banner

Asla DALAN’A bağlı nesil yetiştirmek amacında olmadım




İstanbul Belediye Başkanlığı döneminden bu yana hep gündemde olan bir isimdi Bedrettin Dalan. İstanbul’a yaptığı hizmetler bugün bile referans gösteriliyor. Dalan, siyasette olduğu kadar bir başka yönüyle de hayatımızın içinde yer alan bir isim oldu. İSTEK Okulları ve Yeditepe Üniversitesi Türkiye’nin en önde gelen kurumları olarak adından söz ettirdi eğitim dünyasında.

bedrettin dalanVe Ergenekon Davası sürecinde yine karşımızdaydı Bedrettin Dalan ismi. İddianamede adının en önde yer alması, Bedrettin Dalan’ın yaşamında yeni bir sayfanın açılmasına neden oldu. Yurtdışına çıkan Dalan, 7 yıl ülkeden uzak yaşadı. Kısa bir süre önce Türkiye’ye dönen Bedrettin Dalan ile röportaj yapmak için talebimizi ilettik. Amacımız Ergenekon sürecini tartışmak değildi. Kamuoyunu yıllarca meşgul eden Türkiye’nin en önemli davasında bir numara olarak gösterilen Bedrettin Dalan ile eğitimi konuşmaktı amacımız. Tabi şunu da merak ediyorduk: “Başına gelenlerin temellerini attığı ve bugünlere getirdiği eğitim kurumlarıyla bir ilgisi var mıydı?”. Bu soru doğal olarak yaşadıklarını ve maruz kaldıklarını konuşmamıza yol açtı. Randevu talebimizin üzerinden 4 ay geçmişti ve 2.5 saattir röportajın başlamasını bekliyorduk. İşte bizi samimi bir şekilde karşılayan İSTEK Okulları ve Yeditepe Üniversitesi’nin kurucusu Bedrettin Dalan ile yaptığımız söyleşi.

Öncelikle eğitim hayatınızdan başlayalım istiyorum. Okula başladığınız yıllarda nasıl bir Türkiye vardı?

Bizim çağımızda yani 1950’li yılların başında Türkiye’de fakirlik vardı ama fakirliğe rağmen insanlar mutluydu. Çünkü gelir dağılımı neredeyse eşitti. Kasabanın en zengini ve en fakiri arasında hemen hemen hiçbir fark yoktu. Okullarda ise Cumhuriyet’in öğretmenleri vardı. Canla başla bize bir şeyler öğretmeye çalışıyorlardı. O zamanlarda öğretmenlerin gelir seviyeleri de yüksekti.

O dönemden hatırladığınız, yaşamınızı etkileyen öğretmenleriniz oldu mu?

Germencik İlkokulu’ndaki öğretmenim Ziya Bey, benim için çok önemli bir insandı. Onunla ilgili unutamadığım birçok anım var. Mesela bir gün kasabanın en zengin çocuğu, okulun bir köşesinde tavşanlara ve güvercinlere taş atıyordu. Ben yanına gidip “Atma” dedim. “Fakir olduğun için seni döverim, ama acıyorum ”dedi bana. Bende o lafın üzerine onunla kavgaya girdim. O sırada Ziya Öğretmen, bizi dövüşürken yakaladı ve o zengin çocuğunu “Babanın zenginliğine güvenme, kendin nesin?” diyerek çok kötü azarladı, kulağını da hafif sıktı.

Ziya Öğretmenim ile ilgili bir diğer anım da ilkokul 5. sınıftayken gerçekleşti. O zamanlar ilkokulu bitirme imtihanları vardı. 5. sınıf sonunda o imtihanlara giriyordu herkes. Sınıfımızdan Erdoğan isminde bir arkadaşımız ise o imtihanlara girmeyecekti. Ziya Öğretmen, bir arkadaşıma “Erdoğan’ı bulup getirin, imtihanlara girsin” dedi. Bende bu sefer çalışkanlığımdan herhalde öyle böbürlendim ki, “Aman hocam, Erdoğan gelse ne olur, gelmese ne olur” dedim. Rahmetli Ziya Öğretmen, bana baktı ve “Teessüf ederim, bunu senden duymamalıydım” diyerek, beni azarladı. Bunun üzerine ben de imtihanlara girmesi için Erdoğan arkadaşımızı hemen bulup getirdim. Yani öğretmenimiz, sınıftaki çocukları tek tek düşünüyordu. Okumak istemeyen öğrencisinin en azından bir ilkokul diploması sahibi olmasını istiyordu.

İlkokul birinci sınıfa Eskişehir’deki Milli Hakimiyet Okulu’nda başlamıştım. Oradaki öğretmenim Muzaffer Hanım’ı da hiç unutamam. Babam emekli olunca Temmuz ayında Eskişehir’den Aydın’a göç etmek için yola çıkmıştık. Muzaffer Öğretmenim de bizim göç ettiğimizi duyup istasyona gelmiş. Muzaffer Öğretmenim, babamın yakasına yapıştı ve dedi ki:  “Bey, bu çocuğu okutmazsan öbür dünyada iki elim yakamda olsun.” Babam öğretmenimin o ikazını aldı ve o günden sonra bana durup durup “Oğlum, ceketimi satarım, seni yine okuturum” dedi.

Babanız ne iş yapıyordu?

Babam emekli demiryolu memuruydu.

BENİ CUMHURİYET’İN ÖĞRETMENLERİ YETİŞTİRDİ

Babanızı çok etkilemiş o sözler...

Tabi çok etkilendi. Eğitim gördüğüm bütün okullardaki öğretmenlerim çok kaliteliydi. Atatürk’ün yetiştirdiği, Cumhuriyet’in öğretmenleriydi hepsi. Biraz önce bahsettiğim Ziya Öğretmen, inanılmaz saygınlığı olan bir adamdı. Köstekli bir saat takar, her zaman ütülü pantolon ve yelek giyer, fötr şapka takar, kravatsız sokağa çıkmazdı. Kahvenin önünden geçtiğinde bütün insanlar saygıdan ayağa kalkar, o da şapkasını çıkarıp saygıyla selam verirdi. Maalesef 50’li yılların sonlarına doğru yavaş yavaş bahsettiğim öğretmen modelleri azaldı.

Öğrencilik yıllarınızda kasabanızda ortaokul yoktu sanırım...

Ortaokul eğitimine devam etmek için trenle Aydın’a gidip geliyorduk. Buharlı trendi, o kadar yavaş giderdi ki 24 kilometreyi 45 dakikada alırdı. O zamanlar otobüs de yol da yoktu, seyahatler trenlerle yapılırdı. Bizimki öğrenciler için kullanılan tren servisiydi. Lise kapandıktan yarım saat sonra tren servis, yine bizi Aydın Garı’ndan alıp Nazilli’ye doğru giderdi. Bir gün o talebe trenini kaçırdım. Normal yolcu trenine bindim. Yolculuk sırasında kompartımanda bir adamla arkadaş olduk. İnerken benim adımı, soyadımı ve sınıfımı aldı. Bir hafta sonra sınıfa hademe geldi ve bana  “Müdür, seni çağırıyor” dedi. Müdür de bana “Aydın Başsavcısı Necmettin Doğu seninle görüşmek istiyor” deyince korka korka savcının yanına gittim. Bir de baktım ki trendeki adam. “Burada parasız yurt açılıyor arkadaşım. Bu akşamdan itibaren artık yurtta kalacaksın” dedi. Normalde yurda imtihanla alıyorlardı ama bana imtihan da yapılmadı. Notlarımın hepsi pekiyiydi, ondan imtihana gerek görmediler sanırım.

Çok mu çalışkandınız?

Notlarım iyiydi ama çok ders çalışan bir öğrenci değildim. Dersleri iyi ve dikkatli dinlerdim. Neyse o akşam yurtta kaldım. Yurtta kaldığım 1 haftalık süre zarfında neredeyse başka birine dönüşmüştüm. Öyle ki bir Cumartesi öğleden sonra yeni kıyafetlerimi, yeni ayakkabımı, yağmur geçirmeyen pardösümü giyip talebe treniyle eve geldiğimde babam bile tanımamıştı. Bayburt ağzıyla  “Ula, sen kimsen?” demişti.

6 sene Vakıflar İdaresi’nin açtığı o yurtta kaldım. Sonrasında da onun devamı niteliğinde İstanbul’da Fatih Medreseleri açılmıştı. Fatih Camii’nin avlusunda Karadeniz kuzey tarafı, Akdeniz de güney tarafı olmak üzere iki tane medrese vardı. 1455’te kurulmuş o medreseleri restore edip yurt yapmışlar. Fatih Camii’nin avlusunda 5 yıl yurtta kaldım. İstanbul’a Teknik Üniversite’nin imtihanlarına girmek için gelmiştim. İmtihanları kazandım ve üniversite eğitimime başladım.

ATATÜRK İSLAM’IN KARANLIK ÇAĞINI KALDIRMAYA ÇALIŞTI

Cami avlusundaki bir yurtta kalıyor olmak sizi nasıl etkiledi?

Babam Nakşibendi Tarikatı’na mensup çok muhafazakar bir insandı. Benim adım da zaten o tarikatın şeyhinin adı Osman Bedrettin Hazretleri’nden geliyor. Babam, daha 5 yaşındayken dini bilgileri öğretti bana,  ama hiçbir zaman üstümde bir baskı kurmadı. Fatih Camii’nin avlusundaki yurtta kaldığım 5 yıl, epeyce gözlem yapmamı sağladı. Kadir Gecesi insanların koştur koştur camiye gelip sabaha kadar dua etmesi garip geldi bana... Çünkü sadece tek bir gece değil, her gece dua etmek gerektiğini düşünüyordum. Allah, Kadir Gecesi’ni hiçbir şekilde belli etmemiştir, o sebeple her gün Kadir Gecesi gibi davranmak gerektiği fikrindeydim. Bu bilinçle o Kadir Gecesi caminin avlusunda bir şiir yazdım. 19 yaşındaydım o zamanlar, şiire de meraklıydım.

Ancak şunu da belirtmeliyim ki din karşıtlığım hiçbir zaman olmadı, olamaz. Sadece dinin yanlış anlaşılmasına karşıydım, bugün de karşıyım. 14 yaşımda Mesnevi’yi başından sonuna kadar okumuştum.  Kur’an’ın mealini zaten defalarca okumuştum. Kur’an’ı iyi bilirim... Kur’an, akıl kitabıdır. İslam aklı olmayanlara, ayrıca yaş olarak da akıl baliğ olmayanlara ibadeti farz kılmamıştır. Çünkü 5 yaşındaki çocuğu sen ibadete zorlarsan o çocuk, büyüdüğü zaman dinden çıkar.

İslam dininin doğru anlaşıldığı devirlerde, 700’lü yıllardan başlayıp 1000’li yıllara kadar geçen sürede, İslam dünyası, yeryüzündeki en yüksek refah seviyesine çıkmış ve bilimsel gelişmeyi sağlamıştı. Maalesef Haçlı Seferleri sonrası Batı’nın skolastik düşüncesi ve akıl dışı davranışları virüs gibi İslam’a geçti ve o virüs hala devam ediyor bütün İslam dünyasında... İslam’ın o karanlık çağını kaldırmaya çalıştı Atatürk. Ancak Atatürk’e atmadığımız iftira kalmadı. Eğer İslam, karanlıklardan kurtulup Ortaçağ’daki gibi dünyada parlayan bir medeniyet olmak istiyorsa Atatürk’ün gösterdiği yolda yürümek zorunda. Şu anda İslam dünyası bir karanlıkta, birbirleriyle savaşmayan İslam ülkesi neredeyse yok.

Biz Müslümanlar Hristiyan gibi yaşıyoruz, Hristiyanlar da Müslüman gibi yaşıyor. Çünkü İslam eşitliktir, adalettir, insanı sevmektir, okumaktır, düşünmektir, akıl yürütmektir, ilim üretmektir. Bakara Sûresi’nde diyor ki: “Rabbin, Adem’e eşyanın ismini öğretti.” Yani Fizik, kimya, matematik gibi bütün bilim dallarını öğrenme hakkını Allah insana verdi. Peki İslam dünyasından bilim alanında bugüne kadar kaç Müslüman Nobel aldı? Sadece bir Pakistanlı ve bir de bizden Aziz Sancar aldı.

Akıl yoluna gitmemiz gerekiyor. Akıl yoluna gitmek için de Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşid; ilimdir, fendir!” sözlerini dikkate almalıyız. Atatürk’ün bildiği dini şu anda Diyanet İşleri Başkanı bilemez. Nutuk’un 264. ek belgesini bugün yazabilecek hiçbir din adamı yok! Atatürk Büyük Millet Meclisi’nde irad etmiş onu. İslam’ı onun kadar yüceltebilen, onun kadar detay verebilen ikinci bir yazı okumadım ben daha…

Atatürk’ün de özgür birey yetiştirme hedefi vardı...

Evet. “Öğretmenler, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister” demiş Atatürk. Dolayısıyla özgür olmayan bir insan hiçbir şey üretemez. Kur’an’ın tarif ettiği insan da özgür insandır.  Zulüm karşısında susan insanlar ise dilsiz şeytan gibidir ve o insanlar da zulme iştirak eder” diyor. Kur’an’da “Hiç akletmez misiniz?” diye bir emir geçer. Aklı çalıştırmak üzere kurulmuş bir kitabın mensupları, aklını kullanmıyor ve hurafeleştirilmiş bir din yaşıyor. Cat Stevens /Yusuf İslam, “Müslümanları görseydim Müslüman olmazdım, iyi ki İslam’ı Kur’an’dan öğrenmişim” demiş. Dolayısıyla Kur’an’ın tarif ettiği İslam mükemmel…

Türk milletinin koyunlaştırılmaya çalışıldığını mı söylüyorsunuz?

Aynen öyle. Bu bir projeydi. 1946’dan itibaren din okulları açıldı. Yani bilindiği gibi Demokrat Parti zamanında değil, Cumhuriyet Halk Partisi zamanında Şemsettin Günaltay tarafından açıldı. Türk Amerikan işbirliği anlaşmasında da vardır. ABD, Türkiye’de din okulları açılmasını ister. Şimdi bunu iyice oturup düşünmek lazım. Neden Hristiyanlar Türkiye’de Müslümanlığı gazlasınlar? Doğru yerinden gazlasalar başımın üstünde yerleri var. Ancak böyle olmadı. Din okulları açıldı ve hafız yetiştirdiler.

KOMPLOYA KARŞI ÇIKTIĞIM İÇİN 7 YIL YURTDIŞINDA KALDIM

Bunun yarattığı sonuçlar ne oldu?

Bakın sadece Kur’an’ı hatmetmek olmaz, mealini de bilmek lazım. Peki kaç tane imam hatip mezunu çocuk, Kur’an’ın mealini biliyor? Diriler için yazılmış Yasin Suresi’ni ölülere okuyoruz. Binlerce kelimeyi, 6666 ayeti ezberleterek öğretiyorsun çocuğa ama anlamını bilmiyor. Elhamdü lillâhi rabbil’alemin ne demek? Kaç tane imam hatipli bunun tercümesini biliyor? Sadece imam hatipte değil normal liselerde de aşırı bilgi yüklediler çocuklara ama bilgiyi nasıl kullanmaları gerektiğini göstermediler. Dolayısıyla liselerde düşünmeyen, bilgi yüklenmiş ama bilgiyi kullanamayan insanlar yetişti. Bunlara ne denir? ‘Koyun’ denir işte. Rahmetli Aziz Nesin, “Türk milletinin %60’ı aptaldır” demişti. Bende o zamanlar, aşırı derecede kızmıştım ona böyle söylediği için, ama sonradan oturup düşününce Türkiye’deki eğitim sisteminin hem din okullarında hem Kur’an kurslarında hem de normal liselerde tamamen düşünmeyen insanlara göre dizayn edilmiş olduğunu görüyorsun. Bu da dünyanın en muhteşem zekasına sahip olan Anadolu Türklerinin zekasının aşağı çekilmesi için yapılan bir komplo. Bu komploya karşı çıktığımız zaman da kötü kişi olduk. İşte bu sebeple 7 sene yurt dışında kaldım.

Çok umutlu değilsiniz sanırım...

O kadar da umutsuz değilim. Amerika’daki bir toplum psikoloğu “Dünyanın en iyi zekası Anadolu insanında var” diyor. Bütün mesele eğitim sistemimizde. 1946’dan beri Atatürkçü eğitim sisteminden yavaş yavaş çıkılmaya başlandı. Koyun yetiştiriyoruz. Üniversite mezunlarından iş adamı çok az çıkıyor. Çünkü cesareti kırılmış çocukların. Eğitimci insanın daha çok girişimci olması lazım. Ama öyle olmuyor, eğittikçe insanları korkutuyoruz.

Çıkış nedir?

Çıkış doğru eğitim. Aklı hür, vicdanı hür, irfanı hür, cesur insanlar yetiştirmek.

BU SİSTEMDE YÜKSEK PUAN ALMAK NEGATİF ALGILANMALI

Eğitimciliğe ilk başladığınız yıllarda Türkiye’de özel eğitim sektöründe sadece birkaç okul vardı. O dönemde attığınız tohumların 30 yıl içerisinde Türkiye’nin en büyük eğitim kurumuna dönüşeceğini tahmin ediyor muydunuz?

bedrettin uni ogrenciAslında öyle bir hedefim yoktu ama kaliteli eğitim yapmayı istiyordum. Bugün Türkiye’nin en büyük eğitim vakfıyız. Ayrıca en kaliteli eğitim yaptığımızı da rahatlıkla söyleyebilirim. Ama kurumlarımda eğitim gören çocukların en yüksek puanı kazanmasını hedeflemiyorum. Çünkü bu sınav sisteminde yüksek puan kazanmak bence negatif bir konu. Ben, akademik başarıdan ziyade kendine güvenen, eksenini bilen, mezun olduktan sonra da hem sosyal ilişkileri çok iyi kurabilen hem de bu dünyada ben de varım deyip cesaretle iş kurabilen gençler yetiştiriyorum. Bunda da yüzde 100 başarılıyım. 100 bin öğrenci yetiştirdim. 40-45 yaşlarına geldiler. Kıyıda köşede kalmış tek bir İSTEK mezunu yok. Herkes bir yerde bir iş kurmuş, eğer bürokrat olmuşsa en tepesine çıkmış. Mesela Türkiye’nin en büyük holdinginin başında bir İSTEK mezunu var, 44 yaşında üstelik de…

Sınav başarısı da sektörde yaşanan rekabetin bir parçasını oluşturuyor.

Bizim okulların üniversite başarı ortalaması çok yüksek. Hiçbir öğrencimiz öyle tembel falan değil, sınav başarıları da gayet iyi. Biz hiçbir zaman işin dershanecilik kısmına girmedik. Bana 30 yıl boyunca çok ısrar ettiler ama “Hayır, dershane kurmam” dedim. Çünkü benim işim çocukları okulda eğitmekti. Benim derdim para kazanmak değil. Zaten vakfı kurarken Bedrettin Dalan Vakfı olarak kurmadım, İSTEK İstanbul Eğitim ve Kültür Vakfı olarak kurdum. Vakıf herhangi bir şekilde kapatılırsa tüm mal varlığımı Milli Eğitim Bakanlığı’na bağışlardım. Sözleşmede yazılı bu zaten.

Fakat şu anda dershanelerin kapatılmasıyla okul sayısı çoğaldı. Biz de dershanelerin yarattığı boşluğu doldurmaya çalışıyoruz. Aslında biz en başından beri bu imkanları öğrencilerimize veriyorduk, onların dershaneye ihtiyaç duymayacakları bir ortamı hazırlamıştık. Hafta içi 2 saat ek kurslarımız var ve bunların hepsi ücretsiz olarak sunuluyor öğrencilere. Bu nedenle dershanelerin kapatılması, öğrencilerimizi etkileyen bir durum değil.

ÜNİVERSİTE SINAVLARI KALKMALI

Hükümetin dershaneleri kapatma kararını doğru buldunuz mu?

Doğru buldum, ama yanlış bulduğum tek şey üniversite sınavları… Bu sınavların kalkması lazım. Herkes istediği üniversiteye tercih yapsın, girsin. Birinci sınıftan ikinci sınıfa geçebiliyorsa geçsin, geçemiyorsa gitsin. Hatta bölüm tercihi de serbest olsun. Tıp ve hukuk hariç, çünkü bunlar toplumu ilgilendiren konular. Nitekim Amerika’da öyle. Hukuk ve tıp master olarak yapılır, 22 yaşından sonra eğitim başlar. Dünyanın en iyi hukukçuları ve doktorları da o yüzden oradan çıkar.

Özel okul sayısı hızla artırıyor. Dershanelerden özel okula dönüşenler var. Bu durum özel okulculuğu geliştirir mi ya da bir handikap oluşturur mu?

Okul sayısının artması bizim için handikap oluşturmuyor. Çünkü insanların bir mukayese yapma şansı doğuyor. O mukayeseyi yaptığı zaman da bizi tercih ediyorlar.

Üniversitelerde de aynı rekabet başladı...

Önemli olan kaliteyi tutturmak... Yeditepe Üniversitesi olarak eğitimde bir marka ve fark yarattığımız için öğrenciler bizi tercih ediyor.

Üniversiteye olan talepten memnun musunuz?

Bu sene 3 bin 350 öğrenci aldık, vakıf üniversiteleri içinde bir numarayız. Bundan memnun olmayacak halim yok, daha fazla da zaten alamayız.

YOKLUĞUMDA ÖĞRENCİ SAYIMIZ AZALMADI ARTTI

7 yıl yurtdışında yaşamak durumunda kaldınız. Bu durum, eğitimde gelmek istediğiniz noktalar açısından bir olumsuzluk oluşturdu mu?

Liselerimiz, üniversitemizde öğrenci sayısı bakımından bir gerileme olmadı, hatta benim yokluğumda öğrenci sayımız arttı. Bu açıdan gerileme değil, ama daha hızlı büyüyebilirdik diye düşünüyorum. Mesela üniversitemizin ikinci hastanesinin kuruluşu gecikti. Ama gelir gelmez de onu telafi ettim. Şubat ayında inşallah ikinci hastanemizi açacağız. Mikropsuz bir hastane olacak.

BÖYLE BİR HASTANE UZAYDA BİLE YOK!

Nasıl bir hastane olacak?

Haydarpaşa Numune Hastanesi’nin E-5 tarafında olacak. Bitirmek üzereyiz. Bizzat uğraşıyorum. Öyle bir hastane düşünün ki hastanenin kendisi sterilizasyon cihazı gibi kendi kendini temizliyor. Kapı kolundan tuvalet kapağına, tuvalet kapağından musluğa, musluktan lavaboya, lavabodan yerdeki plastiğe, yerdeki plastikten masanın kaplamasına kadar her şey antimikrobiyal oluyor. Bir mikrop hastanenin içine girip herhangi bir şeye yapışırsa ölüyor. Böyle bir hastane dünyada yok, uzayda bile yok!

O zaman dünyaya model olabilecek bir hastane…

Dünyada 100 bin kadar hastane var. İddiamız şu: ‘Bir gün bütün hastaneler Yeditepe’nin ikinci hastanesine benzeyecek.’

NASA’YA TEKNOLOJİ SATACAĞIZ

Hastanenin açılışı ne zaman?

Şubat sonu gibi açacağız. Biz bu hastaneyi bitirelim ilk işimiz NASA’ya bu hastaneyi satacağız. NASA’ya teknoloji satmak ne demek?

Devrim demek…

Evet. Başka alanlarda da çalışmalarınız var organik gübre üretimi gibi. 120 tane patentimiz var. Yavaş yavaş devreye girecek bunlar.

Eğitimle ilgili bir model, bir örnek oluşturdunuz mu Türkiye’de?

Malum şahısların açtığı okullar var ama o okullarda eğitim alan, benim de çok acıdığım çocuklar var. Çok bilgi yükleniyor. Tek şahsa bağlı hale getiriliyorlar. Mesela Ergenekon hakim ve savcıları da öyleydi. Aynı şekilde Balyoz hakim ve savcıları da... Hukukun bütün normlarını hukuk mezunu olarak yok ettiler. Dışarıdan, okyanus ötesinden gelen emirleri birebir tatbik ediyorlar. Böyle bir eğitim olabilir mi?

TAYYİP BEY’E BİAT ETMEDİM!

Yurtdışında yaşadığınız süreçte kurumlarınızın sizden koparılmasının hedeflendiğini düşünüyor musunuz?

Düşünmüyorum, fiili adım attılar malum çevreler.

Nasıl adımlardı bunlar?

Mesela oğlum vakıf başkanı… Bir okul kurmak için Ziraat Bankası’na para yatırmış, repo etmiş sonra da okul izni alamamış. Maliye Bakanlığı’ndan müfettiş gelmiş demiş ki, “Vay, sen vakfı zarara soktun!”. “Kardeşim para Ziraat Bankası’nda duruyor. Alıp cebime atmadım. Faizini de devlet veriyor, nasıl zarara soktum” diyor oğlum da… Sonra müfettiş bize ağır bir rapor yazıyor. Orada işte malum çevreler ortaya çıkıyor. Tayyip Bey,  olayı durduruyor ve asılsız raporu kaldırttırıyor.

Sonra önceden tanıdığım biri Almanya’da beni ziyaret etti ve “Senin işini çözdük. Benim kızımı mütevelli heyetine sokarsan bütün dosyalar ortadan kalkacak” dedi. Dosyada bir şey de yok ama işte iddia. Dedim, “Garanti mi?” “Garanti” dedi. “O zaman git seni gönderenlere söyle, benim ülkemde savcı ve hakimlere emir veren bir insan varsa o ülke benim ülkem değildir, dönmüyorum. Senin kızını da üniversiteden içeri sokmam” dedim. Çok şaşırdı. Çünkü hemen kabul edeceğimi zannetti. Öyle bir teklifle bana gelmiş olması aslında Türkiye’nin ne kadar büyük bir tehlike içinde olduğunu gösteriyor. Sorgusuz, sorumsuz bir insan teşkilat kurmuş savcılara, polise, hakime hakim olup onları robotlaştırmış. İşte Türkiye’yi bu batırır. Ben gelince dedim ki bunlarla mücadelede Allah, Tayyip Bey’e kuvvet versin! Bunu söyleyince, “Vay, Tayyip Bey’e biat etti!” diyorlar. Ben Allah’tan başka kimseye biat etmem!

Eğitim bir toplumun, bir devletin en önemli fonksiyonudur. İnsanı doğru düzgün eğitmezseniz devletinize milletinize zarar verirsiniz ve Allah’a da karşı gelmiş olursunuz. Modern, akılcı ve özgürlükçü eğitim Türkiye’de çok az. Ve herkes de koyun değil bu ülkede. Çünkü en kötü imalatta da bazen defolar vardır. Yüzde 5 defolu çıkıyor, onlar da devleti ayakta tutuyor. Keşke yüzde 95 defolu olsa, Türkiye uzaya gider. Çok zeki insanlarımız var ama elması pırlanta yerine kömür yapıyoruz, olay bu.

İSTEK OKULLARI TÜRKİYE’YE YAYILACAK

Bundan sonra İSTEK Okulları’nı yaygınlaşan, Anadolu’ya açılmış şekilde görecek miyiz?

bedrettin minik ogrenciAntalya’da İSTEK Okulları olarak 5 tane okul açmış bulunuyoruz. Oradaki arkadaşlarımız bizim standartlarımız neyse aynısını devam ettiriyorlar. Bunun için isim hakkımızı kullandırırken herhangi bir para da almadık, talep de etmedik. Bizim tek bir gayemiz var: Türkiye’yi Atatürk’ün istediği çağdaş medeniyet seviyesinin önüne götürecek insanları yetiştirmek.

Bu doğrultuda başka yerlerde de okullar açmaya devam edeceğiz.

YETİŞTİRDİĞİM ÇOCUKLAR BENİ SEVEBİLİR AMA ASLA TUTSAK OLMAZ

Dalan’a bağlı bir nesil yetiştirmek gibi bir amacım asla yoktu benim. Öyle bir şey yaparsam benim bazılarından bir farkım olmaz. Allah, “Ben size akıl verdim, irade verdim” diyor. O akıl ve iradeyi kalkıp da eğitim vasıtasıyla kendime bağlarsam ve gençlerin aklını bana tutsak hale getirirsem bana Müslüman denebilir mi? Böyle yaparsan İslam’a da ihanet edersin, insanlığa da. Allah, beni öyle bir yanlıştan korusun. Şu ana kadar hep korudu ve bundan sonra da öyle bir yanlışlık yapmam. Yetiştirdiğim çocuklar beni sevebilir ama asla tutsak olmaz. Buna kendi öz evladım da dahil. Ben robot yetiştirmedim. Kur’an-ı Kerim, hakikaten bir mucizeler kitabı. Bu durumu güzel tarif ediyor. Mesela şöyle bir ayet var: “Onlar, kitap yüklü eşekler yetiştirdi.” Ve biz de Türkiye olarak kitap yüklü eşekler yetiştiriyoruz. 

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.



Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.