Eğitim öğretim teknikleşti




İrfan Erdoğan ile eğitimdeki güncel sorunları konuştuk!

Özel Röportaj

"Pratik teoriyi geçer" söylemine teslim olan eğitim, öğretim de teknikleşti

Prof. Dr. İrfan Erdoğan ile eğitimdeki güncel sorunları irdeleyen soru&cevap bölümümüzde bu ay ortaöğretime geçişte sınav merkezli bir sistemin nedenlerini konuştuk. Önümüzdeki dönemde merkezi sınavların olmadığı bir geçiş sürecinin yaşanacağına dikkat çeken Erdoğan, buna karşın eğitimin bir de elitist yönü olduğuna vurgu yaparak, “Bunun için sayıları elliyi, en fazla yüzü geçmeyecek şekilde belli Anadolu liselerini özel statülü seçkin liseler haline getirmek gerekir.  Bu liselere geçiş için tabi ki yeni bir sınav ve eleme sistemi gerekecektir.” diyor. Kurumların oynaması gereken roller konusunda da karmaşanın yaşandığın ifade eden Erdoğan, eğitimde güçlü bir çevre ve platforma ihtiyaç olduğunu söylüyor.

1. Türkiye'de ilköğretimden orta öğretime geçişte sınav temelli bir sistemin dışına çıkılması mümkün mü?

Geçen yıla kadar mümkün değildi.  Çünkü ilköğretimin önünde ayrıcalıklı hale getirilmiş olan liseler bulunmaktaydı. Öğrenciler üniversiteyi, liseyi bitirdikten sonra değil liseye girerken kazanıyorlardı. Ancak geçen yıl yapılan düzenlemelerle birlikte orta öğretime geçişin merkezi düzeyde yapılacak sınavlar olmaksızın sağlanmasının temelleri atıldı. Çünkü liselerdeki sınıflanmış yapı geride kaldı artık. Üniversitelere geçişte kullanılan ağırlıklı başarı puanı uygulaması da kaldırıldı. Her iki değişiklik de son derece yerinde oldu.  Önümüzdeki yıllarda sorunuzda dile getirdiğiniz merkezi sınavlar olmaksızın geçiş sürecini hep birlikte yaşayacağız.   

2. Orta öğretime geçişte farklı model arayışlarının gerekçeleri nelerdir?

Eğitim bir sistemdir. Bir önceki adımda yaptıklarınız bir sonraki adımda ne yapacağınızı tayin eder. Daha önceden yapılanlarla ilgili bilinçli olursanız şuan için de gereğini yaparsınız olur biter. Mesela daha önceden kısa adı OGES olan Orta Öğretime Geçiş Sistemi diye bir sistem geliştirildi. Bu sistemin SBS, Okul Puanı ve Davranış Puanı diye unsurları vardı. Ve bu sistem sadece belirli liselere değil bütün liselere geçiş için öngörülmekteydi. Bu sistemi iyi çalışmak ve kavramak gerekir. Sadece MEB'in değil aynı zamanda eğitim kamuoyunun da ilgilendikleri konuda daha bilinçli olmaları gerekir. Aksi takdirde sürekli patinaj yapılır durur. Son günlerde gündeme gelen arayışları da böyle görmek gerekir.

3. Türkiye'deki eğitimle ilgili yetkililerin dışında kamuoyunun da mı sorumlu olduğunu ileri sürüyorsunuz?

Evet... Eğitimle ilgili yapılan bir çok düzenlemede bunu gördük. SBS'nin hayata geçmesi ve kaldırılması sürecinde, dört artı dört diye bilinen yeni okul düzenlemesinde bilhassa medya, eğitim fakülteleri, sivil toplum kuruluşları tutarlı bir perspektif ortaya koyamamıştır. Örneğin medya MEB'i SBS hayata geçerken de kaldırılırken de eleştirmiştir. Bazı eğitim fakülteleri yeni okul düzenlemesi ile ilgili "bilimsel değil" demenin ötesine geçememişlerdir. Oynamaları gereken değil başka kurumların rollerini oynamaya çalışmaktadırlar. Bu karmaşanın da Türkiye'deki eğitim için önemli bir sorun olduğuna inanıyor ve eğitimle ilgilenen güçlü bir çevrenin ve platformun yaratılması için de adımların atılması gerektiğini düşünüyorum.    

Kazak modeli gibi arayışlar bir savrulmadır!

4. Son zamanlarda kamuoyunda Kazak modeli üzerinde durulmaktadır. Sınav tecrübesi ve farklı model uygulamalarıyla yakından tanık olan Türkiye'nin, model ihraç etmesi beklenirken tam aksine dünyadan model arayışına girmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eğitim pratik bir alan haline geldi. Güncel problemler ve gelişmeler eğitime fazla yön vermeye başladı. Oysa eğitim aynı zamanda teorik bir alan. Bu yüzden teoriden kopmamalı. Ağırlığı hissedilen pratisyenlerden önce teorisyenler olmalı. Bu her zaman böyledir. Türkiye iki binli yıllarda egemen olmaya başlayan "pratik teoriyi geçer" söylemine fazla teslim oldu. Bu meyanda eğitim, öğretim de teknikleşti.  Eğitim teorik olarak ele alınamazsa gereksiz ve anlamsız arayışlarla yüz yüze kalmaktan kurtulamayız.  Kazakistan esinli model arayışlarını teoriden ve tecrübi birikimlerden kopuk bir savrulma olarak görüyorum. 

5. MEB'in tüm okulları Anadolu Lisesine dönüştürme stratejisini doğru buluyor musunuz? Tüm okulların eşitlendiği durumda sınav merkezli modellere ihtiyaç kalıyor mu?

Anadolu liselerinin sayısı yüzlerde kalsaydı her halükarda devam etmeliydi diye düşünürüm. Ancak binleri bulmasıyla birlikte orta öğretim sisteminin tamamını bloke eden kurumlar haline dönüşmesi söz konusu oldu. Bu yüzden kapatılması gerekiyordu. Bakanlık da bunu yaptı; yani bütün liseleri Anadolu liseleri haline dönüştürdü, bir anlamda kapatmış oldu. Taktiğe, kelime oyununa başvurmaya hiç gerek yok. MEB, Nimet Çubukçu ile başlayan süreçte Anadolu Liselerini kademeli bir şekilde kapattı. Bu adımın doğru olduğunu düşünüyorum. Bu adımla birlikte merkezi sınavlara olan bağımlılığın hızla azalacağını göreceksiniz. Ancak eğitimin bir de elitist yönü vardır. Bunun için sayıları elliyi, en fazla yüzü geçmeyecek şekilde belli Anadolu liselerini özel statülü seçkin liseler haline getirmek gerekir.  Bu liselere geçiş için tabi ki yeni bir sınav ve eleme sistemi gerekecektir.  

Nabi Avcı bakan mı olacak, bakanlık mı yapacak?

6. Her Milli Eğitim Bakanı neredeyse bir modelle anılıyor. Yeni Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı bu çerçevede kendi modelini oluşturmalı mı? Oluşturmaya karar verirse Sayın Avcı'ya tavsiyeleriniz neler olacaktır?

Toplum ve kamuoyu her Milli Eğitim Bakanı'na ilk başlarda geniş bir kredi veriyor. On iki Eylül rejiminden sonra bu hep böyle olmuştur. Toplum kimin bakan olacağını bilmeden, atanan her yeni bakanı genellikle heyecanla karşılamıştır. Ancak her bakanın ayrılışını da adeta teneke çalarak kutlamıştır. Bir önceki bakanların antipatik görünen yönleri bir sonraki bakanlar için sempatiye tahvil edilmiştir.  Bu açıdan Sayın Nabi Avcı da göreve açık ara bir avarajla başlamıştır. Sayın Avcı'nın bu avarajını koruyarak görevi taçlanmış bir şekilde bırakma şansının olduğuna inanıyorum.  Nabi Avcı 74. bakanımızdır. Bunların bir kısmı bakanlık yapmış bir kısmı ise bakan olmuştur. Bakanlık yapmak ile bakan olmak arasında çok fark vardır. Gönülden temenni ediyorum ki Sayın Nabi Avcı göreve başlarken düzenlenen devir teslim törenindeki konuşmasında zikrettiği isimler gibi inşallah bakan olur. 

ÖĞRETMEN OLMAK!

Sayın Doğan Cüceloğlu ile öğretmenler üzerine bir kitap yayımladınız. Kitabınızın yankıları nasıl oldu? Bu kitap ile nasıl bir etki yaratmayı düşünmüştünüz? Bu anlamda değerlendirmeleriniz neler olacaktır?

Eğitime dair derdi olduğunu düşünen iki insan olarak Doğan Hocam ile birlikte yıllara yayılmış çok keyifli bir sohbet süreci yaşadık.  İstedik ki sohbetimize öğretmenlerimizi de ortak edelim. Bu düşünceyle bahsettiğiniz kitap ortaya çıktı. Yaklaşık beş yıla yayılmış olan sohbetlerimizde öğretmenlerimizin, var oluşlarını kendilerinden hız alarak ve kendilerine yönelerek sergileyebileceklerine işaret etmeye çalıştık.  Kitap yayımlanır yayımlanmaz yoğun bir ilgi gördü.  Çok sayıda öğretmenin kitapta ifade edilen düşünceleri başkaları ile de paylaştığına ve kitabı başkası için de aldığına şahit oluyoruz. Kitapta yapmış olduğumuz kavramsallaştırmaların bilhassa, "öğretmen olmak" diye simge haline gelen ifadenin öğretmenler arasında yoğun bir şekilde tartışıldığını biliyoruz. Bu tabi ki bizi mutlu ediyor...

Doğan Cüceloğlu

Bu kitabı değerli dostum Prof. İrfan Erdoğan ile birlikte yazdık. Kendisiyle son beş yılda Final Okullarının eğitim danışmanlığını yaparken sık sık sohbet etmek ve birlikte konferans ve seminerler verme imkânımız oldu. Kitap onun ve benim eğitim konusuna bakışımızı bir sohbetler zinciri çerçevesinde ele alıyor. Bu sohbetler İstanbul’un ve Türkiye’nin değişik yörelerinde yer aldı. Bu kitabın oluşumu süresince ben eğitimle ilgili düşünme, araştırma ve paylaşma fırsatları buldum ve zenginleştim.

İlk başta bana tuhaf gelen bazı tartışmaların kitapta yer aldığını itiraf etmeliyim. İrfan Hocam’a sordum: “Sizce eğitim nedir?” Bana, “Eğitim bir cümledir!” diye cevap verdi. Bunu söyleyen bir eğitim profesörü olunca, kolay kolay yabana atılacak bir söz olmamalı diyerek “Eğitim bir cümledir!” sözünü irdelemeye başladım.

“Peki, sizce öğretmen kimdir?” diye sorduğumda, önce ‘öğretmen kendinden hareket eden, kendini kaynak olarak kullanan biridir,’ dedi, bu cümleyi anlamak bir bölüm aldı. Sonra ‘öğretmen bir bilim insanıdır,’ dedi, bir sohbetimizi, yani bir kitabın bir bölümü de bu kavramı açmaya, anlamaya ayırdık. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, ‘öğretmen bir filozoftur,’ dedi ve bunun ne demek olduğunu anlamaya çalıştım. Öğretmen bilgi kaynağıdır, öğretmen bilen kişidir yerine, ‘öğretmen en iyi öğrencidir, öğrencilerine iyi soru sormanın yollarını öğreten kişidir ve bu kişinin özgür bir insan olması çok önemlidir’in altını çizdik.

Ben ‘öğretmen sınıfa girince nelerin farkın da olmalıdır’ üzerinde dururken, İrfan Erdoğan eğitim sistemini oluşturan bir bilincin nelerin farkında olması gerektiği üzerinde durdu.

Sorunların altında kalkıp aydınlık ve onurlu bir toplum olmaya çalışan ülkemde her bir öğretmenin bir savaşçı ruhu içinde mesleğini ve yaşamını yönetmesi, bana önemli ve kaçınılmaz geliyor. Umarım bu kitap öğretmenlerimize candan bir ‘Merhaba’ dediğimizi yansıtıyordur ve onların her gün onlarca Can’a dokunduğunun altını çizip okura gösteriyordur. Bunu yapmaya çalıştık.

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.



Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.