığı Arif Mardin'in teşvikiyle caz şarkıları söylemeye başladı.  Alpman, 1953'te de İlham Gencer ile evlendi.

Alpman'ın ilk plağı olan ''Sayanora/Passion Flower'' taş plak olarak 1959'da yayınlandı. 1960'ta İlham Gencer'den ayrıldıktan sonra İsmet Sıral Orkestrası ile çalışmaya başlayan Alpman, 1963'te çalışmak için İsveç'e gitti. 

Alpman'ın 1972'de yaptığı ve sözlerini Fikret Şeneş'in yazdığı ''Bir Başkadır Benim Memleketim'' plağı pek ilgi görmedi. 1974'te Kıbrıs çıkartması ile TRT'de ''Memleketim'' çok sık çalınmaya başlayınca şarkı tekrar 45'lik plak olarak piyasaya sürülerek büyük satış rakamlarına ulaştı. Son profesyonel sahne çalışmasını 1990'da Yeniköy Bilsak Kulübü'nde yapan Alpman, 1995'te ses tellerinde oluşan nodüllerden ameliyat oldu. Alpman'ın en sevilen şarkılarından oluşan bir albümü 1999'da yayınlandı.  Ayten Alpman'ın başlıca eserleri; ''İstersen'', ''Memleketim'', ''Sensiz Olmam'', ''Tek Başına'' ve ''Yanımda Olsa'' şeklinde sıralanabilir.

Kültür ve Turizm Bakanı Günay

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, sanatçı Ayten Alpman’ın vefatı dolayısıyla bir mesaj yayımladı.

Türk pop ve caz müziğinin unutulmaz isimlerinden Alpman’ın vefatını büyük bir üzüntü ile öğrendiğini ifade eden Günay şunları kaydetti:

''Türk müziğinin duayenleri arasında yer alan Alpman muhteşem sesi ve eşsiz yorumlarıyla yediden yetmişe herkesin gönlünde taht kurmuş çok değerli bir sanatçıydı. O buğulu sesiyle hafızalarımıza adeta nakşettiği 'Memleketim' gibi pek çok eser Sevgili Alpman'ı daima bizlere hatırlatacak; yüzümüzde tatlı bir gülümsemeyle hep saygı, sevgi ve özlemle anılmasını sağlayacaktır.

Son Güncelleme: Cumartesi, 21 Nisan 2012 10:22

Gösterim: 1739

Melankolik şarkılarıyla tanınan Halil Sezai "Hayalini kurduğum kadın kim acaba; hiçbir fikrim yok ama ben aşka inanıyor ve hayattan bir sürpriz bekliyorum. Yalnız ölmeyeceğim" diyor.

halil sezaiO aslında birçok dizide ve filmde rol aldı. Kimileri onu 'İncir Reçeli' filmindeki rolüyle daha yakından tanıdı. Ancak Halil Sezai Paracıkoğlu ya da sahne ismiyle Halil Sezai en büyük çıkışını 'Seni Beklerken' adlı albümündeki 'İsyan' isimli parçayla yaptı. Namı yurdun dört bir tarafına, hatta yurt dışına taşan Halil Sezai; kariyerini, şarkılarını nasıl yaptığını ve özel hayatını anlattı...

Eskişehir'deki öğrencilik yıllarınızdan başlayalım... Nasıldı o günler?

Orada ailemle yaşıyordum. Liseden sonra her tembel öğrenci gibi en son tercihlerimi kazandım. Sevmedim bölümümü... "Öğretmen mi olacağım ben?" dedim, sonra üçüncü denememde konservatuvara girdim. Yine tembellikten okul uzadı ama üniversite yılları çok güzeldi. Bale, müzik, tiyatroyla iç içe... O günlerde arkadaşlarımla yediğim makarnanın tadını; şu an en baba suşide bile alamıyorum. Suşi de neyse... Havyar desek de olur.

LİSEDE POPÜLER BİR ÇOCUKTUM

Tiyatroya hep meraklı mıydınız? Okulda kulüplere giren sosyal biri miydiniz?

Ortaokul ve lisede aktif tiyatro kulübü içinde değildim. Zaten kendimi bildim bileli temizlik kolundaydım. Ama küçükken hep aile içinde "Aa ne komik çocuksun" derlerdi. Liseden sonra "Konservatuvara nasıl girilir acaba?" diye düşünmeye başladım.

Lisenin popüler çocuğu muydunuz?

Evet, popülerdim çünkü gitar çalıyordum. Bulutsuzluk Özlemi dinler, saçı uzatır, küpe takardım. Yaşar Kurt, Pentagram, Mavi Sakal, Bülent Ortaçgil ve Fikret Kızılok söylerdim. Lisede bir grubumuz vardı.

Peki konservatuvara girdiğinizde 'Ben sanatçıyım' havası var mıydı?

Daha birinci sınıftan itibaren size bir sanatçı sıfatı yapıştırıyorlar. "Biz sanatçıyız, aykırıyız" falan olanlar var tabii ama o saçma bir kafa ya... "Tiyatrocular hep açtır" diye bir düşüncemiz vardı. Sonra da o idealist kafa sürdü.

O KADAR ZEKİ DEĞİLİM

Albüm çıkarmak bir cesaret meselesi miydi?

O sevda ilk şarkımı yaptığım günden beri vardı. Ama hem tiyatro yapıp, hem para için dizilerde oynayıp, hem de müzik olmuyordu. "Hadi artık kaldır kıçını" dediğim an, geçen seneydi.

"Müslüm Baba ve İbrahim Tatlıses ortalarda görünmüyor, benim zamanım geldi" dediniz mi hiç?

O kadar zeki değilim ben. Türkiye müzik piyasasını takip edip boşluğu dolduracağım diye düşünmedim. "Bende öyle şarkılar var ki İbo'nun, Müslüm'ün tahtına kesin otururum" gibi bir şey yok. Yıllardır yaptığım şarkıların derlenmiş, toparlanmış hali bunlar. Zeki olsam bunu 10 yıl önce yapardım. Öyle bir iddiam yok.

SAÇINI BENİMKİ GİBİ YAPTIRAN KIZLAR VAR

İlginç kıyafetleri ve saç modeliyle de adından söz ettirmeyi başaran Halil Sezai, saçlarını onun gibi kestirmek isteyen birçok genç kız olduğunu söylüyor. Sezai, "Annemin kuaföründe, haftada üç-dört tane Halil Sezai modeli isteniyormuş. 15 yıl saçlarımı uzattım ve bağladım. Şimdi yine uzatıyorum" diyor.

 Mutluyken şarkı yazamadığını da söyleyen ünlü şarkıcı, "Çok mutluyum, hava güzel diye güne uyandığımda, yazmayı denedim ama olmadı" diyor.

DEĞİŞİK ŞİVELİ BİR ROL İSTEYEBİLİRİM

Oyunculuk yaptığınız dönemlerde, özellikle canlandırmak istediğiniz bir rol var mı aklınızda?

Kendimi test etmek istediğim roller isterim açıkçası. Öncesinde çok zayıflayabileceğim ya da çok şişmanlayabileceğim roller... Ama bizde öyle şeyler olmuyor pek. Ben değişik şivelerle ilgili şeyler yapmak isterim. Mesela; Trakya ağzında bir şey yapabilir miyim merak ediyorum.

RAKI BENİM İÇİN DOSTLUK DEMEKTİR!

'İncir Reçeli'ndeki gibi bir şey gelseydi başıma, aşık olduğum kadın hasta olsaydı yani, delirirdim herhalde.

 Romantik bir insanım. Romantizm nedir dersen, insanın kendine yakışanı giymesidir... Jesttir romantizm. Mumlar, şarap falan var ama saatlerce sarılıp tavana bakmak da romantizmdir.

 Rakı benim için dostluk demek... Aile, muhabbet, bağlar. Rakıdan başka bir şey içmem pek.

 Sevdiklerimin başına bir şey gelmesi fobim var. Ara ara saçma sapan krizlere girerim. "Allahım benim ömrümden onlara ver" diye dua ederim.

 Küçüklüğümden beri Eskişehirsporluyum. Babamla çok sık maça giderdik. Şimdi çok takip edemiyorum.

 Hırs, insanda olması gereken bir şey ama bu, kompleksle karışmamalı.

 Trende, 'tuvalete gidiyorum' diye kaçıp gizli gizli telefonuma şarkı kaydettim en son. Utanırım ben, kimsenin yanında yapamam bunu.

SAHNEDE BENİM İÇİM ACIRKEN BANA ÇAMAŞIR ATAN DELİDİR

Sahnede bir erkek olunca, kadın seyirciler iç çamaşırları fırlatabiliyor. Sizde durum nasıl?

Bana şimdiye kadar böyle bir şey olmadı. İçim gerçekten acırken yazdığım 'Sonbahar'ı söylerken, bana iç çamaşırını atan bir kız delidir herhalde. Ben maalesef "Ooov gel, bu gece parti yapalım" havasını yaratamadım galiba. Benim seyircimle aramda "Gel oturalım, sohbet edelim, rakı içelim" gibi bir elektrik var, ki bak maalesef diyorum, hiç hoşuma gitmiyor. Ben de isterdim bana sutyen atılsın (Gülüyor). Ama şaka bir yana, seyircimle olan iletişim çok hoşuma giden bir şey.

 Aslında kadını da, erkeği de sizi çok sahiplenmiş durumdalar...

Evet, "Sezai Baba masamızı kurduk, seni bekliyoruz" diyen, evinin adresini yazan yüzlerce e-posta alıyorum. Birkaç kere dinleyicilerin toplandığı sahillere gittim; şok oldular.

 Siz aradığınız kadını buldunuz mu?

Acaba hayalimde kurduğum kadın kim? Hiçbir fikrim yok. Ama ben aşka inanıyorum ve bir sürpriz bekliyorum. Onun için yaşıyorum zaten. Yalnız ölmeyeceğim.

MÜSLÜM BABA SEVİYORDUM

"Lisede Bulutsuzluk Özlemi dinliyordum ama bir de öteki tarafım vardı. Müslüm Gürses'in şarkılarını cover'lardım. Bana "Ay Müslüm mü dinliyorsun, iğrençsin" diyenler de vardı tabii. Müslüm Baba'nın bazı şarkılarını seviyordum, ne yapayım yani..."

(sabah)

> Öğretmen mi olacağım ben?

Melankolik şarkılarıyla tanınan Halil Sezai "Hayalini kurduğum kadın kim acaba; hiçbir fikrim yok ama ben aşka inanıyor ve hayattan bir sürpriz bekliyorum. Yalnız ölmeyeceğim" diyor.

halil sezaiO aslında birçok dizide ve filmde rol aldı. Kimileri onu 'İncir Reçeli' filmindeki rolüyle daha yakından tanıdı. Ancak Halil Sezai Paracıkoğlu ya da sahne ismiyle Halil Sezai en büyük çıkışını 'Seni Beklerken' adlı albümündeki 'İsyan' isimli parçayla yaptı. Namı yurdun dört bir tarafına, hatta yurt dışına taşan Halil Sezai; kariyerini, şarkılarını nasıl yaptığını ve özel hayatını anlattı...

Eskişehir'deki öğrencilik yıllarınızdan başlayalım... Nasıldı o günler?

Orada ailemle yaşıyordum. Liseden sonra her tembel öğrenci gibi en son tercihlerimi kazandım. Sevmedim bölümümü... "Öğretmen mi olacağım ben?" dedim, sonra üçüncü denememde konservatuvara girdim. Yine tembellikten okul uzadı ama üniversite yılları çok güzeldi. Bale, müzik, tiyatroyla iç içe... O günlerde arkadaşlarımla yediğim makarnanın tadını; şu an en baba suşide bile alamıyorum. Suşi de neyse... Havyar desek de olur.

LİSEDE POPÜLER BİR ÇOCUKTUM

Tiyatroya hep meraklı mıydınız? Okulda kulüplere giren sosyal biri miydiniz?

Ortaokul ve lisede aktif tiyatro kulübü içinde değildim. Zaten kendimi bildim bileli temizlik kolundaydım. Ama küçükken hep aile içinde "Aa ne komik çocuksun" derlerdi. Liseden sonra "Konservatuvara nasıl girilir acaba?" diye düşünmeye başladım.

Lisenin popüler çocuğu muydunuz?

Evet, popülerdim çünkü gitar çalıyordum. Bulutsuzluk Özlemi dinler, saçı uzatır, küpe takardım. Yaşar Kurt, Pentagram, Mavi Sakal, Bülent Ortaçgil ve Fikret Kızılok söylerdim. Lisede bir grubumuz vardı.

Peki konservatuvara girdiğinizde 'Ben sanatçıyım' havası var mıydı?

Daha birinci sınıftan itibaren size bir sanatçı sıfatı yapıştırıyorlar. "Biz sanatçıyız, aykırıyız" falan olanlar var tabii ama o saçma bir kafa ya... "Tiyatrocular hep açtır" diye bir düşüncemiz vardı. Sonra da o idealist kafa sürdü.

O KADAR ZEKİ DEĞİLİM

Albüm çıkarmak bir cesaret meselesi miydi?

O sevda ilk şarkımı yaptığım günden beri vardı. Ama hem tiyatro yapıp, hem para için dizilerde oynayıp, hem de müzik olmuyordu. "Hadi artık kaldır kıçını" dediğim an, geçen seneydi.

"Müslüm Baba ve İbrahim Tatlıses ortalarda görünmüyor, benim zamanım geldi" dediniz mi hiç?

O kadar zeki değilim ben. Türkiye müzik piyasasını takip edip boşluğu dolduracağım diye düşünmedim. "Bende öyle şarkılar var ki İbo'nun, Müslüm'ün tahtına kesin otururum" gibi bir şey yok. Yıllardır yaptığım şarkıların derlenmiş, toparlanmış hali bunlar. Zeki olsam bunu 10 yıl önce yapardım. Öyle bir iddiam yok.

SAÇINI BENİMKİ GİBİ YAPTIRAN KIZLAR VAR

İlginç kıyafetleri ve saç modeliyle de adından söz ettirmeyi başaran Halil Sezai, saçlarını onun gibi kestirmek isteyen birçok genç kız olduğunu söylüyor. Sezai, "Annemin kuaföründe, haftada üç-dört tane Halil Sezai modeli isteniyormuş. 15 yıl saçlarımı uzattım ve bağladım. Şimdi yine uzatıyorum" diyor.

 Mutluyken şarkı yazamadığını da söyleyen ünlü şarkıcı, "Çok mutluyum, hava güzel diye güne uyandığımda, yazmayı denedim ama olmadı" diyor.

DEĞİŞİK ŞİVELİ BİR ROL İSTEYEBİLİRİM

Oyunculuk yaptığınız dönemlerde, özellikle canlandırmak istediğiniz bir rol var mı aklınızda?

Kendimi test etmek istediğim roller isterim açıkçası. Öncesinde çok zayıflayabileceğim ya da çok şişmanlayabileceğim roller... Ama bizde öyle şeyler olmuyor pek. Ben değişik şivelerle ilgili şeyler yapmak isterim. Mesela; Trakya ağzında bir şey yapabilir miyim merak ediyorum.

RAKI BENİM İÇİN DOSTLUK DEMEKTİR!

'İncir Reçeli'ndeki gibi bir şey gelseydi başıma, aşık olduğum kadın hasta olsaydı yani, delirirdim herhalde.

 Romantik bir insanım. Romantizm nedir dersen, insanın kendine yakışanı giymesidir... Jesttir romantizm. Mumlar, şarap falan var ama saatlerce sarılıp tavana bakmak da romantizmdir.

 Rakı benim için dostluk demek... Aile, muhabbet, bağlar. Rakıdan başka bir şey içmem pek.

 Sevdiklerimin başına bir şey gelmesi fobim var. Ara ara saçma sapan krizlere girerim. "Allahım benim ömrümden onlara ver" diye dua ederim.

 Küçüklüğümden beri Eskişehirsporluyum. Babamla çok sık maça giderdik. Şimdi çok takip edemiyorum.

 Hırs, insanda olması gereken bir şey ama bu, kompleksle karışmamalı.

 Trende, 'tuvalete gidiyorum' diye kaçıp gizli gizli telefonuma şarkı kaydettim en son. Utanırım ben, kimsenin yanında yapamam bunu.

SAHNEDE BENİM İÇİM ACIRKEN BANA ÇAMAŞIR ATAN DELİDİR

Sahnede bir erkek olunca, kadın seyirciler iç çamaşırları fırlatabiliyor. Sizde durum nasıl?

Bana şimdiye kadar böyle bir şey olmadı. İçim gerçekten acırken yazdığım 'Sonbahar'ı söylerken, bana iç çamaşırını atan bir kız delidir herhalde. Ben maalesef "Ooov gel, bu gece parti yapalım" havasını yaratamadım galiba. Benim seyircimle aramda "Gel oturalım, sohbet edelim, rakı içelim" gibi bir elektrik var, ki bak maalesef diyorum, hiç hoşuma gitmiyor. Ben de isterdim bana sutyen atılsın (Gülüyor). Ama şaka bir yana, seyircimle olan iletişim çok hoşuma giden bir şey.

 Aslında kadını da, erkeği de sizi çok sahiplenmiş durumdalar...

Evet, "Sezai Baba masamızı kurduk, seni bekliyoruz" diyen, evinin adresini yazan yüzlerce e-posta alıyorum. Birkaç kere dinleyicilerin toplandığı sahillere gittim; şok oldular.

 Siz aradığınız kadını buldunuz mu?

Acaba hayalimde kurduğum kadın kim? Hiçbir fikrim yok. Ama ben aşka inanıyorum ve bir sürpriz bekliyorum. Onun için yaşıyorum zaten. Yalnız ölmeyeceğim.

MÜSLÜM BABA SEVİYORDUM

"Lisede Bulutsuzluk Özlemi dinliyordum ama bir de öteki tarafım vardı. Müslüm Gürses'in şarkılarını cover'lardım. Bana "Ay Müslüm mü dinliyorsun, iğrençsin" diyenler de vardı tabii. Müslüm Baba'nın bazı şarkılarını seviyordum, ne yapayım yani..."

(sabah)

Son Güncelleme: Cuma, 27 Nisan 2012 10:04

Gösterim: 2050

Yıldız Kenter adı, 60 yıldır Türkiye’de tiyatroyla özdeşleşmiş bir isim. 20 yaşından beri sahnedeki usta duruşuyla kendisini gören herkesi büyüleyen Kenter, şimdiye kadar sayısız oyunda rol aldı, yüzlerce öğrenci yetiştirdi. “Ben her rolde hep kendimi oynarım. Bir parça zayıfım, bir parça güçlü; bir parça korkağım, bir parça cesur” diyen Kenter, fark edilme merakının insanı rezil de vezir de edebileceğini söylüyor.
yildiz_kenter81 yıldır dünya, 62 yıldır da tiyatro sahnesinde olan, her oynadığı karakterde kendinden bir parça bulan bir isim Yıldız Kenter… “İçimde sanki bin kişi var” diyen Türk tiyatrosunun kilometre taşlarından olan Kenter’in tek bir hedefi var: Ölene kadar tiyatro sahnesinde olmak…  
Ömrünü tiyatroya adayan Yıldız Kenter 11 Ekim 1928, İstanbul doğumlu. Asıl adı Ayşe Yıldız… Annesi İngiliz Olga Cynthia  (T.C: vatandaşı olduktan sonra adı Nadide Kenter olarak değişti) ve babası Türk diplomatı Ahmet Naci Kenter… Yoksul ama mutlu bir çocukluk geçirdiğini söyleyen Yıldız Kenter o günleri dönüyor: “Babam Lozan Konferansı’nda İsmet İnönü’nün özel kalem müdürlüğünü yapmış, iyi paralar kazanabilecek parlak bir diplomattı. Ancak bir İngiliz’le evlendiği için Dışişlerindeki görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Benim doğduğum yıllar, yoksulluğumuzun dibe vurduğu yıllardı...”
Tiyatroyla yolu ilk kez Ankara Çocuk Kulübü’nde kesişen Kenter, Ankara Devlet Konservatuarı’nı sınıf atlayarak bitiriyor. Ankara Devlet Tiyatrosu’nda tam olarak 12 Aralık 1948’de Shakespeare’in ‘On İkinci Gece’si ile profesyonel oyunculuğa adım attığını söyleyen Kenter, sahneyle ilk buluşmasını şöyle anlatıyor: “O günü hiç unutamıyorum. Okuldan balon gibi şişirilerek sahneye çıktım. Sınıf atlatılan ben, mezun olunca da bir iğne yedim ve puf diye söndüm. Shakespeare’in ‘On İkinci Gece’ adlı oyununda Olivia’yı canlandırıyordum. ‘Çok güzel fakat ağzını açmasın’ dediler benim için. Sesimi beğenmediler yani. Tavus kuşuna benzettiler hatta... O da güzel ve görkemlidir ama sesi pek fenadır ya… Sonra alıştılar gerçi. Şimdi güzel bulan bile var.”

EN BÜYÜK PİŞMANLIĞI BABASININ YANINDA OLAMAYIŞI
yildiz_kenterArdından ‘Rockefeller’ bursu ile Amerika’ya gidip oyunculuk üzerine çalışmalar yapmaya başladığını belirten Kenter’in o gurbetteyken babası vefat ediyor. Babasının yanında olamayışını en büyük pişmanlığı olarak ifade eden Kenter sözlerine şöyle devam ediyor: “Rockefeller bursuyla Amerika’ya gidecektim. Gitmeden önceki akşam, babamla kavga ettik. İçkisi yüzünden. ‘Birkaç sene yokum. Arkadaşlarımı veda yemeğine çağırmak istiyorum. Ne olur bu akşam içmesen baba’ dedim. Acayip sinirlendi. ‘Cehennemin dibine kadar yolun var. Git, gelmez ol. Gelecek olursan da beni bulma inşallah’ dedi. Bu sözler kıymık gibi battı yüreğime. Kavgalı ayrıldık. Ama sonra güzel bir mektup yazdı: ‘Aklım orada diyorsun, yüreğim buruk. Af diliyorsun sonra da. Anam suratlı kızım, sen de biliyorsun ki, af dilemesi gereken benim. Diliyorum da nitekim. Ama ne olmuş yani, bağırdık, çağırdık, attık içimizdeki pisliği, arındık. Bitti.’ Ne yazık ki canım babam, bu mektubu yazdıktan sonra öldü. Çok gençti, 61 yaşında. Yanında olamadığım için çok pişmanlık duydum.”

ÖDÜLLER PEŞİ SIRA GELİYOR
Sonraki yıllarında ABD'de ve İngiltere'de, ‘Değişen eğitim metodları’, ‘Oyunculuk metodları’ üstüne çalışan Kenter, 1962'de Tiyatroda Yılın Kadını seçildiğini ve Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Almanya, Hollanda, Danimarka, Kanada, Yugoslavya ve Kıbrıs’ta İngilizce ve Türkçe oyunlar sergilediğini anımsatıyor. Sinema oyuncusu olarak üç kez ‘Altın Portakal’ ödülüne de layık görülen Kenter, 1959’da Devlet Tiyatrosu’ndan ayrılıyor. Muhsin Ertuğrul ile bir yıl çalışan Kenter, ardından kardeşi Müşfik Kenter ve eşi Şükran Güngör ile Kent Oyuncuları Topluluğunu kuruyor. 1981’de Devlet Sanatçısı unvanına layık görülen Kenter 1984'de Roma kentinde İtalyan Kültür Birliği’nce verilen, ‘Adalaide Ristori Ödülü’ne sahip oluyor. 1989'da Korsika-Bastia film festivalinde, ‘Hanım’ filmindeki rolüyle en iyi kadın oyuncu ödülünü alıyor ve 1991'de sanat hizmetlerinden dolayı, uluslararası Lions Klübü’nün ‘Melvin Jones Ödülü’ne layık görülüyor. 1994'de ‘Konken Partisi’ oyunundaki Fonsla rolüyle, ‘Olağanüstü Yorum Ödülü’nü kazandığını aktaran Kenter, Finlandiya Kadın Kuruluşu tarafından, ‘Yüzyılın En Başarılı Yüz Kadınından Biri’ olarak ödüllendirildiğini gururla anlatıyor.
OYNADIKÇA HAYATIM ÇOĞALIYOR

Martı, Maria Callas, Salıncakta İki Kişi, kendi hayatını anlattığı Hep Aşk Vardı, Mikado’nun Çöpleri, Harold ve Maude, 18 Anadolu kadınını tasvir ettiği Ben Anadolu Yıldız Kenter’in rol aldığı ve akla ilk gelen oyunlar. Oyunculuk alışkanlık yaptığını ve insanı rahatlattığını düşünen Kenter, “Ağladıktan sonra hissettiğiniz tuhaf hafiflik gibi. Oyunculuğun mistik bir yönü var. Arınır, kendinizi tanır, içinizde bir güç hissedersiniz. Oynadıkça hayatınız katlanır, çoğalır. Her rol rahatlatır, mutlu eder insanı. Her seferinde başka bir tarafınızı fark eder, kendinizi biraz daha tanırsınız. Ve inanın bu vazgeçilmez bir şeydir” diye konuşuyor.  

BİR ELMANIN YARISI BENİM, YARISI SEYİRCİLERİM
“Ne yaparsam yapayım bunu birisiyle paylaşmazsam çok güzel, çok tam olmuyor. Ben elmanın yarısıyım. Diğer yarısını tamamlamak gerekiyor. Paylaşmak mecburiyetindeyim. Seyircisiz tiyatro olmaz. Ben önce kendi beğendiğim ve sevdiğim; sonra da seyircinin seveceğini düşündüğüm/sandığım oyunları seçiyorum. Dikkat ettiğim en önemli şey insan. İnsan mı var yoksa kukla mı? Duygusuyla, düşüncesiyle, tavrıyla, bedeniyle herkese benzeyen bir insan var mı sahnede? Önemli olan o. Herkesin, seyrettiğinde kendini bulacağı insandan söz ediyorum.”

> Sınıf atlatılan ben, mezun olunca puf diye söndüm

Yıldız Kenter adı, 60 yıldır Türkiye’de tiyatroyla özdeşleşmiş bir isim. 20 yaşından beri sahnedeki usta duruşuyla kendisini gören herkesi büyüleyen Kenter, şimdiye kadar sayısız oyunda rol aldı, yüzlerce öğrenci yetiştirdi. “Ben her rolde hep kendimi oynarım. Bir parça zayıfım, bir parça güçlü; bir parça korkağım, bir parça cesur” diyen Kenter, fark edilme merakının insanı rezil de vezir de edebileceğini söylüyor.
yildiz_kenter81 yıldır dünya, 62 yıldır da tiyatro sahnesinde olan, her oynadığı karakterde kendinden bir parça bulan bir isim Yıldız Kenter… “İçimde sanki bin kişi var” diyen Türk tiyatrosunun kilometre taşlarından olan Kenter’in tek bir hedefi var: Ölene kadar tiyatro sahnesinde olmak…  
Ömrünü tiyatroya adayan Yıldız Kenter 11 Ekim 1928, İstanbul doğumlu. Asıl adı Ayşe Yıldız… Annesi İngiliz Olga Cynthia  (T.C: vatandaşı olduktan sonra adı Nadide Kenter olarak değişti) ve babası Türk diplomatı Ahmet Naci Kenter… Yoksul ama mutlu bir çocukluk geçirdiğini söyleyen Yıldız Kenter o günleri dönüyor: “Babam Lozan Konferansı’nda İsmet İnönü’nün özel kalem müdürlüğünü yapmış, iyi paralar kazanabilecek parlak bir diplomattı. Ancak bir İngiliz’le evlendiği için Dışişlerindeki görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Benim doğduğum yıllar, yoksulluğumuzun dibe vurduğu yıllardı...”
Tiyatroyla yolu ilk kez Ankara Çocuk Kulübü’nde kesişen Kenter, Ankara Devlet Konservatuarı’nı sınıf atlayarak bitiriyor. Ankara Devlet Tiyatrosu’nda tam olarak 12 Aralık 1948’de Shakespeare’in ‘On İkinci Gece’si ile profesyonel oyunculuğa adım attığını söyleyen Kenter, sahneyle ilk buluşmasını şöyle anlatıyor: “O günü hiç unutamıyorum. Okuldan balon gibi şişirilerek sahneye çıktım. Sınıf atlatılan ben, mezun olunca da bir iğne yedim ve puf diye söndüm. Shakespeare’in ‘On İkinci Gece’ adlı oyununda Olivia’yı canlandırıyordum. ‘Çok güzel fakat ağzını açmasın’ dediler benim için. Sesimi beğenmediler yani. Tavus kuşuna benzettiler hatta... O da güzel ve görkemlidir ama sesi pek fenadır ya… Sonra alıştılar gerçi. Şimdi güzel bulan bile var.”

EN BÜYÜK PİŞMANLIĞI BABASININ YANINDA OLAMAYIŞI
yildiz_kenterArdından ‘Rockefeller’ bursu ile Amerika’ya gidip oyunculuk üzerine çalışmalar yapmaya başladığını belirten Kenter’in o gurbetteyken babası vefat ediyor. Babasının yanında olamayışını en büyük pişmanlığı olarak ifade eden Kenter sözlerine şöyle devam ediyor: “Rockefeller bursuyla Amerika’ya gidecektim. Gitmeden önceki akşam, babamla kavga ettik. İçkisi yüzünden. ‘Birkaç sene yokum. Arkadaşlarımı veda yemeğine çağırmak istiyorum. Ne olur bu akşam içmesen baba’ dedim. Acayip sinirlendi. ‘Cehennemin dibine kadar yolun var. Git, gelmez ol. Gelecek olursan da beni bulma inşallah’ dedi. Bu sözler kıymık gibi battı yüreğime. Kavgalı ayrıldık. Ama sonra güzel bir mektup yazdı: ‘Aklım orada diyorsun, yüreğim buruk. Af diliyorsun sonra da. Anam suratlı kızım, sen de biliyorsun ki, af dilemesi gereken benim. Diliyorum da nitekim. Ama ne olmuş yani, bağırdık, çağırdık, attık içimizdeki pisliği, arındık. Bitti.’ Ne yazık ki canım babam, bu mektubu yazdıktan sonra öldü. Çok gençti, 61 yaşında. Yanında olamadığım için çok pişmanlık duydum.”

ÖDÜLLER PEŞİ SIRA GELİYOR
Sonraki yıllarında ABD'de ve İngiltere'de, ‘Değişen eğitim metodları’, ‘Oyunculuk metodları’ üstüne çalışan Kenter, 1962'de Tiyatroda Yılın Kadını seçildiğini ve Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Almanya, Hollanda, Danimarka, Kanada, Yugoslavya ve Kıbrıs’ta İngilizce ve Türkçe oyunlar sergilediğini anımsatıyor. Sinema oyuncusu olarak üç kez ‘Altın Portakal’ ödülüne de layık görülen Kenter, 1959’da Devlet Tiyatrosu’ndan ayrılıyor. Muhsin Ertuğrul ile bir yıl çalışan Kenter, ardından kardeşi Müşfik Kenter ve eşi Şükran Güngör ile Kent Oyuncuları Topluluğunu kuruyor. 1981’de Devlet Sanatçısı unvanına layık görülen Kenter 1984'de Roma kentinde İtalyan Kültür Birliği’nce verilen, ‘Adalaide Ristori Ödülü’ne sahip oluyor. 1989'da Korsika-Bastia film festivalinde, ‘Hanım’ filmindeki rolüyle en iyi kadın oyuncu ödülünü alıyor ve 1991'de sanat hizmetlerinden dolayı, uluslararası Lions Klübü’nün ‘Melvin Jones Ödülü’ne layık görülüyor. 1994'de ‘Konken Partisi’ oyunundaki Fonsla rolüyle, ‘Olağanüstü Yorum Ödülü’nü kazandığını aktaran Kenter, Finlandiya Kadın Kuruluşu tarafından, ‘Yüzyılın En Başarılı Yüz Kadınından Biri’ olarak ödüllendirildiğini gururla anlatıyor.
OYNADIKÇA HAYATIM ÇOĞALIYOR

Martı, Maria Callas, Salıncakta İki Kişi, kendi hayatını anlattığı Hep Aşk Vardı, Mikado’nun Çöpleri, Harold ve Maude, 18 Anadolu kadınını tasvir ettiği Ben Anadolu Yıldız Kenter’in rol aldığı ve akla ilk gelen oyunlar. Oyunculuk alışkanlık yaptığını ve insanı rahatlattığını düşünen Kenter, “Ağladıktan sonra hissettiğiniz tuhaf hafiflik gibi. Oyunculuğun mistik bir yönü var. Arınır, kendinizi tanır, içinizde bir güç hissedersiniz. Oynadıkça hayatınız katlanır, çoğalır. Her rol rahatlatır, mutlu eder insanı. Her seferinde başka bir tarafınızı fark eder, kendinizi biraz daha tanırsınız. Ve inanın bu vazgeçilmez bir şeydir” diye konuşuyor.  

BİR ELMANIN YARISI BENİM, YARISI SEYİRCİLERİM
“Ne yaparsam yapayım bunu birisiyle paylaşmazsam çok güzel, çok tam olmuyor. Ben elmanın yarısıyım. Diğer yarısını tamamlamak gerekiyor. Paylaşmak mecburiyetindeyim. Seyircisiz tiyatro olmaz. Ben önce kendi beğendiğim ve sevdiğim; sonra da seyircinin seveceğini düşündüğüm/sandığım oyunları seçiyorum. Dikkat ettiğim en önemli şey insan. İnsan mı var yoksa kukla mı? Duygusuyla, düşüncesiyle, tavrıyla, bedeniyle herkese benzeyen bir insan var mı sahnede? Önemli olan o. Herkesin, seyrettiğinde kendini bulacağı insandan söz ediyorum.”

Son Güncelleme: Perşembe, 19 Nisan 2012 14:34

Gösterim: 2569


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.