Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Dr. Burcu Aybat - İELEV Özel 125. Yıl İlkokulu / Ortaokulu Müdürü
Okula hazır olmak, öğrencilerin öğrenme süreçlerine katılmak ve öğrenme etkinliklerinden faydalanmak için gerekli donanıma sahip olma durumudur. Bunun için fiziksel, duygusal, zihinsel ve sosyal olarak hazırbulunuşluk gerekir. Sözü geçen bu alanlardan sadece bir tanesi yeterli olmaz çünkü tüm bu alanlardaki yeterlilikler birbirleriyle yakından ilişkilidir, birbirini etkiler. Örneğin, öğrencilerimizin duygusal olgunluğu akademik performansını da zaman içinde etkiler. Bilişsel süreçlerde zorlanan bir öğrencinin duygusal gelişimi de etkilenir. Yine aynı şekilde ince motor kasları olgunlaşmamış çocukların yazma süreçleri etkilendiğinden, duygusal ve sosyal gelişimleri de sekteye uğrayabilir.
Biliyoruz ki gelişimsel olarak her çocuk aynı evrelerden ancak kendi hızında geçiyor. Örneğin, ilkokul birinci sınıfta öğrencilerin okuma yazma süreçlerinde farklı hızda ilerlediği gözlenir. Bazısı çok kolay bir şekilde hem yazar hem de okur, bazısı ise daha çok desteğe ihtiyaç hissedebilir. Bu ilk olarak çocuğun hazır oluş düzeyi ile ilgilidir. Ancak gözlemlerimiz şunu da gösteriyor ki okul öncesinde bilişsel, duygusal ve fiziksel olarak etkili bir eğitim öğretim sürecinin olması, çocuğun sürece adaptasyonunu ve ilerlemesini olumlu olarak etkiliyor. Dolayısıyla çocuklarımızın yeni bir sınıf düzeyine kolay uyum sağlaması için önce var olan hazırbulunuşluk düzeylerini tespit etmek gerekiyor. Sonrasında ise kolaylaştırıcı olması için gerekli oryantasyon çalışmaları ile başlamak ve bu doğrultuda öğrenme süreçlerini etkili olacak şekilde planlamak elzem.
Hazırbulunuşluk 5 farklı alanı kapsar:
(1) Öğrenmeye yaklaşım (merak, soru sorma, fikir yürütme, çaba gösterme, istek vb.)
(2) dil ve iletişim becerileri (dili kullanabilme, yönergeleri anlama, duygu ve düşüncelerini ifade etme, akıcı bir konuşmaya sahip olma vb.)
(3) sosyal ve duygusal gelişim (kendine güven duyma, olumlu benlik algısı, sorumluluk alabilme, dürtü kontrolü vb.)
(4) fiziksel sağlık ve motor gelişimi (genel sağlık durumu, boy, ağırlık, fiziksel olgunluk, büyük ve küçük kas gelişimi vb.)
(5) bilişsel gelişim (yaşına uygun zihinsel gelişim gösterme, anladıklarını hafızasında tutabilme, kavramlar ve sembollerle düşünebilme, muhakeme yapabilme, akıl yürütme vb.).
TÜM ALANLAR DİKKATE ALINMALI
Genel olarak okullarda bilişsel hazırbulunuşluğun daha fazla dikkate alındığını, diğer alanların sekteye uğradığını görebiliyoruz. Ancak okullar olarak sorumluluğumuzun öğrenme süreçleri için gereken koşulları sağlıklı bir şekilde planlayabilmek olduğunu unutmamak gerekir. Bunun için tüm alanları dikkate almak, eğer ihtiyaç varsa aile ile iş birliği kurarak önlemleri sıralamak en doğrusu. Örneğin, çocuk için sağlıklı bir beslenme programı uygulanıyor mu? Öğrencilerimiz onlardan beklediğimiz fiziksel olgunluğu (koşmak, tırmanmak, zıplamak, düğme iliklemek vb.) sağlayabiliyor mu? El becerilerini kullanarak; sınıftaki öğrenme etkinliklerinde materyalleri etkin kullanabiliyor mu? Peki rutinleri ve kuralları takip edebiliyor mu? İhtiyaçlarınıifade edebiliyor mu? Açık iletişim kurabiliyor mu? Gerektiğinde yardım isteyebiliyor mu? Odaklanıp dinleyebiliyor mu? Sırasını bekleyebiliyor mu? Tüm bu hazırbulunuşluk alanları bilişsel becerilerin yanında öğrenme süreçlerini derinden etkiliyor.
ÖĞRENME İÇİN DEĞERLENDİRME
Bununla birlikte bilişsel alana yakından baktığımızda özellikle kavramsal anlamanın ne kadar önemli olduğunu fark ediyoruz. Sarmal olarak kurgulanan müfredat programı çerçevesinde, öğrencilerimizin kavram yanılgıları varsa yıllar içerisinde bunlara zamanında müdahale edilmemesi, ilerleyen öğrenme süreçlerinde öğrencinin zorlanmasına hatta öğrenilmiş çaresizlik yaşamasına sebep olabiliyor. Bu öğrencilerin o alandaki başarısızlık duyguları pekişiyor, öz güvenleri zarar görüyor. Tam da bu nedenle öğretmenlerin, ölçme değerlendirme uygulamalarını öğrencilerin kavram yanılgılarını tespit etmek için kullanmaları ne kadar da kıymetli. Bu bakış açısıyla paralel olarak, öğrenme için değerlendirme (assessment for learning) yaklaşımında öğretmen, öğrencilerin performanslarını iyileştirmek için ölçme değerlendirme araçlarından elde ettiği geri bildirimden faydalanır. Önce öğrencinin nerede olduğunu sorgular, sonrasında öğrenmenin nereye gideceğini belirler ve oraya nasıl gideceğini tasarlar. Bu yaklaşım, öğrencinin öğrenmeye erişimini büyük oranda garantiliyor, hazırbulunuşluğuna katkıda bulunuyor.
DİSİPLİNLERARASI BAĞLANTILAR
Bir disiplin içinde yıllara göre sarmal bir yapı olmasının yanında disiplinlerarası bağlantılar da öğrencilerin öğrenme süreçlerinde oldukça etkili. Örneğin yabancı dil öğretiminde öğrencinin ana dildeki kelime hazinesinin ve kendini ifade etme yöntemlerindeki hazırbulunuşluğun yeni bir dilin öğrenilmesini de etkilediği bilinmektedir. Ya da matematikte oran ve orantıyı bilen bir öğrenci fizikte kuvvet konusunu daha hızlı öğrenebilir. Bir yandan da disiplinlerarası bağlantılar kurmak, öğrencilerin öğrendiklerini gerçek yaşamla ilişkilendirmeleri için bulunmaz bir fırsat. Öğretmenlerin, özgün performans görevi tasarımları ve bu tasarımlarda disiplinlerarası becerilere yer vermeleri öğrencilerin kalıcı anlamalarını dolayısıyla da ilerideki hazırbulunuşluklarını destekleyecektir. Bir beceriyi, bir kavram öğrenimini ya da gelişmesi beklenen bir tutumu sadece tek bir disiplinde geliştirmek yerine farklı disiplinlerle bağlar kurarsak ve pekiştirici tekrarlar kurgularsak öğrenmenin kalıcılığını daha çok sağlayabiliriz.
Bir yandan da akademik alandaki araştırmalar, eğitim alanında beyin temelli yaklaşımlar ve uzaktan eğitim deneyimindeki çıkarımlar eğitimcilere şunu gösterdi ki öğrenme aynı zamanda duygularla ve sosyal yetkinliklerle yakından ilişkili. Öğrencilerin kendilerini ifade edebilmeleri, duygusal olarak bağımsız olmaları ve öğrenmeye, öğretmene ve okula karşı olumlu duygular beslemeleri öğrenme süreçlerinde etkili. Grup içinde sosyalleşme ve bir sınıf içinde uyumlanma, sosyal hazırbulunuşluğun temelinde yatıyor. Çocuğun aileden yavaş yavaş ayrılabilmesi ve okula uyumu öğrenme süreçlerine olumlu etki ediyor. Bahçede ve koridorlarda arkadaşlarıyla birlikte oynama, eğitim materyallerini ve ortak alanları paylaşma ve sırasını bekleme gibi beceriler sosyal hazırbulunuşluğun içine giriyor. Öğrenci öğrenmeye sosyal ve duygusal olarak hazır olabilmek için sınıf rutinlerini ve öğretmen yönergelerini takip edebilmeli, etkinliklere odaklanabilmeli, seçimler yapabilmeli ve öğrendiklerini gelecekteki etkinliklerde bağımsız kullanabilmeli, transfer edebilmeli.
Okulların açıldığı bu dönemde elbette ki her sınıf düzeyinde öğrencilerin pek çok alandaki hazırbulunuşluğunu bilmek, onları yakından tanımak ve öğrenme süreçlerini buna göre planlamak kıymetli. İster öğrenci ilkokul birinci sınıfa başlasın, ister liseye, her kademede pek tabii ki farklı beklentiler söz konusu olabilir. Okulların, eğitim öğretim dönemi başında bu beş farklı alandaki hazırbulunuşluk düzeylerini dikkate alarak öğrencilerini okula uyum, telafi ve oryantasyon çalışmalarıyla desteklemeleri yıl boyunca öğrenme süreçlerinde karşılaşılabilecek pek çok zorluğu bertaraf etmelerini sağlayacaktır.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Dr. Burcu Aybat - İELEV Özel 125. Yıl İlkokulu / Ortaokulu Müdürü
Okula hazır olmak, öğrencilerin öğrenme süreçlerine katılmak ve öğrenme etkinliklerinden faydalanmak için gerekli donanıma sahip olma durumudur. Bunun için fiziksel, duygusal, zihinsel ve sosyal olarak hazırbulunuşluk gerekir. Sözü geçen bu alanlardan sadece bir tanesi yeterli olmaz çünkü tüm bu alanlardaki yeterlilikler birbirleriyle yakından ilişkilidir, birbirini etkiler. Örneğin, öğrencilerimizin duygusal olgunluğu akademik performansını da zaman içinde etkiler. Bilişsel süreçlerde zorlanan bir öğrencinin duygusal gelişimi de etkilenir. Yine aynı şekilde ince motor kasları olgunlaşmamış çocukların yazma süreçleri etkilendiğinden, duygusal ve sosyal gelişimleri de sekteye uğrayabilir.
Biliyoruz ki gelişimsel olarak her çocuk aynı evrelerden ancak kendi hızında geçiyor. Örneğin, ilkokul birinci sınıfta öğrencilerin okuma yazma süreçlerinde farklı hızda ilerlediği gözlenir. Bazısı çok kolay bir şekilde hem yazar hem de okur, bazısı ise daha çok desteğe ihtiyaç hissedebilir. Bu ilk olarak çocuğun hazır oluş düzeyi ile ilgilidir. Ancak gözlemlerimiz şunu da gösteriyor ki okul öncesinde bilişsel, duygusal ve fiziksel olarak etkili bir eğitim öğretim sürecinin olması, çocuğun sürece adaptasyonunu ve ilerlemesini olumlu olarak etkiliyor. Dolayısıyla çocuklarımızın yeni bir sınıf düzeyine kolay uyum sağlaması için önce var olan hazırbulunuşluk düzeylerini tespit etmek gerekiyor. Sonrasında ise kolaylaştırıcı olması için gerekli oryantasyon çalışmaları ile başlamak ve bu doğrultuda öğrenme süreçlerini etkili olacak şekilde planlamak elzem.
Hazırbulunuşluk 5 farklı alanı kapsar:
(1) Öğrenmeye yaklaşım (merak, soru sorma, fikir yürütme, çaba gösterme, istek vb.)
(2) dil ve iletişim becerileri (dili kullanabilme, yönergeleri anlama, duygu ve düşüncelerini ifade etme, akıcı bir konuşmaya sahip olma vb.)
(3) sosyal ve duygusal gelişim (kendine güven duyma, olumlu benlik algısı, sorumluluk alabilme, dürtü kontrolü vb.)
(4) fiziksel sağlık ve motor gelişimi (genel sağlık durumu, boy, ağırlık, fiziksel olgunluk, büyük ve küçük kas gelişimi vb.)
(5) bilişsel gelişim (yaşına uygun zihinsel gelişim gösterme, anladıklarını hafızasında tutabilme, kavramlar ve sembollerle düşünebilme, muhakeme yapabilme, akıl yürütme vb.).
TÜM ALANLAR DİKKATE ALINMALI
Genel olarak okullarda bilişsel hazırbulunuşluğun daha fazla dikkate alındığını, diğer alanların sekteye uğradığını görebiliyoruz. Ancak okullar olarak sorumluluğumuzun öğrenme süreçleri için gereken koşulları sağlıklı bir şekilde planlayabilmek olduğunu unutmamak gerekir. Bunun için tüm alanları dikkate almak, eğer ihtiyaç varsa aile ile iş birliği kurarak önlemleri sıralamak en doğrusu. Örneğin, çocuk için sağlıklı bir beslenme programı uygulanıyor mu? Öğrencilerimiz onlardan beklediğimiz fiziksel olgunluğu (koşmak, tırmanmak, zıplamak, düğme iliklemek vb.) sağlayabiliyor mu? El becerilerini kullanarak; sınıftaki öğrenme etkinliklerinde materyalleri etkin kullanabiliyor mu? Peki rutinleri ve kuralları takip edebiliyor mu? İhtiyaçlarınıifade edebiliyor mu? Açık iletişim kurabiliyor mu? Gerektiğinde yardım isteyebiliyor mu? Odaklanıp dinleyebiliyor mu? Sırasını bekleyebiliyor mu? Tüm bu hazırbulunuşluk alanları bilişsel becerilerin yanında öğrenme süreçlerini derinden etkiliyor.
ÖĞRENME İÇİN DEĞERLENDİRME
Bununla birlikte bilişsel alana yakından baktığımızda özellikle kavramsal anlamanın ne kadar önemli olduğunu fark ediyoruz. Sarmal olarak kurgulanan müfredat programı çerçevesinde, öğrencilerimizin kavram yanılgıları varsa yıllar içerisinde bunlara zamanında müdahale edilmemesi, ilerleyen öğrenme süreçlerinde öğrencinin zorlanmasına hatta öğrenilmiş çaresizlik yaşamasına sebep olabiliyor. Bu öğrencilerin o alandaki başarısızlık duyguları pekişiyor, öz güvenleri zarar görüyor. Tam da bu nedenle öğretmenlerin, ölçme değerlendirme uygulamalarını öğrencilerin kavram yanılgılarını tespit etmek için kullanmaları ne kadar da kıymetli. Bu bakış açısıyla paralel olarak, öğrenme için değerlendirme (assessment for learning) yaklaşımında öğretmen, öğrencilerin performanslarını iyileştirmek için ölçme değerlendirme araçlarından elde ettiği geri bildirimden faydalanır. Önce öğrencinin nerede olduğunu sorgular, sonrasında öğrenmenin nereye gideceğini belirler ve oraya nasıl gideceğini tasarlar. Bu yaklaşım, öğrencinin öğrenmeye erişimini büyük oranda garantiliyor, hazırbulunuşluğuna katkıda bulunuyor.
DİSİPLİNLERARASI BAĞLANTILAR
Bir disiplin içinde yıllara göre sarmal bir yapı olmasının yanında disiplinlerarası bağlantılar da öğrencilerin öğrenme süreçlerinde oldukça etkili. Örneğin yabancı dil öğretiminde öğrencinin ana dildeki kelime hazinesinin ve kendini ifade etme yöntemlerindeki hazırbulunuşluğun yeni bir dilin öğrenilmesini de etkilediği bilinmektedir. Ya da matematikte oran ve orantıyı bilen bir öğrenci fizikte kuvvet konusunu daha hızlı öğrenebilir. Bir yandan da disiplinlerarası bağlantılar kurmak, öğrencilerin öğrendiklerini gerçek yaşamla ilişkilendirmeleri için bulunmaz bir fırsat. Öğretmenlerin, özgün performans görevi tasarımları ve bu tasarımlarda disiplinlerarası becerilere yer vermeleri öğrencilerin kalıcı anlamalarını dolayısıyla da ilerideki hazırbulunuşluklarını destekleyecektir. Bir beceriyi, bir kavram öğrenimini ya da gelişmesi beklenen bir tutumu sadece tek bir disiplinde geliştirmek yerine farklı disiplinlerle bağlar kurarsak ve pekiştirici tekrarlar kurgularsak öğrenmenin kalıcılığını daha çok sağlayabiliriz.
Bir yandan da akademik alandaki araştırmalar, eğitim alanında beyin temelli yaklaşımlar ve uzaktan eğitim deneyimindeki çıkarımlar eğitimcilere şunu gösterdi ki öğrenme aynı zamanda duygularla ve sosyal yetkinliklerle yakından ilişkili. Öğrencilerin kendilerini ifade edebilmeleri, duygusal olarak bağımsız olmaları ve öğrenmeye, öğretmene ve okula karşı olumlu duygular beslemeleri öğrenme süreçlerinde etkili. Grup içinde sosyalleşme ve bir sınıf içinde uyumlanma, sosyal hazırbulunuşluğun temelinde yatıyor. Çocuğun aileden yavaş yavaş ayrılabilmesi ve okula uyumu öğrenme süreçlerine olumlu etki ediyor. Bahçede ve koridorlarda arkadaşlarıyla birlikte oynama, eğitim materyallerini ve ortak alanları paylaşma ve sırasını bekleme gibi beceriler sosyal hazırbulunuşluğun içine giriyor. Öğrenci öğrenmeye sosyal ve duygusal olarak hazır olabilmek için sınıf rutinlerini ve öğretmen yönergelerini takip edebilmeli, etkinliklere odaklanabilmeli, seçimler yapabilmeli ve öğrendiklerini gelecekteki etkinliklerde bağımsız kullanabilmeli, transfer edebilmeli.
Okulların açıldığı bu dönemde elbette ki her sınıf düzeyinde öğrencilerin pek çok alandaki hazırbulunuşluğunu bilmek, onları yakından tanımak ve öğrenme süreçlerini buna göre planlamak kıymetli. İster öğrenci ilkokul birinci sınıfa başlasın, ister liseye, her kademede pek tabii ki farklı beklentiler söz konusu olabilir. Okulların, eğitim öğretim dönemi başında bu beş farklı alandaki hazırbulunuşluk düzeylerini dikkate alarak öğrencilerini okula uyum, telafi ve oryantasyon çalışmalarıyla desteklemeleri yıl boyunca öğrenme süreçlerinde karşılaşılabilecek pek çok zorluğu bertaraf etmelerini sağlayacaktır.
Son Güncelleme: Pazartesi, 26 Eylül 2022 10:46
Gösterim: 3507
Doç. Dr. Emrah Ekmekçi - Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi, İngilizce Öğretmenliği A.B.D. Öğretim Üyesi - Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Yabancı dil öğretiminin tarihsel süreci incelendiğinde ortaya çıkan yaklaşımların öğrenmeyi, öğreneni ve hedef dilin kendisini merkeze alan metotlardan oluştuğu görülmektedir. Ancak sürekli yeni öğrenme ve öğretme yaklaşımlarını ortaya çıkaran bu kısır döngüye rağmen günümüzde pek çok alanda olduğu gibi yabancı dil eğitiminde de yeni bir döneme girilmiştir. Kumaravadivelu (2008) bu yeni dönemin yeni zorluklar yanında pek çok fırsatlar da sunduğunu belirtmektedir. Günümüz şartları çerçevesinde bu fırsatların en belirgini, hiç şüphesiz, teknolojinin yabancı dil eğitiminde nasıl etkili kullanılabileceğini bilmek ve ona göre yol almaktır.
Öncelikle hedef kitlemizi tanımakla işe başlamak yerinde olacaktır. Günümüzde dil öğretmeye çalıştığımız kitleyi kimileri Z kuşağı olarak adlandırmaktadır. Prensky’nin (2010) dijital yerliler (digitalnatives) olarak tanımladığı bu kitle, teknolojinin içine doğmuş bir gruptur. Tabii ki bu kitlenin kendine has özellikleri vardır. Bu nedenle yabancı dil öğretiminde hedef kitlenin öğrenme özelliklerine uygun, onları öğrenme eyleminin içine çekebilecek, ilgi ve motivasyonlarını artıracak ortamlar oluşturmak ve âdeta onlar için neredeyse vazgeçilmez olan ve hayatlarının bir parçası haline gelen teknolojiyi eğitim sürecine dâhil etmemiz gerekiyor. Teknoloji kullanma gerekliliğinin elbette ki tek sebebi günümüz öğrencilerinin aşina oldukları teknolojik ortamlar ve dijital cihazlar değildir.
Teknoloji kullanımının yabancı dil eğitimine en önemli katkısı öğrencilerin hedef dile maruz kalma süresini ve kalitesini artırmasıdır. Özellikle Türkiye gibi hedef dilin tam anlamıyla yabancı dil olarak öğretildiği ve toplumda bu dile maruz kalma fırsatının son derece kısıtlı olduğu ülkelerde yabancı dil öğrenim süreci çok da kolay ilerlemiyor. Yabancı dili hayatlarının bir parçası haline getir(em)eyen ve sadece okulda gördükleri bir ders olarak düşünen öğrenciler, Stephen Krashen’ın (1980) ortaya koyduğu anlaşılabilir girdiye (comprehensible input) yeterince maruz kalamıyor ya da bu girdi sadece sınıftaki iletişimsel etkinliklerle sınırlı kalıyor. Bilindiği gibi yabancı dil eğitimi sürecinde mümkün olduğunca çok ve kaliteli dil girdisine maruz kalmak özellikle konuşma ve yazma becerilerini kapsayan üretim aşamasında son derece önemlidir. Ancak, birçok Avrupa ülkesinin sahip olduğu ve hedef dilin toplumda hatırı sayılır şekilde kullanıldığı ortamların aksine, Türkiye’de öğrencilerin ders dışında anlaşılabilir girdiye maruz kalamamaları büyük bir dezavantaj olarak karşımızda duruyor. İşte teknoloji tam da bu noktada bu dezavantajlı durumu telafi etme adına devreye giriyor. Artık teknoloji sayesinde kaliteli dil girdisine ulaşmak çok kolay hale gelmiştir. Yüzlerce web sitesi, çeşitli web 2.0 araçları, mobil uygulamalar ve bilgisayar oyunlarıyla günümüz öğrencileri ihtiyaç duydukları dil girdisine rahatlıkla ulaşabiliyor ya da öğrencilerin kendi öğrenme sorumluluklarının farkına varmaları sağlanarak bu olanaklardan yararlanmaları teşvik edilebiliyor.
OTANTİK MATERYALE ERİŞİM
Kaliteli dil girdisi sağlamanın yanında teknolojinin diğer faydaları arasında otantik materyale erişim, yenilikçi çözümler sağlama, 21. yüzyıl ihtiyaç ve isteklerini karşılama, öğrenen özerkliğini teşvik etme, eleştirel düşünmeye yönlendirme, eğlenceli ortam sunma gibi farklı olanaklar sayılabilir. Otantik materyale ulaşım ve iletişim noktasında teknoloji çok ciddi imkânlar sunmaktadır. Bu imkânlar sayesinde öğrenciler, hedef dilin ana dili konuşurlarıyla gerek yazılı gerekse sözlü olarak rahatlıkla etkileşime geçerek gerçek ve doğal dile maruz kalabilirler. Bilindiği üzere otantik materyaller özellikle dil öğreniminde kullanılmak için hazırlanmamış, gerçek yaşamdan olduğu gibi alınan materyallerdir. Özellikle dinleme ve okuma becerileri için çeşitli internet siteleri ve web 2.0 araçlarıyla sayısız kaynağa erişilip bunlar dil girdisi olarak kullanılabilir. Aynı şekilde, çeşitli internet siteleri ve mobil uygulamalarca sunulan yenilikçi çözümlerle geleneksel sınıf ortamında yapılan bazı aktiviteler dijital araçlarla daha eğlenceli ve motive edici hale getirilebilir. Örneğin, ünite veya konu sonlarında yapılan kısa sınavlar (Quiz) dijital uygulamalar kullanarak eğlenceli bir ölçme etkinliğine, yine kağıt kalem kullanılarak yapılan basit bir yazma etkinliği farklı web 2.0 araçları kullanılarak görsel ve işitsel açıdan zenginleştirilmiş bir başka etkinliğe dönüştürülebilir.
21. YÜZYIL BECERİLERİ NASIL GELİŞİR?
Yabancı dil eğitiminde teknoloji kullanımının bir diğer katkısı ise eleştirel düşünce, iş birliği, yaratıcılık, iletişim, bilgi okuryazarlığı, medya okuryazarlığı, esneklik, liderlik, girişimcilik, üretkenlik ve sosyal beceriler gibi 21. yüzyıl becerilerinin edinilmesi ve geliştirilmesinde önemli rol oynamasıdır. Yine farklı mobil uygulamalar ve internet siteleri vasıtasıyla yabancı dil öğretmenleri daha fazla öğrenci merkezli dersler tasarlayabilir ve bu sayede öğrenciler ders dışında da neyi, ne zaman ve nasıl öğrenecekleri konusunda sorumluluk alabilirler. Bu durum pek tabii ki özerk öğrenmeyi de beraberinde getirecek ve kendi öğrenme sorumluluğunu taşıyan öğrenciler ders dışında da yabancı dilini geliştirmek veya öğretmen tarafından verilen belirli görevleri yerine getirmek için öğrendiği yabancı dile daha çok maruz kalacaktır. Aynı şekilde, yaratıcılığı geliştirmeyi amaçlayan sayısız uygulama ve teknoloji aracı öğrencilerin duyuşsal ve bilişsel gelişimlerine katkı sağlayan eleştirel düşünme becerilerinin gelişimi için de kullanılabilir.
OYUNLAŞTIRMA ve YABANCI DİL
Şimdiye kadar saydığımız avantajların yanında, günümüz öğrencileri için yabancı dil eğitiminde teknoloji kullanımının belki de en önemli yararlarından biri de ilk defa 2008 yılında kullanılan ve “oyun tasarım unsurlarının oyun bağlamı dışındaki durumlarda kullanılması” olarak nitelendirilen oyunlaştırma’dır (gamification) (Deterding, Sicart, Nacke, O'Hara&Dixon, 2011). Özellikle motivasyonu düşük, kaygı düzeyi yüksek, çekingen kişiliğe sahip öğrenciler dahi yabancı dil eğitim sürecine dâhil edilebilecek teknoloji destekli oyunlaştırma unsurlarıyla dil öğrenmeye karşı çok daha olumlu tutum sergileyebilirler. Zaten son yıllarda eğitim (education) ve eğlence (entertainment) kavramlarının birleşiminden ortaya çıkmış olan educatainment kavramı da içeriğin oyunlaştırarak, bireyin kendini rahat hissedeceği ve farkında olmadan öğrendiği bir şekilde sunulmasına dayanır. Yabancı dil öğretiminde de teknolojinin sunduğu bu fırsattan yararlanmak özellikle oyunlarla ya da oyun temelli uygulamalarla sürekli içli dışlı olan günümüz öğrencileri için son derece faydalı olacak ve yabancı dil öğrenimine olan ilgiyi de artıracaktır.
Yabancı dil becerileri özelinde teknolojinin yararlarına baktığımızda hem algısal (dinleme ve okuma) hem de üretimsel (konuşma ve yazma) beceriler için teknolojinin çok ciddi imkânlar sunduğunu görüyoruz. Öğrencilere anlaşılabilir girdi sunacak birçok yazılı ve dinleme metin kaynaklarına çeşitli web siteleri aracılığıyla ulaşılabildiğini söyleyebiliriz. Özellikle dil seviyelerine göre derecelendirilmiş bu kaynakların anlamayı kolaylaştıracak çeşitli görsel ve videolarla desteklenmiş olması dinleme ve okuma becerilerinin gelişimi için son derece önemli. Bu amaçla hazırlanan web sitelerinin çoğunun mobil uygulamaları da mevcuttur. Aynı şekilde, üretimsel beceriler olan konuşma ve yazma becerilerinin gelişiminin desteklenmesi için hazırlanmış birçok web sitesi ve uygulama da vardır. Yabancı dil eğitiminin en görünen çıktısı olan konuşma becerisi âdeta dili bilip bilmemenin bir göstergesi durumunda. Şöyle ki, bir kişiye ‘İngilizce biliyor musun?’ diye sormak istendiğinde ‘Do you speak English?’ sorusu tercih ediliyor. Bu da bir yabancı dili bilmenin o dili konuşmakla özdeşleştiğini gösteriyor. Birçok öğrencinin konuşma becerisiyle ilgili zorluk yaşadığı düşünüldüğünde teknoloji sayesinde bu zorluğun da büyük ölçüde aşılabileceğini görüyoruz. Örneğin, yeterince dil girdisine maruz kalan bir öğrencinin 1990’lı yıllarda yabancı dilde ana dil konuşuruna ulaşıp etkileşimde bulunması genellikle mektup arkadaşlığı yoluyla mümkün olabiliyordu. Ancak, gelişen teknolojik imkânlar sayesinde dil değişim platformlarıyla ana dil konuşuruna ulaşıp konuşma becerilerini geliştirmesi çok daha kolay. Bilindiği üzere bu hizmeti profesyonel olarak sağlayan birçok özel şirket de mevcut. Aynı durum yazma becerisi için de geçerli. Wiki, blog, sosyal medya gönderileri, elektronik panolar gibi birçok platformda öğrenciler yazılı olarak da etkileşimde bulunabilir ve geri bildirim alabilirler.
Yabancı dil eğitiminde teknoloji kullanımı konusunu biraz da yabancı dil öğretmenleri boyutundan incelemek gerekiyor. Bu noktada Ray Clifford’ın şu ifadeleri oldukça yerinde: “Teknoloji öğretmenlerin yerini almayacak ancak teknolojiyi kullanan öğretmenler kullanmayanların yerini alacak”. Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere günümüz öğrencilerine hitap etmek isteyen yabancı dil öğretmenlerinin her geçen gün artan teknolojik ilerlemelere kayıtsız kalması düşünülemez. Ancak, teknolojiyi sırf kullanmış olmak için sürece dâhil etmek belki de yarar sağlayacağı yerde zarar da verebilir. Etkili teknoloji kullanımı konusunda en kritik nokta öğretmenlerin pedagojik alan bilgileriyle teknolojik bilgilerini harmanlayıp hangi web 2.0 aracını ya da hangi internet sitesini, hangi beceriyi veya aktiviteyi desteklemek için kullanacağını çok iyi analiz edip karar vermeleridir.
Unutulmamalıdır ki teknoloji amaç değil sadece hedefe ulaşmak için eğitimi destekleyen bir araçtır. Deborah Healey, “Kötü bir öğretimin üzerini gelişmiş teknoloji araçları kullanarak kapatamazsınız; iyi bir öğretim ise öğrenenlerin amaçlarına ulaşmalarında uygun teknolojik araçlardan yararlanarak gerçekleşir” ifadesiyle tam da uygun ve yerinde teknoloji kullanımının önemini vurguluyor. Bu nedenle yabancı dil öğretmenlerinin herhangi bir web 2.0 aracını ya da internet sitesini ders planlarına dâhil etmeden önce pedagojik süzgeçten geçirmeleri çok önemlidir. Bunun için öğretmenlerin teknoloji entegrasyon modelleri konusunda farkındalıklarının artırılması ve bu modeller doğrultusunda seçici davranmaları önerilmektedir.
Sonuç olarak bilgi iletişim teknolojilerinin getirdiği yenilikler kaçınılmaz bir şekilde yabancı dil eğitimi alanını da etkilemeye devam ediyor. Eğitim yöneticilerine düşen görev; öğrenci ve öğretmenlerin bu teknolojilerden yararlanmalarına olanak sağlayacak altyapıyı oluşturmak, yabancı dil öğretmenlerine düşen görev ise yüzlerce hatta binlerce aracın ve internet sitesinin içerisinden pedagojik amaçlarına uygun olanları seçebilmek ve dil öğretim sürecine dâhil edebilmektir.
Kaynaklar
Deterding, S., Sicart, M., Nacke, L., O'Hara, K., & Dixon, D. (2011). Gamification: using game-design elements in non-gaming contexts. In CHI'11 extended abstracts on human factors in computing systems (pp. 2425-2428).
Krashen, S. (1980).The input hypothesis. In. J. Alatis. Current issues in bilingual education.
Kumaravadivelu, B. (2008). Understanding language teaching: From method to postmethod. Routledge.
Prensky, M. R. (2010). Teaching digital natives: Partnering for real learning. Corwin press.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Doç. Dr. Emrah Ekmekçi - Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi, İngilizce Öğretmenliği A.B.D. Öğretim Üyesi - Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Yabancı dil öğretiminin tarihsel süreci incelendiğinde ortaya çıkan yaklaşımların öğrenmeyi, öğreneni ve hedef dilin kendisini merkeze alan metotlardan oluştuğu görülmektedir. Ancak sürekli yeni öğrenme ve öğretme yaklaşımlarını ortaya çıkaran bu kısır döngüye rağmen günümüzde pek çok alanda olduğu gibi yabancı dil eğitiminde de yeni bir döneme girilmiştir. Kumaravadivelu (2008) bu yeni dönemin yeni zorluklar yanında pek çok fırsatlar da sunduğunu belirtmektedir. Günümüz şartları çerçevesinde bu fırsatların en belirgini, hiç şüphesiz, teknolojinin yabancı dil eğitiminde nasıl etkili kullanılabileceğini bilmek ve ona göre yol almaktır.
Öncelikle hedef kitlemizi tanımakla işe başlamak yerinde olacaktır. Günümüzde dil öğretmeye çalıştığımız kitleyi kimileri Z kuşağı olarak adlandırmaktadır. Prensky’nin (2010) dijital yerliler (digitalnatives) olarak tanımladığı bu kitle, teknolojinin içine doğmuş bir gruptur. Tabii ki bu kitlenin kendine has özellikleri vardır. Bu nedenle yabancı dil öğretiminde hedef kitlenin öğrenme özelliklerine uygun, onları öğrenme eyleminin içine çekebilecek, ilgi ve motivasyonlarını artıracak ortamlar oluşturmak ve âdeta onlar için neredeyse vazgeçilmez olan ve hayatlarının bir parçası haline gelen teknolojiyi eğitim sürecine dâhil etmemiz gerekiyor. Teknoloji kullanma gerekliliğinin elbette ki tek sebebi günümüz öğrencilerinin aşina oldukları teknolojik ortamlar ve dijital cihazlar değildir.
Teknoloji kullanımının yabancı dil eğitimine en önemli katkısı öğrencilerin hedef dile maruz kalma süresini ve kalitesini artırmasıdır. Özellikle Türkiye gibi hedef dilin tam anlamıyla yabancı dil olarak öğretildiği ve toplumda bu dile maruz kalma fırsatının son derece kısıtlı olduğu ülkelerde yabancı dil öğrenim süreci çok da kolay ilerlemiyor. Yabancı dili hayatlarının bir parçası haline getir(em)eyen ve sadece okulda gördükleri bir ders olarak düşünen öğrenciler, Stephen Krashen’ın (1980) ortaya koyduğu anlaşılabilir girdiye (comprehensible input) yeterince maruz kalamıyor ya da bu girdi sadece sınıftaki iletişimsel etkinliklerle sınırlı kalıyor. Bilindiği gibi yabancı dil eğitimi sürecinde mümkün olduğunca çok ve kaliteli dil girdisine maruz kalmak özellikle konuşma ve yazma becerilerini kapsayan üretim aşamasında son derece önemlidir. Ancak, birçok Avrupa ülkesinin sahip olduğu ve hedef dilin toplumda hatırı sayılır şekilde kullanıldığı ortamların aksine, Türkiye’de öğrencilerin ders dışında anlaşılabilir girdiye maruz kalamamaları büyük bir dezavantaj olarak karşımızda duruyor. İşte teknoloji tam da bu noktada bu dezavantajlı durumu telafi etme adına devreye giriyor. Artık teknoloji sayesinde kaliteli dil girdisine ulaşmak çok kolay hale gelmiştir. Yüzlerce web sitesi, çeşitli web 2.0 araçları, mobil uygulamalar ve bilgisayar oyunlarıyla günümüz öğrencileri ihtiyaç duydukları dil girdisine rahatlıkla ulaşabiliyor ya da öğrencilerin kendi öğrenme sorumluluklarının farkına varmaları sağlanarak bu olanaklardan yararlanmaları teşvik edilebiliyor.
OTANTİK MATERYALE ERİŞİM
Kaliteli dil girdisi sağlamanın yanında teknolojinin diğer faydaları arasında otantik materyale erişim, yenilikçi çözümler sağlama, 21. yüzyıl ihtiyaç ve isteklerini karşılama, öğrenen özerkliğini teşvik etme, eleştirel düşünmeye yönlendirme, eğlenceli ortam sunma gibi farklı olanaklar sayılabilir. Otantik materyale ulaşım ve iletişim noktasında teknoloji çok ciddi imkânlar sunmaktadır. Bu imkânlar sayesinde öğrenciler, hedef dilin ana dili konuşurlarıyla gerek yazılı gerekse sözlü olarak rahatlıkla etkileşime geçerek gerçek ve doğal dile maruz kalabilirler. Bilindiği üzere otantik materyaller özellikle dil öğreniminde kullanılmak için hazırlanmamış, gerçek yaşamdan olduğu gibi alınan materyallerdir. Özellikle dinleme ve okuma becerileri için çeşitli internet siteleri ve web 2.0 araçlarıyla sayısız kaynağa erişilip bunlar dil girdisi olarak kullanılabilir. Aynı şekilde, çeşitli internet siteleri ve mobil uygulamalarca sunulan yenilikçi çözümlerle geleneksel sınıf ortamında yapılan bazı aktiviteler dijital araçlarla daha eğlenceli ve motive edici hale getirilebilir. Örneğin, ünite veya konu sonlarında yapılan kısa sınavlar (Quiz) dijital uygulamalar kullanarak eğlenceli bir ölçme etkinliğine, yine kağıt kalem kullanılarak yapılan basit bir yazma etkinliği farklı web 2.0 araçları kullanılarak görsel ve işitsel açıdan zenginleştirilmiş bir başka etkinliğe dönüştürülebilir.
21. YÜZYIL BECERİLERİ NASIL GELİŞİR?
Yabancı dil eğitiminde teknoloji kullanımının bir diğer katkısı ise eleştirel düşünce, iş birliği, yaratıcılık, iletişim, bilgi okuryazarlığı, medya okuryazarlığı, esneklik, liderlik, girişimcilik, üretkenlik ve sosyal beceriler gibi 21. yüzyıl becerilerinin edinilmesi ve geliştirilmesinde önemli rol oynamasıdır. Yine farklı mobil uygulamalar ve internet siteleri vasıtasıyla yabancı dil öğretmenleri daha fazla öğrenci merkezli dersler tasarlayabilir ve bu sayede öğrenciler ders dışında da neyi, ne zaman ve nasıl öğrenecekleri konusunda sorumluluk alabilirler. Bu durum pek tabii ki özerk öğrenmeyi de beraberinde getirecek ve kendi öğrenme sorumluluğunu taşıyan öğrenciler ders dışında da yabancı dilini geliştirmek veya öğretmen tarafından verilen belirli görevleri yerine getirmek için öğrendiği yabancı dile daha çok maruz kalacaktır. Aynı şekilde, yaratıcılığı geliştirmeyi amaçlayan sayısız uygulama ve teknoloji aracı öğrencilerin duyuşsal ve bilişsel gelişimlerine katkı sağlayan eleştirel düşünme becerilerinin gelişimi için de kullanılabilir.
OYUNLAŞTIRMA ve YABANCI DİL
Şimdiye kadar saydığımız avantajların yanında, günümüz öğrencileri için yabancı dil eğitiminde teknoloji kullanımının belki de en önemli yararlarından biri de ilk defa 2008 yılında kullanılan ve “oyun tasarım unsurlarının oyun bağlamı dışındaki durumlarda kullanılması” olarak nitelendirilen oyunlaştırma’dır (gamification) (Deterding, Sicart, Nacke, O'Hara&Dixon, 2011). Özellikle motivasyonu düşük, kaygı düzeyi yüksek, çekingen kişiliğe sahip öğrenciler dahi yabancı dil eğitim sürecine dâhil edilebilecek teknoloji destekli oyunlaştırma unsurlarıyla dil öğrenmeye karşı çok daha olumlu tutum sergileyebilirler. Zaten son yıllarda eğitim (education) ve eğlence (entertainment) kavramlarının birleşiminden ortaya çıkmış olan educatainment kavramı da içeriğin oyunlaştırarak, bireyin kendini rahat hissedeceği ve farkında olmadan öğrendiği bir şekilde sunulmasına dayanır. Yabancı dil öğretiminde de teknolojinin sunduğu bu fırsattan yararlanmak özellikle oyunlarla ya da oyun temelli uygulamalarla sürekli içli dışlı olan günümüz öğrencileri için son derece faydalı olacak ve yabancı dil öğrenimine olan ilgiyi de artıracaktır.
Yabancı dil becerileri özelinde teknolojinin yararlarına baktığımızda hem algısal (dinleme ve okuma) hem de üretimsel (konuşma ve yazma) beceriler için teknolojinin çok ciddi imkânlar sunduğunu görüyoruz. Öğrencilere anlaşılabilir girdi sunacak birçok yazılı ve dinleme metin kaynaklarına çeşitli web siteleri aracılığıyla ulaşılabildiğini söyleyebiliriz. Özellikle dil seviyelerine göre derecelendirilmiş bu kaynakların anlamayı kolaylaştıracak çeşitli görsel ve videolarla desteklenmiş olması dinleme ve okuma becerilerinin gelişimi için son derece önemli. Bu amaçla hazırlanan web sitelerinin çoğunun mobil uygulamaları da mevcuttur. Aynı şekilde, üretimsel beceriler olan konuşma ve yazma becerilerinin gelişiminin desteklenmesi için hazırlanmış birçok web sitesi ve uygulama da vardır. Yabancı dil eğitiminin en görünen çıktısı olan konuşma becerisi âdeta dili bilip bilmemenin bir göstergesi durumunda. Şöyle ki, bir kişiye ‘İngilizce biliyor musun?’ diye sormak istendiğinde ‘Do you speak English?’ sorusu tercih ediliyor. Bu da bir yabancı dili bilmenin o dili konuşmakla özdeşleştiğini gösteriyor. Birçok öğrencinin konuşma becerisiyle ilgili zorluk yaşadığı düşünüldüğünde teknoloji sayesinde bu zorluğun da büyük ölçüde aşılabileceğini görüyoruz. Örneğin, yeterince dil girdisine maruz kalan bir öğrencinin 1990’lı yıllarda yabancı dilde ana dil konuşuruna ulaşıp etkileşimde bulunması genellikle mektup arkadaşlığı yoluyla mümkün olabiliyordu. Ancak, gelişen teknolojik imkânlar sayesinde dil değişim platformlarıyla ana dil konuşuruna ulaşıp konuşma becerilerini geliştirmesi çok daha kolay. Bilindiği üzere bu hizmeti profesyonel olarak sağlayan birçok özel şirket de mevcut. Aynı durum yazma becerisi için de geçerli. Wiki, blog, sosyal medya gönderileri, elektronik panolar gibi birçok platformda öğrenciler yazılı olarak da etkileşimde bulunabilir ve geri bildirim alabilirler.
Yabancı dil eğitiminde teknoloji kullanımı konusunu biraz da yabancı dil öğretmenleri boyutundan incelemek gerekiyor. Bu noktada Ray Clifford’ın şu ifadeleri oldukça yerinde: “Teknoloji öğretmenlerin yerini almayacak ancak teknolojiyi kullanan öğretmenler kullanmayanların yerini alacak”. Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere günümüz öğrencilerine hitap etmek isteyen yabancı dil öğretmenlerinin her geçen gün artan teknolojik ilerlemelere kayıtsız kalması düşünülemez. Ancak, teknolojiyi sırf kullanmış olmak için sürece dâhil etmek belki de yarar sağlayacağı yerde zarar da verebilir. Etkili teknoloji kullanımı konusunda en kritik nokta öğretmenlerin pedagojik alan bilgileriyle teknolojik bilgilerini harmanlayıp hangi web 2.0 aracını ya da hangi internet sitesini, hangi beceriyi veya aktiviteyi desteklemek için kullanacağını çok iyi analiz edip karar vermeleridir.
Unutulmamalıdır ki teknoloji amaç değil sadece hedefe ulaşmak için eğitimi destekleyen bir araçtır. Deborah Healey, “Kötü bir öğretimin üzerini gelişmiş teknoloji araçları kullanarak kapatamazsınız; iyi bir öğretim ise öğrenenlerin amaçlarına ulaşmalarında uygun teknolojik araçlardan yararlanarak gerçekleşir” ifadesiyle tam da uygun ve yerinde teknoloji kullanımının önemini vurguluyor. Bu nedenle yabancı dil öğretmenlerinin herhangi bir web 2.0 aracını ya da internet sitesini ders planlarına dâhil etmeden önce pedagojik süzgeçten geçirmeleri çok önemlidir. Bunun için öğretmenlerin teknoloji entegrasyon modelleri konusunda farkındalıklarının artırılması ve bu modeller doğrultusunda seçici davranmaları önerilmektedir.
Sonuç olarak bilgi iletişim teknolojilerinin getirdiği yenilikler kaçınılmaz bir şekilde yabancı dil eğitimi alanını da etkilemeye devam ediyor. Eğitim yöneticilerine düşen görev; öğrenci ve öğretmenlerin bu teknolojilerden yararlanmalarına olanak sağlayacak altyapıyı oluşturmak, yabancı dil öğretmenlerine düşen görev ise yüzlerce hatta binlerce aracın ve internet sitesinin içerisinden pedagojik amaçlarına uygun olanları seçebilmek ve dil öğretim sürecine dâhil edebilmektir.
Kaynaklar
Deterding, S., Sicart, M., Nacke, L., O'Hara, K., & Dixon, D. (2011). Gamification: using game-design elements in non-gaming contexts. In CHI'11 extended abstracts on human factors in computing systems (pp. 2425-2428).
Krashen, S. (1980).The input hypothesis. In. J. Alatis. Current issues in bilingual education.
Kumaravadivelu, B. (2008). Understanding language teaching: From method to postmethod. Routledge.
Prensky, M. R. (2010). Teaching digital natives: Partnering for real learning. Corwin press.
Son Güncelleme: Pazartesi, 25 Nisan 2022 15:46
Gösterim: 5334
Prof. Dr. Cem Balçıkanlı / Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi İngiliz Dili Eğitimi ABD
Nurperi Cömert İğdigül / İngilizce Öğretmeni
Haftanın son günü. Günün son dersi.
Çocuklar isteksiz, yorgun ve sıkılmışlar. Yapılan blok ders sırasında öğretmenin tüm gayesi öğrencilerin anlatılan konuları keyifli bir şekilde öğrenmelerini sağlamaktan başka bir şey değil.
Ders başlıyor… Kahkahalarla ve eğlenceyle geçen bir süre sonra sınıfın kapısı birden açılıyor… İçeriye Müdür Yardımcısı giriyor.
“Hocam ders bitti. Zil çaldı. İstiklal Marşı okundu, servisler gitti! Nasıl duymadınız? Çocuklar siz de mi duymadınız?”
Zaman su gibi akıp gitmiş…
Öğretmeninin cevabı çok kısa ve nettir.
“Biz oyun oynuyorduk!”
OYUN NE İŞE YARAR?
Yukarıdaki çarpıcı anı, oyunun eğitimdeki yerini net bir şekilde gözler önüne seriyor. Oyunun büyüsüne kapılmak ve akışta kalmak tam da böyle bir şey olsa gerek. Yıllardır yapılan pek çok araştırma eğitim dünyasında oyunun sağladığı yararlara odaklanırken bize belki de en önemli çıkarımı yapmamıza olanak tanıyor.
“Biz oyunla öğreniyoruz.”
Yakından biliyoruz ki oyun mutlu bireylerin yetişmesini sağlıyor. Dahası oyunlar, kurallar bütününde oynandığı için bireylerin birbirlerine saygı duymalarını destekliyor. Öğrencilerin kazanılan oyundan zevk almaları, kaybettikleri zaman rakiplerine saygılı bir biçimde davranmaları, zamanı etkili bir biçimde kullanmaları, hızlı düşünüp çabuk karar almaları, birlikte düşünüp iş birliği içinde hareket etmeleri de oyunun en güzel kazanımları arasındadır. Oyunların özellikleriyle ilgili oluşturulan listelerin neredeyse tamamında öğrenme sürecine olumlu katkı sunabileceğine inanılan unsurlar bulunuyor. Bu unsurlar, oyunların kurallarının olduğuna, amaç ve hedefleri bünyesinde barındırdığına, geribildirim döngüsü ve kazanım odaklı olduğuna, içerisinde rekabet bulunduğuna ve bireylerin birbirleriyle bir etkileşim içinde olduğuna işaret ediyor. Oyun araştırmacısı kimliğinin yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri’nde İllionis Üniversitesinde oyun, kültürel farkındalık ve erken çocukluk eğitimi konularında araştırmalar sürdüren Prof. Dr. Artin Göncü’nün oyunun önemine ilişkin yaptığı şu müthiş tespit defalarca okunmalıdır.
“Oyun oynayan çocuğun yetişkinlik provası yaptığını bilir ve oyunun önemini anlayabilirseniz sadece çocuğunuzu mutlu etmez onu daha iyi anlayabilirsiniz.”
DİL ÖĞRENİMİNDE OYUNLARIN ROLÜ NEDİR?
Dil öğrenimi emek, disiplin ve sabır isteyen bir süreçtir. Elbette bu süreçte birçok kişi endişe duyabilir. İstediğimiz gibi keyifli bir yolculuk yapmak ve bu endişeyi ortadan kaldırmak oyun ile mümkün olabilir. Hayatın her aşamasında oynanan oyunların bireylerin gelişimini nasıl derinden etkilediği iyi bilinen bir gerçektir. Oyunlar, öğrencilerin öğrenmek için çaba sarf etmelerine ve bu çabayı sürdürürken çok keyifli anlar yaşamalarına yardımcı olur. Öğrencilerin içsel motivasyonlarını arttırırken oyun içinde tün duygu ve duyularıyla yer almalarına imkân tanır. Bu sayede öğrencilere bütüncül bir öğrenme ortamı içerisinde doğal bir dil ortamı sunar. Birçok duyu bir arada kullanıldığından öğrenim somut bir şekilde gerçekleşir ki bu da deneyimden edinilen bilgileri kalıcı hale getirir. Ebeveynlik, eğitim ve insan davranışı gibi çeşitli konulardaki araştırmalarıyla bilinen Alfie Kohn, “Ödüllerle Cezalandırmak” isimli kitabında, çocukların kendilerini güvende hissederlerse risk alabileceklerini, soru sorabileceklerini, hata yapabileceklerini, güvenmeyi öğrenebileceklerini ve bu sayede sağlıklı bir şekilde büyüyebileceklerini ifade ediyor. Bu kazanımların sağlanmasında elbette oyunlar muazzam öğrenim araçlarıdır. Çünkü oyunlar öğrenciler için duygularla birleşen anlamlı bir öğrenim fırsatı yaratır. Oyunun bizlere sağladığı bir diğer önemli yarar ise oyun içinde öğrencilerin hata yapmaktan korkmamalarıdır. Bu en az diğer faydalar kadar önemlidir zira hatalar dil öğrenim basamaklarının önemli ve gerekli süreçlerinden biridir. Çünkü hatalar doğruya ulaşmanın yoludur ve en kıymetli tecrübelerdir. En çok çekinilen durumlardan biri olması nedeniyle hata yapmak öğrencilerin hedef dilde konuşmalarını, yazmalarını ve derse dahil olmalarını engeller. Ancak oyunlar sayesinde öğrenciler hata yapmaktan korkmaz çünkü oyunlarzevklidir, adildir ve oyunlarda tüm şartlar eşittir. Bu sayede öğrenciler dört dil becerisini cesurca kullanabilir, hatalarına takılmadan dilin en doğal haline maruz kalırlar. Oyunların önemli bir başka avantajı ise oyunlar birbirini tekrar eden kelime ve yapıları barındırdığından öğrenimin etkili ve kalıcı olmasıdır. Bu konudaki en çarpıcı araştırmalardan birinden Karyn Purvis söz ediyor. Araştırmada, beyinde yeni bir snaps yaratmak için yaklaşık 400 tekrar gerekirken oyun işin içine girdiğinde sadece 10 ila 20 arası tekrarın yeterli olduğu ortaya konuyor. Tüm bunların yanında oyun oynamak birçok pozitif hormonu aktivite ederken bu hormonlar sayesinde odaklanma, algılama ve yaratıcılık gibi becerilerimizi destekliyor. Beynimizde salgılanan dopamin çocukların hayal güçleri uyarıp bireyi fiziksel aktivitelere motive ederken oksitosin insanlarla kuvvetli ilişkiler kurmalarını sağlıyor.
Yabancı dil sınıflarında oyunu bir öğretim yöntemi olarak ele almanın yararları üzerine çok sayıda araştırma bulunuyor. Bu araştırma bulgularını temel başlıklar altında toplamak gerekirse, oyunların duyuşsal, bilişsel yararları olduğu gibi sınıf dinamikleri açısından da sayısız fırsat sunduğu bilinmektedir. Duyuşsal anlamda, yabancı dil öğreniminde dil endişesi alanında yürütülen tüm çalışmalarda da belirtildiği üzere oyunlar öğrencilerin gerginliğini azaltmaktadır. Oynadıkları oyunlar aracılığıyla öğrencilerin öğrenmeye çalıştığı dille duygusal yakınlık kurduğu ve bu sayede de dile dair olumlu duygu geliştirdiğini biliyoruz. Ayrıca öğrencilerin dili yaratıcı bir şekilde kullanmasına olanak tanıdığı gibi iletişim dil öğretim yaklaşımlarının en önemli hedefi olan iletişimsel dil yetisinin gelişmesine katkıda bulunur. Bilişsel açıdan değerlendirdiğimizde ise, oyunların yabancı dil sınıflarında öğrenmeyi birçok anlamda desteklediğini araştırma bulgularıyla söylemek mümkündür. Hem öğrenilenleri anlamlı bir bağlam içinde sunması hem de öğrencilerin bu süreçten keyif alması öğrenilmeye çalışılan dilin iletişimsel boyutlarına odaklanılmasını sağlıyor. Bunun sonucu olarak da herkesin diline pelesenk olan ‘anlıyorum ama konuşamıyorum’ sendromu da zamanla popülerliğini yitirebilir belki. Zira öğrenciler oyun oynarken bir dersten çok daha farklı bir ortamın içinde olduklarını hissettikleri için dil yapılarını ve işlevlerini daha iletişimsel bir çerçevede içselleştirebilirler. Sınıf dinamikleri boyutunda ise öğretmenlerin doğru bir planlamayla bilgiyi aktarımından çok oyunların öğrenci temelli bir yaklaşımla kurgulandığı bir role bürünmesi elzemdir. Sınıf ortamında grup uyumunun oluşmasını mümkün kılan ikili veya grup halinde oynanabilecek oyunlarla da sosyal yapılandırmacı yaklaşımın en önemli ilkelerinden olan ‘iş birliği’ kavramını da desteklemektedir. Yabancı dil derslerinin bilinen rutin ders biçiminden biraz daha farklı olarak düşünülmesi gerekliliğinden hareketle oyunlar öğrencilerinin bu rutinden uzaklaşmalarına olanak tanıyabilir.
Son Söz
Bu yazının başında da değindiğimiz üzere oyunlar zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız büyülü bir atmosfer sunar. Diğer alanlarda olduğu gibi dil eğitiminde de bu büyülü atmosferin sağladığı yararlar saymakla bitmez. Yapay zekâ, robotik kodlama vb. kavramların da etkisiyle sayısız eğitim kuramı ve teorisi ileri sürülmektedir. Tüm bunlara rağmen varlığını etkin bir şekilde sürdüren oyun olmuştur. Bu değişim içinde insan doğasına yakından dokunan, insanların kendilerini en savunmasız ve öğrenmeye hazır hissettikleri oyunlar yabancı dil eğitiminde sıklıkla uygulanan yöntemlerdendir. Oyunların öğrenme ortamlarındaki etkilerini uzun soluklu araştırmalarıyla inceleyen ve bu alandaki en önemli isimlerden olan James Paul Gee oyunlarda örtük olarak da olsa var olan 36 öğrenme ilkesinin üzerinde durmaktadır. Oyunların bu öğrenme ilkelerini geliştirmede ve uyarlanabilir ortamları sağlamada son derece iyi olduğuna inanmaktadır. Elbette bunlar, çoğumuzun sınıfta uygulamak için çaba gösterdiğimiz ilkelerle doğrudan ilişkilidir. Oyun sadece öğrencilerin boş zamanlarını doldurdukları keyifli bir etkinlik değildir. Yabancı dil öğretmenlerinin oyunu bir öğretim yöntemi olarak değerlendirmesi ve bu minvalde hareket etmesi son derece elzemdir. Bu anlamda öğretmenin neyi ne kadarını ne sürede kazandıracağını çok iyi belirlemesi gerekir. Bu sayede alınan geri bildirimler öğrencileri başarıya götürür.
Uzun yıllardır İngilizce eğitiminde oyunların rolü üzerine pratik uygulamalar sunan Nurperi Cömert İğdigül tarafından kaleme alınan ve yakın zamanda raflardaki yerine alacak kitapta, dil öğrencilerinin öğrendiklerini fark etmeden öğrenme süreçlerini nasıl keyifli hale getirdiklerini gözler önüne süren pek çok oyun var. Özellikle oyuna ilişkin oluşan önyargıları kırmak ve hayatın bir parçası haline getirebilmek adına erken yaşta yabancı dil eğitiminin önemini ve bu noktada oyunun çocuklara sağladığı zihinsel, bilişsel ve dil gelişimi açısından faydalarına tanık olacağınız bu çalışmanın anlamlı katkılar sunacağına inanıyoruz.
OYUN ÖNERİLERİ
1) Tell me what?
Çocukluğumuzda oynadığımız ‘Nesi var?’ oyununu uyarlayarak keyifli bir İngilizce eğitsel oyun haline gelen bu oyunu ilkokul seviyesindeki öğrencilerinizle dilediğiniz sözcükleri pekiştirmek için oynayabilirsiniz.
Hedef kelimelerimizin yiyecekler olduğunu düşünelim.
Elbette bu noktada özgürsünüz. Dilerseniz hayvanları kullanarak‘have/has got’ yapısını da destekleyebilirsiniz.)
Bir öğrenci seçiliyor ve dışarı gönderiliyor. O sırada sınıf bir yiyecek belirliyor ve dışarı gönderilen öğrenci tekrar sınıfa çağırılıyor.
;Dışarı çıkan öğrencinin seçilen yiyecek ile ilgili ‘Tell me what?’ cümlesi karşılığında sadece 3 bilgi edinebilme hakkı olduğundan seçtiği 3 arkadaşından bilgi alabilir. Edindiği bilgilerin ardından cevabı bilmesi içinse 1 dakikası var.
Öğrencimiz aldığı cevaplara göre belirlenen yiyeceği bilmeye çalışır.
Oyunu öğrenci sayınıza ve zaman planlamanıza göre 2 ya da 3 tur oynatabilir kazananlara sticker, rojet, sevdiği bir şarkıyı sınıfta çalıp dans edebilme, arkadaşlarına şarkı söyleyebilme hakkı gibi içsel motivasyonlarını destekleyecek ödüller verebilirsiniz.
Örnek:
Student : Tell me what?
Class: It is yellow.
Student :Tell me what?
Class: It is long.
Student : Tell me what?
Class: It’s a fruit.
Student: A banana!
2) Pick and Make
Ortaokulda cümle dizimini öğretmek için tasarlanan bu keyifli oyunda öğrenciler kâğıda yazılmış sözcükleri pipetle toplayarak cümleler yaratıyor. Dikkat, odaklanma, düşünme becerileri, üretici/verici dili geliştiren ve hedef yapının birçok kelimeyi pekiştirerek desteklendiği dinamik bir oyundur.
İstediğiniz her yapı ile kullanabileceğiniz yelpazesi geniş olan bu oyundaki hedef yapının ‘Will’ olduğunu düşünelim.
Küçük renkli kağıtlara farklı sözcük türlerinden oluşan kelimeler yazılır.
Öğrenciler sınıf sayısına göre 2 ya da 3 gruba ayrılır. Her gruptan bir öğrenci sıra ile sözcüklerin olduğu masaya gelir ve sözcüklere on saniye boyunca bakar.
Daha sonra bir kum saati kullanarak 1 dakika içinde aklından karar verdiği sözcükleri toplamaya çalışır. Ardından toplayabildiği sözcüklerle verilen yapı ile ilgili doğru ve anlamlı cümleler kurmaya çalışır. Doğru cümle yapabilen takımına puan kazandırır.
Örnek:
Toplanan kelimelerin aşağıdaki sözcükler olduğunu varsayalım.
She - play - game - in - the – garden.
She will play game in the garden.
KAYNAKLAR
Gee, J. P. (2005). Learning by design: Good video games as learningmachines. E-learningand Digital Media, 2(1), 5-16.
Göncü, A. (2019). Oyunda Büyümek Çocuk Gelişimi Ve Eğitimine Sosyokültürel Bakış Koç Üniversitesi Yayınları.
Kohn, A. (1993). Ödüllerle Cezalandırmak. Görünmez Kitap: İstanbul
Qualls, L., &Purvis, K. (2020). The Connected Parent: Real-Life Strategies for Building Trust and Attachment. Harvest House Publishers.
https://bit.ly/3oAVZEY
https://bit.ly/33bRto0
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Prof. Dr. Cem Balçıkanlı / Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi İngiliz Dili Eğitimi ABD
Nurperi Cömert İğdigül / İngilizce Öğretmeni
Haftanın son günü. Günün son dersi.
Çocuklar isteksiz, yorgun ve sıkılmışlar. Yapılan blok ders sırasında öğretmenin tüm gayesi öğrencilerin anlatılan konuları keyifli bir şekilde öğrenmelerini sağlamaktan başka bir şey değil.
Ders başlıyor… Kahkahalarla ve eğlenceyle geçen bir süre sonra sınıfın kapısı birden açılıyor… İçeriye Müdür Yardımcısı giriyor.
“Hocam ders bitti. Zil çaldı. İstiklal Marşı okundu, servisler gitti! Nasıl duymadınız? Çocuklar siz de mi duymadınız?”
Zaman su gibi akıp gitmiş…
Öğretmeninin cevabı çok kısa ve nettir.
“Biz oyun oynuyorduk!”
OYUN NE İŞE YARAR?
Yukarıdaki çarpıcı anı, oyunun eğitimdeki yerini net bir şekilde gözler önüne seriyor. Oyunun büyüsüne kapılmak ve akışta kalmak tam da böyle bir şey olsa gerek. Yıllardır yapılan pek çok araştırma eğitim dünyasında oyunun sağladığı yararlara odaklanırken bize belki de en önemli çıkarımı yapmamıza olanak tanıyor.
“Biz oyunla öğreniyoruz.”
Yakından biliyoruz ki oyun mutlu bireylerin yetişmesini sağlıyor. Dahası oyunlar, kurallar bütününde oynandığı için bireylerin birbirlerine saygı duymalarını destekliyor. Öğrencilerin kazanılan oyundan zevk almaları, kaybettikleri zaman rakiplerine saygılı bir biçimde davranmaları, zamanı etkili bir biçimde kullanmaları, hızlı düşünüp çabuk karar almaları, birlikte düşünüp iş birliği içinde hareket etmeleri de oyunun en güzel kazanımları arasındadır. Oyunların özellikleriyle ilgili oluşturulan listelerin neredeyse tamamında öğrenme sürecine olumlu katkı sunabileceğine inanılan unsurlar bulunuyor. Bu unsurlar, oyunların kurallarının olduğuna, amaç ve hedefleri bünyesinde barındırdığına, geribildirim döngüsü ve kazanım odaklı olduğuna, içerisinde rekabet bulunduğuna ve bireylerin birbirleriyle bir etkileşim içinde olduğuna işaret ediyor. Oyun araştırmacısı kimliğinin yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri’nde İllionis Üniversitesinde oyun, kültürel farkındalık ve erken çocukluk eğitimi konularında araştırmalar sürdüren Prof. Dr. Artin Göncü’nün oyunun önemine ilişkin yaptığı şu müthiş tespit defalarca okunmalıdır.
“Oyun oynayan çocuğun yetişkinlik provası yaptığını bilir ve oyunun önemini anlayabilirseniz sadece çocuğunuzu mutlu etmez onu daha iyi anlayabilirsiniz.”
DİL ÖĞRENİMİNDE OYUNLARIN ROLÜ NEDİR?
Dil öğrenimi emek, disiplin ve sabır isteyen bir süreçtir. Elbette bu süreçte birçok kişi endişe duyabilir. İstediğimiz gibi keyifli bir yolculuk yapmak ve bu endişeyi ortadan kaldırmak oyun ile mümkün olabilir. Hayatın her aşamasında oynanan oyunların bireylerin gelişimini nasıl derinden etkilediği iyi bilinen bir gerçektir. Oyunlar, öğrencilerin öğrenmek için çaba sarf etmelerine ve bu çabayı sürdürürken çok keyifli anlar yaşamalarına yardımcı olur. Öğrencilerin içsel motivasyonlarını arttırırken oyun içinde tün duygu ve duyularıyla yer almalarına imkân tanır. Bu sayede öğrencilere bütüncül bir öğrenme ortamı içerisinde doğal bir dil ortamı sunar. Birçok duyu bir arada kullanıldığından öğrenim somut bir şekilde gerçekleşir ki bu da deneyimden edinilen bilgileri kalıcı hale getirir. Ebeveynlik, eğitim ve insan davranışı gibi çeşitli konulardaki araştırmalarıyla bilinen Alfie Kohn, “Ödüllerle Cezalandırmak” isimli kitabında, çocukların kendilerini güvende hissederlerse risk alabileceklerini, soru sorabileceklerini, hata yapabileceklerini, güvenmeyi öğrenebileceklerini ve bu sayede sağlıklı bir şekilde büyüyebileceklerini ifade ediyor. Bu kazanımların sağlanmasında elbette oyunlar muazzam öğrenim araçlarıdır. Çünkü oyunlar öğrenciler için duygularla birleşen anlamlı bir öğrenim fırsatı yaratır. Oyunun bizlere sağladığı bir diğer önemli yarar ise oyun içinde öğrencilerin hata yapmaktan korkmamalarıdır. Bu en az diğer faydalar kadar önemlidir zira hatalar dil öğrenim basamaklarının önemli ve gerekli süreçlerinden biridir. Çünkü hatalar doğruya ulaşmanın yoludur ve en kıymetli tecrübelerdir. En çok çekinilen durumlardan biri olması nedeniyle hata yapmak öğrencilerin hedef dilde konuşmalarını, yazmalarını ve derse dahil olmalarını engeller. Ancak oyunlar sayesinde öğrenciler hata yapmaktan korkmaz çünkü oyunlarzevklidir, adildir ve oyunlarda tüm şartlar eşittir. Bu sayede öğrenciler dört dil becerisini cesurca kullanabilir, hatalarına takılmadan dilin en doğal haline maruz kalırlar. Oyunların önemli bir başka avantajı ise oyunlar birbirini tekrar eden kelime ve yapıları barındırdığından öğrenimin etkili ve kalıcı olmasıdır. Bu konudaki en çarpıcı araştırmalardan birinden Karyn Purvis söz ediyor. Araştırmada, beyinde yeni bir snaps yaratmak için yaklaşık 400 tekrar gerekirken oyun işin içine girdiğinde sadece 10 ila 20 arası tekrarın yeterli olduğu ortaya konuyor. Tüm bunların yanında oyun oynamak birçok pozitif hormonu aktivite ederken bu hormonlar sayesinde odaklanma, algılama ve yaratıcılık gibi becerilerimizi destekliyor. Beynimizde salgılanan dopamin çocukların hayal güçleri uyarıp bireyi fiziksel aktivitelere motive ederken oksitosin insanlarla kuvvetli ilişkiler kurmalarını sağlıyor.
Yabancı dil sınıflarında oyunu bir öğretim yöntemi olarak ele almanın yararları üzerine çok sayıda araştırma bulunuyor. Bu araştırma bulgularını temel başlıklar altında toplamak gerekirse, oyunların duyuşsal, bilişsel yararları olduğu gibi sınıf dinamikleri açısından da sayısız fırsat sunduğu bilinmektedir. Duyuşsal anlamda, yabancı dil öğreniminde dil endişesi alanında yürütülen tüm çalışmalarda da belirtildiği üzere oyunlar öğrencilerin gerginliğini azaltmaktadır. Oynadıkları oyunlar aracılığıyla öğrencilerin öğrenmeye çalıştığı dille duygusal yakınlık kurduğu ve bu sayede de dile dair olumlu duygu geliştirdiğini biliyoruz. Ayrıca öğrencilerin dili yaratıcı bir şekilde kullanmasına olanak tanıdığı gibi iletişim dil öğretim yaklaşımlarının en önemli hedefi olan iletişimsel dil yetisinin gelişmesine katkıda bulunur. Bilişsel açıdan değerlendirdiğimizde ise, oyunların yabancı dil sınıflarında öğrenmeyi birçok anlamda desteklediğini araştırma bulgularıyla söylemek mümkündür. Hem öğrenilenleri anlamlı bir bağlam içinde sunması hem de öğrencilerin bu süreçten keyif alması öğrenilmeye çalışılan dilin iletişimsel boyutlarına odaklanılmasını sağlıyor. Bunun sonucu olarak da herkesin diline pelesenk olan ‘anlıyorum ama konuşamıyorum’ sendromu da zamanla popülerliğini yitirebilir belki. Zira öğrenciler oyun oynarken bir dersten çok daha farklı bir ortamın içinde olduklarını hissettikleri için dil yapılarını ve işlevlerini daha iletişimsel bir çerçevede içselleştirebilirler. Sınıf dinamikleri boyutunda ise öğretmenlerin doğru bir planlamayla bilgiyi aktarımından çok oyunların öğrenci temelli bir yaklaşımla kurgulandığı bir role bürünmesi elzemdir. Sınıf ortamında grup uyumunun oluşmasını mümkün kılan ikili veya grup halinde oynanabilecek oyunlarla da sosyal yapılandırmacı yaklaşımın en önemli ilkelerinden olan ‘iş birliği’ kavramını da desteklemektedir. Yabancı dil derslerinin bilinen rutin ders biçiminden biraz daha farklı olarak düşünülmesi gerekliliğinden hareketle oyunlar öğrencilerinin bu rutinden uzaklaşmalarına olanak tanıyabilir.
Son Söz
Bu yazının başında da değindiğimiz üzere oyunlar zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız büyülü bir atmosfer sunar. Diğer alanlarda olduğu gibi dil eğitiminde de bu büyülü atmosferin sağladığı yararlar saymakla bitmez. Yapay zekâ, robotik kodlama vb. kavramların da etkisiyle sayısız eğitim kuramı ve teorisi ileri sürülmektedir. Tüm bunlara rağmen varlığını etkin bir şekilde sürdüren oyun olmuştur. Bu değişim içinde insan doğasına yakından dokunan, insanların kendilerini en savunmasız ve öğrenmeye hazır hissettikleri oyunlar yabancı dil eğitiminde sıklıkla uygulanan yöntemlerdendir. Oyunların öğrenme ortamlarındaki etkilerini uzun soluklu araştırmalarıyla inceleyen ve bu alandaki en önemli isimlerden olan James Paul Gee oyunlarda örtük olarak da olsa var olan 36 öğrenme ilkesinin üzerinde durmaktadır. Oyunların bu öğrenme ilkelerini geliştirmede ve uyarlanabilir ortamları sağlamada son derece iyi olduğuna inanmaktadır. Elbette bunlar, çoğumuzun sınıfta uygulamak için çaba gösterdiğimiz ilkelerle doğrudan ilişkilidir. Oyun sadece öğrencilerin boş zamanlarını doldurdukları keyifli bir etkinlik değildir. Yabancı dil öğretmenlerinin oyunu bir öğretim yöntemi olarak değerlendirmesi ve bu minvalde hareket etmesi son derece elzemdir. Bu anlamda öğretmenin neyi ne kadarını ne sürede kazandıracağını çok iyi belirlemesi gerekir. Bu sayede alınan geri bildirimler öğrencileri başarıya götürür.
Uzun yıllardır İngilizce eğitiminde oyunların rolü üzerine pratik uygulamalar sunan Nurperi Cömert İğdigül tarafından kaleme alınan ve yakın zamanda raflardaki yerine alacak kitapta, dil öğrencilerinin öğrendiklerini fark etmeden öğrenme süreçlerini nasıl keyifli hale getirdiklerini gözler önüne süren pek çok oyun var. Özellikle oyuna ilişkin oluşan önyargıları kırmak ve hayatın bir parçası haline getirebilmek adına erken yaşta yabancı dil eğitiminin önemini ve bu noktada oyunun çocuklara sağladığı zihinsel, bilişsel ve dil gelişimi açısından faydalarına tanık olacağınız bu çalışmanın anlamlı katkılar sunacağına inanıyoruz.
OYUN ÖNERİLERİ
1) Tell me what?
Çocukluğumuzda oynadığımız ‘Nesi var?’ oyununu uyarlayarak keyifli bir İngilizce eğitsel oyun haline gelen bu oyunu ilkokul seviyesindeki öğrencilerinizle dilediğiniz sözcükleri pekiştirmek için oynayabilirsiniz.
Hedef kelimelerimizin yiyecekler olduğunu düşünelim.
Elbette bu noktada özgürsünüz. Dilerseniz hayvanları kullanarak‘have/has got’ yapısını da destekleyebilirsiniz.)
Bir öğrenci seçiliyor ve dışarı gönderiliyor. O sırada sınıf bir yiyecek belirliyor ve dışarı gönderilen öğrenci tekrar sınıfa çağırılıyor.
;Dışarı çıkan öğrencinin seçilen yiyecek ile ilgili ‘Tell me what?’ cümlesi karşılığında sadece 3 bilgi edinebilme hakkı olduğundan seçtiği 3 arkadaşından bilgi alabilir. Edindiği bilgilerin ardından cevabı bilmesi içinse 1 dakikası var.
Öğrencimiz aldığı cevaplara göre belirlenen yiyeceği bilmeye çalışır.
Oyunu öğrenci sayınıza ve zaman planlamanıza göre 2 ya da 3 tur oynatabilir kazananlara sticker, rojet, sevdiği bir şarkıyı sınıfta çalıp dans edebilme, arkadaşlarına şarkı söyleyebilme hakkı gibi içsel motivasyonlarını destekleyecek ödüller verebilirsiniz.
Örnek:
Student : Tell me what?
Class: It is yellow.
Student :Tell me what?
Class: It is long.
Student : Tell me what?
Class: It’s a fruit.
Student: A banana!
2) Pick and Make
Ortaokulda cümle dizimini öğretmek için tasarlanan bu keyifli oyunda öğrenciler kâğıda yazılmış sözcükleri pipetle toplayarak cümleler yaratıyor. Dikkat, odaklanma, düşünme becerileri, üretici/verici dili geliştiren ve hedef yapının birçok kelimeyi pekiştirerek desteklendiği dinamik bir oyundur.
İstediğiniz her yapı ile kullanabileceğiniz yelpazesi geniş olan bu oyundaki hedef yapının ‘Will’ olduğunu düşünelim.
Küçük renkli kağıtlara farklı sözcük türlerinden oluşan kelimeler yazılır.
Öğrenciler sınıf sayısına göre 2 ya da 3 gruba ayrılır. Her gruptan bir öğrenci sıra ile sözcüklerin olduğu masaya gelir ve sözcüklere on saniye boyunca bakar.
Daha sonra bir kum saati kullanarak 1 dakika içinde aklından karar verdiği sözcükleri toplamaya çalışır. Ardından toplayabildiği sözcüklerle verilen yapı ile ilgili doğru ve anlamlı cümleler kurmaya çalışır. Doğru cümle yapabilen takımına puan kazandırır.
Örnek:
Toplanan kelimelerin aşağıdaki sözcükler olduğunu varsayalım.
She - play - game - in - the – garden.
She will play game in the garden.
KAYNAKLAR
Gee, J. P. (2005). Learning by design: Good video games as learningmachines. E-learningand Digital Media, 2(1), 5-16.
Göncü, A. (2019). Oyunda Büyümek Çocuk Gelişimi Ve Eğitimine Sosyokültürel Bakış Koç Üniversitesi Yayınları.
Kohn, A. (1993). Ödüllerle Cezalandırmak. Görünmez Kitap: İstanbul
Qualls, L., &Purvis, K. (2020). The Connected Parent: Real-Life Strategies for Building Trust and Attachment. Harvest House Publishers.
https://bit.ly/3oAVZEY
https://bit.ly/33bRto0
Son Güncelleme: Salı, 21 Aralık 2021 12:21
Gösterim: 4589
Prof. Dr. Cem Balçıkanlı - Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi İngiliz Dili Eğitimi A.B.D.
Yazının başlığına baktığınızda eminim ki aklınıza hepimizin aslında pek de iyi anlamadan ve içselleştirmeden üzerinde ısrarla durduğu 21. yüzyıl becerileri gelecektir. Yok ben bu yazıda 20. yüzyılda da önemli olan bu beceri setlerinden söz etmeyeceğim. Bu yazıda o pek önemli (!) yeterliklerinden sadece birini alıp İngilizce olmadan girişimci çocuk yetiştirmemizin mümkün olup olmadığını inceleyeceğim. Dolayısıyla tam olarak burada bir alt başlığa ihtiyacımız olacak. Buyurun lütfen.
İNGİLİZCE OLMADAN GİRİŞİM OLUR MU?
Bu alt başlık size sayısız fikir verebilir. Ama tüm dünyada olduğu gibi son yıllarda ülkemizde de çok popüler olan ‘girişimcilik’ kavramıyla yabancı dil bilmenin ne ilişkisi var diyebileceğinizi düşünüyorum. Aslında yabancı dil bilmenin düşündüğümüzün çok daha ötesinde birçok boyutla yakından ilişkisi var. Dünyayı bilmek, sorgulamak, yeni keşifler yapmak, bir problemi çözmek, bakış açısını genişletmek, dünyaya tersten bakmak; yabancı dil bilmekle doğrudan ilişkilidir. Girişimcilik deyince akla gelen ilk isimlerden olan JackMa aslında bunun canlı bir örneği. Alibaba’nın kurucusu olan Ma’nın hayat hikâyesinde de İngilizce bilmenin girişimci olmak için son derece gerekli olduğuna dair izler bulmak mümkün. Şöyle ki; 1964 yılında Çin’de doğan Ma’nın çocukken en büyük hayali İngilizce öğrenmekmiş. Dokuz yaşından itibaren her sabah erken kalkıp turistlerin en yoğun olduğu otele bisikleti ile gidip onları ücretsiz bir şekilde gezdirerek İngilizcesini geliştirmeye çalışırmış. Çocuk yaşta bile İngilizce bilmenin kendisine çok önemli fırsatlar sunacağına inandığı açık, öyle değil mi? İngilizcenin yabancı dil olarak öğretildiği bir ülkede, JackMa-tıpkı hepimizin yapabileceği gibi- İngilizceyi bir fırsata dönüştürmüş. İşte ben de bu yazıda; çeşitli ölçütlere göre oluşturulan ve her yıl tüm ülkeleri ürettikleri inovasyon ve girişimler açısından sıralayan Küresel İnovasyon Endeksi (Global Innovation Index) bağlamında girişimcilik kavramıyla, tıpkı Ma örneğinde olduğu gibi, yabancı dil bilmenin ilişkisini irdeleyeceğim.
YABANCI DİL BİLMEK NİYE GEREKLİ?
Yabancı dil bilmek; Türkiye’de herkesin ne yazık ki başarısızlıkla yorumladığı bir alan olmuştur. Son yıllarda yapılan ulusal ve uluslararası sınavlardaki durumumuz; sadece yabancı dil değil diğer alanlarda da (Türkçe, Sosyal Bilimler, Fen Bilimleri, Matematik gibi) pek parlak bir görüntü sergilemediğimizi gösteriyor. Ancak insanların ısrarla “Neden yabancı dil öğrenemiyoruz?” sorusuna bu kadar ilgi göstermesinin altında genel bir başarısızlık durumunun dışında çeşitli etkenler de var. Gelin onlara bakalım:
1- Bugün herhangi bir yere iş başvurusu için gittiğinizde size ilk sorulan sorulardan biri İngilizce bilip bilmediğiniz oluyor. Ülkenin ihtiyacı bağlamında değerlendirdiğimizde bırakın bir yabancı dili, en az iki yabancı dili etkin olarak kullanabilme gerekliliği her fırsatta karşımıza çıkıyor. Kaldı ki bilimin ilerlemesi için alanlarında akademik çalışma yapan bilim insanlarının 1973 yılında profesör olmak için 2 yabancı dilde yetkin olması bekleniyordu. Bu şart, 1981 yılında tek yabancı dile düşürülürken 2018 yılında yapılan son düzenlemeyle sadece okuma becerisi, dil bilgisi ve kelime bilgisinin ölçüldüğü sınavlarda55 puan almak akademik ilerleme için yeterli görülmeye başlandı. Diğer bir durum da iş dünyasıyla ilgili…Çeşitli ekonomi dergilerinin yaptıkları analizlere göre; uluslararası şirketlerimizi yönetecek yüksek düzeyde İngilizce yeterliğine sahip Türk icra kurulu başkanlarının(CEO) sayısı beklentinin çok altında. Durum böyle olunca bizim şirketlerimizin üst düzey yöneticileri yüksek İngilizce becerilerine sahip yabancılar oluyor ve daha yüksek maaş alıyorlar.
2- Ülkenin son 20 yılında yaşanan değişikliklerin bir sonucu olarak; insanlar artık daha fazla hareketli durumdalar. Salgın dönemi bu noktada bir istisna oluşturuyor olabilir elbette. Eskiden bir yabancı ülkeyi ziyaret edip orada turistik amaçlı da olsa vakit geçirmek hem çok masraflı hem de çok zahmetli bir iş iken bu son zamanlarda pekâlâ mümkün olabiliyor. İnsanlar, fırsat kuponlarından tutun da çok önceden alınan uçak biletlerine kadar airbnb gibi ev kiralama sitelerinden tutun da booking.com gibi uygun fiyatlı konaklama seçeneği sunan imkânlar sayesinde yılda pek çok kez yurtdışına çıkabiliyor. Bu da İngilizce bilme ihtiyacını daha önemli hale getiriyor. Çünkü insanlar yurt dışına çıktıklarında;pasaport kontrolünden rahatlıkla geçebilmek, almak istedikleri şapka için pazarlık yapabilmek, şehrin en iyi lokantasına gidip güzel bir akşam yemeği yiyebilmek istiyorlar. Bu da onların en doğal hakkı.
3- Teknolojik gelişmelerin ışığında İngilizce bilmek çok daha önemli bir hale geldi. Kısa sürede her türlü bilgiye ulaşma isteği ve bu bilgilerin büyük kısmının ağırlıklı olarak İngilizce içerik (yüzde yetmişten daha fazlasının) olmasından dolayı insanların bu kaynaklardan etkin bir şekilde yararlanmaları önem kazanıyor. Bu İngilizce içeriksayesinde yeni iş alanları doğuyor. İnsanlar gelişen teknolojiler sayesinde oturdukları yerden bilgiye ulaşarak dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan diğer insanlarla iş birliği içinde yeni oluşumlar ortaya çıkarıyor.
KÜRESEL İNOVASYON ENDEKSİ VE İNGİLİZCE YETERLİK ENDEKSİ
Her yıl inovasyon girdi alt endeksleri ve inovasyon çıktı alt endekslerinden elde edilen veriler ışığında oluşturulan Küresel İnovasyon Endeksi’nin 2021 sıralamasındaki üst sıralardaki ülkeler- tabloda görüldüğü gibi- İsviçre, İsveç, ABD, Birleşik Krallık, Kore Cumhuriyeti, Hollanda, Finlandiya.
|
|
Küresel İnovasyon Endeksi |
İngilizce Yeterlik Endeksi |
|
İsviçre |
1 |
25 |
|
İsveç |
2 |
8 |
|
ABD |
3 |
- |
|
Birleşik Krallık |
4 |
- |
|
Kore Cumhuriyeti |
5 |
37 |
|
Hollanda |
6 |
1 |
|
Finlandiya |
7 |
9 |
|
Singapur |
8 |
4 |
|
Danimarka |
9 |
3 |
|
Almanya |
10 |
11 |
|
Türkiye |
41 |
70 |
https://www.globalinnovationindex.org/gii-2021-report#
Öte yandan; her yıl bireylerin okuma ve dinleme becerilerini ölçerek oluşturulan İngilizce Yeterlik Endeksi sıralamasının üst sıralarında olan ülkeler yine Küresel İnovasyon Endeksinde yüksek başarı gösteren ülkeler oluyor. Küresel İnovasyon Endeksi’nde ilk sırada bulunan İsviçre İngilizce Yeterlik Endeksi’nde 25. sıradayken, İsveç sırasıyla 2. ve 8. sırada görünüyor. İngilizce Yeterlik Endeksinin ilk sırasında bulunan Hollanda, İnovasyon Endeksi’nde de 6. sırada kendine yer buluyor. Son olarak eğitim sistemi başarılı hikâyelerle dolu olan Finlandiya, Küresel İnovasyon Endeksinde 7.sırada iken, İngilizce Yeterlik Endeksi’nde 9. sırada. Bu tablo bize özetle şunu söylüyor: İngilizce Yeterlik Endeksi’nde başarı gösteren ülkeler -beklendik şekilde- Küreselİnovasyon Endeksinde de üst sıralarda kendine yer buluyor. Ya da bunun tam tersi. Ülkemiz ise toplam 112 ülkenin bulunduğu İngilizce Yeterlik Endeksi’nde 70. sırada bulunuyor. Son derece üzücü olan bu sıranın doğal bir yansıması veya nedeni olarak; Türkiye, Küresel İnovasyonEndeksi’nde de 132 ülke arasında 40. sırada görünüyor. Elbette bu durum pek şaşırtıcı değil. Bu sıralamalar bize tek boyutlu ve biraz da eksik bir görüntü sunuyor olsa da yine de genel hatlarıyla bir fikir veriyor.
İNOVASYON İÇİN İNGİLİZCE ŞART MI?
Bu sorunun cevabı kesinlikle “Evet”. İnternetteki içeriğin büyük kısmının İngilizce olmasından dolayı dünyada inovasyon anlamındaki gelişmeleri takip etmek, girişimcilikleriyle meşhur insanların hikâyelerini okumak ve anlamak, var olan girişimlerin uluslararası anlamda kıymetini yorumlayıp yerel boyutta ne anlama geldiklerini içselleştirmek için İngilizce şart. Her saniye yaklaşık olarak 6.000 tivitin atıldığı günümüzde var olan yabancı kaynaklı girişimin veya inovasyonun önce işinde yetkin bir çevirmen tarafından Türkçe ’ye kazandırılmasını beklemek olayın tüm büyüsünü kaçırabilir. İşte tam da bu yüzden hızlı bir akışa sahip olan yaşamda geride kalmamak adına yüksek İngilizce becerisi,inovasyon üretmek veya girişim fikirleri geliştirmek için son derece gereklidir. Elbette İngilizce bilmek tek başına inovasyon üretmeye yetmez. Diğer alanlardaki adımlar da (sınavın egemenliğinin azalması, yeterliklere ve becerilere vurgu, gerçek yaşama yakın eğitim, bireyselleştirilmiş programlar, eğitimin küçük programlarla yürütülmesi vb.)bu sürece katkıda bulunacaktır. Ama bu başka bir yazının konusu olabilir ancak.
GİRİŞİM İÇİN İNGİLİZCE BİR FIRSATTIR
Sürekli olarak Phil Knight (Nike’ın kurucusu), HowardSchultz (Starbucks Yönetim Kurulu Başkanı), Jan Koum (Whatsapp’ın yaratıcısı), SergeyBrin (Google’ın kurucusu) gibi girişimcilik hikâyelerine sahip insanların hayatına ilgi duyan gençlerimizin olduğunu biliyorum. Bu gençlerin İngilizceyi bir tehditten ziyade bir fırsata çevirmeleri ve inovasyon üretecek ar-ge, know-how bilgisine sahip olmaları için İnternet’te bulunan İngilizce içeriğe erişim sağlamaları, bu içeriği hızlı bir şekilde yorumlamaları, bu yorumlama sürecinden sonra yerel ihtiyaçlara göre bu içeriği uyarlamaları gerekecektir. Ancak böylelikle Küresel İnovasyon Endeksi’ndeki hiçbirimizi tatmin etmeyen 49’unculuk, üst sıralara taşınabilir.
İngilizce bilmek girişimciliği tetikler, girişimcilik inovasyonun oluşmasını mümkün kılar. Tek gereken buna inanmak. Belki de İngilizce Yeterlik Endeksi’ndeki sıramızı yukarılara çekebilirsek –elbette diğer değişkenler de etkilidir- ülke olarak üretme potansiyeline sahip olduğumuza inandığım Whatsapplar, Twitterlar, Uberler, Airbnbler bizim ülkemizden de çıkabilir.
Neden olmasın?
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Prof. Dr. Cem Balçıkanlı - Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi İngiliz Dili Eğitimi A.B.D.
Yazının başlığına baktığınızda eminim ki aklınıza hepimizin aslında pek de iyi anlamadan ve içselleştirmeden üzerinde ısrarla durduğu 21. yüzyıl becerileri gelecektir. Yok ben bu yazıda 20. yüzyılda da önemli olan bu beceri setlerinden söz etmeyeceğim. Bu yazıda o pek önemli (!) yeterliklerinden sadece birini alıp İngilizce olmadan girişimci çocuk yetiştirmemizin mümkün olup olmadığını inceleyeceğim. Dolayısıyla tam olarak burada bir alt başlığa ihtiyacımız olacak. Buyurun lütfen.
İNGİLİZCE OLMADAN GİRİŞİM OLUR MU?
Bu alt başlık size sayısız fikir verebilir. Ama tüm dünyada olduğu gibi son yıllarda ülkemizde de çok popüler olan ‘girişimcilik’ kavramıyla yabancı dil bilmenin ne ilişkisi var diyebileceğinizi düşünüyorum. Aslında yabancı dil bilmenin düşündüğümüzün çok daha ötesinde birçok boyutla yakından ilişkisi var. Dünyayı bilmek, sorgulamak, yeni keşifler yapmak, bir problemi çözmek, bakış açısını genişletmek, dünyaya tersten bakmak; yabancı dil bilmekle doğrudan ilişkilidir. Girişimcilik deyince akla gelen ilk isimlerden olan JackMa aslında bunun canlı bir örneği. Alibaba’nın kurucusu olan Ma’nın hayat hikâyesinde de İngilizce bilmenin girişimci olmak için son derece gerekli olduğuna dair izler bulmak mümkün. Şöyle ki; 1964 yılında Çin’de doğan Ma’nın çocukken en büyük hayali İngilizce öğrenmekmiş. Dokuz yaşından itibaren her sabah erken kalkıp turistlerin en yoğun olduğu otele bisikleti ile gidip onları ücretsiz bir şekilde gezdirerek İngilizcesini geliştirmeye çalışırmış. Çocuk yaşta bile İngilizce bilmenin kendisine çok önemli fırsatlar sunacağına inandığı açık, öyle değil mi? İngilizcenin yabancı dil olarak öğretildiği bir ülkede, JackMa-tıpkı hepimizin yapabileceği gibi- İngilizceyi bir fırsata dönüştürmüş. İşte ben de bu yazıda; çeşitli ölçütlere göre oluşturulan ve her yıl tüm ülkeleri ürettikleri inovasyon ve girişimler açısından sıralayan Küresel İnovasyon Endeksi (Global Innovation Index) bağlamında girişimcilik kavramıyla, tıpkı Ma örneğinde olduğu gibi, yabancı dil bilmenin ilişkisini irdeleyeceğim.
YABANCI DİL BİLMEK NİYE GEREKLİ?
Yabancı dil bilmek; Türkiye’de herkesin ne yazık ki başarısızlıkla yorumladığı bir alan olmuştur. Son yıllarda yapılan ulusal ve uluslararası sınavlardaki durumumuz; sadece yabancı dil değil diğer alanlarda da (Türkçe, Sosyal Bilimler, Fen Bilimleri, Matematik gibi) pek parlak bir görüntü sergilemediğimizi gösteriyor. Ancak insanların ısrarla “Neden yabancı dil öğrenemiyoruz?” sorusuna bu kadar ilgi göstermesinin altında genel bir başarısızlık durumunun dışında çeşitli etkenler de var. Gelin onlara bakalım:
1- Bugün herhangi bir yere iş başvurusu için gittiğinizde size ilk sorulan sorulardan biri İngilizce bilip bilmediğiniz oluyor. Ülkenin ihtiyacı bağlamında değerlendirdiğimizde bırakın bir yabancı dili, en az iki yabancı dili etkin olarak kullanabilme gerekliliği her fırsatta karşımıza çıkıyor. Kaldı ki bilimin ilerlemesi için alanlarında akademik çalışma yapan bilim insanlarının 1973 yılında profesör olmak için 2 yabancı dilde yetkin olması bekleniyordu. Bu şart, 1981 yılında tek yabancı dile düşürülürken 2018 yılında yapılan son düzenlemeyle sadece okuma becerisi, dil bilgisi ve kelime bilgisinin ölçüldüğü sınavlarda55 puan almak akademik ilerleme için yeterli görülmeye başlandı. Diğer bir durum da iş dünyasıyla ilgili…Çeşitli ekonomi dergilerinin yaptıkları analizlere göre; uluslararası şirketlerimizi yönetecek yüksek düzeyde İngilizce yeterliğine sahip Türk icra kurulu başkanlarının(CEO) sayısı beklentinin çok altında. Durum böyle olunca bizim şirketlerimizin üst düzey yöneticileri yüksek İngilizce becerilerine sahip yabancılar oluyor ve daha yüksek maaş alıyorlar.
2- Ülkenin son 20 yılında yaşanan değişikliklerin bir sonucu olarak; insanlar artık daha fazla hareketli durumdalar. Salgın dönemi bu noktada bir istisna oluşturuyor olabilir elbette. Eskiden bir yabancı ülkeyi ziyaret edip orada turistik amaçlı da olsa vakit geçirmek hem çok masraflı hem de çok zahmetli bir iş iken bu son zamanlarda pekâlâ mümkün olabiliyor. İnsanlar, fırsat kuponlarından tutun da çok önceden alınan uçak biletlerine kadar airbnb gibi ev kiralama sitelerinden tutun da booking.com gibi uygun fiyatlı konaklama seçeneği sunan imkânlar sayesinde yılda pek çok kez yurtdışına çıkabiliyor. Bu da İngilizce bilme ihtiyacını daha önemli hale getiriyor. Çünkü insanlar yurt dışına çıktıklarında;pasaport kontrolünden rahatlıkla geçebilmek, almak istedikleri şapka için pazarlık yapabilmek, şehrin en iyi lokantasına gidip güzel bir akşam yemeği yiyebilmek istiyorlar. Bu da onların en doğal hakkı.
3- Teknolojik gelişmelerin ışığında İngilizce bilmek çok daha önemli bir hale geldi. Kısa sürede her türlü bilgiye ulaşma isteği ve bu bilgilerin büyük kısmının ağırlıklı olarak İngilizce içerik (yüzde yetmişten daha fazlasının) olmasından dolayı insanların bu kaynaklardan etkin bir şekilde yararlanmaları önem kazanıyor. Bu İngilizce içeriksayesinde yeni iş alanları doğuyor. İnsanlar gelişen teknolojiler sayesinde oturdukları yerden bilgiye ulaşarak dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan diğer insanlarla iş birliği içinde yeni oluşumlar ortaya çıkarıyor.
KÜRESEL İNOVASYON ENDEKSİ VE İNGİLİZCE YETERLİK ENDEKSİ
Her yıl inovasyon girdi alt endeksleri ve inovasyon çıktı alt endekslerinden elde edilen veriler ışığında oluşturulan Küresel İnovasyon Endeksi’nin 2021 sıralamasındaki üst sıralardaki ülkeler- tabloda görüldüğü gibi- İsviçre, İsveç, ABD, Birleşik Krallık, Kore Cumhuriyeti, Hollanda, Finlandiya.
|
|
Küresel İnovasyon Endeksi |
İngilizce Yeterlik Endeksi |
|
İsviçre |
1 |
25 |
|
İsveç |
2 |
8 |
|
ABD |
3 |
- |
|
Birleşik Krallık |
4 |
- |
|
Kore Cumhuriyeti |
5 |
37 |
|
Hollanda |
6 |
1 |
|
Finlandiya |
7 |
9 |
|
Singapur |
8 |
4 |
|
Danimarka |
9 |
3 |
|
Almanya |
10 |
11 |
|
Türkiye |
41 |
70 |
https://www.globalinnovationindex.org/gii-2021-report#
Öte yandan; her yıl bireylerin okuma ve dinleme becerilerini ölçerek oluşturulan İngilizce Yeterlik Endeksi sıralamasının üst sıralarında olan ülkeler yine Küresel İnovasyon Endeksinde yüksek başarı gösteren ülkeler oluyor. Küresel İnovasyon Endeksi’nde ilk sırada bulunan İsviçre İngilizce Yeterlik Endeksi’nde 25. sıradayken, İsveç sırasıyla 2. ve 8. sırada görünüyor. İngilizce Yeterlik Endeksinin ilk sırasında bulunan Hollanda, İnovasyon Endeksi’nde de 6. sırada kendine yer buluyor. Son olarak eğitim sistemi başarılı hikâyelerle dolu olan Finlandiya, Küresel İnovasyon Endeksinde 7.sırada iken, İngilizce Yeterlik Endeksi’nde 9. sırada. Bu tablo bize özetle şunu söylüyor: İngilizce Yeterlik Endeksi’nde başarı gösteren ülkeler -beklendik şekilde- Küreselİnovasyon Endeksinde de üst sıralarda kendine yer buluyor. Ya da bunun tam tersi. Ülkemiz ise toplam 112 ülkenin bulunduğu İngilizce Yeterlik Endeksi’nde 70. sırada bulunuyor. Son derece üzücü olan bu sıranın doğal bir yansıması veya nedeni olarak; Türkiye, Küresel İnovasyonEndeksi’nde de 132 ülke arasında 40. sırada görünüyor. Elbette bu durum pek şaşırtıcı değil. Bu sıralamalar bize tek boyutlu ve biraz da eksik bir görüntü sunuyor olsa da yine de genel hatlarıyla bir fikir veriyor.
İNOVASYON İÇİN İNGİLİZCE ŞART MI?
Bu sorunun cevabı kesinlikle “Evet”. İnternetteki içeriğin büyük kısmının İngilizce olmasından dolayı dünyada inovasyon anlamındaki gelişmeleri takip etmek, girişimcilikleriyle meşhur insanların hikâyelerini okumak ve anlamak, var olan girişimlerin uluslararası anlamda kıymetini yorumlayıp yerel boyutta ne anlama geldiklerini içselleştirmek için İngilizce şart. Her saniye yaklaşık olarak 6.000 tivitin atıldığı günümüzde var olan yabancı kaynaklı girişimin veya inovasyonun önce işinde yetkin bir çevirmen tarafından Türkçe ’ye kazandırılmasını beklemek olayın tüm büyüsünü kaçırabilir. İşte tam da bu yüzden hızlı bir akışa sahip olan yaşamda geride kalmamak adına yüksek İngilizce becerisi,inovasyon üretmek veya girişim fikirleri geliştirmek için son derece gereklidir. Elbette İngilizce bilmek tek başına inovasyon üretmeye yetmez. Diğer alanlardaki adımlar da (sınavın egemenliğinin azalması, yeterliklere ve becerilere vurgu, gerçek yaşama yakın eğitim, bireyselleştirilmiş programlar, eğitimin küçük programlarla yürütülmesi vb.)bu sürece katkıda bulunacaktır. Ama bu başka bir yazının konusu olabilir ancak.
GİRİŞİM İÇİN İNGİLİZCE BİR FIRSATTIR
Sürekli olarak Phil Knight (Nike’ın kurucusu), HowardSchultz (Starbucks Yönetim Kurulu Başkanı), Jan Koum (Whatsapp’ın yaratıcısı), SergeyBrin (Google’ın kurucusu) gibi girişimcilik hikâyelerine sahip insanların hayatına ilgi duyan gençlerimizin olduğunu biliyorum. Bu gençlerin İngilizceyi bir tehditten ziyade bir fırsata çevirmeleri ve inovasyon üretecek ar-ge, know-how bilgisine sahip olmaları için İnternet’te bulunan İngilizce içeriğe erişim sağlamaları, bu içeriği hızlı bir şekilde yorumlamaları, bu yorumlama sürecinden sonra yerel ihtiyaçlara göre bu içeriği uyarlamaları gerekecektir. Ancak böylelikle Küresel İnovasyon Endeksi’ndeki hiçbirimizi tatmin etmeyen 49’unculuk, üst sıralara taşınabilir.
İngilizce bilmek girişimciliği tetikler, girişimcilik inovasyonun oluşmasını mümkün kılar. Tek gereken buna inanmak. Belki de İngilizce Yeterlik Endeksi’ndeki sıramızı yukarılara çekebilirsek –elbette diğer değişkenler de etkilidir- ülke olarak üretme potansiyeline sahip olduğumuza inandığım Whatsapplar, Twitterlar, Uberler, Airbnbler bizim ülkemizden de çıkabilir.
Neden olmasın?
Son Güncelleme: Çarşamba, 20 Nisan 2022 13:29
Gösterim: 3997
Öğr. Gör. Uzm. Fzt. Menşure Canpolat / Şişli MYO / Elektronörofizyoloji Bölüm Başkanı
Yaşadığımız olağanüstü küresel salgın hayatımızda kalıcı etkiler bırakarak yaşadığımız dünyayı ve işlerimizi dönüştürüyor. Pandemi sonrası birçok sektörün çalışma sistemi kökten değişmek zorunda kalacak. Eğitim sektörü, ilköğretimden üniversiteye kadar uzaktan erişimle hizmet vermekte. Gelecekte bu uygulamaların kalıcı olacağını, tamamen uzaktan olmasa bile hibrit şekilde eğitimin devam edeceğini biliyoruz.
Uzaktan eğitim hayatımızı kolaylaştırmanın yanı sıra kaynakların verimli kullanılmasını da sağlamaktadır. Mekan ve zamandan bağımsız bir çok öğrenci üretilen içeriklere ulaşabilmekte ve bu içerikler sürekli ulaşılabilir bir kaynak havuzu yaratmaktadır. Fakat uzaktan eğitimin en önemli handikapı yüz yüze iletişim sıcaklığını verememesi, öğrenci ve öğretim elemanı düzeyinde dikkat ve ilgi kaybına yol açmasıdır. Bu problemler uzun vadede öğrenci tarafında ders takibinin azalmasına, öğrenilen bilginin miktarı ve kalitesinin düşmesine sebep olabilir. Öğretim elemanı düzeyinde ise mesleki tatminin azalması, kurumsal ve akademik bağlılığın düşmesine akademik personelde nitelik kaybına yol açabilir.
Günümüzde, çalışanlarını önemseyen kurumlar fark yaratıyor. Özellikleçalışanlarının ihtiyaçlarını doğru tespit eden, isteklerini karşılamayı hedefleyen kurumlar çalışanlarından en yüksek verimi elde ediyorlar.
Eğitim camiasında akademik düzeyde en büyük ihtiyaç ve beklenti özgür çalışma ortamı ve akademik çalışma yapabilme fırsatlarıdır. Üniversite öğretim elemanlarının kurumsal bağlılıklarını yalnızca ücret ve yan haklar belirlemez. Bulundukları kurumun bilimsel düşünceye yaklaşımı, özgür üretim ortamı, araştırma ve bilimsel çalışma yapma alanlarında ki destekleri akademik kültürün gelişmesinin yanı sıra öğretim elemanlarının kurumsal bağlılıklarını da artırmaktadır.
Pandemi öncesinde yüz yüze eğitim, öğretim görevlisi - üniversite öğrencisi etkileşimi üzerinden ilerlemekteydi. Pandemi ile birlikte uzaktan eğitim ile hem öğrencilerin hem de öğretim elemanlarının ilgi, memnuniyet ve bağlılıkları ne yazık ki geriledi.
Uzaktan eğitimde tüm sorun, öğrencilerin derslere katılımı ve interaktif bir iletişim yaratmaya indirgendi. Öğretim elemanlarının istekleri, düşünceleri, beklentileri ve sorunları bir anlamda geri plana atıldı.
Motive, istekli, mesleğine ve kurumuna bağlı öğretim elemanlarının derslerinin daha canlı, katılımın yoğun ve verimli geçtiği gözlemleniyor. Bunun yanında uzaktan iletişimin zorlukları, sürekli yaratıcı içerik yaratmanın getirdiği baskı ve beğenilme kaygısı akademik personelin motivasyonuna zarar vermektedir.
Öğrencilerin neredeyse tamamının tek önceliği ve görevi derslerini takip etmek ve başarılı olmaktır. Pandemi ile birlikte evden çalışmaya geçen öğretim elemanlarının mesleklerini yerine getirmenin yanı sıra başka önemli görevleri de mevcuttur.
Eğitimin tüm basamaklarda uzaktan olması, öğretim elemanlarının çocuklarının da evde kalmasına sebep oldu. Akademik görevleri, ders içeriği hazırlama, ders anlatma, sınav hazırlama, araştırma ve çalışma yapma sorumlulukları ile baş etmeye çalışan öğretim elemanları anne/baba olma misyonlarını da yerine getirmek zorunda kaldılar.
İhtiyaç ve beklentileri karşılanmamış, iş ve özel hayat dengesi bozulmuş öğretim elemanlarının motivasyonunu arttırmak mümkün olmadığı gibi iş doyumları ve kurumsal bağlılıkları da sağlanamaz.
Şekil: https://medium.com/t%C3%BCrkiye/maslowun-i%CC%87htiya%C3%A7lar-hiyerar%C5%9Fisi-d3b99924c49b
Çalışan bağlılığını Maslow‘un çalışmalarında ortaya çıkardığı fizyolojik ve sosyal ihtiyaçlar açısından değerlendirdiğimizde, günümüz iş hayatında çalışanların benzer bir ihtiyaç hiyerarşisine sahip oldukları görülebilir.Maaş, prim, yan haklar v.b. maddi imkanlar artık tek başına çalışan bağlılığını sağlamaya yetmemektedir. Terfi, kariyer gelişimi, farklılıklara saygı, takdir edilme ve beğenilme gibi sosyal ihtiyaçların da karşılanması önem arz etmektedir. Yakın zamana kadar ücretin tek başına büyük bir motivasyon ve doyum oluşturduğu düşüncesi günümüzde yetersiz, eksik ve hatta yanlış kabul edilmektedir.
Öğretim elemanlarının akademik ve kurumsal bağlılığı, bir eğitim kurumunun büyümesinin ve başarısının en önemli yönüdür. Öyleyse eğitim kurumları akademik personellerinin deneyimini ve bağlılığını artırmak, geliştirmek ve başarılı sonuçlara ulaşmak için çaba sarf etmelidir.
Öğretim elemanlarının mesleki motivasyon ve kurumsal bağlılıklarını artırmak için:
1. Kurum Hedeflerini Paylaşın:
Kurumlar genellikle hedef ve amaçlarını yönetim ekibi ve orta düzey yöneticileri ile paylaşırlar. Sadece karar alma mekanizmalarında görev yapanların değil bir eğitim kurumunun tüm departmanlarında görev yapan öğretim elemanlarının birlikteliği ve işbirliğiyle ortak hedef ve amaçların gerçekleştirilebileceği açıktır.
Öğretim elemanlarının orta ve uzun vadede kurumun yolculuğuna eşlik etmeleri, belirlenen amaçları ve hedefleri bilmeleri sadece akademik verimliliğe değil kurum kültürünün gelişimine de katkı sağlayacaktır.
2. Kolay Ulaşılır Olun:
Öğretim elemanlarının kendilerini kurumlarına bağlı hissedebilmeleri için yönetici veya bağlı bulundukları liderlere ulaşabilmesi gerekir. Bir öğretim elemanı yardıma ihtiyaç duyduğunda sorunlarını çözecek birinin varlığını hissedebilmelidir.
Öğretim elemanlarının kurumun başarısına olan katkılarını ödüllendirebilir, başarılarını destekleyerek motivasyonlarını artırabilirsiniz. Bilimsel etkinlikler ve organizasyonlar düzenleyerek akademik kültürün geliştirilmesinin yanı sıra, öğretim elemanlarının bir araya gelmesini sağlamak, bilimsel işbirlikleri dışında sosyal hayatta da ilişki kurmak onların kendilerini kurumları ile özdeşleştirmesine yardımcı olur.
3. Mesleki Gelişimi Teşvik Edin:
Kurum yetkilileri, bireysel hedeflerini ve isteklerini anlamak için her bir öğretim elemanıyla iyi ilişkiler kurmalı ve onların beklenti ve hedeflerinin kurum hedefleriyle nasıl uyumlu hale getirebileceğini tartışmalıdır. Kurum yöneticileri; öğretim elemanlarının gelecek yıllarda nerede olmak, hangi becerileri kazanmak ve kariyerlerini nereye götürmek istediklerini ana hatlarıyla belirten bir profesyonel gelişim planı oluşturmaya teşvik etmelidir.
Mesleki gelişim planı oluşturmak, yöneticinin çalışanlarının ilgi alanlarını anlamasına yardımcı olur ve onların gelişimine katkı sağlayabilecek projeler veya görevler önermesine olanak tanır. Öğretim elemanlarının mesleki hedeflerini yazması; gelişimsel hedeflerini bir zaman çizelgesi oluşturarak görselleştirmesine ve sorumluluk almasına izin verir. Sorumluluğu artan çalışanın kuruma olan bağlılığı da artar.
4. Geri Bildirim Alın:
Öğretim elemanlarının kurumlarına olan bağlılığını artırmanın kolay bir yolu, bir konu veya gelecekteki bir proje hakkında tavsiye veya görüşlerini istemektir. Bir yöneticinin belirli bir proje hakkında gerçekten konuşmaya katılması ve çalışanlarından fikir alması, onun akademik işbirliğine değer verdiğini ve kararlarına güvendiğini gösterir. Değer verilmek ve güvenilmek motivasyonun ön koşuludur.
Tüm öğretim elemanları, performansları hakkında düzenli olarak kurum yöneticilerinden geri bildirim almalıdır. Kurum ve yönetici geri bildirimleri; öğretim elemanlarının neyi iyi yaptığı hakkında olumlu ve işlerini sürekli olarak iyileştirmeye yardımcı olacak yapıcı eleştirileri içermelidir.
5. Takdir Edin:
Takdir edilmek birçok çalışanın motivasyon ve bağlılığında en önemli etkenlerdendir. Yöneticileri tarafından beğenilmek, takdir edilmek her çalışanın hakkıdır.
Birçok eğitim kurumunda yöneticiler takdir etmeyi ve beğenmeyi öğretim elemanına hissettirmemeye veya söylememeye çalışır. Bunun en önemli sebebi öğretim elemanının iş yapış rutininde rahatlık ve rehavete yol açacağını düşünmeleridir. Halbuki çalışanların üst yöneticileri tarafından takdir edilmeleri onların işe bağlılıklarına ve performanslarına pozitif katkı sağlayan önemli bir motivasyon unsurudur.
Çalışan bağlılığının düşük veya yüksek olması şirket ve çalışan tarafında önemli sonuçlara yol açar. Şirkete bağlılığın zayıf olması, çalışan açısından işe geç gelme, devamsızlık, işten ayrılma ile sonuçlanabilirken; şirket açısından iş gücü devir oranında artış, mal ve hizmet kalitesinde düşüş, müşteri memnuniyetsizliği gibi olumsuz sonuçları meydana getirebilmektedir.
Öğretim elemanı - kurum ile kurduğu bağın güçlü olması bu sayılan olumsuzlukların yaşanmaması, örgüt performansı ve verimlilik artışı için önem taşımaktadır.
Görev yaptığı eğitim kurumunun amaç ve değerlerine sıkı sıkıya bağlı, kendisini kurumun bir parçası gibi gören ve onunla bütünleşen öğretim elemanlarının hedeflenen amaçlara ulaşmadaki etkisi çok büyüktür.
Bu bakımdan öğretim elemanlarını motive eden, kuruma çeken ve onların işe devamlılığını sağlayan kurum ve yöneticiler, akademik ivme yaratarak kurumsal bağlılığı güçlendirebilirler.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Öğr. Gör. Uzm. Fzt. Menşure Canpolat / Şişli MYO / Elektronörofizyoloji Bölüm Başkanı
Yaşadığımız olağanüstü küresel salgın hayatımızda kalıcı etkiler bırakarak yaşadığımız dünyayı ve işlerimizi dönüştürüyor. Pandemi sonrası birçok sektörün çalışma sistemi kökten değişmek zorunda kalacak. Eğitim sektörü, ilköğretimden üniversiteye kadar uzaktan erişimle hizmet vermekte. Gelecekte bu uygulamaların kalıcı olacağını, tamamen uzaktan olmasa bile hibrit şekilde eğitimin devam edeceğini biliyoruz.
Uzaktan eğitim hayatımızı kolaylaştırmanın yanı sıra kaynakların verimli kullanılmasını da sağlamaktadır. Mekan ve zamandan bağımsız bir çok öğrenci üretilen içeriklere ulaşabilmekte ve bu içerikler sürekli ulaşılabilir bir kaynak havuzu yaratmaktadır. Fakat uzaktan eğitimin en önemli handikapı yüz yüze iletişim sıcaklığını verememesi, öğrenci ve öğretim elemanı düzeyinde dikkat ve ilgi kaybına yol açmasıdır. Bu problemler uzun vadede öğrenci tarafında ders takibinin azalmasına, öğrenilen bilginin miktarı ve kalitesinin düşmesine sebep olabilir. Öğretim elemanı düzeyinde ise mesleki tatminin azalması, kurumsal ve akademik bağlılığın düşmesine akademik personelde nitelik kaybına yol açabilir.
Günümüzde, çalışanlarını önemseyen kurumlar fark yaratıyor. Özellikleçalışanlarının ihtiyaçlarını doğru tespit eden, isteklerini karşılamayı hedefleyen kurumlar çalışanlarından en yüksek verimi elde ediyorlar.
Eğitim camiasında akademik düzeyde en büyük ihtiyaç ve beklenti özgür çalışma ortamı ve akademik çalışma yapabilme fırsatlarıdır. Üniversite öğretim elemanlarının kurumsal bağlılıklarını yalnızca ücret ve yan haklar belirlemez. Bulundukları kurumun bilimsel düşünceye yaklaşımı, özgür üretim ortamı, araştırma ve bilimsel çalışma yapma alanlarında ki destekleri akademik kültürün gelişmesinin yanı sıra öğretim elemanlarının kurumsal bağlılıklarını da artırmaktadır.
Pandemi öncesinde yüz yüze eğitim, öğretim görevlisi - üniversite öğrencisi etkileşimi üzerinden ilerlemekteydi. Pandemi ile birlikte uzaktan eğitim ile hem öğrencilerin hem de öğretim elemanlarının ilgi, memnuniyet ve bağlılıkları ne yazık ki geriledi.
Uzaktan eğitimde tüm sorun, öğrencilerin derslere katılımı ve interaktif bir iletişim yaratmaya indirgendi. Öğretim elemanlarının istekleri, düşünceleri, beklentileri ve sorunları bir anlamda geri plana atıldı.
Motive, istekli, mesleğine ve kurumuna bağlı öğretim elemanlarının derslerinin daha canlı, katılımın yoğun ve verimli geçtiği gözlemleniyor. Bunun yanında uzaktan iletişimin zorlukları, sürekli yaratıcı içerik yaratmanın getirdiği baskı ve beğenilme kaygısı akademik personelin motivasyonuna zarar vermektedir.
Öğrencilerin neredeyse tamamının tek önceliği ve görevi derslerini takip etmek ve başarılı olmaktır. Pandemi ile birlikte evden çalışmaya geçen öğretim elemanlarının mesleklerini yerine getirmenin yanı sıra başka önemli görevleri de mevcuttur.
Eğitimin tüm basamaklarda uzaktan olması, öğretim elemanlarının çocuklarının da evde kalmasına sebep oldu. Akademik görevleri, ders içeriği hazırlama, ders anlatma, sınav hazırlama, araştırma ve çalışma yapma sorumlulukları ile baş etmeye çalışan öğretim elemanları anne/baba olma misyonlarını da yerine getirmek zorunda kaldılar.
İhtiyaç ve beklentileri karşılanmamış, iş ve özel hayat dengesi bozulmuş öğretim elemanlarının motivasyonunu arttırmak mümkün olmadığı gibi iş doyumları ve kurumsal bağlılıkları da sağlanamaz.
Şekil: https://medium.com/t%C3%BCrkiye/maslowun-i%CC%87htiya%C3%A7lar-hiyerar%C5%9Fisi-d3b99924c49b
Çalışan bağlılığını Maslow‘un çalışmalarında ortaya çıkardığı fizyolojik ve sosyal ihtiyaçlar açısından değerlendirdiğimizde, günümüz iş hayatında çalışanların benzer bir ihtiyaç hiyerarşisine sahip oldukları görülebilir.Maaş, prim, yan haklar v.b. maddi imkanlar artık tek başına çalışan bağlılığını sağlamaya yetmemektedir. Terfi, kariyer gelişimi, farklılıklara saygı, takdir edilme ve beğenilme gibi sosyal ihtiyaçların da karşılanması önem arz etmektedir. Yakın zamana kadar ücretin tek başına büyük bir motivasyon ve doyum oluşturduğu düşüncesi günümüzde yetersiz, eksik ve hatta yanlış kabul edilmektedir.
Öğretim elemanlarının akademik ve kurumsal bağlılığı, bir eğitim kurumunun büyümesinin ve başarısının en önemli yönüdür. Öyleyse eğitim kurumları akademik personellerinin deneyimini ve bağlılığını artırmak, geliştirmek ve başarılı sonuçlara ulaşmak için çaba sarf etmelidir.
Öğretim elemanlarının mesleki motivasyon ve kurumsal bağlılıklarını artırmak için:
1. Kurum Hedeflerini Paylaşın:
Kurumlar genellikle hedef ve amaçlarını yönetim ekibi ve orta düzey yöneticileri ile paylaşırlar. Sadece karar alma mekanizmalarında görev yapanların değil bir eğitim kurumunun tüm departmanlarında görev yapan öğretim elemanlarının birlikteliği ve işbirliğiyle ortak hedef ve amaçların gerçekleştirilebileceği açıktır.
Öğretim elemanlarının orta ve uzun vadede kurumun yolculuğuna eşlik etmeleri, belirlenen amaçları ve hedefleri bilmeleri sadece akademik verimliliğe değil kurum kültürünün gelişimine de katkı sağlayacaktır.
2. Kolay Ulaşılır Olun:
Öğretim elemanlarının kendilerini kurumlarına bağlı hissedebilmeleri için yönetici veya bağlı bulundukları liderlere ulaşabilmesi gerekir. Bir öğretim elemanı yardıma ihtiyaç duyduğunda sorunlarını çözecek birinin varlığını hissedebilmelidir.
Öğretim elemanlarının kurumun başarısına olan katkılarını ödüllendirebilir, başarılarını destekleyerek motivasyonlarını artırabilirsiniz. Bilimsel etkinlikler ve organizasyonlar düzenleyerek akademik kültürün geliştirilmesinin yanı sıra, öğretim elemanlarının bir araya gelmesini sağlamak, bilimsel işbirlikleri dışında sosyal hayatta da ilişki kurmak onların kendilerini kurumları ile özdeşleştirmesine yardımcı olur.
3. Mesleki Gelişimi Teşvik Edin:
Kurum yetkilileri, bireysel hedeflerini ve isteklerini anlamak için her bir öğretim elemanıyla iyi ilişkiler kurmalı ve onların beklenti ve hedeflerinin kurum hedefleriyle nasıl uyumlu hale getirebileceğini tartışmalıdır. Kurum yöneticileri; öğretim elemanlarının gelecek yıllarda nerede olmak, hangi becerileri kazanmak ve kariyerlerini nereye götürmek istediklerini ana hatlarıyla belirten bir profesyonel gelişim planı oluşturmaya teşvik etmelidir.
Mesleki gelişim planı oluşturmak, yöneticinin çalışanlarının ilgi alanlarını anlamasına yardımcı olur ve onların gelişimine katkı sağlayabilecek projeler veya görevler önermesine olanak tanır. Öğretim elemanlarının mesleki hedeflerini yazması; gelişimsel hedeflerini bir zaman çizelgesi oluşturarak görselleştirmesine ve sorumluluk almasına izin verir. Sorumluluğu artan çalışanın kuruma olan bağlılığı da artar.
4. Geri Bildirim Alın:
Öğretim elemanlarının kurumlarına olan bağlılığını artırmanın kolay bir yolu, bir konu veya gelecekteki bir proje hakkında tavsiye veya görüşlerini istemektir. Bir yöneticinin belirli bir proje hakkında gerçekten konuşmaya katılması ve çalışanlarından fikir alması, onun akademik işbirliğine değer verdiğini ve kararlarına güvendiğini gösterir. Değer verilmek ve güvenilmek motivasyonun ön koşuludur.
Tüm öğretim elemanları, performansları hakkında düzenli olarak kurum yöneticilerinden geri bildirim almalıdır. Kurum ve yönetici geri bildirimleri; öğretim elemanlarının neyi iyi yaptığı hakkında olumlu ve işlerini sürekli olarak iyileştirmeye yardımcı olacak yapıcı eleştirileri içermelidir.
5. Takdir Edin:
Takdir edilmek birçok çalışanın motivasyon ve bağlılığında en önemli etkenlerdendir. Yöneticileri tarafından beğenilmek, takdir edilmek her çalışanın hakkıdır.
Birçok eğitim kurumunda yöneticiler takdir etmeyi ve beğenmeyi öğretim elemanına hissettirmemeye veya söylememeye çalışır. Bunun en önemli sebebi öğretim elemanının iş yapış rutininde rahatlık ve rehavete yol açacağını düşünmeleridir. Halbuki çalışanların üst yöneticileri tarafından takdir edilmeleri onların işe bağlılıklarına ve performanslarına pozitif katkı sağlayan önemli bir motivasyon unsurudur.
Çalışan bağlılığının düşük veya yüksek olması şirket ve çalışan tarafında önemli sonuçlara yol açar. Şirkete bağlılığın zayıf olması, çalışan açısından işe geç gelme, devamsızlık, işten ayrılma ile sonuçlanabilirken; şirket açısından iş gücü devir oranında artış, mal ve hizmet kalitesinde düşüş, müşteri memnuniyetsizliği gibi olumsuz sonuçları meydana getirebilmektedir.
Öğretim elemanı - kurum ile kurduğu bağın güçlü olması bu sayılan olumsuzlukların yaşanmaması, örgüt performansı ve verimlilik artışı için önem taşımaktadır.
Görev yaptığı eğitim kurumunun amaç ve değerlerine sıkı sıkıya bağlı, kendisini kurumun bir parçası gibi gören ve onunla bütünleşen öğretim elemanlarının hedeflenen amaçlara ulaşmadaki etkisi çok büyüktür.
Bu bakımdan öğretim elemanlarını motive eden, kuruma çeken ve onların işe devamlılığını sağlayan kurum ve yöneticiler, akademik ivme yaratarak kurumsal bağlılığı güçlendirebilirler.
Son Güncelleme: Pazartesi, 15 Kasım 2021 12:46
Gösterim: 3640

