Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Doç. Dr. Ömer Adıgüzel / Çağdaş Drama Derneği Genel Başkanı
İnsan davranışlarının değişmesi ve geliştirilmesinde yaşantıların önemli bir yeri vardır. Yaşantı, kişinin tüm algıları ve etkinlikleri ile kazandığı bilgi ve becerilerdir. Bu nedenle eğitim ve kültürlenme arasında yakın bir ilişki vardır. İnsanın yaşadığı çevre ile etkileşim sürecine girmesi onu olgunlaşma sürecine götürür. Bu süreç ile birlikte insan, kendi kültürel çevresini oluşturma çabası içerisinde olur. Bu çaba, yaşamı devam ettirmek, geliştirmek, sağlıklı, dengeli, uyumlu olmak, kendini tanımak ve gerçekleştirmek gibi gereksinimleri karşılamaya dönük olmak durumundadır. Bu nedenlerle bir toplumda yeni ürünleri ortaya koyabilecek ve her alanda etkinliğini sürdürebilecek yaratıcı bireylere gereksinim bulunmaktadır. Bilinçlenme ve kültürlenme süreci olan eğitim, teknolojik ilerleme karşısında bireylerin bu gereksinimlerini karşılayabilecek ve yaşama ayak uydurmasını kolaylaştırabilecek olanakları da sağlamak durumundadır. Bu durum bireyin yaratıcılığının gelişmesi ile doğru orantılı olup; eğitime uygun ortamları hazırlamak gibi bir sorumluluğu yüklemektedir.
Nermi Uygur (1996, s. 28), çağımızın eğitimciden yepyeni davranış beklediğini; ancak bu beklentiye çoğu eğitimcinin edinmiş olduğu yetişme donanımı nedeniyle yanıt bulunamadığını vurgular. Ona göre bir eğitimci; biricik, geçerli tek bir kültürün olmadığını açık seçik bilmek zorundadır. Eğitimcinin görevi; resmen kendisine buyurulanları yerine getirmek değil, aksine onun bir kültür eleştirmeni, toplum onarıcısı, toplum düzelticisi, çağdaş bir toplum değiştiricisi olması gerekliliği yönündedir. Eğitimci, içinde yaşadığı zamanın iç atılımını elden geldiğince erken sezmeli, zamanı dokumalı, örtük-değerli kımıltıları geliştirmek amacını taşımalı, tüm çabasını zamanına yaraşan yaşam ereklerini çağdaşlarına göstermede ve bu ereklere varmayı olanaklı kılmada yoğunlaştırılmalıdır. Niçin Eğitimde Yaratıcı Drama?
San (1990) , aşırı ussal, ezbere yönelik, aşırı bilgi yüklü, okul yaşamından zevk almaya yöneltmeyen, öğrenmenin duyuşsal, sezgisel yanını savsaklayan, öğrencinin yaşayarak öğrenip kendi sentezlerine varamadığı bir eğitim anlayışının, yetiştirmek durumunda olduğu çağdaş insanın gereksinimlerini karşılayamayacağını vurgular.
Bunun belirgin nedeni, eğitim anlayışının ya da felsefesinin geleneksel yapısını koruması, toplumsal uygu (conformism) ve ortalamadan sapma korkusunu yaşamasıdır. Doğal olarak aynı korku bu sistem içerisinde yetişen bireye de yansımakta, birey içinde yaşadığı yenileri yakalayamamakta, eğitimin uygucu sınırları içinde sıkışmaktadır. Bu sıkışıklık bireyde çözmesi gereken ikilemi yaratmakta ve yaşatmaktadır. Birey ya içinde yaşadığı grubun yargılarıyla hemfikir olacak, yani uygucu olacak ya da kendini bir an önce tanıyacak, kendi görüş ve düşüncelerini savunacak, böylece grubun fikir birliğine karşı kendi bağımsızlığını, özerkliğini koruyabilecektir.
1980’li yıllar Türkiye’de eğitimde yaratıcı drama alanındaki yeni bilimsel bakış ve araştırmaların yoğunlaştığı, eğitimde yaratıcı dramanın bir yöntem, başlı başına bir ders ve bir estetik eğitim alanı olarak eğitim sistemde yer aramaya başladığı dönem olarak anılmaktadır. Bu başlangıçta Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. İnci San ile Devlet Tiyatrosu sanatçılarından Tamer Levent’in yaratıcı drama adına buluşmaları ve birlikte yaptığı çalışmaların önemi büyüktür.
Türkiye açısından bu iki önemli insanın yanı sıra, akademik düzeyde, o dönemde Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Anabilim Dalı’nın ve demokratik bir kitle örgütü de olan Çağdaş Drama Derneği’nin Ankara’da yürüttüğü akademik, etik ve bilimsel çalışmaların etkisi önemlidir. İngiltere’de 1910’lu yıllardan sonra gelişmeye başlayan eğitimde drama alanı, Türkiye’de yaygın kullanımı ile yaratıcı drama kavramı adı altında 1985 yılında düzenlenen 1. Uluslararası Eğitimde Dramatizasyon Semineri’nden sonra önemli bir hareket kazanmış ve hızla eğitim sistemi içerisinde yer almıştır. Bu tarih Türkiye’de yaratıcı dramanın akademik anlamda tartışılmaya başlandığı yıl olarak da değerlendirilir.
Türkiye’de gelinen nokta, yaratıcı dramanın sadece özel okullarda ya da yine değişik kurumlarda (Dernek, Vakıf, Kurumların hizmet içi eğitim birimleri vd.) verilen bir ders, kullanılan yöntem olmadığı yönündedir. Aksine yaratıcı drama, Milli Eğitim Bakanlığı’nın değişik kademelerinde zorunlu-seçimlik olarak yer alan bir ders olmuştur.
Yaratıcı Drama bilimsel çalışma disiplini olarak çok yeni bir alan olmasına karşın, çağdaş insanın gereksinimini karşılamada ve yaratıcı bireyi yetiştirmede etkili olabilecek bir alandır. Daha çok herhangi bir dersin ünitesinin ya da konusunun araç olarak işlendiği durumlarda, canlandırmanın, doğaçlamanın, rolün, yaparak, yaşayarak ve oynayarak öğretimin esas olduğu bu tür yaklaşımlar, genellikle geleneksel yöntemlerin karşısında daha aktif yer almıştır. Bu aktif anlayışın eğitim sistemi içerisinde daha erken yaşama geçirilmesi, gerek öğretmenin yetişmesi açısından gerekse mevcut eğitim politikasının geleneksel yapısını koruma direnci nedeniyle kolay olamamıştır.
Yaratıcı drama alanı özellikle tiyatro alanından farklı ancak ilişkili olarak çeşitli bileşenlerden oluşmaktadır. Eğitimde dramanın temel amaçlarından biri yaratıcılıktır. Yaratıcılık süreci, tüm duyuşsal ve düşünsel etkinliklerde, her türlü çalışma ve uğraşın içerisinde vardır. Yaratıcılık yalnız sanatsal süreçlerde değil, insan yaşamının tüm yönlerinde yer alan temel bir yetidir. İnsan tarafından tamamlanmış her işte yaratıcılık temel bir öğe olarak bulunmaktadır (San, 1985 ).
Genel olarak yaratıcılık, daha önceden kurulmamış ilişkiler arasındaki ilişkileri kurabilme, böylece yeni bir düşünce şeması içinde, yeni yaşantılar, deneyimler, yeni düşünüler ve yeni ürünler ortaya koyma yetisidir (Landau’dan Akt. San, 1985).
Yaratıcılık doğuştan gelen bir yetidir ve insana özgüdür. Her insan yaratıcı olabilme şansına sahiptir. Yaratıcı sayılmak için bir dahi olmak gerekli değildir. Bireyde bulunan yaratıcı yön çeşitli nedenlerle yok edilmiş, geriletilmiş olsa bile eğitimde drama çalışmalarındaki yaşam deneyimleri ve özel programlarla yeniden kazanılabilir. Eğitimde drama insanlara kendilerini tanıma ve yaratıcı yönlerini keşfetmelerini sağlayabilir. Sözgelimi bu eğitimden geçen bireyler yaratıcı yönlerini sözlü ya da sözsüz olarak ifade edebilirler, beden dili gelişebilir, yazılı ifade biçimi ya da sözlü aktarım gücü de eğitimde drama ile geliştirilebilir. Kökeninde yaratıcılığın olacağı bu ifade biçimleri çeşitli sanatsal ürünlere de dönüşebilir.
Drama sözcüğünün önünde kullanılan “yaratıcı” sözcüğünün özellikle eklenmesinin ardında Drama’nın daha çok tiyatro ile karşılık bulduğu, tiyatrodaki metin odaklı çalışmalarında da(günümüzdeki metinsiz yapılan çağdaş tiyatro örnekleri dışında) oyuncuların canlandırmalarının kendilerine verilen metin ile sınırlı oldukları, bu canlandırmalarda kendi yaşantılarından doğrudan bir müdahele, katkının olamayacağı yönündedir.
Yaratıcı drama herhangi bir konuyu, doğaçlama, rol oynama gibi tekniklerden yararlanarak, bir grupla ve grup üyelerinin birikimlerinden, yaşantılarından yola çıkarak canlandırmalar yapmaktır. Bu canlandırma süreçlerinde oyunun genel özelliklerinden yararlanılır ve bir lider, drama öğretmeni/eğitmeni eşliğinde ve yapılacak çalışmanın amacına, grubun yapısına göre önceden belirlenmiş mekanda eğitimde drama süreci gerçekleştirilir.
Eğitimde Yaratıcı Drama bilimsel çalışma disiplini olarak çok yeni bir alan olmasına karşın, yaratıcılığı ve yaratıcı bireyi yetiştirmede etkili olabilecek bir alandır.
1 Uygur, Nermi (1996), “Dil, Kültür ve Eğitim” Kültür Kuramı (2. Baskı), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. ss.11-31.
2 San, İ. (1990). Eğitimde Yaratıcı Drama. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 23 (2), 573-582.
3 San, İ. (1985) Sanat ve Eğitim. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Doç. Dr. Ömer Adıgüzel / Çağdaş Drama Derneği Genel Başkanı
İnsan davranışlarının değişmesi ve geliştirilmesinde yaşantıların önemli bir yeri vardır. Yaşantı, kişinin tüm algıları ve etkinlikleri ile kazandığı bilgi ve becerilerdir. Bu nedenle eğitim ve kültürlenme arasında yakın bir ilişki vardır. İnsanın yaşadığı çevre ile etkileşim sürecine girmesi onu olgunlaşma sürecine götürür. Bu süreç ile birlikte insan, kendi kültürel çevresini oluşturma çabası içerisinde olur. Bu çaba, yaşamı devam ettirmek, geliştirmek, sağlıklı, dengeli, uyumlu olmak, kendini tanımak ve gerçekleştirmek gibi gereksinimleri karşılamaya dönük olmak durumundadır. Bu nedenlerle bir toplumda yeni ürünleri ortaya koyabilecek ve her alanda etkinliğini sürdürebilecek yaratıcı bireylere gereksinim bulunmaktadır. Bilinçlenme ve kültürlenme süreci olan eğitim, teknolojik ilerleme karşısında bireylerin bu gereksinimlerini karşılayabilecek ve yaşama ayak uydurmasını kolaylaştırabilecek olanakları da sağlamak durumundadır. Bu durum bireyin yaratıcılığının gelişmesi ile doğru orantılı olup; eğitime uygun ortamları hazırlamak gibi bir sorumluluğu yüklemektedir.
Nermi Uygur (1996, s. 28), çağımızın eğitimciden yepyeni davranış beklediğini; ancak bu beklentiye çoğu eğitimcinin edinmiş olduğu yetişme donanımı nedeniyle yanıt bulunamadığını vurgular. Ona göre bir eğitimci; biricik, geçerli tek bir kültürün olmadığını açık seçik bilmek zorundadır. Eğitimcinin görevi; resmen kendisine buyurulanları yerine getirmek değil, aksine onun bir kültür eleştirmeni, toplum onarıcısı, toplum düzelticisi, çağdaş bir toplum değiştiricisi olması gerekliliği yönündedir. Eğitimci, içinde yaşadığı zamanın iç atılımını elden geldiğince erken sezmeli, zamanı dokumalı, örtük-değerli kımıltıları geliştirmek amacını taşımalı, tüm çabasını zamanına yaraşan yaşam ereklerini çağdaşlarına göstermede ve bu ereklere varmayı olanaklı kılmada yoğunlaştırılmalıdır. Niçin Eğitimde Yaratıcı Drama?
San (1990) , aşırı ussal, ezbere yönelik, aşırı bilgi yüklü, okul yaşamından zevk almaya yöneltmeyen, öğrenmenin duyuşsal, sezgisel yanını savsaklayan, öğrencinin yaşayarak öğrenip kendi sentezlerine varamadığı bir eğitim anlayışının, yetiştirmek durumunda olduğu çağdaş insanın gereksinimlerini karşılayamayacağını vurgular.
Bunun belirgin nedeni, eğitim anlayışının ya da felsefesinin geleneksel yapısını koruması, toplumsal uygu (conformism) ve ortalamadan sapma korkusunu yaşamasıdır. Doğal olarak aynı korku bu sistem içerisinde yetişen bireye de yansımakta, birey içinde yaşadığı yenileri yakalayamamakta, eğitimin uygucu sınırları içinde sıkışmaktadır. Bu sıkışıklık bireyde çözmesi gereken ikilemi yaratmakta ve yaşatmaktadır. Birey ya içinde yaşadığı grubun yargılarıyla hemfikir olacak, yani uygucu olacak ya da kendini bir an önce tanıyacak, kendi görüş ve düşüncelerini savunacak, böylece grubun fikir birliğine karşı kendi bağımsızlığını, özerkliğini koruyabilecektir.
1980’li yıllar Türkiye’de eğitimde yaratıcı drama alanındaki yeni bilimsel bakış ve araştırmaların yoğunlaştığı, eğitimde yaratıcı dramanın bir yöntem, başlı başına bir ders ve bir estetik eğitim alanı olarak eğitim sistemde yer aramaya başladığı dönem olarak anılmaktadır. Bu başlangıçta Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. İnci San ile Devlet Tiyatrosu sanatçılarından Tamer Levent’in yaratıcı drama adına buluşmaları ve birlikte yaptığı çalışmaların önemi büyüktür.
Türkiye açısından bu iki önemli insanın yanı sıra, akademik düzeyde, o dönemde Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Anabilim Dalı’nın ve demokratik bir kitle örgütü de olan Çağdaş Drama Derneği’nin Ankara’da yürüttüğü akademik, etik ve bilimsel çalışmaların etkisi önemlidir. İngiltere’de 1910’lu yıllardan sonra gelişmeye başlayan eğitimde drama alanı, Türkiye’de yaygın kullanımı ile yaratıcı drama kavramı adı altında 1985 yılında düzenlenen 1. Uluslararası Eğitimde Dramatizasyon Semineri’nden sonra önemli bir hareket kazanmış ve hızla eğitim sistemi içerisinde yer almıştır. Bu tarih Türkiye’de yaratıcı dramanın akademik anlamda tartışılmaya başlandığı yıl olarak da değerlendirilir.
Türkiye’de gelinen nokta, yaratıcı dramanın sadece özel okullarda ya da yine değişik kurumlarda (Dernek, Vakıf, Kurumların hizmet içi eğitim birimleri vd.) verilen bir ders, kullanılan yöntem olmadığı yönündedir. Aksine yaratıcı drama, Milli Eğitim Bakanlığı’nın değişik kademelerinde zorunlu-seçimlik olarak yer alan bir ders olmuştur.
Yaratıcı Drama bilimsel çalışma disiplini olarak çok yeni bir alan olmasına karşın, çağdaş insanın gereksinimini karşılamada ve yaratıcı bireyi yetiştirmede etkili olabilecek bir alandır. Daha çok herhangi bir dersin ünitesinin ya da konusunun araç olarak işlendiği durumlarda, canlandırmanın, doğaçlamanın, rolün, yaparak, yaşayarak ve oynayarak öğretimin esas olduğu bu tür yaklaşımlar, genellikle geleneksel yöntemlerin karşısında daha aktif yer almıştır. Bu aktif anlayışın eğitim sistemi içerisinde daha erken yaşama geçirilmesi, gerek öğretmenin yetişmesi açısından gerekse mevcut eğitim politikasının geleneksel yapısını koruma direnci nedeniyle kolay olamamıştır.
Yaratıcı drama alanı özellikle tiyatro alanından farklı ancak ilişkili olarak çeşitli bileşenlerden oluşmaktadır. Eğitimde dramanın temel amaçlarından biri yaratıcılıktır. Yaratıcılık süreci, tüm duyuşsal ve düşünsel etkinliklerde, her türlü çalışma ve uğraşın içerisinde vardır. Yaratıcılık yalnız sanatsal süreçlerde değil, insan yaşamının tüm yönlerinde yer alan temel bir yetidir. İnsan tarafından tamamlanmış her işte yaratıcılık temel bir öğe olarak bulunmaktadır (San, 1985 ).
Genel olarak yaratıcılık, daha önceden kurulmamış ilişkiler arasındaki ilişkileri kurabilme, böylece yeni bir düşünce şeması içinde, yeni yaşantılar, deneyimler, yeni düşünüler ve yeni ürünler ortaya koyma yetisidir (Landau’dan Akt. San, 1985).
Yaratıcılık doğuştan gelen bir yetidir ve insana özgüdür. Her insan yaratıcı olabilme şansına sahiptir. Yaratıcı sayılmak için bir dahi olmak gerekli değildir. Bireyde bulunan yaratıcı yön çeşitli nedenlerle yok edilmiş, geriletilmiş olsa bile eğitimde drama çalışmalarındaki yaşam deneyimleri ve özel programlarla yeniden kazanılabilir. Eğitimde drama insanlara kendilerini tanıma ve yaratıcı yönlerini keşfetmelerini sağlayabilir. Sözgelimi bu eğitimden geçen bireyler yaratıcı yönlerini sözlü ya da sözsüz olarak ifade edebilirler, beden dili gelişebilir, yazılı ifade biçimi ya da sözlü aktarım gücü de eğitimde drama ile geliştirilebilir. Kökeninde yaratıcılığın olacağı bu ifade biçimleri çeşitli sanatsal ürünlere de dönüşebilir.
Drama sözcüğünün önünde kullanılan “yaratıcı” sözcüğünün özellikle eklenmesinin ardında Drama’nın daha çok tiyatro ile karşılık bulduğu, tiyatrodaki metin odaklı çalışmalarında da(günümüzdeki metinsiz yapılan çağdaş tiyatro örnekleri dışında) oyuncuların canlandırmalarının kendilerine verilen metin ile sınırlı oldukları, bu canlandırmalarda kendi yaşantılarından doğrudan bir müdahele, katkının olamayacağı yönündedir.
Yaratıcı drama herhangi bir konuyu, doğaçlama, rol oynama gibi tekniklerden yararlanarak, bir grupla ve grup üyelerinin birikimlerinden, yaşantılarından yola çıkarak canlandırmalar yapmaktır. Bu canlandırma süreçlerinde oyunun genel özelliklerinden yararlanılır ve bir lider, drama öğretmeni/eğitmeni eşliğinde ve yapılacak çalışmanın amacına, grubun yapısına göre önceden belirlenmiş mekanda eğitimde drama süreci gerçekleştirilir.
Eğitimde Yaratıcı Drama bilimsel çalışma disiplini olarak çok yeni bir alan olmasına karşın, yaratıcılığı ve yaratıcı bireyi yetiştirmede etkili olabilecek bir alandır.
1 Uygur, Nermi (1996), “Dil, Kültür ve Eğitim” Kültür Kuramı (2. Baskı), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. ss.11-31.
2 San, İ. (1990). Eğitimde Yaratıcı Drama. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 23 (2), 573-582.
3 San, İ. (1985) Sanat ve Eğitim. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları.
Son Güncelleme: Perşembe, 25 Şubat 2016 11:54
Gösterim: 14988
Yabancı Dil ve Oyun – Smart Cookies / Orman ve Ağaçlar / Kathleen Shirley Glenwright
Birkaç hafta önce önümdeki koltuktaki bebeğin annesinin omzunun üzerinden bana kaçamak bir şekilde baktığını fark ettiğimde bir otobüste oturuyordum. İçimden geleni yaptım, yüzümü eşarpla kapayıp ‘cöö’ yaptım. Ne zaman eşarbı indirim gülümsesem, bebek katılıyordu gülmekten. Oyun, benden ‘cöö’ beklerken başka şeyler eklememle gitgide zorlaşıyordu. Kafamı eşarbın arkasından, beklemediği bir şekilde çıkararak bebeği devamlı bir şekilde şaşırtmayı başarıyordum. Dün, 3 yaşındaki torunumla yerde halının üstüne kitap okuyorduk. Karakterlerin komik seslerini çıkardık, her sayfayı canımızın istediği gibi canlandırdık. Dişlerimizi fırçalarmış gibi, yüzümüzü yıkarmış gibi yaptık, yastıkları kabarttık, hayali elektik düğmesini kapadık. En güzeli de uyuyormuş gibi yaparak horlamalarımızı mümkün olduğunca sesli bir şekilde çıkardık*. Kahkahayla yuvarlandık ve bir yerde torunum sayfadaki ZZZ’yi gösterdi ve ‘Bak büyükanne, işte horlamalar’ dedi. Okumayı bilmiyor ama anladı.
Okuyamıyor ama onun okumasını da istiyor değilim. Sadece üç yaşında! Bir sembolün anlamını çözdü ve belli bir sesle eşleştirebildi diye mutlu ya da büyülenmiş değildim. Torunum bir dahi ve yazı birimini başarılı bir şekilde eşleştirdi diye sevinçten havalara zıplamadım. İlgili diye, birlikte eğlenebiliyoruz diye ve annesi için ağlamıyor diye mutluydum. Tamam, tabii ki bir şeyler öğreniyor, herhangi bir şey bile olsa öğreniyor diye mutluyum.
Ve o burada bir fındıkkabuğu içinde… Ormanlar ve ağaçlar
Ağaçlar, küçük çocuk eğitimindeki arayışlarımızda sürekli hedeflediğimiz belirli amaçlardır. Aslında, o ağaçlara öyle takıldık ki tek bir ağaç bize yetmiyor. Hayır, biz ağaç kabuğundaki özel bir dokuya erişmek ya da tüm çocuklarımızın ağaçlardaki yaprakların damarlarındaki desenlere kadar aynı yere ulaştıklarında emin olmak istiyoruz. Başka hiçbir şey önemli değil!
Yabancı dil olarak İngilizcede, küçük öğrenicilerden oluşan grubumuz bir hafta sonuna kadar tüm çiftlik hayvanlarının adlarını ezbere söyleyebilmeli ve hepsini doğru telaffuz edebilmeli (kendi ana dillerinde bunu yapıp yapmamalarının hiçbir önemi yok!) Onlardan, sözcükleri doğru zaman ve doğru sıraya koymalarını ve o hayvanlardan en çok hangisini sevdiklerini söylemelerini isteriz. (İçlerinde en çok sevdiği hayvan olmama ihtimalini, o hayvanı muhtemelen gerçek hayatta hiç görmemiş olmalarını ve hatta gerçekten sevdikleri ve sahip oldukları bir çiftlik hayvanı olsa bile kendi ana dillerinde bunu ifade ederken tam bir cümlede ifade etmediklerini de boş verin!)
Yıllardır biz öğretmenler, bilimi ve doğallığı bir kenara bırakıp, moda ve söylemleri takip ediyoruz. Bu söylemler genelde küçük ve belli bir konu üzerine odaklanmışlar. Onların söylediği herşeyi sınıf içinde bir mecburiyet gibi algıladık. Aslında, uygulayamayacağımız kadar çok fazla söylem ve bilgi var. Bu yüzden bazılarını seçiyoruz ya da yönlendiriciler bize bazı konular üzerinde diğerlerinden daha fazla durmamızı ve uygulamamızı telkin ediyorlar.
Yabancı dil eğitimindeki (aslında eğitim bir bütündür) bu mu olsun şu mu olsun, modayı mı takip edelim derken, yavaş bir şekilde başa dönüp o söylem sahiplerini şunu söylerken bulduk : ‘Bir dakika, o ağaçtaki detaylara o kadar odaklanmışız ki ağacın bütününe bakmayı unutmuşuz’.**. O unutulan ağacın bütünü aslında, benim -bir annenin, bir babanın, bir öğretmenin, otobüsteki bir yabancının- ‘cöö’ oynarken baktığı ya da horlama numarası yaparken oturma odasındaki halıda uzandığı yaşantının tamamıdır. Bizim tam bir doğal eğitici olarak baktığımız şeylerdir. Hepimiz buna programlanmışız aslında! Hepimiz eğlenmeye, rehberlik etmeye, küçük bir çocukla karşılaştığımızda neye ihtiyacı olduğunu anlamaya programlıyız. Öyle çok ciddi düşünmeye bile gerek yok, çünkü oynamaya programlıyız!
Tıpkı benim otobüste bir eşarbın arkasından güldürmeyi hedeflemem gibi, sınıflarda gülümsetmeyi hedeflemeliyiz. Ve bu gülümsemelerin rotası hep aynıdır: oyun. Torunumu bakıcıya bıraktığımda da hedef aynıdır: annesi eve gelinceye kadar onun meşgul ve mutlu olmasını sağla. Örneğin, sadece ormana gidin, ne bulacaksınız bir bakın ve bırakın gülümsesin. Hedeflerimiz basitçe ormana gitmek oyun olduğunda bir parça odunu mikroskobun altına koymaktan daha kolay, anlamlı ve doğal olarak öğreniriz ve daha mutlu öğrenenler oluruz. Tabii ki bu yirmi hatta daha fazla öğrenciyle sınıfta baş başa kaldığımızda hiçte kolay değildir. Ayrıca velilerin ve yönetimin de mutlu kalmaları gerekiyor. Bu da bizim ormana dönmemizi hem kolaylaştırır hem zorlaştırır. Kolaydır, çünkü hepimiz oynamayı biliriz. Zordur, çünkü eğitim sistemimizdeki hatta dünyadaki gerçeklere bakmamız ve oyunumuzun yapılandırılmış olması gereklidir.
Dil öğretmenleri olarak kendimize şöyle diyemeyiz: ‘Ben bütün gün oynayacağım ve umarım iyi bir şeyler olur.’ Dil öğrenimindeki gereksinimleri de hesaba katmamız gerekir. Özellikle de bunca yıl kullandığımız, işe yaramadığını gördüğümüz halde kullanmaya devam ettiğimiz metotlara bir daha dönmeme pahasına. Yönlendirilmiş bir oyun tercih etmek güçtür çünkü o eski alışkanlıklara ve resmi yönergelere dönmemek için organize olmak şarttır.
Amaçları oyunu anaokuluna geri kazandırmak, öğretmen ve kurumlara da aynı güzelliği yaşatmak olan bir ekip ile çalıştığım için çok şanslıyım. Smart Cookies gibi; oyunu, eğlenceyi ve diğer her şeyi içinde bulunduran bu programın bir parçası olmaktan gurur duyuyorum. Sınıflarda bozuk da olsa İngilizce konuşabilen, iletişim kuruyorken göz teması kuran, gözlerini yukarı dikip beyinlerinin arka tarafında bir yerlerde sıkıştırılmış bir parça ezber aramaksızın düşünmeden konuşabilen öğrencileri gördüğüm de daha da gururlanıyorum.
‘Sırana otur ve öğren’ eğitim sitilinden buralara olan bu değişim bir gecede olmaz ama artık bu olmalıdır. Oyuna dönüş gerçekleşecektir. Çünkü sınıflarda bir sürü mutsuz, isteksiz öğrenci, çok uzun süredir ihmal ettiğimiz ve belki bir süre daha ihmal edeceğimiz bir sürü ağaç var.
Oyuna odaklanan bu felsefeyi sınıflara tanıtmak bir gecede olmaz. Çünkü bir eşarbı çekip ‘cö’ demek kadar kolay değildir. Bize rehberlik etmeleri için sınıf içi uygulama tecrübesine sahip akademisyenlere ihtiyacımız var. Bir öğrenim programına bağlı kalmak, plan yapmak, hazırlanmak ve doğru materyalleri bulmak için daha fazla gayret etmemiz lazım. Daha önce de bahsettiğim gibi ‘Ben ormana gidiyorum’ derken istediğimiz yoldan gidemeyiz. Ormanın hangi kısmına ve nasıl gideceğimize karar vermemiz gerekir. Oraya vardığımızda zamanımızı nasıl mutlu bir şekilde geçireceğimize ve hatta geri dönerken yanımıza ne almak istediğimize bile karar verebilmeliyiz. O topladığımız şeyler (kuru materyaller) çocuktan çocuğa farklılık gösterecektir ve oraya vardığımızda karar bile değiştirebiliriz ama herkes mutlaka geriye bir şeyle dönecektir.
Smart Cookies modeli yerel öğrenim programı ile eşleşen konuları kullanarak, dilin hangi konuda doyuma ulaşacağını anlayarak, tüm bunlar için eğlenceye yönelik materyal sağlayarak ve çok emek harcayan öğretmenlerimize oyuna odaklanabilsinler diye gerekli desteği vererek bize ormanda bir şeyler toplarken harika zaman geçirmemizi sağlıyor. Halıda uzanıp horlama taklidi yapmak gibi, ama daha geniş bir yelpazede. Başlangıç ve bitiş noktası oyun ama arasındaki ve altındakiler dikkatlice düşünülmüştür. Smart Cookies, oyuna dayalı sınıfın işleyişindeki yükü azaltır. Her konu için ihtiyaç duyulan materyal ve öykü kitabı ve etkinlikler içerir. Özel olarak hazırlanmış web sitesinde her konu için İngilizceyi yabancı dil olarak almayan fikirler sunar. Tüm yıl boyunca danışabileceğiniz bir eğitim danışmanı, oyunla eğitimin doğal dünyasına dönmenize yardımcı olacak eğitimler verir. Öyküler, içlerinde özellikle belli sözcükler ya da dilbilgisi yapıları olduğu için değil, tüm dünya çocukları tarafından en çok sevilen öyküler arasından seçilmişlerdir. Kâğıda dayalı etkinlikler, çocukların sosyal ve motor gelişimlerini desteklemek, eğlendirmek ve öğretmenin dili kullanmasına olanak sağlayacak şekilde tasarlanmışlardır. Bu etkinlikler belli kalıp ve sözcükleri ezberletmek için değildir. Smart Cookies, sınıfta dili doğal bir şekilde keşfetmeniz için tasarlanmıştır. İçerdiği şarkılar, videolar, online öyküler, konu ile alakalı oyun ve etkinlikler daha verimli bir ders ortamı için internet sitesinde elinizin altındadır. Eğitimler size, kendinize güvenmeyi, sınıfta rahat olmayı ve oyunun gücünü verecektir ve danışmanınız size gerekli ipuçları ve ihtiyacınız olan desteği sağlayacaktır.
Smart Cookies’in sizden beklediği şey mantıklı karar almada: kanaat ve ana eğitim aracınız olan oyun için ilk adım atma cesaretidir. Pek çoğumuza sınıflarda oynanan oyun için ayrılan zamanın boşa geçen zaman olduğu söylenmiştir. Pek çoğumuz zamanını serbest zaman köşesinde hastane veya doktor oyuncaklarıyla, çocukların hastalık, mikroplar gibi sözcükleri öğrenip, yerde oturarak dil yeteneklerini geliştirebileceği bir fırsatı vermek yerine, onları sıraya oturtup sözcük kartlarını çıkarıp, sırayla kafa, bacak gibi yanıtlar vermelerinin daha değerli olduğuna inandırıldık. Öğretmenler kendi klasik beklentilerinden ve geleneklerinden kurtuluncaya kadar, içimizden gelen sesin söylemlerden daha değerli olduğunu kabul etme cesaretini gösterene kadar, öğretmenlerin ve eğitim kuruluşlarının önceliklerini çocukların mutlu olmaları diye değiştirinceye kadar, bu alanda elimizden geleni yapmalıyız.
Anlamamız gereken gerçek şudur; oyun, küçük çocukların doğal bir şekilde tercih ettiği bir öğrenme yoludur. Oyun, ‘yetişkinlerin çocukları kontrol etmeye çalışmadıklarında yaptıkları’ olarak nitelendirilir. Sınıflarda gerçekleşen yabancı dil öğretimi yetişkinlerin kontrolünde olduğu için burada oyun yer alamıyor ve dil öğretiminde veya diğer derslerde de en iyi yol olamıyor.
Öğretmenler olarak, ağaçları kontrol etme sayfasını artık kapamamız gerekiyor, şöyle bir geriye çekilip gözümüzün önündeki o güzel ormanı görebilmeliyiz.
Kısacası, gidip oynamamız lazım!
*Night, Night, Dilly Dally- Smart Cookies Toddlers' Paketi: Farbe Eğitim.
**Bu makaleye kapsamlı bir akademik referans dahil etmedik, ama daha fazlasını okumak isteyen için, burada bir iki güzel başlangıç:
http://www.playengland.org.uk/resources/play-for-a-change-briefing.aspx http://www.communityplaythings.com/resources/topics/role-of-play-in-learning http://www.sas.upenn.edu/~deenas/papers/weisberg-et-al-amjplay-2013.pdf
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Yabancı Dil ve Oyun – Smart Cookies / Orman ve Ağaçlar / Kathleen Shirley Glenwright
Birkaç hafta önce önümdeki koltuktaki bebeğin annesinin omzunun üzerinden bana kaçamak bir şekilde baktığını fark ettiğimde bir otobüste oturuyordum. İçimden geleni yaptım, yüzümü eşarpla kapayıp ‘cöö’ yaptım. Ne zaman eşarbı indirim gülümsesem, bebek katılıyordu gülmekten. Oyun, benden ‘cöö’ beklerken başka şeyler eklememle gitgide zorlaşıyordu. Kafamı eşarbın arkasından, beklemediği bir şekilde çıkararak bebeği devamlı bir şekilde şaşırtmayı başarıyordum. Dün, 3 yaşındaki torunumla yerde halının üstüne kitap okuyorduk. Karakterlerin komik seslerini çıkardık, her sayfayı canımızın istediği gibi canlandırdık. Dişlerimizi fırçalarmış gibi, yüzümüzü yıkarmış gibi yaptık, yastıkları kabarttık, hayali elektik düğmesini kapadık. En güzeli de uyuyormuş gibi yaparak horlamalarımızı mümkün olduğunca sesli bir şekilde çıkardık*. Kahkahayla yuvarlandık ve bir yerde torunum sayfadaki ZZZ’yi gösterdi ve ‘Bak büyükanne, işte horlamalar’ dedi. Okumayı bilmiyor ama anladı.
Okuyamıyor ama onun okumasını da istiyor değilim. Sadece üç yaşında! Bir sembolün anlamını çözdü ve belli bir sesle eşleştirebildi diye mutlu ya da büyülenmiş değildim. Torunum bir dahi ve yazı birimini başarılı bir şekilde eşleştirdi diye sevinçten havalara zıplamadım. İlgili diye, birlikte eğlenebiliyoruz diye ve annesi için ağlamıyor diye mutluydum. Tamam, tabii ki bir şeyler öğreniyor, herhangi bir şey bile olsa öğreniyor diye mutluyum.
Ve o burada bir fındıkkabuğu içinde… Ormanlar ve ağaçlar
Ağaçlar, küçük çocuk eğitimindeki arayışlarımızda sürekli hedeflediğimiz belirli amaçlardır. Aslında, o ağaçlara öyle takıldık ki tek bir ağaç bize yetmiyor. Hayır, biz ağaç kabuğundaki özel bir dokuya erişmek ya da tüm çocuklarımızın ağaçlardaki yaprakların damarlarındaki desenlere kadar aynı yere ulaştıklarında emin olmak istiyoruz. Başka hiçbir şey önemli değil!
Yabancı dil olarak İngilizcede, küçük öğrenicilerden oluşan grubumuz bir hafta sonuna kadar tüm çiftlik hayvanlarının adlarını ezbere söyleyebilmeli ve hepsini doğru telaffuz edebilmeli (kendi ana dillerinde bunu yapıp yapmamalarının hiçbir önemi yok!) Onlardan, sözcükleri doğru zaman ve doğru sıraya koymalarını ve o hayvanlardan en çok hangisini sevdiklerini söylemelerini isteriz. (İçlerinde en çok sevdiği hayvan olmama ihtimalini, o hayvanı muhtemelen gerçek hayatta hiç görmemiş olmalarını ve hatta gerçekten sevdikleri ve sahip oldukları bir çiftlik hayvanı olsa bile kendi ana dillerinde bunu ifade ederken tam bir cümlede ifade etmediklerini de boş verin!)
Yıllardır biz öğretmenler, bilimi ve doğallığı bir kenara bırakıp, moda ve söylemleri takip ediyoruz. Bu söylemler genelde küçük ve belli bir konu üzerine odaklanmışlar. Onların söylediği herşeyi sınıf içinde bir mecburiyet gibi algıladık. Aslında, uygulayamayacağımız kadar çok fazla söylem ve bilgi var. Bu yüzden bazılarını seçiyoruz ya da yönlendiriciler bize bazı konular üzerinde diğerlerinden daha fazla durmamızı ve uygulamamızı telkin ediyorlar.
Yabancı dil eğitimindeki (aslında eğitim bir bütündür) bu mu olsun şu mu olsun, modayı mı takip edelim derken, yavaş bir şekilde başa dönüp o söylem sahiplerini şunu söylerken bulduk : ‘Bir dakika, o ağaçtaki detaylara o kadar odaklanmışız ki ağacın bütününe bakmayı unutmuşuz’.**. O unutulan ağacın bütünü aslında, benim -bir annenin, bir babanın, bir öğretmenin, otobüsteki bir yabancının- ‘cöö’ oynarken baktığı ya da horlama numarası yaparken oturma odasındaki halıda uzandığı yaşantının tamamıdır. Bizim tam bir doğal eğitici olarak baktığımız şeylerdir. Hepimiz buna programlanmışız aslında! Hepimiz eğlenmeye, rehberlik etmeye, küçük bir çocukla karşılaştığımızda neye ihtiyacı olduğunu anlamaya programlıyız. Öyle çok ciddi düşünmeye bile gerek yok, çünkü oynamaya programlıyız!
Tıpkı benim otobüste bir eşarbın arkasından güldürmeyi hedeflemem gibi, sınıflarda gülümsetmeyi hedeflemeliyiz. Ve bu gülümsemelerin rotası hep aynıdır: oyun. Torunumu bakıcıya bıraktığımda da hedef aynıdır: annesi eve gelinceye kadar onun meşgul ve mutlu olmasını sağla. Örneğin, sadece ormana gidin, ne bulacaksınız bir bakın ve bırakın gülümsesin. Hedeflerimiz basitçe ormana gitmek oyun olduğunda bir parça odunu mikroskobun altına koymaktan daha kolay, anlamlı ve doğal olarak öğreniriz ve daha mutlu öğrenenler oluruz. Tabii ki bu yirmi hatta daha fazla öğrenciyle sınıfta baş başa kaldığımızda hiçte kolay değildir. Ayrıca velilerin ve yönetimin de mutlu kalmaları gerekiyor. Bu da bizim ormana dönmemizi hem kolaylaştırır hem zorlaştırır. Kolaydır, çünkü hepimiz oynamayı biliriz. Zordur, çünkü eğitim sistemimizdeki hatta dünyadaki gerçeklere bakmamız ve oyunumuzun yapılandırılmış olması gereklidir.
Dil öğretmenleri olarak kendimize şöyle diyemeyiz: ‘Ben bütün gün oynayacağım ve umarım iyi bir şeyler olur.’ Dil öğrenimindeki gereksinimleri de hesaba katmamız gerekir. Özellikle de bunca yıl kullandığımız, işe yaramadığını gördüğümüz halde kullanmaya devam ettiğimiz metotlara bir daha dönmeme pahasına. Yönlendirilmiş bir oyun tercih etmek güçtür çünkü o eski alışkanlıklara ve resmi yönergelere dönmemek için organize olmak şarttır.
Amaçları oyunu anaokuluna geri kazandırmak, öğretmen ve kurumlara da aynı güzelliği yaşatmak olan bir ekip ile çalıştığım için çok şanslıyım. Smart Cookies gibi; oyunu, eğlenceyi ve diğer her şeyi içinde bulunduran bu programın bir parçası olmaktan gurur duyuyorum. Sınıflarda bozuk da olsa İngilizce konuşabilen, iletişim kuruyorken göz teması kuran, gözlerini yukarı dikip beyinlerinin arka tarafında bir yerlerde sıkıştırılmış bir parça ezber aramaksızın düşünmeden konuşabilen öğrencileri gördüğüm de daha da gururlanıyorum.
‘Sırana otur ve öğren’ eğitim sitilinden buralara olan bu değişim bir gecede olmaz ama artık bu olmalıdır. Oyuna dönüş gerçekleşecektir. Çünkü sınıflarda bir sürü mutsuz, isteksiz öğrenci, çok uzun süredir ihmal ettiğimiz ve belki bir süre daha ihmal edeceğimiz bir sürü ağaç var.
Oyuna odaklanan bu felsefeyi sınıflara tanıtmak bir gecede olmaz. Çünkü bir eşarbı çekip ‘cö’ demek kadar kolay değildir. Bize rehberlik etmeleri için sınıf içi uygulama tecrübesine sahip akademisyenlere ihtiyacımız var. Bir öğrenim programına bağlı kalmak, plan yapmak, hazırlanmak ve doğru materyalleri bulmak için daha fazla gayret etmemiz lazım. Daha önce de bahsettiğim gibi ‘Ben ormana gidiyorum’ derken istediğimiz yoldan gidemeyiz. Ormanın hangi kısmına ve nasıl gideceğimize karar vermemiz gerekir. Oraya vardığımızda zamanımızı nasıl mutlu bir şekilde geçireceğimize ve hatta geri dönerken yanımıza ne almak istediğimize bile karar verebilmeliyiz. O topladığımız şeyler (kuru materyaller) çocuktan çocuğa farklılık gösterecektir ve oraya vardığımızda karar bile değiştirebiliriz ama herkes mutlaka geriye bir şeyle dönecektir.
Smart Cookies modeli yerel öğrenim programı ile eşleşen konuları kullanarak, dilin hangi konuda doyuma ulaşacağını anlayarak, tüm bunlar için eğlenceye yönelik materyal sağlayarak ve çok emek harcayan öğretmenlerimize oyuna odaklanabilsinler diye gerekli desteği vererek bize ormanda bir şeyler toplarken harika zaman geçirmemizi sağlıyor. Halıda uzanıp horlama taklidi yapmak gibi, ama daha geniş bir yelpazede. Başlangıç ve bitiş noktası oyun ama arasındaki ve altındakiler dikkatlice düşünülmüştür. Smart Cookies, oyuna dayalı sınıfın işleyişindeki yükü azaltır. Her konu için ihtiyaç duyulan materyal ve öykü kitabı ve etkinlikler içerir. Özel olarak hazırlanmış web sitesinde her konu için İngilizceyi yabancı dil olarak almayan fikirler sunar. Tüm yıl boyunca danışabileceğiniz bir eğitim danışmanı, oyunla eğitimin doğal dünyasına dönmenize yardımcı olacak eğitimler verir. Öyküler, içlerinde özellikle belli sözcükler ya da dilbilgisi yapıları olduğu için değil, tüm dünya çocukları tarafından en çok sevilen öyküler arasından seçilmişlerdir. Kâğıda dayalı etkinlikler, çocukların sosyal ve motor gelişimlerini desteklemek, eğlendirmek ve öğretmenin dili kullanmasına olanak sağlayacak şekilde tasarlanmışlardır. Bu etkinlikler belli kalıp ve sözcükleri ezberletmek için değildir. Smart Cookies, sınıfta dili doğal bir şekilde keşfetmeniz için tasarlanmıştır. İçerdiği şarkılar, videolar, online öyküler, konu ile alakalı oyun ve etkinlikler daha verimli bir ders ortamı için internet sitesinde elinizin altındadır. Eğitimler size, kendinize güvenmeyi, sınıfta rahat olmayı ve oyunun gücünü verecektir ve danışmanınız size gerekli ipuçları ve ihtiyacınız olan desteği sağlayacaktır.
Smart Cookies’in sizden beklediği şey mantıklı karar almada: kanaat ve ana eğitim aracınız olan oyun için ilk adım atma cesaretidir. Pek çoğumuza sınıflarda oynanan oyun için ayrılan zamanın boşa geçen zaman olduğu söylenmiştir. Pek çoğumuz zamanını serbest zaman köşesinde hastane veya doktor oyuncaklarıyla, çocukların hastalık, mikroplar gibi sözcükleri öğrenip, yerde oturarak dil yeteneklerini geliştirebileceği bir fırsatı vermek yerine, onları sıraya oturtup sözcük kartlarını çıkarıp, sırayla kafa, bacak gibi yanıtlar vermelerinin daha değerli olduğuna inandırıldık. Öğretmenler kendi klasik beklentilerinden ve geleneklerinden kurtuluncaya kadar, içimizden gelen sesin söylemlerden daha değerli olduğunu kabul etme cesaretini gösterene kadar, öğretmenlerin ve eğitim kuruluşlarının önceliklerini çocukların mutlu olmaları diye değiştirinceye kadar, bu alanda elimizden geleni yapmalıyız.
Anlamamız gereken gerçek şudur; oyun, küçük çocukların doğal bir şekilde tercih ettiği bir öğrenme yoludur. Oyun, ‘yetişkinlerin çocukları kontrol etmeye çalışmadıklarında yaptıkları’ olarak nitelendirilir. Sınıflarda gerçekleşen yabancı dil öğretimi yetişkinlerin kontrolünde olduğu için burada oyun yer alamıyor ve dil öğretiminde veya diğer derslerde de en iyi yol olamıyor.
Öğretmenler olarak, ağaçları kontrol etme sayfasını artık kapamamız gerekiyor, şöyle bir geriye çekilip gözümüzün önündeki o güzel ormanı görebilmeliyiz.
Kısacası, gidip oynamamız lazım!
*Night, Night, Dilly Dally- Smart Cookies Toddlers' Paketi: Farbe Eğitim.
**Bu makaleye kapsamlı bir akademik referans dahil etmedik, ama daha fazlasını okumak isteyen için, burada bir iki güzel başlangıç:
http://www.playengland.org.uk/resources/play-for-a-change-briefing.aspx http://www.communityplaythings.com/resources/topics/role-of-play-in-learning http://www.sas.upenn.edu/~deenas/papers/weisberg-et-al-amjplay-2013.pdf
Son Güncelleme: Perşembe, 25 Şubat 2016 11:25
Gösterim: 13459
Shan S. Haider / Prudential First Eğitim A.Ş. Danışmanlık Hizmetleri Müdürü
Türkiye’deki pek çok okul bu soruyla karşı karşıya kalıyor ve tek başlarına doğru kararı veremiyor. Bu yüzden, sektördeki talebe ve anadili İngilizce olan (native) öğretmenlerin en iyisi oldukları önyargısına göre hareket ediyorlar. Bunu yaparken de kimi zaman öğretmenin sahip olduğu eğitimi ve tecrübeyi görmezden geliyorlar. Bu yazıda bu konu hakkında yanlış bilinen gerçeklerden söz edeceğim.
Eğitimci olarak yıllarca çalışan ve aslında anadili İngilizce olan 6 ülkenin hiçbirinde doğmamış biri olarak bu konu hakkında okullarla birikimimi paylaşabileceğimi düşünüyorum.
Ayrıca okullar için yol gösterici olabilecek birkaç öneri ve hangi tip öğretmenin o okul için iyi bir tercih olacağını belirleyebilmelerine yardımcı olacak Evet/Hayır testini de paylaşacağım. Native İngilizce öğretmenini işe almak oldukça kolay fakat en zor kısmı bu öğretmenlerin sizinle bir seneden fazla çalışmasını sağlamak. Bir sonraki sayıda yayınlanacak yazımda da öğretmenlerin mutlu bir şekilde aynı okulda çalışmaya devam etmesi için yararlanabileceğiniz birkaç denenmiş yöntemi paylaşacağım.
Native İngilizce öğretmenleri İngilizce konuşulan bir ülkede doğdukları ve yetiştirildikleri için İngilizce onlara doğuştan bir şekilde gelmiştir. Bu sebeple bazı deyim ve günlük dili olduğu gibi kullanırlar. Bu da eğer anadiliniz eğer İngilizce değilse öğrenilmesi en zor olan kısımlardan biridir. Native İngilizce öğretmenleri her zaman daha zengin bir kelime haznesine sahip olacaklardır. Kendi dillerini kullanıyor oldukları için de her zaman dili daha dinamik bir şekilde kullanacaklardır. İngilizce TV dizileri ve filmler bile sadece native öğretmenlerin anlayabileceği deyimler ve ifadeler ile doludur. Non-native bir öğretmenin bunların tamamına hakim olması çok zordur.
Hepimiz telaffuzun konu İngilizce olduğunda ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Fakat telaffuzdan bahsederken bunu aksan ile karıştırmamamız gerekiyor. Amerikalıların bile doğdukları eyalete bağlı olarak aksanları değişiklik gösteriyor. Burada en önemli nokta kelimenin doğru ve açık bir şekilde telaffuz edilmesi. Native İngilizce öğretmenleri ise bunu çok daha güzel bir şekilde başarır.
Eğer Almanca dilini öğrenmek isteseydim ilk tercihim tartışmasız Alman bir öğretmenden dili olduğu gibi ve sokaklarda konuşulduğu gibi öğrenmek olurdu. Çünkü telaffuz işte o zaman hatasız oluyor.
Konuşurken sahip olunması gereken akıcılık ise diğer en önemli faktörlerden biri. Native İngilizce öğretmenleri konuşurken düşünmez ve herhangi bir dili İngilizceye çevirmekle uğraşmaz. Birkaç sene önce dil okullarında çalışırken konuşma kulüpleri için tercih edilen öğretmen her zaman ben oluyordum. Çünkü non-native İngilizce öğretmenleri genelde ders kitaplarıyla sınırlı kalır ve konuşma kulüplerini yönetmeyi çok iyi bilmezler. Belki de birkaç saat konuşabilecek ya da konuşmak için öğrenci seçecek kadar kendilerine güvenmiyorlardır.
Öğrenciler öğrenme eğlenceli hale getirildiği zaman öğrenmekten zevk alır. Native İngilizce öğretmenleri kültürleri ve geçmişleri sayesinde öğrencilerde merak duygusunu yaratabilir ve öğrencileri de daha fazla soru sormaya ve öğrenmeye teşvik edebilir. Bu da öğrencilerin normalden daha fazla konuşması demektir.
Non-native İngilizce öğretmenleri genellikle iş bulabilmek için harika bir CV’ye sahip olmalıdır. Çünkü pek çok aşamada en büyük rakiplerinin native İngilizce öğretmenleri olduğunu bilirler. Bu yüzden daha fazla çalışmaya, daha uzun çalışma saatlerine ve genelde daha düşük ücretlerle çalışmaya daha yatkındırlar.
Non-native İngilizce öğretmenleri İngilizceyi ikinci dil olarak öğrenmiştir ve bu yüzden çoğu zaman İngilizceyi öğretirken daha donanımlıdırlar. Çünkü kendi tecrübelerine de dayanarak dili öğretirken hangi metod daha uygun olacaktır bilirler. Non-native öğretmenler genellikle İngilizce Öğretmenliği, İngilizce Dili ve Edebiyatı gibi alanlarda lisans ya da daha yüksek derecelere sahiptir. Bu alanda eğitim aldıkları için çoğu durumda gramer kurallarının doğru açıklanmasında çok daha yetkindirler.
Non-native öğretmenler kültürü birebir yaşamadıkları için bazı konularda detaylı bilgiye sahip olamaz ve örneğin bazı deyimleri ya da sokak dilini doğal bir şekilde kullanamaz. Çünkü İngilizce öğrenirken kendileri de İngilizceyi kuralları uygun şekilde yani sokak dili olmadan öğrenirler. Genellikle yazma ve okumada mükemmellerdir.
Aşağıdaki sorulara Evet/Hayır olmak üzere cevaplar verin ve native bir öğretmene ihtiyacınız var mı görelim:
1) Okulunuz her sınıf için 2 tane İngilizce öğretmeni mi kullanıyor? Gramer için Türk asıllı İngilizce öğretmenlerini, Dinleme ve Konuşma kısımları için native İngilizce öğretmenlerini mi tercih ediyorsunuz?
2) Öğrencileriniz en az Intermediate seviyesinde bir İngilizceye mi sahipler?
3) Okulunuz öğrenciler İngilizce konuşma kulüpleri sunuyor mu?
4) Okulunuz öğrencilerinin profilleri farklı mı?
5) Okulunuz bir KG-12 okulu mu?
Eğer bu sorulardan çoğuna Evet cevabını verdiyseniz native İngilizce öğretmeni alımlarına odaklanmanız gerekiyor. Fakat bunu yaparken seçici davranmalısınız. Öncelik Türkiye’de minimum 1 sene öğretmenlik tecrübesi olan adaylara verilmeli. Daha önceden İngilizceyi ikinci dil olarak öğretmiş olan native öğretmenler işlerini çok daha iyi yaparlar. Bu yüzden öğretmenlerin nitelikleri değerlendirilmesi gereken ilk nokta olmalı.
Anadili İngilizce olan öğrencilere İngilizce öğretmek ile farklı bir anadili olan öğrencilere İngilizce öğretmek arasında elbette ki fark vardır. TESOL/TEFL/CELTA/DELTA gibi sertifikalar sırasında verilen eğitimler özellikle öğretme teknikleri ve tüyolara odaklanır. Maalesef, günümüzde bu sertifikaları edinmek oldukça kolaydır. Yaklaşık $200’a online bir kursa kayıt olmak mümkündür. Daha öncelerde, öğretmenler İngiltere, Amerika ve Kanada gibi ülkelerde bu yoğun sertifika programlarına birebir katılmak zorundaydı. 2 ila 6 ay süren bu programlarda oldukça nitelikle ESL öğretmenleri yetiştirilirdi.
Native ya da non-native öğretmenleri işe almak tamamen o okulun vereceği karara bağlıdır. Sadece eğitim, tecrübe ve güvenilirlik hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Native İngilizce öğretmeni istifa ettiğinde ya da işten çıkarıldığında velilere bu tutarsızlığı açıklamak zorunda kalan her zaman okullar olacaktır. Öğrenciler öğretmenlerine zor bir şekilde alışır ve birkaç ay sonra öğretmenleri kaybettikleri zaman da bu durumu iyi karşılamazlar. Sonraki sayıda yayınlanacak yazımda da öğretmenlerin sizinle uzun süre kalmasını sağlamak için birkaç tüyo paylaşacağım…
Shan S. Haider Hakkında
Prudential First Eğitim A.Ş. firmasında Danışmanlık Hizmetleri Müdürü olan Shan S. Haider, bu pozisyondan önce pek çok özel okul ve dil okulunda native İngilizce öğretmeni olarak çalıştı. Shan ayrıca TOEFL iBT ve IELTS gibi spesifik uzmanlık alanlarında da pek çok öğrenciye özel ders verdi. Anaokulundan Ülker, Turkish Airlines, Hasbro, Avea, Florence Nightingale Hastanesi gibi şirketlerdeki yöneticilere kadar pek çok öğrenciye ders veren Shan, 3 yıldan fazla bir süredir Türkiye’de yaşamaktadır.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Shan S. Haider / Prudential First Eğitim A.Ş. Danışmanlık Hizmetleri Müdürü
Türkiye’deki pek çok okul bu soruyla karşı karşıya kalıyor ve tek başlarına doğru kararı veremiyor. Bu yüzden, sektördeki talebe ve anadili İngilizce olan (native) öğretmenlerin en iyisi oldukları önyargısına göre hareket ediyorlar. Bunu yaparken de kimi zaman öğretmenin sahip olduğu eğitimi ve tecrübeyi görmezden geliyorlar. Bu yazıda bu konu hakkında yanlış bilinen gerçeklerden söz edeceğim.
Eğitimci olarak yıllarca çalışan ve aslında anadili İngilizce olan 6 ülkenin hiçbirinde doğmamış biri olarak bu konu hakkında okullarla birikimimi paylaşabileceğimi düşünüyorum.
Ayrıca okullar için yol gösterici olabilecek birkaç öneri ve hangi tip öğretmenin o okul için iyi bir tercih olacağını belirleyebilmelerine yardımcı olacak Evet/Hayır testini de paylaşacağım. Native İngilizce öğretmenini işe almak oldukça kolay fakat en zor kısmı bu öğretmenlerin sizinle bir seneden fazla çalışmasını sağlamak. Bir sonraki sayıda yayınlanacak yazımda da öğretmenlerin mutlu bir şekilde aynı okulda çalışmaya devam etmesi için yararlanabileceğiniz birkaç denenmiş yöntemi paylaşacağım.
Native İngilizce öğretmenleri İngilizce konuşulan bir ülkede doğdukları ve yetiştirildikleri için İngilizce onlara doğuştan bir şekilde gelmiştir. Bu sebeple bazı deyim ve günlük dili olduğu gibi kullanırlar. Bu da eğer anadiliniz eğer İngilizce değilse öğrenilmesi en zor olan kısımlardan biridir. Native İngilizce öğretmenleri her zaman daha zengin bir kelime haznesine sahip olacaklardır. Kendi dillerini kullanıyor oldukları için de her zaman dili daha dinamik bir şekilde kullanacaklardır. İngilizce TV dizileri ve filmler bile sadece native öğretmenlerin anlayabileceği deyimler ve ifadeler ile doludur. Non-native bir öğretmenin bunların tamamına hakim olması çok zordur.
Hepimiz telaffuzun konu İngilizce olduğunda ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Fakat telaffuzdan bahsederken bunu aksan ile karıştırmamamız gerekiyor. Amerikalıların bile doğdukları eyalete bağlı olarak aksanları değişiklik gösteriyor. Burada en önemli nokta kelimenin doğru ve açık bir şekilde telaffuz edilmesi. Native İngilizce öğretmenleri ise bunu çok daha güzel bir şekilde başarır.
Eğer Almanca dilini öğrenmek isteseydim ilk tercihim tartışmasız Alman bir öğretmenden dili olduğu gibi ve sokaklarda konuşulduğu gibi öğrenmek olurdu. Çünkü telaffuz işte o zaman hatasız oluyor.
Konuşurken sahip olunması gereken akıcılık ise diğer en önemli faktörlerden biri. Native İngilizce öğretmenleri konuşurken düşünmez ve herhangi bir dili İngilizceye çevirmekle uğraşmaz. Birkaç sene önce dil okullarında çalışırken konuşma kulüpleri için tercih edilen öğretmen her zaman ben oluyordum. Çünkü non-native İngilizce öğretmenleri genelde ders kitaplarıyla sınırlı kalır ve konuşma kulüplerini yönetmeyi çok iyi bilmezler. Belki de birkaç saat konuşabilecek ya da konuşmak için öğrenci seçecek kadar kendilerine güvenmiyorlardır.
Öğrenciler öğrenme eğlenceli hale getirildiği zaman öğrenmekten zevk alır. Native İngilizce öğretmenleri kültürleri ve geçmişleri sayesinde öğrencilerde merak duygusunu yaratabilir ve öğrencileri de daha fazla soru sormaya ve öğrenmeye teşvik edebilir. Bu da öğrencilerin normalden daha fazla konuşması demektir.
Non-native İngilizce öğretmenleri genellikle iş bulabilmek için harika bir CV’ye sahip olmalıdır. Çünkü pek çok aşamada en büyük rakiplerinin native İngilizce öğretmenleri olduğunu bilirler. Bu yüzden daha fazla çalışmaya, daha uzun çalışma saatlerine ve genelde daha düşük ücretlerle çalışmaya daha yatkındırlar.
Non-native İngilizce öğretmenleri İngilizceyi ikinci dil olarak öğrenmiştir ve bu yüzden çoğu zaman İngilizceyi öğretirken daha donanımlıdırlar. Çünkü kendi tecrübelerine de dayanarak dili öğretirken hangi metod daha uygun olacaktır bilirler. Non-native öğretmenler genellikle İngilizce Öğretmenliği, İngilizce Dili ve Edebiyatı gibi alanlarda lisans ya da daha yüksek derecelere sahiptir. Bu alanda eğitim aldıkları için çoğu durumda gramer kurallarının doğru açıklanmasında çok daha yetkindirler.
Non-native öğretmenler kültürü birebir yaşamadıkları için bazı konularda detaylı bilgiye sahip olamaz ve örneğin bazı deyimleri ya da sokak dilini doğal bir şekilde kullanamaz. Çünkü İngilizce öğrenirken kendileri de İngilizceyi kuralları uygun şekilde yani sokak dili olmadan öğrenirler. Genellikle yazma ve okumada mükemmellerdir.
Aşağıdaki sorulara Evet/Hayır olmak üzere cevaplar verin ve native bir öğretmene ihtiyacınız var mı görelim:
1) Okulunuz her sınıf için 2 tane İngilizce öğretmeni mi kullanıyor? Gramer için Türk asıllı İngilizce öğretmenlerini, Dinleme ve Konuşma kısımları için native İngilizce öğretmenlerini mi tercih ediyorsunuz?
2) Öğrencileriniz en az Intermediate seviyesinde bir İngilizceye mi sahipler?
3) Okulunuz öğrenciler İngilizce konuşma kulüpleri sunuyor mu?
4) Okulunuz öğrencilerinin profilleri farklı mı?
5) Okulunuz bir KG-12 okulu mu?
Eğer bu sorulardan çoğuna Evet cevabını verdiyseniz native İngilizce öğretmeni alımlarına odaklanmanız gerekiyor. Fakat bunu yaparken seçici davranmalısınız. Öncelik Türkiye’de minimum 1 sene öğretmenlik tecrübesi olan adaylara verilmeli. Daha önceden İngilizceyi ikinci dil olarak öğretmiş olan native öğretmenler işlerini çok daha iyi yaparlar. Bu yüzden öğretmenlerin nitelikleri değerlendirilmesi gereken ilk nokta olmalı.
Anadili İngilizce olan öğrencilere İngilizce öğretmek ile farklı bir anadili olan öğrencilere İngilizce öğretmek arasında elbette ki fark vardır. TESOL/TEFL/CELTA/DELTA gibi sertifikalar sırasında verilen eğitimler özellikle öğretme teknikleri ve tüyolara odaklanır. Maalesef, günümüzde bu sertifikaları edinmek oldukça kolaydır. Yaklaşık $200’a online bir kursa kayıt olmak mümkündür. Daha öncelerde, öğretmenler İngiltere, Amerika ve Kanada gibi ülkelerde bu yoğun sertifika programlarına birebir katılmak zorundaydı. 2 ila 6 ay süren bu programlarda oldukça nitelikle ESL öğretmenleri yetiştirilirdi.
Native ya da non-native öğretmenleri işe almak tamamen o okulun vereceği karara bağlıdır. Sadece eğitim, tecrübe ve güvenilirlik hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Native İngilizce öğretmeni istifa ettiğinde ya da işten çıkarıldığında velilere bu tutarsızlığı açıklamak zorunda kalan her zaman okullar olacaktır. Öğrenciler öğretmenlerine zor bir şekilde alışır ve birkaç ay sonra öğretmenleri kaybettikleri zaman da bu durumu iyi karşılamazlar. Sonraki sayıda yayınlanacak yazımda da öğretmenlerin sizinle uzun süre kalmasını sağlamak için birkaç tüyo paylaşacağım…
Shan S. Haider Hakkında
Prudential First Eğitim A.Ş. firmasında Danışmanlık Hizmetleri Müdürü olan Shan S. Haider, bu pozisyondan önce pek çok özel okul ve dil okulunda native İngilizce öğretmeni olarak çalıştı. Shan ayrıca TOEFL iBT ve IELTS gibi spesifik uzmanlık alanlarında da pek çok öğrenciye özel ders verdi. Anaokulundan Ülker, Turkish Airlines, Hasbro, Avea, Florence Nightingale Hastanesi gibi şirketlerdeki yöneticilere kadar pek çok öğrenciye ders veren Shan, 3 yıldan fazla bir süredir Türkiye’de yaşamaktadır.
Son Güncelleme: Cuma, 19 Şubat 2016 14:03
Gösterim: 11199
Mind Lab, 10 yıldır Türkiye’deki faaliyetlerine, gelişen müfredat yapısı ile eğitim kurumlarına, öğretmen ve öğrencilere sağladığı katkının yanında farklı sektörler ve uzmanlık alanları için geliştirdiği yeni yapılanmalarla devam ediyor.
Uluslararası bir metot olan MindLab, öğrencilerin dikkat ve odaklanma sürelerini artırarak dil gelişimini, matematik ve fen derslerinde problem çözme ve sonuç çıkarma alanlarında analitik düşünme becerilerini arttırıyor.
MindLab’in özünde çocukların zorlanmadan, eğlenceli bir ortamda, sosyal, duygusal, bilişsel ve etik becerilerinin geliştirilebileceği, kalıcı öğrenmenin daha kolay sağlanabileceği ve öğrenilen her kavramın farklı disiplinlere de transfer edilebileceği gerçeği yatıyor.
Mind Lab metodu uygulamalarında olduğu gibi, oyun ile hazırlanmış bir ders, öğrenen kişinin iletişim kurduğu çevreyi daha iyi tanımasına ve anlamasına yardımcı oluyor. Bir bireyin nasıl düşündüğünü, hangi durumda nasıl davrandığını, karar verirken neleri dikkate aldığını, stres altında nasıl hareket ettiğini, günümüz dünyasında en önemli becerilerden bir tanesi olan zaman yönetimini nasıl gerçekleştirdiğini gözlemlemek ve uygun bir gelişim çalışma planı oluşturmak için vazgeçilmez bir olanak sağlıyor.
ÖĞRETMENLERİN MESLEKİ GELİŞİMİNE DE KATKISI SAĞLIYOR
Dünyada birçok farklı kurumun ( Northumbria Üniversitesi- İngiltere 1999, Yale Üniversitesi- ABD 2004, NadeInstitute- Brezilya 2007 )MindLab metodu üzerinde yaptığı araştırmaların sonunda MindLab’in öğrencilerin dikkat ve odaklanma sürelerini artırarak dil gelişimini, matematik ve fen derslerinde problem çözme ve sonuç çıkarma alanlarında analitik düşünme becerilerini arttırdığı üzerinde ortak bir sonuç gözlemlenmiş. Bunun yanı sıra öğretmenlerin mesleki gelişimine de katkısı olduğu ispatlanmış. Öğrenciler üzerindeki bu olumlu gelişmeler öğretmenlerin MindLab metodunu içselleştirerek, sınıfta aracı öğretmen rolünü tam anlamıyla benimseyerek uyguladığını göstermiş.
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME
Mind Lab Metodu, eğitime katkıda bulunmanın en iyi yolunun okulların eğitim kalitesini geliştirmek için gösterdikleri çabayı desteklemek olduğuna inanıyor. Bu kapsamda okul öğretmenlerini yenilikçi, eğitsel programlarla ve pedagojik araçlarla güçlendirmeyi hedefliyor, zengin pedagojik içeriği ve profesyonel pedagoglar tarafından geliştirilmiş özgün uygulaması ile önce öğrencinin ihtiyaçlarını belirliyor ve öğretmenlerin uygulamayı bu çerçevede planlamaları için onlara yol gösteriyor. Ayrıca sistematik bir şekilde hedeflenen gelişim seviyesini takip ediyor.
Mind Lab, sosyal, duygusal, etik ve bilişsel alandaki becerilerin gelişimini periyodik olarak aylık/dönemlik ve ünite bazlı akademik çalışmalarla destekli, ölçme/değerlendirme kriterlerine göre belirliyor.
Öğrenciler için hazırlanan;
• Genel Değerlendirme
• Uygulama öncesi yaşa özel hazırlanmış ön test
• Ünite sonrası kazanım değerlendirme testi
• Uygulama sonrası yaşa özel hazırlanmış son test
• Bireysel raporlar
…gibi veriler hem veliler hem de eğitimciler için önemli bilgilendirmeler içerir.
ULUSLARARASI MIND LAB OLİMPİYATLARI
MindLab Metodu’nun sınıf içi uygulamalarının yanı sıra eğitim kurumlarına, öğretmenlere, öğrencilere ve velilere sunduğu çok farklı etkinlikler de bulunuyor. Bu etkinliklerden biri de bütün okullar ve öğrenciler tarafından en çok ilgi gören etkinlik olan Uluslararası Mind Lab Olimpiyatları.
Olimpiyatlarda, tüm yıl boyunca Mind Lab eğitimi çerçevesinde çocuklara verilmeye çalışılan bilişsel, sosyal, duygusal ve etik beceriler kapsamında bir değerlendirme yapılıyor. Çocuklar karşılaşmalarda bu becerilerden özellikle takım çalışması, özdisiplin, empati ve hedefe varma kararlılığı becerilerini sergileme olanağı buluyorlar.
Mind Lab Olimpiyatları, dünyanın birçok ülkesinden çocuğu, heyecanlı ve keyifli bir rekabet ortamında bir araya getiren keyifli bir süreç. Bu süreç, okullardaki uygulamalar ile başlar, okul turnuvaları ve yerel karşılaşmalarla devam ediyor ve uluslararası şampiyona ile sonuçlanıyor. Her okul takımı, yaşları 9 ila 12 arasında olan dört oyuncudan oluşuyor. Yerel turnuvaların Nisan-Mayıs aylarında tamamlanmasını takiben, uluslararası şampiyona, Haziran ayının ilk yarısında, her yıl farklı bir ülkede gerçekleştiriliyor.
Bu yıl,7 Mayıs’ta Cemile Sultan Korusu, İstanbul’da gerçekleşecek olan Türkiye Finali’nin ardından,12-18 Haziran tarihlerinde, Yunanistan’ın Halkidiki kentinde yapılacak olan Uluslararası Mind Lab Olimpiyatları’na katılmak için öğrenciler, öğretmenler ve veliler hazırlıklarına devam ediyor.
MIND LAB AKADEMİ
Mind Lab, gelecek nesillere hem bilişsel hem sosyal hem de gelişimsel doğruyu en verimli şekilde aktarabilmek ve onlar için en güvenli ve mutlu olacakları ortamları yaratmayı hedefliyor. Bunu gerçekleştirmek için de öncelikli olarak eğitimciyi eğitmenin, ayrıca farklı meslek gruplarında ve iş dünyasında yenilikçi akımları takip eden, çalışanların kişisel ve mesleki gelişimlerini önemseyen kurumlara katkıda bulunmanın gerekliliği inancı ile birçok akademisyen ve alanında uzman eğiticilerin katkısıyla oluşturduğu Mind Lab Akademi projesini başlattı.
Okul yöneticileri, eğitimciler ve iş dünyasından gelen yoğun eğitim talebi üzerine Ağustos 2015’de Mind Lab Eğitim Hizmetleri çatısı altında kurulan Mind Lab Akademi, uzman kadrosu ile farklı alanlarda en kaliteli eğitim hizmetlerini sunmayı hedefliyor.
Mind Lab Akademi, gerek Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği, gerekse çeşitli üniversiteler ile iş birliği içinde çalışıyor. İlk eğitimi, Ekim 2015’de Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği’nin Odakule’deki Merkezinde gerçekleştirdi. Ayrıca Aralık başında, yine Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği tarafından organize edilen
V. Temel Eğitim Sempozyumu’nda ve XV. Geleneksel Antalya Sempozyumu’nda da çalışmalarını sürdürdü. Bilgi Üniversitesi ile yapılan işbirliğiyle, Santral Kampüsü’nde 12-26 Mart 2016 tarihleri arası Cumartesi günleri ‘’21. Yüzyılda Öğretmen olmak’’ konulu sertifika programını başlatacak.
Mind Lab Akademi eğitim programlarını, kurumların uygunluk durumuna göre planlayabiliyor. Konu ile ilgili detaylı bilgiyi Mind Lab Türkiye iletişim kanallarından elde edebilirsiniz.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Mind Lab, 10 yıldır Türkiye’deki faaliyetlerine, gelişen müfredat yapısı ile eğitim kurumlarına, öğretmen ve öğrencilere sağladığı katkının yanında farklı sektörler ve uzmanlık alanları için geliştirdiği yeni yapılanmalarla devam ediyor.
Uluslararası bir metot olan MindLab, öğrencilerin dikkat ve odaklanma sürelerini artırarak dil gelişimini, matematik ve fen derslerinde problem çözme ve sonuç çıkarma alanlarında analitik düşünme becerilerini arttırıyor.
MindLab’in özünde çocukların zorlanmadan, eğlenceli bir ortamda, sosyal, duygusal, bilişsel ve etik becerilerinin geliştirilebileceği, kalıcı öğrenmenin daha kolay sağlanabileceği ve öğrenilen her kavramın farklı disiplinlere de transfer edilebileceği gerçeği yatıyor.
Mind Lab metodu uygulamalarında olduğu gibi, oyun ile hazırlanmış bir ders, öğrenen kişinin iletişim kurduğu çevreyi daha iyi tanımasına ve anlamasına yardımcı oluyor. Bir bireyin nasıl düşündüğünü, hangi durumda nasıl davrandığını, karar verirken neleri dikkate aldığını, stres altında nasıl hareket ettiğini, günümüz dünyasında en önemli becerilerden bir tanesi olan zaman yönetimini nasıl gerçekleştirdiğini gözlemlemek ve uygun bir gelişim çalışma planı oluşturmak için vazgeçilmez bir olanak sağlıyor.
ÖĞRETMENLERİN MESLEKİ GELİŞİMİNE DE KATKISI SAĞLIYOR
Dünyada birçok farklı kurumun ( Northumbria Üniversitesi- İngiltere 1999, Yale Üniversitesi- ABD 2004, NadeInstitute- Brezilya 2007 )MindLab metodu üzerinde yaptığı araştırmaların sonunda MindLab’in öğrencilerin dikkat ve odaklanma sürelerini artırarak dil gelişimini, matematik ve fen derslerinde problem çözme ve sonuç çıkarma alanlarında analitik düşünme becerilerini arttırdığı üzerinde ortak bir sonuç gözlemlenmiş. Bunun yanı sıra öğretmenlerin mesleki gelişimine de katkısı olduğu ispatlanmış. Öğrenciler üzerindeki bu olumlu gelişmeler öğretmenlerin MindLab metodunu içselleştirerek, sınıfta aracı öğretmen rolünü tam anlamıyla benimseyerek uyguladığını göstermiş.
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME
Mind Lab Metodu, eğitime katkıda bulunmanın en iyi yolunun okulların eğitim kalitesini geliştirmek için gösterdikleri çabayı desteklemek olduğuna inanıyor. Bu kapsamda okul öğretmenlerini yenilikçi, eğitsel programlarla ve pedagojik araçlarla güçlendirmeyi hedefliyor, zengin pedagojik içeriği ve profesyonel pedagoglar tarafından geliştirilmiş özgün uygulaması ile önce öğrencinin ihtiyaçlarını belirliyor ve öğretmenlerin uygulamayı bu çerçevede planlamaları için onlara yol gösteriyor. Ayrıca sistematik bir şekilde hedeflenen gelişim seviyesini takip ediyor.
Mind Lab, sosyal, duygusal, etik ve bilişsel alandaki becerilerin gelişimini periyodik olarak aylık/dönemlik ve ünite bazlı akademik çalışmalarla destekli, ölçme/değerlendirme kriterlerine göre belirliyor.
Öğrenciler için hazırlanan;
• Genel Değerlendirme
• Uygulama öncesi yaşa özel hazırlanmış ön test
• Ünite sonrası kazanım değerlendirme testi
• Uygulama sonrası yaşa özel hazırlanmış son test
• Bireysel raporlar
…gibi veriler hem veliler hem de eğitimciler için önemli bilgilendirmeler içerir.
ULUSLARARASI MIND LAB OLİMPİYATLARI
MindLab Metodu’nun sınıf içi uygulamalarının yanı sıra eğitim kurumlarına, öğretmenlere, öğrencilere ve velilere sunduğu çok farklı etkinlikler de bulunuyor. Bu etkinliklerden biri de bütün okullar ve öğrenciler tarafından en çok ilgi gören etkinlik olan Uluslararası Mind Lab Olimpiyatları.
Olimpiyatlarda, tüm yıl boyunca Mind Lab eğitimi çerçevesinde çocuklara verilmeye çalışılan bilişsel, sosyal, duygusal ve etik beceriler kapsamında bir değerlendirme yapılıyor. Çocuklar karşılaşmalarda bu becerilerden özellikle takım çalışması, özdisiplin, empati ve hedefe varma kararlılığı becerilerini sergileme olanağı buluyorlar.
Mind Lab Olimpiyatları, dünyanın birçok ülkesinden çocuğu, heyecanlı ve keyifli bir rekabet ortamında bir araya getiren keyifli bir süreç. Bu süreç, okullardaki uygulamalar ile başlar, okul turnuvaları ve yerel karşılaşmalarla devam ediyor ve uluslararası şampiyona ile sonuçlanıyor. Her okul takımı, yaşları 9 ila 12 arasında olan dört oyuncudan oluşuyor. Yerel turnuvaların Nisan-Mayıs aylarında tamamlanmasını takiben, uluslararası şampiyona, Haziran ayının ilk yarısında, her yıl farklı bir ülkede gerçekleştiriliyor.
Bu yıl,7 Mayıs’ta Cemile Sultan Korusu, İstanbul’da gerçekleşecek olan Türkiye Finali’nin ardından,12-18 Haziran tarihlerinde, Yunanistan’ın Halkidiki kentinde yapılacak olan Uluslararası Mind Lab Olimpiyatları’na katılmak için öğrenciler, öğretmenler ve veliler hazırlıklarına devam ediyor.
MIND LAB AKADEMİ
Mind Lab, gelecek nesillere hem bilişsel hem sosyal hem de gelişimsel doğruyu en verimli şekilde aktarabilmek ve onlar için en güvenli ve mutlu olacakları ortamları yaratmayı hedefliyor. Bunu gerçekleştirmek için de öncelikli olarak eğitimciyi eğitmenin, ayrıca farklı meslek gruplarında ve iş dünyasında yenilikçi akımları takip eden, çalışanların kişisel ve mesleki gelişimlerini önemseyen kurumlara katkıda bulunmanın gerekliliği inancı ile birçok akademisyen ve alanında uzman eğiticilerin katkısıyla oluşturduğu Mind Lab Akademi projesini başlattı.
Okul yöneticileri, eğitimciler ve iş dünyasından gelen yoğun eğitim talebi üzerine Ağustos 2015’de Mind Lab Eğitim Hizmetleri çatısı altında kurulan Mind Lab Akademi, uzman kadrosu ile farklı alanlarda en kaliteli eğitim hizmetlerini sunmayı hedefliyor.
Mind Lab Akademi, gerek Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği, gerekse çeşitli üniversiteler ile iş birliği içinde çalışıyor. İlk eğitimi, Ekim 2015’de Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği’nin Odakule’deki Merkezinde gerçekleştirdi. Ayrıca Aralık başında, yine Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği tarafından organize edilen
V. Temel Eğitim Sempozyumu’nda ve XV. Geleneksel Antalya Sempozyumu’nda da çalışmalarını sürdürdü. Bilgi Üniversitesi ile yapılan işbirliğiyle, Santral Kampüsü’nde 12-26 Mart 2016 tarihleri arası Cumartesi günleri ‘’21. Yüzyılda Öğretmen olmak’’ konulu sertifika programını başlatacak.
Mind Lab Akademi eğitim programlarını, kurumların uygunluk durumuna göre planlayabiliyor. Konu ile ilgili detaylı bilgiyi Mind Lab Türkiye iletişim kanallarından elde edebilirsiniz.
Son Güncelleme: Cumartesi, 20 Şubat 2016 11:53
Gösterim: 12324
Mehtap Kasapbaşoğlu / Kaplumbağa Anaokulu Kurucusu
Eğitim, birçok becerimizi geliştirmemizi, kendi işlerimizi yapmamızı, yaşamımızı sürdürebilmemizi sağlayabilir https://pharmaciepourhomme.fr/. Ancak insan sosyal bir varlıktır. Sosyal gelişimi için diğer insanlarla iletişimini düzgün sürdürebilecek sosyal becerilere ihtiyaç duyar.
Sosyal beceriler denilince, ilişkilerimizi yönetirken gösterdiğimiz becerilerden söz ederiz. Sosyalleşme ve paylaşma insani becerilerin belki de en zorlayıcı olanlarından biridir. Bu becerileri en kolay şekilde geliştirmenin yolu deneyimlemek ve yaşamaktan geçer. İşte bu yüzden, paylaşımın yaşam şekli olduğu küçük yerleşim alanlarında ya da kırsal kesimlerde bu beceriler kendiliğinden gelişebilmektedir.
Özellikle yoğun ve hızlı bir hayatın yaşandığı yüksek katlı apartmanlarda birbirinden habersiz yaşayan, komşuluk ilişkilerinin asansör kabinleri ile sınırlı kaldığı şehir yaşamlarında ise insanlar ve tabi ki de çocuklar giderek bireyselleşmeye ve teknolojik oyuncaklar ile vakit geçirerek yalnızlaşmaya başladılar. Kalabalık ve yoğun şehir yaşamında sosyal becerileri yüksek yetişkinler sosyalleşme ihtiyaçları için fırsat yaratabilirken özellikle kardeşsiz büyüyen çocuklar bu anlamda dezavantajlı durumda kalmaktadırlar. Ebeveynleri yoğun çalıştığından günlerinin büyük bir kısmını evlerinde bir bakıcı eşliğinde geçirmekte ve arkadaş olarak çoğunlukla teknolojik oyuncaklar olan TV izlemekte ve I-pad’leri ile oynamaktadırlar.
“Hadi misafirlerimize hoş geldin desene”
Sosyal becerileri geliştirmek amacı ile yetişkinlerin çocuklarına, “hadi hoş geldin desene misafirlere, öğrendiğin şiirini okusana, okulda yaptıklarını göstersene” diye sürüp giden zorlamaları ise sosyal becerilerin gelişimini desteklemediği gibi baltalayıcı bile olabiliyor. Yine sosyalleşmeleri adına AVM’lerdeki aktivite ve oyun salonlarında geçirdikleri kontrolsüz ve denetimsiz zamanlarında sosyalleşmeye olumsuz etkileri olabiliyor. Zaman zaman çocuklar çevrelerindeki kendilerinden yaşça büyük ya da küçük çocuklarla zaman geçirtilerek daha sosyal olması desteklenmek isteniyor. Ancak sürekli olarak çocuklar kendilerinden daha büyüklerle ilişki kurduğunda, ihtiyaçlarının anlaşılmasını ve ilişki kurmanın kolaylaşmasını sağlıyor. Kendisinden küçük çocuklarla ilişki kurma eğiliminde olan çocuklar ise olayları ve oyunları kontrol etme eğiliminde olabiliyorlar.
Bu durumda akranları ile birebir zaman geçirerek paylaşma, sıra bekleme, dinleme, kendini ifade etme, rekabet, problem çözme, kaygı durumları ile baş edebilme gibi becerilerini geliştiremiyorlar.
Aksine;
*çevrelerinde ki her şeyin onlara ait olduğunu düşünüyorlar,
*aşırı talepkar oluyor ve istek ve ihtiyaçlarını erteleyemiyor ve bekleyemiyorlar,
*ihtiyaçlarının başkaları tarafından yapılmasını bekliyorlar,
*problemlerini çözemiyor, kaygı durumları ile baş edemiyorlar.
Bu beceriler erken çocukluk döneminde deneyimlenmediğinde, çocuklar ilkokul yaşlarında da arkadaşlık ilişkileri kurmakta zorlanmaya devam ediyorlar.
*Paylaşmak, sıra beklemek, yardım istemek, soru sormak, cevap vermek onlara zor ve gereksiz geliyor.
*Atölye ve kulüplere, grup oyunlarına, gösterilere katılmıyor proje ve sorumluluk almak istemiyorlar.
*Takdir etmiyor ve eleştirilmekten hoşlanmıyorlar.
Bu durum onları daha fazla isteksiz ve mutsuzlaştırıyor, okula gitmek istemiyorlar ve sonuç olarak ve buda akademik becerilerine olumsuz olarak yansıyor.
Oysa bu beceriler sosyal bir grubun, bir takımın parçası olabilmek için olmazsa olmaz beceriler. Ve bunlar doğuştan gelen yetenekler değil, aslında yaşanılarak kazanılan becerilerdir. Yani çevremizde gördüğümüz sosyal anlamda yetenekli olduğunu düşündüğümüz kişiler aslında doğuştan yetenekli falan değillerdir. Onlar çok küçük yaştan itibaren akranları ile birlikte sosyal ortamlarda büyümüş ve bu becerilerini geliştirme fırsatı bulmuş kişilerdir.
Peki o zaman ne yapmalıyız?
Öncelikle çocuklarımız 2-2,5 yaşından itibaren bütün bu sosyal becerileri deneyimleyebileceği, akademik kaygılardan uzak, çocuğun özellikle kendi yaş grubundan oluşan oyun gruplarında, haftada en az 2-3 gün, günde 2-3 saatlik zamanlarını geçirmeye başlamalılar.
Çocuklar bu yaşlarda paralel oyun dönemlerinde olduklarından öncelikle birlikte oyunlar oynamayı tercih etmeyeceklerdir. Onların oyunları aynı ortamda yan yana gelerek benzer oyunları ve davranışları taklit etmek olacaktır. Birbirlerinin oyuncaklarını ilk başlarda elinden almaya çalışırken doğru yönlendirmeler ile istemeyi, sırasını beklemeyi, rekabet etmeyi, kaygı yaratan durumlarla baş etmeyi öğrenecektir. Başka bir arkadaşının yaptığı doğru veya yanlış davranışları izleyecek ve öğretmenin verdiği geri bildirim ile ne yapması ya da yapmaması gerektiğini modelleyecektir. Yaptığı davranış engelliğinde bunun sadece kendisi için olmadığını sosyal bir kural olduğunu algılamaya başlayacaktır. Bu şekilde akranları ile etkileşimde olarak paylaşmayı ve sosyalleşmeyi öğrenmeye başlayacaktır.
Sosyal sorumluluk projelerinin somut sonuçları paylaşılmalı
Erken çocukluk döneminde, sosyal sorumluluk çalışmaları aslında soyut gibi görünmektedir. Bu yaşta çocukların bu çalışmaların önemini ve yaptıkları çabaların nereye gittiğini anlayamayacakları düşünülebilir. Oysa çalışmalar çocukların yaş grupları düşünülerek yapıldığında, somutlaştırıldığında ve özellikle çocuklar sürecin içine dahil edildiğinde ve somut sonuçları paylaşıldığında kazanımları farkındalıkları büyük oluyor. Bu çalışmalar süreklilik arz ettiğinde çevre ve toplumla ilgili olanları daha fazla fark etmeye başlıyorlar.
Bu noktada aileleri de sürece dahil etmek büyük önem taşımakta. Okul ortamında yapılanlar çocukların eğitiminde başrolü oynasa da ailelerin davranışları ve model olmaları bu davranış ve alışkanlıkların kazanılmasında ve kalıcı hale gelmesinde büyük önem taşımaktadır. Okul öncesi dönemde yapılan bu projeler ile çocuklar sosyal sorumluluk bilincini erken yaşta geliştirerek, ilerleyen yıllarda daha etkili olabilecekleri bu tür projelerde yer alma istediğine sahip olacaklar ya da kendi projelerini yaratabileceklerdir.
Yalnız değilim ve çevreme karşı sorumluluklarım var
Çocuklar 4 yaşından itibaren artık evrende yalnız olmadıklarını, yaşadıkları dünyayı kendileri ve ailelerinden başka insanlarla, bitkiler, hayvanlarla paylaştıklarını ve onlara karşı sorumlulukları olduğunu kavramaya başlarlar. İşte bu noktada onlara paylaşma ve yardımlaşmanın yakın çevremiz dışında, uzağımızdakiler, tanımadıklarımız ve hatta doğa içinde yapılmasının önemi anlatılmalıdır.
Çünkü çocuklar küçük yaşlarda kalplerinde büyük bir duyarlılık ve merhamet taşırlar. Çevrelerindeki ihtiyaç sahibi canlılar için nasıl yardımlarda bulunabilecekleri tartışılabilirler. Kullanmadıkları oyuncak, kitap ve giysilerini onlar için paylaşmaktan mutluluk duyarlar. Her canlının kendileri kadar şanslı olmadığını ve eşit imkanlara sahip olmadığını gördüklerinde, sahip oldukları onlar için daha kıymetli olur. Değer bilme farkındalıkları ve talepkar olma istekleri, paylaşma ile gelişir ve daha mutlu bireyler haline gelirler.
Bir sosyal sorumluluk projesi başlatıldığında;
* Projenin amacı çocuklara onların anlayabileceği somut görseller ile kısaca anlatılmalıdır.
* Bu ihtiyaç sahibinin ihtiyacını karşılamak için neler yapılabilir hep birlikte tartışılmalıdır.
* Proje boyunca yapılacak çalışmalar belirlenip çocuklar arasında görev dağılımı yapılmalıdır.
* Proje için gerekli duyuru, afiş, resim çalışmaları ve bunların asılması, duyurulması çocuklar tarafından yapılmalıdır.
* Proje sonlandığında ihtiyaç sahibinin duygu düşünceleri çocuklarla görsel ve somut olarak paylaşılmalı ve onlarında bu konudaki yorumları alınmalıdır.
* Projeye aileler de dahil edilmeli ve ebeveynler davranış ve düşünceleri ile çocuklarına model olmalıdır.
Bu süreç içinde çocukların birçok sosyal becerileri ve algıları doğal olarak gelişirken, akademik, dil, bilişsel, motor becerileri de gelişmektedir. Ayrıca bu çalışmalar sırasında sosyal çevresinde ilişki kurduğu kişilerden aldıkları olumlu geri bildirim ve takdir sayesinde özgüvenleri gelişmektedir.
Bu durum onları, çocukluk döneminde daha mutlu paylaşımcı, uyumlu, girişken yaparken, yetişkin olduklarında da, başarının sadece akademik ya da kariyere bağlı olmadığının farkında, yaşamsal becerileri üst düzeyde gelişmiş, çevre ile ilişkileri kuvvetli sevilen, aranan, sözü dinlenen bir birey yapacaktır. Her ebeveynin çocuğu içinde isteği bu değil midir?
Bizlerde Özel Kaplumbağa Anaokulu olarak, ilk günden bugüne, çevre ve eğitim başta olmak üzere pek çok farklı alanda sosyal sorumluluğu okul kültürümüzün bir parçası olarak kabul edip, bu sorumluluğunu sevgi, paylaşma, işbirliği değerlerini ön planda tutarak yerine getiriyoruz.
Okulumuzda gerçekleştirdiğimiz sosyal sorumluluk projelerimizden birisi de Yerli malları haftasında düzenlenen “Yerli Malları Umut Pazarı” projemizdir.
Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında düzenlemiş olduğumuz geleneksel yerli malları haftası “Umut Pazarı”mız bu yılda öğrencilerimizin, öğretmenlerimizin ve değerli velilerimizin katkıları ile gerçekleşti. 6. sını gerçekleştirdiğimiz “Yerli Malı Umut Pazarı”mızda bu yıl da çocuklarımıza; alışveriş bilincini, para ve sayısal ilişkileri, sağlıklı beslenme ve paylaşma gibi kavramları, kazanımları ve değerleri aşılamak adına pazarımızı kurduk. Projemiz sonlandığında, üç gün boyunca açık olan pazarımızdan elde edilen geliri otizm spektrum bozukluğu ve yaygın diğer gelişim bozukluğu’ olan çocukların erken tanısının konulması, özel eğitimi ile topluma kazandırılmasına öncülük eden Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı’na bağışlamanın mutluluğunu hep birlikte yaşadık.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Mehtap Kasapbaşoğlu / Kaplumbağa Anaokulu Kurucusu
Eğitim, birçok becerimizi geliştirmemizi, kendi işlerimizi yapmamızı, yaşamımızı sürdürebilmemizi sağlayabilir https://pharmaciepourhomme.fr/. Ancak insan sosyal bir varlıktır. Sosyal gelişimi için diğer insanlarla iletişimini düzgün sürdürebilecek sosyal becerilere ihtiyaç duyar.
Sosyal beceriler denilince, ilişkilerimizi yönetirken gösterdiğimiz becerilerden söz ederiz. Sosyalleşme ve paylaşma insani becerilerin belki de en zorlayıcı olanlarından biridir. Bu becerileri en kolay şekilde geliştirmenin yolu deneyimlemek ve yaşamaktan geçer. İşte bu yüzden, paylaşımın yaşam şekli olduğu küçük yerleşim alanlarında ya da kırsal kesimlerde bu beceriler kendiliğinden gelişebilmektedir.
Özellikle yoğun ve hızlı bir hayatın yaşandığı yüksek katlı apartmanlarda birbirinden habersiz yaşayan, komşuluk ilişkilerinin asansör kabinleri ile sınırlı kaldığı şehir yaşamlarında ise insanlar ve tabi ki de çocuklar giderek bireyselleşmeye ve teknolojik oyuncaklar ile vakit geçirerek yalnızlaşmaya başladılar. Kalabalık ve yoğun şehir yaşamında sosyal becerileri yüksek yetişkinler sosyalleşme ihtiyaçları için fırsat yaratabilirken özellikle kardeşsiz büyüyen çocuklar bu anlamda dezavantajlı durumda kalmaktadırlar. Ebeveynleri yoğun çalıştığından günlerinin büyük bir kısmını evlerinde bir bakıcı eşliğinde geçirmekte ve arkadaş olarak çoğunlukla teknolojik oyuncaklar olan TV izlemekte ve I-pad’leri ile oynamaktadırlar.
“Hadi misafirlerimize hoş geldin desene”
Sosyal becerileri geliştirmek amacı ile yetişkinlerin çocuklarına, “hadi hoş geldin desene misafirlere, öğrendiğin şiirini okusana, okulda yaptıklarını göstersene” diye sürüp giden zorlamaları ise sosyal becerilerin gelişimini desteklemediği gibi baltalayıcı bile olabiliyor. Yine sosyalleşmeleri adına AVM’lerdeki aktivite ve oyun salonlarında geçirdikleri kontrolsüz ve denetimsiz zamanlarında sosyalleşmeye olumsuz etkileri olabiliyor. Zaman zaman çocuklar çevrelerindeki kendilerinden yaşça büyük ya da küçük çocuklarla zaman geçirtilerek daha sosyal olması desteklenmek isteniyor. Ancak sürekli olarak çocuklar kendilerinden daha büyüklerle ilişki kurduğunda, ihtiyaçlarının anlaşılmasını ve ilişki kurmanın kolaylaşmasını sağlıyor. Kendisinden küçük çocuklarla ilişki kurma eğiliminde olan çocuklar ise olayları ve oyunları kontrol etme eğiliminde olabiliyorlar.
Bu durumda akranları ile birebir zaman geçirerek paylaşma, sıra bekleme, dinleme, kendini ifade etme, rekabet, problem çözme, kaygı durumları ile baş edebilme gibi becerilerini geliştiremiyorlar.
Aksine;
*çevrelerinde ki her şeyin onlara ait olduğunu düşünüyorlar,
*aşırı talepkar oluyor ve istek ve ihtiyaçlarını erteleyemiyor ve bekleyemiyorlar,
*ihtiyaçlarının başkaları tarafından yapılmasını bekliyorlar,
*problemlerini çözemiyor, kaygı durumları ile baş edemiyorlar.
Bu beceriler erken çocukluk döneminde deneyimlenmediğinde, çocuklar ilkokul yaşlarında da arkadaşlık ilişkileri kurmakta zorlanmaya devam ediyorlar.
*Paylaşmak, sıra beklemek, yardım istemek, soru sormak, cevap vermek onlara zor ve gereksiz geliyor.
*Atölye ve kulüplere, grup oyunlarına, gösterilere katılmıyor proje ve sorumluluk almak istemiyorlar.
*Takdir etmiyor ve eleştirilmekten hoşlanmıyorlar.
Bu durum onları daha fazla isteksiz ve mutsuzlaştırıyor, okula gitmek istemiyorlar ve sonuç olarak ve buda akademik becerilerine olumsuz olarak yansıyor.
Oysa bu beceriler sosyal bir grubun, bir takımın parçası olabilmek için olmazsa olmaz beceriler. Ve bunlar doğuştan gelen yetenekler değil, aslında yaşanılarak kazanılan becerilerdir. Yani çevremizde gördüğümüz sosyal anlamda yetenekli olduğunu düşündüğümüz kişiler aslında doğuştan yetenekli falan değillerdir. Onlar çok küçük yaştan itibaren akranları ile birlikte sosyal ortamlarda büyümüş ve bu becerilerini geliştirme fırsatı bulmuş kişilerdir.
Peki o zaman ne yapmalıyız?
Öncelikle çocuklarımız 2-2,5 yaşından itibaren bütün bu sosyal becerileri deneyimleyebileceği, akademik kaygılardan uzak, çocuğun özellikle kendi yaş grubundan oluşan oyun gruplarında, haftada en az 2-3 gün, günde 2-3 saatlik zamanlarını geçirmeye başlamalılar.
Çocuklar bu yaşlarda paralel oyun dönemlerinde olduklarından öncelikle birlikte oyunlar oynamayı tercih etmeyeceklerdir. Onların oyunları aynı ortamda yan yana gelerek benzer oyunları ve davranışları taklit etmek olacaktır. Birbirlerinin oyuncaklarını ilk başlarda elinden almaya çalışırken doğru yönlendirmeler ile istemeyi, sırasını beklemeyi, rekabet etmeyi, kaygı yaratan durumlarla baş etmeyi öğrenecektir. Başka bir arkadaşının yaptığı doğru veya yanlış davranışları izleyecek ve öğretmenin verdiği geri bildirim ile ne yapması ya da yapmaması gerektiğini modelleyecektir. Yaptığı davranış engelliğinde bunun sadece kendisi için olmadığını sosyal bir kural olduğunu algılamaya başlayacaktır. Bu şekilde akranları ile etkileşimde olarak paylaşmayı ve sosyalleşmeyi öğrenmeye başlayacaktır.
Sosyal sorumluluk projelerinin somut sonuçları paylaşılmalı
Erken çocukluk döneminde, sosyal sorumluluk çalışmaları aslında soyut gibi görünmektedir. Bu yaşta çocukların bu çalışmaların önemini ve yaptıkları çabaların nereye gittiğini anlayamayacakları düşünülebilir. Oysa çalışmalar çocukların yaş grupları düşünülerek yapıldığında, somutlaştırıldığında ve özellikle çocuklar sürecin içine dahil edildiğinde ve somut sonuçları paylaşıldığında kazanımları farkındalıkları büyük oluyor. Bu çalışmalar süreklilik arz ettiğinde çevre ve toplumla ilgili olanları daha fazla fark etmeye başlıyorlar.
Bu noktada aileleri de sürece dahil etmek büyük önem taşımakta. Okul ortamında yapılanlar çocukların eğitiminde başrolü oynasa da ailelerin davranışları ve model olmaları bu davranış ve alışkanlıkların kazanılmasında ve kalıcı hale gelmesinde büyük önem taşımaktadır. Okul öncesi dönemde yapılan bu projeler ile çocuklar sosyal sorumluluk bilincini erken yaşta geliştirerek, ilerleyen yıllarda daha etkili olabilecekleri bu tür projelerde yer alma istediğine sahip olacaklar ya da kendi projelerini yaratabileceklerdir.
Yalnız değilim ve çevreme karşı sorumluluklarım var
Çocuklar 4 yaşından itibaren artık evrende yalnız olmadıklarını, yaşadıkları dünyayı kendileri ve ailelerinden başka insanlarla, bitkiler, hayvanlarla paylaştıklarını ve onlara karşı sorumlulukları olduğunu kavramaya başlarlar. İşte bu noktada onlara paylaşma ve yardımlaşmanın yakın çevremiz dışında, uzağımızdakiler, tanımadıklarımız ve hatta doğa içinde yapılmasının önemi anlatılmalıdır.
Çünkü çocuklar küçük yaşlarda kalplerinde büyük bir duyarlılık ve merhamet taşırlar. Çevrelerindeki ihtiyaç sahibi canlılar için nasıl yardımlarda bulunabilecekleri tartışılabilirler. Kullanmadıkları oyuncak, kitap ve giysilerini onlar için paylaşmaktan mutluluk duyarlar. Her canlının kendileri kadar şanslı olmadığını ve eşit imkanlara sahip olmadığını gördüklerinde, sahip oldukları onlar için daha kıymetli olur. Değer bilme farkındalıkları ve talepkar olma istekleri, paylaşma ile gelişir ve daha mutlu bireyler haline gelirler.
Bir sosyal sorumluluk projesi başlatıldığında;
* Projenin amacı çocuklara onların anlayabileceği somut görseller ile kısaca anlatılmalıdır.
* Bu ihtiyaç sahibinin ihtiyacını karşılamak için neler yapılabilir hep birlikte tartışılmalıdır.
* Proje boyunca yapılacak çalışmalar belirlenip çocuklar arasında görev dağılımı yapılmalıdır.
* Proje için gerekli duyuru, afiş, resim çalışmaları ve bunların asılması, duyurulması çocuklar tarafından yapılmalıdır.
* Proje sonlandığında ihtiyaç sahibinin duygu düşünceleri çocuklarla görsel ve somut olarak paylaşılmalı ve onlarında bu konudaki yorumları alınmalıdır.
* Projeye aileler de dahil edilmeli ve ebeveynler davranış ve düşünceleri ile çocuklarına model olmalıdır.
Bu süreç içinde çocukların birçok sosyal becerileri ve algıları doğal olarak gelişirken, akademik, dil, bilişsel, motor becerileri de gelişmektedir. Ayrıca bu çalışmalar sırasında sosyal çevresinde ilişki kurduğu kişilerden aldıkları olumlu geri bildirim ve takdir sayesinde özgüvenleri gelişmektedir.
Bu durum onları, çocukluk döneminde daha mutlu paylaşımcı, uyumlu, girişken yaparken, yetişkin olduklarında da, başarının sadece akademik ya da kariyere bağlı olmadığının farkında, yaşamsal becerileri üst düzeyde gelişmiş, çevre ile ilişkileri kuvvetli sevilen, aranan, sözü dinlenen bir birey yapacaktır. Her ebeveynin çocuğu içinde isteği bu değil midir?
Bizlerde Özel Kaplumbağa Anaokulu olarak, ilk günden bugüne, çevre ve eğitim başta olmak üzere pek çok farklı alanda sosyal sorumluluğu okul kültürümüzün bir parçası olarak kabul edip, bu sorumluluğunu sevgi, paylaşma, işbirliği değerlerini ön planda tutarak yerine getiriyoruz.
Okulumuzda gerçekleştirdiğimiz sosyal sorumluluk projelerimizden birisi de Yerli malları haftasında düzenlenen “Yerli Malları Umut Pazarı” projemizdir.
Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında düzenlemiş olduğumuz geleneksel yerli malları haftası “Umut Pazarı”mız bu yılda öğrencilerimizin, öğretmenlerimizin ve değerli velilerimizin katkıları ile gerçekleşti. 6. sını gerçekleştirdiğimiz “Yerli Malı Umut Pazarı”mızda bu yıl da çocuklarımıza; alışveriş bilincini, para ve sayısal ilişkileri, sağlıklı beslenme ve paylaşma gibi kavramları, kazanımları ve değerleri aşılamak adına pazarımızı kurduk. Projemiz sonlandığında, üç gün boyunca açık olan pazarımızdan elde edilen geliri otizm spektrum bozukluğu ve yaygın diğer gelişim bozukluğu’ olan çocukların erken tanısının konulması, özel eğitimi ile topluma kazandırılmasına öncülük eden Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı’na bağışlamanın mutluluğunu hep birlikte yaşadık.
Son Güncelleme: Salı, 02 Şubat 2016 12:13
Gösterim: 28064

