Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Prof. Dr. Sinan Alçın, İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi

sinan_alcinSon birkaç yıldır yeni bir üretim paradigmasıyla karşı karşıyayız: Sanayi 4.0! Bu süreç, geleceğin ekonomilerinin ve üretim ilişkilerinin de çerçevesini çiziyor. Sanayi 4.0 sadece teknik, metrik ve robotik bir süreç değil. Sanayi 4.0’ın odağında insan var. Sanayi 4.0 sürecinde adaptasyonun ilk adımı zihinsel dönüşüm. Bu dönüşüm ise Sanayi 4.0 süreciyle uyumlu bir eğitim sistemiyle mümkün. Geleceğin ekonomisine yön verecek kuşakları yetiştirmek için Eğitim 4.0 dönüşümü şart!
Sanayi 4.0 sürecinin kırılma noktası bilgi derinliğinde saklı. Bilgiye hâkimiyet farkları hem firmalar hem de ülkeler arasındaki farkı da belirliyor. Sanayi 4.0’ın tarif ettiği çoklu bağlantılı üretim ve ilişkisellik, doğal olarak bu düzeni olanaklı kılacak tasarım ve mühendislik bilgisini de gerekli kılıyor. Gelecekteki mesleklerin mevcutlarla neredeyse bütünüyle farklılaşacağını da hesaba kattığımızda bizim için, geleceğin belirsizliklerle dolu bir muamma mı, yoksa tasarımına bugünden başladığımız ve içinde rollerimizi belirlediğimiz bir süreç mi olacağı tam olarak bugün attığımız adımlara bağlı.
İlk adımlar…sonrasında takip eden adımlar…hepsi önemli! Yanlış ilk adımları yalpalayan yeni adımlar ve kaçınılmaz çöküşler izler. Doğru ilk adım temel eğitimden başlayarak giderek yaşam boyu öğrenmeye kadar genişleyen bir yelpazede kendine alan buluyor. Eğitim piyasası diye düşündüğümüzde, bu piyasanın global değeri yıllık 6.3 trilyon dolara erişmiş durumda. Bunun yaklaşık 300 milyar doları sadece uzaktan öğrenme (e-learning) yatırımlarına ait. Pasta büyük! Pasta büyük ama sonuçlar aynı büyüklükte veya etkileyicilikte değil maalesef.

PISA testi sonuçlarındaki durumumuz ortadayken, Eğitim 4.0 mümkün mü?
Zorlu bir yol. Bir taraftan temel bilim alanlarında giderek gerileyen bilgi düzeyi, hallaç pamuğuna dönüşmüş bir temel eğitim sistemi, ilişkisel bütünlük ve muhakeme yerine geçirilen teste dayalı öğretim yöntemlerinin tümü işimizi zorlaştırıyor. Ama kolay yol hiçbir zaman yok.
Sanayi 4.0’ın ana hattını çizdiği geleceğin ekonomilerinde kendisine etkili yer bulabilecek insan gücünün sahip olması gereken temel nitelik çoklu problemlere interdisipliner çözüm üretme gücü. Bunu Himalayaların bilmem kaç metre yükseklikte olduğunu A, B, C, D, E seçeneklerinden birini seçtirerek malumat edindirmeye dayalı mevcut sistemden derinlemesine bilgi sistemine geçiş zor ama şart!

MALUMATTAN BİLGİYE GEÇİŞ
Malumat (enformasyon) ile bilgi (knowledge) arasındaki derin farkı kavramak atılacak ilk adım belki de. Bilgiyi malumattan ayıran temel fark derinlikli deneyimleme sürecidir. Örneğin bir yerlerde balıkçıların balık tuttuğunu ezberlemek malumat edinmek oluyor. Himalayaların yüksekliğini ezberlemek gibi yani… Sürekli bu tip enformasyonla doldurulan beyinlerin yenilikçi kapasitelerini büsbütün kaybetme olasılıkları çok yüksek. Balık tutulduğunu duyduk ve ezberledik. Bize faydası yok! Balık tutmayı öğrenelim… Öğrenelim ama nasıl? Burada da bilgi kendi içerisinde ikiye ayrılır: Gömülü Bilgi (Tacit Knowledge) ve Kodlanmış Bilgi (Codified Knowledge). Kodlanmış bilgiye erişmek görece kolaydır. Alırsınız bir “10 saatte Balıkçılığı Öğrenme Kitabı” okursunuz. Okursunuz da sonuç genelde kitaptaki gibi olmaz. Birbirine dolaşmış olta ile balıkçının yolunu tutarsınız eve dönerken! Hiç işe yaramaz mı bu tip kitaplar. Eh işte, yarar gibi görünür. Yani dünyanın geri kalanını olmasa da kendinizi inandırabilirsiniz balık tutmayı bildiğinize. Bu da bir şey!
İşin esası gömülü bilgide. Balık tutmanın gömülü bilgisi, ancak birkaç geceyi usta balıkçılarla birlikte olta sallayıp, her türlü hatayı yapıp bunlardan ders çıkartarak, derinlemesine bir gözlem ve kendine has farklılıklar katarak elde edilebilir.
Bilginin bu deneyimlemeye dayalı gömülü kısmı bugünün dünyasında da yarının dünyasında da ülkeleri ve firmaları birbirinden ayıran en önemli fark! Bedava yazılımlarla birçok işinizi kolaylaştırabilirsiniz. Verimliliği de artırabilirsiniz ama o yazılımları yeniden-üretmeyi öğrenemediyseniz hep öndekilerin arkasında onlardan dökülenleri toplarken bulursunuz kendiniz.

FEN VE MATEMATİK TASARIMLA KAYNAŞIYOR!
Geleceğin ekonomilerinin ihtiyaç duyduğu çoklu yeteneğe sahip bireyler yetiştirmek için genel kabul gören eğitim yaklaşımına STEM adı veriliyor. STEM, Science, Technology, Engeneering ve Math’ın kısaltılmış hali. Bir de STEAM var. STEM’den farkı A (Art). Yani, bilim, teknoloji mühendislik, tasarım gücü ve matematik olmazsa olmaz! Maker hareketleri, kodlama programları, robotik teknolojiler özellikle temel öğrenim çağına dönük olarak hızlıca yaygınlaşıyor. Okullarda inovasyon merkezleri, STEM programları, kodlama ve algoritma dersleri yaygınlaşıyor. Hafta sonları futbol atölyesi yerine maker kurslarına devam edenlerin sayısı giderek artıyor. Bunların hepsi çok kıymetli. Eğitim sektörünün bu konuyu temel gündem haline getirmesi de önemli. Ancak, burada da işi reklam ve pazarlama aracına dönüştürüp, niteliksel olan gömülü bilgi sürecini ıskalayan yaklaşımlarla işi gerçekten bir deneyimleme süreci olarak okuyup, meseleyi günlük karlılığın ötesine taşıyan ve en önemlisi bu ülkenin kaynaklarına odaklanan yaklaşımlar da var. Sayıları henüz az, bölgesel olarak da eşitsiz, ama var! Bu örnekleri paylaşıp yaygınlaşmasına vesile olmak da hepimizin geleceğe karşı ortak sorumluluğu!

TAKİP EDEN DEĞİL, YENİDEN ÜRETEN NESİLLER
Sanayi 4.0 süreci sadece ileri otomasyona sahip makinalardan ibaret değil, sadece kodlamadan da ibaret değil ya da robotik teknolojileri öğrenmek de tek başına Sanayi 4.0’a adaptasyon için yeterli değil. Bunların tümünde, bütünlüklü bir temel okur-yazarlık gerekiyor. Okur-yazarlık önemli ama bu sadece ortaya çıkan yeni teknolojileri “takip eden” konuma getirebilir bizi. Eğer ülke olarak, geleceğin öne çıkan ekonomilerinden biri olmayı ve insan gücü açısından da “iyi takipçiler” değil de dümene geçenler safında yer almak istiyorsak Eğitim 4.0 dönüşümü kaçınılmaz!

ÖĞRETEN OKULLARDAN, ÖĞRENEN OKULLARA!
Geleceğin ekonomilerinde, kalıplaşmış, birbirini tekrar eden, indirgemeci yaklaşımlara yer yok. İlköğretimden başlayarak, ortaöğrenim ve yükseköğrenimde tüm öğretim sisteminin öğrencilere veri transfer etme özelliğinden sıyrılıp, araştırma niteliğini öne çıkartan ve öğrencisiyle birlikte geleceği öğrenen yeteneğe kavuşması gerekiyor.
Yani, dönüşüm eğitimden, o da eğitim kurumlarından başlayacak!

EĞİTİM 4.0 DÖNÜŞÜMÜ İÇİN 4WARE YAKLAŞIMI
Sanayi 4.0 sürecinin işaret ettiği dört yetkinlik alanı bulunuyor: Makina teçhizat teknolojisi, yazılım teknolojisi, ilişkisellik ve beyin gücü. Geliştirdiğimiz 4ware yaklaşımı bu dört alana odaklanıyor: Hardware, Software, Netware ve Wetware. Hardware, Sanayi 4.0 sürecinde ihtiyaç duyulan ileri teknolojiye sahip üretim araçlarını anlatıyor. Software, yeni makinaların koordinasyonunu sağlayacak ERP yazılımlarını, Netware küresel ölçekte ilişki ağını ve Wetware ise beyin gücünü anlatıyor. Bu dört alanda uyumlu bir gelişme sağlanmadan, sadece makinada ya da yazılımda iyileşme çok önemli bir ayırt edici özellik kazandırmıyor.

NEREDEN BAŞLAMALI?
Dönüşüme başlamak için öncelikle bu dört alandaki düzeyin ölçülmesi gerekiyor. Yani, kurumun röntgeninin çekilmesi gerekiyor. Röntgen sonucuna göre ise yol haritası (Eğitim 4.0 dönüşüm haritası) çıkartılması lazım! 4ware yaklaşımına dayalı olarak geliştirdiğimiz edu4ware testi ve ülkemizdeki Eğitim 4.0 dönüşüm serüvenine ilişkin bilgileri egitim4.com isimli bloğumuzda paylaşıyoruz.
Gelecek sayılarda uygulama örneklerini de buradan siz değerli Artı Eğitim okuyucularıyla paylaşıyor olacağız. Birlikte öğrenmek üzere!

> Önce Eğitim 4.0!

Prof. Dr. Sinan Alçın, İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi

sinan_alcinSon birkaç yıldır yeni bir üretim paradigmasıyla karşı karşıyayız: Sanayi 4.0! Bu süreç, geleceğin ekonomilerinin ve üretim ilişkilerinin de çerçevesini çiziyor. Sanayi 4.0 sadece teknik, metrik ve robotik bir süreç değil. Sanayi 4.0’ın odağında insan var. Sanayi 4.0 sürecinde adaptasyonun ilk adımı zihinsel dönüşüm. Bu dönüşüm ise Sanayi 4.0 süreciyle uyumlu bir eğitim sistemiyle mümkün. Geleceğin ekonomisine yön verecek kuşakları yetiştirmek için Eğitim 4.0 dönüşümü şart!
Sanayi 4.0 sürecinin kırılma noktası bilgi derinliğinde saklı. Bilgiye hâkimiyet farkları hem firmalar hem de ülkeler arasındaki farkı da belirliyor. Sanayi 4.0’ın tarif ettiği çoklu bağlantılı üretim ve ilişkisellik, doğal olarak bu düzeni olanaklı kılacak tasarım ve mühendislik bilgisini de gerekli kılıyor. Gelecekteki mesleklerin mevcutlarla neredeyse bütünüyle farklılaşacağını da hesaba kattığımızda bizim için, geleceğin belirsizliklerle dolu bir muamma mı, yoksa tasarımına bugünden başladığımız ve içinde rollerimizi belirlediğimiz bir süreç mi olacağı tam olarak bugün attığımız adımlara bağlı.
İlk adımlar…sonrasında takip eden adımlar…hepsi önemli! Yanlış ilk adımları yalpalayan yeni adımlar ve kaçınılmaz çöküşler izler. Doğru ilk adım temel eğitimden başlayarak giderek yaşam boyu öğrenmeye kadar genişleyen bir yelpazede kendine alan buluyor. Eğitim piyasası diye düşündüğümüzde, bu piyasanın global değeri yıllık 6.3 trilyon dolara erişmiş durumda. Bunun yaklaşık 300 milyar doları sadece uzaktan öğrenme (e-learning) yatırımlarına ait. Pasta büyük! Pasta büyük ama sonuçlar aynı büyüklükte veya etkileyicilikte değil maalesef.

PISA testi sonuçlarındaki durumumuz ortadayken, Eğitim 4.0 mümkün mü?
Zorlu bir yol. Bir taraftan temel bilim alanlarında giderek gerileyen bilgi düzeyi, hallaç pamuğuna dönüşmüş bir temel eğitim sistemi, ilişkisel bütünlük ve muhakeme yerine geçirilen teste dayalı öğretim yöntemlerinin tümü işimizi zorlaştırıyor. Ama kolay yol hiçbir zaman yok.
Sanayi 4.0’ın ana hattını çizdiği geleceğin ekonomilerinde kendisine etkili yer bulabilecek insan gücünün sahip olması gereken temel nitelik çoklu problemlere interdisipliner çözüm üretme gücü. Bunu Himalayaların bilmem kaç metre yükseklikte olduğunu A, B, C, D, E seçeneklerinden birini seçtirerek malumat edindirmeye dayalı mevcut sistemden derinlemesine bilgi sistemine geçiş zor ama şart!

MALUMATTAN BİLGİYE GEÇİŞ
Malumat (enformasyon) ile bilgi (knowledge) arasındaki derin farkı kavramak atılacak ilk adım belki de. Bilgiyi malumattan ayıran temel fark derinlikli deneyimleme sürecidir. Örneğin bir yerlerde balıkçıların balık tuttuğunu ezberlemek malumat edinmek oluyor. Himalayaların yüksekliğini ezberlemek gibi yani… Sürekli bu tip enformasyonla doldurulan beyinlerin yenilikçi kapasitelerini büsbütün kaybetme olasılıkları çok yüksek. Balık tutulduğunu duyduk ve ezberledik. Bize faydası yok! Balık tutmayı öğrenelim… Öğrenelim ama nasıl? Burada da bilgi kendi içerisinde ikiye ayrılır: Gömülü Bilgi (Tacit Knowledge) ve Kodlanmış Bilgi (Codified Knowledge). Kodlanmış bilgiye erişmek görece kolaydır. Alırsınız bir “10 saatte Balıkçılığı Öğrenme Kitabı” okursunuz. Okursunuz da sonuç genelde kitaptaki gibi olmaz. Birbirine dolaşmış olta ile balıkçının yolunu tutarsınız eve dönerken! Hiç işe yaramaz mı bu tip kitaplar. Eh işte, yarar gibi görünür. Yani dünyanın geri kalanını olmasa da kendinizi inandırabilirsiniz balık tutmayı bildiğinize. Bu da bir şey!
İşin esası gömülü bilgide. Balık tutmanın gömülü bilgisi, ancak birkaç geceyi usta balıkçılarla birlikte olta sallayıp, her türlü hatayı yapıp bunlardan ders çıkartarak, derinlemesine bir gözlem ve kendine has farklılıklar katarak elde edilebilir.
Bilginin bu deneyimlemeye dayalı gömülü kısmı bugünün dünyasında da yarının dünyasında da ülkeleri ve firmaları birbirinden ayıran en önemli fark! Bedava yazılımlarla birçok işinizi kolaylaştırabilirsiniz. Verimliliği de artırabilirsiniz ama o yazılımları yeniden-üretmeyi öğrenemediyseniz hep öndekilerin arkasında onlardan dökülenleri toplarken bulursunuz kendiniz.

FEN VE MATEMATİK TASARIMLA KAYNAŞIYOR!
Geleceğin ekonomilerinin ihtiyaç duyduğu çoklu yeteneğe sahip bireyler yetiştirmek için genel kabul gören eğitim yaklaşımına STEM adı veriliyor. STEM, Science, Technology, Engeneering ve Math’ın kısaltılmış hali. Bir de STEAM var. STEM’den farkı A (Art). Yani, bilim, teknoloji mühendislik, tasarım gücü ve matematik olmazsa olmaz! Maker hareketleri, kodlama programları, robotik teknolojiler özellikle temel öğrenim çağına dönük olarak hızlıca yaygınlaşıyor. Okullarda inovasyon merkezleri, STEM programları, kodlama ve algoritma dersleri yaygınlaşıyor. Hafta sonları futbol atölyesi yerine maker kurslarına devam edenlerin sayısı giderek artıyor. Bunların hepsi çok kıymetli. Eğitim sektörünün bu konuyu temel gündem haline getirmesi de önemli. Ancak, burada da işi reklam ve pazarlama aracına dönüştürüp, niteliksel olan gömülü bilgi sürecini ıskalayan yaklaşımlarla işi gerçekten bir deneyimleme süreci olarak okuyup, meseleyi günlük karlılığın ötesine taşıyan ve en önemlisi bu ülkenin kaynaklarına odaklanan yaklaşımlar da var. Sayıları henüz az, bölgesel olarak da eşitsiz, ama var! Bu örnekleri paylaşıp yaygınlaşmasına vesile olmak da hepimizin geleceğe karşı ortak sorumluluğu!

TAKİP EDEN DEĞİL, YENİDEN ÜRETEN NESİLLER
Sanayi 4.0 süreci sadece ileri otomasyona sahip makinalardan ibaret değil, sadece kodlamadan da ibaret değil ya da robotik teknolojileri öğrenmek de tek başına Sanayi 4.0’a adaptasyon için yeterli değil. Bunların tümünde, bütünlüklü bir temel okur-yazarlık gerekiyor. Okur-yazarlık önemli ama bu sadece ortaya çıkan yeni teknolojileri “takip eden” konuma getirebilir bizi. Eğer ülke olarak, geleceğin öne çıkan ekonomilerinden biri olmayı ve insan gücü açısından da “iyi takipçiler” değil de dümene geçenler safında yer almak istiyorsak Eğitim 4.0 dönüşümü kaçınılmaz!

ÖĞRETEN OKULLARDAN, ÖĞRENEN OKULLARA!
Geleceğin ekonomilerinde, kalıplaşmış, birbirini tekrar eden, indirgemeci yaklaşımlara yer yok. İlköğretimden başlayarak, ortaöğrenim ve yükseköğrenimde tüm öğretim sisteminin öğrencilere veri transfer etme özelliğinden sıyrılıp, araştırma niteliğini öne çıkartan ve öğrencisiyle birlikte geleceği öğrenen yeteneğe kavuşması gerekiyor.
Yani, dönüşüm eğitimden, o da eğitim kurumlarından başlayacak!

EĞİTİM 4.0 DÖNÜŞÜMÜ İÇİN 4WARE YAKLAŞIMI
Sanayi 4.0 sürecinin işaret ettiği dört yetkinlik alanı bulunuyor: Makina teçhizat teknolojisi, yazılım teknolojisi, ilişkisellik ve beyin gücü. Geliştirdiğimiz 4ware yaklaşımı bu dört alana odaklanıyor: Hardware, Software, Netware ve Wetware. Hardware, Sanayi 4.0 sürecinde ihtiyaç duyulan ileri teknolojiye sahip üretim araçlarını anlatıyor. Software, yeni makinaların koordinasyonunu sağlayacak ERP yazılımlarını, Netware küresel ölçekte ilişki ağını ve Wetware ise beyin gücünü anlatıyor. Bu dört alanda uyumlu bir gelişme sağlanmadan, sadece makinada ya da yazılımda iyileşme çok önemli bir ayırt edici özellik kazandırmıyor.

NEREDEN BAŞLAMALI?
Dönüşüme başlamak için öncelikle bu dört alandaki düzeyin ölçülmesi gerekiyor. Yani, kurumun röntgeninin çekilmesi gerekiyor. Röntgen sonucuna göre ise yol haritası (Eğitim 4.0 dönüşüm haritası) çıkartılması lazım! 4ware yaklaşımına dayalı olarak geliştirdiğimiz edu4ware testi ve ülkemizdeki Eğitim 4.0 dönüşüm serüvenine ilişkin bilgileri egitim4.com isimli bloğumuzda paylaşıyoruz.
Gelecek sayılarda uygulama örneklerini de buradan siz değerli Artı Eğitim okuyucularıyla paylaşıyor olacağız. Birlikte öğrenmek üzere!

Son Güncelleme: Cuma, 23 Mart 2018 16:52

Gösterim: 13302

Prof. Dr. Belma HAZNEDAR / Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü

belma_haznedarÇOCUKLUKTA DİL ÖĞRENİMİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ
Normal gelişim gösteren her çocuk, çevresinde yeterince duyabildiği/maruz kaldığı ve etkileşim içinde kullanma olanağı bulduğu tüm dilleri öğrenme kapasitesine sahiptir. Nörolojik olarak beynin, bir çocuğun öğrenebileceği dillerin sayısını sınırlaması söz konusu değildir. Tersine, öğrenme koşulları uygunsa, her çocuk iki, üç veya daha fazla dili öğrenebilir. Yapılan çalışmalar yeni doğan bir günlük bir bebeğin bile annesinin sesini aynı odada bulunan diğer kadın seslerinden ayırt edebildiğini göstermiştir. Aynı şekilde, bebek doğumu izleyen ilk birkaç ay içinde çevresinde konuşulan dili maruz kalmadığı diğer dillerden ayırt edebilir. Bu durum, bebeğin duyduğu dilin ezgisini (prozodisini), diğer bir deyişle o dilde seslerin nasıl birleştiğini ve bir ritim oluşturduğunu bildiğini gösterir. Tüm bu bulgular, çocukta dil işlemleme sürecinin çok erken evrelerde, hatta doğumdan önce başladığını göstermektedir.
Çocukların bir bölümü aile içinde anne babanın farklı dilleri konuşuyor olması nedeniyle birden fazla dile maruz kalırken, daha büyük bir bölümü ise adına ‘ardışık ikidillilik’ dediğimiz çocuğun anadilinin temel özelliklerini öğrendikten sonra (4 veya 4 yaşından sonra), yeni bir dil sistemi ile karşılaşma durumudur. Ülkemizde ve dünya genelinde gerek okul gerekse doğal ortamda yaygın olarak gerçekleşen ikinci dil öğrenme türü, ardışık ikidillilik örneğidir. Günümüzde dünya genelinde yaklaşık 200 ülkede 7000 dolayında dil konuşulduğu düşünüldüğünde, ikidilliliğin alabildiğine yaygın bir olgu olduğu görülebilir. Ancak burada hemen vurgulamak gereken önemli bir nokta, ikidilli veya çok dilli bireylerin dağarcığında bulunan tüm dilleri ve dil becerilerini aynı yetkinlikte kullanmalarını beklememek gerektiğidir. Bunun en önemli nedeni ise, ikidilli bireylerin her dildeki yeterlik düzeyinin o dilleri kullanma ihtiyacına, neden kullandığına ve dillere ne ölçüde maruz kaldıklarına göre birbirinden farklılıklar göstermesidir. Örneğin, bir dilde eğitim olanaklarına bağlı olarak okuryazarlık becerilerinin edinilmesiyle, birey o dili yazılı ve sözlü biçimde etkin kullanabilir, sonuç çıkarma ve değerlendirme gibi üst düzey bilişsel kazanımlar elde edebilir. Diğer dilin, ağırlıklı olarak ev ortamı ile sınırlı olduğu durumlarda ise, yazılı beceriler şöyle dursun, özellikle genç kuşaklarda sözlü dil becerilerinde bile sınırlılıklar görülebilir. Bu nedenle, dünyanın pek çok yerinde dengeli ikidillilik olarak nitelendirilen olgu, ikidilli bireylerde çoğu zaman ender karşılaşılan bir durumdur.
NEDEN ERKEN YAŞTA YABANCI DİL ÖĞRETİMİ?
Bilişsel, akademik ve kültürel kazanımlar
Beyin onu nasıl kullandığımıza bağlı olarak değişir ve şekil alır. Nasıl ki, bir müzisyenin beyin yapısı bir mimarın beyin yapısından farklı ise, iki veya üç dilli bir bireyin beyin yapısı da tek dilli bir bireyinkinden farklıdır. İki dili aynı anda, dikkatle ve değişen ortama göre uygun biçimde kullanma, beyinde bellek, problem çözme ve planlama gibi pek çok işlevi kontrol eden yönetsel yapılardan kontrol sisteminin aktif olarak kullanılmasını gerektirir. Bilimsel çalışmalar, erken yaşta yabancı dil öğretiminin doğru yöntem ve yaklaşımlarla yapıldığında, iyi sonuçlar verdiğini göstermiştir. Erken yaşta bir başka dili öğrenme, çocuğa bilgiyi algılamada, işlemede ve kullanmada zihinsel esneklik sağlarken, aynı anda iki dille uğraşıyor olması, çocuğa dikkati kontrol etme ile diller-üstü farkındalık gibi becerilerde üstünlük sağlamaktadır. Dahası, son yapılan çalışmalar birden fazla dil bilmenin bilişsel yararlarının sadece çocukluk dönemi ile sınırlı olmadığını, tersine yaşam boyu sürdüğünü göstermektedir.
Erken yaşta dil öğrenimi ayrıca çocuğun anadilinin de desteklendiği artırıcı ikidillilik ortamlarında, çocuğun akademik başarısına, bireysel ve sosyal gelişimine de olumlu katkılarda bulunmaktadır. Bu sayede çocuk erken yaşta farklı kültürleri tanımakta, kültürlerarası benzerlikleri ve farklılıkları görebilmekte, farklı kültürlere saygı ile yaklaşmayı öğrendiği gibi, karşılaştırmalar yaparak kendi kültürünü daha iyi tanıma olanağı bulmaktadır.
Erken yaşta yabancı dil öğrenimin özellikleri nelerdir?
Erken yaşta yabancı dil eğitiminde başarı, anlamlı dil öğretim yöntemlerinin benimsenmesi ve tüm öğrenim sürecini kapsayan uygun eğitim ortamlarının yaratılmasıyla mümkündür. Erken çocukluk dönemi soyut düşünme yetisinin henüz tam olarak şekillenmediği ve bu nedenle yapılan tüm etkinliklerin somut olarak öğrencinin yaparak, oynayarak, deneyerek öğrenmeyi gerçekleştirdiği yıllardır. Yabancı dilde öğretim ilk aşamalarda iletişime dayalı olmalıdır. Ancak, ilk evrelerde çocuk sessiz kalıyorsa buna saygı gösterilmeli ve zorlanmamalıdır. Sessiz dönem bazı çocuklarda haftalarca, bazılarında aylar sürebilir. Sessiz olarak nitelendirilen bu dönemde çocuğun dili öğrenmediğini düşünmek doğru değildir. Çocuk bu ilk evrelerde sınıfta öğretmenin sunduğu dili anlamaya çalışıyordur. Tıpkı anadilimizi öğrenirken olduğu gibi, ikinci bir dilde konuşma ve yazma gibi üretime dayalı beceriler her zaman anlamadan sonra gelişir. Yabancı dilin sadece birkaç saatle sınırlı olduğu sınıf ortamlarında bu sürenin daha uzun süreceği göz ardı edilmemelidir.
Yabancı dil öğreniminin ilk aşamalarında çocuğun anadilinin özellikleri görülebilir. Bu, doğal bir süreçtir çünkü adına ‘dillerarası etkileşim’ dediğimiz bu durum, çocuğun dağarcığında olan halihazırda var olan anadil ile yeni öğrenmeye başladığı dil arasında sürekli bir etkileşimin olduğunu gösterir.
İkinci bir dil öğrenirken pek çok dilsel özelliğin yavaş ve belli bir sıra ile öğrenildiği görülür. Dilde bazı özellikler diğerlerinden daha önce, bazıları ise daha geç öğrenilir. Kimi zaman diller arası farklardan (alfabe, yazı sistemi, cümle yapısı gibi) kaynaklanan nedenlerle basitmiş gibi görünen pek çok özelliğin ve yapının öğrenilmesi aylar, hatta yıllar alabilir. İngilizce’nin öğreniminden örnek verecek olursak, İngilizce’de sayıları 14 kadar olan ‘can, could, would, should’ gibi yardımcı fiiller bir çırpıda öğrenilen yapılar değildir. Gerek anlam gerekse örtüşen fonksiyonları nedeniyle, anadili İngilizce olan çocukların bile bu yapıları uzun sürede öğrendiği görülmektedir. Bu nedenle, Türkiye koşullarında özellikle ders saatlerinin haftada birkaç saatle sınırlı olduğu sınıf ortamında İngilizce öğrenen çocukların kısa bir sürede bu gibi yapıları ve işlevleri öğrenmesi beklenmemelidir.
Doğası gereği, yazılı ve sözlü bir iletişim aracı olan dilin öğrenimi süreklilik gerektirir. Bugünden yarına kısa sürede gerçekleşmez. Öğrenci dili yeterince duymaz ve kullanma olanağı bulamazsa gelişme sağlanamaz ve öğrendiklerini kısa sürede unutur. Yabancı dilin günlük ders programında düzenli ve sürekli biçimde yer alması gerekir. Devlet okullarında yabancı dil öğretimi için ayrılan haftada 2-4 saatlik süreler kesinlikle yeterli değildir. Bir yabancı dilde akademik anlamda dinleme, konuşma, okuma, yazma ve sözcük bilgisini içeren donanımın edinilmesi ve tüm bu becerilerin doğru ve akıcı bir biçimde kullanımı için yaklaşık 5-7 yıl süren düzenli ve etkin bir öğretim programına ihtiyaç vardır. Kullanılan öğretim malzemelerinde ve kitaplarda sunulan konu ve yapıların çocukların gelişim basamaklarına uygun olması gerekir. Dahası, öğretilen yabancı dilin hangi özellikleri daha erken öğreniliyorsa, öğretim programının ve buna bağlı olarak hazırlanan yabancı dil kitaplarının ve öğretim malzemelerinin buna uygun hazırlanması gerekir.
Özetlemek gerekirse, her çocuk birden fazla dili öğrenme kapasitesine sahiptir. Bunu sağlamak için çocuğun öğretilen dili yeterince duyma ve kullanma olanağının olması kadar, öğretilen dilin çocuğa anlamlı ortamlar içinde sunuluyor gerekir. Çocuğun bilişsel, psikolojik, sosyo-duygusal ve akademik olarak hangi yaşta neyi iyi yapabileceğini bilmekle ve söz konusu gelişimsel evrelere uygun olarak hazırlanan öğretim malzemeleri ve yöntemleriyle ülkemizde erken yaşta yabancı dil öğretimini başarmak mümkündür.

> Erken çocukluk döneminde ikinci / yabancı dil öğrenimi

Prof. Dr. Belma HAZNEDAR / Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü

belma_haznedarÇOCUKLUKTA DİL ÖĞRENİMİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ
Normal gelişim gösteren her çocuk, çevresinde yeterince duyabildiği/maruz kaldığı ve etkileşim içinde kullanma olanağı bulduğu tüm dilleri öğrenme kapasitesine sahiptir. Nörolojik olarak beynin, bir çocuğun öğrenebileceği dillerin sayısını sınırlaması söz konusu değildir. Tersine, öğrenme koşulları uygunsa, her çocuk iki, üç veya daha fazla dili öğrenebilir. Yapılan çalışmalar yeni doğan bir günlük bir bebeğin bile annesinin sesini aynı odada bulunan diğer kadın seslerinden ayırt edebildiğini göstermiştir. Aynı şekilde, bebek doğumu izleyen ilk birkaç ay içinde çevresinde konuşulan dili maruz kalmadığı diğer dillerden ayırt edebilir. Bu durum, bebeğin duyduğu dilin ezgisini (prozodisini), diğer bir deyişle o dilde seslerin nasıl birleştiğini ve bir ritim oluşturduğunu bildiğini gösterir. Tüm bu bulgular, çocukta dil işlemleme sürecinin çok erken evrelerde, hatta doğumdan önce başladığını göstermektedir.
Çocukların bir bölümü aile içinde anne babanın farklı dilleri konuşuyor olması nedeniyle birden fazla dile maruz kalırken, daha büyük bir bölümü ise adına ‘ardışık ikidillilik’ dediğimiz çocuğun anadilinin temel özelliklerini öğrendikten sonra (4 veya 4 yaşından sonra), yeni bir dil sistemi ile karşılaşma durumudur. Ülkemizde ve dünya genelinde gerek okul gerekse doğal ortamda yaygın olarak gerçekleşen ikinci dil öğrenme türü, ardışık ikidillilik örneğidir. Günümüzde dünya genelinde yaklaşık 200 ülkede 7000 dolayında dil konuşulduğu düşünüldüğünde, ikidilliliğin alabildiğine yaygın bir olgu olduğu görülebilir. Ancak burada hemen vurgulamak gereken önemli bir nokta, ikidilli veya çok dilli bireylerin dağarcığında bulunan tüm dilleri ve dil becerilerini aynı yetkinlikte kullanmalarını beklememek gerektiğidir. Bunun en önemli nedeni ise, ikidilli bireylerin her dildeki yeterlik düzeyinin o dilleri kullanma ihtiyacına, neden kullandığına ve dillere ne ölçüde maruz kaldıklarına göre birbirinden farklılıklar göstermesidir. Örneğin, bir dilde eğitim olanaklarına bağlı olarak okuryazarlık becerilerinin edinilmesiyle, birey o dili yazılı ve sözlü biçimde etkin kullanabilir, sonuç çıkarma ve değerlendirme gibi üst düzey bilişsel kazanımlar elde edebilir. Diğer dilin, ağırlıklı olarak ev ortamı ile sınırlı olduğu durumlarda ise, yazılı beceriler şöyle dursun, özellikle genç kuşaklarda sözlü dil becerilerinde bile sınırlılıklar görülebilir. Bu nedenle, dünyanın pek çok yerinde dengeli ikidillilik olarak nitelendirilen olgu, ikidilli bireylerde çoğu zaman ender karşılaşılan bir durumdur.
NEDEN ERKEN YAŞTA YABANCI DİL ÖĞRETİMİ?
Bilişsel, akademik ve kültürel kazanımlar
Beyin onu nasıl kullandığımıza bağlı olarak değişir ve şekil alır. Nasıl ki, bir müzisyenin beyin yapısı bir mimarın beyin yapısından farklı ise, iki veya üç dilli bir bireyin beyin yapısı da tek dilli bir bireyinkinden farklıdır. İki dili aynı anda, dikkatle ve değişen ortama göre uygun biçimde kullanma, beyinde bellek, problem çözme ve planlama gibi pek çok işlevi kontrol eden yönetsel yapılardan kontrol sisteminin aktif olarak kullanılmasını gerektirir. Bilimsel çalışmalar, erken yaşta yabancı dil öğretiminin doğru yöntem ve yaklaşımlarla yapıldığında, iyi sonuçlar verdiğini göstermiştir. Erken yaşta bir başka dili öğrenme, çocuğa bilgiyi algılamada, işlemede ve kullanmada zihinsel esneklik sağlarken, aynı anda iki dille uğraşıyor olması, çocuğa dikkati kontrol etme ile diller-üstü farkındalık gibi becerilerde üstünlük sağlamaktadır. Dahası, son yapılan çalışmalar birden fazla dil bilmenin bilişsel yararlarının sadece çocukluk dönemi ile sınırlı olmadığını, tersine yaşam boyu sürdüğünü göstermektedir.
Erken yaşta dil öğrenimi ayrıca çocuğun anadilinin de desteklendiği artırıcı ikidillilik ortamlarında, çocuğun akademik başarısına, bireysel ve sosyal gelişimine de olumlu katkılarda bulunmaktadır. Bu sayede çocuk erken yaşta farklı kültürleri tanımakta, kültürlerarası benzerlikleri ve farklılıkları görebilmekte, farklı kültürlere saygı ile yaklaşmayı öğrendiği gibi, karşılaştırmalar yaparak kendi kültürünü daha iyi tanıma olanağı bulmaktadır.
Erken yaşta yabancı dil öğrenimin özellikleri nelerdir?
Erken yaşta yabancı dil eğitiminde başarı, anlamlı dil öğretim yöntemlerinin benimsenmesi ve tüm öğrenim sürecini kapsayan uygun eğitim ortamlarının yaratılmasıyla mümkündür. Erken çocukluk dönemi soyut düşünme yetisinin henüz tam olarak şekillenmediği ve bu nedenle yapılan tüm etkinliklerin somut olarak öğrencinin yaparak, oynayarak, deneyerek öğrenmeyi gerçekleştirdiği yıllardır. Yabancı dilde öğretim ilk aşamalarda iletişime dayalı olmalıdır. Ancak, ilk evrelerde çocuk sessiz kalıyorsa buna saygı gösterilmeli ve zorlanmamalıdır. Sessiz dönem bazı çocuklarda haftalarca, bazılarında aylar sürebilir. Sessiz olarak nitelendirilen bu dönemde çocuğun dili öğrenmediğini düşünmek doğru değildir. Çocuk bu ilk evrelerde sınıfta öğretmenin sunduğu dili anlamaya çalışıyordur. Tıpkı anadilimizi öğrenirken olduğu gibi, ikinci bir dilde konuşma ve yazma gibi üretime dayalı beceriler her zaman anlamadan sonra gelişir. Yabancı dilin sadece birkaç saatle sınırlı olduğu sınıf ortamlarında bu sürenin daha uzun süreceği göz ardı edilmemelidir.
Yabancı dil öğreniminin ilk aşamalarında çocuğun anadilinin özellikleri görülebilir. Bu, doğal bir süreçtir çünkü adına ‘dillerarası etkileşim’ dediğimiz bu durum, çocuğun dağarcığında olan halihazırda var olan anadil ile yeni öğrenmeye başladığı dil arasında sürekli bir etkileşimin olduğunu gösterir.
İkinci bir dil öğrenirken pek çok dilsel özelliğin yavaş ve belli bir sıra ile öğrenildiği görülür. Dilde bazı özellikler diğerlerinden daha önce, bazıları ise daha geç öğrenilir. Kimi zaman diller arası farklardan (alfabe, yazı sistemi, cümle yapısı gibi) kaynaklanan nedenlerle basitmiş gibi görünen pek çok özelliğin ve yapının öğrenilmesi aylar, hatta yıllar alabilir. İngilizce’nin öğreniminden örnek verecek olursak, İngilizce’de sayıları 14 kadar olan ‘can, could, would, should’ gibi yardımcı fiiller bir çırpıda öğrenilen yapılar değildir. Gerek anlam gerekse örtüşen fonksiyonları nedeniyle, anadili İngilizce olan çocukların bile bu yapıları uzun sürede öğrendiği görülmektedir. Bu nedenle, Türkiye koşullarında özellikle ders saatlerinin haftada birkaç saatle sınırlı olduğu sınıf ortamında İngilizce öğrenen çocukların kısa bir sürede bu gibi yapıları ve işlevleri öğrenmesi beklenmemelidir.
Doğası gereği, yazılı ve sözlü bir iletişim aracı olan dilin öğrenimi süreklilik gerektirir. Bugünden yarına kısa sürede gerçekleşmez. Öğrenci dili yeterince duymaz ve kullanma olanağı bulamazsa gelişme sağlanamaz ve öğrendiklerini kısa sürede unutur. Yabancı dilin günlük ders programında düzenli ve sürekli biçimde yer alması gerekir. Devlet okullarında yabancı dil öğretimi için ayrılan haftada 2-4 saatlik süreler kesinlikle yeterli değildir. Bir yabancı dilde akademik anlamda dinleme, konuşma, okuma, yazma ve sözcük bilgisini içeren donanımın edinilmesi ve tüm bu becerilerin doğru ve akıcı bir biçimde kullanımı için yaklaşık 5-7 yıl süren düzenli ve etkin bir öğretim programına ihtiyaç vardır. Kullanılan öğretim malzemelerinde ve kitaplarda sunulan konu ve yapıların çocukların gelişim basamaklarına uygun olması gerekir. Dahası, öğretilen yabancı dilin hangi özellikleri daha erken öğreniliyorsa, öğretim programının ve buna bağlı olarak hazırlanan yabancı dil kitaplarının ve öğretim malzemelerinin buna uygun hazırlanması gerekir.
Özetlemek gerekirse, her çocuk birden fazla dili öğrenme kapasitesine sahiptir. Bunu sağlamak için çocuğun öğretilen dili yeterince duyma ve kullanma olanağının olması kadar, öğretilen dilin çocuğa anlamlı ortamlar içinde sunuluyor gerekir. Çocuğun bilişsel, psikolojik, sosyo-duygusal ve akademik olarak hangi yaşta neyi iyi yapabileceğini bilmekle ve söz konusu gelişimsel evrelere uygun olarak hazırlanan öğretim malzemeleri ve yöntemleriyle ülkemizde erken yaşta yabancı dil öğretimini başarmak mümkündür.

Son Güncelleme: Çarşamba, 14 Mart 2018 14:01

Gösterim: 14546

Ahmet AKÇA - ÖZDER BAŞKANI

ahmet_akcaGünümüz dünyası, çok hızlı bir değişim ve dönüşümün olduğu; bilginin üretilmesi, kullanılması ve aktarılmasına yönelik her alanda değişmelerin yaşandığı bir dönem içerisindedir. Bu dönemin özelliği, sosyal hayatımızdaki genel değişmelere temel olan eğitim alanında da birçok değişmeleri zorunlu hale getirmesidir. Çünkü bilgi toplumuna ulaşma sürecindeki bilgi tabanlı değişim hareketleri, bireylerin eğitimden beklentilerini de değiştirmiştir. Bu bağlamda, eğitime yeni bir tanım getirilmiş ve eğitim, “kişide kendi öğrenme profili hakkında farkındalık yaratılması yoluyla, daha üst zihinsel yeteneklerini ortaya çıkarıp geliştirmesi ve bu arada da değişen çevresel koşullara uyum gösterebileceği bilgi, beceri ve davranışları sürekli olarak güncelleyebilmesi için uygun öğrenme ortamlarının oluşturulma süreci” olarak görülmeye başlanmıştır.

Bulunduğumuz çağda ve dünyadaki bu değişimler karşısında ülkemiz 2023, 2053 ve 2071 vizyonunu ortaya koymuş, yönetim anlayışımız başta olmak üzere birçok alanda yeniden bir yapılanmaya girilmiş; eğitim alanında da zaman zaman değişikliğe gidilmiştir.

Bu değişikliklere rağmen; özellikle günümüzde eğitime dair kaygıların gittikçe arttığı bilinen bir gerçektir. PISA, TIMSS ve PIRLS gibi faydalanılabilecek araştırmalarla bizim gibi yüzlerce yıllık geleneği olan ülkelerin bile kendisine yeniden çekidüzen verdiği bir dönemde ülkemiz de gelecekte var olma adına daha büyük düşünmek zorundadır. Çünkü küresel güçlerin terör ve finans tehdidi altındaki bir Türkiye’nin durumu gerçekten zordur. Bizim işin felsefesinden başlayarak insan ve medeniyet tasavvurumuzu tüm kuramsal ve kurumsal alt yapısıyla ortaya koyma zamanımız gelmiştir ve geçmektedir.

İnsanın kalbinin terbiyesiyle başlayan aklın terbiyesiyle devam eden ve insanlığın yararına bilimi esas alan anlayışla birlikte vicdanla bütünleştirilmiş, maneviyatını ve millî değerlerini bilen "Hayata Dokunma" (Okul Öncesi Eğitim) dönemi,"Hayatı Okuma" (İlkokul) dönemi, "Hayatı Anlama" (Ortaokul) dönemi ve "Hayatı Yorumlama" (Lise) dönemlerinin birbirini tamamlayan bir anlayışla yorumlanmış yeni bir eğitim sistemine ve buna göre oluşan bir dünya düzenine ihtiyaç vardır!

Çevremize ve dünyaya baktığımızda birey olma, sosyal sorumluluk, hukuk, insan hakları ve özgürlükler açısından yol kat etmiş ülkelerin genellikle eğitim açısından gelişmiş ülkeler olduğunu görmekteyiz. Zikrettiğimiz bu kavramların tamamının şekillendiği iki yer vardır: aile ve eğitim sistemi. Eğitim sisteminin temel öğesi ise öğretmendir. Dolayısıyla, müfredat programı ne kadar mükemmel olursa olsun sitemin uygulayıcısı öğretmenlerdir. Okullar ise ne kadar gelişmiş donanıma sahip olursa olsun, okul sistemleri nasıl kurulmuş olursa olsun, bunları uygulayacak ve kullanacak olan öğretmen “çok iyi” yetişmemişse istenilen sonuca ulaşmak mümkün olmayacaktır.

Bunun için, millî bilinci yüksek, ülkesini kalkındıracak, nitelikli ve üretken bir nüfusun yetiştirilmesi ancak nitelikli ve erdemli eğitimciler ile olacaktır. Eğitimin genel başarısı asla öğretmenlerin başarısından daha fazla olamayacaktır. Öğretmenler ne kadar iyi yetişmişse sistem de o kadar başarılı olacaktır. Önemli olan yetenekli ve ilgili kişileri öğretmenlik mesleğine çekmek ve mesleği cazip hâle getirmektir. Bugün daha nitelikli öğretmenlerin yetiştirilmesine yönelik yeteri kadar gayretimiz yoktur. Biz başarının akıllı tahtalarla, tabletlerle ve bilgisayarlarla çözülebileceği inancını değiştirmek zorundayız.

Yeni eğitim anlayışımızda bireylere bilgiler öğretme, öğrettiği bilgileri kullanma, bunları yaşama aktarma ve yeni durumlara uyum sağlayarak bilgiyi üretime dönüştürmek hedef olarak ele alınmalı, eğitim sistemimiz girişimcilik ve üretim üzerine kodlanmalıdır. Bunun en güzel örneği robotların hayatımıza girmesi ve yaşamın her alanında kullanılabilir olmasıdır.

Robotların günlük hayatımızda ve iş dünyasında yaygınlaşmasının bir sonucu olarak herkes işinde ve hayatında yaşayacağı değişiklikleri gözden geçirmelidir. Zira dünyada robot ve ilgili teknolojilerde de bir patlama yaşanmaktadır. İş ve üretim süreçlerine entegre edilen robotlar fabrikaların üretim kapasitesini artırmakta, günlük hayatımızda bize kolaylıklar sunmakta, çocuklarımızı eğitmekte ve sosyal hayatımızı değiştirmektedir.


Dolayısıyla; “Mevcut eğitim anlayışımız ve ortaya koyduğumuz vizyonumuzla her alanda gelişmiş, üreten ve dünyada söz sahibi olan ilk on ülke arasında yer alabilmemiz için biz beklentimiz oranında neden başarılı olamıyoruz?” sorusunu bir an önce kendimize sormamız gerekmektedir. Ayrıca, “Okuduğunu anlamayan, öğrendiği bilgiyi yaşama aktaramayan öğrencilerin olmasında okullarımızdaki teknoloji kullanımının ve uyguladığımız müfredatın etkisi var mıdır?” sorusuna da bir an önce cevap vermemiz gerekmektedir.

Dünyamızdaki değişimlerin hızı çocuklarımızın büyüdükleri günlerde nelerle karşılaşacakları hakkında tahminde bulunmamıza izin vermiyor. Bugün önemli görünen bilgiler yarın hiçbir anlam taşımayabilir. Tek çare onlara nasıl düşünmeleri ve değişimler karşısında nasıl hareket etmeleri gerektiğini öğretmek olarak görünürken bulunduğumuz çağa göre çocuklarımıza vermek istediklerimiz ile onları nasıl yetiştirmek istiyoruz sorularının karşılığı mutlaka gözden geçirilmelidir.

Bu sorunların ve beklentilerin içerisinde özel okulların gelişim seyri ve katkıları nedir diye baktığımızda:
Ülkemizde özellikle son 15 yılda özel öğretim alanında çok büyük gelişmeler olmuştur.2002 yılında özel okullarda okullaşma oranı %1.74 (222.922 öğrenci) iken 2017 yılında bu oran %7.75 (1.255.470 öğrenci), okul sayısı açısından 2002 yılında %2.97 (1294 okul) iken 2017’de %14.95 (9547 okul) olmuş, Bakanlığımız tarafından da özel okulda okuyan öğrencilere teşvik sistemi getirilmiştir. Bu getirilen teşvik miktarı ve oran yeterli olmasa da özel okulların gelişmesine katkı sağlamıştır.

Türk Eğitim sistemi içerisinde öğrencilerin devlete maliyeti gün geçtikçe artmaktadır.2015 yılında bir öğrencinin ortalama maliyeti 5.000.TL iken 2017 yılında bu rakam yaklaşık 8.000 TL olmuştur. Özel okullarımız okuttuğu 1.255.470 öğrenci ile (1.255.470x8.000) kamunun her yıl 10.043.760.000 TL yükünü ailerle birlikte karşılamakta ve bu alanda da birçok personel istihdam etmektedir. Dolayısıyla özel okullar kamuya yük değildir, aksine kamunun yükünü alma açısından önemli bir hizmet vermektedir.

Sonuç olarak; Türkiye, yeni eğitim müfredatımızla birlikte kendi eğitim modelini oluşturarak çocuklarımız özgün; temel disiplinlere dayalı özgür hareket etmelerini ve düşünmelerini destekleyen, farklı yaklaşımları olan; esneklik, orijinallik, sanat ve sosyal aktivitelerle mutlu olmalarını önemseyen; kültürel köklerimizden ve medeniyetimizden beslenen eğitim ortamlarında yetiştirilmezse geleceğin dünyasında söz sahibi olmamız mümkün olamayacaktır. Bu bağlamda Nurettin Topçu’nun Maarif Davasında ifade ettiği ‘’Her şey okulda başlar ve okulda yıkılır’’ anlayışı çerçevesinde üretim odaklı bir ‘’MİLLÎ MEKTEP’’i inşa ederek, yaşam alanı olarak tasarlanan bir modelin oluşturulmasıyla milletimiz, düşünme ve üretim sahasında dünyada söz sahibi olacaktır. Bu konuda özel okullarımız da üzerine düşeni fazlasıyla yapacaktır.

> Ahmet Akça: Üretim odaklı bir MİLLÎ MEKTEP’i inşası

Ahmet AKÇA - ÖZDER BAŞKANI

ahmet_akcaGünümüz dünyası, çok hızlı bir değişim ve dönüşümün olduğu; bilginin üretilmesi, kullanılması ve aktarılmasına yönelik her alanda değişmelerin yaşandığı bir dönem içerisindedir. Bu dönemin özelliği, sosyal hayatımızdaki genel değişmelere temel olan eğitim alanında da birçok değişmeleri zorunlu hale getirmesidir. Çünkü bilgi toplumuna ulaşma sürecindeki bilgi tabanlı değişim hareketleri, bireylerin eğitimden beklentilerini de değiştirmiştir. Bu bağlamda, eğitime yeni bir tanım getirilmiş ve eğitim, “kişide kendi öğrenme profili hakkında farkındalık yaratılması yoluyla, daha üst zihinsel yeteneklerini ortaya çıkarıp geliştirmesi ve bu arada da değişen çevresel koşullara uyum gösterebileceği bilgi, beceri ve davranışları sürekli olarak güncelleyebilmesi için uygun öğrenme ortamlarının oluşturulma süreci” olarak görülmeye başlanmıştır.

Bulunduğumuz çağda ve dünyadaki bu değişimler karşısında ülkemiz 2023, 2053 ve 2071 vizyonunu ortaya koymuş, yönetim anlayışımız başta olmak üzere birçok alanda yeniden bir yapılanmaya girilmiş; eğitim alanında da zaman zaman değişikliğe gidilmiştir.

Bu değişikliklere rağmen; özellikle günümüzde eğitime dair kaygıların gittikçe arttığı bilinen bir gerçektir. PISA, TIMSS ve PIRLS gibi faydalanılabilecek araştırmalarla bizim gibi yüzlerce yıllık geleneği olan ülkelerin bile kendisine yeniden çekidüzen verdiği bir dönemde ülkemiz de gelecekte var olma adına daha büyük düşünmek zorundadır. Çünkü küresel güçlerin terör ve finans tehdidi altındaki bir Türkiye’nin durumu gerçekten zordur. Bizim işin felsefesinden başlayarak insan ve medeniyet tasavvurumuzu tüm kuramsal ve kurumsal alt yapısıyla ortaya koyma zamanımız gelmiştir ve geçmektedir.

İnsanın kalbinin terbiyesiyle başlayan aklın terbiyesiyle devam eden ve insanlığın yararına bilimi esas alan anlayışla birlikte vicdanla bütünleştirilmiş, maneviyatını ve millî değerlerini bilen "Hayata Dokunma" (Okul Öncesi Eğitim) dönemi,"Hayatı Okuma" (İlkokul) dönemi, "Hayatı Anlama" (Ortaokul) dönemi ve "Hayatı Yorumlama" (Lise) dönemlerinin birbirini tamamlayan bir anlayışla yorumlanmış yeni bir eğitim sistemine ve buna göre oluşan bir dünya düzenine ihtiyaç vardır!

Çevremize ve dünyaya baktığımızda birey olma, sosyal sorumluluk, hukuk, insan hakları ve özgürlükler açısından yol kat etmiş ülkelerin genellikle eğitim açısından gelişmiş ülkeler olduğunu görmekteyiz. Zikrettiğimiz bu kavramların tamamının şekillendiği iki yer vardır: aile ve eğitim sistemi. Eğitim sisteminin temel öğesi ise öğretmendir. Dolayısıyla, müfredat programı ne kadar mükemmel olursa olsun sitemin uygulayıcısı öğretmenlerdir. Okullar ise ne kadar gelişmiş donanıma sahip olursa olsun, okul sistemleri nasıl kurulmuş olursa olsun, bunları uygulayacak ve kullanacak olan öğretmen “çok iyi” yetişmemişse istenilen sonuca ulaşmak mümkün olmayacaktır.

Bunun için, millî bilinci yüksek, ülkesini kalkındıracak, nitelikli ve üretken bir nüfusun yetiştirilmesi ancak nitelikli ve erdemli eğitimciler ile olacaktır. Eğitimin genel başarısı asla öğretmenlerin başarısından daha fazla olamayacaktır. Öğretmenler ne kadar iyi yetişmişse sistem de o kadar başarılı olacaktır. Önemli olan yetenekli ve ilgili kişileri öğretmenlik mesleğine çekmek ve mesleği cazip hâle getirmektir. Bugün daha nitelikli öğretmenlerin yetiştirilmesine yönelik yeteri kadar gayretimiz yoktur. Biz başarının akıllı tahtalarla, tabletlerle ve bilgisayarlarla çözülebileceği inancını değiştirmek zorundayız.

Yeni eğitim anlayışımızda bireylere bilgiler öğretme, öğrettiği bilgileri kullanma, bunları yaşama aktarma ve yeni durumlara uyum sağlayarak bilgiyi üretime dönüştürmek hedef olarak ele alınmalı, eğitim sistemimiz girişimcilik ve üretim üzerine kodlanmalıdır. Bunun en güzel örneği robotların hayatımıza girmesi ve yaşamın her alanında kullanılabilir olmasıdır.

Robotların günlük hayatımızda ve iş dünyasında yaygınlaşmasının bir sonucu olarak herkes işinde ve hayatında yaşayacağı değişiklikleri gözden geçirmelidir. Zira dünyada robot ve ilgili teknolojilerde de bir patlama yaşanmaktadır. İş ve üretim süreçlerine entegre edilen robotlar fabrikaların üretim kapasitesini artırmakta, günlük hayatımızda bize kolaylıklar sunmakta, çocuklarımızı eğitmekte ve sosyal hayatımızı değiştirmektedir.


Dolayısıyla; “Mevcut eğitim anlayışımız ve ortaya koyduğumuz vizyonumuzla her alanda gelişmiş, üreten ve dünyada söz sahibi olan ilk on ülke arasında yer alabilmemiz için biz beklentimiz oranında neden başarılı olamıyoruz?” sorusunu bir an önce kendimize sormamız gerekmektedir. Ayrıca, “Okuduğunu anlamayan, öğrendiği bilgiyi yaşama aktaramayan öğrencilerin olmasında okullarımızdaki teknoloji kullanımının ve uyguladığımız müfredatın etkisi var mıdır?” sorusuna da bir an önce cevap vermemiz gerekmektedir.

Dünyamızdaki değişimlerin hızı çocuklarımızın büyüdükleri günlerde nelerle karşılaşacakları hakkında tahminde bulunmamıza izin vermiyor. Bugün önemli görünen bilgiler yarın hiçbir anlam taşımayabilir. Tek çare onlara nasıl düşünmeleri ve değişimler karşısında nasıl hareket etmeleri gerektiğini öğretmek olarak görünürken bulunduğumuz çağa göre çocuklarımıza vermek istediklerimiz ile onları nasıl yetiştirmek istiyoruz sorularının karşılığı mutlaka gözden geçirilmelidir.

Bu sorunların ve beklentilerin içerisinde özel okulların gelişim seyri ve katkıları nedir diye baktığımızda:
Ülkemizde özellikle son 15 yılda özel öğretim alanında çok büyük gelişmeler olmuştur.2002 yılında özel okullarda okullaşma oranı %1.74 (222.922 öğrenci) iken 2017 yılında bu oran %7.75 (1.255.470 öğrenci), okul sayısı açısından 2002 yılında %2.97 (1294 okul) iken 2017’de %14.95 (9547 okul) olmuş, Bakanlığımız tarafından da özel okulda okuyan öğrencilere teşvik sistemi getirilmiştir. Bu getirilen teşvik miktarı ve oran yeterli olmasa da özel okulların gelişmesine katkı sağlamıştır.

Türk Eğitim sistemi içerisinde öğrencilerin devlete maliyeti gün geçtikçe artmaktadır.2015 yılında bir öğrencinin ortalama maliyeti 5.000.TL iken 2017 yılında bu rakam yaklaşık 8.000 TL olmuştur. Özel okullarımız okuttuğu 1.255.470 öğrenci ile (1.255.470x8.000) kamunun her yıl 10.043.760.000 TL yükünü ailerle birlikte karşılamakta ve bu alanda da birçok personel istihdam etmektedir. Dolayısıyla özel okullar kamuya yük değildir, aksine kamunun yükünü alma açısından önemli bir hizmet vermektedir.

Sonuç olarak; Türkiye, yeni eğitim müfredatımızla birlikte kendi eğitim modelini oluşturarak çocuklarımız özgün; temel disiplinlere dayalı özgür hareket etmelerini ve düşünmelerini destekleyen, farklı yaklaşımları olan; esneklik, orijinallik, sanat ve sosyal aktivitelerle mutlu olmalarını önemseyen; kültürel köklerimizden ve medeniyetimizden beslenen eğitim ortamlarında yetiştirilmezse geleceğin dünyasında söz sahibi olmamız mümkün olamayacaktır. Bu bağlamda Nurettin Topçu’nun Maarif Davasında ifade ettiği ‘’Her şey okulda başlar ve okulda yıkılır’’ anlayışı çerçevesinde üretim odaklı bir ‘’MİLLÎ MEKTEP’’i inşa ederek, yaşam alanı olarak tasarlanan bir modelin oluşturulmasıyla milletimiz, düşünme ve üretim sahasında dünyada söz sahibi olacaktır. Bu konuda özel okullarımız da üzerine düşeni fazlasıyla yapacaktır.

Son Güncelleme: Salı, 09 Ocak 2018 16:00

Gösterim: 13738

Okan Gürbüz – Forte Kültür Akademi Kurucusu

okan_gurbuz_forteDershanelerin kapanması ve özel okullara dönüşüm süreciyle birlikte eğitim sistemimizde zayıf kaldığımız konular daha çok gün yüzüne çıkmaya başladı. Okullarımızın fiziki yapıları, müfredat yetersizliği ve sınav sistemi derken iş TEOG efsanesinin kaldırılmasına kadar geldi. Tabi bu devrim niteliğindeki gelişmeler yıllarca akademik başarı oranı ve özellikle öğrencilerini lise veya üniversitelere yerleştirme oranları ile övünen pek çok özel eğitim kurumunu kara kara düşündürmeye başladı. Dershanelerden özel okula dönüşen temel liselere verilen sürenin de sonuna gelinmesi, durumu iyiden iyiye zorlaştırdı.

Aslında bu belirttiğim adımların hepsini oldukça önemli buluyorum. Zira bu adımlarla öğrenciler için gerçekten okul kavramına yakışan yapılara ve daha donanımlı eğitim modellerine dönüşüm olacağını düşünüyorum, ki bunun somut örneklerini görüyoruz. Özellikle kampüs okul yapısına geçiş ile birlikte özel eğitim kurumlarının öğrencilerine okul öncesi dönemden itibaren sunması gereken nitelikli ve nicelikli eğitim anlayışının zorunlu hale geleceğini umuyorum. Sadece akademik başarı ve eğitim modellerinin değil; öğrencilerin sosyal, fiziksel, kültürel, sportif ve sanatsal kazanımlarına yönelik eğitim programlarının da hayata geçeceğini düşünüyorum. Aslında bu konu özellikle özel eğitim kurumlarının yarışta fark yaratabilmeleri ve geri kalmamaları için zorunlu bir konudur. Köklü özel eğitim kurumlarının yanı sıra son 3 yılda pek çok yeni özel okul açıldığını gözlemliyoruz. Bu okulların hemen hemen hepsinde aynı konular gündemde… STEM, robotik, kodlama bugün pek çok özel eğitim kurumunun tanıtım broşürlerinde ilk sıraları alıyor. Dünya standartlarını yakalamak için son derece değerli olan ve hatta eğitim programlarımıza almakta oldukça geç kaldığımız bu önemli eğitim modellerinin yanında kültür sanat ve sportif eğitimlerde de önemli adımlar atmamız gerektiğine inanıyorum.

Özel eğitim alanında yeni kurumların açılması standartları yükseltecek olsa da özellikle bizim branşımız olan kültür sanat alanında daha ne kadar yol almamız gerektiğini gözler önüne sermektedir. Okullarımızda kültür sanat eğitimleri için gerekli fiziki alan ve materyallerden bu alanlarda eğitim verecek donanımlı öğretmen ihtiyacına kadar pek çok konuda ciddi adımlar atılması gerektiğini görüyoruz. Öğrencilerin sosyal yaşam ve eleştiri yeteneğinin olgunlaşması, geleneksel sanat becerileri ile kültürel miras kavramlarının oluşması, kendini ifade etme ve yaratıcılık olgularının ortaya çıkması, özgüven ve çoğumuzun göz ardı ettiği özsaygı özelliklerinin kazanılması, çevreye duyarlılık, sanatsal yaklaşım kavramlarının kazanımı gibi pek çok konuda önemli olan kültür sanat eğitimlerinin yeterli çerçevede verilmesi ve bunun okul öncesi dönemden itibaren standartlara oturtulması son derece önemlidir. Bu belirtmiş olduğum konularda ciddi adımlar atan özel eğitim kurumları olduğunu görmek alanımız adına oldukça önemli bir gelişmedir. Artık Dünyayı izleyen, takip eden ve anlamaya çalışan bir veli profili oluşmaya başladığını görüyoruz. Özel okulların sayısındaki artış ile eğitimin ticari bir boyut kazandığını ve buna bağlı olarak hizmet alan ile hizmeti sunan taraf arasında da karşılıklı olarak kaliteli hizmet alma ya da kaliteli hizmet sunabilme kaygısı olduğunu gözlemliyoruz. Bu durum başta da belirttiğim gibi eğitim standartlarında yeniliklere ve herkesin yaptığını yapmamak ya da sunmamak şeklinde bir kaygıyı da beraberinde getirmektedir. Eğitim kurumları artık bizim 20 sene evvel yaptığımız 23 Nisan kutlamalarını adeta bir festival havasında yapma gayreti içerisindeler. Bu önemli günleri ya da yıl sonu kapanış etkinliklerini pahalı prodüksiyonlar şeklinde profesyonel salonlarda yapıyorlar. Bu gelinen nokta kültür ve sanat adına son derece önemlidir. Okul öncesi dönem müzik eğitimlerinde Suziki, Orff, Kodaly. Carabo-Cone ve Dalcroze gibi metodları kullanan eğitim kurumlarımız bulunmaktadır. Ayrıca son yıllarda oldukça popüler olan yaratıcı drama eğitimlerini de eğitim programlarına dahil eden kurumlar olduğunu gözlemliyoruz.

Bu önemli adımlar kültür ve sanat alanında ne denli yol aldığımızın bir göstergesi diye düşünmekle birlikte halen almamız gereken oldukça yol olduğunu da düşünüyorum. Öğrenciler üzerinde bu kadar çok olumlu etkisi olan kültür sanat faaliyetlerinin veya derslerinin akademik müfredat içerisinde tamamlayıcı mı yoksa ayrı bir unsur olarak mı işlenmesi gerektiğini halen netleştirebilmiş değiliz. Bu alandaki derslerin ders saatlerinin yetersiz olması, kültür sanat alanında daha donanımlı eğitimler almamızın önündeki en büyük engellerden birisidir… Müfredat içerisindeki ders saati yetersizliği nedeniyle öğrencilerimizin bu alandaki derslere olan bakış açıları da ne yazık ki fizik ya da matematik derslerine verilen önem kadar kuvvetli olmuyor. Dolayısıyla bu alandaki öğretmenlerimize de bakış açısı aynı oranda zayıf kalabiliyor. Halbuki kültür sanat alanında eğitim almış öğretmenlerimizin matematik ya da biyoloji öğretmenlerimizden hiçbir farkı olduğunu düşünmüyorum. Hatta el becerisi, enstrüman becerisi ve yaratıcılık yönünden bir adım önde olduklarını bile söyleyebilirim. Bunun yanı sıra örnek işler ortaya koyan eğitim kurumları olmasına rağmen özellikle kültür ve sanat alanında “proje” kavramından uzak olan özel eğitim kurumlarımızın da olduğunu görüyoruz. Sahne performansı gerektiren kültür sanat etkinliklerinde basmakalıp şekilde her yıl aynı standartta yapılan işler yerine, ulusal ve uluslararası alanda ses getirecek örnek işler yapılabileceğine inanıyorum. Elbette bunlar ancak kültür ve sanat kavramlarının gerçek anlamda değerine ve gücüne inanan eğitim kurumları tarafından hayata geçirilebilecektir. Kaldı ki doğru planlanmış ve özellikle veli-öğrenci profili dikkate alınarak ortaya konmuş bir kültür sanat projesi kuruma olan aidiyet duygusundan, kurum öğrencilerinin eğitim yaşamları sırasında atacakları adımlara kadar pek çok konuda önemli rol oynayacaktır. Bu projeler aynı zamanda kurum çalışanlarının, velilerinin ve öğrencilerinin ortak sinerji yaratarak ortaya koyabileceği önemli paylaşımlar olacaktır. Kültür sanat alanındaki derslerin ders saati yetersizliği nedeniyle pek çok kurum yaz ve kış okulları kapsamında özel kurslarla ya da ücretsiz kulüp faaliyetleri ile bu açığı kapatmaya gayret etmektedirler. Bu noktada da doğru planlama, operasyon yönetimi ve uzman eğitmen kadrosunun bu eğitimleri vermesi ya da takip etmesi son derece önemlidir.

Forte Kültür Sanat Akademi olarak özel eğitim kurumlarının kültür sanat programlarının doğru şekilde oluşturulması, bu alanda örnek projelerin hayata geçirilmesi ve kurumların kaliteli akademik eğitim anlayışlarının yanı sıra kaliteli kültür ve sanat eğitim modellerine de sahip olması için çalışıyoruz. Yurt içi ve yurt dışı bağlantılarımız ile öğrencilerimizin yerel değerlere sahip bir şekilde evrensel değerleri görmesini ve özellikle yurt dışındaki kültür sanat projelerine katılım sağlamalarına da yardımcı oluyoruz.

> Herkesin yaptığını yapmamak

Okan Gürbüz – Forte Kültür Akademi Kurucusu

okan_gurbuz_forteDershanelerin kapanması ve özel okullara dönüşüm süreciyle birlikte eğitim sistemimizde zayıf kaldığımız konular daha çok gün yüzüne çıkmaya başladı. Okullarımızın fiziki yapıları, müfredat yetersizliği ve sınav sistemi derken iş TEOG efsanesinin kaldırılmasına kadar geldi. Tabi bu devrim niteliğindeki gelişmeler yıllarca akademik başarı oranı ve özellikle öğrencilerini lise veya üniversitelere yerleştirme oranları ile övünen pek çok özel eğitim kurumunu kara kara düşündürmeye başladı. Dershanelerden özel okula dönüşen temel liselere verilen sürenin de sonuna gelinmesi, durumu iyiden iyiye zorlaştırdı.

Aslında bu belirttiğim adımların hepsini oldukça önemli buluyorum. Zira bu adımlarla öğrenciler için gerçekten okul kavramına yakışan yapılara ve daha donanımlı eğitim modellerine dönüşüm olacağını düşünüyorum, ki bunun somut örneklerini görüyoruz. Özellikle kampüs okul yapısına geçiş ile birlikte özel eğitim kurumlarının öğrencilerine okul öncesi dönemden itibaren sunması gereken nitelikli ve nicelikli eğitim anlayışının zorunlu hale geleceğini umuyorum. Sadece akademik başarı ve eğitim modellerinin değil; öğrencilerin sosyal, fiziksel, kültürel, sportif ve sanatsal kazanımlarına yönelik eğitim programlarının da hayata geçeceğini düşünüyorum. Aslında bu konu özellikle özel eğitim kurumlarının yarışta fark yaratabilmeleri ve geri kalmamaları için zorunlu bir konudur. Köklü özel eğitim kurumlarının yanı sıra son 3 yılda pek çok yeni özel okul açıldığını gözlemliyoruz. Bu okulların hemen hemen hepsinde aynı konular gündemde… STEM, robotik, kodlama bugün pek çok özel eğitim kurumunun tanıtım broşürlerinde ilk sıraları alıyor. Dünya standartlarını yakalamak için son derece değerli olan ve hatta eğitim programlarımıza almakta oldukça geç kaldığımız bu önemli eğitim modellerinin yanında kültür sanat ve sportif eğitimlerde de önemli adımlar atmamız gerektiğine inanıyorum.

Özel eğitim alanında yeni kurumların açılması standartları yükseltecek olsa da özellikle bizim branşımız olan kültür sanat alanında daha ne kadar yol almamız gerektiğini gözler önüne sermektedir. Okullarımızda kültür sanat eğitimleri için gerekli fiziki alan ve materyallerden bu alanlarda eğitim verecek donanımlı öğretmen ihtiyacına kadar pek çok konuda ciddi adımlar atılması gerektiğini görüyoruz. Öğrencilerin sosyal yaşam ve eleştiri yeteneğinin olgunlaşması, geleneksel sanat becerileri ile kültürel miras kavramlarının oluşması, kendini ifade etme ve yaratıcılık olgularının ortaya çıkması, özgüven ve çoğumuzun göz ardı ettiği özsaygı özelliklerinin kazanılması, çevreye duyarlılık, sanatsal yaklaşım kavramlarının kazanımı gibi pek çok konuda önemli olan kültür sanat eğitimlerinin yeterli çerçevede verilmesi ve bunun okul öncesi dönemden itibaren standartlara oturtulması son derece önemlidir. Bu belirtmiş olduğum konularda ciddi adımlar atan özel eğitim kurumları olduğunu görmek alanımız adına oldukça önemli bir gelişmedir. Artık Dünyayı izleyen, takip eden ve anlamaya çalışan bir veli profili oluşmaya başladığını görüyoruz. Özel okulların sayısındaki artış ile eğitimin ticari bir boyut kazandığını ve buna bağlı olarak hizmet alan ile hizmeti sunan taraf arasında da karşılıklı olarak kaliteli hizmet alma ya da kaliteli hizmet sunabilme kaygısı olduğunu gözlemliyoruz. Bu durum başta da belirttiğim gibi eğitim standartlarında yeniliklere ve herkesin yaptığını yapmamak ya da sunmamak şeklinde bir kaygıyı da beraberinde getirmektedir. Eğitim kurumları artık bizim 20 sene evvel yaptığımız 23 Nisan kutlamalarını adeta bir festival havasında yapma gayreti içerisindeler. Bu önemli günleri ya da yıl sonu kapanış etkinliklerini pahalı prodüksiyonlar şeklinde profesyonel salonlarda yapıyorlar. Bu gelinen nokta kültür ve sanat adına son derece önemlidir. Okul öncesi dönem müzik eğitimlerinde Suziki, Orff, Kodaly. Carabo-Cone ve Dalcroze gibi metodları kullanan eğitim kurumlarımız bulunmaktadır. Ayrıca son yıllarda oldukça popüler olan yaratıcı drama eğitimlerini de eğitim programlarına dahil eden kurumlar olduğunu gözlemliyoruz.

Bu önemli adımlar kültür ve sanat alanında ne denli yol aldığımızın bir göstergesi diye düşünmekle birlikte halen almamız gereken oldukça yol olduğunu da düşünüyorum. Öğrenciler üzerinde bu kadar çok olumlu etkisi olan kültür sanat faaliyetlerinin veya derslerinin akademik müfredat içerisinde tamamlayıcı mı yoksa ayrı bir unsur olarak mı işlenmesi gerektiğini halen netleştirebilmiş değiliz. Bu alandaki derslerin ders saatlerinin yetersiz olması, kültür sanat alanında daha donanımlı eğitimler almamızın önündeki en büyük engellerden birisidir… Müfredat içerisindeki ders saati yetersizliği nedeniyle öğrencilerimizin bu alandaki derslere olan bakış açıları da ne yazık ki fizik ya da matematik derslerine verilen önem kadar kuvvetli olmuyor. Dolayısıyla bu alandaki öğretmenlerimize de bakış açısı aynı oranda zayıf kalabiliyor. Halbuki kültür sanat alanında eğitim almış öğretmenlerimizin matematik ya da biyoloji öğretmenlerimizden hiçbir farkı olduğunu düşünmüyorum. Hatta el becerisi, enstrüman becerisi ve yaratıcılık yönünden bir adım önde olduklarını bile söyleyebilirim. Bunun yanı sıra örnek işler ortaya koyan eğitim kurumları olmasına rağmen özellikle kültür ve sanat alanında “proje” kavramından uzak olan özel eğitim kurumlarımızın da olduğunu görüyoruz. Sahne performansı gerektiren kültür sanat etkinliklerinde basmakalıp şekilde her yıl aynı standartta yapılan işler yerine, ulusal ve uluslararası alanda ses getirecek örnek işler yapılabileceğine inanıyorum. Elbette bunlar ancak kültür ve sanat kavramlarının gerçek anlamda değerine ve gücüne inanan eğitim kurumları tarafından hayata geçirilebilecektir. Kaldı ki doğru planlanmış ve özellikle veli-öğrenci profili dikkate alınarak ortaya konmuş bir kültür sanat projesi kuruma olan aidiyet duygusundan, kurum öğrencilerinin eğitim yaşamları sırasında atacakları adımlara kadar pek çok konuda önemli rol oynayacaktır. Bu projeler aynı zamanda kurum çalışanlarının, velilerinin ve öğrencilerinin ortak sinerji yaratarak ortaya koyabileceği önemli paylaşımlar olacaktır. Kültür sanat alanındaki derslerin ders saati yetersizliği nedeniyle pek çok kurum yaz ve kış okulları kapsamında özel kurslarla ya da ücretsiz kulüp faaliyetleri ile bu açığı kapatmaya gayret etmektedirler. Bu noktada da doğru planlama, operasyon yönetimi ve uzman eğitmen kadrosunun bu eğitimleri vermesi ya da takip etmesi son derece önemlidir.

Forte Kültür Sanat Akademi olarak özel eğitim kurumlarının kültür sanat programlarının doğru şekilde oluşturulması, bu alanda örnek projelerin hayata geçirilmesi ve kurumların kaliteli akademik eğitim anlayışlarının yanı sıra kaliteli kültür ve sanat eğitim modellerine de sahip olması için çalışıyoruz. Yurt içi ve yurt dışı bağlantılarımız ile öğrencilerimizin yerel değerlere sahip bir şekilde evrensel değerleri görmesini ve özellikle yurt dışındaki kültür sanat projelerine katılım sağlamalarına da yardımcı oluyoruz.

Son Güncelleme: Salı, 13 Mart 2018 16:41

Gösterim: 13314

Vatan Okulları Rehberlik Merkezi

egitim_oyun_x“Çocuğun hayatında oyunun asli bir önemi vardır: Çocuk, oynarken nasılsa, büyüdüğü zaman iş başında da öyle olacaktır. Bu sebeple bireyin eğitimi her şeyden önce oyun içinde sürdürülür.”
(Makarenko)
İnsanlığın bilgi birikiminin artması ile doğa, teknoloji ve insan yaşamı gibi konulara yönelik soruların cevaplarına bulunan çözümler de çeşitlenmektedir. İnsan yaşamına dair çeşitlenen bu çözümler karşısında eğitimde kullanılan program, yöntem ve tekniklerin de yeni teorilerin ışığında revize edilmesini gerektirmektedir.
Geleceğimizi şekillendirebilmek açısından eğitimimizin ezberci yapısından çıkartılarak toplumun yapılanmasına katkı sağlayacak, bireyin yaratıcılığını arttırarak edilgen konumdan çıkmasına olanak sağlayacak bir değişime ihtiyacı vardır. Bu bağlamda oyunun eğitimdeki yeri ayrıca önem kazanmaktadır. Eğitimin amaçlarına hizmet edebilecek şekilde dönüştürülebilen her türden oyun sınıf ortamında rahatlıkla kullanılabilir. Çocuklar için oyun ve öğrenme birbirlerine paralel giden şeylerdir.
6-11 yaş arası öğrenciler somut düşünme dönemindedirler. Bu nedenle duyu organlarını kullanacakları bir öğrenme ortamı sağlanmalıdır. Özellikle ilköğretim çağındaki öğrencilerde dikkati uzun süre korumak oldukça zordur. Bu durum algılama ve öğrenmeyi içeren bilişsel süreçlerin gelişimi açısından kısıtlayıcı olabilmektedir. Eğitimde oyunun kullanılmasının faydalarından biri dikkati uzun süre yoğunlaştırabilmedir. Oyun ile pasif durumdan aktif duruma daha kolay geçebilen öğrencilerde öğrenme; bilginin beyinlere yüklenmesinden ziyade bilginin hayatta nasıl kullanılması gerektiğinin öğretildiği bir süreç haline gelir.
Oyunun eğitimde kullanılmasının temel amacı; öğrencinin eğlenerek motivasyonlarını ve katılımlarını arttırmak, kelime dağarcığını zenginleştirerek sözel ifade etme becerisini geliştirme, bireysel düşünme ve yaratıcılık kazandırarak günlük yaşam olaylarında daha zengin deneyimler oluşturmalarında yardımcı olmaktır.
vatan_okullari_binaOyunun Eğitimdeki Avantajları
Önemi çok eskiden beri bilinmesine rağmen, oyunun eğitimde bilinçli olarak kullanılması yenidir. Oyun çocuğun doğal öğrenme ortamıdır. Oyun içinde çocuğun duyuları keskinleşir, becerileri artar. Oyun; çocuğun öğrendiklerini pekiştirdiği, kısıtlanmadan yaratıcılığını geliştirdiği ve yaşamına geçirmeden önce pratik yaptığı güvenli bir yeridir.
Ezberleme yoluyla kazandığımız bilgiler bellekte uzun süre kalmazlar ancak bireyi aktif hale getirerek bilgiyi anlamlı şekilde sınıflandırmasını sağlayan oyun ile edinilen yeni bilgiler bellekte uzun süre kalırlar. Oyun ve etkinliklerle öğretim öğrencinin kendi bilişsel süreçlerini işleterek, öğrenme sürecine istekli katılımını sağlaması ve somut bir yaşantıya geçirmesini sağlar. Oyundaki eğlence ve yarışma duygusundan yararlanarak öğrencilerin fiziksel ve zihinsel yeteneklerinin geliştirilmesi sağlanmış olur. Oyunla eğitim sonucunda çocuğun kazanma ve kaybetme anındaki hareketlerini görmeleri ve değerlendirmeleri sağlanarak davranışları olumlu yönde etkilenmesi sağlanır.
Derste kullanılan farklı oyun çeşitleriyle bilgiler, beceriler ve alışkanlıklar çocuğun sadece duyarak ya da görerek edindiği bilgilere göre daha kalıcı hale getirilmiş olur.
Oyun çocuğun yaratıcılığını kullandığı kendine ait ortamıdır. Çocuk için resim renklerle, müzik seslerle, dans hareketlerle oynanan bir oyun gibi düşünülebilir. Bunlar gibi Matematik rakamların, Türkçe de kelimelerin oyunudur.
Eğitim bağlamında oyunun birçok işlevi olabilir:
• Kendini tanımayı öğrenme
• Diğer insanların yaşam rolleri hakkında öğrencileri duyarlı hale getirme
• Öğretilen konuya yönelik motivasyon geliştirme
• Öğrenme performansını arttırma
• Analitik süreçler geliştirme
• Problem çözme becerisini geliştirme
Eğitimde kullanılan çeşitli oyunlar vardır. Bunlar çocuğun pedagojik gelişimi açısından uygunluğuna ve öğretiminin amaçlandığı bilgiye göre çeşitlilik göstermektedir. Kullanılan oyun malzemesi ve çocuğun tek başına kurduğu oyunlar, başka çocukları izleyerek öğrendiği oyunlar, işbirliğine dayanan oyunlar, taklit oyunları, kurallı oyunlar gibi...
Teknolojinin gelişimi ile değişen oyun kültürüne bilgisayar oyunları da eklenmiştir. Bilgisayarlar ve internet teknolojilerin yaşamımızda artan önemine bağlı olarak eğitim ve öğretim alanında da kullanımları artmaktadır. Son zamanlarda matematik, yabancı dil öğrenimi gibi alanlarda oyun paketleri eğitim alanına dahil edilmektedir.
Oyun aracılığıyla amaçlanan öğrenmenin gerçekleşebilmesi için gerekli koşullar sağlanmalıdır. Bütün öğrencilerin ilgisini çeken, sınıf ortamının yapılacak etkinlik için uygun hale getirilmiş olması, sınıftaki her çocuğun oynanacak oyuna yönelik gelişim özellikleri, fiziksel ve bilişsel yetenekleri yeterlilik göstermelidir. Kullanılan materyaller çocuğun yararlanabileceği şekilde düzenlenmiş olup oyunlar çocuğun katkı sağlayabileceği böylelikle psikolojik doyuma ulaşabileceği bir şekilde sunulmalıdır.
Oyun sürecinin eğitime dahil edilmesi aşamasında tercih edilecek oyunun seçimi; kazandırılması amaçlanan beceri ve davranışlara göre değişiklik gösterecektir. Bu bağlamda oyunun gerektirdiği ön hazırlıklar, grup mu yoksa bireysel mi uygulanacak, gereken süre ve araç gereçlerin belirlenmesi, oyunun anlatılması ve değerlendirilmesi gibi aşamalar da önem kazanmaktadır.
Oyunla öğretim sürecinde bilginin aktarımına yönelik amacımıza ulaşabilmek için öğrencinin yeteneklerinin, eğilimlerinin, desteklenmesi gereken yanlarının ve kişiliğinin gözlenmesi gerekmektedir. Sınavların öğrencinin ancak bilişsel kapasitesini belirlemekte olması nedeniyle öğrencinin birçok açıdan izlenmesi ve değerlendirilmesi konunun öğretimi sırasında sürecin nasıl gittiğinin daha sağlıklı göstergesi olacaktır. Oyunların kendilerine has puanlama sistemi ile öğrencinin bilgi edinme kapasitesine yönelik daha ayrıntılı bilgi elde edilmiş olacaktır.
Çağdaş yaşamımızda çözüm beklenen ihtiyaçlardan birisi de artan entelektüel kapasitesi ile birlikte bilgi edinme ve bilgiyi kullanmaya yönelik değişimin gerekliliğidir. Ezberci ve belirli çerçevede sunulan eğitimin verimsiz, kısır döngüsünün kırılma ihtiyacına yönelik en verimli öğrenmenin ‘oyunla öğrenme’ olduğu ilkesi ortaya çıkmaktadır.
Oynayarak öğrenme ilkesi çerçevesinde verilecek olan eğitim programlarının önemi çocuklarımızın eğitim yaşantılarının hemen her döneminde önemli yer tutacak, yaşama dair sorumluluk almalarını kolaylaştırarak, öğrenmenin değerini daha iyi anlamalarını ve en önemlisi de sevmelerini sağlayacaktır.

> Oyun ve öğrenme birbirlerine paralel ilerler

Vatan Okulları Rehberlik Merkezi

egitim_oyun_x“Çocuğun hayatında oyunun asli bir önemi vardır: Çocuk, oynarken nasılsa, büyüdüğü zaman iş başında da öyle olacaktır. Bu sebeple bireyin eğitimi her şeyden önce oyun içinde sürdürülür.”
(Makarenko)
İnsanlığın bilgi birikiminin artması ile doğa, teknoloji ve insan yaşamı gibi konulara yönelik soruların cevaplarına bulunan çözümler de çeşitlenmektedir. İnsan yaşamına dair çeşitlenen bu çözümler karşısında eğitimde kullanılan program, yöntem ve tekniklerin de yeni teorilerin ışığında revize edilmesini gerektirmektedir.
Geleceğimizi şekillendirebilmek açısından eğitimimizin ezberci yapısından çıkartılarak toplumun yapılanmasına katkı sağlayacak, bireyin yaratıcılığını arttırarak edilgen konumdan çıkmasına olanak sağlayacak bir değişime ihtiyacı vardır. Bu bağlamda oyunun eğitimdeki yeri ayrıca önem kazanmaktadır. Eğitimin amaçlarına hizmet edebilecek şekilde dönüştürülebilen her türden oyun sınıf ortamında rahatlıkla kullanılabilir. Çocuklar için oyun ve öğrenme birbirlerine paralel giden şeylerdir.
6-11 yaş arası öğrenciler somut düşünme dönemindedirler. Bu nedenle duyu organlarını kullanacakları bir öğrenme ortamı sağlanmalıdır. Özellikle ilköğretim çağındaki öğrencilerde dikkati uzun süre korumak oldukça zordur. Bu durum algılama ve öğrenmeyi içeren bilişsel süreçlerin gelişimi açısından kısıtlayıcı olabilmektedir. Eğitimde oyunun kullanılmasının faydalarından biri dikkati uzun süre yoğunlaştırabilmedir. Oyun ile pasif durumdan aktif duruma daha kolay geçebilen öğrencilerde öğrenme; bilginin beyinlere yüklenmesinden ziyade bilginin hayatta nasıl kullanılması gerektiğinin öğretildiği bir süreç haline gelir.
Oyunun eğitimde kullanılmasının temel amacı; öğrencinin eğlenerek motivasyonlarını ve katılımlarını arttırmak, kelime dağarcığını zenginleştirerek sözel ifade etme becerisini geliştirme, bireysel düşünme ve yaratıcılık kazandırarak günlük yaşam olaylarında daha zengin deneyimler oluşturmalarında yardımcı olmaktır.
vatan_okullari_binaOyunun Eğitimdeki Avantajları
Önemi çok eskiden beri bilinmesine rağmen, oyunun eğitimde bilinçli olarak kullanılması yenidir. Oyun çocuğun doğal öğrenme ortamıdır. Oyun içinde çocuğun duyuları keskinleşir, becerileri artar. Oyun; çocuğun öğrendiklerini pekiştirdiği, kısıtlanmadan yaratıcılığını geliştirdiği ve yaşamına geçirmeden önce pratik yaptığı güvenli bir yeridir.
Ezberleme yoluyla kazandığımız bilgiler bellekte uzun süre kalmazlar ancak bireyi aktif hale getirerek bilgiyi anlamlı şekilde sınıflandırmasını sağlayan oyun ile edinilen yeni bilgiler bellekte uzun süre kalırlar. Oyun ve etkinliklerle öğretim öğrencinin kendi bilişsel süreçlerini işleterek, öğrenme sürecine istekli katılımını sağlaması ve somut bir yaşantıya geçirmesini sağlar. Oyundaki eğlence ve yarışma duygusundan yararlanarak öğrencilerin fiziksel ve zihinsel yeteneklerinin geliştirilmesi sağlanmış olur. Oyunla eğitim sonucunda çocuğun kazanma ve kaybetme anındaki hareketlerini görmeleri ve değerlendirmeleri sağlanarak davranışları olumlu yönde etkilenmesi sağlanır.
Derste kullanılan farklı oyun çeşitleriyle bilgiler, beceriler ve alışkanlıklar çocuğun sadece duyarak ya da görerek edindiği bilgilere göre daha kalıcı hale getirilmiş olur.
Oyun çocuğun yaratıcılığını kullandığı kendine ait ortamıdır. Çocuk için resim renklerle, müzik seslerle, dans hareketlerle oynanan bir oyun gibi düşünülebilir. Bunlar gibi Matematik rakamların, Türkçe de kelimelerin oyunudur.
Eğitim bağlamında oyunun birçok işlevi olabilir:
• Kendini tanımayı öğrenme
• Diğer insanların yaşam rolleri hakkında öğrencileri duyarlı hale getirme
• Öğretilen konuya yönelik motivasyon geliştirme
• Öğrenme performansını arttırma
• Analitik süreçler geliştirme
• Problem çözme becerisini geliştirme
Eğitimde kullanılan çeşitli oyunlar vardır. Bunlar çocuğun pedagojik gelişimi açısından uygunluğuna ve öğretiminin amaçlandığı bilgiye göre çeşitlilik göstermektedir. Kullanılan oyun malzemesi ve çocuğun tek başına kurduğu oyunlar, başka çocukları izleyerek öğrendiği oyunlar, işbirliğine dayanan oyunlar, taklit oyunları, kurallı oyunlar gibi...
Teknolojinin gelişimi ile değişen oyun kültürüne bilgisayar oyunları da eklenmiştir. Bilgisayarlar ve internet teknolojilerin yaşamımızda artan önemine bağlı olarak eğitim ve öğretim alanında da kullanımları artmaktadır. Son zamanlarda matematik, yabancı dil öğrenimi gibi alanlarda oyun paketleri eğitim alanına dahil edilmektedir.
Oyun aracılığıyla amaçlanan öğrenmenin gerçekleşebilmesi için gerekli koşullar sağlanmalıdır. Bütün öğrencilerin ilgisini çeken, sınıf ortamının yapılacak etkinlik için uygun hale getirilmiş olması, sınıftaki her çocuğun oynanacak oyuna yönelik gelişim özellikleri, fiziksel ve bilişsel yetenekleri yeterlilik göstermelidir. Kullanılan materyaller çocuğun yararlanabileceği şekilde düzenlenmiş olup oyunlar çocuğun katkı sağlayabileceği böylelikle psikolojik doyuma ulaşabileceği bir şekilde sunulmalıdır.
Oyun sürecinin eğitime dahil edilmesi aşamasında tercih edilecek oyunun seçimi; kazandırılması amaçlanan beceri ve davranışlara göre değişiklik gösterecektir. Bu bağlamda oyunun gerektirdiği ön hazırlıklar, grup mu yoksa bireysel mi uygulanacak, gereken süre ve araç gereçlerin belirlenmesi, oyunun anlatılması ve değerlendirilmesi gibi aşamalar da önem kazanmaktadır.
Oyunla öğretim sürecinde bilginin aktarımına yönelik amacımıza ulaşabilmek için öğrencinin yeteneklerinin, eğilimlerinin, desteklenmesi gereken yanlarının ve kişiliğinin gözlenmesi gerekmektedir. Sınavların öğrencinin ancak bilişsel kapasitesini belirlemekte olması nedeniyle öğrencinin birçok açıdan izlenmesi ve değerlendirilmesi konunun öğretimi sırasında sürecin nasıl gittiğinin daha sağlıklı göstergesi olacaktır. Oyunların kendilerine has puanlama sistemi ile öğrencinin bilgi edinme kapasitesine yönelik daha ayrıntılı bilgi elde edilmiş olacaktır.
Çağdaş yaşamımızda çözüm beklenen ihtiyaçlardan birisi de artan entelektüel kapasitesi ile birlikte bilgi edinme ve bilgiyi kullanmaya yönelik değişimin gerekliliğidir. Ezberci ve belirli çerçevede sunulan eğitimin verimsiz, kısır döngüsünün kırılma ihtiyacına yönelik en verimli öğrenmenin ‘oyunla öğrenme’ olduğu ilkesi ortaya çıkmaktadır.
Oynayarak öğrenme ilkesi çerçevesinde verilecek olan eğitim programlarının önemi çocuklarımızın eğitim yaşantılarının hemen her döneminde önemli yer tutacak, yaşama dair sorumluluk almalarını kolaylaştırarak, öğrenmenin değerini daha iyi anlamalarını ve en önemlisi de sevmelerini sağlayacaktır.

Son Güncelleme: Pazartesi, 18 Aralık 2017 13:00

Gösterim: 13594


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.