Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Dünyaca tanınan İngiliz Eğitim Danışmanlığı Firması Quacquarelli Symonds (QS) 2018 yılı için dünyanın en iyi Üniversitelerini belirledi.
Türk Üniversiteleri arasında Bilkent Birinci sırada yer alıyor. 421 – 430 bandında yer alan Bilkent’ten sonra 431 – 440 bandında yer alan Koç, 461 – 440 bandında yer alan Sabancı, 471 – 480 bandında yer alan ODTÜ, 491 – 500 bandında yer alan Boğaziçi Üniversiteleri yer alıyor. 500 altında kalan diğer Türk Üniversiteleri de şöyle; İTÜ 601 – 650 bandında, Hacettepe 751 – 800, Ankara, Çukurova, Gazi ve Istanbul Üniversiteleri de 801 – 1000 bandında yer aldılar.
Dünyanın en iyileri ise şöyle; 1. Sırada Massachussetts Teknoloji Enstitüsü (MIT), 2. Stanford ve 3. Sırada Harvard Üniversiteleri yer alıyor.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Üniversiteler
Dünyaca tanınan İngiliz Eğitim Danışmanlığı Firması Quacquarelli Symonds (QS) 2018 yılı için dünyanın en iyi Üniversitelerini belirledi.
Türk Üniversiteleri arasında Bilkent Birinci sırada yer alıyor. 421 – 430 bandında yer alan Bilkent’ten sonra 431 – 440 bandında yer alan Koç, 461 – 440 bandında yer alan Sabancı, 471 – 480 bandında yer alan ODTÜ, 491 – 500 bandında yer alan Boğaziçi Üniversiteleri yer alıyor. 500 altında kalan diğer Türk Üniversiteleri de şöyle; İTÜ 601 – 650 bandında, Hacettepe 751 – 800, Ankara, Çukurova, Gazi ve Istanbul Üniversiteleri de 801 – 1000 bandında yer aldılar.
Dünyanın en iyileri ise şöyle; 1. Sırada Massachussetts Teknoloji Enstitüsü (MIT), 2. Stanford ve 3. Sırada Harvard Üniversiteleri yer alıyor.
Son Güncelleme: Perşembe, 08 Haziran 2017 12:02
Gösterim: 2056
Boğaziçi Üniversitesi, uluslararası eğitim şirketi Pearson iş birliğiyle Türkiye’de ilk kez fen ve mühendislik alanlarında kendini geliştirmek ve lisans eğitimlerine yurtdışında devam etmek isteyen öğrencilere yönelik bir sertifika programı hazırladı. Dünya çapında kabul görecek olan BTEC* Mühendislik Sertifika Programı 17 Temmuz – 4 Ağustos tarihleri arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleşecek.
Boğaziçi Üniversitesi, mühendislik ve fenalanına yönelmek isteyen lise öğrencilerine yönelik BTEC* Mühendislik Sertifika Programı başlatıyor. Uluslararası eğitim şirketi Pearson iş birliğiyle Türkiye’de ilk defa bir yaz okulu bünyesinde uygulanacak olan eğitim programı dünya çapında kabul görecek.
BOUN101 Uluslararası Yaz Okulu kapsamında BTEC* Mühendislik Sertifika Programı’na katılan öğrenciler yurtdışı üniversite başvurularında müfredat dışı aktivitelerde ve portföylerde sertifikalarını kullanarak bazı derslerden muaf olabilecek. Öğrencileri gelecekteki akademik ve mesleki kariyerlerine hazırlayacak olan eğitim programında Prof. Dr. Mahmut Ekşioğlu, Prof. Dr. Sabri Altıntaş, Prof. Dr. Selim Şeker ders verecek.
Eğitim dilinin İngilizce olacağı program 3 hafta boyunca hafta içi her gün saat 09.00 – 15.30 arasında gerçekleşecek olup toplamda 64 ders saatinden oluşacak. 17 Temmuz – 4 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşecek olan eğitim programına son başvuru tarihi ise 13 Temmuz.
BTEC ile anlaşmalı 600 üniversiteden bazıları ise şunlar; University of Oxford, Yale University, Middlesex University, Colorado State University, Oxford Brookes University, University of Tampa, Ryerson University, Cardiff Metropolitan University, Teesside University, James Cook University, Hong Kong University of Science and Technology ve Macquarie University.
*BTEC (Business and Technology Education Council), Avrupa Yeterlilik çerçevesi ile uyumlu ve uluslararası geçerliliği bulunan mesleki yeterlilik sistemidir.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Üniversiteler
Boğaziçi Üniversitesi, uluslararası eğitim şirketi Pearson iş birliğiyle Türkiye’de ilk kez fen ve mühendislik alanlarında kendini geliştirmek ve lisans eğitimlerine yurtdışında devam etmek isteyen öğrencilere yönelik bir sertifika programı hazırladı. Dünya çapında kabul görecek olan BTEC* Mühendislik Sertifika Programı 17 Temmuz – 4 Ağustos tarihleri arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleşecek.
Boğaziçi Üniversitesi, mühendislik ve fenalanına yönelmek isteyen lise öğrencilerine yönelik BTEC* Mühendislik Sertifika Programı başlatıyor. Uluslararası eğitim şirketi Pearson iş birliğiyle Türkiye’de ilk defa bir yaz okulu bünyesinde uygulanacak olan eğitim programı dünya çapında kabul görecek.
BOUN101 Uluslararası Yaz Okulu kapsamında BTEC* Mühendislik Sertifika Programı’na katılan öğrenciler yurtdışı üniversite başvurularında müfredat dışı aktivitelerde ve portföylerde sertifikalarını kullanarak bazı derslerden muaf olabilecek. Öğrencileri gelecekteki akademik ve mesleki kariyerlerine hazırlayacak olan eğitim programında Prof. Dr. Mahmut Ekşioğlu, Prof. Dr. Sabri Altıntaş, Prof. Dr. Selim Şeker ders verecek.
Eğitim dilinin İngilizce olacağı program 3 hafta boyunca hafta içi her gün saat 09.00 – 15.30 arasında gerçekleşecek olup toplamda 64 ders saatinden oluşacak. 17 Temmuz – 4 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşecek olan eğitim programına son başvuru tarihi ise 13 Temmuz.
BTEC ile anlaşmalı 600 üniversiteden bazıları ise şunlar; University of Oxford, Yale University, Middlesex University, Colorado State University, Oxford Brookes University, University of Tampa, Ryerson University, Cardiff Metropolitan University, Teesside University, James Cook University, Hong Kong University of Science and Technology ve Macquarie University.
*BTEC (Business and Technology Education Council), Avrupa Yeterlilik çerçevesi ile uyumlu ve uluslararası geçerliliği bulunan mesleki yeterlilik sistemidir.
Son Güncelleme: Çarşamba, 07 Haziran 2017 15:19
Gösterim: 1564
Albert Einstein’ın kurduğu Kaiser Wilhelm Topluluğu’nun devamı olan Max Planck Enstitüsü’nde ilk kez bir Türk bilim insanı Direktörlük görevine getirildi. Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Elektronik Bölümü mezunu Prof. Dr. Metin Sitti bugüne dek 18 Nobel ödüllü araştırmacı ve bilim insanı yetiştiren Max Planck Enstitüsü’nde ‘Akıllı Sistemler Enstitüsü’nün Kurucu Direktörü oldu.
Lisans ve yüksek lisans derecelerini elektrik ve elektronik mühendisliği alanında Boğaziçi Üniversitesi’nden alan ve 1999 yılında Tokyo Üniversitesi’nden doktora derecesini kazanan Prof. Sitti, robotik alanda SPIE Nanoengineering Pioneer Ödülü (2011), National Science Foundation CAREER Ödülü (2005), IBM Smarter Planet Ödülü (2012) gibi ödüllere layık görüldü.
Geçtiğimiz günlerde yaptığı Türkiye ziyareti kapsamında Boğaziçi Üniversitesi’nde bir seminer veren Prof. Sitti, Max Planck Enstitüsü’nde göreve geliş hikayesini şöyle anlattı: “Teklif Max Planck Topluluğu tarafından yapıldı ve toplulukta ilk Türk direktör olarak çalışmaya başladım. Kendime büyük bir araştırma laboratuvarı kurdum. Daha önce üniversitede olan cihazları ve daha fazlasını kendi grubuma alabildim. Tamamen merak ettiğimiz konular üzerine istediğimiz kadar proje süresiyle ve çok çeşitli imkânlarla donatılmış durumdayız.”
Sitti, Almanya’da artık Türkiye’den bilim insanları sayesinde beyin göçünün de konuşulmaya başlandığını belirterek, “Benim araştırma grubumda şu anda 30’a yakın ve her biri kendi alanlarında çok başarılı araştırmacı var ve aralarında çok başarılı Türkler de bulunuyor” dedi.
Sitti yürüttüğü projeyi şöyle özetledi: ‘’Tıbbi robotlar kapsamında kapsül boyutunda robotlar geliştiriyoruz, bu sayede örneğin kablolu endoskopi yerine kablosuz biçimde hiçbir riski olmadan insan vücudu içinde hareket edebilen, tıbbi görüntüleme yapabilen cihazlar geliştiriyoruz. 5-10 yıl içinde hasta uygulamalarına geçilmesi hedefleniyor.
Biyo-hibrid (cyborg) sistemler alanında ki bu çok yeni bir alan, insan içinden alınmış hücreleri robot yapımında kullanmaya çalışıyoruz. Örneğin sizden kas hücresi alarak robotlar üzerinde kullanıyor ve ilaç tedavisinde kullanılabilecek robotlar geliştiriyoruz.
Hedefli ilaç verme alanında çeşitli araştırmalarımız var. Hedefli ilacı robota yerleştiriyoruz, kanser hücresine odaklıyoruz ve ilacı çok yüksek dozda doğru kanserli hücrelere ve dokulara vererek o hücrelerin daha hızlı ve etkin bir şekilde yok edilmesini sağlıyoruz. Bu çalışmalar temel araştırma aşamasında, şu anda hayvan deneyleri yapılıyor. İnsan üzerinde uygulama aşaması için önümüzde 10-15 yıllık bir süreç var’’.
Prof. Dr. Sitti robotların insanların yerini alacağı konusundaki endişeler ve tartışmalarla ilgili olarak ise şu görüşleri dile getirdi:
“Bu kaygılar çok önemli kaygılar ve gelecekte karşımıza çıkacak olan çok büyük sorular. Robotların belli alanlarda insanların yerini almasında yarar var, örneğin nükleer santrallerde, gökdelenlerin temizliğinde, yani insan için riskli alanlarda. Benim bakış açım robotların insanların yerini alması yönünde değil; insanların yardımcıları olarak hayatını kolaylaştırıcı olmaları ve hayat kalitemizi artırmaları yönünde. Robotlar yapay zekâ sayesinde insanların yaptıkları işleri rahatlıkla öğrenebilecek. Örneğin bir doktor gibi cerrahi müdahale yapabilecek aşamaya gelebilecek ama burada soru şu, robot doktorun yerini mi alacak yoksa ameliyat sırasında doktorun yayında olup ona yardımcı mı olacak? Benim kişisel amacım robotların bize yardımcı olarak kullanılması yönünde”.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Üniversiteler
Albert Einstein’ın kurduğu Kaiser Wilhelm Topluluğu’nun devamı olan Max Planck Enstitüsü’nde ilk kez bir Türk bilim insanı Direktörlük görevine getirildi. Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Elektronik Bölümü mezunu Prof. Dr. Metin Sitti bugüne dek 18 Nobel ödüllü araştırmacı ve bilim insanı yetiştiren Max Planck Enstitüsü’nde ‘Akıllı Sistemler Enstitüsü’nün Kurucu Direktörü oldu.
Lisans ve yüksek lisans derecelerini elektrik ve elektronik mühendisliği alanında Boğaziçi Üniversitesi’nden alan ve 1999 yılında Tokyo Üniversitesi’nden doktora derecesini kazanan Prof. Sitti, robotik alanda SPIE Nanoengineering Pioneer Ödülü (2011), National Science Foundation CAREER Ödülü (2005), IBM Smarter Planet Ödülü (2012) gibi ödüllere layık görüldü.
Geçtiğimiz günlerde yaptığı Türkiye ziyareti kapsamında Boğaziçi Üniversitesi’nde bir seminer veren Prof. Sitti, Max Planck Enstitüsü’nde göreve geliş hikayesini şöyle anlattı: “Teklif Max Planck Topluluğu tarafından yapıldı ve toplulukta ilk Türk direktör olarak çalışmaya başladım. Kendime büyük bir araştırma laboratuvarı kurdum. Daha önce üniversitede olan cihazları ve daha fazlasını kendi grubuma alabildim. Tamamen merak ettiğimiz konular üzerine istediğimiz kadar proje süresiyle ve çok çeşitli imkânlarla donatılmış durumdayız.”
Sitti, Almanya’da artık Türkiye’den bilim insanları sayesinde beyin göçünün de konuşulmaya başlandığını belirterek, “Benim araştırma grubumda şu anda 30’a yakın ve her biri kendi alanlarında çok başarılı araştırmacı var ve aralarında çok başarılı Türkler de bulunuyor” dedi.
Sitti yürüttüğü projeyi şöyle özetledi: ‘’Tıbbi robotlar kapsamında kapsül boyutunda robotlar geliştiriyoruz, bu sayede örneğin kablolu endoskopi yerine kablosuz biçimde hiçbir riski olmadan insan vücudu içinde hareket edebilen, tıbbi görüntüleme yapabilen cihazlar geliştiriyoruz. 5-10 yıl içinde hasta uygulamalarına geçilmesi hedefleniyor.
Biyo-hibrid (cyborg) sistemler alanında ki bu çok yeni bir alan, insan içinden alınmış hücreleri robot yapımında kullanmaya çalışıyoruz. Örneğin sizden kas hücresi alarak robotlar üzerinde kullanıyor ve ilaç tedavisinde kullanılabilecek robotlar geliştiriyoruz.
Hedefli ilaç verme alanında çeşitli araştırmalarımız var. Hedefli ilacı robota yerleştiriyoruz, kanser hücresine odaklıyoruz ve ilacı çok yüksek dozda doğru kanserli hücrelere ve dokulara vererek o hücrelerin daha hızlı ve etkin bir şekilde yok edilmesini sağlıyoruz. Bu çalışmalar temel araştırma aşamasında, şu anda hayvan deneyleri yapılıyor. İnsan üzerinde uygulama aşaması için önümüzde 10-15 yıllık bir süreç var’’.
Prof. Dr. Sitti robotların insanların yerini alacağı konusundaki endişeler ve tartışmalarla ilgili olarak ise şu görüşleri dile getirdi:
“Bu kaygılar çok önemli kaygılar ve gelecekte karşımıza çıkacak olan çok büyük sorular. Robotların belli alanlarda insanların yerini almasında yarar var, örneğin nükleer santrallerde, gökdelenlerin temizliğinde, yani insan için riskli alanlarda. Benim bakış açım robotların insanların yerini alması yönünde değil; insanların yardımcıları olarak hayatını kolaylaştırıcı olmaları ve hayat kalitemizi artırmaları yönünde. Robotlar yapay zekâ sayesinde insanların yaptıkları işleri rahatlıkla öğrenebilecek. Örneğin bir doktor gibi cerrahi müdahale yapabilecek aşamaya gelebilecek ama burada soru şu, robot doktorun yerini mi alacak yoksa ameliyat sırasında doktorun yayında olup ona yardımcı mı olacak? Benim kişisel amacım robotların bize yardımcı olarak kullanılması yönünde”.
Son Güncelleme: Pazartesi, 29 May 2017 12:27
Gösterim: 1837
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı ve Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından Türkiye’de markalaşma alanında yapılan faaliyetlere dikkat çekmek amacıyla düzenlenen Marka Türkiye 2017’ de Bahçeşehir Üniversitesi eğitim alanında ödüle layık görüldü.
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı ve Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından Türkiye’de markalaşma alanında yapılan faaliyetlere dikkat çekmek amacıyla düzenlenen Marka Türkiye 2017’de eğitimde en iyi marka ödülüne Bahçeşehir Üniversitesi’ne layık görüldü.
Marka Türkiye 2017, TİM tarafından Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nde gerçekleştirildi. Yapılan etkinlikle beraber amaçlanan, Türkiye Markası'nı uzman isimler eşliğinde detaylı olarak ele almak ve Türk firmalarının markalaşma yolunda atacağı adımları hızlandırmak. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin katılımındaki etkinlik kapsamında Türkiye ve Türkiye Markası’na değer katan kurumları ödüllendirildi. Bahçeşehir Üniversitesi (BAU) de eğitim dalında büyük ödülün sahibi oldu.
Nihat Zeybekci tarafından verilen ödülü alan BAU Rektörü Prof. Dr. Senay Yalçın, mutlu ve gururlu olduklarını dile getirerek, “Her şeyden önce bu ödülü almak insanı cesaretlendiriyor. Kurulduğumuz günden bugüne özellikle uluslararasılaşmayı ve bir dünya markası olma hedefini önümüze koyduk. Bakanımızın da bahsettiği gibi biz icat çıkaranlardanız. Değişik projelerde ve programlarda dünyaya açılmaya başladık. Şu anda 4 kıtada 28 farklı noktada 8 ülkede faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Amacımız dünyada yükseköğretim alanında bir Türkiye markası oluşturmak. Bunun için gece gündüz çalışıp geldiğimiz nokta ile de yetinmiyoruz. Artık dünyada yükseköğretim konusu geçtiği zaman Türkiye markasının da olduğunu duyurmak istiyoruz” diye konuştu.
“TÜRKİYE POTANSİYELİNİ KEŞFETTİ”
Türkiye’yi eğitim alanında dünyada temsil etmeye devam edeceklerini vurgulayan Yalçın, “Bundan sonraki hedeflerimiz Türkiye’nin 2023, 2053 ilk 10 ekonomi hedefleri ile birebir örtüşmekte. Tabii bunların temelinde insan gücü vardır. İnsan da eğitim yoluyla yetiştiriliyor. O yüzden eğitim alanında yeniliklere, inovasyona açık olmalıyız. Bu noktada biraz daha bizlere imkan tanınırsa eminim ki Türkiye hedeflendiklerine mutlaka ulaşacaktır. Çünkü artık Türkiye potansiyelini keşfetti. Bu potansiyelle birlikte 5 -10 yıl içerisinde farklı bir Türkiye ortaya çıkacak. Yaptığınız işlerin takdir ediliyor olması daha iyi işler yapabilmek için çok önemli. O zaman işinizi doğru yapıp yapmadığınızı da anlamış oluyorsunuz veya kendinize çeki düzen veriyorsunuz. Gece gündüz hep yükseköğretimde yeni neler yapılabilir? Dünya neler yapıyor? Bunların arayışı, incelemesi içerisindeyiz ve Türkiye'ye yapılanların daha iyisini kazandırma gayreti içerisindeyiz. Nitekim bugünkü Türkiye markasına değer katanlar ödülü eğitim kategorisinde Bahçeşehir Üniversitesi'ne verildi." dedi.
"TÜRK GENÇLİĞİ ÇOK ZEKİ VE FIRSAT VERİLDİĞİ ZAMAN HARİKALAR YARATIYOR"
Bu çalışmalar sayesinde yurtdışından Türk yükseköğretimine yansımaların başladığını söyleyen Prof. Dr. Yalçın, şöyle devam etti:
"Nitekim bu çalışmalarımız ölçüsünde o ülkelerden Türk yükseköğretimine yansımalar başladı ve Türkiye'de daha 2014 yılında 55 bin olan uluslararası öğrenci sayısı bugün 110 bine ulaştı. Sadece Bahçeşehir Üniversitesi'nde 106 ülkeden 3 bin öğrenci eğitim öğretim görüyor. Bildiğiniz gibi dünya değişiyor. Dijital değişim var. Eğer daha önceki sanayi devrimlerinde olduğu gibi bu değişime de ayak uyduramazsak bunu da kaçırma tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Ama şunu ifade etmeliyim ki Türk gençliği çok zeki ve fırsat verildiği zaman harikalar yaratıyorlar. Dünyayla yarışabilecek ürünler ortaya çıkartabiliyorlar."
"ÖNÜMÜZÜ AÇICI DÜZENLEMELERİN YAPILMASI LAZIM"
Yalçın, sözlerini şöyle noktaladı: "Türkiye artık potansiyelini keşfetti. Biz de Bahçeşehir Üniversitesi olarak kendi potansiyelimizi keşfetmiş durumdayız. Bu potansiyelin kinetiğe dönüştürülebilmesi için biraz daha yasalarda, yönergelerde, yönetmeliklerde önümüzü açıcı düzenlemelerin olması lazım. Eğer bu yapılırsa hedeflere ulaşmak işten bile değil."
Üst Kategori: ROOT Kategori: Üniversiteler
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı ve Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından Türkiye’de markalaşma alanında yapılan faaliyetlere dikkat çekmek amacıyla düzenlenen Marka Türkiye 2017’ de Bahçeşehir Üniversitesi eğitim alanında ödüle layık görüldü.
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı ve Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından Türkiye’de markalaşma alanında yapılan faaliyetlere dikkat çekmek amacıyla düzenlenen Marka Türkiye 2017’de eğitimde en iyi marka ödülüne Bahçeşehir Üniversitesi’ne layık görüldü.
Marka Türkiye 2017, TİM tarafından Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nde gerçekleştirildi. Yapılan etkinlikle beraber amaçlanan, Türkiye Markası'nı uzman isimler eşliğinde detaylı olarak ele almak ve Türk firmalarının markalaşma yolunda atacağı adımları hızlandırmak. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin katılımındaki etkinlik kapsamında Türkiye ve Türkiye Markası’na değer katan kurumları ödüllendirildi. Bahçeşehir Üniversitesi (BAU) de eğitim dalında büyük ödülün sahibi oldu.
Nihat Zeybekci tarafından verilen ödülü alan BAU Rektörü Prof. Dr. Senay Yalçın, mutlu ve gururlu olduklarını dile getirerek, “Her şeyden önce bu ödülü almak insanı cesaretlendiriyor. Kurulduğumuz günden bugüne özellikle uluslararasılaşmayı ve bir dünya markası olma hedefini önümüze koyduk. Bakanımızın da bahsettiği gibi biz icat çıkaranlardanız. Değişik projelerde ve programlarda dünyaya açılmaya başladık. Şu anda 4 kıtada 28 farklı noktada 8 ülkede faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Amacımız dünyada yükseköğretim alanında bir Türkiye markası oluşturmak. Bunun için gece gündüz çalışıp geldiğimiz nokta ile de yetinmiyoruz. Artık dünyada yükseköğretim konusu geçtiği zaman Türkiye markasının da olduğunu duyurmak istiyoruz” diye konuştu.
“TÜRKİYE POTANSİYELİNİ KEŞFETTİ”
Türkiye’yi eğitim alanında dünyada temsil etmeye devam edeceklerini vurgulayan Yalçın, “Bundan sonraki hedeflerimiz Türkiye’nin 2023, 2053 ilk 10 ekonomi hedefleri ile birebir örtüşmekte. Tabii bunların temelinde insan gücü vardır. İnsan da eğitim yoluyla yetiştiriliyor. O yüzden eğitim alanında yeniliklere, inovasyona açık olmalıyız. Bu noktada biraz daha bizlere imkan tanınırsa eminim ki Türkiye hedeflendiklerine mutlaka ulaşacaktır. Çünkü artık Türkiye potansiyelini keşfetti. Bu potansiyelle birlikte 5 -10 yıl içerisinde farklı bir Türkiye ortaya çıkacak. Yaptığınız işlerin takdir ediliyor olması daha iyi işler yapabilmek için çok önemli. O zaman işinizi doğru yapıp yapmadığınızı da anlamış oluyorsunuz veya kendinize çeki düzen veriyorsunuz. Gece gündüz hep yükseköğretimde yeni neler yapılabilir? Dünya neler yapıyor? Bunların arayışı, incelemesi içerisindeyiz ve Türkiye'ye yapılanların daha iyisini kazandırma gayreti içerisindeyiz. Nitekim bugünkü Türkiye markasına değer katanlar ödülü eğitim kategorisinde Bahçeşehir Üniversitesi'ne verildi." dedi.
"TÜRK GENÇLİĞİ ÇOK ZEKİ VE FIRSAT VERİLDİĞİ ZAMAN HARİKALAR YARATIYOR"
Bu çalışmalar sayesinde yurtdışından Türk yükseköğretimine yansımaların başladığını söyleyen Prof. Dr. Yalçın, şöyle devam etti:
"Nitekim bu çalışmalarımız ölçüsünde o ülkelerden Türk yükseköğretimine yansımalar başladı ve Türkiye'de daha 2014 yılında 55 bin olan uluslararası öğrenci sayısı bugün 110 bine ulaştı. Sadece Bahçeşehir Üniversitesi'nde 106 ülkeden 3 bin öğrenci eğitim öğretim görüyor. Bildiğiniz gibi dünya değişiyor. Dijital değişim var. Eğer daha önceki sanayi devrimlerinde olduğu gibi bu değişime de ayak uyduramazsak bunu da kaçırma tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Ama şunu ifade etmeliyim ki Türk gençliği çok zeki ve fırsat verildiği zaman harikalar yaratıyorlar. Dünyayla yarışabilecek ürünler ortaya çıkartabiliyorlar."
"ÖNÜMÜZÜ AÇICI DÜZENLEMELERİN YAPILMASI LAZIM"
Yalçın, sözlerini şöyle noktaladı: "Türkiye artık potansiyelini keşfetti. Biz de Bahçeşehir Üniversitesi olarak kendi potansiyelimizi keşfetmiş durumdayız. Bu potansiyelin kinetiğe dönüştürülebilmesi için biraz daha yasalarda, yönergelerde, yönetmeliklerde önümüzü açıcı düzenlemelerin olması lazım. Eğer bu yapılırsa hedeflere ulaşmak işten bile değil."
Son Güncelleme: Salı, 30 May 2017 11:39
Gösterim: 1784
2016’da 20. Yılını geride bırakan İstanbul Kültür Üniversitesi 14 bine ulaşan öğrenci sayısıyla vakıf üniversiteleri arasında önemli bir konumda bulunuyor. Ataköy 2 adını verdikleri dördüncü yerleşkeleri için çalışmaya başladıklarını belirten İstanbul Kültür Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Bahar Akıngüç Günver, “Üniversite olarak hedefimiz akademik olarak eğitimde cazibe merkezi oluşturmak ve 57 yıllık birikimimizi yükseköğretime aktarmak” diyor. Dr. Günver ile üniversitenin 20 yılını ve Türkiye’de vakıf üniversitelerinin geldiği durumu konuştuk.
Türkiye’de vakıf üniversitelerinin gelişimi hakkında genel bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Bildiğiniz üzere Türkiye’de vakıf üniversitelerinin ilk örneği Bilkent Üniversitesi’dir. 1984 yılında kurulmuş olmasına rağmen 1986’da faaliyetlerine başlamıştır. Yani vakıf üniversiteleriyle ilgili 30 yıllık bir tarihten söz edebiliriz. İstanbul Kültür Üniversitesi olarak 2016’da 20. kuruluş yılımızı kutluyoruz. Yani vakıf üniversiteleri tarihinin son 20 yılında aktif rol oynuyoruz. Zaten son 15 yıl vakıf üniversitelerinin en çok yoğunlaştığı ve gelişme kaydettiği bir dönem oldu. Ancak sorunlarımız da hala devam ediyor. Vakıf üniversiteleri olarak en önemli sorunumuz kimlik problemimizdir. Bunu ortadan kaldırmak için çok mücadele ettik. Çünkü vakıf üniversiteleri özel üniversite değildir, adı üzerinde bir vakıf tarafından kurulmuş, belirli bir misyonu ve vizyonu olan kurumlardır. Kâr amacı gütmezler, kazandıklarını yeniden eğitime yatırırlar. Uzunca bir süre özel üniversite olarak algılandık. Ben vakıf üniversitelerinin rekabet açısından devlet üniversitelerine önemli katkılar sağladığını da düşünüyorum. Eskiden sadece devlet üniversiteleri vardı. Vakıf üniversitelerinin ortaya çıkmasıyla devlet üniversiteleri de tanıtım faaliyetlerini artırdı. Bana göre eğitim, araştırma ve toplumsal sorumluluk gibi konularla ilgili yapılan çalışmalarda vakıf üniversiteleri de önemli katkılar sağlamaya başlamıştır.
YANLIŞ ÖRNEKLER TEMİZLENECEK
Sizin de belirttiğiniz gibi kamuoyu vakıf üniversitelerine özel üniversiteler şeklinde bakıyordu. Peki devletin yani YÖK’ün de bakışı bu yönde miydi?
YÖK Başkanımız uzun zamandır eğitim sektörünün içinde olduğu için vakıf üniversitelerine “özel” diye bakmıyor. Zaten vakıf üniversitelerinin özel olarak çalışması konusunda YÖK’ün ciddi katkısı oldu. Çünkü az önce de belirttiğim gibi bizler kâr amacı gütmeyen ve belirli misyonları olan kurumlarız. Bu bağlamda yanlış örneklerin temizlendiğini ve temizleneceğini düşünüyorum.
“İstanbul Kültür Üniversitesi eğitim ile var olmuş bir kurum olduğu için “best practice” dediğimiz “iyi uygulamaları”n mutlaka devreye girmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu bağlamda eğitim politikası üzerine yaptığımız çalışmaların bizleri olumlu bir yere götüreceğine inanıyoruz. Çağdaş değerlerin eğitimi yine üzerinde durduğumuz diğer bir önemli konudur. Bunu okul öncesinden üniversiteye kadar yaymak en büyük hedefimiz.”
VAKIF ÜNİVERSİTELERİ FIRSAT EŞİTLİĞİ GETİRDİ
Niteliksel olarak baktığınızda vakıf üniversitelerinin gelişimi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Toplumsal sorumluluk, araştırma, eğitim-öğretim ve bilimsel kongrelerin organizasyonuyla ilgili konularda vakıf üniversiteleri önemli çalışmalara imza attı. Uluslararasılaşma hususunda çok önemli katkılar sağladığımızı düşünüyorum. Geçtiğimiz günlerde yapılan ve benim de katıldığım toplantıda YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, Türkiye’ye 160 ülkeden öğrencinin geldiğini söyledi. Vakıf üniversitelerinin kurucularının özel sektörden getirdikleri birikimleri de eğitimin seviyesinin yükselmesine vesile olmuştur. Bunun yanı sıra, vakıf üniversiteleri eğitimde ciddi bir fırsat eşitliği getirmiştir. Öğrencilerden para almak yerine ciddi oranda burs veren bir yapı söz konusudur. Örneğin bizim üniversitemizde yüzde 40 oranında burslu öğrenci okuyor. Bu çok yüksek bir rakamdır. Değişik sosyo-ekonomik katmanlardan öğrencilerimiz var. Bu da bir vakıf üniversitesi olarak bizleri fazlasıyla mutlu ediyor. Ayrıca gerçekleştirdikleri lojistik ve altyapı yatırımlarıyla da vakıf üniversiteleri birtakım farklar yaratmıştır.
ÜNİVERSİTELERİN EN BÜYÜK SORUNU
ÖĞRETİM ÜYESİ YETİŞTİRMEK
Üniversiteler aslında uzun vadeli yatırımlardır. Ülkemizde 20 yıllık, 30 yıllık vakıf üniversitelerinden bahsediyoruz ama Batılı ülkelere baktığımızda 500 yıllık üniversiteler var. Bu bağlamda ülkemizin dünyadaki konumu nedir, aradaki farkın kapanması için sizce nelerin yapılması gerekiyor?
Gidilecek çok yolumuz var. ABD ve Avrupa’daki üniversiteler farklı bir gelişim süreci geçiriyorlar. Amerika’da üçüncü kuşak üniversitelerin önemli çalışmaları var. Öğretmen yetiştiren eğitim fakültelerimizde çok ciddi reformların yapılması gerekiyor. Bu iş sadece altyapı ya da lojistik yatırımlarıyla bitmiyor. En büyük ihtiyacımız yeterli ve donanımlı bir akademik kadrodur. Bugün yeni bir bölüm açmayı planladığınızda doktoralı eleman bulmak çok önemlidir. Öğretim üyesi yetiştirmek şu anda üniversitelerin en büyük problemi. Yine geçtiğimiz günlerde YÖK Başkanı devlet üniversitelerinde belirlenen 100 alandan yaklaşık 2 bin kişiye yurtdışında doktora bursu vereceklerini açıkladı. Dolayısıyla en acil ve önemli şey öğretim üyelerinin yetiştirilmesidir. Bu aşamada da vakıf üniversiteleri önemli bir rol oynayabilir.
150 YILLIK ÜNİVERSİTELERLE
REKABET EDER OLDUK
Burs verilecek 2 bin öğrenci arasında vakıf üniversitelerinden de olacak mı?
Hayır, sadece devlet üniversitelerini kapsıyor. Çünkü öğrenci – öğretim üyesi oranı ve fiziki imkânlara baktığımızda devlet üniversitelerinin ihtiyaçlarının daha öncelikli olduğunu söyleyebiliriz. Yani öncelik devlet üniversitelerinin kadrolarının yetiştirilmesine veriliyor. Vakıf üniversitelerinin kendi yağlarıyla kavrulabilecek konuma daha yeni geldiğini düşünüyorum. Mesela biz 20 yılda öğretim üyesi yetiştirir duruma geldik. Kültür Koleji’nin 57 yıllık bir geçmişi var. Bu kolejden mezun olan biri daha yeni profesör oluyor. Vakıf üniversiteleri bir havuzun içinde yüzüyor. Dolayısıyla bizim açımızdan en önemli husus yeni açılan vakıf üniversiteleriyle ilgili bazı kriterlerin konulabilmesi. Ben vakıf üniversitelerinin yabancı dil eğitimi, farklılıkları, akademik danışmanlığı, ürettikleri projeler ve imkânlarıyla eğitimde cazibe merkezi olması gerektiğini düşünüyorum. Önemli mesafeler de aldığımızı söyleyebilirim. Bugün dünyadaki 100-150 yıllık üniversitelerle rekabet edebilen vakıf üniversitelerimiz bulunuyor. Örneğin Bilkent, Koç ve Sabancı gibi üniversitelerin araştırmalarla ilgili önemli çalışmaları var. Bizim üniversitemizde Beyin Dinamiği Araştırma Merkezimizin, Tıp fakültemiz olmamasına rağmen, Müdürü Prof. Dr. Sayın Erol Başar ve Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Sayın Bahar Güntekin bilimsel araştırma yazılarında atıf katsayısı en fazla olan akademisyenlerden biri konumunda.
YÖK’ÜN BAZI YAPTIRIMLARI
KALİTEYİ YÜKSELETECEK
Her üniversiteden de bunlar beklenebilir mi, çünkü vakıf üniversiteler de tek tipmiş gibi algılanıyor?
Tabii ki hayır… YÖK Başkanı Saraç’ın belirli devlet üniversitelerinin ihtisaslaşmasıyla ilgili bir çalışması var. Ancak İstanbul Kültür Üniversitesi olarak hedefimiz akademik olarak eğitimde cazibe merkezi oluşturmak ve 57 yıllık birikimimizi yükseköğretime aktarmaktır. YÖK; hukuk fakültesi, eğitim fakültesi, mühendislik fakültesi gibi yerlere belirli barajlar koyuyor. Mesela hukukla ilgili yapılan uygulama kaliteyi yükseltti ve fark yarattı. Şu anda sırada eğitim var. YÖK’ün bazı yaptırımlarının vakıf üniversitelerinde kaliteyi yukarı çekecek adımlar olduğunu düşünüyorum.
GENÇLERİMİZ UMUDUMUZU YÜKSELTİYOR
4 KRİTER ÇOK ÖNEMLİ
Sözünü ettiğiniz kalite kontrol sürecinden bir üniversitenin uluslararası standartlarda eğitim verip vermediğini mi anlamalıyız?
Bence buradaki kriterlerden biri kadronun yeterliliğiyle ilgili. Yani öğrenci ve öğretim üyesi sayısındaki kriterler ön plana çıkıyor. İkinci kriter derslik sayısı, metrekareye düşen öğrenci sayısı gibi fiziki koşullar. Üçüncü husus eğitim yönetimiyle ilgili paradigma olarak karşımıza çıkıyor. Bunlara ek olarak öğrencilere mesleki bilgilerin verilmesinin yanı sıra kişisel gelişimine katkı sağlanması da önemli bir kriter. Bu 4 hususun her birinin katsayısı birbirinden farklı olabilir ama hepsinin bir arada bulunması gerekiyor. Kalitenin en önemli unsurlarının başında öğrencilerin seviyeleri gelmektedir. Burada önemli olan ilkokul, ortaokul, liselerin durumu ve buralarda görev yapan öğretmenlerin iyi yetişmiş olmasıdır. Her anlamda zor bir dönemden geçiyoruz. Ama ben ülke gençliğinden umutluyum. Tutkulu, hem ülkemiz hem de dünyamız için bir şeyler yapmak isteyen, barışçıl pek çok gencimiz var. Bu sebeple umutsuzluğa kapılmayalım. Üniversite olarak “Dünyayı değiştirecek Gençler Yetiştirmek” isimli bir kitap yayınladık. Y Kuşağı olarak adlandırdığımız bu genç kuşağı çok iyi anlatıyor.
ATAKÖY’DE YENİ 6 BİN KİŞİLİK
KAMPÜS KURACAĞIZ
İstanbul Kültür Üniversitesi olarak 20. yılınızı kutluyorsunuz. Yirmi yılda neler yaptınız, genel hatlarıyla aktarabilir misiniz?
Üniversitemizin Kurucu Vakfı Kültür Koleji Eğitim Vakfı. Bildiğiniz üzere Kültür Koleji ülkemizin ilk eğitim kurumlarından biridir ve 57 yıldır faaliyet göstermektedir. Okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lisede edindiği tecrübeyi üniversiteye taşımıştır. İlk olarak 156 öğrenciyle başladık. Bugün yaklaşık 14 bin öğrenciye ulaştık. Ataköy, Şirinevler ve İncirli’de olmak üzere 3 yerleşkemiz mevcut. Ataköy’de dördüncü yerleşkemizi kuracağız. Ataköy 2 Yerleşkesi olarak isimlendirdiğimiz bu kampüsümüzde 6 bin öğrenciye eğitim hizmeti vermeyi planlıyoruz. Geride bıraktığımız 20 yılda çok evrildik, geliştik fakat özellikle eğitim fakültesi için çok çaba sarf ettik. Çünkü asıl amacımız eğitim. Aile olarak özel okulculuktan kazandığımız parayı yükseköğretim ile taçlandırmak istedik. Kadromuz, eğitim anlayışımız, Y kuşağına davranış biçimimiz değişiyor ama öz kaynaklarımızla ayakta durma prensibimizi asla değiştirmiyoruz. Bunun yanı sıra eğitime olan tutkumuz değişmiyor. Cumhuriyetimizin kazanımlarına ve değerlerine, Atatürk ilkelerine bağlılığımız, demokrasi ve insan haklarına olan inancımız asla değişmez. Koşullar ne olursa olsun ülkemiz ve gençlerimiz için çalışıyoruz ve bundan da umutluyuz.
20 yıl içinde yapmak isteyip de yapamadıklarınız oldu mu?
Mutlaka oldu. Önemli başarılarımızdan biri Kültür Koleji ile eğitim fakültemizin birlikte çalışabiliyor olmasıdır ama yabancı dil bilen öğretmenlerimizin az. Bu başlık bizim geliştirmeye yönelik gündeme aldığımız konulardan biri. Çünkü İngilizce bilen öğretmen azlığı ülkemizin genel bir sorunu. Bazı bölümlerimizi yüzde 30 yabancı dilde eğitim olarak açtık ama bunu devam ettiremedik. Bir insanın yüzde 30 İngilizceyle meslek edinmesi ve sürdürmesi olanaklı değildir. Eğitim fakültemizde uygulama merkezi yapmak istiyoruz, kısa sürede bu planımızı hayata geçireceğiz. Kültür Üniversitesi eğitim ile var olmuş bir kurum olduğu için “best practice” dediğimiz “iyi uygulamaları”n mutlaka devreye girmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu bağlamda eğitim politikası üzerine yaptığımız çalışmaların bizleri olumlu bir yere götüreceğine inanıyoruz. Çağdaş değerlerin eğitimi yine üzerinde durduğumuz diğer bir önemli konudur. Bunu okul öncesinden üniversiteye kadar yaymak en büyük hedefimiz.
ÖĞRENCİLERİMİZE YURTDIŞINDA
STAJ İMKÂNI SAĞLIYORUZ
Üniversitenizin iş yaşamına yakın olması gibi bir duruşu var. Buradan verim alabiliyor musunuz, ve bu konuda hangi çalışmaları yapıyorsunuz?
İŞKUR ile girişimcilik ve iş sağlığı güvenliği konusunda işbirliği yapıyoruz. Her iki alanda da binlerce kişi yetiştirdik. Meslek yüksekokullarımızın meslek odalarıyla ciddi çalışmaları var. Öğrencilerimizin staj yapmaları ve devamında buralarda istihdam edilmeleriyle ilgili bazı çalışmalarımız söz konusu. İncirli Kampüsümüzdeki İşletmecilik Meslek Yüksekokulu, Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu ve Adalet Meslek Yüksekokulu’nda ciddi çabalar harcıyor ve sanayimizle işbirliği kurulabilmesi amacıyla çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Erasmus+ programıyla öğrencilerimize yurtdışında staj imkanı sağlıyoruz.
İş yaşamınıza matematik öğretmeni olarak başlamışsınız, nasıl bir öğretmendiniz?
Öğretmenliği çok sevdim. Esprili bir öğretmendim. O zamanlar matematiği İngilizce olarak öğretiyorduk, dolayısıyla İngilizce konuşma zorunluluğu vardı. Bu ciddi bir sorundu. Bu sebeple teneffüslerde öğrencilerime matematik anlatıyordum. İlk 10 yıl öğretmenlik, sonrasında da müdür yardımcılığı ve fen lisesinin kuruculuğunu yaptım. Fen lisesinden önce de anaokulumuzun müdürlüğünü üstendim. Bana göre öğretmenlik tutku gerektiren bir meslek. Bunun yanı sıra sanatsal ve iletişim boyutu var. Bir öğretmen mesleğinde kendini çok geliştirebilir ama tutkusu ve isteği varsa çok yol kat edebilir. Öğretmenlik fedakârlık isteyen bir meslektir. Hayata yön ve anlam veren en önemli meslek eğitimdir ve dolayısıyla bunu veren öğretmenler de çok önemli konumdadır. Öğretmenlerin kendilerini geliştirmeleri, öğrencileri tanımaları, onlara coşku ve heyecan verebilmeleri için çok önemli.
BİNE YAKIN YABANCI ÖĞRENCİMİZ VAR
İstanbul Kültür Üniversitesi’nde bine yakın uluslararası öğrencimiz var. Bir diğer deyişle öğrencilerimizin yüzde 8’ini yabancılar oluşturuyor. Bünyemizde Uluslararası İlişkiler Birimimiz faaliyet gösteriyor. Bu birim başta Türki Cumhuriyetler olmak üzere birçok ülkede fuarlara katılarak tanıtım çalışmaları yapıyor. Yabancı öğrenci varlığı üniversitemize çok kültürlülüğün gelişimi ve uluslararasılaşma açısından büyük değer katıyor. Bu aşamada İngilizce ve de Türkçe önemli bir bariyerdir. Bunu aşmak için TÖDER yani Türkçe Öğretim Merkezi kuruldu. Yabancı öğrencilerin sayısından ziyade mutlu olmasını çok önemsiyorum. Vakıf üniversitelerinde yabancı öğrenci sayısında çok hızlı bir artış yaşanıyor. Bunu çok doğru bulmuyorum. Hızlı bir uluslararasılaşma diğer ülkelerden Türkiye’ye eğitim almaya gelen öğrencileri mutsuz yapabilir, o çocuk tatmin olmayabilir. Bu durum aynı zamanda ülkemizin imajına da zarar verebilir. Bu hususa dikkat etmek gerekiyor.
Y KUŞAĞIYLA YENİ BİR DİL KURMALIYIZ
Yeni ve farklı bir genç kuşakla karşı karşıya olduğumuzdan söz ettiniz. Bu genç kuşak üniversite yönetimi olarak sizleri nasıl etkiliyor?
Çok önemli bir soru yönelttiniz. Bana göre anne-babaların, okulların, üniversitelerin yani hepimizin bu yeni kuşağa göre kendimizi değerlendirmemiz ve güncellememiz gerekiyor. Öğretim üyeleriyle öğrenciler arasında doğru bir iletişimin kurulması çok önemli. “Herkes için eğitim şart” diyoruz. Bana kalırsa anne - babaların ve öğretmenlerin eğitimi önem teşkil ediyor. Y kuşağı olarak isimlendirdiğimiz bu gençleri doğru biçimde yönlendirebilmeleri için anne-baba ve öğretmenleri bir formasyondan geçirmeliyiz. Mesela Y kuşağı, öğretmenlerini rol model olarak benimsemiyor. Tutkulu bir öğretmen bulurlarsa o tutkularını gerçekleştirmek adına yaşama anlam katan şeyler yapıyorlar. Tutkularının peşinden gidiyorlar ama para bu noktada belirleyici olmuyor. Sorgulayan, gezegen için kafa yoran farklı bir gençlikten bahsediyoruz.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Üniversiteler
2016’da 20. Yılını geride bırakan İstanbul Kültür Üniversitesi 14 bine ulaşan öğrenci sayısıyla vakıf üniversiteleri arasında önemli bir konumda bulunuyor. Ataköy 2 adını verdikleri dördüncü yerleşkeleri için çalışmaya başladıklarını belirten İstanbul Kültür Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Bahar Akıngüç Günver, “Üniversite olarak hedefimiz akademik olarak eğitimde cazibe merkezi oluşturmak ve 57 yıllık birikimimizi yükseköğretime aktarmak” diyor. Dr. Günver ile üniversitenin 20 yılını ve Türkiye’de vakıf üniversitelerinin geldiği durumu konuştuk.
Türkiye’de vakıf üniversitelerinin gelişimi hakkında genel bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Bildiğiniz üzere Türkiye’de vakıf üniversitelerinin ilk örneği Bilkent Üniversitesi’dir. 1984 yılında kurulmuş olmasına rağmen 1986’da faaliyetlerine başlamıştır. Yani vakıf üniversiteleriyle ilgili 30 yıllık bir tarihten söz edebiliriz. İstanbul Kültür Üniversitesi olarak 2016’da 20. kuruluş yılımızı kutluyoruz. Yani vakıf üniversiteleri tarihinin son 20 yılında aktif rol oynuyoruz. Zaten son 15 yıl vakıf üniversitelerinin en çok yoğunlaştığı ve gelişme kaydettiği bir dönem oldu. Ancak sorunlarımız da hala devam ediyor. Vakıf üniversiteleri olarak en önemli sorunumuz kimlik problemimizdir. Bunu ortadan kaldırmak için çok mücadele ettik. Çünkü vakıf üniversiteleri özel üniversite değildir, adı üzerinde bir vakıf tarafından kurulmuş, belirli bir misyonu ve vizyonu olan kurumlardır. Kâr amacı gütmezler, kazandıklarını yeniden eğitime yatırırlar. Uzunca bir süre özel üniversite olarak algılandık. Ben vakıf üniversitelerinin rekabet açısından devlet üniversitelerine önemli katkılar sağladığını da düşünüyorum. Eskiden sadece devlet üniversiteleri vardı. Vakıf üniversitelerinin ortaya çıkmasıyla devlet üniversiteleri de tanıtım faaliyetlerini artırdı. Bana göre eğitim, araştırma ve toplumsal sorumluluk gibi konularla ilgili yapılan çalışmalarda vakıf üniversiteleri de önemli katkılar sağlamaya başlamıştır.
YANLIŞ ÖRNEKLER TEMİZLENECEK
Sizin de belirttiğiniz gibi kamuoyu vakıf üniversitelerine özel üniversiteler şeklinde bakıyordu. Peki devletin yani YÖK’ün de bakışı bu yönde miydi?
YÖK Başkanımız uzun zamandır eğitim sektörünün içinde olduğu için vakıf üniversitelerine “özel” diye bakmıyor. Zaten vakıf üniversitelerinin özel olarak çalışması konusunda YÖK’ün ciddi katkısı oldu. Çünkü az önce de belirttiğim gibi bizler kâr amacı gütmeyen ve belirli misyonları olan kurumlarız. Bu bağlamda yanlış örneklerin temizlendiğini ve temizleneceğini düşünüyorum.
“İstanbul Kültür Üniversitesi eğitim ile var olmuş bir kurum olduğu için “best practice” dediğimiz “iyi uygulamaları”n mutlaka devreye girmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu bağlamda eğitim politikası üzerine yaptığımız çalışmaların bizleri olumlu bir yere götüreceğine inanıyoruz. Çağdaş değerlerin eğitimi yine üzerinde durduğumuz diğer bir önemli konudur. Bunu okul öncesinden üniversiteye kadar yaymak en büyük hedefimiz.”
VAKIF ÜNİVERSİTELERİ FIRSAT EŞİTLİĞİ GETİRDİ
Niteliksel olarak baktığınızda vakıf üniversitelerinin gelişimi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Toplumsal sorumluluk, araştırma, eğitim-öğretim ve bilimsel kongrelerin organizasyonuyla ilgili konularda vakıf üniversiteleri önemli çalışmalara imza attı. Uluslararasılaşma hususunda çok önemli katkılar sağladığımızı düşünüyorum. Geçtiğimiz günlerde yapılan ve benim de katıldığım toplantıda YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, Türkiye’ye 160 ülkeden öğrencinin geldiğini söyledi. Vakıf üniversitelerinin kurucularının özel sektörden getirdikleri birikimleri de eğitimin seviyesinin yükselmesine vesile olmuştur. Bunun yanı sıra, vakıf üniversiteleri eğitimde ciddi bir fırsat eşitliği getirmiştir. Öğrencilerden para almak yerine ciddi oranda burs veren bir yapı söz konusudur. Örneğin bizim üniversitemizde yüzde 40 oranında burslu öğrenci okuyor. Bu çok yüksek bir rakamdır. Değişik sosyo-ekonomik katmanlardan öğrencilerimiz var. Bu da bir vakıf üniversitesi olarak bizleri fazlasıyla mutlu ediyor. Ayrıca gerçekleştirdikleri lojistik ve altyapı yatırımlarıyla da vakıf üniversiteleri birtakım farklar yaratmıştır.
ÜNİVERSİTELERİN EN BÜYÜK SORUNU
ÖĞRETİM ÜYESİ YETİŞTİRMEK
Üniversiteler aslında uzun vadeli yatırımlardır. Ülkemizde 20 yıllık, 30 yıllık vakıf üniversitelerinden bahsediyoruz ama Batılı ülkelere baktığımızda 500 yıllık üniversiteler var. Bu bağlamda ülkemizin dünyadaki konumu nedir, aradaki farkın kapanması için sizce nelerin yapılması gerekiyor?
Gidilecek çok yolumuz var. ABD ve Avrupa’daki üniversiteler farklı bir gelişim süreci geçiriyorlar. Amerika’da üçüncü kuşak üniversitelerin önemli çalışmaları var. Öğretmen yetiştiren eğitim fakültelerimizde çok ciddi reformların yapılması gerekiyor. Bu iş sadece altyapı ya da lojistik yatırımlarıyla bitmiyor. En büyük ihtiyacımız yeterli ve donanımlı bir akademik kadrodur. Bugün yeni bir bölüm açmayı planladığınızda doktoralı eleman bulmak çok önemlidir. Öğretim üyesi yetiştirmek şu anda üniversitelerin en büyük problemi. Yine geçtiğimiz günlerde YÖK Başkanı devlet üniversitelerinde belirlenen 100 alandan yaklaşık 2 bin kişiye yurtdışında doktora bursu vereceklerini açıkladı. Dolayısıyla en acil ve önemli şey öğretim üyelerinin yetiştirilmesidir. Bu aşamada da vakıf üniversiteleri önemli bir rol oynayabilir.
150 YILLIK ÜNİVERSİTELERLE
REKABET EDER OLDUK
Burs verilecek 2 bin öğrenci arasında vakıf üniversitelerinden de olacak mı?
Hayır, sadece devlet üniversitelerini kapsıyor. Çünkü öğrenci – öğretim üyesi oranı ve fiziki imkânlara baktığımızda devlet üniversitelerinin ihtiyaçlarının daha öncelikli olduğunu söyleyebiliriz. Yani öncelik devlet üniversitelerinin kadrolarının yetiştirilmesine veriliyor. Vakıf üniversitelerinin kendi yağlarıyla kavrulabilecek konuma daha yeni geldiğini düşünüyorum. Mesela biz 20 yılda öğretim üyesi yetiştirir duruma geldik. Kültür Koleji’nin 57 yıllık bir geçmişi var. Bu kolejden mezun olan biri daha yeni profesör oluyor. Vakıf üniversiteleri bir havuzun içinde yüzüyor. Dolayısıyla bizim açımızdan en önemli husus yeni açılan vakıf üniversiteleriyle ilgili bazı kriterlerin konulabilmesi. Ben vakıf üniversitelerinin yabancı dil eğitimi, farklılıkları, akademik danışmanlığı, ürettikleri projeler ve imkânlarıyla eğitimde cazibe merkezi olması gerektiğini düşünüyorum. Önemli mesafeler de aldığımızı söyleyebilirim. Bugün dünyadaki 100-150 yıllık üniversitelerle rekabet edebilen vakıf üniversitelerimiz bulunuyor. Örneğin Bilkent, Koç ve Sabancı gibi üniversitelerin araştırmalarla ilgili önemli çalışmaları var. Bizim üniversitemizde Beyin Dinamiği Araştırma Merkezimizin, Tıp fakültemiz olmamasına rağmen, Müdürü Prof. Dr. Sayın Erol Başar ve Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Sayın Bahar Güntekin bilimsel araştırma yazılarında atıf katsayısı en fazla olan akademisyenlerden biri konumunda.
YÖK’ÜN BAZI YAPTIRIMLARI
KALİTEYİ YÜKSELETECEK
Her üniversiteden de bunlar beklenebilir mi, çünkü vakıf üniversiteler de tek tipmiş gibi algılanıyor?
Tabii ki hayır… YÖK Başkanı Saraç’ın belirli devlet üniversitelerinin ihtisaslaşmasıyla ilgili bir çalışması var. Ancak İstanbul Kültür Üniversitesi olarak hedefimiz akademik olarak eğitimde cazibe merkezi oluşturmak ve 57 yıllık birikimimizi yükseköğretime aktarmaktır. YÖK; hukuk fakültesi, eğitim fakültesi, mühendislik fakültesi gibi yerlere belirli barajlar koyuyor. Mesela hukukla ilgili yapılan uygulama kaliteyi yükseltti ve fark yarattı. Şu anda sırada eğitim var. YÖK’ün bazı yaptırımlarının vakıf üniversitelerinde kaliteyi yukarı çekecek adımlar olduğunu düşünüyorum.
GENÇLERİMİZ UMUDUMUZU YÜKSELTİYOR
4 KRİTER ÇOK ÖNEMLİ
Sözünü ettiğiniz kalite kontrol sürecinden bir üniversitenin uluslararası standartlarda eğitim verip vermediğini mi anlamalıyız?
Bence buradaki kriterlerden biri kadronun yeterliliğiyle ilgili. Yani öğrenci ve öğretim üyesi sayısındaki kriterler ön plana çıkıyor. İkinci kriter derslik sayısı, metrekareye düşen öğrenci sayısı gibi fiziki koşullar. Üçüncü husus eğitim yönetimiyle ilgili paradigma olarak karşımıza çıkıyor. Bunlara ek olarak öğrencilere mesleki bilgilerin verilmesinin yanı sıra kişisel gelişimine katkı sağlanması da önemli bir kriter. Bu 4 hususun her birinin katsayısı birbirinden farklı olabilir ama hepsinin bir arada bulunması gerekiyor. Kalitenin en önemli unsurlarının başında öğrencilerin seviyeleri gelmektedir. Burada önemli olan ilkokul, ortaokul, liselerin durumu ve buralarda görev yapan öğretmenlerin iyi yetişmiş olmasıdır. Her anlamda zor bir dönemden geçiyoruz. Ama ben ülke gençliğinden umutluyum. Tutkulu, hem ülkemiz hem de dünyamız için bir şeyler yapmak isteyen, barışçıl pek çok gencimiz var. Bu sebeple umutsuzluğa kapılmayalım. Üniversite olarak “Dünyayı değiştirecek Gençler Yetiştirmek” isimli bir kitap yayınladık. Y Kuşağı olarak adlandırdığımız bu genç kuşağı çok iyi anlatıyor.
ATAKÖY’DE YENİ 6 BİN KİŞİLİK
KAMPÜS KURACAĞIZ
İstanbul Kültür Üniversitesi olarak 20. yılınızı kutluyorsunuz. Yirmi yılda neler yaptınız, genel hatlarıyla aktarabilir misiniz?
Üniversitemizin Kurucu Vakfı Kültür Koleji Eğitim Vakfı. Bildiğiniz üzere Kültür Koleji ülkemizin ilk eğitim kurumlarından biridir ve 57 yıldır faaliyet göstermektedir. Okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lisede edindiği tecrübeyi üniversiteye taşımıştır. İlk olarak 156 öğrenciyle başladık. Bugün yaklaşık 14 bin öğrenciye ulaştık. Ataköy, Şirinevler ve İncirli’de olmak üzere 3 yerleşkemiz mevcut. Ataköy’de dördüncü yerleşkemizi kuracağız. Ataköy 2 Yerleşkesi olarak isimlendirdiğimiz bu kampüsümüzde 6 bin öğrenciye eğitim hizmeti vermeyi planlıyoruz. Geride bıraktığımız 20 yılda çok evrildik, geliştik fakat özellikle eğitim fakültesi için çok çaba sarf ettik. Çünkü asıl amacımız eğitim. Aile olarak özel okulculuktan kazandığımız parayı yükseköğretim ile taçlandırmak istedik. Kadromuz, eğitim anlayışımız, Y kuşağına davranış biçimimiz değişiyor ama öz kaynaklarımızla ayakta durma prensibimizi asla değiştirmiyoruz. Bunun yanı sıra eğitime olan tutkumuz değişmiyor. Cumhuriyetimizin kazanımlarına ve değerlerine, Atatürk ilkelerine bağlılığımız, demokrasi ve insan haklarına olan inancımız asla değişmez. Koşullar ne olursa olsun ülkemiz ve gençlerimiz için çalışıyoruz ve bundan da umutluyuz.
20 yıl içinde yapmak isteyip de yapamadıklarınız oldu mu?
Mutlaka oldu. Önemli başarılarımızdan biri Kültür Koleji ile eğitim fakültemizin birlikte çalışabiliyor olmasıdır ama yabancı dil bilen öğretmenlerimizin az. Bu başlık bizim geliştirmeye yönelik gündeme aldığımız konulardan biri. Çünkü İngilizce bilen öğretmen azlığı ülkemizin genel bir sorunu. Bazı bölümlerimizi yüzde 30 yabancı dilde eğitim olarak açtık ama bunu devam ettiremedik. Bir insanın yüzde 30 İngilizceyle meslek edinmesi ve sürdürmesi olanaklı değildir. Eğitim fakültemizde uygulama merkezi yapmak istiyoruz, kısa sürede bu planımızı hayata geçireceğiz. Kültür Üniversitesi eğitim ile var olmuş bir kurum olduğu için “best practice” dediğimiz “iyi uygulamaları”n mutlaka devreye girmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu bağlamda eğitim politikası üzerine yaptığımız çalışmaların bizleri olumlu bir yere götüreceğine inanıyoruz. Çağdaş değerlerin eğitimi yine üzerinde durduğumuz diğer bir önemli konudur. Bunu okul öncesinden üniversiteye kadar yaymak en büyük hedefimiz.
ÖĞRENCİLERİMİZE YURTDIŞINDA
STAJ İMKÂNI SAĞLIYORUZ
Üniversitenizin iş yaşamına yakın olması gibi bir duruşu var. Buradan verim alabiliyor musunuz, ve bu konuda hangi çalışmaları yapıyorsunuz?
İŞKUR ile girişimcilik ve iş sağlığı güvenliği konusunda işbirliği yapıyoruz. Her iki alanda da binlerce kişi yetiştirdik. Meslek yüksekokullarımızın meslek odalarıyla ciddi çalışmaları var. Öğrencilerimizin staj yapmaları ve devamında buralarda istihdam edilmeleriyle ilgili bazı çalışmalarımız söz konusu. İncirli Kampüsümüzdeki İşletmecilik Meslek Yüksekokulu, Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu ve Adalet Meslek Yüksekokulu’nda ciddi çabalar harcıyor ve sanayimizle işbirliği kurulabilmesi amacıyla çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Erasmus+ programıyla öğrencilerimize yurtdışında staj imkanı sağlıyoruz.
İş yaşamınıza matematik öğretmeni olarak başlamışsınız, nasıl bir öğretmendiniz?
Öğretmenliği çok sevdim. Esprili bir öğretmendim. O zamanlar matematiği İngilizce olarak öğretiyorduk, dolayısıyla İngilizce konuşma zorunluluğu vardı. Bu ciddi bir sorundu. Bu sebeple teneffüslerde öğrencilerime matematik anlatıyordum. İlk 10 yıl öğretmenlik, sonrasında da müdür yardımcılığı ve fen lisesinin kuruculuğunu yaptım. Fen lisesinden önce de anaokulumuzun müdürlüğünü üstendim. Bana göre öğretmenlik tutku gerektiren bir meslek. Bunun yanı sıra sanatsal ve iletişim boyutu var. Bir öğretmen mesleğinde kendini çok geliştirebilir ama tutkusu ve isteği varsa çok yol kat edebilir. Öğretmenlik fedakârlık isteyen bir meslektir. Hayata yön ve anlam veren en önemli meslek eğitimdir ve dolayısıyla bunu veren öğretmenler de çok önemli konumdadır. Öğretmenlerin kendilerini geliştirmeleri, öğrencileri tanımaları, onlara coşku ve heyecan verebilmeleri için çok önemli.
BİNE YAKIN YABANCI ÖĞRENCİMİZ VAR
İstanbul Kültür Üniversitesi’nde bine yakın uluslararası öğrencimiz var. Bir diğer deyişle öğrencilerimizin yüzde 8’ini yabancılar oluşturuyor. Bünyemizde Uluslararası İlişkiler Birimimiz faaliyet gösteriyor. Bu birim başta Türki Cumhuriyetler olmak üzere birçok ülkede fuarlara katılarak tanıtım çalışmaları yapıyor. Yabancı öğrenci varlığı üniversitemize çok kültürlülüğün gelişimi ve uluslararasılaşma açısından büyük değer katıyor. Bu aşamada İngilizce ve de Türkçe önemli bir bariyerdir. Bunu aşmak için TÖDER yani Türkçe Öğretim Merkezi kuruldu. Yabancı öğrencilerin sayısından ziyade mutlu olmasını çok önemsiyorum. Vakıf üniversitelerinde yabancı öğrenci sayısında çok hızlı bir artış yaşanıyor. Bunu çok doğru bulmuyorum. Hızlı bir uluslararasılaşma diğer ülkelerden Türkiye’ye eğitim almaya gelen öğrencileri mutsuz yapabilir, o çocuk tatmin olmayabilir. Bu durum aynı zamanda ülkemizin imajına da zarar verebilir. Bu hususa dikkat etmek gerekiyor.
Y KUŞAĞIYLA YENİ BİR DİL KURMALIYIZ
Yeni ve farklı bir genç kuşakla karşı karşıya olduğumuzdan söz ettiniz. Bu genç kuşak üniversite yönetimi olarak sizleri nasıl etkiliyor?
Çok önemli bir soru yönelttiniz. Bana göre anne-babaların, okulların, üniversitelerin yani hepimizin bu yeni kuşağa göre kendimizi değerlendirmemiz ve güncellememiz gerekiyor. Öğretim üyeleriyle öğrenciler arasında doğru bir iletişimin kurulması çok önemli. “Herkes için eğitim şart” diyoruz. Bana kalırsa anne - babaların ve öğretmenlerin eğitimi önem teşkil ediyor. Y kuşağı olarak isimlendirdiğimiz bu gençleri doğru biçimde yönlendirebilmeleri için anne-baba ve öğretmenleri bir formasyondan geçirmeliyiz. Mesela Y kuşağı, öğretmenlerini rol model olarak benimsemiyor. Tutkulu bir öğretmen bulurlarsa o tutkularını gerçekleştirmek adına yaşama anlam katan şeyler yapıyorlar. Tutkularının peşinden gidiyorlar ama para bu noktada belirleyici olmuyor. Sorgulayan, gezegen için kafa yoran farklı bir gençlikten bahsediyoruz.
Son Güncelleme: Salı, 24 Ocak 2017 16:36
Gösterim: 7188

