banner

Eşitsizlikler yaratmanın garantili yolu: Eğitim




Hürriyet Gazetesi Yazarı İsmet Berkan’ın bugünkü yazısı.

Eğitim, çok da bilgili ve ilgili olduğum bir alan olmamasına rağmen son aylarda biraz da kaçınılmaz olarak eğitimle ilgileniyorum, okuyorum, öğreniyorum.

Yüksek öğretime Giriş Sınavı sonuçları da vesile oldu, son zamanlarda biçimini fazlasıyla konuştuğumuz eğitim sistemimizin içeriği hakkında bir kez daha düşünme fırsatı verdi.

Önce bir temel gerçeği hatırlamakta fayda var: Türkiye’de daha yüksek refaha erişmenin, bir kuşaktan diğerine geçerken belirgin bir fark yaratmanın, sosyologların deyimiyle sosyal mobilizasyonun veya sınıf atlamanın en garantili yolu eğitim.

* * *

Bunun böyle olduğu vatandaş tarafından da çok iyi bilindiği için eğitime bu kadar yüksek talep var. Gerek ilköğretimden daha iyi ve kaliteli eğitim verdiği düşünülen liselere geçişte, gerekse liseden üniversiteye geçişte yapılan sınavlara katılım bu yüzden çok yüksek. Vatandaş çocuğunun geleceğini eğitimde görüyor.

Onlar öyle görüyor ama biz onlara vaat edilen iyi ve kaliteli eğitimi, bunun sonucu olarak da daha iyi hayatı sunabiliyor muyuz?

Hem hayır hem evet. Sorumuzun

cevabı bu.

Evet, çünkü Türkiye’de çok ama çok az sayıda öğrenciye hizmet veren her düzey eğitim kurumları var. Bu kurumlara girme şansını elde eden çocuklar, kendi kuşağındakilerden bir hayli üstün eğitim alıyor, sonra da bir hayli iyi bir hayatı yaşıyorlar.

Fakat bu az sayıdaki eğitim kurumu çoğunlukla ilköğretim ve lise düzeyinde paralı kurumlar. Bunların o yüksek yıllık eğitim ücretini ödeyebilenler zaten toplumun kremasından geliyorlar ve çocukları da o kremaya gidiyor.

Buna karşılık toplumun bırakın en alttaki kesimlerini orta kesimlerinden gelenler görece bir eşitsizlikle hayata başlıyorlar, en iyi eğitimden yoksun kalıyorlar ve onların sosyal mobilizasyon şansları azalıyor.

Bakın YGS sonuçlarına. En alttaki illerimiz, aynı zamanda en fakir illerimiz. Onları ilelebet sürecek bir fakirliğe mahkum ediyoruz; eğitimsizlik yoluyla.

* * *

Bakın YGS sonuçlarına. Matematik ve fen sınavlarında belirgin bir başarı sağlayan öğrencilerimiz nereden gelmiş,  sağlayamayanlar nereden gelmiş.

Daha hayatın başında o başarısız öğrencileri başarısızlığa mahkum eden sistem yoluyla onları kendi anne-babalarından çok da farklı olmayan bir hayata mecbur ediyoruz.

Eğitimi sosyal eşitsizlikleri gideren bir manivela olarak da kullanmak mümkün, tersine o eşitsizliklerin altını çizen bir manivela olarak da.

Biz maalesef ikincisini yapıyoruz; eğitim sistemi sayesinde sosyal eşitsizliklerimizi arttırıyoruz.

Belki sorunlarımızın kaynağında merkezi sistem vardır

Bilmiyorum eğitim şuralarında hiç bu konu tartışılmış mıdır, eğer tartışılmadıysa bence mutlaka tartışılmalı.

Belki de eğitimle ilgili, eğitimin bu sosyal eşitsizlik yayan, eşitliği ancak sefalette gerçekleştirebilen sorunlarının kökeninde, bizim eğitimi tek bir merkezden yönetmeye çalışmamız yatıyordur.

Ankara’dan baktığınızda, elbette ayrımcılık yapamazsınız, Türkiye’nin dört bir yanına eşit muamele etmelisiniz. Öğretmenleri tek elden işe alıp tek elden atamalı, derslik planlamasını merkezden yapmalısınız.

Ama bu merkeziyetçilik ister istemez Milli Eğitim Bakanlığını hantal, hatta devasa boyutlarda bir cüce haline getiriyor. Kurumun portföyünde yüzbinlerce öğretmen var. Kurum bir işe alım yapacağı zaman 40 bin kişi, 50 bin kişi alıyor. (Bu ağustosta sanırım 45 bin yeni öğretmen alacaklar.) Bakanlık bir mimari proje hazırlattığında bunu yüzlerce binada kullanıyor.

Peki ama ne olur eğitimi yerel yönetimlere devretsek? Binaları, öğretmenleri, hatta öğretmen alım yetkisini illere versek ne olur?

Merkezdeki Milli Eğitim Bakanlığı sadece müfredat planlaması yapsa ve yerele devredilmiş olan eğitimin adam gibi verilip verilmediğini denetleyen müfettişler çalıştırsa, ne olur?

Yerel yönetimler okullarının kalitesi üzerinden birbirleriyle rekabete girse fena mı olur?

Hakkari üst üste iki yıldan fazla eğitimin en altında yer alıyorsa, merkezdeki bakanlık onu yukarı seviyelere çekmek için devreye girse, bir ölçüde bütçe aktarılsa bu dezavantajlı illere...

Türkiye bunları konuşacağı olgunluğa gelmedi mi hâlâ?

Bir kaymak tabaka okulunun değişen öğrenci profili

Robert Kolej, herkesin imrendiği bir okul. Ve her zaman da Türkiye’nin en iyi eğitim veren ilk beş okulundan biri oldu bu okul.

Ancak benim dışarıdan gözleyebildiğim kadarıyla yıllar içinde bu okulun öğrenci profili bir ölçüde değişti.

Bundan 20-25-30 yıl önce Robert Kolej’in fiyatları çok daha ulaşılabilir, ödenebilir fiyatlardı. Ayrıca bugün de var olan burs mekanizmasını çalışıyordu.

O sayede, orta halli ailelerin çocukları da Robert’e girebiliyor, daha üst sınıftan gelen çocuklarla bir arada aynı çatı altında aynı eğitimi alabiliyordu. Toplumun daha alt gelir gruplarından ailelerin çocukları da vardı okulda, onlar bir ölçüde burslu okuyorlardı. Yani, okul belirli bir sınıfa mensup olanların okulu değil, sınavını başaran herkesin okulu gibiydi.

Oysa bugün durum hiç de böyle değil. Gerek merkezi sınavın etkisi ve gerekse eğitime artan talebin okul fiyatlarını çok yukarı çekmesi yüzünden Robert Kolej toplumun orta ve alt kesiminden gelenler için ulaşılabilir bir okul olmaktan çıktı.

Hele son birkaç yıldır, orta ve dar gelir grubundan gelen çocuklar okulu kazanıyor ama kayıt yaptırmıyor veya okulun ücreti yüzünden yaptıramıyor.

Bu değişimde Robert’in bir suçu veya kusuru yok; okul yönetimi eskisi gibi en iyi eğitimi vermeye devam ediyor. Robert her zaman bir ölçüde bir elit okuluydu ama sistem okulu giderek daha fazla elit okulu yapıyor.

(İsmet Berkan-hürriyet)

YASAL UYARI:

Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.



Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.