Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Hürriyet Yazarı Mehmet Y. Yılmaz’ın eğitim yazısı.
Cami siyaset yapılacak yer değil
AKP’li Milletvekili Özcan Ulupınar, “Bıçak da sallasalar, kurşun da atsalar (kesintili 12 yıllık zorunlu eğitim) bu hafta geçecek” dedi.
Milletvekili bu sözleri, Çaycuma’da bir caminin açılışı sırasında söylüyor. Cami kapısında aklına “kurşunların, bıçakların” gelmiş olması gerçekten tuhaf.
Cami, Müslümanları birleştiren bir kutsal alan! Siyasi meselelerin hele böyle bir üslupla dile getirilebileceği bir yer de değil.
Ulupınar’ın cami kapısında söylediği sözler şöyle: “Dindar bir nesilden kime zarar gelir? Vatana, memlekete, dinine, kendisine, ailesine faydası olur. Ateist, dinsiz bir gençten hiç kimseye fayda gelmez. Kafamızı gözümüzü de yarsalar, bıçak da sallasalar, kurşun da atsalar bu hafta ‘4+4+
Cami kapısında sadece siyaset yapmakla kalmıyor, bir de toplumu “ateistler, dindarlar” üzerinden kamplara ayırıyor.
İnsanlık tarihindeki büyük buluşların, toplumların yaşamını değiştiren önemli işleri başaranların içinde çok inanmış dindarlar olduğu kadar, ateistlerin de var olduğu bir sır değil.
Bu insanların, dindar ya da ateist olmasının ne önemi var?
Bu herkesin kendi vicdanıyla ilgili bir konu ve sadece kendisini ilgilendirir.
Milletvekiline sormak gerek tabii: “Eğitimde reform” mu yapıyorsunuz, yoksa çocukları kendi anlayışınıza göre tek tip yetiştirmek projesi mi yürütüyorsunuz?
Öğretmenleri bu kadar zorlamayın
MİLLİ Eğitim Bakanı Ömer Dinçer geçtiğimiz yılın son günlerinde bir genelge yayımlayarak öğretmenlerin “eş durumu” atamalarında “il ve ilçe emrine gönderilmeleri” uygulamasını kaldırdı. Uygulama önümüzdeki ağustos ayından itibaren geçerli olacak.
Böylece zaten birçok sorunla mücadele etmek durumunda olan öğretmenler, şimdi bir de “parçalanmış aileler” sorunu ile uğraşacaklar.
Bizim kamu yönetimi düzenimizde “Ben yaptım oldu” kuralı bir türlü geçerliliğini yitirmiyor.
İktidarlar geliyor, gidiyor, zihniyet aynı yerde durmaya devam ediyor.
Bakan elbette kendi doğru bildiği şekilde bakanlığı yönetme hakkına sahip. İl ve ilçe emrine atamaları da yanlış buluyor olabilir ve böyle bulduğu için de bu uygulamayı kaldırabilir.
Ama eski bir uygulamanın yanlışlıklarını düzeltmek için bir adım atarken, yeni sorunlar yaratmak doğru bir yönetim tarzı da değildir.
“Ben böyle yapıyorum, parçalanmış aileler sorunu da beni ilgilendirmez” dememeli ve kaldırdığı uygulamanın yaratabileceği sakıncaları ortadan kaldıracak yeni bir uygulamayı da yürürlüğe sokmalıydı.
Ağustos ayından önce bu sorunu çözecek yeni bir yol bulunmalıdır.
(Mehmet Y. Yılmaz-hürriyet)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Hürriyet Yazarı Mehmet Y. Yılmaz’ın eğitim yazısı.
Cami siyaset yapılacak yer değil
AKP’li Milletvekili Özcan Ulupınar, “Bıçak da sallasalar, kurşun da atsalar (kesintili 12 yıllık zorunlu eğitim) bu hafta geçecek” dedi.
Milletvekili bu sözleri, Çaycuma’da bir caminin açılışı sırasında söylüyor. Cami kapısında aklına “kurşunların, bıçakların” gelmiş olması gerçekten tuhaf.
Cami, Müslümanları birleştiren bir kutsal alan! Siyasi meselelerin hele böyle bir üslupla dile getirilebileceği bir yer de değil.
Ulupınar’ın cami kapısında söylediği sözler şöyle: “Dindar bir nesilden kime zarar gelir? Vatana, memlekete, dinine, kendisine, ailesine faydası olur. Ateist, dinsiz bir gençten hiç kimseye fayda gelmez. Kafamızı gözümüzü de yarsalar, bıçak da sallasalar, kurşun da atsalar bu hafta ‘4+4+
Cami kapısında sadece siyaset yapmakla kalmıyor, bir de toplumu “ateistler, dindarlar” üzerinden kamplara ayırıyor.
İnsanlık tarihindeki büyük buluşların, toplumların yaşamını değiştiren önemli işleri başaranların içinde çok inanmış dindarlar olduğu kadar, ateistlerin de var olduğu bir sır değil.
Bu insanların, dindar ya da ateist olmasının ne önemi var?
Bu herkesin kendi vicdanıyla ilgili bir konu ve sadece kendisini ilgilendirir.
Milletvekiline sormak gerek tabii: “Eğitimde reform” mu yapıyorsunuz, yoksa çocukları kendi anlayışınıza göre tek tip yetiştirmek projesi mi yürütüyorsunuz?
Öğretmenleri bu kadar zorlamayın
MİLLİ Eğitim Bakanı Ömer Dinçer geçtiğimiz yılın son günlerinde bir genelge yayımlayarak öğretmenlerin “eş durumu” atamalarında “il ve ilçe emrine gönderilmeleri” uygulamasını kaldırdı. Uygulama önümüzdeki ağustos ayından itibaren geçerli olacak.
Böylece zaten birçok sorunla mücadele etmek durumunda olan öğretmenler, şimdi bir de “parçalanmış aileler” sorunu ile uğraşacaklar.
Bizim kamu yönetimi düzenimizde “Ben yaptım oldu” kuralı bir türlü geçerliliğini yitirmiyor.
İktidarlar geliyor, gidiyor, zihniyet aynı yerde durmaya devam ediyor.
Bakan elbette kendi doğru bildiği şekilde bakanlığı yönetme hakkına sahip. İl ve ilçe emrine atamaları da yanlış buluyor olabilir ve böyle bulduğu için de bu uygulamayı kaldırabilir.
Ama eski bir uygulamanın yanlışlıklarını düzeltmek için bir adım atarken, yeni sorunlar yaratmak doğru bir yönetim tarzı da değildir.
“Ben böyle yapıyorum, parçalanmış aileler sorunu da beni ilgilendirmez” dememeli ve kaldırdığı uygulamanın yaratabileceği sakıncaları ortadan kaldıracak yeni bir uygulamayı da yürürlüğe sokmalıydı.
Ağustos ayından önce bu sorunu çözecek yeni bir yol bulunmalıdır.
(Mehmet Y. Yılmaz-hürriyet)
Son Güncelleme: Perşembe, 29 Mart 2012 10:06
Gösterim: 1978
Hürriyet Yazarı Erdal Sağlam’ın eğitim yazısı, Milli Eğitim Bakanlığı'nın 4+4+4 eğitim sisteminde TOPLUMDA ayrışmaları ve çatışmaları artıran, TBMM’de kavgalara neden olan, belki de yeni anayasa çalışmalarını engelleyecek kadar büyük gerginlik yaratan, 4+4+4 olarak bilinen eğitim yasasıyla ilgili Hükümetin hesabının bulunmadığı ortaya çıkıyor.
TOPLUMDA ayrışmaları ve çatışmaları artıran, TBMM’de kavgalara neden olan, belki de yeni anayasa çalışmalarını engelleyecek kadar büyük gerginlik yaratan, 4+4+4 olarak bilinen eğitim yasasıyla ilgili Hükümetin hesabının bulunmadığı ortaya çıkıyor.
Yapılan hesaplar, bütçede bu yasayla ilgili hiç bir ödeneğin bulunmadığını, bütçe hazırlanırken bu yönde bir karar bulunmadığını açıkca ortaya koyuyor. Bu tablo da 4+4+4 olarak bilinen yasanın kamuoyunun gündemine, “Hiçbir hazırlık yapılmadan, sadece 28 Şubat’ta Başbakanın yaptığı konuşmada söylediklerini yerine getirmek için” geldiği iddialarını doğruluyor.
Zaten konuyla ilgili resmi uzmanlarla konuştuğunuzda, Milli Eğitim Bakanlığı’nın öncelikli sorun olan eğitimdeki kaliteyi artırmak için derslik başına düşen öğrenci sayısını 31’den 24’e düşürmek için hazırlıklara başladığını, zorunlu eğitimle ilgili hiçbir hazırlığı bulunmadığını, Başbakanın bu konuşması üzerine bürokratların gerekçe oluşturmaya başladıklarını öğreniyorsunuz. Bırakın Milli Eğitim bürokratlarını, Hükümet partisinin yöneticilerinin bile “Bu nereden geldi, nereden peşine takıldık anlayamadık” dediklerine şahit oluyoruz. Bu parti yöneticileri, bu yasanın gerektirdiği finansmanın bulunmadığını, çok pahalı bir proje olacağını, kaynak bulmanın zor olacağını da açıkca söylüyorlar.
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) önceki gün “Yeni Milli Eğitim Kanun Tasarısı: Nicelik mi, Nitelik mi?” başlıklı bir araştırma yayımladı. Araştırma, kanun tasarısı yasalaştığı takdirde, uygulamaya başlayacağı 2012-2013 öğretim yılıyla birlikte getireceği ek ihtiyaçlar ile ihtiyaçların karşılanması için gereken kaynak miktarını, bütçe üzerinde yaratacağı etkiyi iki senaryo halinde hesaplayarak ortaya koyuyor. 1997-1998 öğretim yılında 8 yıllık zorunlu eğitime geçilmesiyle birlikte hızlanan eğitime erişme oranındaki artışın, kız çocuklarının eğitimi konusundaki ciddi gelişmelerin özetlendiği araştırmada, eğitimin kalitesi açısından ise özellikle derslik başına düşen öğrenci sayısını artırma çalışmaları yapmak gerektiği, PISA sonuçlarının da kalitedeki düşüklüğü ortaya koyduğu anlatılıyor.
BAKANLIK BÜTÇESİNİN TÜMÜ
Kanunun yasalaşması halinde bu yıl 1.3 milyon olarak hesaplanan 5 yaşındaki çocukların okula başlayacağı hatırlatılarak, sadece bu uygulama ile gelecek ek derslik ihtiyacının mali karşılığının 5.5 milyar TL olacağı hesaplandı.
Yasanın getireceği öğretmen ve yatırım ihtiyacının karşılanması için gereken bütçenin 20.7 milyar TL’yi bulacağı, söz konusu bütçe ihtiyacının Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2012 bütçesinde yer alan 38 milyar TL’lik payının yüzde 54’üne denk geldiğinin altı çiziliyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırlıklarını başlattığı 12 yıllık zorunlu eğitim sistemi içinde kalitenin artırılması için 24 kişilik sınıflarda eğitim verilmesinin toplam maliyetinin 36.6 milyar TL’yi bulacağı belirtilen araştırmada, bu seviyedeki bir bütçe ihtiyacının ise Bakanlığın 2012 bütçesinin yüzde 96’sına, yani neredeyse tümüne denk geldiği hatırlatılıyor.
Bence bu rakamlar bile tek başına, 4+4+4 yasasının hesapsız biçimde gündeme getirildiğini, dolayısıyla altının dolu olmadığını gösteriyor.
Bu araştırmaya ek olarak Milli eğitimle ilgili Hükümete yakın uzmanlar, ayrıca taşıma ücretlerinin ciddi artacağını, yurt yapımlarının eklenmesi gerekeceğini söylüyorlar. Yani aslında kaynak ihtiyacı bu rakamlarla da sınırlı değil.
Peki, nasıl olur da bütçesi olmadan, hazırlığı yapılmadan, böylesine önemli bir yasa ortaya çıkarılır, bu kadar toplumsal çatışmaya yol açılabilir? Mevcut uygulamanın getirdiği yararlar ortada iken, nasıl olur da niteliği artırmaya çalışmak yerine, yeni bir kargaşa yaratılır?
Keşke ortaya çıkan bu tabloya, sadece “kötü yönetim” diyebilseydik.
(Erdal Sağlam-hürriyet)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Hürriyet Yazarı Erdal Sağlam’ın eğitim yazısı, Milli Eğitim Bakanlığı'nın 4+4+4 eğitim sisteminde TOPLUMDA ayrışmaları ve çatışmaları artıran, TBMM’de kavgalara neden olan, belki de yeni anayasa çalışmalarını engelleyecek kadar büyük gerginlik yaratan, 4+4+4 olarak bilinen eğitim yasasıyla ilgili Hükümetin hesabının bulunmadığı ortaya çıkıyor.
TOPLUMDA ayrışmaları ve çatışmaları artıran, TBMM’de kavgalara neden olan, belki de yeni anayasa çalışmalarını engelleyecek kadar büyük gerginlik yaratan, 4+4+4 olarak bilinen eğitim yasasıyla ilgili Hükümetin hesabının bulunmadığı ortaya çıkıyor.
Yapılan hesaplar, bütçede bu yasayla ilgili hiç bir ödeneğin bulunmadığını, bütçe hazırlanırken bu yönde bir karar bulunmadığını açıkca ortaya koyuyor. Bu tablo da 4+4+4 olarak bilinen yasanın kamuoyunun gündemine, “Hiçbir hazırlık yapılmadan, sadece 28 Şubat’ta Başbakanın yaptığı konuşmada söylediklerini yerine getirmek için” geldiği iddialarını doğruluyor.
Zaten konuyla ilgili resmi uzmanlarla konuştuğunuzda, Milli Eğitim Bakanlığı’nın öncelikli sorun olan eğitimdeki kaliteyi artırmak için derslik başına düşen öğrenci sayısını 31’den 24’e düşürmek için hazırlıklara başladığını, zorunlu eğitimle ilgili hiçbir hazırlığı bulunmadığını, Başbakanın bu konuşması üzerine bürokratların gerekçe oluşturmaya başladıklarını öğreniyorsunuz. Bırakın Milli Eğitim bürokratlarını, Hükümet partisinin yöneticilerinin bile “Bu nereden geldi, nereden peşine takıldık anlayamadık” dediklerine şahit oluyoruz. Bu parti yöneticileri, bu yasanın gerektirdiği finansmanın bulunmadığını, çok pahalı bir proje olacağını, kaynak bulmanın zor olacağını da açıkca söylüyorlar.
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) önceki gün “Yeni Milli Eğitim Kanun Tasarısı: Nicelik mi, Nitelik mi?” başlıklı bir araştırma yayımladı. Araştırma, kanun tasarısı yasalaştığı takdirde, uygulamaya başlayacağı 2012-2013 öğretim yılıyla birlikte getireceği ek ihtiyaçlar ile ihtiyaçların karşılanması için gereken kaynak miktarını, bütçe üzerinde yaratacağı etkiyi iki senaryo halinde hesaplayarak ortaya koyuyor. 1997-1998 öğretim yılında 8 yıllık zorunlu eğitime geçilmesiyle birlikte hızlanan eğitime erişme oranındaki artışın, kız çocuklarının eğitimi konusundaki ciddi gelişmelerin özetlendiği araştırmada, eğitimin kalitesi açısından ise özellikle derslik başına düşen öğrenci sayısını artırma çalışmaları yapmak gerektiği, PISA sonuçlarının da kalitedeki düşüklüğü ortaya koyduğu anlatılıyor.
BAKANLIK BÜTÇESİNİN TÜMÜ
Kanunun yasalaşması halinde bu yıl 1.3 milyon olarak hesaplanan 5 yaşındaki çocukların okula başlayacağı hatırlatılarak, sadece bu uygulama ile gelecek ek derslik ihtiyacının mali karşılığının 5.5 milyar TL olacağı hesaplandı.
Yasanın getireceği öğretmen ve yatırım ihtiyacının karşılanması için gereken bütçenin 20.7 milyar TL’yi bulacağı, söz konusu bütçe ihtiyacının Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2012 bütçesinde yer alan 38 milyar TL’lik payının yüzde 54’üne denk geldiğinin altı çiziliyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırlıklarını başlattığı 12 yıllık zorunlu eğitim sistemi içinde kalitenin artırılması için 24 kişilik sınıflarda eğitim verilmesinin toplam maliyetinin 36.6 milyar TL’yi bulacağı belirtilen araştırmada, bu seviyedeki bir bütçe ihtiyacının ise Bakanlığın 2012 bütçesinin yüzde 96’sına, yani neredeyse tümüne denk geldiği hatırlatılıyor.
Bence bu rakamlar bile tek başına, 4+4+4 yasasının hesapsız biçimde gündeme getirildiğini, dolayısıyla altının dolu olmadığını gösteriyor.
Bu araştırmaya ek olarak Milli eğitimle ilgili Hükümete yakın uzmanlar, ayrıca taşıma ücretlerinin ciddi artacağını, yurt yapımlarının eklenmesi gerekeceğini söylüyorlar. Yani aslında kaynak ihtiyacı bu rakamlarla da sınırlı değil.
Peki, nasıl olur da bütçesi olmadan, hazırlığı yapılmadan, böylesine önemli bir yasa ortaya çıkarılır, bu kadar toplumsal çatışmaya yol açılabilir? Mevcut uygulamanın getirdiği yararlar ortada iken, nasıl olur da niteliği artırmaya çalışmak yerine, yeni bir kargaşa yaratılır?
Keşke ortaya çıkan bu tabloya, sadece “kötü yönetim” diyebilseydik.
(Erdal Sağlam-hürriyet)
Son Güncelleme: Perşembe, 29 Mart 2012 09:50
Gösterim: 1739
Hürriyet Gazetesi Yazarı Taha Akyol’un eğitim üzerine yazısı.
CUMHURBAŞKANI Gül, Giresun Üniversitesi Rektörlüğü’ne Prof. Aygün Attar’ı atadı. Rektörlerin seçimle belirlenmesine de atamayla getirilmesine de karşıyım ama bugünkü sistem böyle ve bu çerçevede Prof. Attar’ın atanmasını çok olumlu buluyorum.
Prof. Aygün Attar’dan biraz bahsetmek isterim. Azerbaycanlıdır. Akademik kariyerini Moskova’da Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi’nde yapmıştır. Rus arşiv belgelerine dayalı olarak Ermeni meselesine ilişkin araştırmaları vardır. Prof. Attar’ın “İran’ın Etnik Yapısı” adlı kitabı, Newsweek tarafından “Ortadoğu sorunlarını anlamak için okunması gerekli kitaplar” arasında tavsiye edilmiştir.
Prof. Attar’ın Anadolu’nun etnik tarihi üzerinde de değerli bir bilimsel tebliğinin olduğunu belirtmeliyim. Bunun için “Osmanlılar Döneminde Diyarbakır” adlı uluslararası sempozyum yayınına bakılabilir. Milliyet’te de bu konuda bir yazı yazmıştım (16 Ekim 2008). Aygün Hanım’ın rektör olmasının Türkiye-Azerbaycan kaynaşması bakımından da iyi bir örnek oluşturacağına inanıyorum.
Kutlarım, başarılar dilerim.
Sovyetler’de bilim
Dün KESK ve bazı eğitim sendikalarının 3x4 yasasına karşı protesto eylemleri vardı. TKP gibi bazı marjinal sol gruplar da katıldı. Benim ilgimi çeken tek slogan “piyasacı eğitime hayır”dı.
Bilginin, yaratıcılığın, teknolojinin ekonomide temel motor haline geldiği bir çağda 1970’ler solculuğu türünde bir anlayış!
“Piyasa”nın yok edildiği Sovyetler’de akademik ve teknik bilgi birikimi Avrupa’nın önündeydi. Yüz bin nüfusa düşen üniversite öğrenci sayısı Sovyetler’de 1674 iken Almanya ve Fransa’da 1000 civarındaydı! On bin çalışan nüfusa düşen teknik araştırmacı sayısı Sovyetler’de 80, Almanya’da 53’tü!
Fakat Sovyetler’de bilim ve araştırma, resmi kurumların içinde kalıyor, piyasa mekanizması olmadığı için ekonomik ve sosyal hayata intikal etmiyordu. Sovyetler bilimsizlikten değil piyasasızlıktan çöktü.
Piyasa ve eğitim
Prof. Erdoğan Teziç’in başkanlığı döneminde YÖK’te düzenlenen uluslararası bilimsel toplantı sonunda bir Strateji Raporu hazırlanmıştı. Bugün de değerini koruyan rapora göre, çağımızda en başarılı dünya üniversitelerinin özellikleri piyasa ile yakın ilişki kurarak kaynak yaratmalarıdır!.. Rektörlerin seçimle de değil, YÖK ve Cumhurbaşkanı gibi bir üst makam tarafından atamayla da değil, mütevelli heyet sistemiyle belirlenmesidir!.. Üniversitelerde çeşitlenmenin ve özerkliğin gelişmesidir!.. Dünyada yükselen model “girişimci üniversite” modelidir...
Dolaşın Anadolu’yu, rektörün “girişimci” olduğu ve “Anadolu kaplanları” ile bağlantı kurabildiği yerlerde üniversiteler gelişmektedir.
Cumhurbaşkanı Gül, defalarca, bizdeki YÖK sisteminin değişmesi gerektiğini belirtti. Son rektörler toplantısında da rektörleri YÖK reformu için öneriler sunmaya çağırdı.
Gerçekten bizdeki üniversite sistemi hem “seçim” hem “atama” gibi iki negatif faktörü birden içermektedir! Üniversiteler YÖK’e karşı özerk değildir...
2023 yılında “dünyanın 10. büyük ekonomisi” olmak istiyorsak, sokak sloganlarının aksine, piyasanın dinamizmiyle öğretimin her kademesi arasındaki bağlantıları geliştirmek gerekir.
(Taha Akyol-hürriyet)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Hürriyet Gazetesi Yazarı Taha Akyol’un eğitim üzerine yazısı.
CUMHURBAŞKANI Gül, Giresun Üniversitesi Rektörlüğü’ne Prof. Aygün Attar’ı atadı. Rektörlerin seçimle belirlenmesine de atamayla getirilmesine de karşıyım ama bugünkü sistem böyle ve bu çerçevede Prof. Attar’ın atanmasını çok olumlu buluyorum.
Prof. Aygün Attar’dan biraz bahsetmek isterim. Azerbaycanlıdır. Akademik kariyerini Moskova’da Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi’nde yapmıştır. Rus arşiv belgelerine dayalı olarak Ermeni meselesine ilişkin araştırmaları vardır. Prof. Attar’ın “İran’ın Etnik Yapısı” adlı kitabı, Newsweek tarafından “Ortadoğu sorunlarını anlamak için okunması gerekli kitaplar” arasında tavsiye edilmiştir.
Prof. Attar’ın Anadolu’nun etnik tarihi üzerinde de değerli bir bilimsel tebliğinin olduğunu belirtmeliyim. Bunun için “Osmanlılar Döneminde Diyarbakır” adlı uluslararası sempozyum yayınına bakılabilir. Milliyet’te de bu konuda bir yazı yazmıştım (16 Ekim 2008). Aygün Hanım’ın rektör olmasının Türkiye-Azerbaycan kaynaşması bakımından da iyi bir örnek oluşturacağına inanıyorum.
Kutlarım, başarılar dilerim.
Sovyetler’de bilim
Dün KESK ve bazı eğitim sendikalarının 3x4 yasasına karşı protesto eylemleri vardı. TKP gibi bazı marjinal sol gruplar da katıldı. Benim ilgimi çeken tek slogan “piyasacı eğitime hayır”dı.
Bilginin, yaratıcılığın, teknolojinin ekonomide temel motor haline geldiği bir çağda 1970’ler solculuğu türünde bir anlayış!
“Piyasa”nın yok edildiği Sovyetler’de akademik ve teknik bilgi birikimi Avrupa’nın önündeydi. Yüz bin nüfusa düşen üniversite öğrenci sayısı Sovyetler’de 1674 iken Almanya ve Fransa’da 1000 civarındaydı! On bin çalışan nüfusa düşen teknik araştırmacı sayısı Sovyetler’de 80, Almanya’da 53’tü!
Fakat Sovyetler’de bilim ve araştırma, resmi kurumların içinde kalıyor, piyasa mekanizması olmadığı için ekonomik ve sosyal hayata intikal etmiyordu. Sovyetler bilimsizlikten değil piyasasızlıktan çöktü.
Piyasa ve eğitim
Prof. Erdoğan Teziç’in başkanlığı döneminde YÖK’te düzenlenen uluslararası bilimsel toplantı sonunda bir Strateji Raporu hazırlanmıştı. Bugün de değerini koruyan rapora göre, çağımızda en başarılı dünya üniversitelerinin özellikleri piyasa ile yakın ilişki kurarak kaynak yaratmalarıdır!.. Rektörlerin seçimle de değil, YÖK ve Cumhurbaşkanı gibi bir üst makam tarafından atamayla da değil, mütevelli heyet sistemiyle belirlenmesidir!.. Üniversitelerde çeşitlenmenin ve özerkliğin gelişmesidir!.. Dünyada yükselen model “girişimci üniversite” modelidir...
Dolaşın Anadolu’yu, rektörün “girişimci” olduğu ve “Anadolu kaplanları” ile bağlantı kurabildiği yerlerde üniversiteler gelişmektedir.
Cumhurbaşkanı Gül, defalarca, bizdeki YÖK sisteminin değişmesi gerektiğini belirtti. Son rektörler toplantısında da rektörleri YÖK reformu için öneriler sunmaya çağırdı.
Gerçekten bizdeki üniversite sistemi hem “seçim” hem “atama” gibi iki negatif faktörü birden içermektedir! Üniversiteler YÖK’e karşı özerk değildir...
2023 yılında “dünyanın 10. büyük ekonomisi” olmak istiyorsak, sokak sloganlarının aksine, piyasanın dinamizmiyle öğretimin her kademesi arasındaki bağlantıları geliştirmek gerekir.
(Taha Akyol-hürriyet)
Son Güncelleme: Perşembe, 29 Mart 2012 09:37
Gösterim: 2887
4+4+4 modelinde...
- Eğitim sistemini temelden sarsacak.
- Her şeyi allak bullak edecek.
- Laik toplum yapısını radikal bir şekilde değiştirecek.
- Bilimsel yöntemlere fena halde aykırı kaçacak...
Bir yön yok.
Ancak...
Toplumun önemli bir bölümünde “kaygı” had safhada...
Neden?
- “Onlar zaten her şeye karşı” denilerek...
- “İşin içinde din eğitimi olduğu için ayağa kalkıyorlar” denilerek...
- “Hükümetin attığı her adıma baştan karşılar” denilerek...
- “İşleri güçleri hükümeti yıpratmak” denilerek...
- “28 Şubat kafası” denilerek...
Geçiştirilebilecek bir durum mudur bu?
Bence değil.
Çünkü...
Marjinal kalabilecek kaygının çerçevesini genişleten tek şey iktidarın tutumudur.
Ne yaptı iktidar?
Şunları yaptı:
- Gelecek nesilleri ilgilendiren eğitim reformunu yeterince tartışmaya açmadı.
- Çok kötü bir metinle ortaya çıkarak herkesin tepkisini çekti.
- İlk metinde önemli ölçüde değişiklikler yaptı. Yani itirazları dikkate aldı ama almamış gibi yapmayı tercih etti.
- “Çoğunluk bizde, biz ne dersek o olur” havası estirdi.
- En küçük bir itiraz karşısında bile sert tepki gösterdi, eleştirilere karşı orantısız güç kullandı.
- Süreci yönetemedi, şeffaf davranmadı, amacını topluma anlatmadı.
- “Hangi dilden anlıyorlarsa o dilden...” diyerek efelendi.
- Meclis Komisyonu’nda rezaletlerin çıkmasına neden oldu.
- Demokratik sabır ve tahammülden uzak durdu.
İktidarın bu tutumunda hiçbir değişiklik yok:
Tavır hâlâ aynı...
İşte bakın:
Dün KESK, “4+4+4”e karşı yurt çapında protesto gösterileri düzenledi.
Kendilerine verilen cevap şu:
Tazyikli su... Gaz bombası... Cop...
CHP’nin Tandoğan Mitingi’ne karşı kullanılan dil de ortada...
Bütün bunlardan ne çıkar?
Ne çıkacak?
Cepheleşmenin âlâsı çıkar. Çıkan da bu zaten:
AK Parti’ye yakın duran çevreler “Oh, süper şeyler oluyor” duygusuna kendilerini kaptırmış durumdalar...
AK Parti’ye uzak duran çevreler ise “Of, felaket şeyler oluyor” duygusuyla dopdolu...
Türkiye’ye biraz uzaktan bakın.
Manzara şudur:
- Bir tarafı kahkaha atarken, bir tarafı gözyaşı döküyor.
- Bir tarafı “acayip rahat” iken, bir tarafı “süper kaygılı”...
- Bir tarafı zafer kazanmış duygusundayken, bir tarafı yenilgi duygusu içinde...
- Bir tarafı gayet mutlu ve huzurlu iken, bir tarafı gayet mutsuz ve öfkeli...
Bir partinin yüzde 50 oy alması elbette marifettir.
Ama asıl marifet, yüzde 50 oy alan partinin, toplumun diğer yüzde 50’si üzerinde mutluluk, iyimserlik, kardeşlik rüzgârları estirmesindedir.
Bu hükümet şişkin egosu, lüzumsuz özgüveni, burnundan kıl aldırmayan tahammülsüzlüğü ve artık herkesin dikkatini çeken kibriyle...
İşte bu marifetten her geçen gün daha da uzaklaşıyor.
CHP neye karşı
“4+4+
Kademe getiriliyor.
“Kademe” demek, “kesinti” demek değil.
Öğrenciler ilk 9 yıl aynı dersleri görecekler.
Sadece ilk dört yılın ardından bazı dersleri “seçmeli” alabilecekler.
Yani bir “kesinti” söz konusu değil.
Soruyorum:
Bu durumda CHP neye karşı?
* * *
İmam-hatiplerin orta kısmında fazladan sadece “Kuran-ı Kerim” ve “Arapça” dersleri söz konusu idi.
Yeni sistemde bu iki ders, “seçmeli dersler” kapsamına alındı.
Bunda itiraz edecek ne var?
İsteyenin istediği dersi seçmesinde ne sakınca var?
Soruyorum:
CHP bu konuda neye itiraz ediyor?
* * *
Meclis’e gelen teklifte...
“Çocuk işçi” ya da “küçük anne” gibi itirazları gerektirecek hususlar ortadan kaldırıldı.
Yani...
9 yaşındaki bir çocuğun mesleğe yönlendirilmesi söz konusu değil.
Yani...
“9 yaşından sonra evde eğitim seçeneği” de gündemden düştü.
Soruyorum:
CHP neye itiraz ediyor?
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
4+4+4 modelinde...
- Eğitim sistemini temelden sarsacak.
- Her şeyi allak bullak edecek.
- Laik toplum yapısını radikal bir şekilde değiştirecek.
- Bilimsel yöntemlere fena halde aykırı kaçacak...
Bir yön yok.
Ancak...
Toplumun önemli bir bölümünde “kaygı” had safhada...
Neden?
- “Onlar zaten her şeye karşı” denilerek...
- “İşin içinde din eğitimi olduğu için ayağa kalkıyorlar” denilerek...
- “Hükümetin attığı her adıma baştan karşılar” denilerek...
- “İşleri güçleri hükümeti yıpratmak” denilerek...
- “28 Şubat kafası” denilerek...
Geçiştirilebilecek bir durum mudur bu?
Bence değil.
Çünkü...
Marjinal kalabilecek kaygının çerçevesini genişleten tek şey iktidarın tutumudur.
Ne yaptı iktidar?
Şunları yaptı:
- Gelecek nesilleri ilgilendiren eğitim reformunu yeterince tartışmaya açmadı.
- Çok kötü bir metinle ortaya çıkarak herkesin tepkisini çekti.
- İlk metinde önemli ölçüde değişiklikler yaptı. Yani itirazları dikkate aldı ama almamış gibi yapmayı tercih etti.
- “Çoğunluk bizde, biz ne dersek o olur” havası estirdi.
- En küçük bir itiraz karşısında bile sert tepki gösterdi, eleştirilere karşı orantısız güç kullandı.
- Süreci yönetemedi, şeffaf davranmadı, amacını topluma anlatmadı.
- “Hangi dilden anlıyorlarsa o dilden...” diyerek efelendi.
- Meclis Komisyonu’nda rezaletlerin çıkmasına neden oldu.
- Demokratik sabır ve tahammülden uzak durdu.
İktidarın bu tutumunda hiçbir değişiklik yok:
Tavır hâlâ aynı...
İşte bakın:
Dün KESK, “4+4+4”e karşı yurt çapında protesto gösterileri düzenledi.
Kendilerine verilen cevap şu:
Tazyikli su... Gaz bombası... Cop...
CHP’nin Tandoğan Mitingi’ne karşı kullanılan dil de ortada...
Bütün bunlardan ne çıkar?
Ne çıkacak?
Cepheleşmenin âlâsı çıkar. Çıkan da bu zaten:
AK Parti’ye yakın duran çevreler “Oh, süper şeyler oluyor” duygusuna kendilerini kaptırmış durumdalar...
AK Parti’ye uzak duran çevreler ise “Of, felaket şeyler oluyor” duygusuyla dopdolu...
Türkiye’ye biraz uzaktan bakın.
Manzara şudur:
- Bir tarafı kahkaha atarken, bir tarafı gözyaşı döküyor.
- Bir tarafı “acayip rahat” iken, bir tarafı “süper kaygılı”...
- Bir tarafı zafer kazanmış duygusundayken, bir tarafı yenilgi duygusu içinde...
- Bir tarafı gayet mutlu ve huzurlu iken, bir tarafı gayet mutsuz ve öfkeli...
Bir partinin yüzde 50 oy alması elbette marifettir.
Ama asıl marifet, yüzde 50 oy alan partinin, toplumun diğer yüzde 50’si üzerinde mutluluk, iyimserlik, kardeşlik rüzgârları estirmesindedir.
Bu hükümet şişkin egosu, lüzumsuz özgüveni, burnundan kıl aldırmayan tahammülsüzlüğü ve artık herkesin dikkatini çeken kibriyle...
İşte bu marifetten her geçen gün daha da uzaklaşıyor.
CHP neye karşı
“4+4+
Kademe getiriliyor.
“Kademe” demek, “kesinti” demek değil.
Öğrenciler ilk 9 yıl aynı dersleri görecekler.
Sadece ilk dört yılın ardından bazı dersleri “seçmeli” alabilecekler.
Yani bir “kesinti” söz konusu değil.
Soruyorum:
Bu durumda CHP neye karşı?
* * *
İmam-hatiplerin orta kısmında fazladan sadece “Kuran-ı Kerim” ve “Arapça” dersleri söz konusu idi.
Yeni sistemde bu iki ders, “seçmeli dersler” kapsamına alındı.
Bunda itiraz edecek ne var?
İsteyenin istediği dersi seçmesinde ne sakınca var?
Soruyorum:
CHP bu konuda neye itiraz ediyor?
* * *
Meclis’e gelen teklifte...
“Çocuk işçi” ya da “küçük anne” gibi itirazları gerektirecek hususlar ortadan kaldırıldı.
Yani...
9 yaşındaki bir çocuğun mesleğe yönlendirilmesi söz konusu değil.
Yani...
“9 yaşından sonra evde eğitim seçeneği” de gündemden düştü.
Soruyorum:
CHP neye itiraz ediyor?
Son Güncelleme: Perşembe, 29 Mart 2012 09:42
Gösterim: 1924
İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinde kabul edilen 8 madde.
MADDE 1-5/1/1961 tarihli ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun 3 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 3- Mecburî ilköğretim çağı 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlar, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biter.”
MADDE 2- (1) 222 sayılıKanununun 7 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 7- İlköğretim; 1 inci maddede belirtilen amacı gerçekleştirmek için kurulmuş dört yıl süreli ve zorunlu ilkokul ile dört yıl süreli ve zorunlu ortaokuldan oluşan bir Milli Eğitim ve Öğretim Kurumudur.”
MADDE 3- 222 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“İlköğretim kurumlarının ilkokul ve ortaokul olarak bağımsız okullar hâlinde kurulması esastır. Ancak imkân ve şartlara göre ortaokullar, ilkokullarla veya liselerlebirlikte de kurulabilir.”
MADDE 4- 222 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “büyüklüğüne” ibaresi “ilkokullar ve ortaokullar birlikte veya ayrı oluşlarına, büyüklüğüne” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 5- 222 sayılı Kanuna aşağıdaki Ek Madde 4eklenmiştir.
“EK MADDE 4- Bu Kanunun 76 ncı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre elde edilen gelirler, il özel idarelerince, ortaöğretim kurumlarının arsa temini, binalarının yapım, bakım ve onarımı ile diğer ihtiyaçlarının karşılanması için de kullanılır.”
MADDE 6- 222 sayılı Kanuna aşağıdaki Geçici Madde 11eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 11- Bu maddenin yayımı tarihinde ilköğretim kurumlarının 5, 6, 7 ve 8 inci sınıflarında eğitim görenler eğitimlerini bu kurumlarda tamamlar.
Bu maddenin uygulanmasıyla ilgili usul ve esaslar Milli Eğitim Bakanlığınca belirlenir; Bakanlık bu maddenin uygulanmasıyla ilgili düzenlemeleri il, ilçe ve okul bazında yapmaya yetkilidir.”
MADDE 7-14/6/1973 tarihli ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 22 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 22- Mecburi ilköğretim çağı 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlar, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biter.”
MADDE 8- 1739 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 24-“İlköğretim kurumlarının ilkokul ve ortaokul olarak bağımsız okullar hâlinde kurulması esastır. Ancak imkân ve şartlara göre ortaokullar, ilkokullarla veya liselerle birlikte de kurulabilir.”
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinde kabul edilen 8 madde.
MADDE 1-5/1/1961 tarihli ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun 3 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 3- Mecburî ilköğretim çağı 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlar, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biter.”
MADDE 2- (1) 222 sayılıKanununun 7 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 7- İlköğretim; 1 inci maddede belirtilen amacı gerçekleştirmek için kurulmuş dört yıl süreli ve zorunlu ilkokul ile dört yıl süreli ve zorunlu ortaokuldan oluşan bir Milli Eğitim ve Öğretim Kurumudur.”
MADDE 3- 222 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“İlköğretim kurumlarının ilkokul ve ortaokul olarak bağımsız okullar hâlinde kurulması esastır. Ancak imkân ve şartlara göre ortaokullar, ilkokullarla veya liselerlebirlikte de kurulabilir.”
MADDE 4- 222 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “büyüklüğüne” ibaresi “ilkokullar ve ortaokullar birlikte veya ayrı oluşlarına, büyüklüğüne” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 5- 222 sayılı Kanuna aşağıdaki Ek Madde 4eklenmiştir.
“EK MADDE 4- Bu Kanunun 76 ncı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre elde edilen gelirler, il özel idarelerince, ortaöğretim kurumlarının arsa temini, binalarının yapım, bakım ve onarımı ile diğer ihtiyaçlarının karşılanması için de kullanılır.”
MADDE 6- 222 sayılı Kanuna aşağıdaki Geçici Madde 11eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 11- Bu maddenin yayımı tarihinde ilköğretim kurumlarının 5, 6, 7 ve 8 inci sınıflarında eğitim görenler eğitimlerini bu kurumlarda tamamlar.
Bu maddenin uygulanmasıyla ilgili usul ve esaslar Milli Eğitim Bakanlığınca belirlenir; Bakanlık bu maddenin uygulanmasıyla ilgili düzenlemeleri il, ilçe ve okul bazında yapmaya yetkilidir.”
MADDE 7-14/6/1973 tarihli ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 22 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 22- Mecburi ilköğretim çağı 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlar, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biter.”
MADDE 8- 1739 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“MADDE 24-“İlköğretim kurumlarının ilkokul ve ortaokul olarak bağımsız okullar hâlinde kurulması esastır. Ancak imkân ve şartlara göre ortaokullar, ilkokullarla veya liselerle birlikte de kurulabilir.”
Son Güncelleme: Perşembe, 29 Mart 2012 09:25
Gösterim: 2094