Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Milli Eğitim Bakanlığı, öğrencilerin SBS ve LYS için rapor almalarının engellenmesi konusunda il müdürlüklerini uyardı.

lisede rapor kriziRapor baskısı yapan öğrenciler, doktorlar ve okul müdürleri karşı karşıya kaldı. Uzmanlara göre okulun sınava hazırlaması sağlanmalı. Bu gerçekleşinceye kadar öğrenciler 'idari izin'li sayılmalı

Milli Eğitim Bakanlığı'nın illere gönderdiği yazı tartışmalara neden oldu. Bakanlık, Seviye Belirleme Sınavı (SBS) ve Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS)'na girecek öğrencilerin, sağlık raporlarıyla okuldan ayrı kalmamaları konusunda il milli eğitim müdürlüklerini uyardı.

Bakanlık  Ortaöğretim Kurumları Sınıf Geçme ve Sınav Yönetmeliği'ne göre öğrencilerin okula devam etmelerinin zorunlu olduğunu hatırlattı.

Bakanlığın uyarısını değerlendiren uzmanlar sınav öncesi öğrencilere toleranslı davranılması gerektiğini ifade etti.

Sınava okulda hazırlanmaları için gerekli düzenlemelerin yapılması gerektiğini belirten uzmanlar, gerekli şartların sağlanmasına kadar öğrencilere sınav öncesi idari izin verilmesinin daha uygun olduğunu söyledi.

USULE AYKIRI İŞLEM ÖĞRETİLİYOR

Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan: Üniversite sınavı öncesi öğrenciler aldıkları raporlarla sağlık sistemini aracı olarak kullanıyor.

Ders çalışmak isteyen öğrenci okulda yapacağı bir şey yoksa raporla özel ders alıyor ya da dershanelerin etütlerine katılıyor. Bu şekilde açığını kapatmaya çalışıyor.

Öğrenciler raporu bir sağlık durumunda istirahat amaçlı değil de idari bir unsuru kapatmak amacıyla alınan bir rapor olarak öğrencilerin algısını olumsuz etkiliyor.

Öğrencinin sıkıştığı durumda rapor alarak sorumluluktan kaçıyor gibi bir algı oluşması bu gençlerin geleceğini de olumsuz etkiler. Çünkü öğrenci bu tutumuna devam ederse, bu yanlış algıyı beynine oturtursa yarın meslek hayatında da sıkıştığı zaman rapor alarak sorumluluktan kaçacaktır.

Bu konuda eğitim sisteminde idari izin sisteminin de oluşturulması lazım. Okullardaki eğitim sistemi öğrenciyi tatmin etmiyorsa, rapor alarak sınava evinde ya da dershanede hazırlanma ihtiyacı duyuyorsa bu durumun sorgulanması gerekiyor.

Raporlarla öğrenciye usule aykırı işler yapmayı öğretiyorsunuz. Usulsüzlükle birlikte çocuklara daha lise yıllarından itibaren sahtecilik yapmalarına göz yumuyorsunuz. Bu durumu değiştirmek için başka yöntemler uygulamak daha yararlı olacaktır.

DOKTORLAR KANDIRILMIŞ OLUYOR

Psikiyatrist Prof. Dr. Arif Verimli: Rapor müessesesi bir sağlık müessesesidir. Sağlık sorunu varsa evet. Rapor alınmaz, verilir. Kavram olarak da yanlış. Doktorlarda kandırılmış oluyor. Dolayısıyla bu müessese çok sağlıklı çalışmadı, işlemedi. O halde bunun yerine başka türlü yasal tedbirler alınabilir. Mesela, sınav öncesi lise son sınıflarda okullar bir ay erken kapatılabilir.

BAKANLIĞIN SÖYLEDİĞİ YABANA ATILMAZ

Eğitim Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Özer: Çocuklar okulda alamadığına inandığı bazı bilgileri farklı şekilde alma yoluna gidiyor. Çocuklar 6-7 saat liselerde yoğun bir okul trafiği yaşıyor. Bu saatlik sürede öğrenci bazı derslerin kendisine yararlı olmayacağını düşünüyor. Bütün dersler şüphesiz çocuklar için önemlidir ancak bazı dersler sınav döneminde daha ağırlık kazanıyor.

Sınavda çıkacak sorular açısından öğrenci de bu derslere ağırlık vermek istiyor. Bunu telafi etmek için de farklı yöntemlere başvuruluyor. Raporlar devreye giriyor. Milli Eğitim Bakanlığı da haklı olarak çocukların bu türlü yöntemlere başvurmaması için bir esneklik getirdi.

Bakanlık dedi ki, "Artık bu raporları almayın biz sizin devamsızlık sürelerinizi uzatalım. İkinci yarıda veli iznine tabi olarak devamsızlık sürenizi 45 güne çıkartalım. Hem hastanelerini gereksiz yere meşgul etmeyelim hem de yalancı durumuna düşmüş olmayın." Bakanlık böylelikle eğitim sistemini bir garabetten kurtardı. Ama geldiğimiz noktada Bakanlığın bir tasarrufu oldu. Bakanlık 'öğrencileri okulda tutacağız' diyor. Öğrenci de okulda alacağım bilgi, sınav için bana yeterli olmuyor. Bu nedenle okulda durmamın bir anlamı yok diyor.

Bu şekilde Bakanlıkla öğrencilerin istekleri çatışıyor. Bakanlığın söylediği yabana atılmaz, fakat sınavda sorulacak sorular açısından baktığımızda öğrencilerin kısa sürede ne kadar soru yapabileceği de önemli. Çünkü bir sorunun doğru cevaplanması demek öğrencinin yüzlerce öğrencinin önüne geçmesi demek. 

ÖĞRENCİLERE TOLERASLI DAVRANILSIN

Türkiye Gönüllü Eğitimciler Derneği Başkanı Yrd. Doç. Dr. İbrahim Erdoğan: Biz dernek olarak çocukların bu kadar sıkıştırılmasını istemiyoruz. Çocuklarda bir atmosfer değişikliği var. Gelecekleri için bu sınava hazırlanıp en güzel şekilde sınavlarını vermeleri gerekiyor. Bu nedenle de sınav öncesi çocuklara imkan verilmesi taraftarıyız. Çünkü çocukların artık son bir hamleleri, son bir kulaçları kalmış. Yani toleranslı davranmakta fayda var.

VELİLER 'ŞİKAYET EDERİZ' DİYOR

Ankara Tabip Odası Başkanı Özden Şener: Ankara Tabip Odası olarak sağlık çalışanlarından konuyla ilgili çok sayıda şikayet alıyoruz. Veliler çocuklarının üniversite sınavının yaklaştığı dönemlerde rapor almak için doktorlara başvuruyor.

Eğer doktor rapor verme taraftarı değilse bazı veliler doktorları yetkililere şikayet etmekle tehdit ediyor. Bu sorunun önüne geçilmesi için de Milli Eğitim Bakanlığı sınav dönemlerinde okul müdürlerine yetki vererek öğrencilerin idari izinli sayılmasını sağlayabilir.

Eğer bu durum mümkün olmuyorsa bu konuda başka çözümler üretilmelidir. Çünkü sağlık çalışanları üzerinde velilerin ciddi bir baskısı söz konusu oluyor.

OKULDA DERS İŞLENMİYOR

Akyurt Anadolu Lisesi Okul Aile Birliği Başkanı Fatih Oymak: Çocuklar, sınav yaklaştıkça okuldan kopuyor.  Son deneme sınavlarına girdikleri içinde bu sınavlara ağırlık veriyor ve okula gitmiyorlar. Okullarda sınıflar boşaldığı için de ders işlenmiyor.

Öğrencilerin bir kısmı rapor alıyor ve derse gelmiyor. Bu süreç öğrencide motivasyon bırakmıyor. Mantıklı olan okulların öğrencilere daha anlayışlı yaklaşım sergilemeleri. Çocuk dershaneye gitmek istiyor, okul izin vermiyor veya rapor alamıyor. Bu sefer de çocukların psikolojileri bozuluyor.

OKULDAN İSTİFADE EDİLMELİ

FEM Dershaneleri Rehberlik Koordinatörü Faruk Ardıç: Eğer rapor alan öğrenci zamanını gerçekten sınav için değerlendiriyorsa bunu makul kabul edebiliriz. Ancak olumlu değerlendirmeyen öğrenciler için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bu öğrenci için dezavantaj olur. Zamanını heba eder.

Özellikle dershaneye devam eden öğrenciler vaktini boşa harcamadığını bizzat dershanede görüyoruz. Ancak buna rağmen öğrenciler birinci kaynak olan okullardan istifade etmesini öneririz.

Kalan zamanda da destek eğitimi olarak dershanelerden faydalanma yoluna gitmeli. Yani 'okulu bıraksın dershaneye gelsin' görüşüne karşıyız.     

YARISI BOŞA RAPOR ALIYOR

Uğur Dershaneleri Rehberlik Koordinatörü Turgay Polat: Öğrencilerin rapor olması Türkiye'de alışılmış bir ritüel haline geldi. Okulda işlenen ders üniversite sınavında çıkıyorsa ki çıkıyor o zaman öğrencinin okula gitmemesi diye bir şey olamaz.

Eğer okul çocukları üniversiteye hazırlıyorsa öğrencilerin okula devam etmesi, okulda olması lazım. Aksi halde burada okul işini yapmıyor düşüncesi hakim olur. Yani öğrenciye izin veren okul kendi kendini reddetmiş oluyor.

Öğrenciye; 'ben bu işi yapamıyorum yapabilen birinden destek al' demek gibi bir şey. Bu da doğru olmaz. Okulun direnmesi öğrencisini vermemesi lazım.

Kaldı ki rapor alan öğrencilerin neredeyse yarısı gerçekten üniversite sınavına hazırlanmıyor. Sen ihtiyacı olmayan bir öğrenciye gezmesi tozması için izin vermiş oluyorsun. 

(bugün)

> Lise sonda rapor krizi gittikçe büyüyor

Milli Eğitim Bakanlığı, öğrencilerin SBS ve LYS için rapor almalarının engellenmesi konusunda il müdürlüklerini uyardı.

lisede rapor kriziRapor baskısı yapan öğrenciler, doktorlar ve okul müdürleri karşı karşıya kaldı. Uzmanlara göre okulun sınava hazırlaması sağlanmalı. Bu gerçekleşinceye kadar öğrenciler 'idari izin'li sayılmalı

Milli Eğitim Bakanlığı'nın illere gönderdiği yazı tartışmalara neden oldu. Bakanlık, Seviye Belirleme Sınavı (SBS) ve Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS)'na girecek öğrencilerin, sağlık raporlarıyla okuldan ayrı kalmamaları konusunda il milli eğitim müdürlüklerini uyardı.

Bakanlık  Ortaöğretim Kurumları Sınıf Geçme ve Sınav Yönetmeliği'ne göre öğrencilerin okula devam etmelerinin zorunlu olduğunu hatırlattı.

Bakanlığın uyarısını değerlendiren uzmanlar sınav öncesi öğrencilere toleranslı davranılması gerektiğini ifade etti.

Sınava okulda hazırlanmaları için gerekli düzenlemelerin yapılması gerektiğini belirten uzmanlar, gerekli şartların sağlanmasına kadar öğrencilere sınav öncesi idari izin verilmesinin daha uygun olduğunu söyledi.

USULE AYKIRI İŞLEM ÖĞRETİLİYOR

Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan: Üniversite sınavı öncesi öğrenciler aldıkları raporlarla sağlık sistemini aracı olarak kullanıyor.

Ders çalışmak isteyen öğrenci okulda yapacağı bir şey yoksa raporla özel ders alıyor ya da dershanelerin etütlerine katılıyor. Bu şekilde açığını kapatmaya çalışıyor.

Öğrenciler raporu bir sağlık durumunda istirahat amaçlı değil de idari bir unsuru kapatmak amacıyla alınan bir rapor olarak öğrencilerin algısını olumsuz etkiliyor.

Öğrencinin sıkıştığı durumda rapor alarak sorumluluktan kaçıyor gibi bir algı oluşması bu gençlerin geleceğini de olumsuz etkiler. Çünkü öğrenci bu tutumuna devam ederse, bu yanlış algıyı beynine oturtursa yarın meslek hayatında da sıkıştığı zaman rapor alarak sorumluluktan kaçacaktır.

Bu konuda eğitim sisteminde idari izin sisteminin de oluşturulması lazım. Okullardaki eğitim sistemi öğrenciyi tatmin etmiyorsa, rapor alarak sınava evinde ya da dershanede hazırlanma ihtiyacı duyuyorsa bu durumun sorgulanması gerekiyor.

Raporlarla öğrenciye usule aykırı işler yapmayı öğretiyorsunuz. Usulsüzlükle birlikte çocuklara daha lise yıllarından itibaren sahtecilik yapmalarına göz yumuyorsunuz. Bu durumu değiştirmek için başka yöntemler uygulamak daha yararlı olacaktır.

DOKTORLAR KANDIRILMIŞ OLUYOR

Psikiyatrist Prof. Dr. Arif Verimli: Rapor müessesesi bir sağlık müessesesidir. Sağlık sorunu varsa evet. Rapor alınmaz, verilir. Kavram olarak da yanlış. Doktorlarda kandırılmış oluyor. Dolayısıyla bu müessese çok sağlıklı çalışmadı, işlemedi. O halde bunun yerine başka türlü yasal tedbirler alınabilir. Mesela, sınav öncesi lise son sınıflarda okullar bir ay erken kapatılabilir.

BAKANLIĞIN SÖYLEDİĞİ YABANA ATILMAZ

Eğitim Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Özer: Çocuklar okulda alamadığına inandığı bazı bilgileri farklı şekilde alma yoluna gidiyor. Çocuklar 6-7 saat liselerde yoğun bir okul trafiği yaşıyor. Bu saatlik sürede öğrenci bazı derslerin kendisine yararlı olmayacağını düşünüyor. Bütün dersler şüphesiz çocuklar için önemlidir ancak bazı dersler sınav döneminde daha ağırlık kazanıyor.

Sınavda çıkacak sorular açısından öğrenci de bu derslere ağırlık vermek istiyor. Bunu telafi etmek için de farklı yöntemlere başvuruluyor. Raporlar devreye giriyor. Milli Eğitim Bakanlığı da haklı olarak çocukların bu türlü yöntemlere başvurmaması için bir esneklik getirdi.

Bakanlık dedi ki, "Artık bu raporları almayın biz sizin devamsızlık sürelerinizi uzatalım. İkinci yarıda veli iznine tabi olarak devamsızlık sürenizi 45 güne çıkartalım. Hem hastanelerini gereksiz yere meşgul etmeyelim hem de yalancı durumuna düşmüş olmayın." Bakanlık böylelikle eğitim sistemini bir garabetten kurtardı. Ama geldiğimiz noktada Bakanlığın bir tasarrufu oldu. Bakanlık 'öğrencileri okulda tutacağız' diyor. Öğrenci de okulda alacağım bilgi, sınav için bana yeterli olmuyor. Bu nedenle okulda durmamın bir anlamı yok diyor.

Bu şekilde Bakanlıkla öğrencilerin istekleri çatışıyor. Bakanlığın söylediği yabana atılmaz, fakat sınavda sorulacak sorular açısından baktığımızda öğrencilerin kısa sürede ne kadar soru yapabileceği de önemli. Çünkü bir sorunun doğru cevaplanması demek öğrencinin yüzlerce öğrencinin önüne geçmesi demek. 

ÖĞRENCİLERE TOLERASLI DAVRANILSIN

Türkiye Gönüllü Eğitimciler Derneği Başkanı Yrd. Doç. Dr. İbrahim Erdoğan: Biz dernek olarak çocukların bu kadar sıkıştırılmasını istemiyoruz. Çocuklarda bir atmosfer değişikliği var. Gelecekleri için bu sınava hazırlanıp en güzel şekilde sınavlarını vermeleri gerekiyor. Bu nedenle de sınav öncesi çocuklara imkan verilmesi taraftarıyız. Çünkü çocukların artık son bir hamleleri, son bir kulaçları kalmış. Yani toleranslı davranmakta fayda var.

VELİLER 'ŞİKAYET EDERİZ' DİYOR

Ankara Tabip Odası Başkanı Özden Şener: Ankara Tabip Odası olarak sağlık çalışanlarından konuyla ilgili çok sayıda şikayet alıyoruz. Veliler çocuklarının üniversite sınavının yaklaştığı dönemlerde rapor almak için doktorlara başvuruyor.

Eğer doktor rapor verme taraftarı değilse bazı veliler doktorları yetkililere şikayet etmekle tehdit ediyor. Bu sorunun önüne geçilmesi için de Milli Eğitim Bakanlığı sınav dönemlerinde okul müdürlerine yetki vererek öğrencilerin idari izinli sayılmasını sağlayabilir.

Eğer bu durum mümkün olmuyorsa bu konuda başka çözümler üretilmelidir. Çünkü sağlık çalışanları üzerinde velilerin ciddi bir baskısı söz konusu oluyor.

OKULDA DERS İŞLENMİYOR

Akyurt Anadolu Lisesi Okul Aile Birliği Başkanı Fatih Oymak: Çocuklar, sınav yaklaştıkça okuldan kopuyor.  Son deneme sınavlarına girdikleri içinde bu sınavlara ağırlık veriyor ve okula gitmiyorlar. Okullarda sınıflar boşaldığı için de ders işlenmiyor.

Öğrencilerin bir kısmı rapor alıyor ve derse gelmiyor. Bu süreç öğrencide motivasyon bırakmıyor. Mantıklı olan okulların öğrencilere daha anlayışlı yaklaşım sergilemeleri. Çocuk dershaneye gitmek istiyor, okul izin vermiyor veya rapor alamıyor. Bu sefer de çocukların psikolojileri bozuluyor.

OKULDAN İSTİFADE EDİLMELİ

FEM Dershaneleri Rehberlik Koordinatörü Faruk Ardıç: Eğer rapor alan öğrenci zamanını gerçekten sınav için değerlendiriyorsa bunu makul kabul edebiliriz. Ancak olumlu değerlendirmeyen öğrenciler için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bu öğrenci için dezavantaj olur. Zamanını heba eder.

Özellikle dershaneye devam eden öğrenciler vaktini boşa harcamadığını bizzat dershanede görüyoruz. Ancak buna rağmen öğrenciler birinci kaynak olan okullardan istifade etmesini öneririz.

Kalan zamanda da destek eğitimi olarak dershanelerden faydalanma yoluna gitmeli. Yani 'okulu bıraksın dershaneye gelsin' görüşüne karşıyız.     

YARISI BOŞA RAPOR ALIYOR

Uğur Dershaneleri Rehberlik Koordinatörü Turgay Polat: Öğrencilerin rapor olması Türkiye'de alışılmış bir ritüel haline geldi. Okulda işlenen ders üniversite sınavında çıkıyorsa ki çıkıyor o zaman öğrencinin okula gitmemesi diye bir şey olamaz.

Eğer okul çocukları üniversiteye hazırlıyorsa öğrencilerin okula devam etmesi, okulda olması lazım. Aksi halde burada okul işini yapmıyor düşüncesi hakim olur. Yani öğrenciye izin veren okul kendi kendini reddetmiş oluyor.

Öğrenciye; 'ben bu işi yapamıyorum yapabilen birinden destek al' demek gibi bir şey. Bu da doğru olmaz. Okulun direnmesi öğrencisini vermemesi lazım.

Kaldı ki rapor alan öğrencilerin neredeyse yarısı gerçekten üniversite sınavına hazırlanmıyor. Sen ihtiyacı olmayan bir öğrenciye gezmesi tozması için izin vermiş oluyorsun. 

(bugün)

Son Güncelleme: Perşembe, 24 May 2012 11:59

Gösterim: 2425

Chicago’daki NATO zirvesine katılmak üzere ABD’de bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, temaslarının ikinci ayağı olan San Francisco’daki gezisi çerçevesinde Stanford Üniversitesi’nde konuştu.

abdullah gülCumhurbaşkanı Abdullah Gül, “İyi liderlik ‘hava güneşliyken, çatının onarılmasını’ gerektirmektedir” dedi.

Chicago’daki NATO zirvesine katılmak üzere ABD’de bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, temaslarının ikinci ayağı olan San Francisco’daki gezisi çerçevesinde Stanford Üniversitesi’nde konuştu.

Cumhurbaşkanı Gül, öğretim görevlilerini, öğrencileri ve misafirleri selamlayarak başladığı konuşmasında “Bugün burada, böyle seçkin konuklara konuşmak benim için çok büyük bir onur. Hepinizi en içten dileklerimle selamlar ve Dekanınız Sayın Saloner’e de nazik takdimi için çok teşekkür ederim” dedi.

STANFORD ÜNİVERSİTESİ BİRÇOK ALANDA KÜRESEL LİDERLİĞİN SEMBOLÜ OLMUŞTUR

Üniversitesi’nin birçok alanda başarılara imza attığını belirten Gül “ Burada, tarihi ve son derece güzel olan bu kampüste bulunmaktan şeref duyuyorum. Gerçekten de geçmiş 120 yıl boyunca Stanford’un adı her zaman yenilik ve kalite sıfatlarıyla birlikte anılmıştır. Bu üniversite birçok alanda küresel liderliğin bir sembolü olmuştur. Burada yürütülen öncü bilimsel araştırmalar, mikroçiplerden internete kadar birçok teknolojik buluşun gelişimine katkıda bulunmuştur. Sizler tabi benden daha iyi bilirsiniz ki bu buluşlar hayatlarımızı ciddi anlamda değiştirmişlerdir. Google, Yahoo, Cisco Systems ve Hewlett Packard gibi birçok öncü küresel teknoloji firmasının kuruluşunun burada, Stanford’da başlayan fikirler ve araştırmalar ile gerçekleştirildiğini bilmek eminim Stanford için çok büyük bir gurur kaynağıdır. Sonuç itibariyle bu üniversite “constructive destruction” beşiği ve “küreselleşmenin katalizörü” olmuştur. Amerika Birleşik Devletlerinin uzun süredir yenilikler, bilim ve teknolojide küresel bir lider olmasının ve olmaya da devam edeceğinin en büyük sebeplerinden biri muhtemelen budur. Stanford hiçbir zaman daha iyisine doğru olan arayışına ara vermemiştir. Kendisi değişiklikleri şekillendirdiği kadar aynı zamanda da değişen dünyaya adapte olmayı her zaman bilmiştir. Bu sebepledir ki, yapıcı dünya çapında değişikliklere öncülük eden ve değişiklikleri oluşturan liderleri besleyen bu kurumda konuşma yapmak çok büyük gurur kaynağıdır” dedi.

LİDERLİK BAZEN BAŞARISIZLIK SONUCUNDA DA ELDE EDİLEBİLİR

Liderlik deneyimlerini paylaşmak için konuşma yapmasının rica edildiğini belirten çocukluğundan örnekler veren Cumhurbaşkanı Gül “ Bugün kendi deneyimlerimi sizinle paylaşarak liderlik konusunda sizlere konuşma yapmam rica edildi benden. İşletme mezunları veya fakülte üyeleri olarak, sizlerin, lider olmanın gerektirdiği özelliklere aşina olduğunuzdan eminim. Fakat şunu söylemeliyim ki; biz şu anda her kimsek bunlar bizim hayatımız boyunca yaptığımız seçimlerin bir sonucudur; şu ana kadar yaşadığımız başarısızlıklar, elimize geçen fırsatlar, doğuştan edindiğimiz yetenekler ve hayat yolculuğumuzda geliştirdiğimiz beceriler. Fakat bazen kader bizim yapımız ne olursa olsun başka türlü işleyebilir. Örneğin, ben Julius Caesar’ın adıyla anılan bir şehirde doğdum. Kayseri’de, 29 Ekim’de. 29 Ekim Türkiye’de Cumhuriyet Bayramı olarak anılmaktadır ve biz bu günde Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluş yıldönümünü kutlarız. Yani bir bakıma Amerika için 4 Temmuz ne ise, bizim için 29 Ekim de odur. Kayseri girişimcileri ile ünlü bir şehirdir. Bu anlamda, Kayseri’nin Türk girişimciliğinin ana merkezi olduğu söylenebilir. Yani kendi memleketimde, ailelerin en zeki ve yetenekli çocuklarını kendi işletmelerinde çalışmak üzere eğitmesi çok köklü bir gelenektir. Bir çocuk ilkokulu bitirdiğinde ailelerin o çocuğu ortaokul ve liseye göndermeden önce çocuğun yeteneklerini test etmeleri, Kayseri’de çok eskiden beri yapılan bir uygulamadır. Genellikle de çocuğu bir arkadaşlarının işyeri veya dükkânına birkaç gün gönderip, çocuğun nasıl davrandığına bakarlar: yani o işyerinde aktif midir, zeki midir, utangaç mıdır, kendine güvensiz midir? Eğer çocuk kabiliyetli görünüyorsa, aile genellikle çocuğun hemen iş hayatına atılmasını sağlar. Çocuk pazarlamada başarılı değilse, onun eğitime devam etmesini sağlarlar. Bana da böyle bir test uygulandığını hatırlıyorum! O senelerde dedemin dükkânı çok kalabalıktı ve hatta sokakta bile insanlar vardı. Orada bana verilen görev buz dolu kovaların içinden şişe içinde soda satmamdı. Bir gün amcam benim satış kabiliyetimi incelemek üzere dedemin dükkânına geldi. Bir şişe soda aldı ve yüksek sesle bağırdı “Buz gibi soda! Buz gibi Soda! 32 dişine keman çaldırır! Bu bir deyişti. O dönemlerde bu tür bir deyiş etkili bir pazarlama stratejisiydi!” Güçlü sesiyle dükkânın etrafındaki insanların dikkatini amcam üzerine topladı ve o anda bir sürü soda sattı. Sonra beni de aynı bu şekilde satış yapmaya zorladı. Ama ben onun kadar yüksek sesle bağıramayacak kadar utangaçtım ve kovanın içinden sodaları satma konusunda başarısız oldum. Ve tabi ki bu da benim orada çalışmamın sonu oldu! Eğer o gün orada başarılı olmasaydım bugün muhtemelen Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olmamış olurdum! Eğer soda satmakta başarılı olsaydım, tabi şu anda daha zengin olurdum- tıpkı Kayserili işadamı olan hemşerilerim gibi. Yani, liderlik bazen başarısızlık sonucunda da elde edilebilir. Hatta hayatımızdaki başarısızlıklarımız önemlidir çünkü bu başarısızlıklar bizim zor ama tutarlı seçimler yapmamıza neden olurlar. Başarısızlıklarımızdan ders alırız ve çabalarımızın karşılığını almak için daha çok çalışırız. Kendi adıma, daha iyi bir yaşantıya sahip olmak için eğitimin önemli bir etken olduğunu anladığımdan, o dönemden sonra okulda daha çok çalışmaya başladığımı söyleyebilirim” dedi. 

LİDERLİĞİN DOĞANIN BİR LÜTFU DEĞİL BESLENEN BİR OLGU OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM

Liderliğin hayta boyunca beslenen bir olgu olduğunu belirten Gül “İyi liderlerin doğuştan bazı özelliklere sahip olması gerekmektedir. Fakat çoğu zaman, liderliğin doğanın bir lütfu değil beslenen bir olgu olduğunu düşünüyorum. Etkili liderler öğrenmeyi, değişmeyi ve ufuklarını genişletmeyi sevmeliler. Eğer bir şey öğrenmiyorsanız, olgunlaşmıyorsanız, değişmiyor, büyümüyorsanız o zaman insanların size inanmasını ve sizi takip etmesini bekleyemezsiniz. Hayatımda, her zaman öğrenmek, değişmek ve yenilikler için bir yer olduğunu düşündüm. Suudi İslam dünyasının potansiyeli ve sosyo-ekonomik problemlerine aşina olduğum Arabistan, Cidde’de sekiz yıl süresince İslam Kalkınma Bankasında çalıştığım zaman zarfında şahsen çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. Bu deneyim benim siyasi kariyerim ve vizyonum üzerinde çok büyük etkiye sahiptir. Sonrasında, beklenmedik bir şekilde ve bir ölçüde de tereddüt ederek, memleketim olan Kayseri’de 1991 yılında milletvekilliği için aday olmam konusunda ikna edildiğimde kendimi siyasetin içerisinde buldum. Milletvekili olarak, neredeyse on yıla yakın bir süre Avrupa Konseyi parlamenterler meclisinde hizmet verdim. Bu deneyim sayesinde, demokrasi, insan hakları ve hukuk kaideleri olarak evrensel normlar olarak kabul edilen demokratik siyaset ve Avrupa değerlerinin temel prensiplerini öğrendim ve özümsedim. Yine bu deneyimim de, bu günkü siyasi zihniyetim ve vizyonum üzerinde büyük bir etken olmuştur. Eminim hepiniz “dünyayı değiştirmek istiyorsan kendinden başla” deyişini duymuşsunuzdur. Eşi görülmemiş değişim hızı günümüzün karar vericileri için bir unsurun olmazsa olmaz bir öncelik olduğunu ortaya koymaktadır: Bu unsur da bu dinamik küresel sisteme ayak uydurabilme kabiliyetidir. Günümüzde, siyasi liderler olarak, küresel alt kollara sahip sonsuz karmaşık zorluklarla karşı karşıyayız. Küresel düzenin günümüzdeki değişken dinamikleri karşısında liderlerin rolü de eşit derecede ve özel önem kazanmıştır. Gerçekten de, bizim bu meçhul sularda yol almamız yalnızca güçlü ve öngörülü liderlik sayesinde gerçekleştirilebilir. Diğer bir deyişle bu dönem de, liderlere ihtiyaç duyulan bir dönemdir. Gerçekleşen dönüşümleri anlayabilecek ve hıza değişen ortama adapte olabilecek liderlere ihtiyaç duyulmaktadır. Liderler aynı zamanda tahayyül ve ilhamla dolu hedeflere sahip olmalı ve bu hedefe ulaşmak için yönlerini çizmeli ve yola çıkmalıdırlar. Bunun için de o kişilerin hayal gücüne ve geniş bir vizyona sahip olması gerekmektedir. Ne de olsa liderlik vizyon sahibi olmakla ilgilidir. Bir lider vizyon oluşturmalı; görüşlerini ifade etmeli ve başarıya ulaşana ve onu elde edene kadar vizyonunu takip etmelidir. Daha da önemlisi bir lider kendi vizyonuna başkalarını da ortak edebilmeli, kendi vizyonunu başkalarının desteklemesini sağlamalıdır. Öte yandan, bir lider her zaman en kolay ve en çok kullanılmış olan yolu seçmemelidir. Lider, yeni bir yöne gitmeye hazır olmalı ve arından yürünecek yeni bir yol oluşturabilmelidir.

George Bernard Shaw her zamanki yalın tarzıyla iyi bir liderin nasıl olması gerektiğini şu şekilde açıklamaktadır: "Sizler bir şeyler görüyor ve “Neden” diye soruyorsunuz, bense hayaller kuruyor ve “Neden olmasın?” diyorum” Daha çok hayali ve daha az kâbusu olan liderlere sahip bir dünyanın daha iyi durumda olacağı kesindir. Kabul edilmelidir ki, kâbuslar içerisinde olan bu ülke, diğer etkenlerin yanı sıra, bir bakıma Martin Luther King’in hayalleri sayesinde günümüzdeki Amerika haline gelmiştir” dedi. 

İYİ LİDERLİK ‘HAVA GÜNEŞLİYKEN, ÇATININ ONARILMASINI’ GEREKTİRMEKTEDİR

Liderliğin beklentilere cevap vermek olduğunu belirten Gül “Bir lider, kendisini takip eden insanlarıyla tam olarak uyum içerisinde olmalı ve bu insanların beklentilerine cevap verebilmelidir. Şu bir gerçektir ki şu anda insanlık tarihinde ilk defa ulusların yarısından çoğu demokratik hükümetler tarafından yönetilmektedir. Dolayısıyla, günümüzde evrensel olarak kabul edilen bir nosyon da şudur ki; siyasi liderliğin geçerli olmasının tek koşulu insanlar tarafından liderin seçilmesidir. Ve artık her gün her yerde insanların karar verme aşamasında gittikçe artarak işin içine girmeye çalıştığını görüyoruz. Bunu Mısır’da Tahrir meydanında ve New York’ta Wall Street gösterilerinde de gördük. Bu dönem, toplumdaki insanların güçlendiği bir dönemdir. Tabi ki bu gelişme demokrasi için iyi bir şeydir ve hatta doğal seyir öngörüldüğünde bu gelişme önlenemez bir gelişmedir. Fakat burada bir paradoksla karşı karşıyayız. Gittikçe artan toplum baskısı altında, bazen liderler ortak fayda sağlayacak olan, her zaman popüler olmayabilen, cesur kararlar vermek konusunda tereddütlü davranabilirler. Bu problem, özellikle ekonomik sorunlar ve köklü siyasi çatışmalar ortamında geçerlidir. Avrupa’daki şu anda yaşanan durumlar, ileri görüşe sahip olmayan liderliğin nasıl milyonların hayatını etkileyebileceğini gösteren çarpıcı bir örnektir. Öncelikle, Avrupa’daki liderler ufukta görünen ekonomik sorunları görmeyi başaramadılar ve bu sorunları ele almak konusunda da cesur adımlar atamadılar. İyi liderlik “hava güneşliyken, çatının onarılmasını” gerektirmektedir. Haliyle, Avrupa liderlerinin gerekli kararları verme konusundaki kısıtlamaları şu anda karşılaştıkları finansal felaketleri meydana getirmiştir diyebiliriz. Ve şimdi, ciddi bir krizle karşı karşıya kaldıklarında Avrupa içerisinde daha içe dönük olmak ve radikal siyasi gruplara boyun eğmek gibi gittikçe artan eğilimler görülmektedir. Hakikaten de son aylarda birbiri ardına aşırı sağcı partilerin seçildiğini ve güç kazandığını görüyoruz. Ve daha da kötüsü, bunların ideolojileri ve görüşleri gittikçe artan bir şekilde popülerlik kazanmaktadır. Bu kesinlikle iyi bir liderlik örneği değildir, ancak ucuz siyasetin en kötü örneklerinden biri olabilir. Trajik bir şekilde başarısız liderlik örneğini gördüğümüz diğer bir bölge ise Orta Doğudur; burada liderler çok uzun zamandır kendi insanları ile irtibatlarını yitirmiş haldelerdi. Gerçekten de Tunus, Libya, Mısır, Yemen, ve Suriye gibi ülkelerin liderleri, burada bu üniversitede geliştirilen ve Silikon vadisinde ortaya konulan yeniliklerin yönlendirdiği büyüyen küresel güçleri hiçbir şekilde görememişlerdir. Sosyal medya ve iletişim alanındaki yenilikler, dünyanın her yerinde nelerin olduğunu herkesin görmesini ve kendi ülkeleriyle kıyaslama yapmasını sağlamaktadır. Hatta bu belki de Stanford’un sağladığı en büyük katkılardan biridir: Özgürlüklerin, demokrasinin ve dünyadaki gelişmelerin dönüşümünü sağlamak. Sizin yenilikleriniz sayesinde, hiçbir rejim kendi insanlarını demir perdeler arkasında yönetme lüksüne sahip değildir. Bu diktatörler orduları ve istihbaratları güçlü olduğu müddetçe iktidarda kalmaya devam edeceklerini sandılar. Vatandaşlarının isyanları başladığında bile, herhalde diktatörlerin evrensel kılavuzunu takip ederek bu liderler insanları sadece güç kullanarak sindirmeye çalıştılar. Geçen yıl Ağustos ayında Suriye Devlet Başkanı Esad’a yazdığım mektupta, ona çok açık bir dille sokaklardaki insanların görmemezlikten gelinerek veya üzerlerinde baskı kurularak gitmeyeceklerini ifade ettim. Kendisine artık liderlik göstermesinin ve çok geç olmadan insanlarının meşru beklentilerine cevap verecek şekilde gerekli reformları üstlenerek “değişime liderlik” etmesini salık verdim. Ne yazık ki, şu anda neredeyse her gün Suriye’de birçok sayıda insan yaşamını yitirmektedir. Yani kısacası iyi bir lider gerçekleri görmeli ve değişimin dinamiklerine ayak uydurmalıdır” dedi.

LİDERLİĞİN DİĞER BİR ÖNEMLİ YÖNÜ DE RAHATSIZ EDİCİ DE OLSA DOĞRUYU SÖYLEMEKTİR

Liderliğin gerçekleri söylemeye yönlendirdiğini belirten Gül “ Liderliğin diğer bir önemli yönü de doğru zamanda ve doğru yerde, gerçekler ne kadar rahatsız edici de olsa doğruyu söylemektir. 2000 yılında partimin başkanlığı için adaylığımı koyduğumda parti üyelerimize, bizim yürüttüğüz siyasetin tarihi geçmiş ve alakasız olduğunu söylemek zorunda kaldım. O esnada bu gerçeği söylemek aşırı derecede riskliydi ve kurucu liderimiz o zamanlar açıkça benim rakibimin tarafını tutmaktaydı ve liderin seçimlerini sorgulamamak o zamanlar bir parti geleneğiydi. Az bir farklı parti konvansiyonunda kazanamamış olsam da iletmek istediğim mesajımı, önce parti kurucularına ve delegelere ve sonrasında da Türkiye’de daha büyük bir topluluğa iletebilmiştim. Hatta bu reform ve yenilikçi strateji ve anlatım, 2001 yılında Adalet ve Kalkınma Partisinin (ya da AK Partinin) oluşumunun temelini atmıştır. Uluslar arası seviyede, İslam dünyasından olan meslektaşlarıma benzer doğruları cesurca söylemeye çalıştım. Çok önceden, 2003 yılında kendim, Tahran’daki İslam işbirliği teşkilatının liderlerine önemli bir seslenişte bulundum. Evrensel demokratik değerler ile uyumlu olabilmeleri için gerekli reformları üstlenmeleri gerektiğini onlara vurguladım. Ayrıca bunu başaramadıkları durumda, karşılaşacakları vahim sonuçlar konusunda da onları uyardım. Kısacası bana göre, Arap baharı hiç de sürpriz olmadı! Bu aslında tarihin tekerrür etmesi ve tüm insanların esas beklentilerinin mantıklı bir ifadesinden ibaretti. İyi bir lider hem sabırlı hem açıkgözlü olmalıdır. Fakat bazen bir lider de risk almalıdır. Benim risk alma ile ilgili, tabi uluslar arası ilişkilerde, kendimi test ettiğim bir örnek ise, Ermenistan Başbakanının daveti üzerine, Ermenistan’ın başkenti Erivan’ı ziyaret edişim oldu. Görünüşte davet Başbakan ile bir futbol müsabakasını izlemeyi içermekteydi. Fakat neredeyse son yirmi yıldır diplomatik ilişkileri olmayan, ortak tarihleri konusunda birbirleri ile ihtilaf yaşayan, komşu iki ulusun liderleri için bu davetin anlamı daha büyüktü. İç politika için bu riskli bir hareketti ve dış politika için de çok riskli sonuçlar doğurabilirdi. Erivan’a gittim ve bu bir Türk Cumhurbaşkanının ilk Ermenistan ziyaretiydi. Bu iyi niyet göstermemden ötürü beklediğim karşılık ise iki ulusun arasındaki ilişkileri biraz olsun düzeltmekti. Hala da bu umudum var. Bizim aramızdaki ziyaretlerimiz Türk ve Ermeni ilişkilerinin normalleşmesi için bir umut sembolü olmaya devam edecektir. Riskli olsa da Erivan’ı ziyaret etmem doğru bir hareketti. Bu da aklıma meşhur örgüt yönetim uzmanı Peter Drucker’ın sözünü getirdi: “Yönetmek işleri doğru yapmaktır; liderlik ise doğru olanı yapmaktır.” Eğer gerekirse, iyi bir lider hem zorlu kararlar vermeli hem de zahmetli imtiyazlar sunabilmelidir. İyi hatırlarsınız ki, İkinci Dünya Savaşının başlangıcında Winston Churchill İngiliz vatandaşlarına, ülkelerinin varlığını tehdit eden bu durum karşısında “kan, sıkıntı, gözyaşı ve terden başka bir şey vaat etmediğini” söylemişti. Bu arada, iyi bir lider hiçbir zaman, koşullar ne olursa olsun, durum ne kadar umutsuz olursa olsun “umut dağıtan” olmaktan kaçınmamalıdır. Heyecan verici sözleri ve hiçbir şeyden kaçınmayan azmiyle, Churchill başarılı bir şekilde özgür bir dünyayı ve ülkelerini savunmak için vatandaşlarının desteğini aldı. Vatandaşlarına verdiği umut, onların hayatta kalmaları, kazanmaları ve şerefleri için hayati bir unsurdu. Türkiye’de 2002 yılında Başbakan olarak görevde bulunduğumda önümüzde çok büyük engeller vardı. O dönemde, bir gecede ulusal gelirimizin üçte birini kaybettiğimiz, 2001 yılında başlamış olan ekonomik krizin en doruk noktasındaydık. Irak’ta savaş çıkmak üzereydi ve biz de Kıbrıs görüşmeleri hususunda ve Türkiye’nin AB üyeliği olasılığı konusunda bir dört yol ağzına gelmiştik. Tüm bu sorunlar, bizim çok zor kararlar almamız ve kayda değer ödünler vermemizi gerektirmiştir. Bir liderin vizyonunu hayata geçirmesi gerektiğini bildiğimden, hukuki, ekonomik ve siyasi alanlarda tüm siyasi önemleri kapsayan bir uzun vadeli kapsamlı plan oluşturdum. Bu plan kapsamında, kısa vadeli popülist talepleri yerine getirmeye çalışmak gibi bir tuzağa düşmedim. Onun yerine ulusun uzun vadeli çıkarlarına odaklandım. Bu anlayışla, AK Parti hükümeti sıkı sıkıya planımızı uygulamaya koydu. Ve çok şükür ki, tüm o zor seçimlerimizin karşılığını aldık. Bu önlemler sayesinde, örneğin, Avrupa’yı saran ekonomik krize rağmen, Türkiye, Çin’den sonra dünyadaki ikinci en hızlı büyüyen ekonomisi olarak öne çıkmaktadır. Ve eğer Türk demokrasisi, Orta Doğudaki insanlar için ilham kaynağı işlevini görüyorsa yine bunun sebebi 2002 yılından itibaren Hükümet tarafından yürütülen reformlardır. O dönemde bu sancılı önlemleri alırken, tüm cephelerde, “daha iyi demokrasi”, “daha iyi işleyen bir Pazar ekonomisi” ve “etkin ve iddialı bir dış politika” elde edeceğimize dair ulusumuza umut vermeye devam ediyorduk. Bu reformların sonucunda, Türkiye artık daha çoğulcu, eskisinden daha kapsayıcı ve toleranslıdır. Bununla beraber, kişisel özgürlükler alanında hala gelişmeye yer olduğunun farkındaydık. Bu itibarla, demokrasiyi geliştirme görevimizin tamamlandığı gibi bir aldanış içerisinde değiliz. Bir lider ülkesinin veya kurumunun eksiklikleri ile ilgili gerçekçi ve hakkaniyetli değerlendirmeler yapmalıdır. Türkiye’nin cumhurbaşkanı olarak, özgürlükleri yaygınlaştırmak ve demokrasimizin sivil desteklerini güçlendirmek adına hala önümüzde çok uzun bir yol olduğunun farkındayım. Fakat Türkiye’nin spektrumunda, demokratik standartlarımızı daha çok geliştirmek için yaygın bir fikir birliği bulunmaktadır. Bu doğrultuda, tüm politik partiler, Sivil Toplum Örgütleri, Meslek Kuruluşları, Üniversiteler, Beyin takımları, entelektüeller ve hatta sıradan yurttaşların aktif katılımları ile birlikte yeni bir anayasa taslağı çıkarma konusunda çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Anayasa yazımı ile ilgili bu kapsamlı yaklaşım, bana göre olgunlaşan demokrasilerin belkemiğini oluşturan uzlaşma kültürünün, gelişimi için de önemlidir. Türkiye’nin bu büyük politik dönüşümüne paralel olarak, sıkı finansal disiplinlerle, tüm toplumu kapsayan ekonomik reformlar gerçekleştirdik. Bu reformlar çok sertti ve o dönemde hiç de popüler değillerdi. Bu yapısal reformlar sayesinde, Türkiye ekonomisinin esnekliği, büyük dış şoklara karşı arttırılmıştır. Sonuç olarak, Türkiye dünyadaki 16ıncı en büyük ekonomi olmuştur ve Gayri safi yurt içi hâsılamız 1 trilyon Amerikan dolarından fazladır. Türkiye’nin gelişme politikası aynı zamanda niteleyici bir unsura da sahiptir. Hepimizin bildiği üzere, bilim, teknoloji ve yenilikler, daha iyi bir geleceği hayal eden uluslar için hayati unsurlardır. Bu görüşle, Türkiye bilgiye dayalı bir ekonomi olma yolunda son yıllarda büyük adımlar atmıştır. Araştırma ve gelişme harcamaları son 10 yıla kıyasla üç katı artmıştır. AR-GE’deki bu harcama artışı, OECD ve EU27 ortalama değerlerini neredeyse dörde katlamıştır. Aynı dönemde, Türk uluslararası patent başvurularının sayısı yüzde üç yüz oranından daha fazla artış göstermiştir. Dahası, internet kullanıcılarının oranı bölgeye göre en yüksek oranlardan birine sahiptir ve dünyadaki en hızlı büyüyen kullanıcı sayısına da sahibiz. Örneğin Türkiye, küresel olarak dördüncü en yüksek sayıdaki Facebook kullanıcısı sayısına da sahiptir. Sonuncu ama son derece önemli olarak şunu söylemeliyim ki Türkiye’de 173 adet üniversite bulunmaktadır. Bunların seksen dokuzu 2006 yılı ve sonrasında kurulmuştur. Kısacası, bu istatistikler Türkiye’nin gelecekteki liderlerini yetiştirmek için eğitim, bilim ve teknoloji alanında yüklü yatırımlar yaptığımızın göstergesidir. Bizler çok derin ve kapsamlı bir dönüşüm geçirmekteyiz” dedi. 

ŞEFFAFLIK VE HESAP VEREBİLİRLİK POLİTİKA VE İŞ DÜNYASINDA GÜVENİLİR OLMANIN ESAS TEMİNATLARIDIR

Politika ve iş dünyasında şeffaflığın ve hesap verebilirliğin güven kazandırdığını belirten Gül “ Şeffaflık ve hesap verebilirlik politika ve iş dünyasında güvenilir olmanın esas teminatlarıdır. Hepiniz biliyorsunuz ki 2008’de, küresel finansal kriz, bazı finansal kuruluşların söz konusu bu kavramları uygulamadığından dolayı tetiklenmiştir. Liderler bu prensiplere uymazlarsa, eninde sonunda, kişisel veya kurumsal güvenilirliklerini kaybederler ve er ya da geç liderlik otoritelerini de yitirirler. Öte yandan, bir lider vatandaşlarıyla düzgün şekilde iletişim kurabilmelidir. Kendi adıma sosyal medyayı kullanmaya hevesli olduğumu söyleyebilirim. Ben hem Twitter hem de Facebook’u insanlara mesajlarımı iletmek ve onlarla doğrudan etkileşimde bulunmak için kullanıyorum. Hatta gün içerisinde, burada yaşadığım deneyimimi, şu anda 1.8 milyon takipçisi olan Twitter hesabımda da paylaşacağım. Liderliğin önemli bir diğer yönü daha vardır: bireysel liderlik değil kolektif liderlik, kurumsallaşmış liderlik de önemlidir. Liderlik aslında tek bir ülkeye ya da kişiye bağlı olmak zorunda değil. Eğer liderliği kurumsallaştırabilirsek, muhtemelen daha iyi bir küresel yönetime sahip olmamız mümkündür. Hatta uluslar arası sistemler içinde, günümüzde gelinen nokta oldukça problemlidir. Uluslar arasındaki yoksulluk ve gittikçe büyüyen gelir eşitsizliği, küresel finansal mimari yapımızın belirgin olan dayanıksızlığı ve kültürel kutuplaşma gibi yeni riskleri ele almak amacıyla küresel yönetim yapılarının yeniden düşünülmesi gerektiğine ilişkin gittikçe artan bir fikir birliği vardır. Zaten, her ne kadar kendi kendine yetse de ya da ne kadar güçlü olursa olsun, hiçbir ulus günümüzün dünyasındaki karmaşıkların üstesinden kendi başına gelecek kadar kabiliyetli değildir. Böyle bir ortamda, tek yönlü çözümlerin hem gittikçe daha da düşük oranda etkili olduğunu hem de oldukça tarihi geçmiş çözümler olduğunu görmekteyiz. Etkin küresel yönetim için, Birleşmiş Milletler ve G-20 gibi geliştirilmiş organizasyonlar aracılığı ile kurumsallaşmış kolektif liderlik gerekmektedir. Akla gelebilecek her yönden ulusların tüm toplumunu saran hızlı değişimlerin olduğu, günümüzün küreselleşen dünyasında, liderlik kolay bir görev değildir” dedi. 

TÜRKİYE KENDİ ULUSUNA VE DİĞER ULUSLARA MÜMKÜN OLAN EN OLUMLU LİDERLİĞİ ORTAYA KOYMAKTAN KAÇINMAYACAKTIR

Türkiye’nin kendi ve diğer uluslara karşı en olumlu liderliği sergilemekten kaçınmayacağını belirten Gül “ Türkiye kendi ulusuna ve diğer uluslara mümkün olan en olumlu liderliği ortaya koymaktan kaçınmayacaktır. Kendisini değiştirme konusundaki deneyiminin, geniş bir izleyici kitlesi tarafından takip edildiği dinamik bir ülkenin lideri olarak, ben de davranışlarımla örnek olmam gerektiğine ilişkin mesuliyet hissediyorum. Bu nedenle, hem kendi yurdumda hem de yurt dışında, daha çoğulcu ve kapsayıcı demokrasiye, daha istikrarlı bir gelişmeye, daha kolektif bir güvenliğe ve daha çok kültürlerarası ve dinler arası toleransa sahip olmak için baskılarımı sürdürmeye devam edeceğim. Orta büyüklükteki bir Anadolu şehrinden gelen biri olarak, tüm hayatımın, memleketimdeki insanlar için daha iyi bir yaşam ve dünya sağlamaya çalışmakla ve çabalamakla geçtiğini söyleyebilirim. Sadece ayaklarımın üzerinde durmaya çalıştığım zorlu zamanlarım da oldu. Ama her zaman umutlarımın ve hayallerimin peşinden koştum ve hiç umutsuzluğa kapılmadım. Şu ana kadar konuşmamda içinde bulunduğumuz dönemin, değişim, yenilikler, bağlılık, işbirliği, halkın güçlenmesi ve liderlik dönemi olduğunun altını çizdim. Tüm hayatım boyunca bana kılavuzluk eden kavramlar ve prensipler de tamamen bunlardı. Her daim muhafazakâr ve geleneksel değerlerime bağlı kaldım. Yine de kültürel kimliğim ve bahsettiğim muhafazakâr değerlerim dünyanın her zaman değişmekte olan gerçeklerine kendimi adapte etmemi engellemedi. Söylevlerimde alçakgönüllü, toleranslı, mütevazi olmaya çalıştım ve yapıcı bir politik dili benimsedim. Çoğu profesyonel, politik ve diplomatik ilişkime sağgörülü, sabırlı, sebatlı ve pragmatik olarak yaklaştım. Ama prensiplerin pragmatik fırsatçılıkla çatıştığı ana konularda, neredeyse her zaman sezgilerim prensiplerden yana olmuştur ve sonuna kadar da prensiplerim için savaşırım. O bakımdan başkanlık için adaylığımı koyduğumda test edildim. Adaylığımı geri çekmem hususunda bana yapılan hakkaniyetsiz ve yapay baskılara rağmen hayalimin peşinden koştum ve prensiplerimden ödün vermedim. Kişisel deneyimden söz etmişken, size bugün verebileceğim basit ama kuvvetli tek nasihat şudur: Hiçbir zaman sorumluluk almaktan kaçınmayın ve liderlik yapma fırsatını yakaladığınızda liderliğinizi yapın. Sizler Standford’dan mezun olduğunuzda hali hazırda lider olarak başarılı olmak için gerekli olan araçlarla donatılmış olarak mezun olmuş olacaksınız. Sizden önce mezun olan Standford mezunları, dünyayı değiştirmek için çok şey yapmıştır. Fakat sizlerle ilgili, yoksulluk, küresel ısınma, enerji güvenliği ve biyolojik güvenlik gibi küresel sorunlara çözüm bulmanız açısından, çok daha fazla beklentimiz var. Olağanüstü liderlik özellikleriniz ve yenilikçi girişimcilik kültürünüz sayesinde, sözünü ettiğim bu küresel sorunlara çözüm bulmak açısından, çözümlere çok büyük farklılıklar katacağınızdan şüphem yok. Nazik davetiniz için tekrar teşekkür eder, her şeyin gönlünüzce olmasını dilerim” dedi.


> Gül, Stanford Üniversitesi’nde

Chicago’daki NATO zirvesine katılmak üzere ABD’de bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, temaslarının ikinci ayağı olan San Francisco’daki gezisi çerçevesinde Stanford Üniversitesi’nde konuştu.

abdullah gülCumhurbaşkanı Abdullah Gül, “İyi liderlik ‘hava güneşliyken, çatının onarılmasını’ gerektirmektedir” dedi.

Chicago’daki NATO zirvesine katılmak üzere ABD’de bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, temaslarının ikinci ayağı olan San Francisco’daki gezisi çerçevesinde Stanford Üniversitesi’nde konuştu.

Cumhurbaşkanı Gül, öğretim görevlilerini, öğrencileri ve misafirleri selamlayarak başladığı konuşmasında “Bugün burada, böyle seçkin konuklara konuşmak benim için çok büyük bir onur. Hepinizi en içten dileklerimle selamlar ve Dekanınız Sayın Saloner’e de nazik takdimi için çok teşekkür ederim” dedi.

STANFORD ÜNİVERSİTESİ BİRÇOK ALANDA KÜRESEL LİDERLİĞİN SEMBOLÜ OLMUŞTUR

Üniversitesi’nin birçok alanda başarılara imza attığını belirten Gül “ Burada, tarihi ve son derece güzel olan bu kampüste bulunmaktan şeref duyuyorum. Gerçekten de geçmiş 120 yıl boyunca Stanford’un adı her zaman yenilik ve kalite sıfatlarıyla birlikte anılmıştır. Bu üniversite birçok alanda küresel liderliğin bir sembolü olmuştur. Burada yürütülen öncü bilimsel araştırmalar, mikroçiplerden internete kadar birçok teknolojik buluşun gelişimine katkıda bulunmuştur. Sizler tabi benden daha iyi bilirsiniz ki bu buluşlar hayatlarımızı ciddi anlamda değiştirmişlerdir. Google, Yahoo, Cisco Systems ve Hewlett Packard gibi birçok öncü küresel teknoloji firmasının kuruluşunun burada, Stanford’da başlayan fikirler ve araştırmalar ile gerçekleştirildiğini bilmek eminim Stanford için çok büyük bir gurur kaynağıdır. Sonuç itibariyle bu üniversite “constructive destruction” beşiği ve “küreselleşmenin katalizörü” olmuştur. Amerika Birleşik Devletlerinin uzun süredir yenilikler, bilim ve teknolojide küresel bir lider olmasının ve olmaya da devam edeceğinin en büyük sebeplerinden biri muhtemelen budur. Stanford hiçbir zaman daha iyisine doğru olan arayışına ara vermemiştir. Kendisi değişiklikleri şekillendirdiği kadar aynı zamanda da değişen dünyaya adapte olmayı her zaman bilmiştir. Bu sebepledir ki, yapıcı dünya çapında değişikliklere öncülük eden ve değişiklikleri oluşturan liderleri besleyen bu kurumda konuşma yapmak çok büyük gurur kaynağıdır” dedi.

LİDERLİK BAZEN BAŞARISIZLIK SONUCUNDA DA ELDE EDİLEBİLİR

Liderlik deneyimlerini paylaşmak için konuşma yapmasının rica edildiğini belirten çocukluğundan örnekler veren Cumhurbaşkanı Gül “ Bugün kendi deneyimlerimi sizinle paylaşarak liderlik konusunda sizlere konuşma yapmam rica edildi benden. İşletme mezunları veya fakülte üyeleri olarak, sizlerin, lider olmanın gerektirdiği özelliklere aşina olduğunuzdan eminim. Fakat şunu söylemeliyim ki; biz şu anda her kimsek bunlar bizim hayatımız boyunca yaptığımız seçimlerin bir sonucudur; şu ana kadar yaşadığımız başarısızlıklar, elimize geçen fırsatlar, doğuştan edindiğimiz yetenekler ve hayat yolculuğumuzda geliştirdiğimiz beceriler. Fakat bazen kader bizim yapımız ne olursa olsun başka türlü işleyebilir. Örneğin, ben Julius Caesar’ın adıyla anılan bir şehirde doğdum. Kayseri’de, 29 Ekim’de. 29 Ekim Türkiye’de Cumhuriyet Bayramı olarak anılmaktadır ve biz bu günde Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluş yıldönümünü kutlarız. Yani bir bakıma Amerika için 4 Temmuz ne ise, bizim için 29 Ekim de odur. Kayseri girişimcileri ile ünlü bir şehirdir. Bu anlamda, Kayseri’nin Türk girişimciliğinin ana merkezi olduğu söylenebilir. Yani kendi memleketimde, ailelerin en zeki ve yetenekli çocuklarını kendi işletmelerinde çalışmak üzere eğitmesi çok köklü bir gelenektir. Bir çocuk ilkokulu bitirdiğinde ailelerin o çocuğu ortaokul ve liseye göndermeden önce çocuğun yeteneklerini test etmeleri, Kayseri’de çok eskiden beri yapılan bir uygulamadır. Genellikle de çocuğu bir arkadaşlarının işyeri veya dükkânına birkaç gün gönderip, çocuğun nasıl davrandığına bakarlar: yani o işyerinde aktif midir, zeki midir, utangaç mıdır, kendine güvensiz midir? Eğer çocuk kabiliyetli görünüyorsa, aile genellikle çocuğun hemen iş hayatına atılmasını sağlar. Çocuk pazarlamada başarılı değilse, onun eğitime devam etmesini sağlarlar. Bana da böyle bir test uygulandığını hatırlıyorum! O senelerde dedemin dükkânı çok kalabalıktı ve hatta sokakta bile insanlar vardı. Orada bana verilen görev buz dolu kovaların içinden şişe içinde soda satmamdı. Bir gün amcam benim satış kabiliyetimi incelemek üzere dedemin dükkânına geldi. Bir şişe soda aldı ve yüksek sesle bağırdı “Buz gibi soda! Buz gibi Soda! 32 dişine keman çaldırır! Bu bir deyişti. O dönemlerde bu tür bir deyiş etkili bir pazarlama stratejisiydi!” Güçlü sesiyle dükkânın etrafındaki insanların dikkatini amcam üzerine topladı ve o anda bir sürü soda sattı. Sonra beni de aynı bu şekilde satış yapmaya zorladı. Ama ben onun kadar yüksek sesle bağıramayacak kadar utangaçtım ve kovanın içinden sodaları satma konusunda başarısız oldum. Ve tabi ki bu da benim orada çalışmamın sonu oldu! Eğer o gün orada başarılı olmasaydım bugün muhtemelen Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olmamış olurdum! Eğer soda satmakta başarılı olsaydım, tabi şu anda daha zengin olurdum- tıpkı Kayserili işadamı olan hemşerilerim gibi. Yani, liderlik bazen başarısızlık sonucunda da elde edilebilir. Hatta hayatımızdaki başarısızlıklarımız önemlidir çünkü bu başarısızlıklar bizim zor ama tutarlı seçimler yapmamıza neden olurlar. Başarısızlıklarımızdan ders alırız ve çabalarımızın karşılığını almak için daha çok çalışırız. Kendi adıma, daha iyi bir yaşantıya sahip olmak için eğitimin önemli bir etken olduğunu anladığımdan, o dönemden sonra okulda daha çok çalışmaya başladığımı söyleyebilirim” dedi. 

LİDERLİĞİN DOĞANIN BİR LÜTFU DEĞİL BESLENEN BİR OLGU OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM

Liderliğin hayta boyunca beslenen bir olgu olduğunu belirten Gül “İyi liderlerin doğuştan bazı özelliklere sahip olması gerekmektedir. Fakat çoğu zaman, liderliğin doğanın bir lütfu değil beslenen bir olgu olduğunu düşünüyorum. Etkili liderler öğrenmeyi, değişmeyi ve ufuklarını genişletmeyi sevmeliler. Eğer bir şey öğrenmiyorsanız, olgunlaşmıyorsanız, değişmiyor, büyümüyorsanız o zaman insanların size inanmasını ve sizi takip etmesini bekleyemezsiniz. Hayatımda, her zaman öğrenmek, değişmek ve yenilikler için bir yer olduğunu düşündüm. Suudi İslam dünyasının potansiyeli ve sosyo-ekonomik problemlerine aşina olduğum Arabistan, Cidde’de sekiz yıl süresince İslam Kalkınma Bankasında çalıştığım zaman zarfında şahsen çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. Bu deneyim benim siyasi kariyerim ve vizyonum üzerinde çok büyük etkiye sahiptir. Sonrasında, beklenmedik bir şekilde ve bir ölçüde de tereddüt ederek, memleketim olan Kayseri’de 1991 yılında milletvekilliği için aday olmam konusunda ikna edildiğimde kendimi siyasetin içerisinde buldum. Milletvekili olarak, neredeyse on yıla yakın bir süre Avrupa Konseyi parlamenterler meclisinde hizmet verdim. Bu deneyim sayesinde, demokrasi, insan hakları ve hukuk kaideleri olarak evrensel normlar olarak kabul edilen demokratik siyaset ve Avrupa değerlerinin temel prensiplerini öğrendim ve özümsedim. Yine bu deneyimim de, bu günkü siyasi zihniyetim ve vizyonum üzerinde büyük bir etken olmuştur. Eminim hepiniz “dünyayı değiştirmek istiyorsan kendinden başla” deyişini duymuşsunuzdur. Eşi görülmemiş değişim hızı günümüzün karar vericileri için bir unsurun olmazsa olmaz bir öncelik olduğunu ortaya koymaktadır: Bu unsur da bu dinamik küresel sisteme ayak uydurabilme kabiliyetidir. Günümüzde, siyasi liderler olarak, küresel alt kollara sahip sonsuz karmaşık zorluklarla karşı karşıyayız. Küresel düzenin günümüzdeki değişken dinamikleri karşısında liderlerin rolü de eşit derecede ve özel önem kazanmıştır. Gerçekten de, bizim bu meçhul sularda yol almamız yalnızca güçlü ve öngörülü liderlik sayesinde gerçekleştirilebilir. Diğer bir deyişle bu dönem de, liderlere ihtiyaç duyulan bir dönemdir. Gerçekleşen dönüşümleri anlayabilecek ve hıza değişen ortama adapte olabilecek liderlere ihtiyaç duyulmaktadır. Liderler aynı zamanda tahayyül ve ilhamla dolu hedeflere sahip olmalı ve bu hedefe ulaşmak için yönlerini çizmeli ve yola çıkmalıdırlar. Bunun için de o kişilerin hayal gücüne ve geniş bir vizyona sahip olması gerekmektedir. Ne de olsa liderlik vizyon sahibi olmakla ilgilidir. Bir lider vizyon oluşturmalı; görüşlerini ifade etmeli ve başarıya ulaşana ve onu elde edene kadar vizyonunu takip etmelidir. Daha da önemlisi bir lider kendi vizyonuna başkalarını da ortak edebilmeli, kendi vizyonunu başkalarının desteklemesini sağlamalıdır. Öte yandan, bir lider her zaman en kolay ve en çok kullanılmış olan yolu seçmemelidir. Lider, yeni bir yöne gitmeye hazır olmalı ve arından yürünecek yeni bir yol oluşturabilmelidir.

George Bernard Shaw her zamanki yalın tarzıyla iyi bir liderin nasıl olması gerektiğini şu şekilde açıklamaktadır: "Sizler bir şeyler görüyor ve “Neden” diye soruyorsunuz, bense hayaller kuruyor ve “Neden olmasın?” diyorum” Daha çok hayali ve daha az kâbusu olan liderlere sahip bir dünyanın daha iyi durumda olacağı kesindir. Kabul edilmelidir ki, kâbuslar içerisinde olan bu ülke, diğer etkenlerin yanı sıra, bir bakıma Martin Luther King’in hayalleri sayesinde günümüzdeki Amerika haline gelmiştir” dedi. 

İYİ LİDERLİK ‘HAVA GÜNEŞLİYKEN, ÇATININ ONARILMASINI’ GEREKTİRMEKTEDİR

Liderliğin beklentilere cevap vermek olduğunu belirten Gül “Bir lider, kendisini takip eden insanlarıyla tam olarak uyum içerisinde olmalı ve bu insanların beklentilerine cevap verebilmelidir. Şu bir gerçektir ki şu anda insanlık tarihinde ilk defa ulusların yarısından çoğu demokratik hükümetler tarafından yönetilmektedir. Dolayısıyla, günümüzde evrensel olarak kabul edilen bir nosyon da şudur ki; siyasi liderliğin geçerli olmasının tek koşulu insanlar tarafından liderin seçilmesidir. Ve artık her gün her yerde insanların karar verme aşamasında gittikçe artarak işin içine girmeye çalıştığını görüyoruz. Bunu Mısır’da Tahrir meydanında ve New York’ta Wall Street gösterilerinde de gördük. Bu dönem, toplumdaki insanların güçlendiği bir dönemdir. Tabi ki bu gelişme demokrasi için iyi bir şeydir ve hatta doğal seyir öngörüldüğünde bu gelişme önlenemez bir gelişmedir. Fakat burada bir paradoksla karşı karşıyayız. Gittikçe artan toplum baskısı altında, bazen liderler ortak fayda sağlayacak olan, her zaman popüler olmayabilen, cesur kararlar vermek konusunda tereddütlü davranabilirler. Bu problem, özellikle ekonomik sorunlar ve köklü siyasi çatışmalar ortamında geçerlidir. Avrupa’daki şu anda yaşanan durumlar, ileri görüşe sahip olmayan liderliğin nasıl milyonların hayatını etkileyebileceğini gösteren çarpıcı bir örnektir. Öncelikle, Avrupa’daki liderler ufukta görünen ekonomik sorunları görmeyi başaramadılar ve bu sorunları ele almak konusunda da cesur adımlar atamadılar. İyi liderlik “hava güneşliyken, çatının onarılmasını” gerektirmektedir. Haliyle, Avrupa liderlerinin gerekli kararları verme konusundaki kısıtlamaları şu anda karşılaştıkları finansal felaketleri meydana getirmiştir diyebiliriz. Ve şimdi, ciddi bir krizle karşı karşıya kaldıklarında Avrupa içerisinde daha içe dönük olmak ve radikal siyasi gruplara boyun eğmek gibi gittikçe artan eğilimler görülmektedir. Hakikaten de son aylarda birbiri ardına aşırı sağcı partilerin seçildiğini ve güç kazandığını görüyoruz. Ve daha da kötüsü, bunların ideolojileri ve görüşleri gittikçe artan bir şekilde popülerlik kazanmaktadır. Bu kesinlikle iyi bir liderlik örneği değildir, ancak ucuz siyasetin en kötü örneklerinden biri olabilir. Trajik bir şekilde başarısız liderlik örneğini gördüğümüz diğer bir bölge ise Orta Doğudur; burada liderler çok uzun zamandır kendi insanları ile irtibatlarını yitirmiş haldelerdi. Gerçekten de Tunus, Libya, Mısır, Yemen, ve Suriye gibi ülkelerin liderleri, burada bu üniversitede geliştirilen ve Silikon vadisinde ortaya konulan yeniliklerin yönlendirdiği büyüyen küresel güçleri hiçbir şekilde görememişlerdir. Sosyal medya ve iletişim alanındaki yenilikler, dünyanın her yerinde nelerin olduğunu herkesin görmesini ve kendi ülkeleriyle kıyaslama yapmasını sağlamaktadır. Hatta bu belki de Stanford’un sağladığı en büyük katkılardan biridir: Özgürlüklerin, demokrasinin ve dünyadaki gelişmelerin dönüşümünü sağlamak. Sizin yenilikleriniz sayesinde, hiçbir rejim kendi insanlarını demir perdeler arkasında yönetme lüksüne sahip değildir. Bu diktatörler orduları ve istihbaratları güçlü olduğu müddetçe iktidarda kalmaya devam edeceklerini sandılar. Vatandaşlarının isyanları başladığında bile, herhalde diktatörlerin evrensel kılavuzunu takip ederek bu liderler insanları sadece güç kullanarak sindirmeye çalıştılar. Geçen yıl Ağustos ayında Suriye Devlet Başkanı Esad’a yazdığım mektupta, ona çok açık bir dille sokaklardaki insanların görmemezlikten gelinerek veya üzerlerinde baskı kurularak gitmeyeceklerini ifade ettim. Kendisine artık liderlik göstermesinin ve çok geç olmadan insanlarının meşru beklentilerine cevap verecek şekilde gerekli reformları üstlenerek “değişime liderlik” etmesini salık verdim. Ne yazık ki, şu anda neredeyse her gün Suriye’de birçok sayıda insan yaşamını yitirmektedir. Yani kısacası iyi bir lider gerçekleri görmeli ve değişimin dinamiklerine ayak uydurmalıdır” dedi.

LİDERLİĞİN DİĞER BİR ÖNEMLİ YÖNÜ DE RAHATSIZ EDİCİ DE OLSA DOĞRUYU SÖYLEMEKTİR

Liderliğin gerçekleri söylemeye yönlendirdiğini belirten Gül “ Liderliğin diğer bir önemli yönü de doğru zamanda ve doğru yerde, gerçekler ne kadar rahatsız edici de olsa doğruyu söylemektir. 2000 yılında partimin başkanlığı için adaylığımı koyduğumda parti üyelerimize, bizim yürüttüğüz siyasetin tarihi geçmiş ve alakasız olduğunu söylemek zorunda kaldım. O esnada bu gerçeği söylemek aşırı derecede riskliydi ve kurucu liderimiz o zamanlar açıkça benim rakibimin tarafını tutmaktaydı ve liderin seçimlerini sorgulamamak o zamanlar bir parti geleneğiydi. Az bir farklı parti konvansiyonunda kazanamamış olsam da iletmek istediğim mesajımı, önce parti kurucularına ve delegelere ve sonrasında da Türkiye’de daha büyük bir topluluğa iletebilmiştim. Hatta bu reform ve yenilikçi strateji ve anlatım, 2001 yılında Adalet ve Kalkınma Partisinin (ya da AK Partinin) oluşumunun temelini atmıştır. Uluslar arası seviyede, İslam dünyasından olan meslektaşlarıma benzer doğruları cesurca söylemeye çalıştım. Çok önceden, 2003 yılında kendim, Tahran’daki İslam işbirliği teşkilatının liderlerine önemli bir seslenişte bulundum. Evrensel demokratik değerler ile uyumlu olabilmeleri için gerekli reformları üstlenmeleri gerektiğini onlara vurguladım. Ayrıca bunu başaramadıkları durumda, karşılaşacakları vahim sonuçlar konusunda da onları uyardım. Kısacası bana göre, Arap baharı hiç de sürpriz olmadı! Bu aslında tarihin tekerrür etmesi ve tüm insanların esas beklentilerinin mantıklı bir ifadesinden ibaretti. İyi bir lider hem sabırlı hem açıkgözlü olmalıdır. Fakat bazen bir lider de risk almalıdır. Benim risk alma ile ilgili, tabi uluslar arası ilişkilerde, kendimi test ettiğim bir örnek ise, Ermenistan Başbakanının daveti üzerine, Ermenistan’ın başkenti Erivan’ı ziyaret edişim oldu. Görünüşte davet Başbakan ile bir futbol müsabakasını izlemeyi içermekteydi. Fakat neredeyse son yirmi yıldır diplomatik ilişkileri olmayan, ortak tarihleri konusunda birbirleri ile ihtilaf yaşayan, komşu iki ulusun liderleri için bu davetin anlamı daha büyüktü. İç politika için bu riskli bir hareketti ve dış politika için de çok riskli sonuçlar doğurabilirdi. Erivan’a gittim ve bu bir Türk Cumhurbaşkanının ilk Ermenistan ziyaretiydi. Bu iyi niyet göstermemden ötürü beklediğim karşılık ise iki ulusun arasındaki ilişkileri biraz olsun düzeltmekti. Hala da bu umudum var. Bizim aramızdaki ziyaretlerimiz Türk ve Ermeni ilişkilerinin normalleşmesi için bir umut sembolü olmaya devam edecektir. Riskli olsa da Erivan’ı ziyaret etmem doğru bir hareketti. Bu da aklıma meşhur örgüt yönetim uzmanı Peter Drucker’ın sözünü getirdi: “Yönetmek işleri doğru yapmaktır; liderlik ise doğru olanı yapmaktır.” Eğer gerekirse, iyi bir lider hem zorlu kararlar vermeli hem de zahmetli imtiyazlar sunabilmelidir. İyi hatırlarsınız ki, İkinci Dünya Savaşının başlangıcında Winston Churchill İngiliz vatandaşlarına, ülkelerinin varlığını tehdit eden bu durum karşısında “kan, sıkıntı, gözyaşı ve terden başka bir şey vaat etmediğini” söylemişti. Bu arada, iyi bir lider hiçbir zaman, koşullar ne olursa olsun, durum ne kadar umutsuz olursa olsun “umut dağıtan” olmaktan kaçınmamalıdır. Heyecan verici sözleri ve hiçbir şeyden kaçınmayan azmiyle, Churchill başarılı bir şekilde özgür bir dünyayı ve ülkelerini savunmak için vatandaşlarının desteğini aldı. Vatandaşlarına verdiği umut, onların hayatta kalmaları, kazanmaları ve şerefleri için hayati bir unsurdu. Türkiye’de 2002 yılında Başbakan olarak görevde bulunduğumda önümüzde çok büyük engeller vardı. O dönemde, bir gecede ulusal gelirimizin üçte birini kaybettiğimiz, 2001 yılında başlamış olan ekonomik krizin en doruk noktasındaydık. Irak’ta savaş çıkmak üzereydi ve biz de Kıbrıs görüşmeleri hususunda ve Türkiye’nin AB üyeliği olasılığı konusunda bir dört yol ağzına gelmiştik. Tüm bu sorunlar, bizim çok zor kararlar almamız ve kayda değer ödünler vermemizi gerektirmiştir. Bir liderin vizyonunu hayata geçirmesi gerektiğini bildiğimden, hukuki, ekonomik ve siyasi alanlarda tüm siyasi önemleri kapsayan bir uzun vadeli kapsamlı plan oluşturdum. Bu plan kapsamında, kısa vadeli popülist talepleri yerine getirmeye çalışmak gibi bir tuzağa düşmedim. Onun yerine ulusun uzun vadeli çıkarlarına odaklandım. Bu anlayışla, AK Parti hükümeti sıkı sıkıya planımızı uygulamaya koydu. Ve çok şükür ki, tüm o zor seçimlerimizin karşılığını aldık. Bu önlemler sayesinde, örneğin, Avrupa’yı saran ekonomik krize rağmen, Türkiye, Çin’den sonra dünyadaki ikinci en hızlı büyüyen ekonomisi olarak öne çıkmaktadır. Ve eğer Türk demokrasisi, Orta Doğudaki insanlar için ilham kaynağı işlevini görüyorsa yine bunun sebebi 2002 yılından itibaren Hükümet tarafından yürütülen reformlardır. O dönemde bu sancılı önlemleri alırken, tüm cephelerde, “daha iyi demokrasi”, “daha iyi işleyen bir Pazar ekonomisi” ve “etkin ve iddialı bir dış politika” elde edeceğimize dair ulusumuza umut vermeye devam ediyorduk. Bu reformların sonucunda, Türkiye artık daha çoğulcu, eskisinden daha kapsayıcı ve toleranslıdır. Bununla beraber, kişisel özgürlükler alanında hala gelişmeye yer olduğunun farkındaydık. Bu itibarla, demokrasiyi geliştirme görevimizin tamamlandığı gibi bir aldanış içerisinde değiliz. Bir lider ülkesinin veya kurumunun eksiklikleri ile ilgili gerçekçi ve hakkaniyetli değerlendirmeler yapmalıdır. Türkiye’nin cumhurbaşkanı olarak, özgürlükleri yaygınlaştırmak ve demokrasimizin sivil desteklerini güçlendirmek adına hala önümüzde çok uzun bir yol olduğunun farkındayım. Fakat Türkiye’nin spektrumunda, demokratik standartlarımızı daha çok geliştirmek için yaygın bir fikir birliği bulunmaktadır. Bu doğrultuda, tüm politik partiler, Sivil Toplum Örgütleri, Meslek Kuruluşları, Üniversiteler, Beyin takımları, entelektüeller ve hatta sıradan yurttaşların aktif katılımları ile birlikte yeni bir anayasa taslağı çıkarma konusunda çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Anayasa yazımı ile ilgili bu kapsamlı yaklaşım, bana göre olgunlaşan demokrasilerin belkemiğini oluşturan uzlaşma kültürünün, gelişimi için de önemlidir. Türkiye’nin bu büyük politik dönüşümüne paralel olarak, sıkı finansal disiplinlerle, tüm toplumu kapsayan ekonomik reformlar gerçekleştirdik. Bu reformlar çok sertti ve o dönemde hiç de popüler değillerdi. Bu yapısal reformlar sayesinde, Türkiye ekonomisinin esnekliği, büyük dış şoklara karşı arttırılmıştır. Sonuç olarak, Türkiye dünyadaki 16ıncı en büyük ekonomi olmuştur ve Gayri safi yurt içi hâsılamız 1 trilyon Amerikan dolarından fazladır. Türkiye’nin gelişme politikası aynı zamanda niteleyici bir unsura da sahiptir. Hepimizin bildiği üzere, bilim, teknoloji ve yenilikler, daha iyi bir geleceği hayal eden uluslar için hayati unsurlardır. Bu görüşle, Türkiye bilgiye dayalı bir ekonomi olma yolunda son yıllarda büyük adımlar atmıştır. Araştırma ve gelişme harcamaları son 10 yıla kıyasla üç katı artmıştır. AR-GE’deki bu harcama artışı, OECD ve EU27 ortalama değerlerini neredeyse dörde katlamıştır. Aynı dönemde, Türk uluslararası patent başvurularının sayısı yüzde üç yüz oranından daha fazla artış göstermiştir. Dahası, internet kullanıcılarının oranı bölgeye göre en yüksek oranlardan birine sahiptir ve dünyadaki en hızlı büyüyen kullanıcı sayısına da sahibiz. Örneğin Türkiye, küresel olarak dördüncü en yüksek sayıdaki Facebook kullanıcısı sayısına da sahiptir. Sonuncu ama son derece önemli olarak şunu söylemeliyim ki Türkiye’de 173 adet üniversite bulunmaktadır. Bunların seksen dokuzu 2006 yılı ve sonrasında kurulmuştur. Kısacası, bu istatistikler Türkiye’nin gelecekteki liderlerini yetiştirmek için eğitim, bilim ve teknoloji alanında yüklü yatırımlar yaptığımızın göstergesidir. Bizler çok derin ve kapsamlı bir dönüşüm geçirmekteyiz” dedi. 

ŞEFFAFLIK VE HESAP VEREBİLİRLİK POLİTİKA VE İŞ DÜNYASINDA GÜVENİLİR OLMANIN ESAS TEMİNATLARIDIR

Politika ve iş dünyasında şeffaflığın ve hesap verebilirliğin güven kazandırdığını belirten Gül “ Şeffaflık ve hesap verebilirlik politika ve iş dünyasında güvenilir olmanın esas teminatlarıdır. Hepiniz biliyorsunuz ki 2008’de, küresel finansal kriz, bazı finansal kuruluşların söz konusu bu kavramları uygulamadığından dolayı tetiklenmiştir. Liderler bu prensiplere uymazlarsa, eninde sonunda, kişisel veya kurumsal güvenilirliklerini kaybederler ve er ya da geç liderlik otoritelerini de yitirirler. Öte yandan, bir lider vatandaşlarıyla düzgün şekilde iletişim kurabilmelidir. Kendi adıma sosyal medyayı kullanmaya hevesli olduğumu söyleyebilirim. Ben hem Twitter hem de Facebook’u insanlara mesajlarımı iletmek ve onlarla doğrudan etkileşimde bulunmak için kullanıyorum. Hatta gün içerisinde, burada yaşadığım deneyimimi, şu anda 1.8 milyon takipçisi olan Twitter hesabımda da paylaşacağım. Liderliğin önemli bir diğer yönü daha vardır: bireysel liderlik değil kolektif liderlik, kurumsallaşmış liderlik de önemlidir. Liderlik aslında tek bir ülkeye ya da kişiye bağlı olmak zorunda değil. Eğer liderliği kurumsallaştırabilirsek, muhtemelen daha iyi bir küresel yönetime sahip olmamız mümkündür. Hatta uluslar arası sistemler içinde, günümüzde gelinen nokta oldukça problemlidir. Uluslar arasındaki yoksulluk ve gittikçe büyüyen gelir eşitsizliği, küresel finansal mimari yapımızın belirgin olan dayanıksızlığı ve kültürel kutuplaşma gibi yeni riskleri ele almak amacıyla küresel yönetim yapılarının yeniden düşünülmesi gerektiğine ilişkin gittikçe artan bir fikir birliği vardır. Zaten, her ne kadar kendi kendine yetse de ya da ne kadar güçlü olursa olsun, hiçbir ulus günümüzün dünyasındaki karmaşıkların üstesinden kendi başına gelecek kadar kabiliyetli değildir. Böyle bir ortamda, tek yönlü çözümlerin hem gittikçe daha da düşük oranda etkili olduğunu hem de oldukça tarihi geçmiş çözümler olduğunu görmekteyiz. Etkin küresel yönetim için, Birleşmiş Milletler ve G-20 gibi geliştirilmiş organizasyonlar aracılığı ile kurumsallaşmış kolektif liderlik gerekmektedir. Akla gelebilecek her yönden ulusların tüm toplumunu saran hızlı değişimlerin olduğu, günümüzün küreselleşen dünyasında, liderlik kolay bir görev değildir” dedi. 

TÜRKİYE KENDİ ULUSUNA VE DİĞER ULUSLARA MÜMKÜN OLAN EN OLUMLU LİDERLİĞİ ORTAYA KOYMAKTAN KAÇINMAYACAKTIR

Türkiye’nin kendi ve diğer uluslara karşı en olumlu liderliği sergilemekten kaçınmayacağını belirten Gül “ Türkiye kendi ulusuna ve diğer uluslara mümkün olan en olumlu liderliği ortaya koymaktan kaçınmayacaktır. Kendisini değiştirme konusundaki deneyiminin, geniş bir izleyici kitlesi tarafından takip edildiği dinamik bir ülkenin lideri olarak, ben de davranışlarımla örnek olmam gerektiğine ilişkin mesuliyet hissediyorum. Bu nedenle, hem kendi yurdumda hem de yurt dışında, daha çoğulcu ve kapsayıcı demokrasiye, daha istikrarlı bir gelişmeye, daha kolektif bir güvenliğe ve daha çok kültürlerarası ve dinler arası toleransa sahip olmak için baskılarımı sürdürmeye devam edeceğim. Orta büyüklükteki bir Anadolu şehrinden gelen biri olarak, tüm hayatımın, memleketimdeki insanlar için daha iyi bir yaşam ve dünya sağlamaya çalışmakla ve çabalamakla geçtiğini söyleyebilirim. Sadece ayaklarımın üzerinde durmaya çalıştığım zorlu zamanlarım da oldu. Ama her zaman umutlarımın ve hayallerimin peşinden koştum ve hiç umutsuzluğa kapılmadım. Şu ana kadar konuşmamda içinde bulunduğumuz dönemin, değişim, yenilikler, bağlılık, işbirliği, halkın güçlenmesi ve liderlik dönemi olduğunun altını çizdim. Tüm hayatım boyunca bana kılavuzluk eden kavramlar ve prensipler de tamamen bunlardı. Her daim muhafazakâr ve geleneksel değerlerime bağlı kaldım. Yine de kültürel kimliğim ve bahsettiğim muhafazakâr değerlerim dünyanın her zaman değişmekte olan gerçeklerine kendimi adapte etmemi engellemedi. Söylevlerimde alçakgönüllü, toleranslı, mütevazi olmaya çalıştım ve yapıcı bir politik dili benimsedim. Çoğu profesyonel, politik ve diplomatik ilişkime sağgörülü, sabırlı, sebatlı ve pragmatik olarak yaklaştım. Ama prensiplerin pragmatik fırsatçılıkla çatıştığı ana konularda, neredeyse her zaman sezgilerim prensiplerden yana olmuştur ve sonuna kadar da prensiplerim için savaşırım. O bakımdan başkanlık için adaylığımı koyduğumda test edildim. Adaylığımı geri çekmem hususunda bana yapılan hakkaniyetsiz ve yapay baskılara rağmen hayalimin peşinden koştum ve prensiplerimden ödün vermedim. Kişisel deneyimden söz etmişken, size bugün verebileceğim basit ama kuvvetli tek nasihat şudur: Hiçbir zaman sorumluluk almaktan kaçınmayın ve liderlik yapma fırsatını yakaladığınızda liderliğinizi yapın. Sizler Standford’dan mezun olduğunuzda hali hazırda lider olarak başarılı olmak için gerekli olan araçlarla donatılmış olarak mezun olmuş olacaksınız. Sizden önce mezun olan Standford mezunları, dünyayı değiştirmek için çok şey yapmıştır. Fakat sizlerle ilgili, yoksulluk, küresel ısınma, enerji güvenliği ve biyolojik güvenlik gibi küresel sorunlara çözüm bulmanız açısından, çok daha fazla beklentimiz var. Olağanüstü liderlik özellikleriniz ve yenilikçi girişimcilik kültürünüz sayesinde, sözünü ettiğim bu küresel sorunlara çözüm bulmak açısından, çözümlere çok büyük farklılıklar katacağınızdan şüphem yok. Nazik davetiniz için tekrar teşekkür eder, her şeyin gönlünüzce olmasını dilerim” dedi.


Son Güncelleme: Perşembe, 24 May 2012 11:02

Gösterim: 2019

Ünlü belgesel yapımcısı Coşkun Aral’ın Arı Platformu Projesi için hazırladığı belgeselin okullarda gösterimine başlandı.

coşkun aral belgeseli“Bal ve Diğer Arı Ürünleri ile Sağlıklı Yaşam Platformu (Arı Platformu)” projesi çerçevesinde ünlü belgesel yapımcısı Coşkun Aral tarafından hazırlanan Arıcılık ve Arı Ürünleri belgeselinin İstanbul Valiliği ve İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü iş birliğiyle 58 okulda gösterimine başlandı

Bal, arı sütü, polen, propolis gibi arı ürünlerinin henüz göz önüne çıkmamış sağlık üzerine etkilerini araştırmak ve bu yeni bilgiler doğrultusunda kamuoyunu aydınlatmak amacıyla Bal Paketleyicileri Sanayicileri ve İhracatçıları Derneği (BAL-DER) başkanlığında kurulan “Bal ve Diğer Arı Ürünleri ile Sağlıklı Yaşam Platformu (Arı Platformu)” Coşkun Aral’a özel olarak hazırlattığı Arıcılık ve Arı Ürünlerini anlatan belgeseli İstanbul’da 58 okulda gösteriyor.

İstanbul Kalkınma Ajansı 2010 Mali Destek Programı tarafından desteklenen  “Bal ve Diğer Arı Ürünleri ile Sağlıklı Yaşam Platformu”  projesi kapsamında düzenlenen belgesel gösteriminin ilki TEB Ataşehir Anadolu Lisesi'nde  21 Mayıs 2012 Pazartesi günü gerçekleştirildi.  Coşkun Aral’ın proje kapsamında hazırladığı Arıcılık ve Arı Ürünlerini anlatan belgesel ile Arı Platformu ilk etapta 6.000 çocuğa ulaşmayı hedefliyor.

Arı Platformu, okullarda gösterilen belgesel ile arıların tozlaşmaya olan katkısını, bal ve diğer arı ürünlerini (polen, arı sütü, propolis) tanıtmayı ve bu ürünlerin sağlık üzerine etkilerini çocuklara anlatmayı amaçlıyor. Arı Platformu aynı zamanda belgesel gösterimi sonrasında çocuklara anket düzenleyerek belgeselde anlatılan konuları ne kadar anladıklarını da ölçümlüyor.

> Coşkun Aral’ın belgeseli okullarda gösterilmeye başlandı

Ünlü belgesel yapımcısı Coşkun Aral’ın Arı Platformu Projesi için hazırladığı belgeselin okullarda gösterimine başlandı.

coşkun aral belgeseli“Bal ve Diğer Arı Ürünleri ile Sağlıklı Yaşam Platformu (Arı Platformu)” projesi çerçevesinde ünlü belgesel yapımcısı Coşkun Aral tarafından hazırlanan Arıcılık ve Arı Ürünleri belgeselinin İstanbul Valiliği ve İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü iş birliğiyle 58 okulda gösterimine başlandı

Bal, arı sütü, polen, propolis gibi arı ürünlerinin henüz göz önüne çıkmamış sağlık üzerine etkilerini araştırmak ve bu yeni bilgiler doğrultusunda kamuoyunu aydınlatmak amacıyla Bal Paketleyicileri Sanayicileri ve İhracatçıları Derneği (BAL-DER) başkanlığında kurulan “Bal ve Diğer Arı Ürünleri ile Sağlıklı Yaşam Platformu (Arı Platformu)” Coşkun Aral’a özel olarak hazırlattığı Arıcılık ve Arı Ürünlerini anlatan belgeseli İstanbul’da 58 okulda gösteriyor.

İstanbul Kalkınma Ajansı 2010 Mali Destek Programı tarafından desteklenen  “Bal ve Diğer Arı Ürünleri ile Sağlıklı Yaşam Platformu”  projesi kapsamında düzenlenen belgesel gösteriminin ilki TEB Ataşehir Anadolu Lisesi'nde  21 Mayıs 2012 Pazartesi günü gerçekleştirildi.  Coşkun Aral’ın proje kapsamında hazırladığı Arıcılık ve Arı Ürünlerini anlatan belgesel ile Arı Platformu ilk etapta 6.000 çocuğa ulaşmayı hedefliyor.

Arı Platformu, okullarda gösterilen belgesel ile arıların tozlaşmaya olan katkısını, bal ve diğer arı ürünlerini (polen, arı sütü, propolis) tanıtmayı ve bu ürünlerin sağlık üzerine etkilerini çocuklara anlatmayı amaçlıyor. Arı Platformu aynı zamanda belgesel gösterimi sonrasında çocuklara anket düzenleyerek belgeselde anlatılan konuları ne kadar anladıklarını da ölçümlüyor.

Son Güncelleme: Perşembe, 24 May 2012 10:08

Gösterim: 2542

İstanbul aday kent olarak 2020 olimpiyatları için adaylık statüsü kazandı.

2020 olimpiyatlarıTürkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) Başkanı Uğur Erdener, İstanbul'un aday şehir olması için yoğun bir çaba harcadıklarını belirterek, ''Bu sonucu bekliyordum'' dedi.İstanbul'un aday şehir olarak açıklanmasının ardından TMOK Başkanı Erdener, ''Arkadaşlarımız ve yabancı danışmanlarımızla bugüne dek olandan farklı ve yoğun bir çalışma yaptık. Türk olsun yabancı olsun tüm ekip, bu sonucu alacağımıza inanıyordu'' diye konuştu.

İstanbul'un şu anda 2020 Olimpiyatlarına en şanslı aday kenti olduğunu kaydeden Erdener, ''Daha önce dört kez kaybeden İstanbul, şu anda 2020 Olimpiyat ve Paralimpik Oyunlarına en yakın şehirdir. Bu konuda bize destek veren başta Sayın Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve Bakanımız olmak üzere tüm devlet görevlilerimize teşekkür ediyorum'' ifadelerini kullandı.

İstanbul 2020 elçisi seçilen milli voleybolcu Neslihan Darnel ise Türkiye'nin daha çok çalışması gerektiğini belirterek, ''Burada olmak benim için çok büyük bir onur. Böylesine başarılı bir ekibin parçası olmaktan gurur duydum. Burada aynı zamanda ülkemizin genç ve dinamik sporcuları ile Türk kadınını da temsilen bulunuyorum. Bundan sonra daha çok çalışmamız gerekiyor. Bizler de sporcular olarak, her türlü desteği vermeliyiz'' dedi.

> Türkiye 2020 Olimpiyatlarına bir adım daha yaklaştı

İstanbul aday kent olarak 2020 olimpiyatları için adaylık statüsü kazandı.

2020 olimpiyatlarıTürkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) Başkanı Uğur Erdener, İstanbul'un aday şehir olması için yoğun bir çaba harcadıklarını belirterek, ''Bu sonucu bekliyordum'' dedi.İstanbul'un aday şehir olarak açıklanmasının ardından TMOK Başkanı Erdener, ''Arkadaşlarımız ve yabancı danışmanlarımızla bugüne dek olandan farklı ve yoğun bir çalışma yaptık. Türk olsun yabancı olsun tüm ekip, bu sonucu alacağımıza inanıyordu'' diye konuştu.

İstanbul'un şu anda 2020 Olimpiyatlarına en şanslı aday kenti olduğunu kaydeden Erdener, ''Daha önce dört kez kaybeden İstanbul, şu anda 2020 Olimpiyat ve Paralimpik Oyunlarına en yakın şehirdir. Bu konuda bize destek veren başta Sayın Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve Bakanımız olmak üzere tüm devlet görevlilerimize teşekkür ediyorum'' ifadelerini kullandı.

İstanbul 2020 elçisi seçilen milli voleybolcu Neslihan Darnel ise Türkiye'nin daha çok çalışması gerektiğini belirterek, ''Burada olmak benim için çok büyük bir onur. Böylesine başarılı bir ekibin parçası olmaktan gurur duydum. Burada aynı zamanda ülkemizin genç ve dinamik sporcuları ile Türk kadınını da temsilen bulunuyorum. Bundan sonra daha çok çalışmamız gerekiyor. Bizler de sporcular olarak, her türlü desteği vermeliyiz'' dedi.

Son Güncelleme: Perşembe, 24 May 2012 10:15

Gösterim: 1430

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nun aldığı kararla din eğitimi veren tesislere vergi indirimi uygulaması kabul edildi.

kuran kursu açana vergi indirimiCami, sinagog, kilise yaptıran, yardım eden hem gelir hem de kurumlar vergisinden yaptığı bu hayırı düşebilecek. Ayrıca Kuran kursu yaptıran da aynı vergi istisnasından yararlanabilecek. Amme alacaklarına ilişkin yasa tasarı TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda dün görüşüldü. Yapılan değişikliklerle din eğitimi verilen tesisler de kapsama dahil edildi. Buna göre bir caminin tamamını yaptıran ya da caminin sadece minaresini yaptıran hem gelir hem kurumlar vergisi istisnasından yararlanabilecek.

Maddede yapılan değişiklikle, “mülki idare amirlerinin izni ve denetimine tabi olarak yaptırılacak ibadethaneler ve Diyanet İşleri Başkanlığı denetiminde yaygın din eğitimi veren tesislerin” ifadesi eklendi. İbadethane kapsamında sinagog ve kiliseler yer alıyor. Sinagog ya da kiliseyi tamir ettirenler de yaptıkları yardımları vergiden düşebilecek. Maddeye eklenen ‘yaygın din eğitimi verilen tesislerin’ ifadesiyle Kuran kurslarının yapımı da vergi istisnası kapsamına girdi. Ayrıca cami hocasının cemaatle sohbet için bir araya geldiği yerlerin de istisna kapsamı içine gireceği ifade edildi. Vergi istisnasının kapsamını Maliye Bakanlığı yasa çıktıktan sonra tebliğle belirleyecek. Bu tebliğle camiye yardımda herhangi bir alt sınır olup olmayacağı netlik kazanacak. 100 lira yardım yapanın da 10 bin lira yardım yardım yapanın da vergi istisnasından yararlanıp yararlanmayacağı tebliğle belirlenecek.

Vergi affına ‘af’

Amme alacakları tasarısında ayrıca geçen yıl getirilen vergi ve SSK primleri affına ‘yeni af’ geldi. Vergi affı kapsamında taksitlendirmede iki kere taksitini aksatan aftan yararlanamıyordu. Şimdi taksitlerini aksatanlara yeni imkân geliyor. Yasa çıktıktan sonra 4 ay içinde taksitini ödeyenler yeniden kapsama girecek.

(radikal)

> Kuran kursu yaptırana vergi indirimi

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nun aldığı kararla din eğitimi veren tesislere vergi indirimi uygulaması kabul edildi.

kuran kursu açana vergi indirimiCami, sinagog, kilise yaptıran, yardım eden hem gelir hem de kurumlar vergisinden yaptığı bu hayırı düşebilecek. Ayrıca Kuran kursu yaptıran da aynı vergi istisnasından yararlanabilecek. Amme alacaklarına ilişkin yasa tasarı TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda dün görüşüldü. Yapılan değişikliklerle din eğitimi verilen tesisler de kapsama dahil edildi. Buna göre bir caminin tamamını yaptıran ya da caminin sadece minaresini yaptıran hem gelir hem kurumlar vergisi istisnasından yararlanabilecek.

Maddede yapılan değişiklikle, “mülki idare amirlerinin izni ve denetimine tabi olarak yaptırılacak ibadethaneler ve Diyanet İşleri Başkanlığı denetiminde yaygın din eğitimi veren tesislerin” ifadesi eklendi. İbadethane kapsamında sinagog ve kiliseler yer alıyor. Sinagog ya da kiliseyi tamir ettirenler de yaptıkları yardımları vergiden düşebilecek. Maddeye eklenen ‘yaygın din eğitimi verilen tesislerin’ ifadesiyle Kuran kurslarının yapımı da vergi istisnası kapsamına girdi. Ayrıca cami hocasının cemaatle sohbet için bir araya geldiği yerlerin de istisna kapsamı içine gireceği ifade edildi. Vergi istisnasının kapsamını Maliye Bakanlığı yasa çıktıktan sonra tebliğle belirleyecek. Bu tebliğle camiye yardımda herhangi bir alt sınır olup olmayacağı netlik kazanacak. 100 lira yardım yapanın da 10 bin lira yardım yardım yapanın da vergi istisnasından yararlanıp yararlanmayacağı tebliğle belirlenecek.

Vergi affına ‘af’

Amme alacakları tasarısında ayrıca geçen yıl getirilen vergi ve SSK primleri affına ‘yeni af’ geldi. Vergi affı kapsamında taksitlendirmede iki kere taksitini aksatan aftan yararlanamıyordu. Şimdi taksitlerini aksatanlara yeni imkân geliyor. Yasa çıktıktan sonra 4 ay içinde taksitini ödeyenler yeniden kapsama girecek.

(radikal)

Son Güncelleme: Perşembe, 24 May 2012 09:55

Gösterim: 1827


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.