Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Dünyanın ikinci büyük insan kaynakları danışmanlık şirketi Randstad “Global iş dünyası eğilimleri” raporunu yayınlandı. Türkiye’nin de dahil olduğu 32 ülkeyi kapsayan rapora göre her 10 çalışandan 7’si işte yüz yüze iletişimi tercih ediyor.

global iş dünyası raporuDünyanın ikinci büyük insan kaynakları danışmanlık şirketi Randstad “Global iş dünyası eğilimleri” raporunu yayınlandı. Türkiye’nin de dahil olduğu 32 ülkeyi kapsayan rapora göre her 10 çalışandan 7’si işte yüz yüze iletişimi tercih ediyor. Küresel bazda yüzde 81 ile yüz yüze iletişimi en çok tercih eden ülke Türkiye olurken, Norveç, Japonya ve Singapur yüzde 57 ile en az tercih eden ülkeler oldu.

Randstad iş dünyasının nabzını ölçmeye devam ediyor. Yaklaşık 10 yıldır “Workmonitor” adı altında yılda 4 kez global iş dünyası eğilimlerini araştıran dünyanın ikinci büyük insan kaynakları danışmanlık şirketi Randstad, Avrupa, Asya Pasifik ve Amerika kıtalarını içeren, Türkiye’nin de dahil olduğu 32 ülkeyi kapsayan 2012 yılının ilk raporunu yayınladı. Randstad Workmonitor sonuçlarına göre küresel olarak her 10 çalışandan 7’si işte telefon ve e-mail yerine yüz yüze iletişimi tercih ediyor. İnternet ve mobil erişimin işteki kullanım oranının artmasına rağmen rapora göre Türk çalışanların yüzde 81’i de yüz yüze iletişimi tercih ediyor. Türkiye bu oranla 32 ülke arasında birinci sırada yer alırken yüzde yüze iletişimi en az tercih eden ülkeler ise yüzde 57’lik oran ile Norveç, Japonya ve Singapur oldu.

İstihdam piyasasının hassasiyetleriyle çalışan eğilimleri hakkında hazırlanan raporun 10 yıldır düzenli olarak gerçekleştiğini belirten Randstad Türkiye Genel Müdürü Altuğ Yaka, “5 kıtada toplam 43 ülkede 33 binden fazla çalışanı bulunan Randstad olarak çalışanların beklenti, eğilim, hassasiyet ve güvenlerini takip edebilmek için Workmonitor raporuna büyük önem veriyor ve titizlikle hazırlıyoruz. 2012’nin ilk 4 aylık raporunda yine önemli bulgulara ulaştık. Günümüzde gelişen teknoloji ve mobil cihazlar her ne kadar hayati önem taşısa da, raporda da açıkça görüyoruz ki, iş dünyasında yüz yüze iletişimin hala en çok tercih edilen yöntem. Özellikle ülkemizin de dahil olduğu Akdeniz ülkelerine baktığımızda, yüz yüze iletişimin iş dünyasında daha fazla güven sağladığını ve çok önem verildiğini görüyoruz” dedi.

ÖZEL HAYAT VE İŞ HAYATI İÇ İÇE

Randstad Workmonitor sonuçlarına göre çalışanların ortalama yüzde 40’ı işverenlerinin kendilerinden 7 gün 24 saat ulaşılabilir olmalarını istediğini düşünüyor. Bu ruh haline kapılan çalışanların ülke sıralamasında Çin yüzde 64 ile ilk sırada yer alırken, Hindistan yüzde 61 ile ikinci sırada yer aldı. Bu iki ülkedeki çalışanlar iş saatleri dışında ve tatillerde işle bağlantılı telefon ve e-posta alma olasılıklarının daha fazla olduğunu belirtirken, genel olarak her 10 çalışandan 4’ü, iş saatleri içinde özel işleriyle de ilgilendiğini söyledi.

Araştırmada öne çıkan bir diğer konu ise elektronik haberleşme araçlarının kullanımı üzerineydi. 32 ülkede gerçekleşen araştırmada, toplantılarda iş dünyasında çalışma verimliliğini artıran akıllı cep telefonları ve e-postalara yanıt vermenin yanlış olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 75 iken, yüzde 15-20’si bunu yaptığını itiraf etti. Bu uygulamanın kabul görme düzeyi ülkeden ülkeye değişiklik gösterirken, Macaristanlı çalışanların yüzde 80’i toplantılar sırasında gerek aramalar, gerek e-postalar ile rahatsız edildiğini ancak yanıtlama durumunun yüzde 9 oranında gerçekleştiğini söyledi.

AŞIRI BİLGİ YÜKÜ İŞLERİ SEKTEYE UĞRATIYOR

Rapora göre internet erişiminin ve akıllı telefon kullanımının yüksek olduğu ülkelerde ve özellikle Asya’daki çalışanlar, günlük olarak ilgilenebileceklerinin üzerinde bilgi aldıklarını, aşırı bilgi yükü altında işlerinin daha fazla sekteye uğradığını dolayısıyla da daha az verimli olduklarını düşünüyor. Küresel olarak her 10 çalışandan 4’ü bir e-posta ya da telefona hemen karşılık vermezler ise kendilerini yetersiz hissettiklerini belirtirken, bu eğilim yüzde 72 ile en çok Çin ve Hindistan’daki çalışanlarda gözlemlendi.

YÜZ YÜZE İLETİŞİMİ EN ÇOK TERCİH EDEN 20 ÜLKE 

1

Türkiye

% 81

 

6

Brezilya

% 75

 

11

Malezya

% 71

 

16

Polonya

% 68

2

Yunanistan

% 79

7

İspanya

% 75

12

İsviçre

% 71

17

Arjantin

% 67

3

Hindistan

% 78

8

Almanya

% 74

13

Belçika

% 70

18

Hollanda

% 67

4

Fransa

% 77

9

İtalya

% 73

14

Danimarka

% 69

19

İsveç

% 67

5

Çin

% 76

10

Macaristan

% 71

15

Kanada

% 68

20

Şili

% 65

 

> Çalışanlar işte yüz yüze iletişimi seviyor

Dünyanın ikinci büyük insan kaynakları danışmanlık şirketi Randstad “Global iş dünyası eğilimleri” raporunu yayınlandı. Türkiye’nin de dahil olduğu 32 ülkeyi kapsayan rapora göre her 10 çalışandan 7’si işte yüz yüze iletişimi tercih ediyor.

global iş dünyası raporuDünyanın ikinci büyük insan kaynakları danışmanlık şirketi Randstad “Global iş dünyası eğilimleri” raporunu yayınlandı. Türkiye’nin de dahil olduğu 32 ülkeyi kapsayan rapora göre her 10 çalışandan 7’si işte yüz yüze iletişimi tercih ediyor. Küresel bazda yüzde 81 ile yüz yüze iletişimi en çok tercih eden ülke Türkiye olurken, Norveç, Japonya ve Singapur yüzde 57 ile en az tercih eden ülkeler oldu.

Randstad iş dünyasının nabzını ölçmeye devam ediyor. Yaklaşık 10 yıldır “Workmonitor” adı altında yılda 4 kez global iş dünyası eğilimlerini araştıran dünyanın ikinci büyük insan kaynakları danışmanlık şirketi Randstad, Avrupa, Asya Pasifik ve Amerika kıtalarını içeren, Türkiye’nin de dahil olduğu 32 ülkeyi kapsayan 2012 yılının ilk raporunu yayınladı. Randstad Workmonitor sonuçlarına göre küresel olarak her 10 çalışandan 7’si işte telefon ve e-mail yerine yüz yüze iletişimi tercih ediyor. İnternet ve mobil erişimin işteki kullanım oranının artmasına rağmen rapora göre Türk çalışanların yüzde 81’i de yüz yüze iletişimi tercih ediyor. Türkiye bu oranla 32 ülke arasında birinci sırada yer alırken yüzde yüze iletişimi en az tercih eden ülkeler ise yüzde 57’lik oran ile Norveç, Japonya ve Singapur oldu.

İstihdam piyasasının hassasiyetleriyle çalışan eğilimleri hakkında hazırlanan raporun 10 yıldır düzenli olarak gerçekleştiğini belirten Randstad Türkiye Genel Müdürü Altuğ Yaka, “5 kıtada toplam 43 ülkede 33 binden fazla çalışanı bulunan Randstad olarak çalışanların beklenti, eğilim, hassasiyet ve güvenlerini takip edebilmek için Workmonitor raporuna büyük önem veriyor ve titizlikle hazırlıyoruz. 2012’nin ilk 4 aylık raporunda yine önemli bulgulara ulaştık. Günümüzde gelişen teknoloji ve mobil cihazlar her ne kadar hayati önem taşısa da, raporda da açıkça görüyoruz ki, iş dünyasında yüz yüze iletişimin hala en çok tercih edilen yöntem. Özellikle ülkemizin de dahil olduğu Akdeniz ülkelerine baktığımızda, yüz yüze iletişimin iş dünyasında daha fazla güven sağladığını ve çok önem verildiğini görüyoruz” dedi.

ÖZEL HAYAT VE İŞ HAYATI İÇ İÇE

Randstad Workmonitor sonuçlarına göre çalışanların ortalama yüzde 40’ı işverenlerinin kendilerinden 7 gün 24 saat ulaşılabilir olmalarını istediğini düşünüyor. Bu ruh haline kapılan çalışanların ülke sıralamasında Çin yüzde 64 ile ilk sırada yer alırken, Hindistan yüzde 61 ile ikinci sırada yer aldı. Bu iki ülkedeki çalışanlar iş saatleri dışında ve tatillerde işle bağlantılı telefon ve e-posta alma olasılıklarının daha fazla olduğunu belirtirken, genel olarak her 10 çalışandan 4’ü, iş saatleri içinde özel işleriyle de ilgilendiğini söyledi.

Araştırmada öne çıkan bir diğer konu ise elektronik haberleşme araçlarının kullanımı üzerineydi. 32 ülkede gerçekleşen araştırmada, toplantılarda iş dünyasında çalışma verimliliğini artıran akıllı cep telefonları ve e-postalara yanıt vermenin yanlış olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 75 iken, yüzde 15-20’si bunu yaptığını itiraf etti. Bu uygulamanın kabul görme düzeyi ülkeden ülkeye değişiklik gösterirken, Macaristanlı çalışanların yüzde 80’i toplantılar sırasında gerek aramalar, gerek e-postalar ile rahatsız edildiğini ancak yanıtlama durumunun yüzde 9 oranında gerçekleştiğini söyledi.

AŞIRI BİLGİ YÜKÜ İŞLERİ SEKTEYE UĞRATIYOR

Rapora göre internet erişiminin ve akıllı telefon kullanımının yüksek olduğu ülkelerde ve özellikle Asya’daki çalışanlar, günlük olarak ilgilenebileceklerinin üzerinde bilgi aldıklarını, aşırı bilgi yükü altında işlerinin daha fazla sekteye uğradığını dolayısıyla da daha az verimli olduklarını düşünüyor. Küresel olarak her 10 çalışandan 4’ü bir e-posta ya da telefona hemen karşılık vermezler ise kendilerini yetersiz hissettiklerini belirtirken, bu eğilim yüzde 72 ile en çok Çin ve Hindistan’daki çalışanlarda gözlemlendi.

YÜZ YÜZE İLETİŞİMİ EN ÇOK TERCİH EDEN 20 ÜLKE 

1

Türkiye

% 81

 

6

Brezilya

% 75

 

11

Malezya

% 71

 

16

Polonya

% 68

2

Yunanistan

% 79

7

İspanya

% 75

12

İsviçre

% 71

17

Arjantin

% 67

3

Hindistan

% 78

8

Almanya

% 74

13

Belçika

% 70

18

Hollanda

% 67

4

Fransa

% 77

9

İtalya

% 73

14

Danimarka

% 69

19

İsveç

% 67

5

Çin

% 76

10

Macaristan

% 71

15

Kanada

% 68

20

Şili

% 65

 

Son Güncelleme: Perşembe, 03 May 2012 10:09

Gösterim: 1679

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, öğrenci maliyetinin bir kısmını devletin karşılayacağı, üstünün de aile tarafından tamamlanacağı bir özel okul formülünü açıkladı.

Bakıldığında her yıl genel bütçeden MEB'e ayrılan payın artmasına rağmen kamusal eğitimin finansmana dayalı sorunları bir türlü giderilememektedir. Bu durum aynı zamanda devlet okullarında ciddi kalite düşüşlerini de beraberinde getirmektedir. Bu bakımdan sağlık alanında gerçekleştirilen sağlık hizmetinin büyük oranda özel sektörden alınmasını öngören ve büyük ölçüde işe yarayan uygulamanın şimdi eğitim sektöründe işlerlik kazandırılması planlanıyor. Bugün rekabetçi piyasa ekonomisinin sunduğu farklı tercihlerle insanlar düşük maliyetle kaliteli hizmetler satın alabilmektedirler. Bu bakımdan eğitim sektöründe düşünülen bu uygulamanın, maliyeti düşüreceği gibi kaliteyi de artıracağı bir gerçektir.

Eğitim sisteminin kalite ve finansman sorunuyla birlikte ele alınması gereken bir diğer önemli sorunu da; eğitimin sürekli gelişen ve gittikçe küçülen dünyada hâlâ merkeziyetçi bir yönetim anlayışıyla sürdürülmesidir. Çünkü bugün ülkemizde özellikle eğitimin finansmana ve yönetimine dayalı acil çözüm bekleyen birtakım sorunlar, bürokratik yapılanmanın getirdiği hantallığa takılmakta bu da eğitim kurumlarında çözümü bir hayli güç sorunlarla karşılaşmamıza neden olmaktadır. Bu durum, bize artık klasik bürokratik yapılanmada köklü bir değişikliğe gidilmesi gerektiğini göstermektedir. Bu bakımdan demokratik dünyanın epeydir benimsediği ve uygulamaya soktuğu "eğitimde yerinde yönetim" meselesini tartışmamız gerekmektedir.

Türkiye, Cumhuriyet'in ilk yıllarında çıkardığı bir yasa ile eğitimde merkeziyetçi yönetim anlayışını benimsemiştir. 3797 sayılı kanuna göre mevcut MEB Teşkilatı; bakanlık; bakan, müsteşar ve müsteşar yardımcılarından oluşur. Bakanlığın her kademesindeki yöneticiler görevlerini usulüne uygun olarak yürütmekten üst kademedeki yöneticilere karşı sorumludurlar. Okul öncesi, ilköğretim, ortaöğretim kurumlarını açmak bakanlığın sorumluluğundadır. Öğretmen atama ve yer değiştirme, eğitim programlarının oluşturulması, eğitim politikalarının belirlenmesi gibi işler bakanlıkça yürütülür. Her ilde ve ilçede bir Milli Eğitim Müdürlüğü bulunur. Okullar, müdür ve müdür yardımcıları tarafından yönetilir.

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, 14 Eylül 2011 tarihinde yayımlanan kanun hükmünde kararname (KHK) ile söz konusu 3797 sayılı yasada bazı değişiklikler yapmıştı. KHK'de göze çarpan değişikliklere göre; 32 olan genel müdür ve üst yönetim birimi sayısının 17'ye, 7 olan müsteşar yardımcısı sayısı ise 5'e düşürülmüştü. MEB Teşkilatı'nda bürokrasiyi azaltmaya dönük atılan bu adım kuşkusuz olumlu bir gelişmedir. Ne var ki MEB hâlâ ulusal düzeyde merkeziyetçi bir yönetim anlayışıyla eğitim faaliyetlerini sürdürmeye devam etmektedir. Bu da neredeyse yaklaşık 1 milyon çalışanı ve 17 milyon öğrencisiyle devasa bir yapıya sahip bakanlığın, tek merkezden yönetilmesi anlamına gelmektedir.

Türkiye uzun yıllardır üniter yapının ve siyasal birliğinin bozulacağı kaygısıyla olsa gerek yerel yönetimlere yetki vermekten kaçınmıştır. Oysa bugün dünyada birçok ülke kaynakların etkili ve verimli bir biçimde kullanımını kolaylaştıran dolayısıyla kırtasiyeciliği ve bürokrasiyi ortadan kaldıran, hizmet ve yatırımların zamanında uygulanmasına fırsat tanıyan, toplumun eğitim faaliyetlerine katılımını kolaylaştıran ve karar alma süreçlerinde aktif kılan aynı zamanda rekabeti ve kaliteyi de beraberinde getiren yerinde yönetim anlayışını benimsemektedir. Bu yüzden demokratik ülkeler eğitim faaliyetlerinde yerel yönetimlere önemli yetkiler tanımaktadır. Örneğin Almanya, Kanada ve ABD'de eğitim hizmetleri merkezden kumanda edilmez. Eğitim sistemi eyaletlere göre farklılık göstermektedir. Fransa, İngiltere, İsveç, İtalya, Finlandiya, Hollanda gibi ülkelerde eğitim yerel yönetimlere devredilmiş durumdadır. Bu ülkelerde özellikle belediyeler eğitim faaliyetlerinde önemli bir yere sahiptir.

DEMOKRATİK ÜLKELERDE 'OKUL ÖZERKLİĞİ' YAYGINLAŞIYOR

Eğitim kalitesiyle dünyanın dikkatini çekmeyi başaran ve PISA raporlarında gösterdikleri performanslarla göz dolduran Finlandiya'da eğitim, yerel yönetimlerin (belediyelerin) sorumluluğu altındadır. İlk ve ortaöğretim okullarının çoğu belediyeler tarafından idare edilir. Eğitimin finansmanı da büyük ölçüde kamu tarafından karşılanır. Hollanda'da ise yasalar, farklı kesimlere okul kurma hakkı tanıdığı gibi dini, ideolojik ya da eğitime ilişkin inançlarına göre eğitim verme hakkı da tanımaktadır. İlk ve ortaöğretim yerel düzeyde idare edilmektedir. Japonya'da eğitim, yerel yönetimlerin hizmetlerinden biri olarak görülmektedir. İlk ve ortaöğretim düzeyindeki eğitim yerel yönetimler tarafından yürütülmektedir. İsveç'te ise yerel yönetimler okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim ve hatta yükseköğretim düzeyinde görevlere sahiptir. Diğer taraftan demokratik dünyada artık "okul özerkliği" de yaygınlık kazanmaktadır. Okulun öğretmen, veli, öğrenci, sivil toplum ve yerel yönetimden uzman birer temsilcinin de bulunduğu komisyonlar tarafından idare edilmesi anlayışı gittikçe hız kazanmaktadır.

Türkiye 2003 yılında AK Parti'nin "Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı"nı tartıştı. Tasarı; kamu yönetiminde bir zihniyet değişikliği olarak öne sürülmüştü. Ayrıca Türkiye'de tıkanan bürokrasiyi rahatlatmayı, devlet ve halk arasındaki karşılıklı güvensizliği ortadan kaldırmayı, bürokratik verimliliği artırmayı, insanların yaşam kalitesini yükseltmeyi en önemlisi de insan hak ve özgürlüklerini genişletmeyi hedefliyordu. Tasarının ilk halinde Milli Eğitim Bakanlığı taşra teşkilatlarının il özel idarelerine devri öngörülüyordu. Ne var ki bugün 4+4+4'ü eleştiren kesimler o günlerde de bu tasarıyı; Türkiye'nin federal bir yapıya sürükleneceği, bölüneceği ve cumhuriyet, laik ve sosyal, üniter devlet yapımızın temelinden sarsabileceği endişeleriyle sert bir dille eleştirmişlerdi. Oysa tasarının mimarlarından Ömer Dinçer, kamu reformu yasa tasarısının önemini; "Geleneksel yönetim düşüncesi içerisinde modern yapılar oluşturulamaz ve çağdaş medeniyet seviyesine ulaşılamaz." diyerek ifade ediyordu. Neticede Genel Kurul'da kabul edilen tasarı, dönemin cumhurbaşkanı tarafından veto edildi.

Bugün artık hiçbir devlet, çevresindeki gelişmeleri kontrol altında tutma ve yönlendirme gücüne sahip değildir. Bu bakımdan eğitimde yerinde yönetim anlayışına artık yer verilmelidir. Türkiye gelinen noktada eğitim faaliyetlerini yerel bölgelerde eğitim ve çocuk gelişim uzmanlarından, psikiyatrlardan, pedagoglardan, yerel yetkililerden, sivil toplum temsilcilerinden ve okul aile birliği üyelerinden, özel sektörden ve iktisatçılardan oluşan "yerel eğitim komisyonlarıyla" yürütebilecek düzeydedir. Bazı bölgelerde eğitimin finansmanı için kamunun aktif katılımını öngören bölgesel para havuzları oluşturulabilir. Okul müdürlerinin seçimle işbaşına geldiği, mevcut müdür yardımcılarının mesleklerine geri döndürüldüğü, okulların bürokratik hiyerarşiden uzak daha sivil/özgür ortamlarda yönetilmeye başlandığı bir ortamda kalitenin gittikçe artacağı bir gerçektir. Halkın eğitim yönetimine aktif katılımı zamanla ailelerde okulla ilgili daha sağlıklı ve yaratıcı özgün fikirlerin oluşmasına neden olacaktır. Her okulun kendi eğitim modelini, tarzını, yıllık aktivitelerini, etkinliklerini hazırlayıp sunduğu bir eğitim öğretim ortamının yaygınlaşması zamanla çok çeşitli ve zengin bir menü sunacaktır topluma.

Mesele, sorunların yerinde belirlenip çözülmesi, eğitimin yönetimine ve sorun çözme sürecine toplumun geniş ölçüde katılımının sağlanması gerektiğidir. Milli Eğitim sisteminin "adem-i merkeziyetçi" bir anlayışla örgütlenmesinin ve eğitimde yetki devri yapmasının katı, merkeziyetçi ve hantal bürokratik yönetim anlayışına dayalı oluşan sorunları büyük ölçüde azaltacağı bir gerçektir. Devlet bu süreçte eğitim faaliyetlerini istismar edebilecek olan illegal yapılanmalara karşı gerekli tedbirleri almakla sorumlu olmalı ve eğitim süreçlerini de insan hakları açısından denetlemelidir. Meselenin siyasî polemik malzemesi yapılmadan, piyasa gerçekleri dikkate alınarak tartışılmasında fayda olacağına inanıyorum. Neticede sorunumuz, Türkiye'de gittikçe büyüyen eğitim sektöründe sorunlara bir çözüm arayışı bulma çabasıdır.

*Liberal Demokrasi Topluluğu, Eğitim Politikaları Araştırma Merkezi Koordinatörü

(Ufuk Coşkun-zaman)

> Eğitim, yerel yönetimlere devredilmeli mi?

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, öğrenci maliyetinin bir kısmını devletin karşılayacağı, üstünün de aile tarafından tamamlanacağı bir özel okul formülünü açıkladı.

Bakıldığında her yıl genel bütçeden MEB'e ayrılan payın artmasına rağmen kamusal eğitimin finansmana dayalı sorunları bir türlü giderilememektedir. Bu durum aynı zamanda devlet okullarında ciddi kalite düşüşlerini de beraberinde getirmektedir. Bu bakımdan sağlık alanında gerçekleştirilen sağlık hizmetinin büyük oranda özel sektörden alınmasını öngören ve büyük ölçüde işe yarayan uygulamanın şimdi eğitim sektöründe işlerlik kazandırılması planlanıyor. Bugün rekabetçi piyasa ekonomisinin sunduğu farklı tercihlerle insanlar düşük maliyetle kaliteli hizmetler satın alabilmektedirler. Bu bakımdan eğitim sektöründe düşünülen bu uygulamanın, maliyeti düşüreceği gibi kaliteyi de artıracağı bir gerçektir.

Eğitim sisteminin kalite ve finansman sorunuyla birlikte ele alınması gereken bir diğer önemli sorunu da; eğitimin sürekli gelişen ve gittikçe küçülen dünyada hâlâ merkeziyetçi bir yönetim anlayışıyla sürdürülmesidir. Çünkü bugün ülkemizde özellikle eğitimin finansmana ve yönetimine dayalı acil çözüm bekleyen birtakım sorunlar, bürokratik yapılanmanın getirdiği hantallığa takılmakta bu da eğitim kurumlarında çözümü bir hayli güç sorunlarla karşılaşmamıza neden olmaktadır. Bu durum, bize artık klasik bürokratik yapılanmada köklü bir değişikliğe gidilmesi gerektiğini göstermektedir. Bu bakımdan demokratik dünyanın epeydir benimsediği ve uygulamaya soktuğu "eğitimde yerinde yönetim" meselesini tartışmamız gerekmektedir.

Türkiye, Cumhuriyet'in ilk yıllarında çıkardığı bir yasa ile eğitimde merkeziyetçi yönetim anlayışını benimsemiştir. 3797 sayılı kanuna göre mevcut MEB Teşkilatı; bakanlık; bakan, müsteşar ve müsteşar yardımcılarından oluşur. Bakanlığın her kademesindeki yöneticiler görevlerini usulüne uygun olarak yürütmekten üst kademedeki yöneticilere karşı sorumludurlar. Okul öncesi, ilköğretim, ortaöğretim kurumlarını açmak bakanlığın sorumluluğundadır. Öğretmen atama ve yer değiştirme, eğitim programlarının oluşturulması, eğitim politikalarının belirlenmesi gibi işler bakanlıkça yürütülür. Her ilde ve ilçede bir Milli Eğitim Müdürlüğü bulunur. Okullar, müdür ve müdür yardımcıları tarafından yönetilir.

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, 14 Eylül 2011 tarihinde yayımlanan kanun hükmünde kararname (KHK) ile söz konusu 3797 sayılı yasada bazı değişiklikler yapmıştı. KHK'de göze çarpan değişikliklere göre; 32 olan genel müdür ve üst yönetim birimi sayısının 17'ye, 7 olan müsteşar yardımcısı sayısı ise 5'e düşürülmüştü. MEB Teşkilatı'nda bürokrasiyi azaltmaya dönük atılan bu adım kuşkusuz olumlu bir gelişmedir. Ne var ki MEB hâlâ ulusal düzeyde merkeziyetçi bir yönetim anlayışıyla eğitim faaliyetlerini sürdürmeye devam etmektedir. Bu da neredeyse yaklaşık 1 milyon çalışanı ve 17 milyon öğrencisiyle devasa bir yapıya sahip bakanlığın, tek merkezden yönetilmesi anlamına gelmektedir.

Türkiye uzun yıllardır üniter yapının ve siyasal birliğinin bozulacağı kaygısıyla olsa gerek yerel yönetimlere yetki vermekten kaçınmıştır. Oysa bugün dünyada birçok ülke kaynakların etkili ve verimli bir biçimde kullanımını kolaylaştıran dolayısıyla kırtasiyeciliği ve bürokrasiyi ortadan kaldıran, hizmet ve yatırımların zamanında uygulanmasına fırsat tanıyan, toplumun eğitim faaliyetlerine katılımını kolaylaştıran ve karar alma süreçlerinde aktif kılan aynı zamanda rekabeti ve kaliteyi de beraberinde getiren yerinde yönetim anlayışını benimsemektedir. Bu yüzden demokratik ülkeler eğitim faaliyetlerinde yerel yönetimlere önemli yetkiler tanımaktadır. Örneğin Almanya, Kanada ve ABD'de eğitim hizmetleri merkezden kumanda edilmez. Eğitim sistemi eyaletlere göre farklılık göstermektedir. Fransa, İngiltere, İsveç, İtalya, Finlandiya, Hollanda gibi ülkelerde eğitim yerel yönetimlere devredilmiş durumdadır. Bu ülkelerde özellikle belediyeler eğitim faaliyetlerinde önemli bir yere sahiptir.

DEMOKRATİK ÜLKELERDE 'OKUL ÖZERKLİĞİ' YAYGINLAŞIYOR

Eğitim kalitesiyle dünyanın dikkatini çekmeyi başaran ve PISA raporlarında gösterdikleri performanslarla göz dolduran Finlandiya'da eğitim, yerel yönetimlerin (belediyelerin) sorumluluğu altındadır. İlk ve ortaöğretim okullarının çoğu belediyeler tarafından idare edilir. Eğitimin finansmanı da büyük ölçüde kamu tarafından karşılanır. Hollanda'da ise yasalar, farklı kesimlere okul kurma hakkı tanıdığı gibi dini, ideolojik ya da eğitime ilişkin inançlarına göre eğitim verme hakkı da tanımaktadır. İlk ve ortaöğretim yerel düzeyde idare edilmektedir. Japonya'da eğitim, yerel yönetimlerin hizmetlerinden biri olarak görülmektedir. İlk ve ortaöğretim düzeyindeki eğitim yerel yönetimler tarafından yürütülmektedir. İsveç'te ise yerel yönetimler okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim ve hatta yükseköğretim düzeyinde görevlere sahiptir. Diğer taraftan demokratik dünyada artık "okul özerkliği" de yaygınlık kazanmaktadır. Okulun öğretmen, veli, öğrenci, sivil toplum ve yerel yönetimden uzman birer temsilcinin de bulunduğu komisyonlar tarafından idare edilmesi anlayışı gittikçe hız kazanmaktadır.

Türkiye 2003 yılında AK Parti'nin "Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı"nı tartıştı. Tasarı; kamu yönetiminde bir zihniyet değişikliği olarak öne sürülmüştü. Ayrıca Türkiye'de tıkanan bürokrasiyi rahatlatmayı, devlet ve halk arasındaki karşılıklı güvensizliği ortadan kaldırmayı, bürokratik verimliliği artırmayı, insanların yaşam kalitesini yükseltmeyi en önemlisi de insan hak ve özgürlüklerini genişletmeyi hedefliyordu. Tasarının ilk halinde Milli Eğitim Bakanlığı taşra teşkilatlarının il özel idarelerine devri öngörülüyordu. Ne var ki bugün 4+4+4'ü eleştiren kesimler o günlerde de bu tasarıyı; Türkiye'nin federal bir yapıya sürükleneceği, bölüneceği ve cumhuriyet, laik ve sosyal, üniter devlet yapımızın temelinden sarsabileceği endişeleriyle sert bir dille eleştirmişlerdi. Oysa tasarının mimarlarından Ömer Dinçer, kamu reformu yasa tasarısının önemini; "Geleneksel yönetim düşüncesi içerisinde modern yapılar oluşturulamaz ve çağdaş medeniyet seviyesine ulaşılamaz." diyerek ifade ediyordu. Neticede Genel Kurul'da kabul edilen tasarı, dönemin cumhurbaşkanı tarafından veto edildi.

Bugün artık hiçbir devlet, çevresindeki gelişmeleri kontrol altında tutma ve yönlendirme gücüne sahip değildir. Bu bakımdan eğitimde yerinde yönetim anlayışına artık yer verilmelidir. Türkiye gelinen noktada eğitim faaliyetlerini yerel bölgelerde eğitim ve çocuk gelişim uzmanlarından, psikiyatrlardan, pedagoglardan, yerel yetkililerden, sivil toplum temsilcilerinden ve okul aile birliği üyelerinden, özel sektörden ve iktisatçılardan oluşan "yerel eğitim komisyonlarıyla" yürütebilecek düzeydedir. Bazı bölgelerde eğitimin finansmanı için kamunun aktif katılımını öngören bölgesel para havuzları oluşturulabilir. Okul müdürlerinin seçimle işbaşına geldiği, mevcut müdür yardımcılarının mesleklerine geri döndürüldüğü, okulların bürokratik hiyerarşiden uzak daha sivil/özgür ortamlarda yönetilmeye başlandığı bir ortamda kalitenin gittikçe artacağı bir gerçektir. Halkın eğitim yönetimine aktif katılımı zamanla ailelerde okulla ilgili daha sağlıklı ve yaratıcı özgün fikirlerin oluşmasına neden olacaktır. Her okulun kendi eğitim modelini, tarzını, yıllık aktivitelerini, etkinliklerini hazırlayıp sunduğu bir eğitim öğretim ortamının yaygınlaşması zamanla çok çeşitli ve zengin bir menü sunacaktır topluma.

Mesele, sorunların yerinde belirlenip çözülmesi, eğitimin yönetimine ve sorun çözme sürecine toplumun geniş ölçüde katılımının sağlanması gerektiğidir. Milli Eğitim sisteminin "adem-i merkeziyetçi" bir anlayışla örgütlenmesinin ve eğitimde yetki devri yapmasının katı, merkeziyetçi ve hantal bürokratik yönetim anlayışına dayalı oluşan sorunları büyük ölçüde azaltacağı bir gerçektir. Devlet bu süreçte eğitim faaliyetlerini istismar edebilecek olan illegal yapılanmalara karşı gerekli tedbirleri almakla sorumlu olmalı ve eğitim süreçlerini de insan hakları açısından denetlemelidir. Meselenin siyasî polemik malzemesi yapılmadan, piyasa gerçekleri dikkate alınarak tartışılmasında fayda olacağına inanıyorum. Neticede sorunumuz, Türkiye'de gittikçe büyüyen eğitim sektöründe sorunlara bir çözüm arayışı bulma çabasıdır.

*Liberal Demokrasi Topluluğu, Eğitim Politikaları Araştırma Merkezi Koordinatörü

(Ufuk Coşkun-zaman)

Son Güncelleme: Perşembe, 03 May 2012 09:47

Gösterim: 2103

Milli Eğitim Bakanlığı ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın ortaklaşa yürüttüğü ‘Okul Sütü Projesi’ dün başladı. 32 bin 500 okulda 7 milyon 200 bin öğrenciye süt dağıtıldı. 11 ilde toplam 1063 öğrenci sütleri içtikten sonra fenalaşarak hastanelere kaldırıldı.

okul sütü vakalarıGıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker ile Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, dün başlatılan okul sütü programı kapsamında Ankara’6da Sincan İl Genel Meclisi İlköğretim Okulu’nda öğrencilere süt dağıttı. Eker, Türkiye’de 32 bin 500 okulda 7,2 milyon öğrencinin yeni bir uygulamayla tanıştığını belirterek, okul sütü projesiyle amaçlarının çocukların sağlıklı beslenmesine katkı sağlamak olduğunu söyledi. Projenin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla başlatıldığını ifade eden Eker, projeyle bu eğitim-öğretim yılı sonuna kadar çocukların her okul günü süt içeceğini kaydetti. Eker, yaklaşık 144 milyon kutu süt dağıtılacağını ve maliyetin 75 milyon lirayı bulacağını ifade ederek, çalışmanın bir amacının da süt üreticilerini ve sanayini desteklemek olduğunu belirtti.

Eker, Diyarbakır’da kendi öğrenciliği zamanında da süt tozuyla benzer bir projenin uygulandığını ancak o zaman süt tozunun sıcak suyla kaynatıldığını, çocukların evlerinden getirdikleri bardaklarla bunu içebildiklerini anlattı.

Barış Manço’yu andı

Dinçer de konuşmasında, çocuklara süt içmeyi, ıspanak yedirmeyi sevdiren merhum sanatçı Barış Manço’yu anarak, “Bugün keşke o da aramızda olsaydı. Belki de bir hayalinin gerçekleştiğini görüp çok mutlu olacaktı” dedi. Süt içmenin protein ihtiyacının karşılanmasında önemli olduğunu vurgulayan Dinçer, “Kısa boylu kalmak, bodur olmak ister misiniz? İstemeyiz. Boyumuzun uzayabilmesi için süt içmenin ne kadar önemli olduğunu biliyor musunuz? Öyleyse uygun ve düzgün boyumuz olsun diye mutlaka süt içmeliyiz. Türkiye’deki çocuklarımızın yüzde 10-11 civarında boy sorunu var, bunu çözmenin yolu da süt içmekten geçiyor.

SBS’de başarılı olmak istiyor musunuz? Üniversiteye giriş sınavında istediğiniz bölüme girmek istiyor musunuz? O zaman bizim zihni ve bedeni gelişimimize katkı sağlayacak sütü içeceğiz” dedi.

Hastanaler doldu

Öğleye doğru yurdun dört bir yanından okulda dağıtılan sütleri içtikten sonra fenalaşarak hastaneye kaldırılan öğrencilerle ilgili haberler geldi. İstanbil’un Sultanbeyli ilçesinde 60, Diyarbakır’da 158, Sivas’ta 600, Antalya’da 80, Edirne’de 20, Kırıkkale’de 36, Adana’da 200, Samsun‘da 8, Konya’da 25, Sakarya’da 38, Mersin’de 25, Muğla’da da 13 öğrenci hastanelere kaldırıldı. Öğrencilerin bir çoğu yapılan mürahelenin ardınadn günün ilerleyen saatlerinde taburcu edildi. Bakan Ömer Dinçer, gazetecilerin öğrencilerin sütten zehirlendiği iddialarıyla ilgili sorularına, “Sütü daha bugün dağıttık arkadaşlar... Daha yeni, bu sabah başladı” diye yanıt verdi.

ARINÇ: Üzücü ama büyütülecek noktada değil

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Okul Sütü Projesi” kapsamında yaşanan vakaların, besin zehirlenmesi belirtileri taşımadığını söyledi. Arınç, konunun üzücü ancak büyütülecek ve kampanyayı gölgeleyecek noktada olmadığını kaydetti. Süt tüketimini müteakip ortaya çıkacak muhtemel “laktoz intolerans” belirtileri ve süt alerjisi için öncelikli tedbir alındığını dile getiren Arınç, süt alerjisinin bazı kişilerde olabildiğini, ilk kez ya da aşırı dozda içildiğinde alerji belirtilerinin görülebildiğini kaydetti.

Gıda Bakanlığı: Süt şekerine hassaslar

Sağlık Bakanlığı, okul sütü dağıtımının ardından pek çok öğrencinin hastaneye kaldırılması için “Okul çağı çocuklarında inek sütüne alerji binde 5 oranında bildirilmektedir. Süt şekerine karşı tahammülsüzlük ise daha çok 7-8. sınıflarda görülmekte olup bulantı, kusma ve ishal belirtileri gösteren bir durumdur” açıklaması yaptı.

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı da, “Okul sütü” projesi kapsamında okullarda süt dağıtımının başladığı gün çok sayıda öğrencinin hastanelik olmasının ardından konuyla ilgili inceleme başlattı. Sağlık şikayeti alınan okullardan numune alındığını bildiren bakanlık, numune sonuçları gelmeden yaptığı ilk açıklamada, “Gelen şikayetlerin bünyeleri süt şekerine hassas olan çocuklarımızla ilgili olduğu değerlendirilmiştir” dedi.

SİVAS

Hastanede muayene sırasını bekleyen öğrenciler gözyaşı döktü. 

EDİRNE

Öğrenciler sütleri içtikten sonra midelerinin bulandığını söyledi.

DİYARBAKIR

Mide bulantısı karın ağrısı şikâyeti olan çocukların çoğunluğu serum verilip ilk müdahalede bulunulduktan sonra taburcu edildi. 

‘Zehirlenme değil’

Adını açıklamak istemeyen bir süt üreticisi öğrencilerin süt içtikten sonra rahatsızlanmalarıyla ilgili olarak şu bilgileri verdi:

“Türkiye’de 7 milyon 200 bin çocuğa süt dağıtımı yapıldı. Bu sütlerden tüketen bazı çocukların rahatsızlandığı yönünde haberler geldi. Bazı şehirlerde ise bu zehirlenme olarak yorumlandı. Bu yanlış. Eğer bir zehirlenmeden bahsedilecek olsaydı söz konusu okuldaki tüm çocukların rahatsızlanması gerekirdi. Tek tek rahatsızlanma hali bir zehirlenme olmadığını gösteriyor. Süt içme alışkanlığı olmayan insanların midesinde sütü sindirecek enzimler bulunmaz. Süt içtiklerinde vücut bu nedenle tepki verir. Süt içmeye devam edilirse kısa bir süre içinde vücut enzim üretir ve alışkanlık sağlanır. Bu tecrübeyi 10 - 12 yıl önceki bir projede yaşamıştık. O dönem düşük gelirli bölgelerde 1 milyon çocuğa süt dağıtıldı. Yine ilk gün yaşanan rahatsızlıklar zehirlenme olarak yansımış, sonra da bir zehirlenme olmadığı anlaşılmıştı. Sütlerin bayat olduğuna yönelik iddialara gelince, böyle bir şey söz konusu olamaz. Ambalajlar bile yeni üretildi. Bayat süt olursa zaten bozulur ve bozuk süt zaten tadı ile kokusu nedeniyle tüketilemez bile...” 

Kim, hangi bölgede?

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, öğrencilere dağıtılacak sütler için ilk ihaleye geçtiğimiz günlerde çıkmıştı. İhalede, sadece, İçanadolu, Ege ve Marmara bölgeleri için geçerli teklif gelmişti. Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesi için hiç teklif alınmazken, Akdeniz Bölgesi için verilen teklif, geçersiz sayılmıştı. Bakanlık da ihaleyi iptal etmiş, “cazip” bölgeler ile “cazip olmayan” bölgelerin eşlenerek ihale edilmesine karar vermişti. Süt alım ihalesine 15 gün önce yeniden çıkıldı ve firmalar şu bölgeleri aldı:

-  Bims Gıda-Gülsan Gıda-MAR Tüketim-MAMSAN Gıda-BAKRAÇ Süt; İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri.

-  Ak Gıda -Sütaş Süt Ürünleri A.Ş-Danone Tikveşli Gıda ve İçecek- Tat Konserve A.Ş-Yörükler Dış Tic. A.Ş; Marmara ve Karadeniz bölgeleri.

-  Dimes Gıda-Pınar Süt -Balkan Süt Mama Ltd. Şti iş ortaklığı; Doğu Anadolu ve Ege Bölgeleri.

- Yörükoğlu-Pilot ortaklığında Güney Süt-Oğuz Gıda-Akbel Süt İş Ortaklığı; Akdeniz Bölgesi.

TZOB’den destek

Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, “7 milyon 63 bin 768 çocuğa her gün en az 200 mililitre uzun ömürlü süt dağıtılmasını sağlayacak ‘Okul Sütü Projesi’ni çok önemsiyor ve atılan bu olumlu adımı sonuna kadar destekliyoruz” dedi. Bayraktar, Çek Cumhuriyeti’nde uygulanan okul sütü programı ile süt tüketiminde yüzde 19 oranında bir artış sağlandığını belirtti. Portekiz’de ise programla kişi başına süt tüketiminin 29 litreden 70 litreye yükseldiğini belirten Bayraktar, “10 yıl içinde boy ortalamasında 3 cm. artış olmuş” diye konuştu.

UZMANLAR NE DİYOR?

‘Kaliteden endişe edilmeli’

- Çocuk Gastroenteroloji ve Beslenme Uzmanı Prof. Dr. Benal Büyükgebiz: Sütün içindeki laktozu yani karbonhidratı, bazı bünyeler tolere edemez. Biz buna laktoz entoleransı deriz. Laktozu mide bağırsak sisteminde parçalayan enzim eksik olduğu için sıkıntı yaşanır. Karın ağrısı, şişme ve bunaltı olur. Hazımda sıkıntı olur. Dışkı yumuşayabilir, ishale neden olabilir. Ben derste st içtikten sonra kim hazım sorunu yaşıyor dediğimde yüzde 70’in üzerinde parmak kaldırılır. Türkiye’de bu çok sık görülür. Laktoz entolaransı erişkin hastalığıdır, ergenlik ve sonrasında belirginleşir. Bu çocukların yaş grubu itibariyle o yaş grubunun altında oldukları ve rahatsızlığın görüldüğü okulların hetorojen yapısı dikkate alındığında sütün kalitesinden endişe edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Laktoz entoleransı olsa tüm okullarda belli orandaki çocuklarda görülmesi gerekirdi. Edirne’deki 100 okuldan sadece 1’inde mi bu var? Bütün laktozu tolere edemeyen çocuklar o sınıfta mı? Sütün hijyeninde bir sorun olma olasılığını ön plana çıkarıyorum. Dağıtılan sütler ağustos miyadlı. Uzun ömürlü bir süt. Sütü kim ve nasıl üretti ona bakmak lazım? Çünkü bu sütler ciddi anlamda ultra pastörize. Bozulmalarına yol açacak mikrobik konsantrasyonları zaten çok çok az. Oda sıcaklığında uzun süre miyadları var.

‘Hayvanlar nasıl beslenmiş?’

- Çocuk Sağlığı Hastalıkları ve Çocuk Alerjisi Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak Nuhoğlu: Çocuklarda sütle ilgili olarak 2 tür reaksiyon görülüyor. Birisi süt alerjisi diye adlandırdığımız az miktarda sütle bile mide, bağırsak ve ciltte yan etkiler yaratan alerji diğeri ise süt intoleransı dediğimiz durum. Süt intoleransı sütün tüketim miktarıyla da ilgili. Özellikle çocuklarda günlük 200-300 miligramdan fazlasının tüketilmesini önermiyoruz. Çok tüketildiğinde ishal, kabızlık, reflü, mide bağırsakta gaz gibi yen etkilere neden olabiliyor. Mide bağırsak sorunu olan çocukların sütü çok aşırı tüketmemesi gerekiyor. Çocukların gece süt içirilip yatırılmaması lazım. Ancak ilk dağıtım yapılan günde bu kadar yaygın bir sorun yaşanmasını bu iki reaksiyonla izah edemeyiz. Süt proteininden bağımsız bir katkı maddesi devreye giriyor demektir. Ancak böyle izah edilebilir. Sütlerin  nereden alındığına bakılmalı. Hayvanların beslenme şekilleri incelenmeli. Mesela hayvanlara gelişimleri için penisilin veriliyor. Bunlar süte karışıyor olabilir. Beslendikleri gıdalar araştırılmalı.

‘İshal, şişkinlik bulantı olabilir’

- Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Saniye Bilici: Zehirlenme teşhisi konulmadan yorum yapmak kolay değil. Sütte bulunan süt şekerinin bağırsaklarda sindirilebilmesi için bir enzim var. Bunun yetersizliği nedeniyle bazı sıkıntılar ortaya çıkabilir. Bu da zehirlenmeyle aynı komplikasyonlara sahiptir. İshal, kramp, şişkinlik, bulantı olabilir. Sütün azar azar yiyecekler eşliğinde tüketilmesi gerekir. Dayanıklı sütler uygun ortamda saklanırsa dayanma süresi 6 aya kadar uzar. UHT sütler oda ısısında bekletilir. Güneş ışığına maruz kalsa da bu süre kısalmaz.

(milliyet)

> ‘Okul sütü’nde ağır tablo 1000 öğrenci hastanelik

Milli Eğitim Bakanlığı ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın ortaklaşa yürüttüğü ‘Okul Sütü Projesi’ dün başladı. 32 bin 500 okulda 7 milyon 200 bin öğrenciye süt dağıtıldı. 11 ilde toplam 1063 öğrenci sütleri içtikten sonra fenalaşarak hastanelere kaldırıldı.

okul sütü vakalarıGıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker ile Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, dün başlatılan okul sütü programı kapsamında Ankara’6da Sincan İl Genel Meclisi İlköğretim Okulu’nda öğrencilere süt dağıttı. Eker, Türkiye’de 32 bin 500 okulda 7,2 milyon öğrencinin yeni bir uygulamayla tanıştığını belirterek, okul sütü projesiyle amaçlarının çocukların sağlıklı beslenmesine katkı sağlamak olduğunu söyledi. Projenin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla başlatıldığını ifade eden Eker, projeyle bu eğitim-öğretim yılı sonuna kadar çocukların her okul günü süt içeceğini kaydetti. Eker, yaklaşık 144 milyon kutu süt dağıtılacağını ve maliyetin 75 milyon lirayı bulacağını ifade ederek, çalışmanın bir amacının da süt üreticilerini ve sanayini desteklemek olduğunu belirtti.

Eker, Diyarbakır’da kendi öğrenciliği zamanında da süt tozuyla benzer bir projenin uygulandığını ancak o zaman süt tozunun sıcak suyla kaynatıldığını, çocukların evlerinden getirdikleri bardaklarla bunu içebildiklerini anlattı.

Barış Manço’yu andı

Dinçer de konuşmasında, çocuklara süt içmeyi, ıspanak yedirmeyi sevdiren merhum sanatçı Barış Manço’yu anarak, “Bugün keşke o da aramızda olsaydı. Belki de bir hayalinin gerçekleştiğini görüp çok mutlu olacaktı” dedi. Süt içmenin protein ihtiyacının karşılanmasında önemli olduğunu vurgulayan Dinçer, “Kısa boylu kalmak, bodur olmak ister misiniz? İstemeyiz. Boyumuzun uzayabilmesi için süt içmenin ne kadar önemli olduğunu biliyor musunuz? Öyleyse uygun ve düzgün boyumuz olsun diye mutlaka süt içmeliyiz. Türkiye’deki çocuklarımızın yüzde 10-11 civarında boy sorunu var, bunu çözmenin yolu da süt içmekten geçiyor.

SBS’de başarılı olmak istiyor musunuz? Üniversiteye giriş sınavında istediğiniz bölüme girmek istiyor musunuz? O zaman bizim zihni ve bedeni gelişimimize katkı sağlayacak sütü içeceğiz” dedi.

Hastanaler doldu

Öğleye doğru yurdun dört bir yanından okulda dağıtılan sütleri içtikten sonra fenalaşarak hastaneye kaldırılan öğrencilerle ilgili haberler geldi. İstanbil’un Sultanbeyli ilçesinde 60, Diyarbakır’da 158, Sivas’ta 600, Antalya’da 80, Edirne’de 20, Kırıkkale’de 36, Adana’da 200, Samsun‘da 8, Konya’da 25, Sakarya’da 38, Mersin’de 25, Muğla’da da 13 öğrenci hastanelere kaldırıldı. Öğrencilerin bir çoğu yapılan mürahelenin ardınadn günün ilerleyen saatlerinde taburcu edildi. Bakan Ömer Dinçer, gazetecilerin öğrencilerin sütten zehirlendiği iddialarıyla ilgili sorularına, “Sütü daha bugün dağıttık arkadaşlar... Daha yeni, bu sabah başladı” diye yanıt verdi.

ARINÇ: Üzücü ama büyütülecek noktada değil

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Okul Sütü Projesi” kapsamında yaşanan vakaların, besin zehirlenmesi belirtileri taşımadığını söyledi. Arınç, konunun üzücü ancak büyütülecek ve kampanyayı gölgeleyecek noktada olmadığını kaydetti. Süt tüketimini müteakip ortaya çıkacak muhtemel “laktoz intolerans” belirtileri ve süt alerjisi için öncelikli tedbir alındığını dile getiren Arınç, süt alerjisinin bazı kişilerde olabildiğini, ilk kez ya da aşırı dozda içildiğinde alerji belirtilerinin görülebildiğini kaydetti.

Gıda Bakanlığı: Süt şekerine hassaslar

Sağlık Bakanlığı, okul sütü dağıtımının ardından pek çok öğrencinin hastaneye kaldırılması için “Okul çağı çocuklarında inek sütüne alerji binde 5 oranında bildirilmektedir. Süt şekerine karşı tahammülsüzlük ise daha çok 7-8. sınıflarda görülmekte olup bulantı, kusma ve ishal belirtileri gösteren bir durumdur” açıklaması yaptı.

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı da, “Okul sütü” projesi kapsamında okullarda süt dağıtımının başladığı gün çok sayıda öğrencinin hastanelik olmasının ardından konuyla ilgili inceleme başlattı. Sağlık şikayeti alınan okullardan numune alındığını bildiren bakanlık, numune sonuçları gelmeden yaptığı ilk açıklamada, “Gelen şikayetlerin bünyeleri süt şekerine hassas olan çocuklarımızla ilgili olduğu değerlendirilmiştir” dedi.

SİVAS

Hastanede muayene sırasını bekleyen öğrenciler gözyaşı döktü. 

EDİRNE

Öğrenciler sütleri içtikten sonra midelerinin bulandığını söyledi.

DİYARBAKIR

Mide bulantısı karın ağrısı şikâyeti olan çocukların çoğunluğu serum verilip ilk müdahalede bulunulduktan sonra taburcu edildi. 

‘Zehirlenme değil’

Adını açıklamak istemeyen bir süt üreticisi öğrencilerin süt içtikten sonra rahatsızlanmalarıyla ilgili olarak şu bilgileri verdi:

“Türkiye’de 7 milyon 200 bin çocuğa süt dağıtımı yapıldı. Bu sütlerden tüketen bazı çocukların rahatsızlandığı yönünde haberler geldi. Bazı şehirlerde ise bu zehirlenme olarak yorumlandı. Bu yanlış. Eğer bir zehirlenmeden bahsedilecek olsaydı söz konusu okuldaki tüm çocukların rahatsızlanması gerekirdi. Tek tek rahatsızlanma hali bir zehirlenme olmadığını gösteriyor. Süt içme alışkanlığı olmayan insanların midesinde sütü sindirecek enzimler bulunmaz. Süt içtiklerinde vücut bu nedenle tepki verir. Süt içmeye devam edilirse kısa bir süre içinde vücut enzim üretir ve alışkanlık sağlanır. Bu tecrübeyi 10 - 12 yıl önceki bir projede yaşamıştık. O dönem düşük gelirli bölgelerde 1 milyon çocuğa süt dağıtıldı. Yine ilk gün yaşanan rahatsızlıklar zehirlenme olarak yansımış, sonra da bir zehirlenme olmadığı anlaşılmıştı. Sütlerin bayat olduğuna yönelik iddialara gelince, böyle bir şey söz konusu olamaz. Ambalajlar bile yeni üretildi. Bayat süt olursa zaten bozulur ve bozuk süt zaten tadı ile kokusu nedeniyle tüketilemez bile...” 

Kim, hangi bölgede?

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, öğrencilere dağıtılacak sütler için ilk ihaleye geçtiğimiz günlerde çıkmıştı. İhalede, sadece, İçanadolu, Ege ve Marmara bölgeleri için geçerli teklif gelmişti. Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesi için hiç teklif alınmazken, Akdeniz Bölgesi için verilen teklif, geçersiz sayılmıştı. Bakanlık da ihaleyi iptal etmiş, “cazip” bölgeler ile “cazip olmayan” bölgelerin eşlenerek ihale edilmesine karar vermişti. Süt alım ihalesine 15 gün önce yeniden çıkıldı ve firmalar şu bölgeleri aldı:

-  Bims Gıda-Gülsan Gıda-MAR Tüketim-MAMSAN Gıda-BAKRAÇ Süt; İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri.

-  Ak Gıda -Sütaş Süt Ürünleri A.Ş-Danone Tikveşli Gıda ve İçecek- Tat Konserve A.Ş-Yörükler Dış Tic. A.Ş; Marmara ve Karadeniz bölgeleri.

-  Dimes Gıda-Pınar Süt -Balkan Süt Mama Ltd. Şti iş ortaklığı; Doğu Anadolu ve Ege Bölgeleri.

- Yörükoğlu-Pilot ortaklığında Güney Süt-Oğuz Gıda-Akbel Süt İş Ortaklığı; Akdeniz Bölgesi.

TZOB’den destek

Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, “7 milyon 63 bin 768 çocuğa her gün en az 200 mililitre uzun ömürlü süt dağıtılmasını sağlayacak ‘Okul Sütü Projesi’ni çok önemsiyor ve atılan bu olumlu adımı sonuna kadar destekliyoruz” dedi. Bayraktar, Çek Cumhuriyeti’nde uygulanan okul sütü programı ile süt tüketiminde yüzde 19 oranında bir artış sağlandığını belirtti. Portekiz’de ise programla kişi başına süt tüketiminin 29 litreden 70 litreye yükseldiğini belirten Bayraktar, “10 yıl içinde boy ortalamasında 3 cm. artış olmuş” diye konuştu.

UZMANLAR NE DİYOR?

‘Kaliteden endişe edilmeli’

- Çocuk Gastroenteroloji ve Beslenme Uzmanı Prof. Dr. Benal Büyükgebiz: Sütün içindeki laktozu yani karbonhidratı, bazı bünyeler tolere edemez. Biz buna laktoz entoleransı deriz. Laktozu mide bağırsak sisteminde parçalayan enzim eksik olduğu için sıkıntı yaşanır. Karın ağrısı, şişme ve bunaltı olur. Hazımda sıkıntı olur. Dışkı yumuşayabilir, ishale neden olabilir. Ben derste st içtikten sonra kim hazım sorunu yaşıyor dediğimde yüzde 70’in üzerinde parmak kaldırılır. Türkiye’de bu çok sık görülür. Laktoz entolaransı erişkin hastalığıdır, ergenlik ve sonrasında belirginleşir. Bu çocukların yaş grubu itibariyle o yaş grubunun altında oldukları ve rahatsızlığın görüldüğü okulların hetorojen yapısı dikkate alındığında sütün kalitesinden endişe edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Laktoz entoleransı olsa tüm okullarda belli orandaki çocuklarda görülmesi gerekirdi. Edirne’deki 100 okuldan sadece 1’inde mi bu var? Bütün laktozu tolere edemeyen çocuklar o sınıfta mı? Sütün hijyeninde bir sorun olma olasılığını ön plana çıkarıyorum. Dağıtılan sütler ağustos miyadlı. Uzun ömürlü bir süt. Sütü kim ve nasıl üretti ona bakmak lazım? Çünkü bu sütler ciddi anlamda ultra pastörize. Bozulmalarına yol açacak mikrobik konsantrasyonları zaten çok çok az. Oda sıcaklığında uzun süre miyadları var.

‘Hayvanlar nasıl beslenmiş?’

- Çocuk Sağlığı Hastalıkları ve Çocuk Alerjisi Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak Nuhoğlu: Çocuklarda sütle ilgili olarak 2 tür reaksiyon görülüyor. Birisi süt alerjisi diye adlandırdığımız az miktarda sütle bile mide, bağırsak ve ciltte yan etkiler yaratan alerji diğeri ise süt intoleransı dediğimiz durum. Süt intoleransı sütün tüketim miktarıyla da ilgili. Özellikle çocuklarda günlük 200-300 miligramdan fazlasının tüketilmesini önermiyoruz. Çok tüketildiğinde ishal, kabızlık, reflü, mide bağırsakta gaz gibi yen etkilere neden olabiliyor. Mide bağırsak sorunu olan çocukların sütü çok aşırı tüketmemesi gerekiyor. Çocukların gece süt içirilip yatırılmaması lazım. Ancak ilk dağıtım yapılan günde bu kadar yaygın bir sorun yaşanmasını bu iki reaksiyonla izah edemeyiz. Süt proteininden bağımsız bir katkı maddesi devreye giriyor demektir. Ancak böyle izah edilebilir. Sütlerin  nereden alındığına bakılmalı. Hayvanların beslenme şekilleri incelenmeli. Mesela hayvanlara gelişimleri için penisilin veriliyor. Bunlar süte karışıyor olabilir. Beslendikleri gıdalar araştırılmalı.

‘İshal, şişkinlik bulantı olabilir’

- Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Saniye Bilici: Zehirlenme teşhisi konulmadan yorum yapmak kolay değil. Sütte bulunan süt şekerinin bağırsaklarda sindirilebilmesi için bir enzim var. Bunun yetersizliği nedeniyle bazı sıkıntılar ortaya çıkabilir. Bu da zehirlenmeyle aynı komplikasyonlara sahiptir. İshal, kramp, şişkinlik, bulantı olabilir. Sütün azar azar yiyecekler eşliğinde tüketilmesi gerekir. Dayanıklı sütler uygun ortamda saklanırsa dayanma süresi 6 aya kadar uzar. UHT sütler oda ısısında bekletilir. Güneş ışığına maruz kalsa da bu süre kısalmaz.

(milliyet)

Son Güncelleme: Perşembe, 03 May 2012 09:06

Gösterim: 3357

Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürü Prof. Dr. İrfan Aycan, "Iğdır'daki çocuk Caferilik'le ilgili bilgiler almak isterse, Çorum'daki aile çocuğuna Alevilik'le ilgili detaylı bilgi vermek isterse bunu da sağlayacağız" dedi.

alevi din dersleriHitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde öğrencilerle bir araya gelen Aycan, burada yaptığı konuşmada, 1930 yılında din eğitimi veren kurumların kapatıldığını, din eğitimi ihtiyacını karşılamak isteyen bazı ailelerin çocuklarını Arap ülkelerine gönderdiklerini, bunların da zaman zaman olumsuzluklara neden olduğunu söyledi. Din eğitimi eksikliğinin bir dönem “ülkede cenaze yıkayacak, defin yapacak kimse kalmadı” olarak ifade edildiğini anımsatan Aycan, 1947 yılında CHP kongresinde bu konunun ciddi bir şekilde tartışıldığını ve din eğitiminin verilecek kurslarla telafi edilmesi kararı alındığını belirtti.

1951 yılında çok partili sisteme geçilmesiyle Türkiye'de imam hatip liselerinin açılmaya başladığını anlatan Aycan, 1980 yılında ise din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin zorunlu hale getirildiğini kaydetti. 4 4 4 kanun tasarısının yasalaştığını ve önümüzdeki yıldan itibaren hayata geçeceğini belirten Aycan, kanunla imam hatip okullarının ortaöğretim kısımlarının yeniden açıldığını, ilköğretimin ikinci kademesinden itibaren tüm liselerde de öğrencilerin Kuran-ı Kerim ve Hazreti Peygamber'in hayatını ders olarak isteğe bağlı seçebileceklerini ifade etti. Seçmeli derslerin içinde Arapça'nın da bulunduğunu bildiren Aycan, şöyle devam etti:

“Iğdır'daki çocuk Caferilik'le ilgili bilgiler almak isterse Çorum'daki aile çocuğuna Alevilik'le ilgili detaylı bilgi vermek isterse bunu da sağlayacağız. İmam hatip liselerinin önceki yıllarda öğrenci profilleri düşüktü. Şimdi 303 bin profili yüksek öğrencimiz var. Yeni eğitim sistemiyle ilahiyat fakültesindeki öğrencilerimize de istihdam sağlanmış olacak. Yurt dışında da imam hatip liseleri açıyoruz. Lisenin bazı yıllarını bizde okuyan öğrenciler diğer yılları yurt dışında okuyabilecek. Dünyanın her tarafından Türkiye'de dini eğitim almak için talep var, kimseye grupçuluk, hizipçilik ihraç etmiyoruz.”

Aleviliğin din derslerine girmesi

Aycan, Alevilik'in din derslerinde yer alması konusunda ise şunları kaydetti:

“Son yıllarda bu konuların tartışılması da bu işe olumlu etkide bulundu. Bugün Alevi vatandaşlarımızın büyük bir kısmı kendilerini İslam dairesinde görüyor. Yüz yıllık bir tahribatı düşündüğümüzde çok önemli gelişmeler var. Alevilik'in din derslerine konulması için Alevi kökenli hocalarla görüşüldü. Çalıştaylar yapıldı, neticesinde zorunlu din dersinin kaldırılması yerine Alevilik de din derslerine konuldu. Alevilik ve Sünnilik birbirinin alternatifi değildir, birisi tasavvufi, birisi itikadı. Birbirleriyle mukayese edilemez. Alevilik'in din derslerine girmesi vatandaşlarımızı çok mutlu etti. Yapılan anketlerde Sünni vatandaşların yüzde 86'sının, Alevi vatandaşların ise yüzde 79'unun din dersinden memnun olduğunu belirledik.”

Prof. Dr. Aycan, Çorum'a da yakın zamanda 25 dönümlük bir alan üzerinde ikinci imam hatip lisesi inşa edileceğini sözlerine ekledi.

(radikal)

> MEB: Aleviler ‘din dersi’nden memnun

Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürü Prof. Dr. İrfan Aycan, "Iğdır'daki çocuk Caferilik'le ilgili bilgiler almak isterse, Çorum'daki aile çocuğuna Alevilik'le ilgili detaylı bilgi vermek isterse bunu da sağlayacağız" dedi.

alevi din dersleriHitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde öğrencilerle bir araya gelen Aycan, burada yaptığı konuşmada, 1930 yılında din eğitimi veren kurumların kapatıldığını, din eğitimi ihtiyacını karşılamak isteyen bazı ailelerin çocuklarını Arap ülkelerine gönderdiklerini, bunların da zaman zaman olumsuzluklara neden olduğunu söyledi. Din eğitimi eksikliğinin bir dönem “ülkede cenaze yıkayacak, defin yapacak kimse kalmadı” olarak ifade edildiğini anımsatan Aycan, 1947 yılında CHP kongresinde bu konunun ciddi bir şekilde tartışıldığını ve din eğitiminin verilecek kurslarla telafi edilmesi kararı alındığını belirtti.

1951 yılında çok partili sisteme geçilmesiyle Türkiye'de imam hatip liselerinin açılmaya başladığını anlatan Aycan, 1980 yılında ise din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin zorunlu hale getirildiğini kaydetti. 4 4 4 kanun tasarısının yasalaştığını ve önümüzdeki yıldan itibaren hayata geçeceğini belirten Aycan, kanunla imam hatip okullarının ortaöğretim kısımlarının yeniden açıldığını, ilköğretimin ikinci kademesinden itibaren tüm liselerde de öğrencilerin Kuran-ı Kerim ve Hazreti Peygamber'in hayatını ders olarak isteğe bağlı seçebileceklerini ifade etti. Seçmeli derslerin içinde Arapça'nın da bulunduğunu bildiren Aycan, şöyle devam etti:

“Iğdır'daki çocuk Caferilik'le ilgili bilgiler almak isterse Çorum'daki aile çocuğuna Alevilik'le ilgili detaylı bilgi vermek isterse bunu da sağlayacağız. İmam hatip liselerinin önceki yıllarda öğrenci profilleri düşüktü. Şimdi 303 bin profili yüksek öğrencimiz var. Yeni eğitim sistemiyle ilahiyat fakültesindeki öğrencilerimize de istihdam sağlanmış olacak. Yurt dışında da imam hatip liseleri açıyoruz. Lisenin bazı yıllarını bizde okuyan öğrenciler diğer yılları yurt dışında okuyabilecek. Dünyanın her tarafından Türkiye'de dini eğitim almak için talep var, kimseye grupçuluk, hizipçilik ihraç etmiyoruz.”

Aleviliğin din derslerine girmesi

Aycan, Alevilik'in din derslerinde yer alması konusunda ise şunları kaydetti:

“Son yıllarda bu konuların tartışılması da bu işe olumlu etkide bulundu. Bugün Alevi vatandaşlarımızın büyük bir kısmı kendilerini İslam dairesinde görüyor. Yüz yıllık bir tahribatı düşündüğümüzde çok önemli gelişmeler var. Alevilik'in din derslerine konulması için Alevi kökenli hocalarla görüşüldü. Çalıştaylar yapıldı, neticesinde zorunlu din dersinin kaldırılması yerine Alevilik de din derslerine konuldu. Alevilik ve Sünnilik birbirinin alternatifi değildir, birisi tasavvufi, birisi itikadı. Birbirleriyle mukayese edilemez. Alevilik'in din derslerine girmesi vatandaşlarımızı çok mutlu etti. Yapılan anketlerde Sünni vatandaşların yüzde 86'sının, Alevi vatandaşların ise yüzde 79'unun din dersinden memnun olduğunu belirledik.”

Prof. Dr. Aycan, Çorum'a da yakın zamanda 25 dönümlük bir alan üzerinde ikinci imam hatip lisesi inşa edileceğini sözlerine ekledi.

(radikal)

Son Güncelleme: Perşembe, 03 May 2012 09:27

Gösterim: 1989

Hürriyet Gazetesi Yazarı Ahmet Hakan’ın bugünkü yazısı.

ahmet hakan-  “Okullar ve süt” denilince milli hafızamız derhal harekete geçer: Marshall Planı doğrultusunda ABD’den çocuklara dağıtılsın diye gönderilen süt tozu gelir aklımıza. Bakır sahanlardaki ılık suların içinde yarı erimiş süt tozunun çocuklarda yarattığı bulantı hissi falan...

-  Yıllar önce o Amerikan süt tozlarından içip bulantı hissi çekenler, bugün devleti yönetenler olarak ücretsiz süt dağıtıyorlar okullarda... Ve bingo! İlk günden yüzlerce zehirlenme vakası... “Nesillerden nesillere miras” dedikleri bu olsa gerek.

-  “Süt” mevzusu her türden mavraya her zaman açık olmuştur. Sinemanın en kötü adamının lakabı “sütçü”dür. Demokrasi tanımında adı geçmiştir: “Sabahın kör saatinde kapınızı polisin değil de sütçünün çaldığı rejimin adıdır”.

-  “Dağıtılan sütten zehirlenen çocuklar” olgusu, fantastik yetkili beyanları külliyatının nadide eserler kazanmasına yol açmıştır. En güzelini valilerden biri söyledi: “Çocuklar birbirinden etkilendi. Zehirlenme yok. Olay tamamen psikolojik”. Böylece zehirlenme çeşitlerine, “psikolojik süt zehirlenmesi” de eklenmiş oldu.

-  Bir de “sütten zehirlenen çocuklar var” cümlesine Milli Eğitim Bakanı’nın “sütü daha bugün dağıttık” diye verdiği karşılığı da eklemek gerek “fantastik” beyanlar silsilesine...

-  Göreceksiniz, tıpkı radyasyonlu çay meselesinden bir şey çıkmadığı gibi bu “zehirli süt” meselesinden de bir şey çıkmayacak. Bakanlık özür dilemeyecektir, hangi firmaların dağıttığı sütlerin zehirli olduğu açıklanmayacaktır, o firmalara verilen ihaleler iptal edilmeyecektir. Çünkü Türkiye, o kadar da değişmemiştir.

(Ahmet Hakan-hürriyet)

> Süt zehirlemesi ve serbest çağrışımlar

Hürriyet Gazetesi Yazarı Ahmet Hakan’ın bugünkü yazısı.

ahmet hakan-  “Okullar ve süt” denilince milli hafızamız derhal harekete geçer: Marshall Planı doğrultusunda ABD’den çocuklara dağıtılsın diye gönderilen süt tozu gelir aklımıza. Bakır sahanlardaki ılık suların içinde yarı erimiş süt tozunun çocuklarda yarattığı bulantı hissi falan...

-  Yıllar önce o Amerikan süt tozlarından içip bulantı hissi çekenler, bugün devleti yönetenler olarak ücretsiz süt dağıtıyorlar okullarda... Ve bingo! İlk günden yüzlerce zehirlenme vakası... “Nesillerden nesillere miras” dedikleri bu olsa gerek.

-  “Süt” mevzusu her türden mavraya her zaman açık olmuştur. Sinemanın en kötü adamının lakabı “sütçü”dür. Demokrasi tanımında adı geçmiştir: “Sabahın kör saatinde kapınızı polisin değil de sütçünün çaldığı rejimin adıdır”.

-  “Dağıtılan sütten zehirlenen çocuklar” olgusu, fantastik yetkili beyanları külliyatının nadide eserler kazanmasına yol açmıştır. En güzelini valilerden biri söyledi: “Çocuklar birbirinden etkilendi. Zehirlenme yok. Olay tamamen psikolojik”. Böylece zehirlenme çeşitlerine, “psikolojik süt zehirlenmesi” de eklenmiş oldu.

-  Bir de “sütten zehirlenen çocuklar var” cümlesine Milli Eğitim Bakanı’nın “sütü daha bugün dağıttık” diye verdiği karşılığı da eklemek gerek “fantastik” beyanlar silsilesine...

-  Göreceksiniz, tıpkı radyasyonlu çay meselesinden bir şey çıkmadığı gibi bu “zehirli süt” meselesinden de bir şey çıkmayacak. Bakanlık özür dilemeyecektir, hangi firmaların dağıttığı sütlerin zehirli olduğu açıklanmayacaktır, o firmalara verilen ihaleler iptal edilmeyecektir. Çünkü Türkiye, o kadar da değişmemiştir.

(Ahmet Hakan-hürriyet)

Son Güncelleme: Perşembe, 03 May 2012 08:52

Gösterim: 2673


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.