Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Uzmanlar, son 10 yılda kredi çekenlere 'dosya masraflarını geri almak için bankalara koşun' çağrısında bulundu.

para 1Bankaların komisyon ve masraf adı altında kestiği, 'Deli Dumrul ücretlerine hakem heyeti karşı çıktı. Uzmanlar, son 10 yılda kredi çeken 11 milyon insana 'dosya masraflarını geri almak için bankalara koşun' çağrısında bulundu.

400 lirasını geri aldı

Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı'nın 'Deli Dumrul ücretleri' olarak adlandırdığı ve kaldırmak için çalışma başlattığı banka komisyonlarına tokat gibi cevap Konya'dan geldi. Konya Selçuklu Kaymakamlığı Tüketici Sorunları Hakem Heyeti 2009 yılında bir bankadan 10 bin liralık tüketici kredisi çeken Öğretmen Şamil Özkan'a çıkarılan 400 liralık masrafın geri verilmesine hükmetti. Kararın çıkmasının ardından öğretmek Özkan, bankadan 400 lirasını geri aldı.

10 yıllık işlem masraflarını geri ödeme

Şamil Özkan'ın hareketi kredi kullanan tüketicilere de umut ışığı oldu. Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı Avukat Bülent Deniz, Yargıtay'ın kararları uyarınca tüketicilerin geriye dönük 10 yıllık süreyle bankaların kestiği masrafları alabileceğini söyledi. Deniz, kredi kullanan milyonlarca insana işlem masraflarını geri almak için bankalara koşun çağrısında bulundu.

Sözleşmeye dikkat

Artık bankaların 31 kalem için aldığı masraflara yönelik hakem heyetine başvuran insanların davaları kazanmaya başladığını aktaran Deniz, "Bankalar eğer istediği masrafların nedenini ispatlayamazsa ücretleri geri ödemek zorunda kalıyorlar. Bankalar artık keyfe keder para talep edemeyecekler. İnsanlar 50-800 lira arasında değişen bu paraları ufaktır deyip almamazlık etmesin. Ortalama 5 bin lira kredi çeken milyonlarca insanı düşününce ortaya akıl almaz rakamlar çıkıyor" dedi.

Tüketici Yasası'nın 10/a bendine dikkat çeken Deniz şöyle devam etti: "Burada tüketicinin önüne konmuş sözleşmelerin önceden görüşülmeden hazırlandığı kabul ediliyor. Yasaya göre bu tip sözleşmelerde tüketici aleyhine olan hükümler yok sayılıyor. Bankalar bunu aşmak için tüketiciden ayrı bir kağıda sözleşmeyi okudum anladım diye imza alıyorlar. Bu da bankayı kurtarıyor. Bu alınan tüm krediler için geçerli."

10 yılda 11 milyon kişi

Bankalar Birliği verilerine göre, son 10 yılda 11 milyon 455 bin kişi kredi çekti. Bunun 273 bin 674'ü taşıt, 1 milyon 275 bin 920'si konut, 6 milyon 997 bini tüketici kredilerinden oluşuyor. 2 milyon 503 bin 863 kişi de diğer kredileri kullandı.

'Masal anlatmasınlar'

Tüketiciler Derneği Onursal Başkanı Engin Başaran, bankaların tüketiciyi doğru bilgilendirmediğini belirtti. Başaran şu noktalara dikkat çekti:

"Tüketicinin bu hakkı zaten yasalarda vardı. Ancak kamu kuruluşları bankaların bu masrafları yıllardır almalarına göz yumdu. Yasalar tüketici lehine hiçbir zaman uygulanmadı. Masrafların geri alınmasına ve kredi kartı aidatlarının geri alınması gerektiğine dair iki tane yargı kararı var. Masal anlatmasınlar. 31 kalemde çıkarılan masrafların geri alınmasına karşı biraz tepki oldu diye bankalar hemen bir araya geldi ve büyük tepki gösterdiler. Aynı güçte tepkiyi tüketiciler de vermeli."

Başvuruda izlenecek yol

İşlem masrafı adı altında toplanan 'Deli Dumrul ücretleri'nin geri alınması için şu iki yolun izlenmesi gerekiyor:

1- Bankaya masrafın istendiğine dair iadeli taahhütlü mektup gönderin.

2- Banka parayı iade etmezse kaymakamlıkta hakem heyetine gidin. Buraya verilecek dilekçe sonrası karar en geç üç ay içinde size bildiriliyor.

> Son 10 yılda kredi çekenlere müjde!

Uzmanlar, son 10 yılda kredi çekenlere 'dosya masraflarını geri almak için bankalara koşun' çağrısında bulundu.

para 1Bankaların komisyon ve masraf adı altında kestiği, 'Deli Dumrul ücretlerine hakem heyeti karşı çıktı. Uzmanlar, son 10 yılda kredi çeken 11 milyon insana 'dosya masraflarını geri almak için bankalara koşun' çağrısında bulundu.

400 lirasını geri aldı

Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı'nın 'Deli Dumrul ücretleri' olarak adlandırdığı ve kaldırmak için çalışma başlattığı banka komisyonlarına tokat gibi cevap Konya'dan geldi. Konya Selçuklu Kaymakamlığı Tüketici Sorunları Hakem Heyeti 2009 yılında bir bankadan 10 bin liralık tüketici kredisi çeken Öğretmen Şamil Özkan'a çıkarılan 400 liralık masrafın geri verilmesine hükmetti. Kararın çıkmasının ardından öğretmek Özkan, bankadan 400 lirasını geri aldı.

10 yıllık işlem masraflarını geri ödeme

Şamil Özkan'ın hareketi kredi kullanan tüketicilere de umut ışığı oldu. Tüketiciler Birliği Onursal Başkanı Avukat Bülent Deniz, Yargıtay'ın kararları uyarınca tüketicilerin geriye dönük 10 yıllık süreyle bankaların kestiği masrafları alabileceğini söyledi. Deniz, kredi kullanan milyonlarca insana işlem masraflarını geri almak için bankalara koşun çağrısında bulundu.

Sözleşmeye dikkat

Artık bankaların 31 kalem için aldığı masraflara yönelik hakem heyetine başvuran insanların davaları kazanmaya başladığını aktaran Deniz, "Bankalar eğer istediği masrafların nedenini ispatlayamazsa ücretleri geri ödemek zorunda kalıyorlar. Bankalar artık keyfe keder para talep edemeyecekler. İnsanlar 50-800 lira arasında değişen bu paraları ufaktır deyip almamazlık etmesin. Ortalama 5 bin lira kredi çeken milyonlarca insanı düşününce ortaya akıl almaz rakamlar çıkıyor" dedi.

Tüketici Yasası'nın 10/a bendine dikkat çeken Deniz şöyle devam etti: "Burada tüketicinin önüne konmuş sözleşmelerin önceden görüşülmeden hazırlandığı kabul ediliyor. Yasaya göre bu tip sözleşmelerde tüketici aleyhine olan hükümler yok sayılıyor. Bankalar bunu aşmak için tüketiciden ayrı bir kağıda sözleşmeyi okudum anladım diye imza alıyorlar. Bu da bankayı kurtarıyor. Bu alınan tüm krediler için geçerli."

10 yılda 11 milyon kişi

Bankalar Birliği verilerine göre, son 10 yılda 11 milyon 455 bin kişi kredi çekti. Bunun 273 bin 674'ü taşıt, 1 milyon 275 bin 920'si konut, 6 milyon 997 bini tüketici kredilerinden oluşuyor. 2 milyon 503 bin 863 kişi de diğer kredileri kullandı.

'Masal anlatmasınlar'

Tüketiciler Derneği Onursal Başkanı Engin Başaran, bankaların tüketiciyi doğru bilgilendirmediğini belirtti. Başaran şu noktalara dikkat çekti:

"Tüketicinin bu hakkı zaten yasalarda vardı. Ancak kamu kuruluşları bankaların bu masrafları yıllardır almalarına göz yumdu. Yasalar tüketici lehine hiçbir zaman uygulanmadı. Masrafların geri alınmasına ve kredi kartı aidatlarının geri alınması gerektiğine dair iki tane yargı kararı var. Masal anlatmasınlar. 31 kalemde çıkarılan masrafların geri alınmasına karşı biraz tepki oldu diye bankalar hemen bir araya geldi ve büyük tepki gösterdiler. Aynı güçte tepkiyi tüketiciler de vermeli."

Başvuruda izlenecek yol

İşlem masrafı adı altında toplanan 'Deli Dumrul ücretleri'nin geri alınması için şu iki yolun izlenmesi gerekiyor:

1- Bankaya masrafın istendiğine dair iadeli taahhütlü mektup gönderin.

2- Banka parayı iade etmezse kaymakamlıkta hakem heyetine gidin. Buraya verilecek dilekçe sonrası karar en geç üç ay içinde size bildiriliyor.

Son Güncelleme: Cuma, 24 Ağustos 2012 11:21

Gösterim: 2083

'Okulları imam hatip yapma şansı yakaladık'

AK Parti Milletvekili Ali Boğa, “4+4+4” sistemiyle birlikte bütün okulları imam hatibe dönüştürme şansı yakaladıklarını söyledi.

AK Parti Muğla Milletvekili Ali Boğa, Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği’nin düzenlediği pilav gününe katıldı.

Cumhuriyet gazetesinin haberine göre; Ali Boğa şunları söyledi:

“Açılan yere öğrenci bulamazsak tarih önünde vebalini ödeyemeyiz. Kur’an-ı Kerim’in okunmasının yasak olduğu günlerden geçtik. Şu anda imam hatipliler olarak veya müttefikleri, sevdalıları olarak buradayız.

Şu anda bir şans geçti elimize. Biz bütün okulları, elbette bu okulların kaydında kuydunda sayıyı artıracağız. Ama bütün okulları imam hatip okulu yapma şansını elde etmiş durumdayız. 4+4+4’ten sonra Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin hayatının seçmeli ders olmasından sonra bu şansımız var. Buradaki topluluğa imam hatip okulunu yaşatmak, devam ettirmek, orta kısmı açmak, daha yeni kampüsleri açmanın yanı sıra hepimizin omzuna bir yük daha biniyor.

Mutlaka tercihler konusunda bir projemiz olmalı. Velileri, öğretmenleri, öğrencileri tercihler konusunda bilgilendirmeliyiz. O zaman işte memleketin geleceğine sahip çıkan, üç kuruşluk menfaat için memleketin geleceğini satmayan, tarihine, kültürüne saygılı, inancına saygılı diplomatlar, yöneticiler o zaman bu memleketin başına gelecektir.”

> AKP’li vekilden 4+4+4 itirafı

'Okulları imam hatip yapma şansı yakaladık'

AK Parti Milletvekili Ali Boğa, “4+4+4” sistemiyle birlikte bütün okulları imam hatibe dönüştürme şansı yakaladıklarını söyledi.

AK Parti Muğla Milletvekili Ali Boğa, Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği’nin düzenlediği pilav gününe katıldı.

Cumhuriyet gazetesinin haberine göre; Ali Boğa şunları söyledi:

“Açılan yere öğrenci bulamazsak tarih önünde vebalini ödeyemeyiz. Kur’an-ı Kerim’in okunmasının yasak olduğu günlerden geçtik. Şu anda imam hatipliler olarak veya müttefikleri, sevdalıları olarak buradayız.

Şu anda bir şans geçti elimize. Biz bütün okulları, elbette bu okulların kaydında kuydunda sayıyı artıracağız. Ama bütün okulları imam hatip okulu yapma şansını elde etmiş durumdayız. 4+4+4’ten sonra Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin hayatının seçmeli ders olmasından sonra bu şansımız var. Buradaki topluluğa imam hatip okulunu yaşatmak, devam ettirmek, orta kısmı açmak, daha yeni kampüsleri açmanın yanı sıra hepimizin omzuna bir yük daha biniyor.

Mutlaka tercihler konusunda bir projemiz olmalı. Velileri, öğretmenleri, öğrencileri tercihler konusunda bilgilendirmeliyiz. O zaman işte memleketin geleceğine sahip çıkan, üç kuruşluk menfaat için memleketin geleceğini satmayan, tarihine, kültürüne saygılı, inancına saygılı diplomatlar, yöneticiler o zaman bu memleketin başına gelecektir.”

Son Güncelleme: Cuma, 24 Ağustos 2012 09:07

Gösterim: 1838

Hürriyet Gazetesi Yazarı Taha Akyol’un bugünkü yazısı

İlköğretim okullarında derslikleri, sıraları, tuvaletleri 60 aylık çocuklara uyarlamak için telaşlı bir çalışma var. Aileler ise tedirgin, en azından tereddütlü, bu yaştaki çocukları okula vermek doğru mu diye.

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’le CNN Türk’te 10 Şubat günü program yapmıştım. Bakan doğru şeyler söylemişti:

“Çocukların 7 yaş ila 10 yaş arasında olanları daha çok birbirine yakın gözüküyorlar pedagojik formasyon olarak. Burada çok katı bir durum da söz konusu değil. Tüm dünyada çok farklı fikirler ve farklı uygulamalar da var.”

Dikkat, Sayın Bakan “7 ila 10 yaş” arası çocukların eğitimde bir grup oluşturmasını pedagojik bakımdan uygun buluyordu. Halbuki çıkarılan kanunda “beş yaşını bitirdiği yılın eylül ayı” ilköğretime başlama yaşı olarak kabul edilecekti!

Okula başlama yaşı

Bakan Dinçer aynı programda şunu da söylemişti:

“Dünyada iki eğilim var: Biri okul öncesi eğitimin giderek daha önem kazanması ve eğitim yaşının küçülmesi... Öbürü meslek eğitiminin ötelenmesi...”

Dikkat, Sayın Bakan “eğitim yaşının küçülmesi”ni ilköğretim için değil “okul öncesi eğitim” için söylüyordu. Meslek seçiminin de ötelenmesini savunuyordu.

Halbuki kanunla  “eğitim yaşının küçülmesi” yoluna gidildi!

Bakan Dinçer’in dile getirdiği ilkeler doğruydu. Bu ilkelerin doğru olduğunu, saygın eğitimcilerimizden Prof. Ziya Selçuk da söylemişti. Hatta Ziya Selçuk’a göre yasalaştırılan 60-66 ay arasındaki çocukların elleri “kalem tutmaya” bile genelde müsait değildi, çocuklar strese, depresyona girebilirdi... Bu yaştaki çocuklar okulöncesi eğitim kurumlarına gitmeliydi.

Yasaya genelge düzeni!

Fakat kanun, uzman bakanlık olan Milli Eğitim’de hazırlanmadı. Birkaç AK Parti milletvekili tarafından özel olarak hazırlanıp Meclis’e sunuluverdi. Kamuoyundaki tepkiler ve Milli Eğitim’in çabalarıyla komisyonda bazı düzeltmeler yapıldı. Ama mesela “başlama” yaşıyla ilgili sorunlar olduğu gibi kaldı.

Kanunla yaratılan sıkıntıyı bakanlık genelge ile hafifletmeye çalışıyor!

Çıkarılan 6287 Sayılı Kanun, ilköğretim çağını “6-13 yaş” olarak tanımlamış fakat 6 yaşın “çocuğun 5 yaşını bitirdiği eylül ayı sonunda başlayacağını” hükme bağlamıştır.

Yani 60 aydan başlayabilecek bir dönem!

Bakan Dinçer, “Bakanlık Genelgesi” yayınlayarak yumuşatıcı hükümler getirdi:

-  60-66 ay arasındaki çocukların okula gitmesi ailesinin kararına bırakıldı.

-  66 ay sonrası çocuklar okula verilecektir ama çocuğun “bedeni ve ruhi” özellikleri bakımından hastaneden rapor getirenler ya okulöncesi eğitime yönlendirilecek veya bir yıl ertelenecek.

Demokraside kanun yapmak

Mecburi eğitimin 12 yıla çıkarılması elbette alkışlanacak bir reformdur. Kesintili olmasını da doğru buluyorum.

Fakat “temel kanun” niteliğinde olan bir yasayı yeterince tartışmadan, birdenbire gündeme getirip çoğunluk oylarıyla kabul etmek böyle sorunlu sonuçlara yol açıyor ve “genelge” ile yumuşatma ihtiyacı ortaya çıkıyor.

Her isteyen “hastane raporu” alabilir mi? Hem niye bu külfet?

“Rapor piyasası”ndan bile bahsediliyor!

Ailelerin tereddütleri var. Bazı çevreler bu tereddütleri siyasi muhalefet yapmak için kullansa bile, bakanlık tarafından genelge ile yumuşatılması da kanundaki sorunları göstermiyor mu?

Burada, kanunun teknik kusurlarından daha önemli olan, bu yapılış tarzıdır: Yeterince tartışmadan, karşı görüşlere kıymet vermeden, Meclis çoğunluğuyla acele kanun çıkarmak!

Sadece otoriterleşmeye değil, böyle teknik kusurlara da yol açar, bu kanunlaştırma tarzı.

(hürriyet)

> 4+4+4

Hürriyet Gazetesi Yazarı Taha Akyol’un bugünkü yazısı

İlköğretim okullarında derslikleri, sıraları, tuvaletleri 60 aylık çocuklara uyarlamak için telaşlı bir çalışma var. Aileler ise tedirgin, en azından tereddütlü, bu yaştaki çocukları okula vermek doğru mu diye.

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’le CNN Türk’te 10 Şubat günü program yapmıştım. Bakan doğru şeyler söylemişti:

“Çocukların 7 yaş ila 10 yaş arasında olanları daha çok birbirine yakın gözüküyorlar pedagojik formasyon olarak. Burada çok katı bir durum da söz konusu değil. Tüm dünyada çok farklı fikirler ve farklı uygulamalar da var.”

Dikkat, Sayın Bakan “7 ila 10 yaş” arası çocukların eğitimde bir grup oluşturmasını pedagojik bakımdan uygun buluyordu. Halbuki çıkarılan kanunda “beş yaşını bitirdiği yılın eylül ayı” ilköğretime başlama yaşı olarak kabul edilecekti!

Okula başlama yaşı

Bakan Dinçer aynı programda şunu da söylemişti:

“Dünyada iki eğilim var: Biri okul öncesi eğitimin giderek daha önem kazanması ve eğitim yaşının küçülmesi... Öbürü meslek eğitiminin ötelenmesi...”

Dikkat, Sayın Bakan “eğitim yaşının küçülmesi”ni ilköğretim için değil “okul öncesi eğitim” için söylüyordu. Meslek seçiminin de ötelenmesini savunuyordu.

Halbuki kanunla  “eğitim yaşının küçülmesi” yoluna gidildi!

Bakan Dinçer’in dile getirdiği ilkeler doğruydu. Bu ilkelerin doğru olduğunu, saygın eğitimcilerimizden Prof. Ziya Selçuk da söylemişti. Hatta Ziya Selçuk’a göre yasalaştırılan 60-66 ay arasındaki çocukların elleri “kalem tutmaya” bile genelde müsait değildi, çocuklar strese, depresyona girebilirdi... Bu yaştaki çocuklar okulöncesi eğitim kurumlarına gitmeliydi.

Yasaya genelge düzeni!

Fakat kanun, uzman bakanlık olan Milli Eğitim’de hazırlanmadı. Birkaç AK Parti milletvekili tarafından özel olarak hazırlanıp Meclis’e sunuluverdi. Kamuoyundaki tepkiler ve Milli Eğitim’in çabalarıyla komisyonda bazı düzeltmeler yapıldı. Ama mesela “başlama” yaşıyla ilgili sorunlar olduğu gibi kaldı.

Kanunla yaratılan sıkıntıyı bakanlık genelge ile hafifletmeye çalışıyor!

Çıkarılan 6287 Sayılı Kanun, ilköğretim çağını “6-13 yaş” olarak tanımlamış fakat 6 yaşın “çocuğun 5 yaşını bitirdiği eylül ayı sonunda başlayacağını” hükme bağlamıştır.

Yani 60 aydan başlayabilecek bir dönem!

Bakan Dinçer, “Bakanlık Genelgesi” yayınlayarak yumuşatıcı hükümler getirdi:

-  60-66 ay arasındaki çocukların okula gitmesi ailesinin kararına bırakıldı.

-  66 ay sonrası çocuklar okula verilecektir ama çocuğun “bedeni ve ruhi” özellikleri bakımından hastaneden rapor getirenler ya okulöncesi eğitime yönlendirilecek veya bir yıl ertelenecek.

Demokraside kanun yapmak

Mecburi eğitimin 12 yıla çıkarılması elbette alkışlanacak bir reformdur. Kesintili olmasını da doğru buluyorum.

Fakat “temel kanun” niteliğinde olan bir yasayı yeterince tartışmadan, birdenbire gündeme getirip çoğunluk oylarıyla kabul etmek böyle sorunlu sonuçlara yol açıyor ve “genelge” ile yumuşatma ihtiyacı ortaya çıkıyor.

Her isteyen “hastane raporu” alabilir mi? Hem niye bu külfet?

“Rapor piyasası”ndan bile bahsediliyor!

Ailelerin tereddütleri var. Bazı çevreler bu tereddütleri siyasi muhalefet yapmak için kullansa bile, bakanlık tarafından genelge ile yumuşatılması da kanundaki sorunları göstermiyor mu?

Burada, kanunun teknik kusurlarından daha önemli olan, bu yapılış tarzıdır: Yeterince tartışmadan, karşı görüşlere kıymet vermeden, Meclis çoğunluğuyla acele kanun çıkarmak!

Sadece otoriterleşmeye değil, böyle teknik kusurlara da yol açar, bu kanunlaştırma tarzı.

(hürriyet)

Son Güncelleme: Cuma, 24 Ağustos 2012 09:15

Gösterim: 2488

Hint-Avrupa dilleri nereden geliyor? 200 yıldır tartışmalı olan bu konudaki yeni bir çalışma, bu dillerin kaynağının Anadolu toprakları olduğu tezini destekliyor.

İngiliz Financial Times gazetesi, Yeni Zelanda'da yapılan bir araştırmaya dayanarak dünyada toplam üç milyar kişinin konuştuğu Hint Avrupa dillerinin kökeninin Anadolu olduğunu belirtti.

Gazetenin haberi şöyle:

Hint-Avrupa dilleri nereden geliyor? 200 yıldır tartışmalı olan bu konudaki yeni bir çalışma, bu dillerin kaynağının Anadolu toprakları olduğu tezini destekliyor. Araştırma bu dillerin 8000-9500 yıl önce tarımın gelişmesiyle birlikte yayıldığına işaret ediyor.

Hint-Avrupa dillerini neredeyse üç milyar kişi konuşuyor. İngilizce'den Rusça'ya, Avrupa dillerinden Hintçe'ye birçok dil bu grupta yer alıyor. Dünyanın en büyük dil grubunun kaynağı konusunda iki ana tez var.

Litvanya asıllı Amerikalı arkeolog Marija Gimbutas'ın ortaya attığı geleneksel görüşe göre bu diller 6000 yıl önce Hazar Denizi'nin kuzeyindeki steplerden doğdu.

İki tez çarpışıyor

Bu diller, ata binen yarı göçebe Kurganlar aracılığıyla Avrupa'ya ve Yakın Doğu'ya yayıldı.

İngiliz arkeolog Colin Renfrew'ın tezine göre ise bu diller, tarımın genişlemesiyle birlikte Anadolu'dan yayıldı.

Yeni Zelanda'daki Auckland Üniversitesi'nden uzmanların, sonuçlarını bilim dergisi Science'ta yayımladıkları araştırmasında bu iki teori evrim biyolojisindekine benzer bir yöntemle denendi.

Araştırma kapsamında ortak kökeni olan temel sözcükler incelendi. Örneğin Hint Avrupa grubunda yer alan 113 eski ve çağdaş dilde anne sözcüğünün aynı kökten geldiği belirlendi.

Sonra bu sözcüklerden bir soyacağı çıkarıldı. Dillerin bölgeleri ve yaşları Hint Avrupa dillerinin kökeninin Anadolu olduğu senaryosunu destekledi.

> 'İngilizcenin anavatanı Anadolu'

Hint-Avrupa dilleri nereden geliyor? 200 yıldır tartışmalı olan bu konudaki yeni bir çalışma, bu dillerin kaynağının Anadolu toprakları olduğu tezini destekliyor.

İngiliz Financial Times gazetesi, Yeni Zelanda'da yapılan bir araştırmaya dayanarak dünyada toplam üç milyar kişinin konuştuğu Hint Avrupa dillerinin kökeninin Anadolu olduğunu belirtti.

Gazetenin haberi şöyle:

Hint-Avrupa dilleri nereden geliyor? 200 yıldır tartışmalı olan bu konudaki yeni bir çalışma, bu dillerin kaynağının Anadolu toprakları olduğu tezini destekliyor. Araştırma bu dillerin 8000-9500 yıl önce tarımın gelişmesiyle birlikte yayıldığına işaret ediyor.

Hint-Avrupa dillerini neredeyse üç milyar kişi konuşuyor. İngilizce'den Rusça'ya, Avrupa dillerinden Hintçe'ye birçok dil bu grupta yer alıyor. Dünyanın en büyük dil grubunun kaynağı konusunda iki ana tez var.

Litvanya asıllı Amerikalı arkeolog Marija Gimbutas'ın ortaya attığı geleneksel görüşe göre bu diller 6000 yıl önce Hazar Denizi'nin kuzeyindeki steplerden doğdu.

İki tez çarpışıyor

Bu diller, ata binen yarı göçebe Kurganlar aracılığıyla Avrupa'ya ve Yakın Doğu'ya yayıldı.

İngiliz arkeolog Colin Renfrew'ın tezine göre ise bu diller, tarımın genişlemesiyle birlikte Anadolu'dan yayıldı.

Yeni Zelanda'daki Auckland Üniversitesi'nden uzmanların, sonuçlarını bilim dergisi Science'ta yayımladıkları araştırmasında bu iki teori evrim biyolojisindekine benzer bir yöntemle denendi.

Araştırma kapsamında ortak kökeni olan temel sözcükler incelendi. Örneğin Hint Avrupa grubunda yer alan 113 eski ve çağdaş dilde anne sözcüğünün aynı kökten geldiği belirlendi.

Sonra bu sözcüklerden bir soyacağı çıkarıldı. Dillerin bölgeleri ve yaşları Hint Avrupa dillerinin kökeninin Anadolu olduğu senaryosunu destekledi.

Son Güncelleme: Cuma, 24 Ağustos 2012 12:10

Gösterim: 2006

Sakarya'da öğrenci yurtlarındaki büyük tehlike

Bu yıl 14 bin yeni öğrenci alacak olan ve geçtiğimiz yıl il dışından 35 bin öğrencinin okuduğu Sakarya Üniversitesi'nde yaşanan öğrenci yurdu sorunu devam ediyor.

Öğrenci yurtlarında büyük tehlikeSakarya genelinde kaçak ve ruhsatsız olarak çalışan öğrenci yurtlarında geçtiğimiz yıl yaklaşık 3 bin kişi barınırken kaçak yurtların birçoğu depremde hasar görmüş binalarda faaliyet gösteriyor.

Sakarya'da 17 Ağustos depremi sonrası hasar gören binalarda çatlak yerleri sıva ile kapatılarak öğrencilere kiralanan ve kaçak yurt olarak adlandırılan binaların denetlemelerinde büyük sıkıntı yaşanıyor. Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından Sakarya'da ruhsatlı olarak faaliyet gösteren 150 yurt belli aralıklarla denetlenerek uygunlukları kontrol ediliyor. Bu 150 yurdun kontrolleri ve denetimleri Sakarya İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından düzenli olarak yapılırken uygunsuz durumlarda ceza-i işlem uygulanıyor. Sakarya İl Milli Eğitim Müdürlüğün yapılan denetimlerde bazı yurtlara kapatmaya kadar varan cezalar verilebiliyor.

Ancak Milli Eğitimin denetleme alanına giren yurtlar sadece kapısında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından izin verilen yurt levhasını asan yerler ile sınırlı kalıyor.

Kapısına herhangi bir şekilde yurt olduğu ibaresini asmayan ve ticari olarak yurt faaliyeti gösteremeyen apart daire, pansiyon gibi isimlerle dairelerini öğrencilere kiralayan işletmeler; yurt standartlarında denetlemeye tabi tutulamıyor.

Apart daire ve pansiyon ibaresi olmadan da, binanın tamamında öğrenci kalan ancak bunları kiracı gibi gösteren işletmeciler de bulunuyor.

Geçtiğimiz yılın rakamlarına göre Sakarya genelinde yaklaşık 150 öğrenci yurdunda 12 bin öğrencinin yaşadığı tahmin edilirken, rakamlara göre yurt kullanımı açısından kız öğrenciler erkeklere göre yurtları daha fazla tercih ediyor. 5 bin erkek öğrenci çeşitli özel yurtlarda kalırken kız öğrencilerde bu sayının 7 bin'e yakın olduğu ifade ediliyor.

35 bin dolayında öğrencisi Sakarya dışından gelen Sakarya üniversitesinde bu 12 bin öğrencinin dışında kalan ve azımsanmayacak bir kesim ise orta hasarlı konut, orta hasarlı yurt ve ruhsatsız yurtlarda yaşamaya devam ediyor.

Geçtiğimiz yıl Sakarya'daki kaçak yurtlarda 3 bin dolayında öğrencinin kaldığı tahmin edilse de tam rakam kesin rakam bilinmiyor. Öğrencilerin ruhsatsız yurtları tercih etmesinin en büyük sebebi ise bu yurtların son derece ucuz olması. Birçoğu hasarlı olan ve ruhsat alamayan kaçak yurtlar müşteri bulmak için fiyatlarını indirerek öğrencileri kendisine çekiyor. Adapazarı ilçesinde hali hazırda onlarca kaçak yurdun bulunduğu kaydediliyor.

Sakarya Üniversitesi de konu ile ilgili olarak yaptığı çalışmada tespit ettiği hasarlı binaların adreslerini öğrencilerine ulaştırarak buralarda konaklamamaları gerektiğini ilan ediyor. Kaçak yurtların dışında diğer önemli bir konu ise ruhsatlı ve güçlendirmesi yapılmış olmasına rağmen, 2 kat sınırının uygulandığı Adapazarı ilçesinde bulunan çok katlı öğrenci yurtları.

Adapazarı'nda onlarca ruhsatlı öğrenci yurdu depremden önce inşa edilen çok katlı binalarda öğrencileri barındırıyor. Ruhsat denetlemelerine gerekli güçlendirmeleri yaptıkları belli olan ve yasal olarak bir sorun teşkil etmeyen bu yurtların en büyük problemi ise; deprem görmüş çok katlı binalarda faaliyet göstermeleri. İnşaat Mühendisleri ve zemin uzmanlarına göre bu binalarda en az orta hasarlı binalar kadar tehlike arz ediyor.

Kaçak ve deprem görmüş binalarda bulunan öğrenci yurdu sorununun nasıl çözüleceği henüz belirsizliğini korurken, öğrenciler karşı karşıya oldukları tehlikeden habersiz olarak bulundukları binalarda kalmaya devam ediyor. Sakarya'da bu şekilde 3 ila 5 bin arasında öğrencinin riskli kategoride yer aldığı tahmin ediliyor.

Sakarya'da kaçak öğrenci yurtları konusunda karnesi en kabarık ilçe olan Adapazarı'nda, öğrencilerin ucuz olduğu için depremde hasar görmüş ve kaçak yurtlarda sadece ucuz olduğu için kalıyor.(sabah)

> Öğrenci yurtlarında büyük tehlike

Sakarya'da öğrenci yurtlarındaki büyük tehlike

Bu yıl 14 bin yeni öğrenci alacak olan ve geçtiğimiz yıl il dışından 35 bin öğrencinin okuduğu Sakarya Üniversitesi'nde yaşanan öğrenci yurdu sorunu devam ediyor.

Öğrenci yurtlarında büyük tehlikeSakarya genelinde kaçak ve ruhsatsız olarak çalışan öğrenci yurtlarında geçtiğimiz yıl yaklaşık 3 bin kişi barınırken kaçak yurtların birçoğu depremde hasar görmüş binalarda faaliyet gösteriyor.

Sakarya'da 17 Ağustos depremi sonrası hasar gören binalarda çatlak yerleri sıva ile kapatılarak öğrencilere kiralanan ve kaçak yurt olarak adlandırılan binaların denetlemelerinde büyük sıkıntı yaşanıyor. Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından Sakarya'da ruhsatlı olarak faaliyet gösteren 150 yurt belli aralıklarla denetlenerek uygunlukları kontrol ediliyor. Bu 150 yurdun kontrolleri ve denetimleri Sakarya İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından düzenli olarak yapılırken uygunsuz durumlarda ceza-i işlem uygulanıyor. Sakarya İl Milli Eğitim Müdürlüğün yapılan denetimlerde bazı yurtlara kapatmaya kadar varan cezalar verilebiliyor.

Ancak Milli Eğitimin denetleme alanına giren yurtlar sadece kapısında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından izin verilen yurt levhasını asan yerler ile sınırlı kalıyor.

Kapısına herhangi bir şekilde yurt olduğu ibaresini asmayan ve ticari olarak yurt faaliyeti gösteremeyen apart daire, pansiyon gibi isimlerle dairelerini öğrencilere kiralayan işletmeler; yurt standartlarında denetlemeye tabi tutulamıyor.

Apart daire ve pansiyon ibaresi olmadan da, binanın tamamında öğrenci kalan ancak bunları kiracı gibi gösteren işletmeciler de bulunuyor.

Geçtiğimiz yılın rakamlarına göre Sakarya genelinde yaklaşık 150 öğrenci yurdunda 12 bin öğrencinin yaşadığı tahmin edilirken, rakamlara göre yurt kullanımı açısından kız öğrenciler erkeklere göre yurtları daha fazla tercih ediyor. 5 bin erkek öğrenci çeşitli özel yurtlarda kalırken kız öğrencilerde bu sayının 7 bin'e yakın olduğu ifade ediliyor.

35 bin dolayında öğrencisi Sakarya dışından gelen Sakarya üniversitesinde bu 12 bin öğrencinin dışında kalan ve azımsanmayacak bir kesim ise orta hasarlı konut, orta hasarlı yurt ve ruhsatsız yurtlarda yaşamaya devam ediyor.

Geçtiğimiz yıl Sakarya'daki kaçak yurtlarda 3 bin dolayında öğrencinin kaldığı tahmin edilse de tam rakam kesin rakam bilinmiyor. Öğrencilerin ruhsatsız yurtları tercih etmesinin en büyük sebebi ise bu yurtların son derece ucuz olması. Birçoğu hasarlı olan ve ruhsat alamayan kaçak yurtlar müşteri bulmak için fiyatlarını indirerek öğrencileri kendisine çekiyor. Adapazarı ilçesinde hali hazırda onlarca kaçak yurdun bulunduğu kaydediliyor.

Sakarya Üniversitesi de konu ile ilgili olarak yaptığı çalışmada tespit ettiği hasarlı binaların adreslerini öğrencilerine ulaştırarak buralarda konaklamamaları gerektiğini ilan ediyor. Kaçak yurtların dışında diğer önemli bir konu ise ruhsatlı ve güçlendirmesi yapılmış olmasına rağmen, 2 kat sınırının uygulandığı Adapazarı ilçesinde bulunan çok katlı öğrenci yurtları.

Adapazarı'nda onlarca ruhsatlı öğrenci yurdu depremden önce inşa edilen çok katlı binalarda öğrencileri barındırıyor. Ruhsat denetlemelerine gerekli güçlendirmeleri yaptıkları belli olan ve yasal olarak bir sorun teşkil etmeyen bu yurtların en büyük problemi ise; deprem görmüş çok katlı binalarda faaliyet göstermeleri. İnşaat Mühendisleri ve zemin uzmanlarına göre bu binalarda en az orta hasarlı binalar kadar tehlike arz ediyor.

Kaçak ve deprem görmüş binalarda bulunan öğrenci yurdu sorununun nasıl çözüleceği henüz belirsizliğini korurken, öğrenciler karşı karşıya oldukları tehlikeden habersiz olarak bulundukları binalarda kalmaya devam ediyor. Sakarya'da bu şekilde 3 ila 5 bin arasında öğrencinin riskli kategoride yer aldığı tahmin ediliyor.

Sakarya'da kaçak öğrenci yurtları konusunda karnesi en kabarık ilçe olan Adapazarı'nda, öğrencilerin ucuz olduğu için depremde hasar görmüş ve kaçak yurtlarda sadece ucuz olduğu için kalıyor.(sabah)

Son Güncelleme: Cuma, 24 Ağustos 2012 08:21

Gösterim: 2130


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.