Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

TBMM Milli Eğitim Komisyonu'ndan tartışmalı bir şekilde geçen 12 yıllık zorunlu eğitim yasa teklifinin 'hükümsüz' olduğunu ileri süren CHP, partili milletvekillerinin verdiği ve düzenlemeye eklenen 'Zonguldak'taki Karaelmas Üniversitesi'nin adının Bülent Ecevit Üniversitesi olarak değiştirilmesi' yönündeki teklifini geri çekti.

CHP, Bülent Ecevit Üniversitesi teklifini geri çektiAncak CHP'nin önerisi, komisyonda oylanıp kabul edildiği için Genel Kurul'a sunulan metinde yer alacak. CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak, teklifin geri çekilmesinin gerekçesini, "MEB Komisyonu'nda AKP'nin ortaya koyduğu anti-demokratik ve hukuki olmayan tavır ile milletvekillerimize yönelik fiili saldırılar bizi bu kararı almaya sevk etmiştir." şeklinde açıkladı.

> CHP, Bülent Ecevit Üniversitesi teklifini geri çekti

TBMM Milli Eğitim Komisyonu'ndan tartışmalı bir şekilde geçen 12 yıllık zorunlu eğitim yasa teklifinin 'hükümsüz' olduğunu ileri süren CHP, partili milletvekillerinin verdiği ve düzenlemeye eklenen 'Zonguldak'taki Karaelmas Üniversitesi'nin adının Bülent Ecevit Üniversitesi olarak değiştirilmesi' yönündeki teklifini geri çekti.

CHP, Bülent Ecevit Üniversitesi teklifini geri çektiAncak CHP'nin önerisi, komisyonda oylanıp kabul edildiği için Genel Kurul'a sunulan metinde yer alacak. CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak, teklifin geri çekilmesinin gerekçesini, "MEB Komisyonu'nda AKP'nin ortaya koyduğu anti-demokratik ve hukuki olmayan tavır ile milletvekillerimize yönelik fiili saldırılar bizi bu kararı almaya sevk etmiştir." şeklinde açıkladı.

Son Güncelleme: Perşembe, 15 Mart 2012 10:25

Gösterim: 1544

Eğitim sisteminin içinde bulunduğu acıklı durumla ilgili yazılarımıza devam ediyoruz.

10 ve 12 Mart tarihli yazılarda sistemin dışa vuran yıkıcı etkileri üzerinde durmuş ve "eğitim tarlası"na ektiğimiz tohumların bundan başka ürün veremeyeceğini belirtmiştik. Konuya iki ana başlık altında devam edeceğiz: Biri "enstrümanlar", diğeri "eğitimin felsefesi". Bunu en iyi ifade eden "Kem alâtla kemalât olmaz." sözüdür. "Usûl esasa takaddüm eder" hükmünü pekiştirici mahiyette olan bu sözün işaret ettiği hikmete göre, hedefinizde "ahlakî erdem ve olgunluk (kemâl)" varsa, bu "güzel hedef"e "kötü yol ve araçlar"ı kullanarak varamazsınız. Eğitimde kullanılan yöntem ve araçlar (alât) kötü olduğu gibi, hedefi de yanlıştır, zaten hedefinde ahlakî olgunluk (kemalât) yoktur.

Sakin bir zeminde bu konuyu ele almaya çalışalım.

Önce anahtar terimleri hangi anlamda kullandığımızı belirtmemiz lazım. Yol-yöntem ve araçlardan (alât) kastımız "okul, öğretmen ve müfredat"tır; hedeften kastımız ise çocukları eğip büken ve "eğitim" adı verilen özel bir işlemden geçiren sistemin nasıl bir insan modeli öngördüğü konusudur.

Sistemin merkezinde "okul" bulunmaktadır. Okul gayri şahsî olup geleneksel medreseden farklıdır. Aydınlanma'nın ürünüdür. Fransız İhtilali'nden önce "dini dışarı çıkarmaya" çalışan yeni sınıfın Kilise ile giriştiği büyük mücadelede "bilginin üretimi, aktarımı ve otorite" üzerinde patlak veren kavga sürecinde modern kimliğini ve işlevini kazanmıştır. Kilise'ye göre bilgi tekeli kendisine aitti, bilginin kaynağı İncil ve dindi, bilgiyi aktarma görevi kendi uhdesinde bulunmalı, bilginin elde edilmesinde ve aktarımında otorite kendisi alınmalıydı. Hikâyeyi biliyorsunuz, kavgayı büyük ölçüde burjuvazi ve modern ulus devleti kazandı, ama Kilise de bütünüyle eğitim işinden çekilmedi, kendine ait okullarla geri kalan gücü oranında yoluna devam etmekle yetindi.

Kilise'nin aktardığı bilgi, geçmişte İbn Rüştçülerle kavgası, Engizisyon Mahkemeleri vs. meseleler ayrı konu. Kesin olan şu ki, Kilise Ortaçağ'da bütün toplumu kendi denetimi altında tutmak istiyordu, Kıta Avrupası topraklarının üçte birini de kontrol ediyordu, ama toplumun genelini sıkı markaj -okul sistemiyle- eğitme gibi bir yönelimi yoktu. Peter L. Berger'e bakarsanız, Avrupa tarihinde ilk defa dini hayatı bu kadar yaygın ve toplumsal alt katmanları içine alacak şekilde yaşamaya başladı, Avrupa halkları Ortaçağ boyunca pagan olarak yaşadılar. Çünkü Kilise'nin ilk yönelimi "iktidar"dı, toplumun genelini "eğitimden geçirme" gibi bir projesi yoktu, pazar günleri duaya gidenler neyi öğreniyorlar idiyse o kadarıyla yetinilirdi.

Okul, Cumhuriyet'ten sonra ve toplumun genelini "eğitim"den geçirme adına "yurttaş" denen yeni bir insan modeli inşa etme gibi bir işlev üstlenerek sahneye girdi.

Pekiyi, acaba "eğitim"in kendisi ne kadar meşru bir işlem? Veya ilahi isimleri kendinde tecelli ettirme potansiyeline sahip "insanı eğitmek" onun eşref-i mahlukat misyonuyla uyuşur mu? Eğer "eğitmek" meşru bir çaba ise kimin kimi ve hangi formasyonu veya ayrıcalıklı misyonu dolayısıyla "eğitme hak ve yetkisi" vardır? Diyelim ki birileri bu hak ve yetkiyi kendinde buldu, özel bir işlemden geçirdiği insanı hangi ana hedeflere yöneltmek, hangi insan modelini inşa etmek üzere bu yetkiyi kullanacaktır?

Hakikatte kimsenin bir başkasını "eğitme"ye hak ve yetkisi yoktur. Ne devletin, ne şahısların. Ancak "hayvanlar veya embesiller" eğitilir. Hayvanları, onları evcilleştirmek, ehlileştirip hizmetimize sokmak, belli bir zekâ seviyesinin hayli altında olan çocukları da hiç değilse çabalarıyla kendi basit işlerini görebilecek kıvama getirmek için eğitiriz. Bu işlem "normal insan-altı varlıklar" içindir. İnsan bedenden ibaret değildir, Nefha-i ruh'un sayısız türevlerine, akıl ve zekâ gibi yüksek istisnai bağışlara sahiptir. İnsan eğitilmez, insana öğretilir. Bu yüzden konuyla ilgili seçilecek anahtar terimler "ta'lim, terbiye, maarif" olmalıdır. Osmanlı bu terimlerin içini boşaltmış, kullanışsız hale getirmişti, ama bu, söz konusu terimlerin semantiklerinin öldüğü anlamına gelmez.

(Ali Bulaç-zaman gazetesi)

> Okul bizi niye eğitiyor?

Eğitim sisteminin içinde bulunduğu acıklı durumla ilgili yazılarımıza devam ediyoruz.

10 ve 12 Mart tarihli yazılarda sistemin dışa vuran yıkıcı etkileri üzerinde durmuş ve "eğitim tarlası"na ektiğimiz tohumların bundan başka ürün veremeyeceğini belirtmiştik. Konuya iki ana başlık altında devam edeceğiz: Biri "enstrümanlar", diğeri "eğitimin felsefesi". Bunu en iyi ifade eden "Kem alâtla kemalât olmaz." sözüdür. "Usûl esasa takaddüm eder" hükmünü pekiştirici mahiyette olan bu sözün işaret ettiği hikmete göre, hedefinizde "ahlakî erdem ve olgunluk (kemâl)" varsa, bu "güzel hedef"e "kötü yol ve araçlar"ı kullanarak varamazsınız. Eğitimde kullanılan yöntem ve araçlar (alât) kötü olduğu gibi, hedefi de yanlıştır, zaten hedefinde ahlakî olgunluk (kemalât) yoktur.

Sakin bir zeminde bu konuyu ele almaya çalışalım.

Önce anahtar terimleri hangi anlamda kullandığımızı belirtmemiz lazım. Yol-yöntem ve araçlardan (alât) kastımız "okul, öğretmen ve müfredat"tır; hedeften kastımız ise çocukları eğip büken ve "eğitim" adı verilen özel bir işlemden geçiren sistemin nasıl bir insan modeli öngördüğü konusudur.

Sistemin merkezinde "okul" bulunmaktadır. Okul gayri şahsî olup geleneksel medreseden farklıdır. Aydınlanma'nın ürünüdür. Fransız İhtilali'nden önce "dini dışarı çıkarmaya" çalışan yeni sınıfın Kilise ile giriştiği büyük mücadelede "bilginin üretimi, aktarımı ve otorite" üzerinde patlak veren kavga sürecinde modern kimliğini ve işlevini kazanmıştır. Kilise'ye göre bilgi tekeli kendisine aitti, bilginin kaynağı İncil ve dindi, bilgiyi aktarma görevi kendi uhdesinde bulunmalı, bilginin elde edilmesinde ve aktarımında otorite kendisi alınmalıydı. Hikâyeyi biliyorsunuz, kavgayı büyük ölçüde burjuvazi ve modern ulus devleti kazandı, ama Kilise de bütünüyle eğitim işinden çekilmedi, kendine ait okullarla geri kalan gücü oranında yoluna devam etmekle yetindi.

Kilise'nin aktardığı bilgi, geçmişte İbn Rüştçülerle kavgası, Engizisyon Mahkemeleri vs. meseleler ayrı konu. Kesin olan şu ki, Kilise Ortaçağ'da bütün toplumu kendi denetimi altında tutmak istiyordu, Kıta Avrupası topraklarının üçte birini de kontrol ediyordu, ama toplumun genelini sıkı markaj -okul sistemiyle- eğitme gibi bir yönelimi yoktu. Peter L. Berger'e bakarsanız, Avrupa tarihinde ilk defa dini hayatı bu kadar yaygın ve toplumsal alt katmanları içine alacak şekilde yaşamaya başladı, Avrupa halkları Ortaçağ boyunca pagan olarak yaşadılar. Çünkü Kilise'nin ilk yönelimi "iktidar"dı, toplumun genelini "eğitimden geçirme" gibi bir projesi yoktu, pazar günleri duaya gidenler neyi öğreniyorlar idiyse o kadarıyla yetinilirdi.

Okul, Cumhuriyet'ten sonra ve toplumun genelini "eğitim"den geçirme adına "yurttaş" denen yeni bir insan modeli inşa etme gibi bir işlev üstlenerek sahneye girdi.

Pekiyi, acaba "eğitim"in kendisi ne kadar meşru bir işlem? Veya ilahi isimleri kendinde tecelli ettirme potansiyeline sahip "insanı eğitmek" onun eşref-i mahlukat misyonuyla uyuşur mu? Eğer "eğitmek" meşru bir çaba ise kimin kimi ve hangi formasyonu veya ayrıcalıklı misyonu dolayısıyla "eğitme hak ve yetkisi" vardır? Diyelim ki birileri bu hak ve yetkiyi kendinde buldu, özel bir işlemden geçirdiği insanı hangi ana hedeflere yöneltmek, hangi insan modelini inşa etmek üzere bu yetkiyi kullanacaktır?

Hakikatte kimsenin bir başkasını "eğitme"ye hak ve yetkisi yoktur. Ne devletin, ne şahısların. Ancak "hayvanlar veya embesiller" eğitilir. Hayvanları, onları evcilleştirmek, ehlileştirip hizmetimize sokmak, belli bir zekâ seviyesinin hayli altında olan çocukları da hiç değilse çabalarıyla kendi basit işlerini görebilecek kıvama getirmek için eğitiriz. Bu işlem "normal insan-altı varlıklar" içindir. İnsan bedenden ibaret değildir, Nefha-i ruh'un sayısız türevlerine, akıl ve zekâ gibi yüksek istisnai bağışlara sahiptir. İnsan eğitilmez, insana öğretilir. Bu yüzden konuyla ilgili seçilecek anahtar terimler "ta'lim, terbiye, maarif" olmalıdır. Osmanlı bu terimlerin içini boşaltmış, kullanışsız hale getirmişti, ama bu, söz konusu terimlerin semantiklerinin öldüğü anlamına gelmez.

(Ali Bulaç-zaman gazetesi)

Son Güncelleme: Perşembe, 15 Mart 2012 09:45

Gösterim: 2081

Sabah Gazetesi Yazarı Yavuz Donat'ın bugünkü eğitim yazısı

                                                                                                  Reform

Reform Türkiye"eğitim reformu" yapıyor... Reform "iki rauntta" yasalaşacak.

Birinci raunt Milli Eğitim Komisyonu'nda "oynandı."

Boğazı sıkılan mı ararsınız, yerde yuvarlanan mı, tekme atan mı, selobant tankı fırlatan mı?.. Hepsi var.

***

İkinci raunt "Genel Kurul'da."

Perşembenin gelişi çarşambadan belli.

Komisyon'da yaşananlar, Genel Kurul'da yaşanacakların habercisi.

***

Sayın TBMM Başkanı Cemil Çiçek. "Özel yetkili" 2 ekip kursanız.

1. Hâkim ve savcı kökenli milletvekilleri...

Komisyondaki kavgada "kim suçlu kim suçsuz" araştırsalar.

2. Genç, güçlü, kuvvetli milletvekillerinden oluşacak bir "güvenlik timi."

Meclis'teki müzakerelerde ihtiyaç olacak da.

***

Türkiye "eğitim reformunu" böyle yapıyorsa...

Merak ediyoruz,

"Anayasa reformunu" nasıl başaracak?

Acele işe...

Diyarbakır'dan Dr. Abdurrahman Yakut...

Dün sabah ziyaretimize gelmişti... Kahve içiyor, sohbet ediyorduk.

Söz "eğitimden...

Reformdan... 4+4+4'ten" açılınca, Abdurrahman Yakut dedi ki:

- Pakize Suda eline mikrofonu alıp sokağa çıksa... Önüne gelene "4+4+4 nedir" diye sorsa... Allah hakkı için 100 kişiden 90'ı, ne olduğunu bilmez.

***

Sadece "sokaktaki vatandaş" mı?

"Konuyu" Meclis'te tartışanların bile "yeterince bildiğinden" şüpheliyiz.

Babalar ve oğullar

Salı akşamı TV'de "Altan Öymen'i" dinliyor, gazetede "Mehmet Barlas'ı" okuyor ve "reklam arasında... Gazete okuma molasında" kitap karıştırıyorduk.

Kitapta Mehmet Barlas ile Altan Öymen'in "babalarına" rastladık.

26 Mayıs 1943...

Gaziantep Milletvekili Cemil Said Barlas, "Haydarpaşa Lisesi'nde hasta öğrenciler olduğunu" söylüyor...

Bakan'ı eleştiriyor.

Maarif Vekili Hasan Ali Yücel "biliyorum, ilgileniyorum" diyor:

-Evet, bu liseden 2-3 veremli çıkmıştır... Ele alıyorum... Endişe edilecek bir şey yok... Nitekim atletizm yarışmasında bu lise birinci geldi.

***

Tarih 12 Şubat 1946...

Meclis'te "özel okullar" konuşuluyor.

Ve Bolu Milletvekili Hıfzırrahman Raşit Öymen kürsüye çıkıyor.

"Özel okul ücretlerinin" yüksekliğinden yakınıyor, "önlem alınmasını" istiyor: - Yangın bacayı sardıktan sonra tedbir getirilirse çocuklar sokakta kalırlar.

***

Rastlantıya bakın...

"Babaları" yıllar önce Meclis'te "eğitimi" tartışmışlar.

Şimdi "oğulları" tartışıyorlar...

Konu... Yine eğitim.

Dayak

Meclis'te "eğitim üzerine" konuşulurken... 9 Aralık 1940...

Maarif Bakanı Hasan Ali Yücel üslûbunu biraz sertleştirince...

Çanakkale Milletvekili Ziya Gevher Etili söz ister... Ve kürsüde şöyle der:

Sevimli Maarif Vekili'mizden bize karşı daha az sert olmalarını, yumuşak olmalarını bekleriz.

Okullardan dayağı kaldırdık, fakat Maarif Vekili burada bizi azarlıyorlar.

Onun için daha yumuşak konuşalım.

Çünkü maarif yumuşaklıkla olur.

***

Evet, okullarda "dayağı" çoktan kaldırdık.

Ah, Meclis'te de kaldırabilsek.

Hasan Ali Yücel

Kitap iki cilt... Toplam bin 32 sayfa:

"Hasan Ali Yücel'in TBMM Konuşmaları ve İlgili Görüşmeler."

TBMM Yayını... 1999.

***

Hasan Ali Yücel "7 yıl, 7 ay, 7 gün" Milli Eğitim Bakanlığı yaptı.

"Kitap... Konuşmalar...

Görüşmeler" ilgimizi çekti... Bilmiyoruz "yaptığımız alıntılar" hoşunuza gitti mi?

Meslek lisesi Türkiye meselesi

Meslek liseleri... Meslek eğitimi...

"Her dönem" tartışılmış.

Örneğin... 26 Mayıs 1943... Meclis'te "Milli Eğitim Bakanlığı'nın bütçesi" görüşülüyor.

Bakan Hasan Ali Yücel, milletvekillerine "meslek eğitimini" övüyor:

- Gidiniz görünüz...

Bacak kadar Türk çocukları tezgâhları başında çalışırken... Döküm dökerken... Tahta rendelerken...

Mengenede uğraşırken... Gittim gördüm...

Heyecanımı zapt için kendimi tutmaya mecbur kaldım.

(Yavuz Donat-sabah gazetesi)

> Reform "iki rauntta" yasalaşacak.

Sabah Gazetesi Yazarı Yavuz Donat'ın bugünkü eğitim yazısı

                                                                                                  Reform

Reform Türkiye"eğitim reformu" yapıyor... Reform "iki rauntta" yasalaşacak.

Birinci raunt Milli Eğitim Komisyonu'nda "oynandı."

Boğazı sıkılan mı ararsınız, yerde yuvarlanan mı, tekme atan mı, selobant tankı fırlatan mı?.. Hepsi var.

***

İkinci raunt "Genel Kurul'da."

Perşembenin gelişi çarşambadan belli.

Komisyon'da yaşananlar, Genel Kurul'da yaşanacakların habercisi.

***

Sayın TBMM Başkanı Cemil Çiçek. "Özel yetkili" 2 ekip kursanız.

1. Hâkim ve savcı kökenli milletvekilleri...

Komisyondaki kavgada "kim suçlu kim suçsuz" araştırsalar.

2. Genç, güçlü, kuvvetli milletvekillerinden oluşacak bir "güvenlik timi."

Meclis'teki müzakerelerde ihtiyaç olacak da.

***

Türkiye "eğitim reformunu" böyle yapıyorsa...

Merak ediyoruz,

"Anayasa reformunu" nasıl başaracak?

Acele işe...

Diyarbakır'dan Dr. Abdurrahman Yakut...

Dün sabah ziyaretimize gelmişti... Kahve içiyor, sohbet ediyorduk.

Söz "eğitimden...

Reformdan... 4+4+4'ten" açılınca, Abdurrahman Yakut dedi ki:

- Pakize Suda eline mikrofonu alıp sokağa çıksa... Önüne gelene "4+4+4 nedir" diye sorsa... Allah hakkı için 100 kişiden 90'ı, ne olduğunu bilmez.

***

Sadece "sokaktaki vatandaş" mı?

"Konuyu" Meclis'te tartışanların bile "yeterince bildiğinden" şüpheliyiz.

Babalar ve oğullar

Salı akşamı TV'de "Altan Öymen'i" dinliyor, gazetede "Mehmet Barlas'ı" okuyor ve "reklam arasında... Gazete okuma molasında" kitap karıştırıyorduk.

Kitapta Mehmet Barlas ile Altan Öymen'in "babalarına" rastladık.

26 Mayıs 1943...

Gaziantep Milletvekili Cemil Said Barlas, "Haydarpaşa Lisesi'nde hasta öğrenciler olduğunu" söylüyor...

Bakan'ı eleştiriyor.

Maarif Vekili Hasan Ali Yücel "biliyorum, ilgileniyorum" diyor:

-Evet, bu liseden 2-3 veremli çıkmıştır... Ele alıyorum... Endişe edilecek bir şey yok... Nitekim atletizm yarışmasında bu lise birinci geldi.

***

Tarih 12 Şubat 1946...

Meclis'te "özel okullar" konuşuluyor.

Ve Bolu Milletvekili Hıfzırrahman Raşit Öymen kürsüye çıkıyor.

"Özel okul ücretlerinin" yüksekliğinden yakınıyor, "önlem alınmasını" istiyor: - Yangın bacayı sardıktan sonra tedbir getirilirse çocuklar sokakta kalırlar.

***

Rastlantıya bakın...

"Babaları" yıllar önce Meclis'te "eğitimi" tartışmışlar.

Şimdi "oğulları" tartışıyorlar...

Konu... Yine eğitim.

Dayak

Meclis'te "eğitim üzerine" konuşulurken... 9 Aralık 1940...

Maarif Bakanı Hasan Ali Yücel üslûbunu biraz sertleştirince...

Çanakkale Milletvekili Ziya Gevher Etili söz ister... Ve kürsüde şöyle der:

Sevimli Maarif Vekili'mizden bize karşı daha az sert olmalarını, yumuşak olmalarını bekleriz.

Okullardan dayağı kaldırdık, fakat Maarif Vekili burada bizi azarlıyorlar.

Onun için daha yumuşak konuşalım.

Çünkü maarif yumuşaklıkla olur.

***

Evet, okullarda "dayağı" çoktan kaldırdık.

Ah, Meclis'te de kaldırabilsek.

Hasan Ali Yücel

Kitap iki cilt... Toplam bin 32 sayfa:

"Hasan Ali Yücel'in TBMM Konuşmaları ve İlgili Görüşmeler."

TBMM Yayını... 1999.

***

Hasan Ali Yücel "7 yıl, 7 ay, 7 gün" Milli Eğitim Bakanlığı yaptı.

"Kitap... Konuşmalar...

Görüşmeler" ilgimizi çekti... Bilmiyoruz "yaptığımız alıntılar" hoşunuza gitti mi?

Meslek lisesi Türkiye meselesi

Meslek liseleri... Meslek eğitimi...

"Her dönem" tartışılmış.

Örneğin... 26 Mayıs 1943... Meclis'te "Milli Eğitim Bakanlığı'nın bütçesi" görüşülüyor.

Bakan Hasan Ali Yücel, milletvekillerine "meslek eğitimini" övüyor:

- Gidiniz görünüz...

Bacak kadar Türk çocukları tezgâhları başında çalışırken... Döküm dökerken... Tahta rendelerken...

Mengenede uğraşırken... Gittim gördüm...

Heyecanımı zapt için kendimi tutmaya mecbur kaldım.

(Yavuz Donat-sabah gazetesi)

Son Güncelleme: Perşembe, 15 Mart 2012 09:33

Gösterim: 1832

Sabah gazetesi yazarı Meliha Okur'un bugünkü eğitim yazısı
 
Altta alüminyum folyo, üstte naylon branda!.. Tam da mikro dalga fırında tavuk pişirir misali! 11 can işte böyle yandı, gitti. Artık kabul ediyorum. Biz adam olmayız.

Hep "mış" gibi yapıyoruz. Bir türlü tedbir almıyoruz. Yaptığımız işin içini sonradan dolduruyoruz. Asıl sorun bu değil mi?

Sezen Aksu, "Masum değiliz hiçbirimiz..." diyor şarkısında. Son yangın öyle.

11 işçiye o çadırı veren taşeron da, o taşeronu denetlemeyen işveren de, haklarının farkında olmayan işçi de! Hiçbiri masum değil ki! 11 canın yok olup gitmesinde zincirleme hatalar var. Ders çıkarmalıyız.


Nedir bu ders? Bir kere yaptığımız işin farkında olmalıyız. Eskiden okulda öğrendiklerimizle emekli oluyorduk. Hobi odaklı faaliyetlerle yaşam kalitemizi artırıyorduk.

Şimdi öyle mi?

Teknoloji hızla gelişiyor. Yenilikler karşısında yenilgiye uğruyoruz. Eğer kendimizi yenilemezsek hayatın dışında kalacağız. Türkiye'de çalışanların işyerini değiştirme sıklığı arttı, bir çalışan ortalama beş işyeri değiştiriyor. Bir ay önce inşaat sektöründe çalışanlara, "İş Sağlığı ve Güvenliği Belgesi" alma zorunluluğu geldi.

Çadırda işçi yatıran müteahhidin bundan haberi var mı?

Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürü Doç. Dr. Kemal Biçerli, "Belgeyi, 40 saatlik eğitim sonunda mesleki eğitim merkezlerimiz veriyor" dedi. Usta, çırak, kalfa yetiştirmek, vasıfsız işçiye vasıf kazandırmak kolay mı?

Biçerli, İŞKUR Genel Müdürü'ydü. Uzmanlık alanı çalışma ekonomisi. Ama şimdi sayısı 969'a ulaşan Halk Eğitim Merkezi, 15 Olgunlaşma Enstitüsü, meslek ve çıraklık eğitim merkezleri, açık lise ve açık ilköğretim merkezlerinde verilen eğitim programlarını takip ediyor. "Hayat boyu eğitim" projelerine imza atıyor. Bilgi, belge yaşam sunuyor insana.


Gelin görün ki, yanan 11 işçinin çalıştığı inşaat sektöründe ne sendika var, ne de işçi niteliği!

İş güvenliği müfettişleri yok, kaos çok.

Kimse belge aramıyor. Oysa AB standartlarında bakkal açmak için bile belge gerekiyor. Uluslararası Kimya, Maden, Enerji İşçileri Federasyonu (ICME) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) hesaplamış. Kömürde ölümlü kazada dünya birincisiyiz. Çin ve Kuzey Kore'nin önündeyiz.ILO, "Dünyada en fazla işgünü kaybı grevlerden değil, iş kazalarından geliyor" diyor. Bizde, kazalardan dolayı kaybolan işgücü 2 kat daha fazla.

Türkiye'de sendikalaşma oranı yüzde 4.5 ve çok düşük diyen Türkiye Maden-İş Sendikası Eğitim Müdürü Dr. Fikret Sazak uyarıyor: "Sendikalardan korkmaya gerek yok. Sendika, işvereni uyarır, daha az zarara uğramasını sağlar, kârsız çalışmasını, ülke ekonomisinin kaybetmesini önler. İşyerinde düzen, denetim, işverenin oto kontrolünü sağlar. Bazen 'Ah bir geriye dönsek. neler yaparız, neler' deriz. İşverenler için de kazalar öyle. Eğer sendika olsaydı, işçiler öyle yanmazdı..."

Demek ki, parası olan, yüzde 70'i kayıtdışı çalışan inşaat sektörüne koşmamalı. Müteahhitlere yerinde ve sürekli denetim şart!

> Hayat boyu öğrenmek

Sabah gazetesi yazarı Meliha Okur'un bugünkü eğitim yazısı
 
Altta alüminyum folyo, üstte naylon branda!.. Tam da mikro dalga fırında tavuk pişirir misali! 11 can işte böyle yandı, gitti. Artık kabul ediyorum. Biz adam olmayız.

Hep "mış" gibi yapıyoruz. Bir türlü tedbir almıyoruz. Yaptığımız işin içini sonradan dolduruyoruz. Asıl sorun bu değil mi?

Sezen Aksu, "Masum değiliz hiçbirimiz..." diyor şarkısında. Son yangın öyle.

11 işçiye o çadırı veren taşeron da, o taşeronu denetlemeyen işveren de, haklarının farkında olmayan işçi de! Hiçbiri masum değil ki! 11 canın yok olup gitmesinde zincirleme hatalar var. Ders çıkarmalıyız.


Nedir bu ders? Bir kere yaptığımız işin farkında olmalıyız. Eskiden okulda öğrendiklerimizle emekli oluyorduk. Hobi odaklı faaliyetlerle yaşam kalitemizi artırıyorduk.

Şimdi öyle mi?

Teknoloji hızla gelişiyor. Yenilikler karşısında yenilgiye uğruyoruz. Eğer kendimizi yenilemezsek hayatın dışında kalacağız. Türkiye'de çalışanların işyerini değiştirme sıklığı arttı, bir çalışan ortalama beş işyeri değiştiriyor. Bir ay önce inşaat sektöründe çalışanlara, "İş Sağlığı ve Güvenliği Belgesi" alma zorunluluğu geldi.

Çadırda işçi yatıran müteahhidin bundan haberi var mı?

Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürü Doç. Dr. Kemal Biçerli, "Belgeyi, 40 saatlik eğitim sonunda mesleki eğitim merkezlerimiz veriyor" dedi. Usta, çırak, kalfa yetiştirmek, vasıfsız işçiye vasıf kazandırmak kolay mı?

Biçerli, İŞKUR Genel Müdürü'ydü. Uzmanlık alanı çalışma ekonomisi. Ama şimdi sayısı 969'a ulaşan Halk Eğitim Merkezi, 15 Olgunlaşma Enstitüsü, meslek ve çıraklık eğitim merkezleri, açık lise ve açık ilköğretim merkezlerinde verilen eğitim programlarını takip ediyor. "Hayat boyu eğitim" projelerine imza atıyor. Bilgi, belge yaşam sunuyor insana.


Gelin görün ki, yanan 11 işçinin çalıştığı inşaat sektöründe ne sendika var, ne de işçi niteliği!

İş güvenliği müfettişleri yok, kaos çok.

Kimse belge aramıyor. Oysa AB standartlarında bakkal açmak için bile belge gerekiyor. Uluslararası Kimya, Maden, Enerji İşçileri Federasyonu (ICME) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) hesaplamış. Kömürde ölümlü kazada dünya birincisiyiz. Çin ve Kuzey Kore'nin önündeyiz.ILO, "Dünyada en fazla işgünü kaybı grevlerden değil, iş kazalarından geliyor" diyor. Bizde, kazalardan dolayı kaybolan işgücü 2 kat daha fazla.

Türkiye'de sendikalaşma oranı yüzde 4.5 ve çok düşük diyen Türkiye Maden-İş Sendikası Eğitim Müdürü Dr. Fikret Sazak uyarıyor: "Sendikalardan korkmaya gerek yok. Sendika, işvereni uyarır, daha az zarara uğramasını sağlar, kârsız çalışmasını, ülke ekonomisinin kaybetmesini önler. İşyerinde düzen, denetim, işverenin oto kontrolünü sağlar. Bazen 'Ah bir geriye dönsek. neler yaparız, neler' deriz. İşverenler için de kazalar öyle. Eğer sendika olsaydı, işçiler öyle yanmazdı..."

Demek ki, parası olan, yüzde 70'i kayıtdışı çalışan inşaat sektörüne koşmamalı. Müteahhitlere yerinde ve sürekli denetim şart!

Son Güncelleme: Perşembe, 15 Mart 2012 10:05

Gösterim: 2403

Dünya Bankası, Kalkınma Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı'nın ortaklaşa düzenlediği 'Yüksek Büyümenin Sürdürülebilirliği: Yurtiçi Tasarrufların Rolü' başlıklı Türkiye ülke ekonomik raporunun tanıtım toplantısı Hilton Otel'de gerçekleştirildi. Toplantıya Başbakan Yardımcısı Babacan, ekonomik kalkınmayla eğitim ilişkisine vurgu yaptı.
ali_babacanUzun vadede eğitimin Türkiye için en temel alan olduğunu vurgulayan Babacan, Türkiye'nin kişi başına 25 bin dolar geliri olan bir ülke haline gelmesinin, 10 büyük ekonomiden biri olmasının mevcut eğitim sistemiyle mümkün olmadığını vurguladı. Babacan, "Eğitimi ideolojik bir çekişme alanı olmaktan çıkarıp, ülkenin geleceğiyle alakalı stratejik bir alan olarak görmedikten sonra Türkiye'nin gerçek anlamda gelişmiş bir ekonomi olması mümkün değil" dedi.

> Babacan: Bu eğitim sistemiyle 25 bin doları göremeyiz

Dünya Bankası, Kalkınma Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı'nın ortaklaşa düzenlediği 'Yüksek Büyümenin Sürdürülebilirliği: Yurtiçi Tasarrufların Rolü' başlıklı Türkiye ülke ekonomik raporunun tanıtım toplantısı Hilton Otel'de gerçekleştirildi. Toplantıya Başbakan Yardımcısı Babacan, ekonomik kalkınmayla eğitim ilişkisine vurgu yaptı.
ali_babacanUzun vadede eğitimin Türkiye için en temel alan olduğunu vurgulayan Babacan, Türkiye'nin kişi başına 25 bin dolar geliri olan bir ülke haline gelmesinin, 10 büyük ekonomiden biri olmasının mevcut eğitim sistemiyle mümkün olmadığını vurguladı. Babacan, "Eğitimi ideolojik bir çekişme alanı olmaktan çıkarıp, ülkenin geleceğiyle alakalı stratejik bir alan olarak görmedikten sonra Türkiye'nin gerçek anlamda gelişmiş bir ekonomi olması mümkün değil" dedi.

Son Güncelleme: Perşembe, 15 Mart 2012 00:40

Gösterim: 1835


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.