Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Mind Lab, 10 yıldır Türkiye’deki faaliyetlerine, gelişen müfredat yapısı ile eğitim kurumlarına, öğretmen ve öğrencilere sağladığı katkının yanında farklı sektörler ve uzmanlık alanları için geliştirdiği yeni yapılanmalarla devam ediyor.
Uluslararası bir metot olan MindLab, öğrencilerin dikkat ve odaklanma sürelerini artırarak dil gelişimini, matematik ve fen derslerinde problem çözme ve sonuç çıkarma alanlarında analitik düşünme becerilerini arttırıyor.
MindLab’in özünde çocukların zorlanmadan, eğlenceli bir ortamda, sosyal, duygusal, bilişsel ve etik becerilerinin geliştirilebileceği, kalıcı öğrenmenin daha kolay sağlanabileceği ve öğrenilen her kavramın farklı disiplinlere de transfer edilebileceği gerçeği yatıyor.
Mind Lab metodu uygulamalarında olduğu gibi, oyun ile hazırlanmış bir ders, öğrenen kişinin iletişim kurduğu çevreyi daha iyi tanımasına ve anlamasına yardımcı oluyor. Bir bireyin nasıl düşündüğünü, hangi durumda nasıl davrandığını, karar verirken neleri dikkate aldığını, stres altında nasıl hareket ettiğini, günümüz dünyasında en önemli becerilerden bir tanesi olan zaman yönetimini nasıl gerçekleştirdiğini gözlemlemek ve uygun bir gelişim çalışma planı oluşturmak için vazgeçilmez bir olanak sağlıyor.
ÖĞRETMENLERİN MESLEKİ GELİŞİMİNE DE KATKISI SAĞLIYOR
Dünyada birçok farklı kurumun ( Northumbria Üniversitesi- İngiltere 1999, Yale Üniversitesi- ABD 2004, NadeInstitute- Brezilya 2007 )MindLab metodu üzerinde yaptığı araştırmaların sonunda MindLab’in öğrencilerin dikkat ve odaklanma sürelerini artırarak dil gelişimini, matematik ve fen derslerinde problem çözme ve sonuç çıkarma alanlarında analitik düşünme becerilerini arttırdığı üzerinde ortak bir sonuç gözlemlenmiş. Bunun yanı sıra öğretmenlerin mesleki gelişimine de katkısı olduğu ispatlanmış. Öğrenciler üzerindeki bu olumlu gelişmeler öğretmenlerin MindLab metodunu içselleştirerek, sınıfta aracı öğretmen rolünü tam anlamıyla benimseyerek uyguladığını göstermiş.
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME
Mind Lab Metodu, eğitime katkıda bulunmanın en iyi yolunun okulların eğitim kalitesini geliştirmek için gösterdikleri çabayı desteklemek olduğuna inanıyor. Bu kapsamda okul öğretmenlerini yenilikçi, eğitsel programlarla ve pedagojik araçlarla güçlendirmeyi hedefliyor, zengin pedagojik içeriği ve profesyonel pedagoglar tarafından geliştirilmiş özgün uygulaması ile önce öğrencinin ihtiyaçlarını belirliyor ve öğretmenlerin uygulamayı bu çerçevede planlamaları için onlara yol gösteriyor. Ayrıca sistematik bir şekilde hedeflenen gelişim seviyesini takip ediyor.
Mind Lab, sosyal, duygusal, etik ve bilişsel alandaki becerilerin gelişimini periyodik olarak aylık/dönemlik ve ünite bazlı akademik çalışmalarla destekli, ölçme/değerlendirme kriterlerine göre belirliyor.
Öğrenciler için hazırlanan;
• Genel Değerlendirme
• Uygulama öncesi yaşa özel hazırlanmış ön test
• Ünite sonrası kazanım değerlendirme testi
• Uygulama sonrası yaşa özel hazırlanmış son test
• Bireysel raporlar
…gibi veriler hem veliler hem de eğitimciler için önemli bilgilendirmeler içerir.
ULUSLARARASI MIND LAB OLİMPİYATLARI
MindLab Metodu’nun sınıf içi uygulamalarının yanı sıra eğitim kurumlarına, öğretmenlere, öğrencilere ve velilere sunduğu çok farklı etkinlikler de bulunuyor. Bu etkinliklerden biri de bütün okullar ve öğrenciler tarafından en çok ilgi gören etkinlik olan Uluslararası Mind Lab Olimpiyatları.
Olimpiyatlarda, tüm yıl boyunca Mind Lab eğitimi çerçevesinde çocuklara verilmeye çalışılan bilişsel, sosyal, duygusal ve etik beceriler kapsamında bir değerlendirme yapılıyor. Çocuklar karşılaşmalarda bu becerilerden özellikle takım çalışması, özdisiplin, empati ve hedefe varma kararlılığı becerilerini sergileme olanağı buluyorlar.
Mind Lab Olimpiyatları, dünyanın birçok ülkesinden çocuğu, heyecanlı ve keyifli bir rekabet ortamında bir araya getiren keyifli bir süreç. Bu süreç, okullardaki uygulamalar ile başlar, okul turnuvaları ve yerel karşılaşmalarla devam ediyor ve uluslararası şampiyona ile sonuçlanıyor. Her okul takımı, yaşları 9 ila 12 arasında olan dört oyuncudan oluşuyor. Yerel turnuvaların Nisan-Mayıs aylarında tamamlanmasını takiben, uluslararası şampiyona, Haziran ayının ilk yarısında, her yıl farklı bir ülkede gerçekleştiriliyor.
Bu yıl,7 Mayıs’ta Cemile Sultan Korusu, İstanbul’da gerçekleşecek olan Türkiye Finali’nin ardından,12-18 Haziran tarihlerinde, Yunanistan’ın Halkidiki kentinde yapılacak olan Uluslararası Mind Lab Olimpiyatları’na katılmak için öğrenciler, öğretmenler ve veliler hazırlıklarına devam ediyor.
MIND LAB AKADEMİ
Mind Lab, gelecek nesillere hem bilişsel hem sosyal hem de gelişimsel doğruyu en verimli şekilde aktarabilmek ve onlar için en güvenli ve mutlu olacakları ortamları yaratmayı hedefliyor. Bunu gerçekleştirmek için de öncelikli olarak eğitimciyi eğitmenin, ayrıca farklı meslek gruplarında ve iş dünyasında yenilikçi akımları takip eden, çalışanların kişisel ve mesleki gelişimlerini önemseyen kurumlara katkıda bulunmanın gerekliliği inancı ile birçok akademisyen ve alanında uzman eğiticilerin katkısıyla oluşturduğu Mind Lab Akademi projesini başlattı.
Okul yöneticileri, eğitimciler ve iş dünyasından gelen yoğun eğitim talebi üzerine Ağustos 2015’de Mind Lab Eğitim Hizmetleri çatısı altında kurulan Mind Lab Akademi, uzman kadrosu ile farklı alanlarda en kaliteli eğitim hizmetlerini sunmayı hedefliyor.
Mind Lab Akademi, gerek Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği, gerekse çeşitli üniversiteler ile iş birliği içinde çalışıyor. İlk eğitimi, Ekim 2015’de Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği’nin Odakule’deki Merkezinde gerçekleştirdi. Ayrıca Aralık başında, yine Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği tarafından organize edilen
V. Temel Eğitim Sempozyumu’nda ve XV. Geleneksel Antalya Sempozyumu’nda da çalışmalarını sürdürdü. Bilgi Üniversitesi ile yapılan işbirliğiyle, Santral Kampüsü’nde 12-26 Mart 2016 tarihleri arası Cumartesi günleri ‘’21. Yüzyılda Öğretmen olmak’’ konulu sertifika programını başlatacak.
Mind Lab Akademi eğitim programlarını, kurumların uygunluk durumuna göre planlayabiliyor. Konu ile ilgili detaylı bilgiyi Mind Lab Türkiye iletişim kanallarından elde edebilirsiniz.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Mind Lab, 10 yıldır Türkiye’deki faaliyetlerine, gelişen müfredat yapısı ile eğitim kurumlarına, öğretmen ve öğrencilere sağladığı katkının yanında farklı sektörler ve uzmanlık alanları için geliştirdiği yeni yapılanmalarla devam ediyor.
Uluslararası bir metot olan MindLab, öğrencilerin dikkat ve odaklanma sürelerini artırarak dil gelişimini, matematik ve fen derslerinde problem çözme ve sonuç çıkarma alanlarında analitik düşünme becerilerini arttırıyor.
MindLab’in özünde çocukların zorlanmadan, eğlenceli bir ortamda, sosyal, duygusal, bilişsel ve etik becerilerinin geliştirilebileceği, kalıcı öğrenmenin daha kolay sağlanabileceği ve öğrenilen her kavramın farklı disiplinlere de transfer edilebileceği gerçeği yatıyor.
Mind Lab metodu uygulamalarında olduğu gibi, oyun ile hazırlanmış bir ders, öğrenen kişinin iletişim kurduğu çevreyi daha iyi tanımasına ve anlamasına yardımcı oluyor. Bir bireyin nasıl düşündüğünü, hangi durumda nasıl davrandığını, karar verirken neleri dikkate aldığını, stres altında nasıl hareket ettiğini, günümüz dünyasında en önemli becerilerden bir tanesi olan zaman yönetimini nasıl gerçekleştirdiğini gözlemlemek ve uygun bir gelişim çalışma planı oluşturmak için vazgeçilmez bir olanak sağlıyor.
ÖĞRETMENLERİN MESLEKİ GELİŞİMİNE DE KATKISI SAĞLIYOR
Dünyada birçok farklı kurumun ( Northumbria Üniversitesi- İngiltere 1999, Yale Üniversitesi- ABD 2004, NadeInstitute- Brezilya 2007 )MindLab metodu üzerinde yaptığı araştırmaların sonunda MindLab’in öğrencilerin dikkat ve odaklanma sürelerini artırarak dil gelişimini, matematik ve fen derslerinde problem çözme ve sonuç çıkarma alanlarında analitik düşünme becerilerini arttırdığı üzerinde ortak bir sonuç gözlemlenmiş. Bunun yanı sıra öğretmenlerin mesleki gelişimine de katkısı olduğu ispatlanmış. Öğrenciler üzerindeki bu olumlu gelişmeler öğretmenlerin MindLab metodunu içselleştirerek, sınıfta aracı öğretmen rolünü tam anlamıyla benimseyerek uyguladığını göstermiş.
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME
Mind Lab Metodu, eğitime katkıda bulunmanın en iyi yolunun okulların eğitim kalitesini geliştirmek için gösterdikleri çabayı desteklemek olduğuna inanıyor. Bu kapsamda okul öğretmenlerini yenilikçi, eğitsel programlarla ve pedagojik araçlarla güçlendirmeyi hedefliyor, zengin pedagojik içeriği ve profesyonel pedagoglar tarafından geliştirilmiş özgün uygulaması ile önce öğrencinin ihtiyaçlarını belirliyor ve öğretmenlerin uygulamayı bu çerçevede planlamaları için onlara yol gösteriyor. Ayrıca sistematik bir şekilde hedeflenen gelişim seviyesini takip ediyor.
Mind Lab, sosyal, duygusal, etik ve bilişsel alandaki becerilerin gelişimini periyodik olarak aylık/dönemlik ve ünite bazlı akademik çalışmalarla destekli, ölçme/değerlendirme kriterlerine göre belirliyor.
Öğrenciler için hazırlanan;
• Genel Değerlendirme
• Uygulama öncesi yaşa özel hazırlanmış ön test
• Ünite sonrası kazanım değerlendirme testi
• Uygulama sonrası yaşa özel hazırlanmış son test
• Bireysel raporlar
…gibi veriler hem veliler hem de eğitimciler için önemli bilgilendirmeler içerir.
ULUSLARARASI MIND LAB OLİMPİYATLARI
MindLab Metodu’nun sınıf içi uygulamalarının yanı sıra eğitim kurumlarına, öğretmenlere, öğrencilere ve velilere sunduğu çok farklı etkinlikler de bulunuyor. Bu etkinliklerden biri de bütün okullar ve öğrenciler tarafından en çok ilgi gören etkinlik olan Uluslararası Mind Lab Olimpiyatları.
Olimpiyatlarda, tüm yıl boyunca Mind Lab eğitimi çerçevesinde çocuklara verilmeye çalışılan bilişsel, sosyal, duygusal ve etik beceriler kapsamında bir değerlendirme yapılıyor. Çocuklar karşılaşmalarda bu becerilerden özellikle takım çalışması, özdisiplin, empati ve hedefe varma kararlılığı becerilerini sergileme olanağı buluyorlar.
Mind Lab Olimpiyatları, dünyanın birçok ülkesinden çocuğu, heyecanlı ve keyifli bir rekabet ortamında bir araya getiren keyifli bir süreç. Bu süreç, okullardaki uygulamalar ile başlar, okul turnuvaları ve yerel karşılaşmalarla devam ediyor ve uluslararası şampiyona ile sonuçlanıyor. Her okul takımı, yaşları 9 ila 12 arasında olan dört oyuncudan oluşuyor. Yerel turnuvaların Nisan-Mayıs aylarında tamamlanmasını takiben, uluslararası şampiyona, Haziran ayının ilk yarısında, her yıl farklı bir ülkede gerçekleştiriliyor.
Bu yıl,7 Mayıs’ta Cemile Sultan Korusu, İstanbul’da gerçekleşecek olan Türkiye Finali’nin ardından,12-18 Haziran tarihlerinde, Yunanistan’ın Halkidiki kentinde yapılacak olan Uluslararası Mind Lab Olimpiyatları’na katılmak için öğrenciler, öğretmenler ve veliler hazırlıklarına devam ediyor.
MIND LAB AKADEMİ
Mind Lab, gelecek nesillere hem bilişsel hem sosyal hem de gelişimsel doğruyu en verimli şekilde aktarabilmek ve onlar için en güvenli ve mutlu olacakları ortamları yaratmayı hedefliyor. Bunu gerçekleştirmek için de öncelikli olarak eğitimciyi eğitmenin, ayrıca farklı meslek gruplarında ve iş dünyasında yenilikçi akımları takip eden, çalışanların kişisel ve mesleki gelişimlerini önemseyen kurumlara katkıda bulunmanın gerekliliği inancı ile birçok akademisyen ve alanında uzman eğiticilerin katkısıyla oluşturduğu Mind Lab Akademi projesini başlattı.
Okul yöneticileri, eğitimciler ve iş dünyasından gelen yoğun eğitim talebi üzerine Ağustos 2015’de Mind Lab Eğitim Hizmetleri çatısı altında kurulan Mind Lab Akademi, uzman kadrosu ile farklı alanlarda en kaliteli eğitim hizmetlerini sunmayı hedefliyor.
Mind Lab Akademi, gerek Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği, gerekse çeşitli üniversiteler ile iş birliği içinde çalışıyor. İlk eğitimi, Ekim 2015’de Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği’nin Odakule’deki Merkezinde gerçekleştirdi. Ayrıca Aralık başında, yine Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği tarafından organize edilen
V. Temel Eğitim Sempozyumu’nda ve XV. Geleneksel Antalya Sempozyumu’nda da çalışmalarını sürdürdü. Bilgi Üniversitesi ile yapılan işbirliğiyle, Santral Kampüsü’nde 12-26 Mart 2016 tarihleri arası Cumartesi günleri ‘’21. Yüzyılda Öğretmen olmak’’ konulu sertifika programını başlatacak.
Mind Lab Akademi eğitim programlarını, kurumların uygunluk durumuna göre planlayabiliyor. Konu ile ilgili detaylı bilgiyi Mind Lab Türkiye iletişim kanallarından elde edebilirsiniz.
Son Güncelleme: Cumartesi, 20 Şubat 2016 11:53
Gösterim: 12283
Shan S. Haider / Prudential First Eğitim A.Ş. Danışmanlık Hizmetleri Müdürü
Türkiye’deki pek çok okul bu soruyla karşı karşıya kalıyor ve tek başlarına doğru kararı veremiyor. Bu yüzden, sektördeki talebe ve anadili İngilizce olan (native) öğretmenlerin en iyisi oldukları önyargısına göre hareket ediyorlar. Bunu yaparken de kimi zaman öğretmenin sahip olduğu eğitimi ve tecrübeyi görmezden geliyorlar. Bu yazıda bu konu hakkında yanlış bilinen gerçeklerden söz edeceğim.
Eğitimci olarak yıllarca çalışan ve aslında anadili İngilizce olan 6 ülkenin hiçbirinde doğmamış biri olarak bu konu hakkında okullarla birikimimi paylaşabileceğimi düşünüyorum.
Ayrıca okullar için yol gösterici olabilecek birkaç öneri ve hangi tip öğretmenin o okul için iyi bir tercih olacağını belirleyebilmelerine yardımcı olacak Evet/Hayır testini de paylaşacağım. Native İngilizce öğretmenini işe almak oldukça kolay fakat en zor kısmı bu öğretmenlerin sizinle bir seneden fazla çalışmasını sağlamak. Bir sonraki sayıda yayınlanacak yazımda da öğretmenlerin mutlu bir şekilde aynı okulda çalışmaya devam etmesi için yararlanabileceğiniz birkaç denenmiş yöntemi paylaşacağım.
Native İngilizce öğretmenleri İngilizce konuşulan bir ülkede doğdukları ve yetiştirildikleri için İngilizce onlara doğuştan bir şekilde gelmiştir. Bu sebeple bazı deyim ve günlük dili olduğu gibi kullanırlar. Bu da eğer anadiliniz eğer İngilizce değilse öğrenilmesi en zor olan kısımlardan biridir. Native İngilizce öğretmenleri her zaman daha zengin bir kelime haznesine sahip olacaklardır. Kendi dillerini kullanıyor oldukları için de her zaman dili daha dinamik bir şekilde kullanacaklardır. İngilizce TV dizileri ve filmler bile sadece native öğretmenlerin anlayabileceği deyimler ve ifadeler ile doludur. Non-native bir öğretmenin bunların tamamına hakim olması çok zordur.
Hepimiz telaffuzun konu İngilizce olduğunda ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Fakat telaffuzdan bahsederken bunu aksan ile karıştırmamamız gerekiyor. Amerikalıların bile doğdukları eyalete bağlı olarak aksanları değişiklik gösteriyor. Burada en önemli nokta kelimenin doğru ve açık bir şekilde telaffuz edilmesi. Native İngilizce öğretmenleri ise bunu çok daha güzel bir şekilde başarır.
Eğer Almanca dilini öğrenmek isteseydim ilk tercihim tartışmasız Alman bir öğretmenden dili olduğu gibi ve sokaklarda konuşulduğu gibi öğrenmek olurdu. Çünkü telaffuz işte o zaman hatasız oluyor.
Konuşurken sahip olunması gereken akıcılık ise diğer en önemli faktörlerden biri. Native İngilizce öğretmenleri konuşurken düşünmez ve herhangi bir dili İngilizceye çevirmekle uğraşmaz. Birkaç sene önce dil okullarında çalışırken konuşma kulüpleri için tercih edilen öğretmen her zaman ben oluyordum. Çünkü non-native İngilizce öğretmenleri genelde ders kitaplarıyla sınırlı kalır ve konuşma kulüplerini yönetmeyi çok iyi bilmezler. Belki de birkaç saat konuşabilecek ya da konuşmak için öğrenci seçecek kadar kendilerine güvenmiyorlardır.
Öğrenciler öğrenme eğlenceli hale getirildiği zaman öğrenmekten zevk alır. Native İngilizce öğretmenleri kültürleri ve geçmişleri sayesinde öğrencilerde merak duygusunu yaratabilir ve öğrencileri de daha fazla soru sormaya ve öğrenmeye teşvik edebilir. Bu da öğrencilerin normalden daha fazla konuşması demektir.
Non-native İngilizce öğretmenleri genellikle iş bulabilmek için harika bir CV’ye sahip olmalıdır. Çünkü pek çok aşamada en büyük rakiplerinin native İngilizce öğretmenleri olduğunu bilirler. Bu yüzden daha fazla çalışmaya, daha uzun çalışma saatlerine ve genelde daha düşük ücretlerle çalışmaya daha yatkındırlar.
Non-native İngilizce öğretmenleri İngilizceyi ikinci dil olarak öğrenmiştir ve bu yüzden çoğu zaman İngilizceyi öğretirken daha donanımlıdırlar. Çünkü kendi tecrübelerine de dayanarak dili öğretirken hangi metod daha uygun olacaktır bilirler. Non-native öğretmenler genellikle İngilizce Öğretmenliği, İngilizce Dili ve Edebiyatı gibi alanlarda lisans ya da daha yüksek derecelere sahiptir. Bu alanda eğitim aldıkları için çoğu durumda gramer kurallarının doğru açıklanmasında çok daha yetkindirler.
Non-native öğretmenler kültürü birebir yaşamadıkları için bazı konularda detaylı bilgiye sahip olamaz ve örneğin bazı deyimleri ya da sokak dilini doğal bir şekilde kullanamaz. Çünkü İngilizce öğrenirken kendileri de İngilizceyi kuralları uygun şekilde yani sokak dili olmadan öğrenirler. Genellikle yazma ve okumada mükemmellerdir.
Aşağıdaki sorulara Evet/Hayır olmak üzere cevaplar verin ve native bir öğretmene ihtiyacınız var mı görelim:
1) Okulunuz her sınıf için 2 tane İngilizce öğretmeni mi kullanıyor? Gramer için Türk asıllı İngilizce öğretmenlerini, Dinleme ve Konuşma kısımları için native İngilizce öğretmenlerini mi tercih ediyorsunuz?
2) Öğrencileriniz en az Intermediate seviyesinde bir İngilizceye mi sahipler?
3) Okulunuz öğrenciler İngilizce konuşma kulüpleri sunuyor mu?
4) Okulunuz öğrencilerinin profilleri farklı mı?
5) Okulunuz bir KG-12 okulu mu?
Eğer bu sorulardan çoğuna Evet cevabını verdiyseniz native İngilizce öğretmeni alımlarına odaklanmanız gerekiyor. Fakat bunu yaparken seçici davranmalısınız. Öncelik Türkiye’de minimum 1 sene öğretmenlik tecrübesi olan adaylara verilmeli. Daha önceden İngilizceyi ikinci dil olarak öğretmiş olan native öğretmenler işlerini çok daha iyi yaparlar. Bu yüzden öğretmenlerin nitelikleri değerlendirilmesi gereken ilk nokta olmalı.
Anadili İngilizce olan öğrencilere İngilizce öğretmek ile farklı bir anadili olan öğrencilere İngilizce öğretmek arasında elbette ki fark vardır. TESOL/TEFL/CELTA/DELTA gibi sertifikalar sırasında verilen eğitimler özellikle öğretme teknikleri ve tüyolara odaklanır. Maalesef, günümüzde bu sertifikaları edinmek oldukça kolaydır. Yaklaşık $200’a online bir kursa kayıt olmak mümkündür. Daha öncelerde, öğretmenler İngiltere, Amerika ve Kanada gibi ülkelerde bu yoğun sertifika programlarına birebir katılmak zorundaydı. 2 ila 6 ay süren bu programlarda oldukça nitelikle ESL öğretmenleri yetiştirilirdi.
Native ya da non-native öğretmenleri işe almak tamamen o okulun vereceği karara bağlıdır. Sadece eğitim, tecrübe ve güvenilirlik hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Native İngilizce öğretmeni istifa ettiğinde ya da işten çıkarıldığında velilere bu tutarsızlığı açıklamak zorunda kalan her zaman okullar olacaktır. Öğrenciler öğretmenlerine zor bir şekilde alışır ve birkaç ay sonra öğretmenleri kaybettikleri zaman da bu durumu iyi karşılamazlar. Sonraki sayıda yayınlanacak yazımda da öğretmenlerin sizinle uzun süre kalmasını sağlamak için birkaç tüyo paylaşacağım…
Shan S. Haider Hakkında
Prudential First Eğitim A.Ş. firmasında Danışmanlık Hizmetleri Müdürü olan Shan S. Haider, bu pozisyondan önce pek çok özel okul ve dil okulunda native İngilizce öğretmeni olarak çalıştı. Shan ayrıca TOEFL iBT ve IELTS gibi spesifik uzmanlık alanlarında da pek çok öğrenciye özel ders verdi. Anaokulundan Ülker, Turkish Airlines, Hasbro, Avea, Florence Nightingale Hastanesi gibi şirketlerdeki yöneticilere kadar pek çok öğrenciye ders veren Shan, 3 yıldan fazla bir süredir Türkiye’de yaşamaktadır.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Shan S. Haider / Prudential First Eğitim A.Ş. Danışmanlık Hizmetleri Müdürü
Türkiye’deki pek çok okul bu soruyla karşı karşıya kalıyor ve tek başlarına doğru kararı veremiyor. Bu yüzden, sektördeki talebe ve anadili İngilizce olan (native) öğretmenlerin en iyisi oldukları önyargısına göre hareket ediyorlar. Bunu yaparken de kimi zaman öğretmenin sahip olduğu eğitimi ve tecrübeyi görmezden geliyorlar. Bu yazıda bu konu hakkında yanlış bilinen gerçeklerden söz edeceğim.
Eğitimci olarak yıllarca çalışan ve aslında anadili İngilizce olan 6 ülkenin hiçbirinde doğmamış biri olarak bu konu hakkında okullarla birikimimi paylaşabileceğimi düşünüyorum.
Ayrıca okullar için yol gösterici olabilecek birkaç öneri ve hangi tip öğretmenin o okul için iyi bir tercih olacağını belirleyebilmelerine yardımcı olacak Evet/Hayır testini de paylaşacağım. Native İngilizce öğretmenini işe almak oldukça kolay fakat en zor kısmı bu öğretmenlerin sizinle bir seneden fazla çalışmasını sağlamak. Bir sonraki sayıda yayınlanacak yazımda da öğretmenlerin mutlu bir şekilde aynı okulda çalışmaya devam etmesi için yararlanabileceğiniz birkaç denenmiş yöntemi paylaşacağım.
Native İngilizce öğretmenleri İngilizce konuşulan bir ülkede doğdukları ve yetiştirildikleri için İngilizce onlara doğuştan bir şekilde gelmiştir. Bu sebeple bazı deyim ve günlük dili olduğu gibi kullanırlar. Bu da eğer anadiliniz eğer İngilizce değilse öğrenilmesi en zor olan kısımlardan biridir. Native İngilizce öğretmenleri her zaman daha zengin bir kelime haznesine sahip olacaklardır. Kendi dillerini kullanıyor oldukları için de her zaman dili daha dinamik bir şekilde kullanacaklardır. İngilizce TV dizileri ve filmler bile sadece native öğretmenlerin anlayabileceği deyimler ve ifadeler ile doludur. Non-native bir öğretmenin bunların tamamına hakim olması çok zordur.
Hepimiz telaffuzun konu İngilizce olduğunda ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Fakat telaffuzdan bahsederken bunu aksan ile karıştırmamamız gerekiyor. Amerikalıların bile doğdukları eyalete bağlı olarak aksanları değişiklik gösteriyor. Burada en önemli nokta kelimenin doğru ve açık bir şekilde telaffuz edilmesi. Native İngilizce öğretmenleri ise bunu çok daha güzel bir şekilde başarır.
Eğer Almanca dilini öğrenmek isteseydim ilk tercihim tartışmasız Alman bir öğretmenden dili olduğu gibi ve sokaklarda konuşulduğu gibi öğrenmek olurdu. Çünkü telaffuz işte o zaman hatasız oluyor.
Konuşurken sahip olunması gereken akıcılık ise diğer en önemli faktörlerden biri. Native İngilizce öğretmenleri konuşurken düşünmez ve herhangi bir dili İngilizceye çevirmekle uğraşmaz. Birkaç sene önce dil okullarında çalışırken konuşma kulüpleri için tercih edilen öğretmen her zaman ben oluyordum. Çünkü non-native İngilizce öğretmenleri genelde ders kitaplarıyla sınırlı kalır ve konuşma kulüplerini yönetmeyi çok iyi bilmezler. Belki de birkaç saat konuşabilecek ya da konuşmak için öğrenci seçecek kadar kendilerine güvenmiyorlardır.
Öğrenciler öğrenme eğlenceli hale getirildiği zaman öğrenmekten zevk alır. Native İngilizce öğretmenleri kültürleri ve geçmişleri sayesinde öğrencilerde merak duygusunu yaratabilir ve öğrencileri de daha fazla soru sormaya ve öğrenmeye teşvik edebilir. Bu da öğrencilerin normalden daha fazla konuşması demektir.
Non-native İngilizce öğretmenleri genellikle iş bulabilmek için harika bir CV’ye sahip olmalıdır. Çünkü pek çok aşamada en büyük rakiplerinin native İngilizce öğretmenleri olduğunu bilirler. Bu yüzden daha fazla çalışmaya, daha uzun çalışma saatlerine ve genelde daha düşük ücretlerle çalışmaya daha yatkındırlar.
Non-native İngilizce öğretmenleri İngilizceyi ikinci dil olarak öğrenmiştir ve bu yüzden çoğu zaman İngilizceyi öğretirken daha donanımlıdırlar. Çünkü kendi tecrübelerine de dayanarak dili öğretirken hangi metod daha uygun olacaktır bilirler. Non-native öğretmenler genellikle İngilizce Öğretmenliği, İngilizce Dili ve Edebiyatı gibi alanlarda lisans ya da daha yüksek derecelere sahiptir. Bu alanda eğitim aldıkları için çoğu durumda gramer kurallarının doğru açıklanmasında çok daha yetkindirler.
Non-native öğretmenler kültürü birebir yaşamadıkları için bazı konularda detaylı bilgiye sahip olamaz ve örneğin bazı deyimleri ya da sokak dilini doğal bir şekilde kullanamaz. Çünkü İngilizce öğrenirken kendileri de İngilizceyi kuralları uygun şekilde yani sokak dili olmadan öğrenirler. Genellikle yazma ve okumada mükemmellerdir.
Aşağıdaki sorulara Evet/Hayır olmak üzere cevaplar verin ve native bir öğretmene ihtiyacınız var mı görelim:
1) Okulunuz her sınıf için 2 tane İngilizce öğretmeni mi kullanıyor? Gramer için Türk asıllı İngilizce öğretmenlerini, Dinleme ve Konuşma kısımları için native İngilizce öğretmenlerini mi tercih ediyorsunuz?
2) Öğrencileriniz en az Intermediate seviyesinde bir İngilizceye mi sahipler?
3) Okulunuz öğrenciler İngilizce konuşma kulüpleri sunuyor mu?
4) Okulunuz öğrencilerinin profilleri farklı mı?
5) Okulunuz bir KG-12 okulu mu?
Eğer bu sorulardan çoğuna Evet cevabını verdiyseniz native İngilizce öğretmeni alımlarına odaklanmanız gerekiyor. Fakat bunu yaparken seçici davranmalısınız. Öncelik Türkiye’de minimum 1 sene öğretmenlik tecrübesi olan adaylara verilmeli. Daha önceden İngilizceyi ikinci dil olarak öğretmiş olan native öğretmenler işlerini çok daha iyi yaparlar. Bu yüzden öğretmenlerin nitelikleri değerlendirilmesi gereken ilk nokta olmalı.
Anadili İngilizce olan öğrencilere İngilizce öğretmek ile farklı bir anadili olan öğrencilere İngilizce öğretmek arasında elbette ki fark vardır. TESOL/TEFL/CELTA/DELTA gibi sertifikalar sırasında verilen eğitimler özellikle öğretme teknikleri ve tüyolara odaklanır. Maalesef, günümüzde bu sertifikaları edinmek oldukça kolaydır. Yaklaşık $200’a online bir kursa kayıt olmak mümkündür. Daha öncelerde, öğretmenler İngiltere, Amerika ve Kanada gibi ülkelerde bu yoğun sertifika programlarına birebir katılmak zorundaydı. 2 ila 6 ay süren bu programlarda oldukça nitelikle ESL öğretmenleri yetiştirilirdi.
Native ya da non-native öğretmenleri işe almak tamamen o okulun vereceği karara bağlıdır. Sadece eğitim, tecrübe ve güvenilirlik hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Native İngilizce öğretmeni istifa ettiğinde ya da işten çıkarıldığında velilere bu tutarsızlığı açıklamak zorunda kalan her zaman okullar olacaktır. Öğrenciler öğretmenlerine zor bir şekilde alışır ve birkaç ay sonra öğretmenleri kaybettikleri zaman da bu durumu iyi karşılamazlar. Sonraki sayıda yayınlanacak yazımda da öğretmenlerin sizinle uzun süre kalmasını sağlamak için birkaç tüyo paylaşacağım…
Shan S. Haider Hakkında
Prudential First Eğitim A.Ş. firmasında Danışmanlık Hizmetleri Müdürü olan Shan S. Haider, bu pozisyondan önce pek çok özel okul ve dil okulunda native İngilizce öğretmeni olarak çalıştı. Shan ayrıca TOEFL iBT ve IELTS gibi spesifik uzmanlık alanlarında da pek çok öğrenciye özel ders verdi. Anaokulundan Ülker, Turkish Airlines, Hasbro, Avea, Florence Nightingale Hastanesi gibi şirketlerdeki yöneticilere kadar pek çok öğrenciye ders veren Shan, 3 yıldan fazla bir süredir Türkiye’de yaşamaktadır.
Son Güncelleme: Cuma, 19 Şubat 2016 14:03
Gösterim: 11145
Özlem Tokman
Hepimiz biliyoruz ki disiplin zor zanaat. Hem anne-babalar hem de eğitimciler farklı yaş gruplarından çocukları terbiye ederken güçlükler yaşıyor. Disiplin metotları, yaş gruplarına, çocukların zihinsel ve duygusal gelişimi ile kişilik yapılarına göre büyük farklılıklar gösterse de her birimizin çocuklarımızı terbiye ederken özenle kaçınması gereken davranış kalıpları var. Bu davranış kalıplarının bir kısmını kendi anne ve babalarımızdan, öğretmenlerimizden görerek öğreniyoruz ama çoğunlukla kolaya kaçarak doğal bir içgüdüyle bu yöntemlere başvuruyoruz. Çünkü çocuklarla uğraşırken kendimizi kapana kısılmış, bir kutunun içinde sıkışıp kalmış gibi hissediyoruz. Çoğu durumda tatlı dilin işe yaramadığını görüp daha sert tedbirlere başvurmaktan başka çare bulamıyoruz. Fakat kutunun dışına çıkmak her konuda olduğu gibi disiplinde de alternatif bir bakış açısı sunabilir.
Bu konuyu araştırmak için kolları sıvadığım sırada okuduğum makalelerde, anne-babaların ve eğitimcilerin uyguladığı yanlış yöntemleri, bir anne olarak ben de zaman zaman kullandığımı fark ettim. Yani hepimiz hata yapıyoruz. Ama hatalarımızdan ders çıkarıp, yeni bir bakış açısı arayışına girmek çok önemli. İşte bu yüzden disiplin konusunu yabana atmamak, babadan kalma yöntemlerle vakit kaybetmek yerine araştırmacıların ve eğitim uzmanlarının tavsiyelerine kulak vermek lazım.
Bana kalırsa bu yoldaki ilk adım çocuğumuzla ilişkimizi zedeleyen davranış kalıplarından kurtulmak olmalı. Çünkü gerekli özeni göstermediğimizde çocuklarımızla sağlıksız bir ilişki sarmalına girmek çok kolay. İletişim kanallarını kapatıp, karşılıklı saygıyı yitirdiğimiz an geriye dönüşü imkânsız bir yola girebiliriz. İşte çocuğunuzla ya da öğrencilerinizle olan ilişkinizi berbat etmenin beş kolay yolu;
1.ÇOCUĞUNUZA SÜREKLİ OLARAK POTANSİYELİNİ DOĞRU ŞEKİLDE KULLANMADIĞINI VE SİZİ HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRATTIĞINI SÖYLEMEK
Bu cümle ilkokul, ortaokul ve lise çağında çocukların bulunduğu tüm evlerde ve tabii ki okullarda yasaklanmalı. Bu cümle kadar ebeveyn ve çocuk arasındaki duygusal ilişkiyi temellerinden sarsan ikinci bir cümle düşünmekte zorlanıyorum
Bu cümlenin açıkça verdiği mesaj şudur: Benim için önemli olan okulda ve hayatta gösterdiğin performanstır. Performansını senin mutluluğunun ve refahının üzerinde tutuyorum.
Ebeveynler bu cümleleri sarf ederken arkasındaki gizli anlamı genelde düşünmezler. İstemeden, fark etmeden aynı cümleleri tekrarlayıp dururlar. Bu tür cümleleri sürekli duyan çocuklar içerlemeye, kendilerini yargılayıp sorgulamaya başlarlar. Bir süre sonra ailesinin onun hakkındaki gerçek düşüncesinin bu olduğuna da ikna olurlar. Onları hayal kırıklığına uğratıyorsam, arzuladıkları kadar yüksek performans gösteremiyorsam daha fazla çabalamama ne gerek var, diye düşünmekten kendilerini alıkoyamazlar.
Çünkü potansiyelin var ama kullanmıyorsun demek, çocuğun kafasında muğlak bir yargı yaratır ve zihninde rahatlıkla şu tür bir iç diyaloğa girebilir: Potansiyelim var ama hangi konuda? Akademik başarı elde etmeme yetecek kadar zeki olduğumu mu söylemek istiyor? Ama benim yegâne özelliğim derslerimde başarı gösterecek kadar zeki olmam değil ki? Ben çok yönlü bir insanım ve farklı alanlarda yeteneklerim var. Kimse bunun farkında değil.
Çocuğunuza hangi konuda potansiyeli olduğunu açıklayın. Muğlak ifadelerden kaçının. Onu yetenekli bulduğunuz alanları vurgulayın.
2.ÇOCUĞUNUZA SEVGİNİZİN KOŞULLU OLDUĞUNU HİSSETTİRMEK
Anne ve babaların sık düştüğü hatalardan biri de sevgiyi koşullu ve değişken bir durummuş gibi sunmak. Çocuklarımızı bu dünyaya sevmek, koruyup kollamak için getiriyoruz. Koşulsuz sevgi her çocuğun ihtiyaç duyduğu temel güvencelerden biridir. Eğer onların duygusal olarak sağlıklı, kendine güvenen, hayatı korkmadan yaşayabilen bireyler olarak yetişmelerini istiyorsak, davranışları her ne olursa olsun onları koruyup kollayacağımızın ve sevmeye devam edeceğimizin güvencesini verebilmeliyiz. Çocuklarımız sevilmek ve kabul görmek isterler. Ancak koşullardan bağımsız olarak sevilip kabul gördüklerinde hayatın zorluklarına göğüs gerip başarı gösterebilirler.
Benim için bu konudaki tek kriter, çocuğumla aramda ne geçiyor olursa olsun, gece yatağına uzandığında yanına gidip iyi geceler dilemek ve her şeye rağmen onu sevdiğimi hatırlatmaktır. Çünkü her çocuk uykuya dalmadan önce güvende olduğunu ve sevildiğini hissetmek ister. Çözmemiz gereken sorunlar kesinlikle sabahı bekleyebilir. Çocuğunuza iyi geceler dilemeden onu karanlık odasında uykuya göndermek belki de yapabileceğiniz en büyük hatalardan biridir.
3.ÇOCUĞUNUZU SÜREKLİ ELEŞTİRMEK VE SÖYLENMEK
Anne-babalar çocuklarının küçük yaşlardan itibaren doğru davranış biçimlerini öğrenmelerini, kendilerine, topluma ve insanlığa faydalı bireyler olmalarını isterler. Bu istek her ne kadar doğal ve anlaşılır olsa da, olumlu davranışları pekiştirmek için sürekli eleştirmek ve söylenmek ilişkiyi çıkmaza sokabilir.
Sofra kuralları, yeme alışkanlığı, kişisel hijyen, düzenlilik, çalışkanlık, kibarlık, hobi seçimi, arkadaş seçimi gibi konularda eleştiri ve söylenme, hemen her zaman olumsuz sonuç verir.
Yeni olumlu alışkanlıklar kazandırmak için öncelikle çocuğun hâlihazırda sahip olduğu iyi özelliklere odaklanmak gerekli. Başarılı olduğu alanları ve becerilerini hatırlatırken, abartısız birkaç övgü sözcüğü söylemek en doğru başlangıçtır. Çocuk, olumsuz davranışlarının yanında olumlularına da sahip olduğunun ailesi tarafından bilindiğini fark ettiğinde, olumsuz davranışlarına ilişkin eleştirilere daha sakin ve tarafsız biçimde yaklaşabilir.
Sadece olumsuz davranışları hatırlatmak, çocuğun içindeki değişme isteğini köreltir. Sürekli eleştirilen ve kötü yönleri öne çıkarılan bir çocuk değişim için gerekli olan olumlu enerjiyi kaybeder. Zaten herkes onun ne kadar beceriksiz ve sorumsuz olduğunu bilirken, bu durumu değiştirmek için çaba göstermenin boşa kürek çekmek olduğuna inanabilir.
4.ÇOCUĞUNUZU KÜÇÜMSEYEREK KONUŞMAK
Anne-baba olarak çocuğun hayatının belli bir döneminde her şeyi bilen, yapan, onun hayatta kalmasını sağlayan kişi tabii ki sizdiniz. Onu doyurdunuz, temizlediniz, tehlikelerden korudunuz. İlk adımını atarken elinden tuttunuz, ilk sözcüklerini gözyaşları içinde dinlediniz. Bu dönem çocuğun size bağımlı olarak yaşadığı bebeklik ve erken çocukluk dönemiydi.
Fakat çocuklarımız okula başlayıp, arkadaşlarıyla ve öğretmenleriyle sosyalleşme dönemine girdiklerinde çok daha bağımsız, başına buyruk bireyler haline gelirler. Öğretmenlerinden ve arkadaşlarından, sizin bilmediğiniz yeni şeyler öğrenirler. Bu nedenledir ki pek çok çocuk, okulda bugün neler yaptın sorusunu cevapsız bırakır. Çünkü bu soruyu bir sorgulama olarak görür. Okul hayatı artık ona ait özel bir alandır. Orada yaşadıklarını sizinle paylaşmak istediğinde paylaşacak ya da sohbet arasında size bu yaşantısının ipuçlarını verecektir. Tıpkı sizin, bugün iş yerinde neler yaptın, sorusuna karşı duyacağınız tepki gibi onlar da özel hayatlarının sorgulanmasına tepki duyarlar.
Bu nedenle okul çağındaki çocuklarla konuşurken cümlelerimizi çok daha dikkatle seçmeliyiz.
Hepsi senin iyiliğin için…
Anne-baba olduğunda beni anlarsın…
Sen daha çocuksun…
Hayatla ilgili ne biliyorsun ki…
Ben ne dersem o olacak…
Bunlar gibi çocuğun varlığını, kişiliğini hiçe sayan cümleler yavaş yavaş onu sizden uzaklaştıracaktır. Çocuklara üstünlüğümüzü kabul ettirmeye çalışmak yerine, onları yönlendirmek, zor durumlarda onlara kılavuzluk etmek çok daha doğru bir yetiştirme tarzı olacaktır.
Her konuda çocuğun fikrini de sormak, ona değer verdiğinizin en açık göstergesidir. Bu mesajı alan çocuk, hem kendine hem de size saygı duymayı öğrenir. İnsanoğlu düşüncelerine değer verilmediğini gördüğünde ya kendine olan güvenini ya da karşısındakine duyduğu saygıyı yitirir. Unutmayın ki, karşılıklı saygının mevcut olduğu bir ilişkide çocuğunuz sizin tavsiyelerinize kulak vermeye daha meyilli olacaktır.
5.SORUP DİNLEMEDEN YARGIDA BULUNMAK VE KENDİNCE SONUÇLAR ÇIKARMAK
İlişkilere en çok zarar veren davranış biçimlerinden biri de karşımızdakini dinlemeden bir yargıya varmaktır. Çünkü yargısız infaz onur kırıcı bir durumdur. Karşınızdakinin size güvenmediğini, ne derseniz deyin hakkınızdaki fikrinin değişmeyeceğini gösterir. Çocuğumuz ödevini zamanında bitiremediyse, sınavdan düşük not aldıysa, eve söz verdiği saatte dönmediyse, önce oturup onunla konuşun. Bir yargıya varmadan önce onu birkaç dakikalığına da olsa dinleyin. Bu çocuğunuzla aranızdaki iletişim kanallarının kapanmasını engelleyecektir. Üst üste yaptığınız bir iki yargısız infaz çocuğun size olan güvenini sarsar ve ilişkide sesini duyuramadığı hissine yol açar. Çocuklar bu gibi durumlarda gayet içgüdüsel ve tepkisel önlemler alırlar. Sesim duyulmuyorsa konuşmuyorum gibi. Ne olursa olsun çocuğunuzu dinlemekten vazgeçmeyin. Hiçbir konuyu kestirip atmayın. İletişim kanallarını açık tutmayı becerdiğiniz sürece sağlıklı bir ilişkiniz olacaktır.
Ebeveyn ve çocuk ilişkilerinde hem anne-babalara hem de çocuklara görev düşüyor. Bu ilişkiyi yürütmek tabii ki karşılıklı bir çaba gerektiriyor. Ancak yetişkinler olarak bize düşen sorumluluk çok daha büyük. Onları yetiştirirken yargılayıp sorgulamak yerine yol gösterici olmak, alçak gönüllü ve anlayışlı davranmak, bıkmadan usanmadan onlarla konuşmak ve yolumuza çıkan engeller karşısında her daim cesur olmak birincil görevimizi olmalı.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Özlem Tokman
Hepimiz biliyoruz ki disiplin zor zanaat. Hem anne-babalar hem de eğitimciler farklı yaş gruplarından çocukları terbiye ederken güçlükler yaşıyor. Disiplin metotları, yaş gruplarına, çocukların zihinsel ve duygusal gelişimi ile kişilik yapılarına göre büyük farklılıklar gösterse de her birimizin çocuklarımızı terbiye ederken özenle kaçınması gereken davranış kalıpları var. Bu davranış kalıplarının bir kısmını kendi anne ve babalarımızdan, öğretmenlerimizden görerek öğreniyoruz ama çoğunlukla kolaya kaçarak doğal bir içgüdüyle bu yöntemlere başvuruyoruz. Çünkü çocuklarla uğraşırken kendimizi kapana kısılmış, bir kutunun içinde sıkışıp kalmış gibi hissediyoruz. Çoğu durumda tatlı dilin işe yaramadığını görüp daha sert tedbirlere başvurmaktan başka çare bulamıyoruz. Fakat kutunun dışına çıkmak her konuda olduğu gibi disiplinde de alternatif bir bakış açısı sunabilir.
Bu konuyu araştırmak için kolları sıvadığım sırada okuduğum makalelerde, anne-babaların ve eğitimcilerin uyguladığı yanlış yöntemleri, bir anne olarak ben de zaman zaman kullandığımı fark ettim. Yani hepimiz hata yapıyoruz. Ama hatalarımızdan ders çıkarıp, yeni bir bakış açısı arayışına girmek çok önemli. İşte bu yüzden disiplin konusunu yabana atmamak, babadan kalma yöntemlerle vakit kaybetmek yerine araştırmacıların ve eğitim uzmanlarının tavsiyelerine kulak vermek lazım.
Bana kalırsa bu yoldaki ilk adım çocuğumuzla ilişkimizi zedeleyen davranış kalıplarından kurtulmak olmalı. Çünkü gerekli özeni göstermediğimizde çocuklarımızla sağlıksız bir ilişki sarmalına girmek çok kolay. İletişim kanallarını kapatıp, karşılıklı saygıyı yitirdiğimiz an geriye dönüşü imkânsız bir yola girebiliriz. İşte çocuğunuzla ya da öğrencilerinizle olan ilişkinizi berbat etmenin beş kolay yolu;
1.ÇOCUĞUNUZA SÜREKLİ OLARAK POTANSİYELİNİ DOĞRU ŞEKİLDE KULLANMADIĞINI VE SİZİ HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRATTIĞINI SÖYLEMEK
Bu cümle ilkokul, ortaokul ve lise çağında çocukların bulunduğu tüm evlerde ve tabii ki okullarda yasaklanmalı. Bu cümle kadar ebeveyn ve çocuk arasındaki duygusal ilişkiyi temellerinden sarsan ikinci bir cümle düşünmekte zorlanıyorum
Bu cümlenin açıkça verdiği mesaj şudur: Benim için önemli olan okulda ve hayatta gösterdiğin performanstır. Performansını senin mutluluğunun ve refahının üzerinde tutuyorum.
Ebeveynler bu cümleleri sarf ederken arkasındaki gizli anlamı genelde düşünmezler. İstemeden, fark etmeden aynı cümleleri tekrarlayıp dururlar. Bu tür cümleleri sürekli duyan çocuklar içerlemeye, kendilerini yargılayıp sorgulamaya başlarlar. Bir süre sonra ailesinin onun hakkındaki gerçek düşüncesinin bu olduğuna da ikna olurlar. Onları hayal kırıklığına uğratıyorsam, arzuladıkları kadar yüksek performans gösteremiyorsam daha fazla çabalamama ne gerek var, diye düşünmekten kendilerini alıkoyamazlar.
Çünkü potansiyelin var ama kullanmıyorsun demek, çocuğun kafasında muğlak bir yargı yaratır ve zihninde rahatlıkla şu tür bir iç diyaloğa girebilir: Potansiyelim var ama hangi konuda? Akademik başarı elde etmeme yetecek kadar zeki olduğumu mu söylemek istiyor? Ama benim yegâne özelliğim derslerimde başarı gösterecek kadar zeki olmam değil ki? Ben çok yönlü bir insanım ve farklı alanlarda yeteneklerim var. Kimse bunun farkında değil.
Çocuğunuza hangi konuda potansiyeli olduğunu açıklayın. Muğlak ifadelerden kaçının. Onu yetenekli bulduğunuz alanları vurgulayın.
2.ÇOCUĞUNUZA SEVGİNİZİN KOŞULLU OLDUĞUNU HİSSETTİRMEK
Anne ve babaların sık düştüğü hatalardan biri de sevgiyi koşullu ve değişken bir durummuş gibi sunmak. Çocuklarımızı bu dünyaya sevmek, koruyup kollamak için getiriyoruz. Koşulsuz sevgi her çocuğun ihtiyaç duyduğu temel güvencelerden biridir. Eğer onların duygusal olarak sağlıklı, kendine güvenen, hayatı korkmadan yaşayabilen bireyler olarak yetişmelerini istiyorsak, davranışları her ne olursa olsun onları koruyup kollayacağımızın ve sevmeye devam edeceğimizin güvencesini verebilmeliyiz. Çocuklarımız sevilmek ve kabul görmek isterler. Ancak koşullardan bağımsız olarak sevilip kabul gördüklerinde hayatın zorluklarına göğüs gerip başarı gösterebilirler.
Benim için bu konudaki tek kriter, çocuğumla aramda ne geçiyor olursa olsun, gece yatağına uzandığında yanına gidip iyi geceler dilemek ve her şeye rağmen onu sevdiğimi hatırlatmaktır. Çünkü her çocuk uykuya dalmadan önce güvende olduğunu ve sevildiğini hissetmek ister. Çözmemiz gereken sorunlar kesinlikle sabahı bekleyebilir. Çocuğunuza iyi geceler dilemeden onu karanlık odasında uykuya göndermek belki de yapabileceğiniz en büyük hatalardan biridir.
3.ÇOCUĞUNUZU SÜREKLİ ELEŞTİRMEK VE SÖYLENMEK
Anne-babalar çocuklarının küçük yaşlardan itibaren doğru davranış biçimlerini öğrenmelerini, kendilerine, topluma ve insanlığa faydalı bireyler olmalarını isterler. Bu istek her ne kadar doğal ve anlaşılır olsa da, olumlu davranışları pekiştirmek için sürekli eleştirmek ve söylenmek ilişkiyi çıkmaza sokabilir.
Sofra kuralları, yeme alışkanlığı, kişisel hijyen, düzenlilik, çalışkanlık, kibarlık, hobi seçimi, arkadaş seçimi gibi konularda eleştiri ve söylenme, hemen her zaman olumsuz sonuç verir.
Yeni olumlu alışkanlıklar kazandırmak için öncelikle çocuğun hâlihazırda sahip olduğu iyi özelliklere odaklanmak gerekli. Başarılı olduğu alanları ve becerilerini hatırlatırken, abartısız birkaç övgü sözcüğü söylemek en doğru başlangıçtır. Çocuk, olumsuz davranışlarının yanında olumlularına da sahip olduğunun ailesi tarafından bilindiğini fark ettiğinde, olumsuz davranışlarına ilişkin eleştirilere daha sakin ve tarafsız biçimde yaklaşabilir.
Sadece olumsuz davranışları hatırlatmak, çocuğun içindeki değişme isteğini köreltir. Sürekli eleştirilen ve kötü yönleri öne çıkarılan bir çocuk değişim için gerekli olan olumlu enerjiyi kaybeder. Zaten herkes onun ne kadar beceriksiz ve sorumsuz olduğunu bilirken, bu durumu değiştirmek için çaba göstermenin boşa kürek çekmek olduğuna inanabilir.
4.ÇOCUĞUNUZU KÜÇÜMSEYEREK KONUŞMAK
Anne-baba olarak çocuğun hayatının belli bir döneminde her şeyi bilen, yapan, onun hayatta kalmasını sağlayan kişi tabii ki sizdiniz. Onu doyurdunuz, temizlediniz, tehlikelerden korudunuz. İlk adımını atarken elinden tuttunuz, ilk sözcüklerini gözyaşları içinde dinlediniz. Bu dönem çocuğun size bağımlı olarak yaşadığı bebeklik ve erken çocukluk dönemiydi.
Fakat çocuklarımız okula başlayıp, arkadaşlarıyla ve öğretmenleriyle sosyalleşme dönemine girdiklerinde çok daha bağımsız, başına buyruk bireyler haline gelirler. Öğretmenlerinden ve arkadaşlarından, sizin bilmediğiniz yeni şeyler öğrenirler. Bu nedenledir ki pek çok çocuk, okulda bugün neler yaptın sorusunu cevapsız bırakır. Çünkü bu soruyu bir sorgulama olarak görür. Okul hayatı artık ona ait özel bir alandır. Orada yaşadıklarını sizinle paylaşmak istediğinde paylaşacak ya da sohbet arasında size bu yaşantısının ipuçlarını verecektir. Tıpkı sizin, bugün iş yerinde neler yaptın, sorusuna karşı duyacağınız tepki gibi onlar da özel hayatlarının sorgulanmasına tepki duyarlar.
Bu nedenle okul çağındaki çocuklarla konuşurken cümlelerimizi çok daha dikkatle seçmeliyiz.
Hepsi senin iyiliğin için…
Anne-baba olduğunda beni anlarsın…
Sen daha çocuksun…
Hayatla ilgili ne biliyorsun ki…
Ben ne dersem o olacak…
Bunlar gibi çocuğun varlığını, kişiliğini hiçe sayan cümleler yavaş yavaş onu sizden uzaklaştıracaktır. Çocuklara üstünlüğümüzü kabul ettirmeye çalışmak yerine, onları yönlendirmek, zor durumlarda onlara kılavuzluk etmek çok daha doğru bir yetiştirme tarzı olacaktır.
Her konuda çocuğun fikrini de sormak, ona değer verdiğinizin en açık göstergesidir. Bu mesajı alan çocuk, hem kendine hem de size saygı duymayı öğrenir. İnsanoğlu düşüncelerine değer verilmediğini gördüğünde ya kendine olan güvenini ya da karşısındakine duyduğu saygıyı yitirir. Unutmayın ki, karşılıklı saygının mevcut olduğu bir ilişkide çocuğunuz sizin tavsiyelerinize kulak vermeye daha meyilli olacaktır.
5.SORUP DİNLEMEDEN YARGIDA BULUNMAK VE KENDİNCE SONUÇLAR ÇIKARMAK
İlişkilere en çok zarar veren davranış biçimlerinden biri de karşımızdakini dinlemeden bir yargıya varmaktır. Çünkü yargısız infaz onur kırıcı bir durumdur. Karşınızdakinin size güvenmediğini, ne derseniz deyin hakkınızdaki fikrinin değişmeyeceğini gösterir. Çocuğumuz ödevini zamanında bitiremediyse, sınavdan düşük not aldıysa, eve söz verdiği saatte dönmediyse, önce oturup onunla konuşun. Bir yargıya varmadan önce onu birkaç dakikalığına da olsa dinleyin. Bu çocuğunuzla aranızdaki iletişim kanallarının kapanmasını engelleyecektir. Üst üste yaptığınız bir iki yargısız infaz çocuğun size olan güvenini sarsar ve ilişkide sesini duyuramadığı hissine yol açar. Çocuklar bu gibi durumlarda gayet içgüdüsel ve tepkisel önlemler alırlar. Sesim duyulmuyorsa konuşmuyorum gibi. Ne olursa olsun çocuğunuzu dinlemekten vazgeçmeyin. Hiçbir konuyu kestirip atmayın. İletişim kanallarını açık tutmayı becerdiğiniz sürece sağlıklı bir ilişkiniz olacaktır.
Ebeveyn ve çocuk ilişkilerinde hem anne-babalara hem de çocuklara görev düşüyor. Bu ilişkiyi yürütmek tabii ki karşılıklı bir çaba gerektiriyor. Ancak yetişkinler olarak bize düşen sorumluluk çok daha büyük. Onları yetiştirirken yargılayıp sorgulamak yerine yol gösterici olmak, alçak gönüllü ve anlayışlı davranmak, bıkmadan usanmadan onlarla konuşmak ve yolumuza çıkan engeller karşısında her daim cesur olmak birincil görevimizi olmalı.
Son Güncelleme: Çarşamba, 20 Ocak 2016 12:39
Gösterim: 4807
Mehtap Kasapbaşoğlu / Kaplumbağa Anaokulu Kurucusu
Eğitim, birçok becerimizi geliştirmemizi, kendi işlerimizi yapmamızı, yaşamımızı sürdürebilmemizi sağlayabilir https://pharmaciepourhomme.fr/. Ancak insan sosyal bir varlıktır. Sosyal gelişimi için diğer insanlarla iletişimini düzgün sürdürebilecek sosyal becerilere ihtiyaç duyar.
Sosyal beceriler denilince, ilişkilerimizi yönetirken gösterdiğimiz becerilerden söz ederiz. Sosyalleşme ve paylaşma insani becerilerin belki de en zorlayıcı olanlarından biridir. Bu becerileri en kolay şekilde geliştirmenin yolu deneyimlemek ve yaşamaktan geçer. İşte bu yüzden, paylaşımın yaşam şekli olduğu küçük yerleşim alanlarında ya da kırsal kesimlerde bu beceriler kendiliğinden gelişebilmektedir.
Özellikle yoğun ve hızlı bir hayatın yaşandığı yüksek katlı apartmanlarda birbirinden habersiz yaşayan, komşuluk ilişkilerinin asansör kabinleri ile sınırlı kaldığı şehir yaşamlarında ise insanlar ve tabi ki de çocuklar giderek bireyselleşmeye ve teknolojik oyuncaklar ile vakit geçirerek yalnızlaşmaya başladılar. Kalabalık ve yoğun şehir yaşamında sosyal becerileri yüksek yetişkinler sosyalleşme ihtiyaçları için fırsat yaratabilirken özellikle kardeşsiz büyüyen çocuklar bu anlamda dezavantajlı durumda kalmaktadırlar. Ebeveynleri yoğun çalıştığından günlerinin büyük bir kısmını evlerinde bir bakıcı eşliğinde geçirmekte ve arkadaş olarak çoğunlukla teknolojik oyuncaklar olan TV izlemekte ve I-pad’leri ile oynamaktadırlar.
“Hadi misafirlerimize hoş geldin desene”
Sosyal becerileri geliştirmek amacı ile yetişkinlerin çocuklarına, “hadi hoş geldin desene misafirlere, öğrendiğin şiirini okusana, okulda yaptıklarını göstersene” diye sürüp giden zorlamaları ise sosyal becerilerin gelişimini desteklemediği gibi baltalayıcı bile olabiliyor. Yine sosyalleşmeleri adına AVM’lerdeki aktivite ve oyun salonlarında geçirdikleri kontrolsüz ve denetimsiz zamanlarında sosyalleşmeye olumsuz etkileri olabiliyor. Zaman zaman çocuklar çevrelerindeki kendilerinden yaşça büyük ya da küçük çocuklarla zaman geçirtilerek daha sosyal olması desteklenmek isteniyor. Ancak sürekli olarak çocuklar kendilerinden daha büyüklerle ilişki kurduğunda, ihtiyaçlarının anlaşılmasını ve ilişki kurmanın kolaylaşmasını sağlıyor. Kendisinden küçük çocuklarla ilişki kurma eğiliminde olan çocuklar ise olayları ve oyunları kontrol etme eğiliminde olabiliyorlar.
Bu durumda akranları ile birebir zaman geçirerek paylaşma, sıra bekleme, dinleme, kendini ifade etme, rekabet, problem çözme, kaygı durumları ile baş edebilme gibi becerilerini geliştiremiyorlar.
Aksine;
*çevrelerinde ki her şeyin onlara ait olduğunu düşünüyorlar,
*aşırı talepkar oluyor ve istek ve ihtiyaçlarını erteleyemiyor ve bekleyemiyorlar,
*ihtiyaçlarının başkaları tarafından yapılmasını bekliyorlar,
*problemlerini çözemiyor, kaygı durumları ile baş edemiyorlar.
Bu beceriler erken çocukluk döneminde deneyimlenmediğinde, çocuklar ilkokul yaşlarında da arkadaşlık ilişkileri kurmakta zorlanmaya devam ediyorlar.
*Paylaşmak, sıra beklemek, yardım istemek, soru sormak, cevap vermek onlara zor ve gereksiz geliyor.
*Atölye ve kulüplere, grup oyunlarına, gösterilere katılmıyor proje ve sorumluluk almak istemiyorlar.
*Takdir etmiyor ve eleştirilmekten hoşlanmıyorlar.
Bu durum onları daha fazla isteksiz ve mutsuzlaştırıyor, okula gitmek istemiyorlar ve sonuç olarak ve buda akademik becerilerine olumsuz olarak yansıyor.
Oysa bu beceriler sosyal bir grubun, bir takımın parçası olabilmek için olmazsa olmaz beceriler. Ve bunlar doğuştan gelen yetenekler değil, aslında yaşanılarak kazanılan becerilerdir. Yani çevremizde gördüğümüz sosyal anlamda yetenekli olduğunu düşündüğümüz kişiler aslında doğuştan yetenekli falan değillerdir. Onlar çok küçük yaştan itibaren akranları ile birlikte sosyal ortamlarda büyümüş ve bu becerilerini geliştirme fırsatı bulmuş kişilerdir.
Peki o zaman ne yapmalıyız?
Öncelikle çocuklarımız 2-2,5 yaşından itibaren bütün bu sosyal becerileri deneyimleyebileceği, akademik kaygılardan uzak, çocuğun özellikle kendi yaş grubundan oluşan oyun gruplarında, haftada en az 2-3 gün, günde 2-3 saatlik zamanlarını geçirmeye başlamalılar.
Çocuklar bu yaşlarda paralel oyun dönemlerinde olduklarından öncelikle birlikte oyunlar oynamayı tercih etmeyeceklerdir. Onların oyunları aynı ortamda yan yana gelerek benzer oyunları ve davranışları taklit etmek olacaktır. Birbirlerinin oyuncaklarını ilk başlarda elinden almaya çalışırken doğru yönlendirmeler ile istemeyi, sırasını beklemeyi, rekabet etmeyi, kaygı yaratan durumlarla baş etmeyi öğrenecektir. Başka bir arkadaşının yaptığı doğru veya yanlış davranışları izleyecek ve öğretmenin verdiği geri bildirim ile ne yapması ya da yapmaması gerektiğini modelleyecektir. Yaptığı davranış engelliğinde bunun sadece kendisi için olmadığını sosyal bir kural olduğunu algılamaya başlayacaktır. Bu şekilde akranları ile etkileşimde olarak paylaşmayı ve sosyalleşmeyi öğrenmeye başlayacaktır.
Sosyal sorumluluk projelerinin somut sonuçları paylaşılmalı
Erken çocukluk döneminde, sosyal sorumluluk çalışmaları aslında soyut gibi görünmektedir. Bu yaşta çocukların bu çalışmaların önemini ve yaptıkları çabaların nereye gittiğini anlayamayacakları düşünülebilir. Oysa çalışmalar çocukların yaş grupları düşünülerek yapıldığında, somutlaştırıldığında ve özellikle çocuklar sürecin içine dahil edildiğinde ve somut sonuçları paylaşıldığında kazanımları farkındalıkları büyük oluyor. Bu çalışmalar süreklilik arz ettiğinde çevre ve toplumla ilgili olanları daha fazla fark etmeye başlıyorlar.
Bu noktada aileleri de sürece dahil etmek büyük önem taşımakta. Okul ortamında yapılanlar çocukların eğitiminde başrolü oynasa da ailelerin davranışları ve model olmaları bu davranış ve alışkanlıkların kazanılmasında ve kalıcı hale gelmesinde büyük önem taşımaktadır. Okul öncesi dönemde yapılan bu projeler ile çocuklar sosyal sorumluluk bilincini erken yaşta geliştirerek, ilerleyen yıllarda daha etkili olabilecekleri bu tür projelerde yer alma istediğine sahip olacaklar ya da kendi projelerini yaratabileceklerdir.
Yalnız değilim ve çevreme karşı sorumluluklarım var
Çocuklar 4 yaşından itibaren artık evrende yalnız olmadıklarını, yaşadıkları dünyayı kendileri ve ailelerinden başka insanlarla, bitkiler, hayvanlarla paylaştıklarını ve onlara karşı sorumlulukları olduğunu kavramaya başlarlar. İşte bu noktada onlara paylaşma ve yardımlaşmanın yakın çevremiz dışında, uzağımızdakiler, tanımadıklarımız ve hatta doğa içinde yapılmasının önemi anlatılmalıdır.
Çünkü çocuklar küçük yaşlarda kalplerinde büyük bir duyarlılık ve merhamet taşırlar. Çevrelerindeki ihtiyaç sahibi canlılar için nasıl yardımlarda bulunabilecekleri tartışılabilirler. Kullanmadıkları oyuncak, kitap ve giysilerini onlar için paylaşmaktan mutluluk duyarlar. Her canlının kendileri kadar şanslı olmadığını ve eşit imkanlara sahip olmadığını gördüklerinde, sahip oldukları onlar için daha kıymetli olur. Değer bilme farkındalıkları ve talepkar olma istekleri, paylaşma ile gelişir ve daha mutlu bireyler haline gelirler.
Bir sosyal sorumluluk projesi başlatıldığında;
* Projenin amacı çocuklara onların anlayabileceği somut görseller ile kısaca anlatılmalıdır.
* Bu ihtiyaç sahibinin ihtiyacını karşılamak için neler yapılabilir hep birlikte tartışılmalıdır.
* Proje boyunca yapılacak çalışmalar belirlenip çocuklar arasında görev dağılımı yapılmalıdır.
* Proje için gerekli duyuru, afiş, resim çalışmaları ve bunların asılması, duyurulması çocuklar tarafından yapılmalıdır.
* Proje sonlandığında ihtiyaç sahibinin duygu düşünceleri çocuklarla görsel ve somut olarak paylaşılmalı ve onlarında bu konudaki yorumları alınmalıdır.
* Projeye aileler de dahil edilmeli ve ebeveynler davranış ve düşünceleri ile çocuklarına model olmalıdır.
Bu süreç içinde çocukların birçok sosyal becerileri ve algıları doğal olarak gelişirken, akademik, dil, bilişsel, motor becerileri de gelişmektedir. Ayrıca bu çalışmalar sırasında sosyal çevresinde ilişki kurduğu kişilerden aldıkları olumlu geri bildirim ve takdir sayesinde özgüvenleri gelişmektedir.
Bu durum onları, çocukluk döneminde daha mutlu paylaşımcı, uyumlu, girişken yaparken, yetişkin olduklarında da, başarının sadece akademik ya da kariyere bağlı olmadığının farkında, yaşamsal becerileri üst düzeyde gelişmiş, çevre ile ilişkileri kuvvetli sevilen, aranan, sözü dinlenen bir birey yapacaktır. Her ebeveynin çocuğu içinde isteği bu değil midir?
Bizlerde Özel Kaplumbağa Anaokulu olarak, ilk günden bugüne, çevre ve eğitim başta olmak üzere pek çok farklı alanda sosyal sorumluluğu okul kültürümüzün bir parçası olarak kabul edip, bu sorumluluğunu sevgi, paylaşma, işbirliği değerlerini ön planda tutarak yerine getiriyoruz.
Okulumuzda gerçekleştirdiğimiz sosyal sorumluluk projelerimizden birisi de Yerli malları haftasında düzenlenen “Yerli Malları Umut Pazarı” projemizdir.
Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında düzenlemiş olduğumuz geleneksel yerli malları haftası “Umut Pazarı”mız bu yılda öğrencilerimizin, öğretmenlerimizin ve değerli velilerimizin katkıları ile gerçekleşti. 6. sını gerçekleştirdiğimiz “Yerli Malı Umut Pazarı”mızda bu yıl da çocuklarımıza; alışveriş bilincini, para ve sayısal ilişkileri, sağlıklı beslenme ve paylaşma gibi kavramları, kazanımları ve değerleri aşılamak adına pazarımızı kurduk. Projemiz sonlandığında, üç gün boyunca açık olan pazarımızdan elde edilen geliri otizm spektrum bozukluğu ve yaygın diğer gelişim bozukluğu’ olan çocukların erken tanısının konulması, özel eğitimi ile topluma kazandırılmasına öncülük eden Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı’na bağışlamanın mutluluğunu hep birlikte yaşadık.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Mehtap Kasapbaşoğlu / Kaplumbağa Anaokulu Kurucusu
Eğitim, birçok becerimizi geliştirmemizi, kendi işlerimizi yapmamızı, yaşamımızı sürdürebilmemizi sağlayabilir https://pharmaciepourhomme.fr/. Ancak insan sosyal bir varlıktır. Sosyal gelişimi için diğer insanlarla iletişimini düzgün sürdürebilecek sosyal becerilere ihtiyaç duyar.
Sosyal beceriler denilince, ilişkilerimizi yönetirken gösterdiğimiz becerilerden söz ederiz. Sosyalleşme ve paylaşma insani becerilerin belki de en zorlayıcı olanlarından biridir. Bu becerileri en kolay şekilde geliştirmenin yolu deneyimlemek ve yaşamaktan geçer. İşte bu yüzden, paylaşımın yaşam şekli olduğu küçük yerleşim alanlarında ya da kırsal kesimlerde bu beceriler kendiliğinden gelişebilmektedir.
Özellikle yoğun ve hızlı bir hayatın yaşandığı yüksek katlı apartmanlarda birbirinden habersiz yaşayan, komşuluk ilişkilerinin asansör kabinleri ile sınırlı kaldığı şehir yaşamlarında ise insanlar ve tabi ki de çocuklar giderek bireyselleşmeye ve teknolojik oyuncaklar ile vakit geçirerek yalnızlaşmaya başladılar. Kalabalık ve yoğun şehir yaşamında sosyal becerileri yüksek yetişkinler sosyalleşme ihtiyaçları için fırsat yaratabilirken özellikle kardeşsiz büyüyen çocuklar bu anlamda dezavantajlı durumda kalmaktadırlar. Ebeveynleri yoğun çalıştığından günlerinin büyük bir kısmını evlerinde bir bakıcı eşliğinde geçirmekte ve arkadaş olarak çoğunlukla teknolojik oyuncaklar olan TV izlemekte ve I-pad’leri ile oynamaktadırlar.
“Hadi misafirlerimize hoş geldin desene”
Sosyal becerileri geliştirmek amacı ile yetişkinlerin çocuklarına, “hadi hoş geldin desene misafirlere, öğrendiğin şiirini okusana, okulda yaptıklarını göstersene” diye sürüp giden zorlamaları ise sosyal becerilerin gelişimini desteklemediği gibi baltalayıcı bile olabiliyor. Yine sosyalleşmeleri adına AVM’lerdeki aktivite ve oyun salonlarında geçirdikleri kontrolsüz ve denetimsiz zamanlarında sosyalleşmeye olumsuz etkileri olabiliyor. Zaman zaman çocuklar çevrelerindeki kendilerinden yaşça büyük ya da küçük çocuklarla zaman geçirtilerek daha sosyal olması desteklenmek isteniyor. Ancak sürekli olarak çocuklar kendilerinden daha büyüklerle ilişki kurduğunda, ihtiyaçlarının anlaşılmasını ve ilişki kurmanın kolaylaşmasını sağlıyor. Kendisinden küçük çocuklarla ilişki kurma eğiliminde olan çocuklar ise olayları ve oyunları kontrol etme eğiliminde olabiliyorlar.
Bu durumda akranları ile birebir zaman geçirerek paylaşma, sıra bekleme, dinleme, kendini ifade etme, rekabet, problem çözme, kaygı durumları ile baş edebilme gibi becerilerini geliştiremiyorlar.
Aksine;
*çevrelerinde ki her şeyin onlara ait olduğunu düşünüyorlar,
*aşırı talepkar oluyor ve istek ve ihtiyaçlarını erteleyemiyor ve bekleyemiyorlar,
*ihtiyaçlarının başkaları tarafından yapılmasını bekliyorlar,
*problemlerini çözemiyor, kaygı durumları ile baş edemiyorlar.
Bu beceriler erken çocukluk döneminde deneyimlenmediğinde, çocuklar ilkokul yaşlarında da arkadaşlık ilişkileri kurmakta zorlanmaya devam ediyorlar.
*Paylaşmak, sıra beklemek, yardım istemek, soru sormak, cevap vermek onlara zor ve gereksiz geliyor.
*Atölye ve kulüplere, grup oyunlarına, gösterilere katılmıyor proje ve sorumluluk almak istemiyorlar.
*Takdir etmiyor ve eleştirilmekten hoşlanmıyorlar.
Bu durum onları daha fazla isteksiz ve mutsuzlaştırıyor, okula gitmek istemiyorlar ve sonuç olarak ve buda akademik becerilerine olumsuz olarak yansıyor.
Oysa bu beceriler sosyal bir grubun, bir takımın parçası olabilmek için olmazsa olmaz beceriler. Ve bunlar doğuştan gelen yetenekler değil, aslında yaşanılarak kazanılan becerilerdir. Yani çevremizde gördüğümüz sosyal anlamda yetenekli olduğunu düşündüğümüz kişiler aslında doğuştan yetenekli falan değillerdir. Onlar çok küçük yaştan itibaren akranları ile birlikte sosyal ortamlarda büyümüş ve bu becerilerini geliştirme fırsatı bulmuş kişilerdir.
Peki o zaman ne yapmalıyız?
Öncelikle çocuklarımız 2-2,5 yaşından itibaren bütün bu sosyal becerileri deneyimleyebileceği, akademik kaygılardan uzak, çocuğun özellikle kendi yaş grubundan oluşan oyun gruplarında, haftada en az 2-3 gün, günde 2-3 saatlik zamanlarını geçirmeye başlamalılar.
Çocuklar bu yaşlarda paralel oyun dönemlerinde olduklarından öncelikle birlikte oyunlar oynamayı tercih etmeyeceklerdir. Onların oyunları aynı ortamda yan yana gelerek benzer oyunları ve davranışları taklit etmek olacaktır. Birbirlerinin oyuncaklarını ilk başlarda elinden almaya çalışırken doğru yönlendirmeler ile istemeyi, sırasını beklemeyi, rekabet etmeyi, kaygı yaratan durumlarla baş etmeyi öğrenecektir. Başka bir arkadaşının yaptığı doğru veya yanlış davranışları izleyecek ve öğretmenin verdiği geri bildirim ile ne yapması ya da yapmaması gerektiğini modelleyecektir. Yaptığı davranış engelliğinde bunun sadece kendisi için olmadığını sosyal bir kural olduğunu algılamaya başlayacaktır. Bu şekilde akranları ile etkileşimde olarak paylaşmayı ve sosyalleşmeyi öğrenmeye başlayacaktır.
Sosyal sorumluluk projelerinin somut sonuçları paylaşılmalı
Erken çocukluk döneminde, sosyal sorumluluk çalışmaları aslında soyut gibi görünmektedir. Bu yaşta çocukların bu çalışmaların önemini ve yaptıkları çabaların nereye gittiğini anlayamayacakları düşünülebilir. Oysa çalışmalar çocukların yaş grupları düşünülerek yapıldığında, somutlaştırıldığında ve özellikle çocuklar sürecin içine dahil edildiğinde ve somut sonuçları paylaşıldığında kazanımları farkındalıkları büyük oluyor. Bu çalışmalar süreklilik arz ettiğinde çevre ve toplumla ilgili olanları daha fazla fark etmeye başlıyorlar.
Bu noktada aileleri de sürece dahil etmek büyük önem taşımakta. Okul ortamında yapılanlar çocukların eğitiminde başrolü oynasa da ailelerin davranışları ve model olmaları bu davranış ve alışkanlıkların kazanılmasında ve kalıcı hale gelmesinde büyük önem taşımaktadır. Okul öncesi dönemde yapılan bu projeler ile çocuklar sosyal sorumluluk bilincini erken yaşta geliştirerek, ilerleyen yıllarda daha etkili olabilecekleri bu tür projelerde yer alma istediğine sahip olacaklar ya da kendi projelerini yaratabileceklerdir.
Yalnız değilim ve çevreme karşı sorumluluklarım var
Çocuklar 4 yaşından itibaren artık evrende yalnız olmadıklarını, yaşadıkları dünyayı kendileri ve ailelerinden başka insanlarla, bitkiler, hayvanlarla paylaştıklarını ve onlara karşı sorumlulukları olduğunu kavramaya başlarlar. İşte bu noktada onlara paylaşma ve yardımlaşmanın yakın çevremiz dışında, uzağımızdakiler, tanımadıklarımız ve hatta doğa içinde yapılmasının önemi anlatılmalıdır.
Çünkü çocuklar küçük yaşlarda kalplerinde büyük bir duyarlılık ve merhamet taşırlar. Çevrelerindeki ihtiyaç sahibi canlılar için nasıl yardımlarda bulunabilecekleri tartışılabilirler. Kullanmadıkları oyuncak, kitap ve giysilerini onlar için paylaşmaktan mutluluk duyarlar. Her canlının kendileri kadar şanslı olmadığını ve eşit imkanlara sahip olmadığını gördüklerinde, sahip oldukları onlar için daha kıymetli olur. Değer bilme farkındalıkları ve talepkar olma istekleri, paylaşma ile gelişir ve daha mutlu bireyler haline gelirler.
Bir sosyal sorumluluk projesi başlatıldığında;
* Projenin amacı çocuklara onların anlayabileceği somut görseller ile kısaca anlatılmalıdır.
* Bu ihtiyaç sahibinin ihtiyacını karşılamak için neler yapılabilir hep birlikte tartışılmalıdır.
* Proje boyunca yapılacak çalışmalar belirlenip çocuklar arasında görev dağılımı yapılmalıdır.
* Proje için gerekli duyuru, afiş, resim çalışmaları ve bunların asılması, duyurulması çocuklar tarafından yapılmalıdır.
* Proje sonlandığında ihtiyaç sahibinin duygu düşünceleri çocuklarla görsel ve somut olarak paylaşılmalı ve onlarında bu konudaki yorumları alınmalıdır.
* Projeye aileler de dahil edilmeli ve ebeveynler davranış ve düşünceleri ile çocuklarına model olmalıdır.
Bu süreç içinde çocukların birçok sosyal becerileri ve algıları doğal olarak gelişirken, akademik, dil, bilişsel, motor becerileri de gelişmektedir. Ayrıca bu çalışmalar sırasında sosyal çevresinde ilişki kurduğu kişilerden aldıkları olumlu geri bildirim ve takdir sayesinde özgüvenleri gelişmektedir.
Bu durum onları, çocukluk döneminde daha mutlu paylaşımcı, uyumlu, girişken yaparken, yetişkin olduklarında da, başarının sadece akademik ya da kariyere bağlı olmadığının farkında, yaşamsal becerileri üst düzeyde gelişmiş, çevre ile ilişkileri kuvvetli sevilen, aranan, sözü dinlenen bir birey yapacaktır. Her ebeveynin çocuğu içinde isteği bu değil midir?
Bizlerde Özel Kaplumbağa Anaokulu olarak, ilk günden bugüne, çevre ve eğitim başta olmak üzere pek çok farklı alanda sosyal sorumluluğu okul kültürümüzün bir parçası olarak kabul edip, bu sorumluluğunu sevgi, paylaşma, işbirliği değerlerini ön planda tutarak yerine getiriyoruz.
Okulumuzda gerçekleştirdiğimiz sosyal sorumluluk projelerimizden birisi de Yerli malları haftasında düzenlenen “Yerli Malları Umut Pazarı” projemizdir.
Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında düzenlemiş olduğumuz geleneksel yerli malları haftası “Umut Pazarı”mız bu yılda öğrencilerimizin, öğretmenlerimizin ve değerli velilerimizin katkıları ile gerçekleşti. 6. sını gerçekleştirdiğimiz “Yerli Malı Umut Pazarı”mızda bu yıl da çocuklarımıza; alışveriş bilincini, para ve sayısal ilişkileri, sağlıklı beslenme ve paylaşma gibi kavramları, kazanımları ve değerleri aşılamak adına pazarımızı kurduk. Projemiz sonlandığında, üç gün boyunca açık olan pazarımızdan elde edilen geliri otizm spektrum bozukluğu ve yaygın diğer gelişim bozukluğu’ olan çocukların erken tanısının konulması, özel eğitimi ile topluma kazandırılmasına öncülük eden Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı’na bağışlamanın mutluluğunu hep birlikte yaşadık.
Son Güncelleme: Salı, 02 Şubat 2016 12:13
Gösterim: 28025
Yusuf Tavukçuoğlu / Türkiye Özel Okullar Derneği Eş Başkanı
Sevgili Dostlarım,
Üzüntülerle mutluluklarla dolu bir yılı daha geride bırakıp yeni bir yıla mutlu, huzurlu, başarı dolu umutlarla girdik. Toplumların içinde bulundukları çağa ayak uydurabilmelerinde, eğitim sistemlerinin niteliğinin yüksek olması gerektiğini hepimiz biliyoruz; çünkü eğitimde kalitenin yakalanması, toplumun ilerlemesini ve mutluluğunu sağlayacak nitelikli bireyler yetiştirmek demektir. “Eğitim sistemi” diyoruz. Öncelikle “sistem” sözcüğünün anlamına bir bakalım dilerseniz. “Sistem” birbirini düzenli bir biçimde etkileyen ve birbirine dayanan ögelerden oluşan bir bütündür. Bu nedenledir ki bu ögelerin düzenli bir uyum içinde planlanmaları kaçınılmaz bir zorunluluk. Bütün bu ögeler çok iyi bütünleştirilmeli ki sistemden istediğimiz sonuçları elde edebilelim.
Eğitim-öğretim sürecinde ülkemizin geleceği gençlerini yetiştirirken onlar için atacağımız her adımı çok iyi düşünerek atmamız gerekir. Her zaman söylediğimiz gibi eğitim alanındaki değişiklikler uygulamaya konmadan önce, bu alanda hizmet veren yani eğitim sisteminin bir parçası olan unsurlarla fikir alışverişinde bulunulmalıdır ki süreç aksamadan işleyebilsin. Hazırlık süreci uzun olmayan değişimlerin maalesef ki ömürleri de sağlıklı ve uzun olmuyor.
Türkiye Özel Okullar Derneği olarak 2015 yılında da bizler, gençlerimize mutlu olmalarını sağlayacak becerileri kazandırma çabası içindeydik. Bu nedenle, özel okulların uluslararası platformlarda tanıtılması ve ilişkilerinin güçlendirilmesi amacıyla dış ülkelerde düzenlenen organizasyonlara katıldık; işbirliği, araştırma, incelemelerde bulunduk ve AB’ye katılım sürecinde eğitim ve öğretim alanındaki mevzuat ve uygulamalarla ilgili uyum çalışmalarını araştırdık. Bu kazanımlarımızı okullarımızla paylaştık.
Eğitim kalitesinin ve standartlarının yükseltilmesi amacıyla toplantı, seminer, kongre ve konferanslar düzenleyip özel okullar arasında her bir okulun sahip olduğu özgünlüğün bozulmaması kaydıyla standardizasyonu sağlayacak akreditasyon çalışmalarına başladık. Ülkemizin gençlerini geleceğe taşıyacak olan öğretmenlerin kişisel gelişimlerine destek verip, öğretmeni bilgi aktaran kişi konumundan çıkararak onların iletişim becerilerinde ustalaşmış, vizyonları geniş birer lider olmalarına yardımcı olmaya çalıştık.
Türkiye Özel Okullar Deneği olarak 1951 yılından beri olduğu gibi önümüzdeki yıl ve yıllarda da eğitim-öğretim alanındaki öncü ve başarılı çalışmalarımıza devam edip “Okulumdaki eğitim kalitesini daha nasıl yükseltebilirim?” kaygısıyla hareket edeceğiz.
Değerli Arkadaşlarım, eğitim-öğretim dinamik bir kavram olup ileride sorun yaşamamak için öğretmen eğitimlerinin yenilenmesi, ölçme-değerlendirmeye önem verilmesi, teknolojinin doğru bir şekilde programlarımıza dahil edilmesi gerekiyor. Sorunları doğru tespit edip doğru adımlarla hareket etmek, eğitime sürdürülebilir bir katkı sağlamak bizlerin en büyük isteğidir. Değerli Arkadaşlarım, eğitim-öğretimde yaptığımız bu çalışmaların sonuçları, yıllar sonra diğer bütün sektörlerden ya kalite kaybı olarak geri dönecek ya da ülkemizin kar hanesine yazılacak. Bu nedenle doğru düşünüp iyi kararlar vermek zorundayız.
Sevgili Dostlarım; hepimize sağlık, mutluluk, huzur dolu ve verimli bir yıl diliyorum.
Üst Kategori: ROOT Kategori: EĞİTİM VE REHBERLİK MAKALELERİ
Yusuf Tavukçuoğlu / Türkiye Özel Okullar Derneği Eş Başkanı
Sevgili Dostlarım,
Üzüntülerle mutluluklarla dolu bir yılı daha geride bırakıp yeni bir yıla mutlu, huzurlu, başarı dolu umutlarla girdik. Toplumların içinde bulundukları çağa ayak uydurabilmelerinde, eğitim sistemlerinin niteliğinin yüksek olması gerektiğini hepimiz biliyoruz; çünkü eğitimde kalitenin yakalanması, toplumun ilerlemesini ve mutluluğunu sağlayacak nitelikli bireyler yetiştirmek demektir. “Eğitim sistemi” diyoruz. Öncelikle “sistem” sözcüğünün anlamına bir bakalım dilerseniz. “Sistem” birbirini düzenli bir biçimde etkileyen ve birbirine dayanan ögelerden oluşan bir bütündür. Bu nedenledir ki bu ögelerin düzenli bir uyum içinde planlanmaları kaçınılmaz bir zorunluluk. Bütün bu ögeler çok iyi bütünleştirilmeli ki sistemden istediğimiz sonuçları elde edebilelim.
Eğitim-öğretim sürecinde ülkemizin geleceği gençlerini yetiştirirken onlar için atacağımız her adımı çok iyi düşünerek atmamız gerekir. Her zaman söylediğimiz gibi eğitim alanındaki değişiklikler uygulamaya konmadan önce, bu alanda hizmet veren yani eğitim sisteminin bir parçası olan unsurlarla fikir alışverişinde bulunulmalıdır ki süreç aksamadan işleyebilsin. Hazırlık süreci uzun olmayan değişimlerin maalesef ki ömürleri de sağlıklı ve uzun olmuyor.
Türkiye Özel Okullar Derneği olarak 2015 yılında da bizler, gençlerimize mutlu olmalarını sağlayacak becerileri kazandırma çabası içindeydik. Bu nedenle, özel okulların uluslararası platformlarda tanıtılması ve ilişkilerinin güçlendirilmesi amacıyla dış ülkelerde düzenlenen organizasyonlara katıldık; işbirliği, araştırma, incelemelerde bulunduk ve AB’ye katılım sürecinde eğitim ve öğretim alanındaki mevzuat ve uygulamalarla ilgili uyum çalışmalarını araştırdık. Bu kazanımlarımızı okullarımızla paylaştık.
Eğitim kalitesinin ve standartlarının yükseltilmesi amacıyla toplantı, seminer, kongre ve konferanslar düzenleyip özel okullar arasında her bir okulun sahip olduğu özgünlüğün bozulmaması kaydıyla standardizasyonu sağlayacak akreditasyon çalışmalarına başladık. Ülkemizin gençlerini geleceğe taşıyacak olan öğretmenlerin kişisel gelişimlerine destek verip, öğretmeni bilgi aktaran kişi konumundan çıkararak onların iletişim becerilerinde ustalaşmış, vizyonları geniş birer lider olmalarına yardımcı olmaya çalıştık.
Türkiye Özel Okullar Deneği olarak 1951 yılından beri olduğu gibi önümüzdeki yıl ve yıllarda da eğitim-öğretim alanındaki öncü ve başarılı çalışmalarımıza devam edip “Okulumdaki eğitim kalitesini daha nasıl yükseltebilirim?” kaygısıyla hareket edeceğiz.
Değerli Arkadaşlarım, eğitim-öğretim dinamik bir kavram olup ileride sorun yaşamamak için öğretmen eğitimlerinin yenilenmesi, ölçme-değerlendirmeye önem verilmesi, teknolojinin doğru bir şekilde programlarımıza dahil edilmesi gerekiyor. Sorunları doğru tespit edip doğru adımlarla hareket etmek, eğitime sürdürülebilir bir katkı sağlamak bizlerin en büyük isteğidir. Değerli Arkadaşlarım, eğitim-öğretimde yaptığımız bu çalışmaların sonuçları, yıllar sonra diğer bütün sektörlerden ya kalite kaybı olarak geri dönecek ya da ülkemizin kar hanesine yazılacak. Bu nedenle doğru düşünüp iyi kararlar vermek zorundayız.
Sevgili Dostlarım; hepimize sağlık, mutluluk, huzur dolu ve verimli bir yıl diliyorum.
Son Güncelleme: Cuma, 15 Ocak 2016 17:20
Gösterim: 4796

