Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Türkiye'de okuyan yabancı öğrencilerin yılda bir kez ülkelerine gidiş-dönüş masraflarını devletin karşılayacağı müjdesi, öğrencilerin ayaklarını yerden kesti.
Lisans, yüksek lisans ve doktora için Türkiye'ye gelen ancak maddî imkânsızlıklar sebebiyle memleketlerine gidemeyen öğrenciler sevinçlerini Zaman'la paylaştı. Çapa Tıp Fakültesi öğrencisi Endonezyalı Teuku Mahreza, iki yıldır ailesini görememiş. Yaz tatilinde bedava bilet fırsatından yararlanacağının altını çiziyor. Batı Afrika ülkesi Burundi'den yüksek lisans için İstanbul'a gelen Serges Sabimbona ise eşi ve iki çocuğunu geride bıraktığını söylüyor. Türk yetkililere teşekkür ederken, "Çocuklarımı görebileceğim. Aileme müjdeyi verdim." diyor.
Maddi durumu yetersiz olduğundan ailesini 3 yıldır göremiyor
Batı Afrika ülkesi Burundi'li Serges Sabimbona (35), maddi durumu iyi olmadığı için ailesini üç yıldır göremediğini anlattı. İstanbul Üniversitesi'nde okuyan Sabimbona, ailesini çok özlediğini hemen her gün sosyal paylaşım sitesi Facebook üzerinden çocuklarının resimlerine baktığını söyledi. Ülkesine gidiş-dönüş masraflarının bin Euro'yu geçtiğini ifade eden Sabimbona, "Türk yetkililere çok teşekkür ediyorum. Çocuklarımı görebileceğim. Aileme müjdeyi verdim. Onlar da Türklere duacı." diye konuştu.
Çapa Tıp Fakültesi birinci sınıf öğrencisi Endonezyalı Teuku Mahreza da uçak biletleri pahalı olduğu için iki yıldır ülkesine gidemediğini kaydetti. Yaz tatilinde devletin kendilerine tanıdığı bedava bilet fırsatından yararlanacağını söyleyen Mahzera, kırık Türkçesiyle yetkililere minnettar olduğunu dile getirdi. Yine Çapa Tıp'ın birinci sınıfında okuyan Moğolistanlı Askhar Yerbol ise Türkiye'nin emeklerini boşa çıkarmayacaklarını söyledi: "Okulumuz bittikten sonra Moğolistan ile Türkiye arasında kardeşlik köprüsü kuracağız."
Yabancı öğrencilerin yılda bir kez yol masraflarının karşılanmasıyla ilgili bilgi veren Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanı Kemal Yurtnaç, Türkiye'de yıllardır maddi imkânsızlıklar sebebiyle memleketine gidemeyen, ailesini göremeyen birçok yabancı olduğunu belirtti. Bu öğrencilerin yol masraflarının karşılanmasıyla ilgili Maliye Bakanlığı'yla görüştüklerini ifade eden Yurtnaç, "Yabancı öğrencilere kendilerinin belirleyeceği zamanlarda bilet verilecek. Ayrıca olağanüstü durumlarda, memleketine gitmek isteyen öğrenciler de değerlendirme kurulu kararıyla bilet alabilecek." diye konuştu.
Bekir Bozdağ ayrıntıları bildireceklerini söyledi
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ'ın geçen hafta müjdesini verdiği bedava bilet uygulaması, kamuoyunda yıllardır ailelerini görmeyen yabancı öğrenciler için reform niteliğinde bir karar olarak değerlendirildi. Uygulamaya göre Türkiye'de öğrenim gören yabancı öğrencilerin yılda bir kez memleketlerine gidiş-dönüş yol masrafları Türkiye tarafından karşılanacak. Konunun ayrıntıları henüz açıklanmadı ancak uygulamadan yaklaşık 11 bin burslu öğrencinin yararlanacağı belirtiliyor. Bunun yanı sıra yabancı öğrenciler için zorunlu hale getirilen sağlık sigortası primlerinde üçte iki indirime gidildi. Öğrenciler artık sağlık sigortası için 95-110 lira arası bir ücret yerine sadece 3O-40 lira ödeyecek. Ayrıca lisans, yüksek lisans ve doktora gibi farklı kategorilerde verilen burslarda da ciddi artışlar yapıldı. Resmî verilere göre Türkiye'de yaklaşık 26 bin yabancı öğrenci öğrenim görüyor.
(zaman)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Türkiye'de okuyan yabancı öğrencilerin yılda bir kez ülkelerine gidiş-dönüş masraflarını devletin karşılayacağı müjdesi, öğrencilerin ayaklarını yerden kesti.
Lisans, yüksek lisans ve doktora için Türkiye'ye gelen ancak maddî imkânsızlıklar sebebiyle memleketlerine gidemeyen öğrenciler sevinçlerini Zaman'la paylaştı. Çapa Tıp Fakültesi öğrencisi Endonezyalı Teuku Mahreza, iki yıldır ailesini görememiş. Yaz tatilinde bedava bilet fırsatından yararlanacağının altını çiziyor. Batı Afrika ülkesi Burundi'den yüksek lisans için İstanbul'a gelen Serges Sabimbona ise eşi ve iki çocuğunu geride bıraktığını söylüyor. Türk yetkililere teşekkür ederken, "Çocuklarımı görebileceğim. Aileme müjdeyi verdim." diyor.
Maddi durumu yetersiz olduğundan ailesini 3 yıldır göremiyor
Batı Afrika ülkesi Burundi'li Serges Sabimbona (35), maddi durumu iyi olmadığı için ailesini üç yıldır göremediğini anlattı. İstanbul Üniversitesi'nde okuyan Sabimbona, ailesini çok özlediğini hemen her gün sosyal paylaşım sitesi Facebook üzerinden çocuklarının resimlerine baktığını söyledi. Ülkesine gidiş-dönüş masraflarının bin Euro'yu geçtiğini ifade eden Sabimbona, "Türk yetkililere çok teşekkür ediyorum. Çocuklarımı görebileceğim. Aileme müjdeyi verdim. Onlar da Türklere duacı." diye konuştu.
Çapa Tıp Fakültesi birinci sınıf öğrencisi Endonezyalı Teuku Mahreza da uçak biletleri pahalı olduğu için iki yıldır ülkesine gidemediğini kaydetti. Yaz tatilinde devletin kendilerine tanıdığı bedava bilet fırsatından yararlanacağını söyleyen Mahzera, kırık Türkçesiyle yetkililere minnettar olduğunu dile getirdi. Yine Çapa Tıp'ın birinci sınıfında okuyan Moğolistanlı Askhar Yerbol ise Türkiye'nin emeklerini boşa çıkarmayacaklarını söyledi: "Okulumuz bittikten sonra Moğolistan ile Türkiye arasında kardeşlik köprüsü kuracağız."
Yabancı öğrencilerin yılda bir kez yol masraflarının karşılanmasıyla ilgili bilgi veren Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanı Kemal Yurtnaç, Türkiye'de yıllardır maddi imkânsızlıklar sebebiyle memleketine gidemeyen, ailesini göremeyen birçok yabancı olduğunu belirtti. Bu öğrencilerin yol masraflarının karşılanmasıyla ilgili Maliye Bakanlığı'yla görüştüklerini ifade eden Yurtnaç, "Yabancı öğrencilere kendilerinin belirleyeceği zamanlarda bilet verilecek. Ayrıca olağanüstü durumlarda, memleketine gitmek isteyen öğrenciler de değerlendirme kurulu kararıyla bilet alabilecek." diye konuştu.
Bekir Bozdağ ayrıntıları bildireceklerini söyledi
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ'ın geçen hafta müjdesini verdiği bedava bilet uygulaması, kamuoyunda yıllardır ailelerini görmeyen yabancı öğrenciler için reform niteliğinde bir karar olarak değerlendirildi. Uygulamaya göre Türkiye'de öğrenim gören yabancı öğrencilerin yılda bir kez memleketlerine gidiş-dönüş yol masrafları Türkiye tarafından karşılanacak. Konunun ayrıntıları henüz açıklanmadı ancak uygulamadan yaklaşık 11 bin burslu öğrencinin yararlanacağı belirtiliyor. Bunun yanı sıra yabancı öğrenciler için zorunlu hale getirilen sağlık sigortası primlerinde üçte iki indirime gidildi. Öğrenciler artık sağlık sigortası için 95-110 lira arası bir ücret yerine sadece 3O-40 lira ödeyecek. Ayrıca lisans, yüksek lisans ve doktora gibi farklı kategorilerde verilen burslarda da ciddi artışlar yapıldı. Resmî verilere göre Türkiye'de yaklaşık 26 bin yabancı öğrenci öğrenim görüyor.
(zaman)
Son Güncelleme: Çarşamba, 07 Mart 2012 10:13
Gösterim: 3847
TBMM Eğitim Komisyonu 12 yıllık zorunlu eğitimin zorunlu ilkokul, ortaokul ve liseden oluşması için teklif hazırladı. CHP milletvekili komisyonda yaptığı 12 saatlik konuşmayla rekor kırdı.
TBMM'de Milli Eğitim Komisyonu tartışmalara sahne oldu. Komisyonda, 12 yıllık zorunlu eğitimi öngören sistemin, zorunlu ilkokul, ortaokul ve liseden oluşması için teklif hazırlandı. Bugün sunulması beklenen teklife göre, diploma ancak 12 yıllık eğitimin sonunda öğrenciye verilebilecek. AK Parti Düzce Milletvekili Osman Çakır ile AK Parti İstanbul Milletvekili İsmet Uçma tarafından hazırlanan teklifin kabul edilmesi halinde 2'nci kademe eğitimin ismi de değişecek. Böylece daha önce kaldırılan 'ortaokul' ismi eğitim sistemine yeniden girmiş olacak.
TARTIŞMA
Dünkü toplantıda Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer ile CHP'li milletvekilleri arasında sözlü tartışma yaşandı. Bu gerilimin ardından, her madde üzerinde milletvekillerinin beş dakika konuşması ile ilgili verilen önerge kabul edildi. CHP'li vekillerin teklifi "içtüzük ihlali" olarak değerlendirmesi üzerine ikinci tartışma çıktı. AK Partili ve CHP'li vekillerin birbirlerini iteklemesi üzerine ortam gerildi. Araya diğer milletvekilleri girdi. Gerginliğin artması üzerine toplantıya 1 saat ara verildi.
12 SAAT KONUŞTU
CHP Sakarya Milletvekili Engin Özkoç, önceki gün yapılan görüşmelerde, "konuşma eylemi" yaparak 12 saat konuştu. Özkoç'un 12 saatlik konuşması Meclis tarihine geçti. Konuşma maratonunun ardından dün SABAH'ın sorularını yanıtlayan Özkoç, amacının 'şov yapmak ve 'rekor kırmak' olmadığını belirtti.
(Sabah)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
TBMM Eğitim Komisyonu 12 yıllık zorunlu eğitimin zorunlu ilkokul, ortaokul ve liseden oluşması için teklif hazırladı. CHP milletvekili komisyonda yaptığı 12 saatlik konuşmayla rekor kırdı.
TBMM'de Milli Eğitim Komisyonu tartışmalara sahne oldu. Komisyonda, 12 yıllık zorunlu eğitimi öngören sistemin, zorunlu ilkokul, ortaokul ve liseden oluşması için teklif hazırlandı. Bugün sunulması beklenen teklife göre, diploma ancak 12 yıllık eğitimin sonunda öğrenciye verilebilecek. AK Parti Düzce Milletvekili Osman Çakır ile AK Parti İstanbul Milletvekili İsmet Uçma tarafından hazırlanan teklifin kabul edilmesi halinde 2'nci kademe eğitimin ismi de değişecek. Böylece daha önce kaldırılan 'ortaokul' ismi eğitim sistemine yeniden girmiş olacak.
TARTIŞMA
Dünkü toplantıda Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer ile CHP'li milletvekilleri arasında sözlü tartışma yaşandı. Bu gerilimin ardından, her madde üzerinde milletvekillerinin beş dakika konuşması ile ilgili verilen önerge kabul edildi. CHP'li vekillerin teklifi "içtüzük ihlali" olarak değerlendirmesi üzerine ikinci tartışma çıktı. AK Partili ve CHP'li vekillerin birbirlerini iteklemesi üzerine ortam gerildi. Araya diğer milletvekilleri girdi. Gerginliğin artması üzerine toplantıya 1 saat ara verildi.
12 SAAT KONUŞTU
CHP Sakarya Milletvekili Engin Özkoç, önceki gün yapılan görüşmelerde, "konuşma eylemi" yaparak 12 saat konuştu. Özkoç'un 12 saatlik konuşması Meclis tarihine geçti. Konuşma maratonunun ardından dün SABAH'ın sorularını yanıtlayan Özkoç, amacının 'şov yapmak ve 'rekor kırmak' olmadığını belirtti.
(Sabah)
Son Güncelleme: Çarşamba, 07 Mart 2012 10:16
Gösterim: 1892
Milli Eğitim Gençlik Kültür ve Spor Komisyonu 4+4+4 eğitim modeli teklifinin görüşmelerine olaylı başladı.
Milli Eğitim Gençlik Kültür ve Spor Komisyonu’nda 4+4+4 yeni eğitim modeli teklifinin görüşmelerine olaylı başlandı. Komisyonun bir önceki günkü toplantısında 12 saat konuşarak bir rekora imza atan CHP Sakarya Milletvekili Engin Akkoç’un ardından toplanan komisyonda CHP’li milletvekilleri uzun konuşmalara devam etti. Söz alan CHP Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz yaklaşık 2.5 saat konuştu. Yılmaz konuşurken komisyon başkanı Nabi Avcı sık sık Yılmaz’ın konuşmasını makul bir sürede tamamlaması uyarısında bulundu.
Önerge ile konuşmalara 5 dakika sınırı getirildi
Komisyon Başkanı Avcı, Yılmaz’ın konuşması sürerken bir önerge olduğunu belirterek önergeyi okuttu. Milletvekillerinin konuşma süresinin 5 dakika ile sınırlanmasını öngören önerge oylanarak hızla kabul edildi. Avcı toplantıya 15 dakika ara verdiğini söyledi. Bu sırada ayağa kalkan CHP Sinop Milletvekili Engin Altay, “içtüzük ihlali yapıyorsunuz böyle bir hakkınız yok” diye itiraz etti. Avcı, “İçtüzüğü ben de okudum” diye karşılık verdi. Altay “Komisyonu böyle yönetemezsiniz” diye bağırdı, Avcı, “Komisyonu çalıştırmak için bunu yapıyorum” dedi. Bu arada CHP İstanbul Milletvekili Nur Serter, “Gümrükten mal kaçırır gibi yapıyorsunuz. Aceleniz ne?” diye bağırdı.
‘Akacak kandan sen sorumlusun’
Milletvekilleri komisyon başkanı Avcı’nın yanına giderek itirazlarını sürdürdü. Altay komisyon başkanı Avcı’ya “Olaylardan sen sorumlusun, akacak kandan sen sorumlusun” diye bağırdı. Bu arada arka sırada oturan AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal, “Kandan bahsetme, ne kanından bahsediyorsun. Kan lafını kullanma” diye bağırdı.
CHP’li Altay itirazlarını sürdürerek, “İnsan babasının çiftliğini bile böyle yönetmez. Burası sizin çiftliğiniz değil. Komisyonlarda yeterlilik önergesi verilmez. Çiftlik gibi yönetilmez” diye bağırdı. CHP’li Serter de “Herşeyi oldu bittiye getiriyorsunuz. Aceleniz ne” diye tepki gösterdi. Bu arada AKP Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ, Altay’a bağırmaması uyarısında bulundu. Altay, “Sana bağırmıyorum, ben başkana bağırıyorum” diye karşılık verdi. Altay, “Burası babanızın çiftliği değil” diye konuşurken, Özdağ da “Burası kimsenin çiftliği değil, milletin çiftliği” dedi. Altay ile Özdağ bu atışma sonrası birbirinin üzerine yürüdü. Olası bir kavga milletvekillerinin araya girmesi ile engellendi.
Cemil Çiçek müdahale etti
Komisyon toplantısına verilen 15 dakika aradan sonra komisyon yeniden toplandı. Toplantıyı açan komisyon başkanı Nabi Avcı, yüksek tansiyonu düşürmek için 1 saat ara verdiğini söyledi. Yemek arasında CHP'li milletvekilleri TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in yanına gitti. CHP'li Serter sürenin 5 dakika ile kısıtlanmasının yanlış olduğuyla ilgili itirazlarını Çiçek'e ilettiklerini, Çiçek'in de Komisyon Başkanı Nabi Avcı ile görüştüğünü aktardı. Serter, Çiçek ile Avcı'nın yaptığı görüşmede 5 dakika konuşma süresinin 10 dakika olarak değiştirileceğini, daha önceden süresiz konuşma hakkı bulunanların konuşma süresinin ise 1 saat ile sınırlandırılması yönünde değrelendirme yapıldığını ancak bunları kabul etmeyeceklerini ifade etti.
(haber7)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Milli Eğitim Gençlik Kültür ve Spor Komisyonu 4+4+4 eğitim modeli teklifinin görüşmelerine olaylı başladı.
Milli Eğitim Gençlik Kültür ve Spor Komisyonu’nda 4+4+4 yeni eğitim modeli teklifinin görüşmelerine olaylı başlandı. Komisyonun bir önceki günkü toplantısında 12 saat konuşarak bir rekora imza atan CHP Sakarya Milletvekili Engin Akkoç’un ardından toplanan komisyonda CHP’li milletvekilleri uzun konuşmalara devam etti. Söz alan CHP Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz yaklaşık 2.5 saat konuştu. Yılmaz konuşurken komisyon başkanı Nabi Avcı sık sık Yılmaz’ın konuşmasını makul bir sürede tamamlaması uyarısında bulundu.
Önerge ile konuşmalara 5 dakika sınırı getirildi
Komisyon Başkanı Avcı, Yılmaz’ın konuşması sürerken bir önerge olduğunu belirterek önergeyi okuttu. Milletvekillerinin konuşma süresinin 5 dakika ile sınırlanmasını öngören önerge oylanarak hızla kabul edildi. Avcı toplantıya 15 dakika ara verdiğini söyledi. Bu sırada ayağa kalkan CHP Sinop Milletvekili Engin Altay, “içtüzük ihlali yapıyorsunuz böyle bir hakkınız yok” diye itiraz etti. Avcı, “İçtüzüğü ben de okudum” diye karşılık verdi. Altay “Komisyonu böyle yönetemezsiniz” diye bağırdı, Avcı, “Komisyonu çalıştırmak için bunu yapıyorum” dedi. Bu arada CHP İstanbul Milletvekili Nur Serter, “Gümrükten mal kaçırır gibi yapıyorsunuz. Aceleniz ne?” diye bağırdı.
‘Akacak kandan sen sorumlusun’
Milletvekilleri komisyon başkanı Avcı’nın yanına giderek itirazlarını sürdürdü. Altay komisyon başkanı Avcı’ya “Olaylardan sen sorumlusun, akacak kandan sen sorumlusun” diye bağırdı. Bu arada arka sırada oturan AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal, “Kandan bahsetme, ne kanından bahsediyorsun. Kan lafını kullanma” diye bağırdı.
CHP’li Altay itirazlarını sürdürerek, “İnsan babasının çiftliğini bile böyle yönetmez. Burası sizin çiftliğiniz değil. Komisyonlarda yeterlilik önergesi verilmez. Çiftlik gibi yönetilmez” diye bağırdı. CHP’li Serter de “Herşeyi oldu bittiye getiriyorsunuz. Aceleniz ne” diye tepki gösterdi. Bu arada AKP Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ, Altay’a bağırmaması uyarısında bulundu. Altay, “Sana bağırmıyorum, ben başkana bağırıyorum” diye karşılık verdi. Altay, “Burası babanızın çiftliği değil” diye konuşurken, Özdağ da “Burası kimsenin çiftliği değil, milletin çiftliği” dedi. Altay ile Özdağ bu atışma sonrası birbirinin üzerine yürüdü. Olası bir kavga milletvekillerinin araya girmesi ile engellendi.
Cemil Çiçek müdahale etti
Komisyon toplantısına verilen 15 dakika aradan sonra komisyon yeniden toplandı. Toplantıyı açan komisyon başkanı Nabi Avcı, yüksek tansiyonu düşürmek için 1 saat ara verdiğini söyledi. Yemek arasında CHP'li milletvekilleri TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in yanına gitti. CHP'li Serter sürenin 5 dakika ile kısıtlanmasının yanlış olduğuyla ilgili itirazlarını Çiçek'e ilettiklerini, Çiçek'in de Komisyon Başkanı Nabi Avcı ile görüştüğünü aktardı. Serter, Çiçek ile Avcı'nın yaptığı görüşmede 5 dakika konuşma süresinin 10 dakika olarak değiştirileceğini, daha önceden süresiz konuşma hakkı bulunanların konuşma süresinin ise 1 saat ile sınırlandırılması yönünde değrelendirme yapıldığını ancak bunları kabul etmeyeceklerini ifade etti.
(haber7)
Son Güncelleme: Çarşamba, 07 Mart 2012 09:31
Gösterim: 1763
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, okul öncesi eğitimin olabildiğince erkene alınmasını, meslek seçiminin ise, mümkün olduğu kadar ileriki bir yaşa atılmasını savunuyordu.4+4+4'te, bu görüşün zıttı olan düzenlemelere rastlıyoruz. "Eğitim Reformu" teklifinde, okul öncesi eğitim yok. (Bununla beraber, ilköğretime başlama yaşı 5'e çekiliyor. Bırakınız işin pedagojik tarafını, maddi imkânsızlıklarla nasıl baş edilecek? Her yıl ilkokula 1 milyon 300 bin kişi başlıyor. Yaş 5'e indirildiğinde, o yıl ilköğretime gidecek 2 milyon 600 bin çocuğun ihtiyacını nasıl karşılayacaksınız?) AK Partili milletvekillerinin imzasıyla gündeme gelen 4+4+4,Milli Eğitim Bakanı'na danışılmadan hazırlanmış olacak ki, çıraklık yaşını İLO sözleşmesine aykırı olarak 11'e indiriyordu; bakanın müdahalesi sonucunda gene 14'e çıkarıldı. Ayrıca, Dinçer'in girişimiyle, ilk 4 yıldan sonra değil, ilk 8 yıldan sonra açık öğretim imkânı getirildi. Ömer Dinçer, "Yönlendirme olmaz, ancak ikinci 4 yılda bilgilendirme olabilir" diye konuşuyor. Oysa "Eğitim Reformu"na bakıyorsunuz, açıkça, yönlendirmeden söz ediyor: "Öğrencilerin ilgi ve beceri alanlarını küçük yaşlardan itibaren tespit ederek, orta öğrenim aşamasında başarılı olabilecekleri meslek dallarının temel bilgileriyle donatmak... 4 yıl temel eğitim, 4 yıl yönlendirme ve orta öğretime hazırlık eğitimi..."
Yönlendirmeyle bilgilendirme arasındaki farkı söyleyeyim: a) Yönlendirme, kabiliyetini tespit edip, çocuğu, başarılı olabileceği bir meslek dalına yönlendiriyor. b) Bilgilendirme, çocuğa, kabiliyetini sınayabileceği seçenekler veriyor. Becerilerini ortaya çıkaracak laboratuar ya da sosyal ortamlar yaratıyor.
Uzmanlar, artık sanayi değil, bilgi ve teknoloji çağında olduğumuzu söylüyorlar. Her an bilmediğimiz meslekler gelişebiliyor.
Dolayısıyla, gençlere, farklı mesleklere geçiş yapabilecekleri esnek bir eğitimin şart olduğunu vurguluyorlar.
Nazlı Ilıcak - Sabah
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, okul öncesi eğitimin olabildiğince erkene alınmasını, meslek seçiminin ise, mümkün olduğu kadar ileriki bir yaşa atılmasını savunuyordu.4+4+4'te, bu görüşün zıttı olan düzenlemelere rastlıyoruz. "Eğitim Reformu" teklifinde, okul öncesi eğitim yok. (Bununla beraber, ilköğretime başlama yaşı 5'e çekiliyor. Bırakınız işin pedagojik tarafını, maddi imkânsızlıklarla nasıl baş edilecek? Her yıl ilkokula 1 milyon 300 bin kişi başlıyor. Yaş 5'e indirildiğinde, o yıl ilköğretime gidecek 2 milyon 600 bin çocuğun ihtiyacını nasıl karşılayacaksınız?) AK Partili milletvekillerinin imzasıyla gündeme gelen 4+4+4,Milli Eğitim Bakanı'na danışılmadan hazırlanmış olacak ki, çıraklık yaşını İLO sözleşmesine aykırı olarak 11'e indiriyordu; bakanın müdahalesi sonucunda gene 14'e çıkarıldı. Ayrıca, Dinçer'in girişimiyle, ilk 4 yıldan sonra değil, ilk 8 yıldan sonra açık öğretim imkânı getirildi. Ömer Dinçer, "Yönlendirme olmaz, ancak ikinci 4 yılda bilgilendirme olabilir" diye konuşuyor. Oysa "Eğitim Reformu"na bakıyorsunuz, açıkça, yönlendirmeden söz ediyor: "Öğrencilerin ilgi ve beceri alanlarını küçük yaşlardan itibaren tespit ederek, orta öğrenim aşamasında başarılı olabilecekleri meslek dallarının temel bilgileriyle donatmak... 4 yıl temel eğitim, 4 yıl yönlendirme ve orta öğretime hazırlık eğitimi..."
Yönlendirmeyle bilgilendirme arasındaki farkı söyleyeyim: a) Yönlendirme, kabiliyetini tespit edip, çocuğu, başarılı olabileceği bir meslek dalına yönlendiriyor. b) Bilgilendirme, çocuğa, kabiliyetini sınayabileceği seçenekler veriyor. Becerilerini ortaya çıkaracak laboratuar ya da sosyal ortamlar yaratıyor.
Uzmanlar, artık sanayi değil, bilgi ve teknoloji çağında olduğumuzu söylüyorlar. Her an bilmediğimiz meslekler gelişebiliyor.
Dolayısıyla, gençlere, farklı mesleklere geçiş yapabilecekleri esnek bir eğitimin şart olduğunu vurguluyorlar.
Nazlı Ilıcak - Sabah
Son Güncelleme: Çarşamba, 07 Mart 2012 09:45
Gösterim: 1425
Suudi Arabistan dergisi Arrajol'a konuşan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, çok özel açıklamalar yaptı. Cumhurbaşkanlığı'nın internet sitesinde de yer verilen mülakatta Gül, "Gazoz satamadım beni okula gönderdiler" dedi.İŞTE O MÜLAKAT:
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, büyük dalgalarla boğuşabilecek sıfatlara sahip. Meslek hayatında ve politikada ağır şartlarla karşılaştı. Ancak Türkiye’de kahredilmez sanılan müesseseleri arkadaşlarıyla beraber yola getirdi. Laikliği savunanlar, siyasette dostu, sporda rakibi olan yol arkadaşı Recep Tayip Erdoğan ile önderlik ettiği köklere dönüş hareketini durduramadı.
Gazoz satışı gibi ticari uğraşlarda başarılı olmayışı hayatındaki büyük değişimin tek sebebi değildi. O küçüklüğünden beri toplumun dertleri ile ilgiydi. 17 yaşına basmadan öğrenci hareketlerinin içinde buldu kendini. Hapishane ve gurbet gibi tecrübelerle süslenen dolu dolu bir yaşam…
İki sıfat Abdullah Gül’ün hayatında ön plana çıkar. Halkla tevazu içinde iç içe oluşu ve ekonomi ile uluslararası ilişkilerde uzman olan bir devlet adamlığı vasfı.
Cumhurbaşkanı Gül insanlara gönlünü ve kalbini açan birisidir. İnsanlara yaklaşır, onları dinler. Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde ikamet etmeyen ilk Cumhurbaşkanı’dır. O, “Köşk büyüktür, bu kadarını işgal etmeye ne gerek var” diyor. Ara sıra Cumhurbaşkanlığı sıfatından da arınıp eski dostlara gidiyor, onlarla eski hatıraları canlandırıyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Arrajol dergisine hem Köşk kapılarını açtı, hem de kalbini. Böylece Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı olan bu ülkenin lideri Arap, Batı, hatta Türk basınına vermediği ilk şahsi röportajını verdi.
Ankara-Thair Abbas
İlk önce yetişme tarzınızdan başlayalım…
Türkiye’nin orta kesiminde olup, İslami örf ve adetler ile Doğu geleneklerine bağlı bir şehir olan Kayseri’de doğdum. Kayseri Selçuklular zamanında da ün yapmış olan İslam kültürü merkezlerinden biridir. Burada doğdum; babam, annem ve kardeşlerim hala orada yaşıyorlar. Esasen bir sanayi ve ticaret merkezidir. Orada insanlar bu şekilde yetişirler. Oralarda bir adet vardır. Aileler çocukları büyüyünce onları sınava tabi tutarlar. Ticaret ile ilgili olanlar mesleklere yönlendirilir. Olmayanlar ise okula gönderilirdi. Hatırlıyorum, dedemin bir işyeri vardı. Bir yaz tatilinde babam beni oraya gönderdi. Gazoz satacaktım, ancak anlaşılan pek başarılı olamadım ki beni tekrar okula gönderdiler. Ortaokulu ve liseyi Kayseri'de okudum. Sonra üniversite tahsili için İstanbul’a gittim. İlginç olan tesadüflerden biri, benim doğum günüm Türkiye’nin millî günü olan 29 Ekim’e tesadüf eder. Arkadaşlarıma dedim ki, bazı insanlar doğum günlerini saklayabilirler. Ben ise yapamıyorum, tüm Türkiye benimle kutluyor diye şakalaşırdım.
Bu dünyaya nasıl çıktınız?
Biz orta sınıf bir aileyiz. Dinine, adet ve değerlerine bağlı olan bir aileyiz. Ailemizde bu şekilde yetişen ve okuyan çok insan vardır.
Babanızla ilişkiniz?
Babam Ahmet Hamdi Gül. Duyduğum kadarıyla 7 yaşında çalışmaya başlamış. Uçak parçaları imal eden bir fabrikada çalışırdı. Oradan emekli olunca kendi atölyesini açtı. Şimdi 85 yaşındadır, ancak hala her gün işyerine gider. Kardeşim de orada çalışıyor ve fabrikayı geliştirmeye çalışıyor.
Çocukluğunuz nasıl geçti?
Çok mutlu bir çocukluk geçirdik. Büyük bir ailemiz vardı. Amcalar, halalar ve çocukları.
Çocukluk hatıralarından öne çıkanlar var mı?
Çocukluğumdaki en önemli durak, şu gazoz satışı konusundaki tecrübem olmuştur. İyice hatırlıyorum, ahşap bir kutu içinde gazozlar vardı, bunları yüksek sesle bağırarak satmam gerekiyordu. Ancak anlaşılan bunda başarılı olamadım.
Kamu hizmetine girişiniz nasıl oldu?
Lise çağında memleket meseleleri ile ilgilenmeye başladım. Tabi ki üniversitede bu uğraş daha da derinleşti. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okuyordum. Orada Talebe Birliği başkanlığına kadar geldim.
Tabi orada politika ve milli çalışmalar başladı, değil mi?
O zamanlar çok çalkantılı durumlar vardı. Sol akım gençlerin dikkatini çekiyordu. Ancak karşı görüşler de vardı. Ben genellikle hem dindar hem de açık görüşlü akımlar içinde idim. Millî değerlere de önem veriyorduk. Solcular daha enternasyonal fikirleri savunurken biz memleket değerlerine önem veriyorduk. İslamî geleneklere bağlı kalmak istiyorduk. Tarih derslerine ilgi duyuyorduk. Marksist akımlar da vardı. O zaman çatışma zemini de doğuyordu. Bazen de bu şiddetli ayrışmalara sebep oluyordu.
O zaman bu mevkilere geleceğinizi düşünüyor muydunuz?
Tabi ki hayır. Şahsi hayatım için fazla beklentilerim yoktu. Şahsi beklentilerden fazla prensiplerimize hizmet etmek istiyordum.
Siyasi çalışmalara giriş konusunda bir dönüm noktası var mıydı?
Üniversite çağında edindiğim siyasi tecrübe faydalı oldu. Bu konuya çok genç yaşta başladım. Bu bana ışık tuttu. Dediğim gibi şahsi beklentiler yerine ülkeye hizmet dürtüsü de bizim için önemliydi.
Üniversite tahsili ve Londra dönemi nasıl gelişti?
Doktoraya başladığımda hem dil hem de ekonomik bilimler için Londra’ya gittim. Müslüman öğrenciler yurdunda kalıyordum. Orada birçok insanla tanışma fırsatını yakaladım. Orada ilk defa Arap arkadaşlarım oldu. Aynı tecrübeyi paylaştığımız birçok gençle tanışmış oldum.
Bu tecrübe bitti ve iş hayatınız başladı, değil mi?
Döndüm ve akademik hayata başladım. 1983 yılına kadar bu meslekte kaldım. Ancak 1980 yılında Türkiye’de askerî darbe oldu, tutuklananlar arasında ben de vardım. Bana bir suç isnat edilmedi ve salıverildim. Ancak olan bitenlerden anladım ki öğretim üyeliği konusunda da fazla imkânım olmayacak. Türlü zorluklar belirmekte idi. O arada “Ekonomist” dergisinde bir ilan gördüm. İslam Kalkınma Bankası’nda ekonomi uzmanları isteniyordu. Ben de başvurdum ve talebim kabul edildi. Orada çalışmaya başladım.
O tecrübe nasıl gelişti ve Suudi Arabistan’da hayat nasıldı?
Orada çok mutlu bir aile hayatımız vardı. 1980 yılında evlenmiştim. Darbeden bir hafta önce idi. Arkasından hemen tutuklandım. Ağır şartlar vardı. Darbenin ilk günü Kayseri’den İstanbul’a döndüm. Tutuklama olunca zor günler geçirdik. Eşim nereye götürüldüğümü bilmiyordu. Suudi Arabistan’da yeni bir aile hayatı başladı. Ailem için şoförlük yapıyordum, çarşılara gidiyorduk. İşim dolayısıyla İslam dünyasını tanıma fırsatını buldum. Zengin ve yoksul ülkeleri tanıdım. Sonradan siyasi hayatımda bu bana ışık tuttu.
Bu büyük değişimi nasıl yaptınız?
Her iki istikamette de geniş tecrübem oldu. Çalıştığım İslam dünyasındaki tecrübeme ilave olarak 10 yıl boyunca Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Avrupa Parlamentosu Asamblesi’nde temsil ettim. Konulara realist bir bakışla yaklaşıyordum. 2002 yılında partiyi kurduk. Milli değerlere ve memleket konularına konsantre olmuştuk. İslami değerler gibi kendi prensiplerimizi ön planda tutuyorduk. Türkiye’nin bu değişime ihtiyacı olduğunu gördük. Doğru bulduğumuz reformlara girmeyi tasarlıyorduk. Bunlara başladık ve gerçekleştirdik. Politik, ekonomik ve sosyal değişimlere başladık. Ancak bazı zorluklar da vardı. Çoğulcu bir sistemde yaşıyoruz. Bazı partiler kendi bildiklerini ön plana çıkarıyordu. Bunların bir kısmı demokratik normlara uygun olduğu gibi başkaları da değildi. Ancak halk bununla kaynaştı, seçimleri kazandık. AK Parti seçimleri alınca ben Başbakan oldum, sonra Dışişleri Bakanlığını üstlendim. Son olarak da Cumhurbaşkanlığına seçildim.
Kendinizi nasıl bir baba olarak görüyorsunuz?
Aileye çok önem veririm. Ancak Türkiye’ye dönünce maalesef politika meşguliyetleri beni alıp götürdü. Kamu hizmeti dolayısıyla aileme çok vakit ayırma fırsatım kalmadı. Bazen çocukların nasıl büyüdüğünü fark etmiyordum. Tabi ki bir boşluk oldu. O zaman eşime dedim ki, “Artık bu görev senin, ben vatan evlatlarıyla uğraşacağım, onların geleceği ile ilgileneceğim. Bizim çocuklar ise sana emanet, bu boşluğu dolduracaksın.” Hamdolsun bunda başarılı oldu. Üç çocuğumuz var, bir kız ve iki erkek çocuk. Kızım Cidde’de Bugşan Hastanesi’nde doğdu. (Gülerek) Ancak Suud vatandaşı değil, orada Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi doğum ile tabiiyet kazanma olayı yoktur.
Peki bir eş olarak?
Politika hayatından önce eşime çok yardımcı olurdum. Her şeyi paylaşırdık. Ancak politika ve devlet işlerinden sonra şahsi hayat gölgeleniyor. Tabi ki bu üzücüdür.
Adil bir bedel olarak görüyor musunuz bunu?
Tabi kamu işinde olanlar bir bedel ödeyeceklerdir. Artık ev meseleleri tamamen eşime kaldı. Ancak şimdi aile ziyaretlerimizde olsun, resmî ziyaretlerde olsun beraber olmaya çalışıyoruz. Eşim de tabi ki “First Lady” olarak bazı genel hizmetlerle meşgul. Toplum ve çocuklar ile uğraş verdiği çalışmalar vardır.
Bazı fotoğraflarınızda sizi mutfakta çalışırken gördük.
Ender olsa da hafta sonlarında bunu yapmaya çalışıyorum. Eski tatlı günleri hatırlıyoruz.
Yemek pişirme uğraşınız da oluyor mu?
Çok iyi bir aşçı değilim. Okul günlerinde güzel, ancak pratik olan bazı yemekleri yapardım.
İddialı olduğunuz bir yemek türü var mı?
Menemeni iyi yaparım.
Eski arkadaşlarla bağınız devam ediyor mu?
Arkadaşlara çok önem veririm. Sadece siyasi süreçte tanıştıklarım değil, okul arkadaşları ile olan ilişkilerime de çok önem veririm. Bazen toplanır, makamlardan arınıp eski hatıraları canlandırırız.
Belirli hobileriniz var mı?
Futbolu severim. Dünyada olduğu gibi bu spor Türkiye’de de çok ilgi görür.
Maçlara gidiyor musunuz?
Bütün maçları tabi ki takip edemiyorum. Ancak televizyondan seyretme imkânım oluyor.
Başka hobiler?
Çok okurum. Vakit buldukça yürürüm. Hızlı adımlarla yürüdüğüm için bazen korumalarım hızıma yetişmekte güçlük çeker ve tökezler. Dağlarda, açık alanlarda yürümeyi severim. Resmî ziyaretlerim esnasında dahi fırsat buldukça yürümeye çıkarım.
Tuttuğunuz takım var mı?
Türkiye’de dört büyük takım var; siz Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe’yi bilirsiniz. Ben Beşiktaşlıyım. Osmanlı dönemine dayanan eski bir takımdır. Başbakan Recep Tayip Erdoğan ise Fenerbahçe’yi tutar.
Yani aranızda spor rekabeti var?
(Gülerek) Tabi ki bizde her türlü rekabet meşrudur.
Devlet Başkanları ve liderlerle aranız nasıl?
Üstlendiğim görevler dolayısıyla çok dostluklarım oldu. Doğuda ve Batıda çok dostlarım var. Görevde olanlar, olmayanlar vardır. Cumhurbaşkanı olduktan sonra çok krallar ve devlet başkanları bizi ziyaret etti, beni de ülkelerine davet ettiler, bunların çoğuna gittim. Ayrıca dinî ve tarihî ilişkilerimiz olan ülke liderleriyle de çok dostluk ilişkilerim var. Arap liderleri ile memnun olduğum çok iyi ilişkilerim vardır.
İsim verebilir misiniz?
İsim söylemeyeyim. Ancak istisnasız hepsi ile çok dostane ilişkilerimiz vardır.
Sizin zamanınızda Türkiye tarihine itibar kazandırdı. Doğuya da yöneldi. Bunun sonuçları ne oldu?
Bu çok önemlidir ve başarımızın sırrı bunda saklıdır. Biz geleneklerimiz ve İslam dinimizin prensiplerine bağlı kaldık. Kendimizle ve tarihimizle barışık durumdayız. Dinî ve tarihî değerlerimizle de öyle. Türkiye’deki genel akımla barışık durumdayız. Halk ve devlet birbirini kucakladı, ayrıca Türkiye muhitini, çevresini de kucakladı. Bölgesi ile ilgilenen bir ülke olduk. Tabi ki Arap ülkeleri de, bölge ülkeleri de bunu algıladı; onun için onlarla da kucaklaştık.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Suudi Arabistan dergisi Arrajol'a konuşan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, çok özel açıklamalar yaptı. Cumhurbaşkanlığı'nın internet sitesinde de yer verilen mülakatta Gül, "Gazoz satamadım beni okula gönderdiler" dedi.İŞTE O MÜLAKAT:
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, büyük dalgalarla boğuşabilecek sıfatlara sahip. Meslek hayatında ve politikada ağır şartlarla karşılaştı. Ancak Türkiye’de kahredilmez sanılan müesseseleri arkadaşlarıyla beraber yola getirdi. Laikliği savunanlar, siyasette dostu, sporda rakibi olan yol arkadaşı Recep Tayip Erdoğan ile önderlik ettiği köklere dönüş hareketini durduramadı.
Gazoz satışı gibi ticari uğraşlarda başarılı olmayışı hayatındaki büyük değişimin tek sebebi değildi. O küçüklüğünden beri toplumun dertleri ile ilgiydi. 17 yaşına basmadan öğrenci hareketlerinin içinde buldu kendini. Hapishane ve gurbet gibi tecrübelerle süslenen dolu dolu bir yaşam…
İki sıfat Abdullah Gül’ün hayatında ön plana çıkar. Halkla tevazu içinde iç içe oluşu ve ekonomi ile uluslararası ilişkilerde uzman olan bir devlet adamlığı vasfı.
Cumhurbaşkanı Gül insanlara gönlünü ve kalbini açan birisidir. İnsanlara yaklaşır, onları dinler. Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde ikamet etmeyen ilk Cumhurbaşkanı’dır. O, “Köşk büyüktür, bu kadarını işgal etmeye ne gerek var” diyor. Ara sıra Cumhurbaşkanlığı sıfatından da arınıp eski dostlara gidiyor, onlarla eski hatıraları canlandırıyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Arrajol dergisine hem Köşk kapılarını açtı, hem de kalbini. Böylece Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı olan bu ülkenin lideri Arap, Batı, hatta Türk basınına vermediği ilk şahsi röportajını verdi.
Ankara-Thair Abbas
İlk önce yetişme tarzınızdan başlayalım…
Türkiye’nin orta kesiminde olup, İslami örf ve adetler ile Doğu geleneklerine bağlı bir şehir olan Kayseri’de doğdum. Kayseri Selçuklular zamanında da ün yapmış olan İslam kültürü merkezlerinden biridir. Burada doğdum; babam, annem ve kardeşlerim hala orada yaşıyorlar. Esasen bir sanayi ve ticaret merkezidir. Orada insanlar bu şekilde yetişirler. Oralarda bir adet vardır. Aileler çocukları büyüyünce onları sınava tabi tutarlar. Ticaret ile ilgili olanlar mesleklere yönlendirilir. Olmayanlar ise okula gönderilirdi. Hatırlıyorum, dedemin bir işyeri vardı. Bir yaz tatilinde babam beni oraya gönderdi. Gazoz satacaktım, ancak anlaşılan pek başarılı olamadım ki beni tekrar okula gönderdiler. Ortaokulu ve liseyi Kayseri'de okudum. Sonra üniversite tahsili için İstanbul’a gittim. İlginç olan tesadüflerden biri, benim doğum günüm Türkiye’nin millî günü olan 29 Ekim’e tesadüf eder. Arkadaşlarıma dedim ki, bazı insanlar doğum günlerini saklayabilirler. Ben ise yapamıyorum, tüm Türkiye benimle kutluyor diye şakalaşırdım.
Bu dünyaya nasıl çıktınız?
Biz orta sınıf bir aileyiz. Dinine, adet ve değerlerine bağlı olan bir aileyiz. Ailemizde bu şekilde yetişen ve okuyan çok insan vardır.
Babanızla ilişkiniz?
Babam Ahmet Hamdi Gül. Duyduğum kadarıyla 7 yaşında çalışmaya başlamış. Uçak parçaları imal eden bir fabrikada çalışırdı. Oradan emekli olunca kendi atölyesini açtı. Şimdi 85 yaşındadır, ancak hala her gün işyerine gider. Kardeşim de orada çalışıyor ve fabrikayı geliştirmeye çalışıyor.
Çocukluğunuz nasıl geçti?
Çok mutlu bir çocukluk geçirdik. Büyük bir ailemiz vardı. Amcalar, halalar ve çocukları.
Çocukluk hatıralarından öne çıkanlar var mı?
Çocukluğumdaki en önemli durak, şu gazoz satışı konusundaki tecrübem olmuştur. İyice hatırlıyorum, ahşap bir kutu içinde gazozlar vardı, bunları yüksek sesle bağırarak satmam gerekiyordu. Ancak anlaşılan bunda başarılı olamadım.
Kamu hizmetine girişiniz nasıl oldu?
Lise çağında memleket meseleleri ile ilgilenmeye başladım. Tabi ki üniversitede bu uğraş daha da derinleşti. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okuyordum. Orada Talebe Birliği başkanlığına kadar geldim.
Tabi orada politika ve milli çalışmalar başladı, değil mi?
O zamanlar çok çalkantılı durumlar vardı. Sol akım gençlerin dikkatini çekiyordu. Ancak karşı görüşler de vardı. Ben genellikle hem dindar hem de açık görüşlü akımlar içinde idim. Millî değerlere de önem veriyorduk. Solcular daha enternasyonal fikirleri savunurken biz memleket değerlerine önem veriyorduk. İslamî geleneklere bağlı kalmak istiyorduk. Tarih derslerine ilgi duyuyorduk. Marksist akımlar da vardı. O zaman çatışma zemini de doğuyordu. Bazen de bu şiddetli ayrışmalara sebep oluyordu.
O zaman bu mevkilere geleceğinizi düşünüyor muydunuz?
Tabi ki hayır. Şahsi hayatım için fazla beklentilerim yoktu. Şahsi beklentilerden fazla prensiplerimize hizmet etmek istiyordum.
Siyasi çalışmalara giriş konusunda bir dönüm noktası var mıydı?
Üniversite çağında edindiğim siyasi tecrübe faydalı oldu. Bu konuya çok genç yaşta başladım. Bu bana ışık tuttu. Dediğim gibi şahsi beklentiler yerine ülkeye hizmet dürtüsü de bizim için önemliydi.
Üniversite tahsili ve Londra dönemi nasıl gelişti?
Doktoraya başladığımda hem dil hem de ekonomik bilimler için Londra’ya gittim. Müslüman öğrenciler yurdunda kalıyordum. Orada birçok insanla tanışma fırsatını yakaladım. Orada ilk defa Arap arkadaşlarım oldu. Aynı tecrübeyi paylaştığımız birçok gençle tanışmış oldum.
Bu tecrübe bitti ve iş hayatınız başladı, değil mi?
Döndüm ve akademik hayata başladım. 1983 yılına kadar bu meslekte kaldım. Ancak 1980 yılında Türkiye’de askerî darbe oldu, tutuklananlar arasında ben de vardım. Bana bir suç isnat edilmedi ve salıverildim. Ancak olan bitenlerden anladım ki öğretim üyeliği konusunda da fazla imkânım olmayacak. Türlü zorluklar belirmekte idi. O arada “Ekonomist” dergisinde bir ilan gördüm. İslam Kalkınma Bankası’nda ekonomi uzmanları isteniyordu. Ben de başvurdum ve talebim kabul edildi. Orada çalışmaya başladım.
O tecrübe nasıl gelişti ve Suudi Arabistan’da hayat nasıldı?
Orada çok mutlu bir aile hayatımız vardı. 1980 yılında evlenmiştim. Darbeden bir hafta önce idi. Arkasından hemen tutuklandım. Ağır şartlar vardı. Darbenin ilk günü Kayseri’den İstanbul’a döndüm. Tutuklama olunca zor günler geçirdik. Eşim nereye götürüldüğümü bilmiyordu. Suudi Arabistan’da yeni bir aile hayatı başladı. Ailem için şoförlük yapıyordum, çarşılara gidiyorduk. İşim dolayısıyla İslam dünyasını tanıma fırsatını buldum. Zengin ve yoksul ülkeleri tanıdım. Sonradan siyasi hayatımda bu bana ışık tuttu.
Bu büyük değişimi nasıl yaptınız?
Her iki istikamette de geniş tecrübem oldu. Çalıştığım İslam dünyasındaki tecrübeme ilave olarak 10 yıl boyunca Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Avrupa Parlamentosu Asamblesi’nde temsil ettim. Konulara realist bir bakışla yaklaşıyordum. 2002 yılında partiyi kurduk. Milli değerlere ve memleket konularına konsantre olmuştuk. İslami değerler gibi kendi prensiplerimizi ön planda tutuyorduk. Türkiye’nin bu değişime ihtiyacı olduğunu gördük. Doğru bulduğumuz reformlara girmeyi tasarlıyorduk. Bunlara başladık ve gerçekleştirdik. Politik, ekonomik ve sosyal değişimlere başladık. Ancak bazı zorluklar da vardı. Çoğulcu bir sistemde yaşıyoruz. Bazı partiler kendi bildiklerini ön plana çıkarıyordu. Bunların bir kısmı demokratik normlara uygun olduğu gibi başkaları da değildi. Ancak halk bununla kaynaştı, seçimleri kazandık. AK Parti seçimleri alınca ben Başbakan oldum, sonra Dışişleri Bakanlığını üstlendim. Son olarak da Cumhurbaşkanlığına seçildim.
Kendinizi nasıl bir baba olarak görüyorsunuz?
Aileye çok önem veririm. Ancak Türkiye’ye dönünce maalesef politika meşguliyetleri beni alıp götürdü. Kamu hizmeti dolayısıyla aileme çok vakit ayırma fırsatım kalmadı. Bazen çocukların nasıl büyüdüğünü fark etmiyordum. Tabi ki bir boşluk oldu. O zaman eşime dedim ki, “Artık bu görev senin, ben vatan evlatlarıyla uğraşacağım, onların geleceği ile ilgileneceğim. Bizim çocuklar ise sana emanet, bu boşluğu dolduracaksın.” Hamdolsun bunda başarılı oldu. Üç çocuğumuz var, bir kız ve iki erkek çocuk. Kızım Cidde’de Bugşan Hastanesi’nde doğdu. (Gülerek) Ancak Suud vatandaşı değil, orada Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi doğum ile tabiiyet kazanma olayı yoktur.
Peki bir eş olarak?
Politika hayatından önce eşime çok yardımcı olurdum. Her şeyi paylaşırdık. Ancak politika ve devlet işlerinden sonra şahsi hayat gölgeleniyor. Tabi ki bu üzücüdür.
Adil bir bedel olarak görüyor musunuz bunu?
Tabi kamu işinde olanlar bir bedel ödeyeceklerdir. Artık ev meseleleri tamamen eşime kaldı. Ancak şimdi aile ziyaretlerimizde olsun, resmî ziyaretlerde olsun beraber olmaya çalışıyoruz. Eşim de tabi ki “First Lady” olarak bazı genel hizmetlerle meşgul. Toplum ve çocuklar ile uğraş verdiği çalışmalar vardır.
Bazı fotoğraflarınızda sizi mutfakta çalışırken gördük.
Ender olsa da hafta sonlarında bunu yapmaya çalışıyorum. Eski tatlı günleri hatırlıyoruz.
Yemek pişirme uğraşınız da oluyor mu?
Çok iyi bir aşçı değilim. Okul günlerinde güzel, ancak pratik olan bazı yemekleri yapardım.
İddialı olduğunuz bir yemek türü var mı?
Menemeni iyi yaparım.
Eski arkadaşlarla bağınız devam ediyor mu?
Arkadaşlara çok önem veririm. Sadece siyasi süreçte tanıştıklarım değil, okul arkadaşları ile olan ilişkilerime de çok önem veririm. Bazen toplanır, makamlardan arınıp eski hatıraları canlandırırız.
Belirli hobileriniz var mı?
Futbolu severim. Dünyada olduğu gibi bu spor Türkiye’de de çok ilgi görür.
Maçlara gidiyor musunuz?
Bütün maçları tabi ki takip edemiyorum. Ancak televizyondan seyretme imkânım oluyor.
Başka hobiler?
Çok okurum. Vakit buldukça yürürüm. Hızlı adımlarla yürüdüğüm için bazen korumalarım hızıma yetişmekte güçlük çeker ve tökezler. Dağlarda, açık alanlarda yürümeyi severim. Resmî ziyaretlerim esnasında dahi fırsat buldukça yürümeye çıkarım.
Tuttuğunuz takım var mı?
Türkiye’de dört büyük takım var; siz Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe’yi bilirsiniz. Ben Beşiktaşlıyım. Osmanlı dönemine dayanan eski bir takımdır. Başbakan Recep Tayip Erdoğan ise Fenerbahçe’yi tutar.
Yani aranızda spor rekabeti var?
(Gülerek) Tabi ki bizde her türlü rekabet meşrudur.
Devlet Başkanları ve liderlerle aranız nasıl?
Üstlendiğim görevler dolayısıyla çok dostluklarım oldu. Doğuda ve Batıda çok dostlarım var. Görevde olanlar, olmayanlar vardır. Cumhurbaşkanı olduktan sonra çok krallar ve devlet başkanları bizi ziyaret etti, beni de ülkelerine davet ettiler, bunların çoğuna gittim. Ayrıca dinî ve tarihî ilişkilerimiz olan ülke liderleriyle de çok dostluk ilişkilerim var. Arap liderleri ile memnun olduğum çok iyi ilişkilerim vardır.
İsim verebilir misiniz?
İsim söylemeyeyim. Ancak istisnasız hepsi ile çok dostane ilişkilerimiz vardır.
Sizin zamanınızda Türkiye tarihine itibar kazandırdı. Doğuya da yöneldi. Bunun sonuçları ne oldu?
Bu çok önemlidir ve başarımızın sırrı bunda saklıdır. Biz geleneklerimiz ve İslam dinimizin prensiplerine bağlı kaldık. Kendimizle ve tarihimizle barışık durumdayız. Dinî ve tarihî değerlerimizle de öyle. Türkiye’deki genel akımla barışık durumdayız. Halk ve devlet birbirini kucakladı, ayrıca Türkiye muhitini, çevresini de kucakladı. Bölgesi ile ilgilenen bir ülke olduk. Tabi ki Arap ülkeleri de, bölge ülkeleri de bunu algıladı; onun için onlarla da kucaklaştık.
Son Güncelleme: Salı, 06 Mart 2012 23:27
Gösterim: 2343