Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Türkiye, OECD’nin hazırladığı yaşam kalitesi endeksinde 34 ülke arasında sonuncu oldu. Eğitimde de durum değişmedi. Üniversite mezunu olanların oranı OECD ülkelerinde yüzde 74’ken Türkiye’de bu oran yüzde 31’de kaldı.
Cumhuriyet gazetesinde yer alan habere göre, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) konut, gelir, iş imkânları, toplum, eğitim, çevre, şeffaflık, sağlık, hayat memnuniyeti, güvenlik ve iş-özel hayat dengesi gibi göstergeleri dikkate alarak oluşturduğu Kaliteli Yaşam Endeksi’nde Türkiye son sırada yer aldı.
Endeksin hazırlanmasında kullanılan 11 kriterin tamamı göz önüne alındığında Türkiye Brezilya, Şili ve Meksika’nın ardından sonuncu olurken listenin en üst sırasında ise Avustralya yer aldı. OECD, Türkiye’nin son 20 yılda vatandaşlarının yaşam kalitelerini yükseltmek için oldukça dikkat çeken bir çaba sarf ettiğine dikkat çekerken birçok başlıkta diğer ülkelerin gerisinde kaldığını belirtti. Endekse göre; - Türkiye’de kişi başına yıllık gelir 10 bin 504 dolar ile OECD ortalaması olan 23 bin 47 doların yarısı bile etmiyor.
- Türkiye’de çalışabilir yaştaki (15-64) nüfusun yalnızca yüzde 48’i meslek sahibi. OECD ortalaması ise yüzde 66.
- Türkiye’de insanlar OECD ortalaması olan yıllık 1776 saatten daha fazla, yıllık 1877 saat çalışıyor.
- İşçilerin yüzde 46’sı çok uzun saatler çalışırken bu oran OECD ortalamasında yüzde 9.
- Eğitimde de durum pek parlak değil. Üniversite mezunu olanların oranı yüzde 31, OECD ortalaması ise yüzde 74.
- Türkiye’de yaşam süresi ortalama 75 yıl, OECD’de ise 80.
- Türkiye’de yaşları 15 ile 64 arasında olan kişilerin yüzde 48’inin paralı bir işi var. OECD ortalaması yüzde 66.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Türkiye, OECD’nin hazırladığı yaşam kalitesi endeksinde 34 ülke arasında sonuncu oldu. Eğitimde de durum değişmedi. Üniversite mezunu olanların oranı OECD ülkelerinde yüzde 74’ken Türkiye’de bu oran yüzde 31’de kaldı.
Cumhuriyet gazetesinde yer alan habere göre, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) konut, gelir, iş imkânları, toplum, eğitim, çevre, şeffaflık, sağlık, hayat memnuniyeti, güvenlik ve iş-özel hayat dengesi gibi göstergeleri dikkate alarak oluşturduğu Kaliteli Yaşam Endeksi’nde Türkiye son sırada yer aldı.
Endeksin hazırlanmasında kullanılan 11 kriterin tamamı göz önüne alındığında Türkiye Brezilya, Şili ve Meksika’nın ardından sonuncu olurken listenin en üst sırasında ise Avustralya yer aldı. OECD, Türkiye’nin son 20 yılda vatandaşlarının yaşam kalitelerini yükseltmek için oldukça dikkat çeken bir çaba sarf ettiğine dikkat çekerken birçok başlıkta diğer ülkelerin gerisinde kaldığını belirtti. Endekse göre; - Türkiye’de kişi başına yıllık gelir 10 bin 504 dolar ile OECD ortalaması olan 23 bin 47 doların yarısı bile etmiyor.
- Türkiye’de çalışabilir yaştaki (15-64) nüfusun yalnızca yüzde 48’i meslek sahibi. OECD ortalaması ise yüzde 66.
- Türkiye’de insanlar OECD ortalaması olan yıllık 1776 saatten daha fazla, yıllık 1877 saat çalışıyor.
- İşçilerin yüzde 46’sı çok uzun saatler çalışırken bu oran OECD ortalamasında yüzde 9.
- Eğitimde de durum pek parlak değil. Üniversite mezunu olanların oranı yüzde 31, OECD ortalaması ise yüzde 74.
- Türkiye’de yaşam süresi ortalama 75 yıl, OECD’de ise 80.
- Türkiye’de yaşları 15 ile 64 arasında olan kişilerin yüzde 48’inin paralı bir işi var. OECD ortalaması yüzde 66.
Son Güncelleme: Cuma, 16 Ağustos 2013 12:03
Gösterim: 1007
İngiltere'de yapılan araştırma, diğer faydalarının yanında, su içmenin beyin faaliyetlerini hızlandırdığını ortaya koydu. Çalışmaya göre, önemli bir işe başlamadan önce içilen üç bardak su, beynin reaksiyon hızını yüzde 14 artırıyor
İngiltere'de iki üniversitenin ortaklaşa gerçekleştirdiği araştırma, su içmenin yeni bir faydasını ortaya çıkardı. Araştırmaya göre, odaklanma gerektiren önemli bir iş öncesinde içilen su kişinin beyin faaliyetlerini hızlandırıyor.
Doğu Londra ve Westminster üniversitelerinden bilim insanlarının yaptığı çalışmada, deneye katılan gönüllülere birer hafta arayla iki farklı test uygulandı. İlk deneyde katılımcılara birer tahıllı gofret ve arzu ettikleri kadar su verildikten sonra kendilerinden bir dizi zeka testini tamamlamaları istendi. İkinci deneyde ise katılımcılar sadece gofreti tükettikten sonra soruları çözdü.
Araştırmanın sonuçlarını kaleme alan Dr. Caroline Edmonds, su içen bireylerin sorulara cevap verme konusunda reaksiyon sürelerinin gözle görülür şekilde hızlı olduğunu tespit ettiklerini belirtti. Çalışmanın sonuçlarına göre, özellikle odaklanma gerektiren bir işe başlamadan önce tüketilen üç bardak su, beynin reaksiyon hızını yüzde 14 artırıyor.
Araştırmacılar, suyun, deneklerin sadece reaksiyon hızlarında değil, kelime hafızası, görsel hafıza ve öğrenmeyle ilgili fonksiyonlarında da olumlu etki yaptığını gözlemledi. Suyun, insan beyni üzerinde böyle bir etki yapabilmesi için kişinin kendini susamış hissetmesi gerektiğine işaret edilen araştırma raporunda, "Ortaya çıkan en önemli sonuç, bireyin kendisini susamış hissettiğinde, fonksiyonlarının yavaşladığı ve susuzluk hissi ortadan kalktığında, zihinsel kapasitenin artmasıdır" ifadelerine yer verildi.
Kendini susamış hisseden bireylerin ruh hallerinde de değişiklik olduğuna değinilen araştırmada, susuzluğun kişiyi daha gergin ve "aklı karışmış" hale getirdiğini bu durumun da performansı etkilediği kaydedildi.
Araştırmanın bir diğer ilginç sonucu da "karmaşık kuralları öğrenmeye yönelik test ve çalışmalar" söz konusu olduğunda, susayan bireylerin daha başarılı sonuçlar ortaya koymaları oldu.
Suyun genel olarak zihinsel çalışmaları hızlandırdığını, nadir konularda ise durumun tersine döndüğünü ifade eden bilim insanları su ve beyin faaliyetleri arasındaki ilişkiyi çok daha detaylı inceleyecek yeni araştırmalara ihtiyaç olduğunu belirtti.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
İngiltere'de yapılan araştırma, diğer faydalarının yanında, su içmenin beyin faaliyetlerini hızlandırdığını ortaya koydu. Çalışmaya göre, önemli bir işe başlamadan önce içilen üç bardak su, beynin reaksiyon hızını yüzde 14 artırıyor
İngiltere'de iki üniversitenin ortaklaşa gerçekleştirdiği araştırma, su içmenin yeni bir faydasını ortaya çıkardı. Araştırmaya göre, odaklanma gerektiren önemli bir iş öncesinde içilen su kişinin beyin faaliyetlerini hızlandırıyor.
Doğu Londra ve Westminster üniversitelerinden bilim insanlarının yaptığı çalışmada, deneye katılan gönüllülere birer hafta arayla iki farklı test uygulandı. İlk deneyde katılımcılara birer tahıllı gofret ve arzu ettikleri kadar su verildikten sonra kendilerinden bir dizi zeka testini tamamlamaları istendi. İkinci deneyde ise katılımcılar sadece gofreti tükettikten sonra soruları çözdü.
Araştırmanın sonuçlarını kaleme alan Dr. Caroline Edmonds, su içen bireylerin sorulara cevap verme konusunda reaksiyon sürelerinin gözle görülür şekilde hızlı olduğunu tespit ettiklerini belirtti. Çalışmanın sonuçlarına göre, özellikle odaklanma gerektiren bir işe başlamadan önce tüketilen üç bardak su, beynin reaksiyon hızını yüzde 14 artırıyor.
Araştırmacılar, suyun, deneklerin sadece reaksiyon hızlarında değil, kelime hafızası, görsel hafıza ve öğrenmeyle ilgili fonksiyonlarında da olumlu etki yaptığını gözlemledi. Suyun, insan beyni üzerinde böyle bir etki yapabilmesi için kişinin kendini susamış hissetmesi gerektiğine işaret edilen araştırma raporunda, "Ortaya çıkan en önemli sonuç, bireyin kendisini susamış hissettiğinde, fonksiyonlarının yavaşladığı ve susuzluk hissi ortadan kalktığında, zihinsel kapasitenin artmasıdır" ifadelerine yer verildi.
Kendini susamış hisseden bireylerin ruh hallerinde de değişiklik olduğuna değinilen araştırmada, susuzluğun kişiyi daha gergin ve "aklı karışmış" hale getirdiğini bu durumun da performansı etkilediği kaydedildi.
Araştırmanın bir diğer ilginç sonucu da "karmaşık kuralları öğrenmeye yönelik test ve çalışmalar" söz konusu olduğunda, susayan bireylerin daha başarılı sonuçlar ortaya koymaları oldu.
Suyun genel olarak zihinsel çalışmaları hızlandırdığını, nadir konularda ise durumun tersine döndüğünü ifade eden bilim insanları su ve beyin faaliyetleri arasındaki ilişkiyi çok daha detaylı inceleyecek yeni araştırmalara ihtiyaç olduğunu belirtti.
Son Güncelleme: Çarşamba, 31 Temmuz 2013 12:16
Gösterim: 4032
Yaklaşık 2 yaşından itibaren bebeklerin, ebeveynleri sayesinde mizah anlayışının gelişebildiği belirlendi.
İngiltere'deki Cardiff Üniversitesi'nden bilim adamları, yaklaşık 10 yıl bazı bebekler ile ebeveynlerinin ilişkisini inceledi.
Ebeveynlerden çocuklar için mizah yönünden zengin kitaplar okumalarını isteyen bilim adamları, anne ve babaların seslerini kaydetti.
Mizah bölümlerinde ses tonlarını değiştiren ebeveynlerin ortalama 18 aylık bebeklerinin, ses farkını hata ya da garip değil "esprili bir dil" olarak algıladıkları görüldü.
Bilim adamlarından Merideth Gattis, araştırmacılardan biri, hayvan şeklindeki oyuncağı başına götürüp güldüğünde, 19-24 aylık bebeklerin çoğunun bunun "şaka" olduğunun farkına varıp, davranışı taklit ettiğini vurguladı.
Gattis, araştırmacı kalemin ters tarafıyla yazamadığı için üzüldüğünde ise bebeklerin bu hareketi taklit etmeden önce kalemi doğru şekilde tuttuklarını da ifade etti.
Mizah anlaşıyı için kritik dönemin yaklaşık 2 yaş olduğunu belirten bilim adamları, bu dönemde bebeğin yapılan garip şeyin aslında komik olduğunu anlamaya başladığına dikkati çekti.
Araştırma, "Cognitive Development" dergisinde yayımlandı.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Yaklaşık 2 yaşından itibaren bebeklerin, ebeveynleri sayesinde mizah anlayışının gelişebildiği belirlendi.
İngiltere'deki Cardiff Üniversitesi'nden bilim adamları, yaklaşık 10 yıl bazı bebekler ile ebeveynlerinin ilişkisini inceledi.
Ebeveynlerden çocuklar için mizah yönünden zengin kitaplar okumalarını isteyen bilim adamları, anne ve babaların seslerini kaydetti.
Mizah bölümlerinde ses tonlarını değiştiren ebeveynlerin ortalama 18 aylık bebeklerinin, ses farkını hata ya da garip değil "esprili bir dil" olarak algıladıkları görüldü.
Bilim adamlarından Merideth Gattis, araştırmacılardan biri, hayvan şeklindeki oyuncağı başına götürüp güldüğünde, 19-24 aylık bebeklerin çoğunun bunun "şaka" olduğunun farkına varıp, davranışı taklit ettiğini vurguladı.
Gattis, araştırmacı kalemin ters tarafıyla yazamadığı için üzüldüğünde ise bebeklerin bu hareketi taklit etmeden önce kalemi doğru şekilde tuttuklarını da ifade etti.
Mizah anlaşıyı için kritik dönemin yaklaşık 2 yaş olduğunu belirten bilim adamları, bu dönemde bebeğin yapılan garip şeyin aslında komik olduğunu anlamaya başladığına dikkati çekti.
Araştırma, "Cognitive Development" dergisinde yayımlandı.
Son Güncelleme: Pazar, 30 Haziran 2013 10:23
Gösterim: 1116
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının araştırmasına göre, vatandaşların yüzde 36,1'i tatillerini bulundukları yerde dinlenerek geçiriyor.Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 18 yaş üzerindeki vatandaşların tatil alışkanlıklarını inceledi. 18 bin 626 kişiye bir haftadan uzun tatillerini genellikle nasıl geçirdiklerinin sorulduğu araştırma sonuçlarına göre, katılımcıların yüzde 36,1'i tatilllerini bulundukları yerde dinlenerek geçiriyor. Katılımcıların yüzde 32,5'i tatil için zamanı olmadığını ifade ederken, yüzde 25,4'ü ise tatillerini memleketine köye giderek geçirdiğini belirtiyor. Verilere göre, tatillerde, katılımcıların yüzde 10,8'i otel, pansiyon ya da tatil köyüne, yüzde 4,7'si yazlığa, yüzde 2,7'si yaylaya, yüzde 1,1'i yurtdışına ve yüzde 0,9'u bağ evine gidiyor.
Ankara ve İstanbullular memlekete gidiyor
Kırda yaşayanların yüzde 47,9'u "tatil yapmaya zaman bulamazken", kentte yaşayanların sadece yüzde 26,5'i tatile zaman ayıramıyor. Ankara ve İstanbul'da yaşayanların yüzde 41'i tatilde memleketine köye gitmeyi tercih ederken, İzmirliler ise yüzde 37,6 oranla bulunduğu yerde dinlenmeyi istiyor.
Bölgeler arasındaki farklılaşmaya bakıldığında, tatile zaman bulamayan katılımcıların oranının en yüksek olduğu bölgeler Kuzeydoğu ve Güneydoğu bölgeleri. Tatilini bulunduğu yerde geçirenlerin oranının en yüksek olduğu bölgeler ise Batı Marmara ile Batı Karadeniz. Akdeniz Bölgesi ise yaylaya gitme tercihinde ilk sırada bulunuyor.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının araştırmasına göre, vatandaşların yüzde 36,1'i tatillerini bulundukları yerde dinlenerek geçiriyor.Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 18 yaş üzerindeki vatandaşların tatil alışkanlıklarını inceledi. 18 bin 626 kişiye bir haftadan uzun tatillerini genellikle nasıl geçirdiklerinin sorulduğu araştırma sonuçlarına göre, katılımcıların yüzde 36,1'i tatilllerini bulundukları yerde dinlenerek geçiriyor. Katılımcıların yüzde 32,5'i tatil için zamanı olmadığını ifade ederken, yüzde 25,4'ü ise tatillerini memleketine köye giderek geçirdiğini belirtiyor. Verilere göre, tatillerde, katılımcıların yüzde 10,8'i otel, pansiyon ya da tatil köyüne, yüzde 4,7'si yazlığa, yüzde 2,7'si yaylaya, yüzde 1,1'i yurtdışına ve yüzde 0,9'u bağ evine gidiyor.
Ankara ve İstanbullular memlekete gidiyor
Kırda yaşayanların yüzde 47,9'u "tatil yapmaya zaman bulamazken", kentte yaşayanların sadece yüzde 26,5'i tatile zaman ayıramıyor. Ankara ve İstanbul'da yaşayanların yüzde 41'i tatilde memleketine köye gitmeyi tercih ederken, İzmirliler ise yüzde 37,6 oranla bulunduğu yerde dinlenmeyi istiyor.
Bölgeler arasındaki farklılaşmaya bakıldığında, tatile zaman bulamayan katılımcıların oranının en yüksek olduğu bölgeler Kuzeydoğu ve Güneydoğu bölgeleri. Tatilini bulunduğu yerde geçirenlerin oranının en yüksek olduğu bölgeler ise Batı Marmara ile Batı Karadeniz. Akdeniz Bölgesi ise yaylaya gitme tercihinde ilk sırada bulunuyor.
Son Güncelleme: Pazar, 21 Temmuz 2013 13:41
Gösterim: 1067
Uzmanlar, sınavla ilgili hiç kaygı yaşamayanlarla aşırı kaygı duyanların başarı düzeylerinin düştüğünü; uygun dozda kaygının ise başarıyı artırdığını belirtiyor.
Türkiye Psikiyatri Derneği Üyesi ve Çocuk-Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Prof. Dr. Emine Öztürk Kılıç, hafta sonu yapılacak Seviye Belirleme Sınavı (SBS) öncesi, AA muhabirine yaptığı açıklamada, birçok öğrenci için sınavların önemli bir stres kaynağı olduğunu, kaygının özellikle sınav öncesi ve sınav sırasında yoğunlaştığını söyledi.
Sınavdan bir süre önce başlayan heyecanın, sınava hazırlık ve sınav sırasında dikkatin sorulara yoğunlaşmasını sağlama açısından "yararlı" olabildiğini dile getiren Kılıç, ''Sınava giren öğrenci, heyecan duygusu ile mücadele etmek, kalp çarpıntısı yerine sorulara odaklanırsa, bir süre sonra heyecan ortadan kaybolacaktır" ifadesini kullandı.
Kılıç, başarısızlık kaygısının uzun dönemli ve şiddetli yaşanmasının depresyon riski taşıdığını belirterek, bu durumun okul reddi gibi sorunlara yol açabildiğini bildirdi.
''Kaygı, öğrencinin daha iyi, daha düzenli çalışmasını sağlar"
Başarısızlık korkusunun, sınava hazırlık için önemli bir motivasyon kaynağı olabileceğinin altını çizen Kılıç, ''Kaygı, adayların daha iyi, daha düzenli çalışmalarını sağlar. Bilimsel çalışmalar, uygun stres düzeyinin başarıyı arttırdığını göstermektedir. Araştırmalar, sınavla ilgili hiç kaygılanmayanların ve aşırı kaygılananların başarı düzeyinin düştüğünü, buna karşılık uygun bir dozda kaygının başarıyı artırdığını düşündürmektedir.
Başa çıkılabilir ölçüdeki kaygının bir zararı yoktur. Uygun dozdaki kaygı, kişinin zorlu bir işe hazırlandığını, enerji harcadığını, başarma azmi içinde olduğunu gösterir. Gelişim sürecinde her zaman zorluklarla başa çıkmak, kişinin olgunlaşmasına ve kendine güven kazanmasına olanak tanır."
"Sınavda başarı için ergenlik dönemi sağlıklı geçirilmeli"
Kılıç, heyecan ve sınav stresinin rahatlıkla aşılabildiğini ancak bunun için gencin daha önce ruhsal sorunlarının olmaması gerektiğini vurguladı. "Gencin, daha önceden gelen bunaltı bozukluklarına yatkınlık, akademik başarı ile ilgili sorunlar ya da farklı ruhsal sorunları bulunuyorsa, o zaman stres bu gencin kapasitesini aşıp daha ciddi ruhsal ve bedensel belirtilerin ortaya çıkmasına yol açabilir" uyarısında bulunan Kılıç, ailenin aşırı beklentileri ve anne-baba ya da kardeş ilişkilerindeki sorunların, sınav kaygısını tetikleyebildiğine dikkati çekti.
Sınavda başarı için gençlerin "ergenlik dönemini sağlıklı geçirmesi, iyi bir eğitim sisteminde yetişmiş olması" gerektiğine işaret eden Kılıç, şöyle devam etti:
"Ergenlik, kişinin fiziksel, sosyal ve zihinsel açıdan çok hızlı gelişim gösterdiği bir dönemdir. Bu gelişmenin de uygun çevresel koşullarla desteklenmesi gerekir. Gençler, kendilerini geliştirmek için daha çok spor yapmaya, arkadaş grupları ile vakit geçirmeye, kendilerini tanımaya, kendi dünya görüşlerini geliştirecek biçimde okumaya ve tartışmaya gereksinim duyar. Maalesef, Türkiye'de ergen gelişimi açısından çok önemli bir dönem olan 15-18 yaşlarda gençler, hemen hemen bütün boş zamanlarını dershaneye giderek ya da ders çalışarak geçirmektedir.
Gençlerin, sınava hazırlık için ayırması gereken zaman dershanelerle birlikte daha da artmaktadır. Bu durum da hem ailenin ve hem gencin beklentisini yükseltmekte ve hem de stres kaynağı olmaktadır."
Üst Kategori: ROOT Kategori: Bunları Biliyor musunuz
Uzmanlar, sınavla ilgili hiç kaygı yaşamayanlarla aşırı kaygı duyanların başarı düzeylerinin düştüğünü; uygun dozda kaygının ise başarıyı artırdığını belirtiyor.
Türkiye Psikiyatri Derneği Üyesi ve Çocuk-Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Prof. Dr. Emine Öztürk Kılıç, hafta sonu yapılacak Seviye Belirleme Sınavı (SBS) öncesi, AA muhabirine yaptığı açıklamada, birçok öğrenci için sınavların önemli bir stres kaynağı olduğunu, kaygının özellikle sınav öncesi ve sınav sırasında yoğunlaştığını söyledi.
Sınavdan bir süre önce başlayan heyecanın, sınava hazırlık ve sınav sırasında dikkatin sorulara yoğunlaşmasını sağlama açısından "yararlı" olabildiğini dile getiren Kılıç, ''Sınava giren öğrenci, heyecan duygusu ile mücadele etmek, kalp çarpıntısı yerine sorulara odaklanırsa, bir süre sonra heyecan ortadan kaybolacaktır" ifadesini kullandı.
Kılıç, başarısızlık kaygısının uzun dönemli ve şiddetli yaşanmasının depresyon riski taşıdığını belirterek, bu durumun okul reddi gibi sorunlara yol açabildiğini bildirdi.
''Kaygı, öğrencinin daha iyi, daha düzenli çalışmasını sağlar"
Başarısızlık korkusunun, sınava hazırlık için önemli bir motivasyon kaynağı olabileceğinin altını çizen Kılıç, ''Kaygı, adayların daha iyi, daha düzenli çalışmalarını sağlar. Bilimsel çalışmalar, uygun stres düzeyinin başarıyı arttırdığını göstermektedir. Araştırmalar, sınavla ilgili hiç kaygılanmayanların ve aşırı kaygılananların başarı düzeyinin düştüğünü, buna karşılık uygun bir dozda kaygının başarıyı artırdığını düşündürmektedir.
Başa çıkılabilir ölçüdeki kaygının bir zararı yoktur. Uygun dozdaki kaygı, kişinin zorlu bir işe hazırlandığını, enerji harcadığını, başarma azmi içinde olduğunu gösterir. Gelişim sürecinde her zaman zorluklarla başa çıkmak, kişinin olgunlaşmasına ve kendine güven kazanmasına olanak tanır."
"Sınavda başarı için ergenlik dönemi sağlıklı geçirilmeli"
Kılıç, heyecan ve sınav stresinin rahatlıkla aşılabildiğini ancak bunun için gencin daha önce ruhsal sorunlarının olmaması gerektiğini vurguladı. "Gencin, daha önceden gelen bunaltı bozukluklarına yatkınlık, akademik başarı ile ilgili sorunlar ya da farklı ruhsal sorunları bulunuyorsa, o zaman stres bu gencin kapasitesini aşıp daha ciddi ruhsal ve bedensel belirtilerin ortaya çıkmasına yol açabilir" uyarısında bulunan Kılıç, ailenin aşırı beklentileri ve anne-baba ya da kardeş ilişkilerindeki sorunların, sınav kaygısını tetikleyebildiğine dikkati çekti.
Sınavda başarı için gençlerin "ergenlik dönemini sağlıklı geçirmesi, iyi bir eğitim sisteminde yetişmiş olması" gerektiğine işaret eden Kılıç, şöyle devam etti:
"Ergenlik, kişinin fiziksel, sosyal ve zihinsel açıdan çok hızlı gelişim gösterdiği bir dönemdir. Bu gelişmenin de uygun çevresel koşullarla desteklenmesi gerekir. Gençler, kendilerini geliştirmek için daha çok spor yapmaya, arkadaş grupları ile vakit geçirmeye, kendilerini tanımaya, kendi dünya görüşlerini geliştirecek biçimde okumaya ve tartışmaya gereksinim duyar. Maalesef, Türkiye'de ergen gelişimi açısından çok önemli bir dönem olan 15-18 yaşlarda gençler, hemen hemen bütün boş zamanlarını dershaneye giderek ya da ders çalışarak geçirmektedir.
Gençlerin, sınava hazırlık için ayırması gereken zaman dershanelerle birlikte daha da artmaktadır. Bu durum da hem ailenin ve hem gencin beklentisini yükseltmekte ve hem de stres kaynağı olmaktadır."
Son Güncelleme: Perşembe, 06 Haziran 2013 09:53
Gösterim: 862