Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Alpaslan Dartan - PDR Uzmanı / Eğitim Yöneticisi

alpaslan_dartanTürkiye’de eğitim sistemi son yıllarda yalnızca müfredat, sınav yapısı ve teknolojik araçlar açısından değil; ebeveyn, öğretmen ve öğrenci rollerinin yeniden tanımlandığı sosyo-kültürel bir dönüşüm sürecinden de geçiyor.
Yıllardır öğretmen bilgiyi aktaran otorite, öğrenci bilgiyi alan edilgen taraf, ebeveyn ise sürecin dış gözlemcisi konumundayken; bugün bu roller hem birbirine yaklaşmış hem de birbirinden uzaklaşmıştır. Beklentiler artmış, sınırlar belirsizleşmiş, sorumluluk dağılımı ise aynı anda hem genişlemiş hem de daralmıştır. Bugün üçlü yapı daha karşılıklı, etkileşimli ve beklentisi yüksek karmaşık bir ilişki ağına dönüşmüştür.
Dijitalleşme ve bilgiye sınırsız erişimin, aile yapısındaki değişimlerin (çalışan ebeveyn, az çocuklu aile, ebeveyn kaygısının artması), ekonomik rekabetin yükselmesi ve “başarı” beklentisinin erken yaşlara indirgenmesi, öğretmenliğin mesleki statü ve beklenti baskısı arasında sıkışması, Z kuşağı ve Alfa kuşağının öğrenme motivasyonu, dikkat süresi ve değerler dünyasının oldukça farklılaşması, pandemi sonrası “okulun işlevi” nin yeniden tartışılır hale gelmesi gibi faktörler bu dönüşümün arka planında yer alan nedenlerdir.

ROLLER VE SORUMLULUKLAR DEĞİŞİYOR MU?
Artık eğitimde temel soru çocuğun gelişim sorumluluğunu kim üstleniyor? Öğretmen mi, okul mu, aile mi, yoksa öğrencinin kendisi mi?”
Bu çerçevede rol değişiminin ilk ve en görünür alanı ebeveynliktir. Çünkü çocukla ilk teması kuran, fakat eğitimin merkezinden giderek uzaklaşan ya da kendiliğinden çekilen aktör çoğu zaman ebeveyndir. Ebeveynler giderek daha müdahil ama aynı zamanda daha kaygılı, öğretmenler daha çok beklentiye maruz ama daha az yetki sahibi, öğrenciler ise daha özgür görünse de başarı baskısını daha derinden hisseden bir pozisyona yerleşmiştir.

EBEVEYNİN ROLÜNÜ KİM KAPTI?
Bu yeni düzen, yalnızca rol değişimini değil; rol çatışmalarını, iletişim kırılmalarını, güven kaybı ve aidiyet zayıflaması gibi sorunları da beraberinde getiriyor. Kademeler arasında geçişlerde özellikle de ortaokuldan liseye geçerken çocuklardaki değişimi çoğu zaman ebeveynler fark etmezler. Çünkü ebeveynler artık bu dönemde ya ilgisiz ya da çaresizlik içerisindeler. Ve artık “ ”O” artık büyüdü kendi başına,” derler ama o “kendi başına kalmışlık” hissi, ne çocukta özgüvene ne ebeveynde huzura dönüşür. Ebeveynin ilgisizliği kendi seçimi değildir çoğu zaman; hayatın yükü, bitmeyen tempo, çocukla aynı dili konuşamamak… Çaresizliği ise birkaç yılda bir değişen ve bilmediği, içinde doğmadığı bir dünyanın kapısında kalmaktan kaynaklanıyor. Sınav sistemini anlamıyor, dijitalin dilini bilmiyor, duygusal mesafeyi, dengeyi nasıl kuracağını kestiremiyor.
Doğrusu yanlışı yok elbette ama bir zamanlar çocuğun davranışını aile belirlerdi; şimdi algoritmalar, akranlar, içerik üreticileri yönlendiriyor. Anne-babanın sesi artık kısık, velinin rolünü kimin kaptığı sorusuna tek bir cevap yok: biraz okul, biraz ekran, biraz akran. Ve bu üçü, çoğu zaman sevgiyle değil, etkiyle şekillendiriyor genci.

GENÇLERİN TANIĞI OLMAK
Gençler özgürleşiyor, evet. Kendi kararlarını veriyorlar, kendi alanlarını çiziyorlar. Ama o alan, dijital bağımlılıkla çevrili bir sanal özgürlük alanı. Kendini ifade ederken beğeni sayısına, kimliğini inşa ederken görünür olmaya muhtaç hale geliyorlar. Bağımsızlaşırken bağımlılaşmak değil midir bu? Kendi kararını verirken başkasının onayına ihtiyaç duymak. Kendine güvenmek isterken sürekli kıyaslanmak. Kendini bulmak isterken algoritmanın önüne düşmek.
Belki de ebeveynin yeni görevi çoğunlukla “eşlik eden” olmalı. Ne sürekli müdahale eden, ne de tamamen çekilen. Yalnızca yanında duran, ama gözünü kaçırmadan izleyen. Çünkü belki de gençler bir rehbere değil, bir tanığa ihtiyaç duyuyor olabilirler. Sevgiyle karışmış bir farkındalık hâli ve belki de bugünün en eksik kalan ebeveyn becerisi tam olarak budur ne dersiniz?

PEKİ, YA ÖĞRETMEN?
Bir sınıfa girersiniz… Tahtada konusunu anlatan bir öğretmen, karşısında sessizce not tutan öğrenciler. İlk bakışta düzenli, hatta verimli görünür bu tablo. Ama çoğu zaman o sessizliğin altında bir kopukluk yatar: Öğreten anlatır, dinleyen duyar ama birbirlerini anlamazlar. İşte “öğretmen merkezli eğitim”in en görünmez tıkanma noktası tam burada başlar.
Eskiden bilgiye ulaşmak öğretmenden geçerdi. Kitap azdı, kaynak sınırlıydı, o yüzden öğretmen bilgiyi taşıyan bir köprüydü. Bugün bilgi her yerde; videoda, podcast’te, internette. Öğretmen artık “bilginin tek sahibi” değil.
Ama sistemin kendisi hâlâ öyleymiş gibi davranıyor. Çoğu zaman sınıfta hâlâ monolog var; öğrencinin sorusu bile sorgulanabiliyor, çoğu zaman zaman kaybı sayılıyor. Bu yüzden sınıfta etkileşim olmadan öğretmenin sesi yankılandıkça öğrencinin merakı törpüleniyor.
Öğretmenin rolündeki bu dönüşüm, sınıfın merkezini de sessizce yer değiştirmeye zorlamaktadır. Çünkü öğretmenin bilgi aktarıcı olmaktan çıkması, öğrencinin de artık yalnızca bilgi alıcısı olamayacağı anlamına gelir. Öğretmenin bilgi otoriterliğinin zayıfladığı her durumda, öğrenmenin sorumluluğu öğrencinin omuzlarına biraz daha yaklaşır. Ancak bu sorumluluk her zaman bilinçle ya da donanımla olmuyor elbette. Ama bu yaşandıkça eğitimdeki öğrenci açısından kırılma alanı ortaya çıkar: Pasif tüketiciden aktif katılımcıya dönüşme zorunluluğu.
Bugünün gençliği, yalnızca bilgi değil, bağ da kurmak istiyor, bu gerekli de. Kendini duyan, anlamaya çalışan, birlikte düşünebilen bir öğretmen… Artık öğretmenlik, ders anlatmaktan çok anlam üretme sanatı’na dönüştü sanırım. Eğitim tıkanıyor çünkü hâlâ “anlatmak” öncelikli, “anlamak” ise ikincil konumda.
Öğrenci ise artık “ne öğrendiği”nden çok “neden öğrendiği”yle ilgileniyor. Burada gereklilikler ortaya çıkıyor. Sınav sistemi buna çok alan tanımıyor belki ama iyi öğretmenler, sistemin duvarına rağmen o küçük anlam alanlarını açabiliyorlar.
Bugün sınıflarda dikkat süresi kısaldı, öğrenme biçimleri çeşitlendi. Doğal olarak öğretim biçimleri de aynı kalmamalı. Gençler artık sadece dinleyerek değil, dokunarak, tartışarak, deneyimleyerek öğreniyor. Buna rağmen birçok okulda hâlâ “sessiz sınıf = başarılı sınıf” sanrısı yaşanıyor. Hâlbuki sessizlik bazen öğrenmenin değil, ilgisizliğin işaretidir. Ve öğretmen merkezli düzen, öğrencinin katılımını değil, uyumunu ödüllendirir.
Bugün öğretmenlik, bilginin kaynağı otoriterliğini yeniden tanımlama mesleği. Artık bilgiyle değil, ilişkiyle etki kurmak gerekiyor. Öğrenciye “söyleyen” değil, “soran”; “yöneten” değil, “katkı sunan” bir öğretmen figürü… Çünkü çağın öğrencisi sorgulamak istiyor, ama bu sorgulamanın cezalandırılmayacağı bir ortam arıyor. Oysa her iyi öğretmen bilir: Öğrenci kendini güvende hissettiğinde gerçekten öğrenmeye başlar.

PEKİ, ÖĞRENCİNİN YENİ KONUMU NEDİR?
Bir zamanlar öğrenci olmak, bir sürecin parçası olmaktı. Bugün ise bir ekosistemin kullanıcısı. Okul artık sadece bilgi üreten değil, bilgi tüketilen bir yer haline geldi. Bugünün öğrencisi çok şey biliyor, ama az şeyin anlamını düşünüyor. Bilgiyi hızla tüketiyor, ama içselleştirmeye zamanı ve sabrı yok. Bir videoda, bir gönderide, bir podcastta her şeyi bulabiliyor ama arasa kendini bulamıyor.
Bu kuşak, bilgiyi üretmeden bilmenin tuhaf konforuyla büyüyor. Oysa gerçek öğrenme, pasif alımla değil aktif katılımla başlar. Eğitim sisteminde en çok konuşulan kavram “katılım” ama en az uygulanan da o maalesef. Yalnızca el kaldırmak ya da proje sunmak değildir ki katılım, öğrencinin öğrenme sürecinde özne haline gelmesidir gerçekte. Yani “ben ne öğrenmek istiyorum?” sorusunu sorabilmesidir. “Ne öğreteceğiz?” sorusuna takılıp kalmadan.
Bugünün bilgi dünyasında en kıymetli beceri artık ezber değil, yorumlama. Bilgiye ulaşmak kolay, ama anlam kurmak zor. Bu yüzden “öğrenmeyi öğretmek” klişe bir slogan değil, bir zorunluluk haline gelmiştir. Kendi öğrenme tarzını tanıyan, bilgiyle bağ kurabilen, merakını sürdürebilen bir öğrenci profili…
Öğrenciyi tüketiciden üreticiye dönüştürmenin yolu ise sınav sistemini tamamen değiştirmekten geçmiyor, bazen küçük adımlar bile büyük dönüşüm yaratır: Öğrenciye fikrini sorma cesareti göstermek, not yerine sürece değer vermek, yanıt beklemek yerine soru üretmesini besleyebilmek... Çünkü öğrenciye güvenmek, onu “başarılı” yapmanın değil, “özgün” kılmanın ilk adımıdır.
Kanımca Türkiye’de eğitim ekosistemi bugün, “kimin ne bildiğinden” daha çok, “kimin hangi rolü üstlendiği ve nerede sorumluluk aldığı” sorusuyla sınanıyor. Ebeveynler, çocuğun her başarısında hak sahibi; her başarısızlığında sistemden şikâyetçi konumdadır, destekleyici rol ile kontrol edici rol arasında gidip gelmektedirler. Öğretmenler, hem akademik çıktı üretmek hem duygusal rehberlik yapmak hem de veli memnuniyeti sağlamak gibi çoklu baskılar altındadır. Öğrenciler, seçim hakkı olduğunu düşünmelerine rağmen, çoğu zaman kendi hayatlarının öznesi değil; beklentilerin nesnesi haline gelmektedir.
Bu tablo bize şunu gösteriyor ki; Bugünün temel ihtiyacı “daha çok içerik” değil; daha sağlıklı ilişki ve rol paylaşımıdır. Eğitimde başarı, yalnızca sınav sonuçlarıyla değil; ebeveyn-öğretmen-öğrenci üçgeninde kurulan güven, iletişim ve işbirliği düzeyiyle ölçülecektir. Okullar, artık sadece bilgi aktaran kurumlar değil; ebeveyn eğitimini, öğretmen destek sistemini ve öğrencinin duygusal dayanıklılığını birlikte inşa eden topluluk alanlarına dönüşmek zorundadır.
Sonuç olarak; Eğitimdeki asıl kriz “bilgi eksikliği” değil, rol belirsizliği ve sorumluluk dengesizliğidir.
Ebeveyn, okul, öğretmen ve öğrenci arasındaki sorumluluk dengesi zayıfladığında; eğitim yalnızca akademik değil, duygusal ve toplumsal olarak da işlev kaybına uğramaktadır. Bu nedenle çözüm, bireyleri suçlayan söylemlerden değil, rollerin yeniden tanımlandığı bir ortak eğitim kültüründen geçmektedir.
Peki, biz, eğitimdeki bu rol çatışmasını çözecek ortak zemini ne zaman kuracağız?

 

> Eğitimde Değişen Roller: Ebeveyn’in Rolünü Kim Aldı?

Alpaslan Dartan - PDR Uzmanı / Eğitim Yöneticisi

alpaslan_dartanTürkiye’de eğitim sistemi son yıllarda yalnızca müfredat, sınav yapısı ve teknolojik araçlar açısından değil; ebeveyn, öğretmen ve öğrenci rollerinin yeniden tanımlandığı sosyo-kültürel bir dönüşüm sürecinden de geçiyor.
Yıllardır öğretmen bilgiyi aktaran otorite, öğrenci bilgiyi alan edilgen taraf, ebeveyn ise sürecin dış gözlemcisi konumundayken; bugün bu roller hem birbirine yaklaşmış hem de birbirinden uzaklaşmıştır. Beklentiler artmış, sınırlar belirsizleşmiş, sorumluluk dağılımı ise aynı anda hem genişlemiş hem de daralmıştır. Bugün üçlü yapı daha karşılıklı, etkileşimli ve beklentisi yüksek karmaşık bir ilişki ağına dönüşmüştür.
Dijitalleşme ve bilgiye sınırsız erişimin, aile yapısındaki değişimlerin (çalışan ebeveyn, az çocuklu aile, ebeveyn kaygısının artması), ekonomik rekabetin yükselmesi ve “başarı” beklentisinin erken yaşlara indirgenmesi, öğretmenliğin mesleki statü ve beklenti baskısı arasında sıkışması, Z kuşağı ve Alfa kuşağının öğrenme motivasyonu, dikkat süresi ve değerler dünyasının oldukça farklılaşması, pandemi sonrası “okulun işlevi” nin yeniden tartışılır hale gelmesi gibi faktörler bu dönüşümün arka planında yer alan nedenlerdir.

ROLLER VE SORUMLULUKLAR DEĞİŞİYOR MU?
Artık eğitimde temel soru çocuğun gelişim sorumluluğunu kim üstleniyor? Öğretmen mi, okul mu, aile mi, yoksa öğrencinin kendisi mi?”
Bu çerçevede rol değişiminin ilk ve en görünür alanı ebeveynliktir. Çünkü çocukla ilk teması kuran, fakat eğitimin merkezinden giderek uzaklaşan ya da kendiliğinden çekilen aktör çoğu zaman ebeveyndir. Ebeveynler giderek daha müdahil ama aynı zamanda daha kaygılı, öğretmenler daha çok beklentiye maruz ama daha az yetki sahibi, öğrenciler ise daha özgür görünse de başarı baskısını daha derinden hisseden bir pozisyona yerleşmiştir.

EBEVEYNİN ROLÜNÜ KİM KAPTI?
Bu yeni düzen, yalnızca rol değişimini değil; rol çatışmalarını, iletişim kırılmalarını, güven kaybı ve aidiyet zayıflaması gibi sorunları da beraberinde getiriyor. Kademeler arasında geçişlerde özellikle de ortaokuldan liseye geçerken çocuklardaki değişimi çoğu zaman ebeveynler fark etmezler. Çünkü ebeveynler artık bu dönemde ya ilgisiz ya da çaresizlik içerisindeler. Ve artık “ ”O” artık büyüdü kendi başına,” derler ama o “kendi başına kalmışlık” hissi, ne çocukta özgüvene ne ebeveynde huzura dönüşür. Ebeveynin ilgisizliği kendi seçimi değildir çoğu zaman; hayatın yükü, bitmeyen tempo, çocukla aynı dili konuşamamak… Çaresizliği ise birkaç yılda bir değişen ve bilmediği, içinde doğmadığı bir dünyanın kapısında kalmaktan kaynaklanıyor. Sınav sistemini anlamıyor, dijitalin dilini bilmiyor, duygusal mesafeyi, dengeyi nasıl kuracağını kestiremiyor.
Doğrusu yanlışı yok elbette ama bir zamanlar çocuğun davranışını aile belirlerdi; şimdi algoritmalar, akranlar, içerik üreticileri yönlendiriyor. Anne-babanın sesi artık kısık, velinin rolünü kimin kaptığı sorusuna tek bir cevap yok: biraz okul, biraz ekran, biraz akran. Ve bu üçü, çoğu zaman sevgiyle değil, etkiyle şekillendiriyor genci.

GENÇLERİN TANIĞI OLMAK
Gençler özgürleşiyor, evet. Kendi kararlarını veriyorlar, kendi alanlarını çiziyorlar. Ama o alan, dijital bağımlılıkla çevrili bir sanal özgürlük alanı. Kendini ifade ederken beğeni sayısına, kimliğini inşa ederken görünür olmaya muhtaç hale geliyorlar. Bağımsızlaşırken bağımlılaşmak değil midir bu? Kendi kararını verirken başkasının onayına ihtiyaç duymak. Kendine güvenmek isterken sürekli kıyaslanmak. Kendini bulmak isterken algoritmanın önüne düşmek.
Belki de ebeveynin yeni görevi çoğunlukla “eşlik eden” olmalı. Ne sürekli müdahale eden, ne de tamamen çekilen. Yalnızca yanında duran, ama gözünü kaçırmadan izleyen. Çünkü belki de gençler bir rehbere değil, bir tanığa ihtiyaç duyuyor olabilirler. Sevgiyle karışmış bir farkındalık hâli ve belki de bugünün en eksik kalan ebeveyn becerisi tam olarak budur ne dersiniz?

PEKİ, YA ÖĞRETMEN?
Bir sınıfa girersiniz… Tahtada konusunu anlatan bir öğretmen, karşısında sessizce not tutan öğrenciler. İlk bakışta düzenli, hatta verimli görünür bu tablo. Ama çoğu zaman o sessizliğin altında bir kopukluk yatar: Öğreten anlatır, dinleyen duyar ama birbirlerini anlamazlar. İşte “öğretmen merkezli eğitim”in en görünmez tıkanma noktası tam burada başlar.
Eskiden bilgiye ulaşmak öğretmenden geçerdi. Kitap azdı, kaynak sınırlıydı, o yüzden öğretmen bilgiyi taşıyan bir köprüydü. Bugün bilgi her yerde; videoda, podcast’te, internette. Öğretmen artık “bilginin tek sahibi” değil.
Ama sistemin kendisi hâlâ öyleymiş gibi davranıyor. Çoğu zaman sınıfta hâlâ monolog var; öğrencinin sorusu bile sorgulanabiliyor, çoğu zaman zaman kaybı sayılıyor. Bu yüzden sınıfta etkileşim olmadan öğretmenin sesi yankılandıkça öğrencinin merakı törpüleniyor.
Öğretmenin rolündeki bu dönüşüm, sınıfın merkezini de sessizce yer değiştirmeye zorlamaktadır. Çünkü öğretmenin bilgi aktarıcı olmaktan çıkması, öğrencinin de artık yalnızca bilgi alıcısı olamayacağı anlamına gelir. Öğretmenin bilgi otoriterliğinin zayıfladığı her durumda, öğrenmenin sorumluluğu öğrencinin omuzlarına biraz daha yaklaşır. Ancak bu sorumluluk her zaman bilinçle ya da donanımla olmuyor elbette. Ama bu yaşandıkça eğitimdeki öğrenci açısından kırılma alanı ortaya çıkar: Pasif tüketiciden aktif katılımcıya dönüşme zorunluluğu.
Bugünün gençliği, yalnızca bilgi değil, bağ da kurmak istiyor, bu gerekli de. Kendini duyan, anlamaya çalışan, birlikte düşünebilen bir öğretmen… Artık öğretmenlik, ders anlatmaktan çok anlam üretme sanatı’na dönüştü sanırım. Eğitim tıkanıyor çünkü hâlâ “anlatmak” öncelikli, “anlamak” ise ikincil konumda.
Öğrenci ise artık “ne öğrendiği”nden çok “neden öğrendiği”yle ilgileniyor. Burada gereklilikler ortaya çıkıyor. Sınav sistemi buna çok alan tanımıyor belki ama iyi öğretmenler, sistemin duvarına rağmen o küçük anlam alanlarını açabiliyorlar.
Bugün sınıflarda dikkat süresi kısaldı, öğrenme biçimleri çeşitlendi. Doğal olarak öğretim biçimleri de aynı kalmamalı. Gençler artık sadece dinleyerek değil, dokunarak, tartışarak, deneyimleyerek öğreniyor. Buna rağmen birçok okulda hâlâ “sessiz sınıf = başarılı sınıf” sanrısı yaşanıyor. Hâlbuki sessizlik bazen öğrenmenin değil, ilgisizliğin işaretidir. Ve öğretmen merkezli düzen, öğrencinin katılımını değil, uyumunu ödüllendirir.
Bugün öğretmenlik, bilginin kaynağı otoriterliğini yeniden tanımlama mesleği. Artık bilgiyle değil, ilişkiyle etki kurmak gerekiyor. Öğrenciye “söyleyen” değil, “soran”; “yöneten” değil, “katkı sunan” bir öğretmen figürü… Çünkü çağın öğrencisi sorgulamak istiyor, ama bu sorgulamanın cezalandırılmayacağı bir ortam arıyor. Oysa her iyi öğretmen bilir: Öğrenci kendini güvende hissettiğinde gerçekten öğrenmeye başlar.

PEKİ, ÖĞRENCİNİN YENİ KONUMU NEDİR?
Bir zamanlar öğrenci olmak, bir sürecin parçası olmaktı. Bugün ise bir ekosistemin kullanıcısı. Okul artık sadece bilgi üreten değil, bilgi tüketilen bir yer haline geldi. Bugünün öğrencisi çok şey biliyor, ama az şeyin anlamını düşünüyor. Bilgiyi hızla tüketiyor, ama içselleştirmeye zamanı ve sabrı yok. Bir videoda, bir gönderide, bir podcastta her şeyi bulabiliyor ama arasa kendini bulamıyor.
Bu kuşak, bilgiyi üretmeden bilmenin tuhaf konforuyla büyüyor. Oysa gerçek öğrenme, pasif alımla değil aktif katılımla başlar. Eğitim sisteminde en çok konuşulan kavram “katılım” ama en az uygulanan da o maalesef. Yalnızca el kaldırmak ya da proje sunmak değildir ki katılım, öğrencinin öğrenme sürecinde özne haline gelmesidir gerçekte. Yani “ben ne öğrenmek istiyorum?” sorusunu sorabilmesidir. “Ne öğreteceğiz?” sorusuna takılıp kalmadan.
Bugünün bilgi dünyasında en kıymetli beceri artık ezber değil, yorumlama. Bilgiye ulaşmak kolay, ama anlam kurmak zor. Bu yüzden “öğrenmeyi öğretmek” klişe bir slogan değil, bir zorunluluk haline gelmiştir. Kendi öğrenme tarzını tanıyan, bilgiyle bağ kurabilen, merakını sürdürebilen bir öğrenci profili…
Öğrenciyi tüketiciden üreticiye dönüştürmenin yolu ise sınav sistemini tamamen değiştirmekten geçmiyor, bazen küçük adımlar bile büyük dönüşüm yaratır: Öğrenciye fikrini sorma cesareti göstermek, not yerine sürece değer vermek, yanıt beklemek yerine soru üretmesini besleyebilmek... Çünkü öğrenciye güvenmek, onu “başarılı” yapmanın değil, “özgün” kılmanın ilk adımıdır.
Kanımca Türkiye’de eğitim ekosistemi bugün, “kimin ne bildiğinden” daha çok, “kimin hangi rolü üstlendiği ve nerede sorumluluk aldığı” sorusuyla sınanıyor. Ebeveynler, çocuğun her başarısında hak sahibi; her başarısızlığında sistemden şikâyetçi konumdadır, destekleyici rol ile kontrol edici rol arasında gidip gelmektedirler. Öğretmenler, hem akademik çıktı üretmek hem duygusal rehberlik yapmak hem de veli memnuniyeti sağlamak gibi çoklu baskılar altındadır. Öğrenciler, seçim hakkı olduğunu düşünmelerine rağmen, çoğu zaman kendi hayatlarının öznesi değil; beklentilerin nesnesi haline gelmektedir.
Bu tablo bize şunu gösteriyor ki; Bugünün temel ihtiyacı “daha çok içerik” değil; daha sağlıklı ilişki ve rol paylaşımıdır. Eğitimde başarı, yalnızca sınav sonuçlarıyla değil; ebeveyn-öğretmen-öğrenci üçgeninde kurulan güven, iletişim ve işbirliği düzeyiyle ölçülecektir. Okullar, artık sadece bilgi aktaran kurumlar değil; ebeveyn eğitimini, öğretmen destek sistemini ve öğrencinin duygusal dayanıklılığını birlikte inşa eden topluluk alanlarına dönüşmek zorundadır.
Sonuç olarak; Eğitimdeki asıl kriz “bilgi eksikliği” değil, rol belirsizliği ve sorumluluk dengesizliğidir.
Ebeveyn, okul, öğretmen ve öğrenci arasındaki sorumluluk dengesi zayıfladığında; eğitim yalnızca akademik değil, duygusal ve toplumsal olarak da işlev kaybına uğramaktadır. Bu nedenle çözüm, bireyleri suçlayan söylemlerden değil, rollerin yeniden tanımlandığı bir ortak eğitim kültüründen geçmektedir.
Peki, biz, eğitimdeki bu rol çatışmasını çözecek ortak zemini ne zaman kuracağız?

 

Son Güncelleme: Çarşamba, 26 Kasım 2025 12:13

Gösterim: 619

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartanHaziran Eylül ayları Liselerden yeni mezun öğrenciler ile önceki yıllarda mezun olmuş gençlerin Üniversite okuma hayallerini gerçekleştirmeye yönelik eylemlerinin yoğunlaştığı aylardır. Adaylar genellikle Yükseköğretim Kurumları Sınavlarına Haziran ayının 3 ya da 4. Haftasında girerler, Temmuz ayında sonuçların açıklanması ve ardından yapılan üniversite ve bölüm tercihleri sonrası heyecanlı bir bekleyişe geçerler. Bu yıl da bu süreç tamamlandı, sonuçlar açıklandı ve adaylar hangi üniversitelere ve bölümlere yerleştiklerini öğrendiler. Yükseköğretim Kurumları Sınavları genellikle az bir kesimin sevindiği çoğunluklu adayların da beklediğini bulamadığı bir sınav hüviyetindedir maalesef. Başvuru çok kontenjan az olunca da bu beklenilen bir sonuçtur ülkemiz için.

Bu sınavların sonuçları ve sonuçların yoruma açık istatistiki verileri her yıl olduğu gibi bu yıl da kamuoyu gündemini oldukça meşgul etti. Aslına bakarsanız sıfır çekenlerin konuşulduğu, test ortalamalarının düşük oluşunun dert edinildiği ya da eksi netlerle bile bir programa yerleşebilmenin mümkün olduğu ya da parasız eğitim hakkı üzerinden vakıf üniversitelerinin eleştirildiği ücretlerinin artık karşılanamayacak düzeye geldiği konuları ağırlıklı olarak tartışılırken bu yıl özellikle son sınıf düzeyinde sınava başvuran, başvurduğu halde ve tercih hakkı olmasına rağmen tercih yapmayan öğrenci sayısının fazlalığı en çok konuşulan konular arasında kendine yer buldu.

Kontenjanların devlet üniversitelerinde azaltılması, vakıf üniversitelerinde bir nebze olsun artırılması, vatandaşların sosyo-ekonomik koşulları ve bununla ilintili vakıf üniversitelerinin ücret politikaları, yerleştirme verilerinin devlet üniversitelerinin doluluk oranlarını yüksek göstermesi buna karşılık vakıf üniversitelerindeki öğrenci sayısındaki hatırı sayılır düşüş bu yıl da yine çok konuşulan konular arasında yer aldı.

Gizli bir tehlikenin dünden bugüne yavaş yavaş geldiğini görmek gerekiyor. Zaman zaman politika analistlerinin paylaştığı ve uyardığı bir konu var Türkiye’de yaşlı nüfus son on yılda %49 arttığı ile ilgili. Dünyada ve ülkemizdeki genel kabul, 65 ve üzeri yaştaki bireylerin ‘yaşlı nüfus’ olarak tanımlanıyor, özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde doğum oranlarının düşmesinin yanı sıra doğumda ve yaşlılıkta beklenen yaşam sürelerinin uzaması da yaşlı nüfusun ve toplam nüfus içerindeki payının artmasına neden olmaktadır.

Bu bir tehlike ise bunun bir örneğinin de yavaş yavaş Ortaöğretim ve Yükseköğretimde yaşanmaya başladığını söyleyebilirim. Hem okul çağında olduğu halde eğitim hayatının dışında bulunan bireylerin sayısının artması, eğitimde cinsiyet temelli eşitsizliklerin görünür olması, Liselerimizden mezun olan gençlerin üniversiteli olma arzularının ve isteklerinin gittikçe azalması örnek durumlardır. ÖSYM verileri üzerinden okuyacak olursak son 5 yılın sınava başvurular ve yerleştirme sonuçları gösteriyor ki belirli nedenlerle sınava başvurun aday sayısının sanılanın aksine yavaş yavaş azaldığını, son sınıftan mezun olan aday sayılarının da niceliksel olarak hem azaldığını hem de adayların sınav başarılarının bekleneni veremediğini söyleyebiliriz.

Son 5 Yılda YKS Analizi ve Eğilimler

2021–2023 yılları arası YKS’ye başvuran aday sayısında ciddi bir artış (%35 civarı) gözlenirken, 2023’ten sonra (özellikle 2024→2025 döneminde) sınav başvurularında hızlı ve ciddi bir düşüş yaşandığı görülmektedir.

Katılım: Son 5 Yıl

SAYISAL VERİLER

                       
 

2021

 

2022

 

2023

 

TYT Oturumu

AYT Oturumu

YDT Oturumu

 

TYT Oturumu

AYT Oturumu

YDT Oturumu

 

TYT Oturumu

AYT Oturumu

YDT Oturumu

Başvuran Aday Sayısı

2.592.390

1.781.678

130.491

 

3.234.318

2.056.466

168.418

 

3.527.443

2.573.169

338.009

Sınava Giren Aday Sayısı

2.416.974

1.627.145

104.917

 

3.008.287

1.852.678

132.485

 

2.995.638

1.980.534

173.003

Sınava Girmeyen Aday Sayısı

175.416

154.533

25.574

 

226.031

203.788

35.933

 

531.805

592.635

165.006

Sınavı Geçersiz Sayılan Aday Sayısı

226

62

8

 

258

43

6

 

239

54

3

Sınavı Geçerli Aday Sayısı

2.416.748

1.627.083

104.909

 

3.008. 029

1.852.635

132.479

 

2.995.399

1.980.480

173.000

                       
 

2024

 

2025

       
 

TYT Oturumu

AYT Oturumu

YDT Oturumu

 

TYT Oturumu

AYT Oturumu

YDT Oturumu

       

Başvuran Aday Sayısı

3.120.870

2.019.699

233.384

 

2.560.649

1.721.057

215.451

       

Sınava Giren Aday Sayısı

2.819.362

1.776.496

171.090

 

2.351.641

1.549.940

156.040

       

Sınava Girmeyen Aday Sayısı

301.508

243.203

62.294

 

209.008

171.117

59.411

       

Sınavı Geçersiz Sayılan Aday Sayısı

287

47

6

 

244

57

10

       

Sınavı Geçerli Aday Sayısı

2.819.075

1.776.449

171.084

 

2.351.397

1.549.883

156.030

       

Özellikle 2020–2021 yıllarında mezun sayılarında belirgin bir artış yaşanmasının doğal sonucu olarak sınava başvuran aday sayıları da arttı. 2021–2023 yıllarında başvuru sayılarındaki yükselişin önemli nedenlerinden biri, bu sistemin oluşturduğu kalabalık lise son sınıf ve mezun grupları oldu. 4+4+4’ün getirdiği “şişkin sınıflar” 2023’e kadar sınavlara bir şekilde yansıdı. Ancak bu dalga yavaş yavaş normale dönmeye başladı. Yani 2024’te ve 2025’te görülen düşüşün bir nedeni de bu ekstra kalabalık kuşağın sınav sisteminden çıkmaya başlaması oldu. Buna ek olarak, ekonomik nedenler ve yurt dışı eğitim tercihlerinin artması da son yıllarda başvuru sayısında azalmayı destekleyen faktörler arasında sayılabilir.

                          

 

 

 

Son Sınıf Öğrencilerinin Başvurularındaki Düşüş

Öğrenim Durumuna Göre YKS Yerleştirme Sonuçları
Sayısal Bilgiler Karşılaştırma / 2023-2024-2025

               

Öğrenim Durumuna Göre Yerleştirme Puanı Hesaplanan, Yerleştirmeye Başvuran Aday Sayıları

SINAVLARA
GİRENLER
Yerleştirme Puanı
Hesaplanan Aday Sayısı

 

TERCİHTE
BULUNANLAR
Yerleştirmeye
Başvuran Aday Sayısı

 

2025

2024

2023

 

2025

2024

2023

Son Sınıf Düzeyinde

812.210

1.074.712

828.769

 

394.450

535.331

457.521

               

Öğrenim Durumuna Göre Yerleştirmeye Başvuranların ve Başvurmayanların Yüzdesi

Yerleştirmeye
Başvuranların %

 

Yerleştirmeye
Başvurmayan
%

 

2025

2024

2023

 

2025

2024

2023

Son Sınıf Düzeyinde

48,57

49,81

55,20

 

51,43

50,19

44,80

               

Öğrenim Durumuna Göre Yerleşen Aday Sayıları ve Yüzdeleri

Yerleşen Aday Sayısı
Örgün Eğitim / Lisans

2025

 

2024

 

2023

Yerleşen Aday Sayısı

Yerleşen

Aday %

Yerleşen Aday Sayısı

Yerleşen

Aday %

Yerleşen Aday Sayısı

Yerleşen

Aday %

Son Sınıf Düzeyinde

133.700

33,90

191.626

35,80

167.289

36,56

Son sınıf düzeyinde öğrencilerin sistemden uzaklaşmaları aslında yeni değil ama gittikçe artan bir şekilde %51,43’e bu yıl ulaştı. Son Sınıf Düzeyinde adayların %51,43’ü bu yıl yerleştirme için başvuruda bulunmadı. Bu oran 2024’te %50,19 iken 2023’te %44,80 idi. Kısaca son 3 yılda giderek atan bir şekilde Liseyi bitiren öğrenciler içerisinde yurt içinde üniversitede okumak isteyenlerin oranları azalmaktadır.

Başvuran Aday Sayısındaki Değişim

Sınavlarda test ortalamaları değerlendirmelerinde yıllar içerisinde öğrenci başarılarına etki eden faktörlerden birisi de aslında okullarda yaşanan şişirilmiş notlar ve bu notların Orta Öğretim Başarı Puanına etkisi olmuştur. Yıllardır veli ve okulları karşı karşıya getiren not kavgası üniversiteye yerleşimlerde bir puanın hatta “,“ lü puanların oldukça büyük etkisi varken adayların tümüne 30 ila 60 puan aralığında bir ek puan verilmesini sağlayan uygulamada dikkat çekici istatistikler görmek mümkün. Örneğin sadece sınav puanına bakılacak olsa 2025 yılında 500 tam puan alan öğrenci sayısı Dil Puan türünde 5 diğer tüm puan türlerinde 1 öğrenci iken Yerleştirme puanlarına baktığımızda bu sayılar OÖBP nedeniyle oldukça artmıştır bunu her yıl görebiliyoruz. Bu yıllardır eğitimcilerin eleştiri oklarını çevirdikleri bir uygulama olmuştur.

SAYISAL VERİLER

2023 YKS SINAV PUANLARI

 

2023 YKS YERLEŞTİRME PUANLARI

Puan Aralığı

Aday Sayısı

 

Puan Aralığı

Aday Sayısı

TYT

SAYISAL

SÖZEL

EŞİT AĞIRLIK

DİL

 

 

TYT

SAYISAL

SÖZEL

EŞİT AĞIRLIK

DİL

500

1

2

1

1

5

 

550 ve üstü

64

231

1

18

30

480 ve üstü

857

1.821

14

90

229

 

530 ve üstü

2.574

4.106

25

186

530

             

510 ve üstü

11.351

12.729

100

702

1.747

             

490 ve üstü

27.393

25.220

304

1.641

3.707

                         

2024 YKS SINAV PUANLARI

 

2024 YKS YERLEŞTİRME PUANLARI

Puan Aralığı

Aday Sayısı

 

Puan Aralığı

Aday Sayısı

TYT

SAYISAL

SÖZEL

EŞİT AĞIRLIK

DİL

 

 

TYT

SAYISAL

SÖZEL

EŞİT AĞIRLIK

DİL

500

1

1

1

1

5

 

550 ve üstü

59

162

3

5

13

480 ve üstü

986

1.069

20

36

129

 

530 ve üstü

3.017

2.271

31

80

321

             

510 ve üstü

12.996

7.029

142

340

1.178

             

490 ve üstü

29.976

14.673

476

940

2.695

                         

2025 YKS SINAV PUANLARI

 

2025 YKS YERLEŞTİRME PUANLARI

Puan Aralığı

Aday Sayısı

 

Puan Aralığı

Aday Sayısı

TYT

SAYISAL

SÖZEL

EŞİT AĞIRLIK

DİL

 

 

TYT

SAYISAL

SÖZEL

EŞİT AĞIRLIK

DİL

500

1

1

1

1

5

 

550 ve üstü

14

57

1

4

12

480 ve üstü

180

701

4

32

66

 

530 ve üstü

601

1.930

7

58

151

             

510 ve üstü

3.648

7.081

26

261

596

             

490 ve üstü

11.733

16.140

77

742

1.606

Bilginin üretiminde ve yayılmasında merkezi konuma sahip olan üniversiteler bir taraftan bireylere akademik yeterlilik ve yaşamlarını şekillendirecek beceriler kazandırırken diğer taraftan da toplumun ihtiyaç duyduğu her türlü iktisadi, sosyal, kültürel ve teknolojik ilerlemeyi destekleyen kurumlar olmalıdırlar.

Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Erol ÖZVAR’ın “Üniversite İzleme ve Değerlendirme Genel Raporu – 2024” raporunun sunuş yazısında yer verdiği gibi üniversiteler bireysel ve toplumsal gelişmede hayati öneme sahip kurumlara dönüşebilirler. Aslında dünyada yaşanan son derece hızlı ve köklü teknolojik gelişmeler tüm eğitim kademelerinde olduğu gibi yükseköğretimin yapısının da yeniden tanımlanmasını ve organizasyonunu zorunlu hale getirmiştir. Öğrencilerin öğrenme materyallerine daha kolay erişebilmesi, dijital platformların sayıca artması ve çeşitlenmesi bilgiye ulaşmada ve öğrenci ve öğretici ilişkilerinde yeni dinamikler ortaya çıkarmıştır. Özellikle yapay zekâ alanındaki gelişmeler yükseköğretimde çok derin bir etki oluşturmuştur.

Sayın Özvar, sunuş yazısında tüm bunlara değinirken dünyada eğitimin kalitesi, mezunların istihdam edilmesi, öğretim kadrosunun kalitesi, araştırma sayısı, önde gelen bilimsel dergilerde yayınlanan makalelerin sayısı, etkili dergilerde yayınlanan makale sayısı, üniversite öğretim üyelerinin atıf yapılan makale sayısı gibi niteliklerle ölçüldüğünü elbette bilmektedir. Her ilde bir üniversite ya da her ilçede bir yüksekokul açarak sayısal bir gösterinin niteliğe katkısı olmadığını, barajları kaldırarak üniversitelerde boş kalan kontenjanlara eksi netleri olanların bile yerleşmesini sağlayarak öğrenci sayılarında artışlara gitmenin niteliğe hiç mi hiç katkısı yoktur.

Son üç yılın verileri incelendiğinde, vakıf üniversitelerinin ücretli programlarına yerleşen öğrencilerin başarı sıralamalarında belirgin bir düşüş yaşandığı görülmektedir. Bu durum, aslında üniversitelerin kontenjanlarını doldurabilmek için daha düşük puan ve sıradaki adaylara da kapılarını açtıklarını göstermektedir. Öğrenim ücretlerinin sürekli artması nedeniyle tercih edilmeyen programlarda boş kontenjan kalması, hem ekonomik kayıplara hem de kurumsal prestij kaygılarına yol açmakta; bu da üniversiteleri daha esnek kabul politikalarına yöneltmektedir.

Ancak kısa vadede doluluk oranlarını korumaya yönelik bu yaklaşım, uzun vadede ciddi riskler barındırmaktadır. Düşük sıralamalı öğrencilerin artışı, programların akademik seviyesini düşürmekte, mezunların iş gücü piyasasındaki rekabet gücünü zayıflatmakta ve üniversitelerin marka değerini olumsuz etkilemektedir. Sonuç olarak, kontenjanları doldurma uğruna başarı kriterlerini gevşetmek, yalnızca mali bir çözüm değil; aynı zamanda yükseköğretimde kalite, güven ve sürdürülebilirlik açısından yeni sorunların kapısını aralamaktadır.

İSTANBUL'DA 4 VAKIF ÜNİVERSİTESİNİN ÖRNEK BÖLÜMLERDE OYNAKLIĞI

YERLEŞTİRME SILALAMALARI OYNAKLIĞI

Yerleşenlerin Başarı Sırası

 

Üniversite

Fakülte

Program Adı

Bölüm

2024

2023

2022

1

A ÜNİVERSİTESİ 

Mühendislik Fakültesi

Bilgisayar Mühendisliği 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

77.845

32.917

27.405

2

A ÜNİVERSİTESİ 

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

İşletme 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

207.479

194.493

170.963

3

A ÜNİVERSİTESİ 

Mühendislik Fakültesi

Makine Mühendisliği 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

206.137

105.973

124.222

4

A ÜNİVERSİTESİ 

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

Uluslararası İlişkiler 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

321.549

338.508

306.008

5

B ÜNİVERSİTESİ 

Mühendislik Fakültesi

Bilgisayar Mühendisliği 

(İngilizce) (%50 İndirimli) (4 Yıllık)

130.084

92.956

65.433

6

B ÜNİVERSİTESİ 

İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi

İşletme 

(İngilizce) (%50 İndirimli) (4 Yıllık)

470.332

702.683

315.789

7

B ÜNİVERSİTESİ 

Mühendislik Fakültesi

Makine Mühendisliği 

(İngilizce) (%50 İndirimli) (4 Yıllık)

 

Dolmadı

163.070

8

C ÜNİVERSİTESİ 

Mühendislik Fakültesi

Bilgisayar Mühendisliği 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

95.823

243.820

52.897

9

C ÜNİVERSİTESİ 

İşletme Fakültesi

İşletme 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

356.809

363.925

256.842

10

C ÜNİVERSİTESİ 

Mühendislik Fakültesi

Makine Mühendisliği 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

 

134.036

107.777

11

C ÜNİVERSİTESİ 

Sosyal Bilimler Fakültesi

Uluslararası İlişkiler 

(İngilizce) (%50 İndirimli) (4 Yıllık)

405.145

565.357

315.524

12

D ÜNİVERSİTESİ 

Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi

Mühendislik ve Doğa Bilimleri Programları 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

200.794

95.597

 

13

D ÜNİVERSİTESİ 

Yönetim Bilimleri Fakültesi

Yönetim Bilimleri Programları 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

338.690

139.018

144.799

14

D ÜNİVERSİTESİ 

Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi

Sanat ve Sosyal Bilimler Programları 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

591.390

195.607

165.439

Sonuç olarak, yükseköğretime başvurulardaki ve tercih oranlarındaki düşüş, yalnızca öğrenci sayılarındaki doğal azalmanın bir yansıması değildir. Ortaöğretim başarı puanının sınav sonuçları üzerindeki etkisi, adayların sıralamalarında kaymalara yol açmakta ve birçok öğrencinin yerleşme ihtimalini zorlaştırmaktadır. Buna paralel olarak, vakıf üniversitelerinin her yıl katlanarak artan ücretleri, ailelerin kararlarında en belirleyici unsur haline gelmiş; devlet üniversiteleri daha cazip hale gelirken, vakıf üniversitelerinde kontenjan boşlukları giderek büyümüştür.

Bu tablolar, yükseköğretim sisteminde yeni bir denge arayışını zorunlu kılmaktadır. Öğrenci ve aileler açısından fırsat eşitliği ön planda tutulmadığı takdirde, azalan başvurular ve artan boş kontenjanlar uzun vadede nitelikli insan kaynağına zarar verecektir. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte;

  • Ortaöğretim başarı puanının etkisi yeniden gözden geçirilmeli, öğrencilerin sıralamalarını adil biçimde yansıtan bir düzenleme yapılmalıdır. Vakıf üniversitelerinin ücret politikaları daha şeffaf ve erişilebilir hale getirilmeli; burs, indirim ve destek mekanizmaları yaygınlaştırılmalıdır.
  • Devlet ve vakıf üniversiteleri arasındaki dengeyi gözeten bir kontenjan planlaması yapılmalı, arz-talep dengesi korunmalıdır.
  • Bölgesel ihtiyaçlara göre program çeşitliliği artırılmalı, özellikle istihdam alanı güçlü olan bölümlere yönlendirme yapılmalıdır.
  • Yükseköğretimde kaliteyi artırmaya yönelik yatırımlar öncelik haline getirilerek öğrencilerin yalnızca “diploma” için değil, nitelikli bir eğitim için üniversiteye yönelmeleri sağlanmalıdır.

Öngörülebilir gelecekte, bu adımlar atılmadığı takdirde, üniversite kontenjanlarının boş kalması, eğitimde fırsat eşitsizliğinin derinleşmesi ve mezunların iş gücü piyasasında yetersiz donanımlarla karşı karşıya kalması kaçınılmazdır. Ancak doğru politikalarla yönlendirilen bir yükseköğretim sistemi, hem bireylerin hem de ülkenin uzun vadeli kalkınma hedeflerine hizmet edecek güçlü bir yapı kazanabilir.

Kaynak

> Gizli Ama Görünür Bir Tehlike: Üniversite Okumak Cazibesini Yitiriyor Mu?

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartanHaziran Eylül ayları Liselerden yeni mezun öğrenciler ile önceki yıllarda mezun olmuş gençlerin Üniversite okuma hayallerini gerçekleştirmeye yönelik eylemlerinin yoğunlaştığı aylardır. Adaylar genellikle Yükseköğretim Kurumları Sınavlarına Haziran ayının 3 ya da 4. Haftasında girerler, Temmuz ayında sonuçların açıklanması ve ardından yapılan üniversite ve bölüm tercihleri sonrası heyecanlı bir bekleyişe geçerler. Bu yıl da bu süreç tamamlandı, sonuçlar açıklandı ve adaylar hangi üniversitelere ve bölümlere yerleştiklerini öğrendiler. Yükseköğretim Kurumları Sınavları genellikle az bir kesimin sevindiği çoğunluklu adayların da beklediğini bulamadığı bir sınav hüviyetindedir maalesef. Başvuru çok kontenjan az olunca da bu beklenilen bir sonuçtur ülkemiz için.

Bu sınavların sonuçları ve sonuçların yoruma açık istatistiki verileri her yıl olduğu gibi bu yıl da kamuoyu gündemini oldukça meşgul etti. Aslına bakarsanız sıfır çekenlerin konuşulduğu, test ortalamalarının düşük oluşunun dert edinildiği ya da eksi netlerle bile bir programa yerleşebilmenin mümkün olduğu ya da parasız eğitim hakkı üzerinden vakıf üniversitelerinin eleştirildiği ücretlerinin artık karşılanamayacak düzeye geldiği konuları ağırlıklı olarak tartışılırken bu yıl özellikle son sınıf düzeyinde sınava başvuran, başvurduğu halde ve tercih hakkı olmasına rağmen tercih yapmayan öğrenci sayısının fazlalığı en çok konuşulan konular arasında kendine yer buldu.

Kontenjanların devlet üniversitelerinde azaltılması, vakıf üniversitelerinde bir nebze olsun artırılması, vatandaşların sosyo-ekonomik koşulları ve bununla ilintili vakıf üniversitelerinin ücret politikaları, yerleştirme verilerinin devlet üniversitelerinin doluluk oranlarını yüksek göstermesi buna karşılık vakıf üniversitelerindeki öğrenci sayısındaki hatırı sayılır düşüş bu yıl da yine çok konuşulan konular arasında yer aldı.

Gizli bir tehlikenin dünden bugüne yavaş yavaş geldiğini görmek gerekiyor. Zaman zaman politika analistlerinin paylaştığı ve uyardığı bir konu var Türkiye’de yaşlı nüfus son on yılda %49 arttığı ile ilgili. Dünyada ve ülkemizdeki genel kabul, 65 ve üzeri yaştaki bireylerin ‘yaşlı nüfus’ olarak tanımlanıyor, özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde doğum oranlarının düşmesinin yanı sıra doğumda ve yaşlılıkta beklenen yaşam sürelerinin uzaması da yaşlı nüfusun ve toplam nüfus içerindeki payının artmasına neden olmaktadır.

Bu bir tehlike ise bunun bir örneğinin de yavaş yavaş Ortaöğretim ve Yükseköğretimde yaşanmaya başladığını söyleyebilirim. Hem okul çağında olduğu halde eğitim hayatının dışında bulunan bireylerin sayısının artması, eğitimde cinsiyet temelli eşitsizliklerin görünür olması, Liselerimizden mezun olan gençlerin üniversiteli olma arzularının ve isteklerinin gittikçe azalması örnek durumlardır. ÖSYM verileri üzerinden okuyacak olursak son 5 yılın sınava başvurular ve yerleştirme sonuçları gösteriyor ki belirli nedenlerle sınava başvurun aday sayısının sanılanın aksine yavaş yavaş azaldığını, son sınıftan mezun olan aday sayılarının da niceliksel olarak hem azaldığını hem de adayların sınav başarılarının bekleneni veremediğini söyleyebiliriz.

Son 5 Yılda YKS Analizi ve Eğilimler

2021–2023 yılları arası YKS’ye başvuran aday sayısında ciddi bir artış (%35 civarı) gözlenirken, 2023’ten sonra (özellikle 2024→2025 döneminde) sınav başvurularında hızlı ve ciddi bir düşüş yaşandığı görülmektedir.

Katılım: Son 5 Yıl

SAYISAL VERİLER

                       
 

2021

 

2022

 

2023

 

TYT Oturumu

AYT Oturumu

YDT Oturumu

 

TYT Oturumu

AYT Oturumu

YDT Oturumu

 

TYT Oturumu

AYT Oturumu

YDT Oturumu

Başvuran Aday Sayısı

2.592.390

1.781.678

130.491

 

3.234.318

2.056.466

168.418

 

3.527.443

2.573.169

338.009

Sınava Giren Aday Sayısı

2.416.974

1.627.145

104.917

 

3.008.287

1.852.678

132.485

 

2.995.638

1.980.534

173.003

Sınava Girmeyen Aday Sayısı

175.416

154.533

25.574

 

226.031

203.788

35.933

 

531.805

592.635

165.006

Sınavı Geçersiz Sayılan Aday Sayısı

226

62

8

 

258

43

6

 

239

54

3

Sınavı Geçerli Aday Sayısı

2.416.748

1.627.083

104.909

 

3.008. 029

1.852.635

132.479

 

2.995.399

1.980.480

173.000

                       
 

2024

 

2025

       
 

TYT Oturumu

AYT Oturumu

YDT Oturumu

 

TYT Oturumu

AYT Oturumu

YDT Oturumu

       

Başvuran Aday Sayısı

3.120.870

2.019.699

233.384

 

2.560.649

1.721.057

215.451

       

Sınava Giren Aday Sayısı

2.819.362

1.776.496

171.090

 

2.351.641

1.549.940

156.040

       

Sınava Girmeyen Aday Sayısı

301.508

243.203

62.294

 

209.008

171.117

59.411

       

Sınavı Geçersiz Sayılan Aday Sayısı

287

47

6

 

244

57

10

       

Sınavı Geçerli Aday Sayısı

2.819.075

1.776.449

171.084

 

2.351.397

1.549.883

156.030

       

Özellikle 2020–2021 yıllarında mezun sayılarında belirgin bir artış yaşanmasının doğal sonucu olarak sınava başvuran aday sayıları da arttı. 2021–2023 yıllarında başvuru sayılarındaki yükselişin önemli nedenlerinden biri, bu sistemin oluşturduğu kalabalık lise son sınıf ve mezun grupları oldu. 4+4+4’ün getirdiği “şişkin sınıflar” 2023’e kadar sınavlara bir şekilde yansıdı. Ancak bu dalga yavaş yavaş normale dönmeye başladı. Yani 2024’te ve 2025’te görülen düşüşün bir nedeni de bu ekstra kalabalık kuşağın sınav sisteminden çıkmaya başlaması oldu. Buna ek olarak, ekonomik nedenler ve yurt dışı eğitim tercihlerinin artması da son yıllarda başvuru sayısında azalmayı destekleyen faktörler arasında sayılabilir.

                          

 

 

 

Son Sınıf Öğrencilerinin Başvurularındaki Düşüş

Öğrenim Durumuna Göre YKS Yerleştirme Sonuçları
Sayısal Bilgiler Karşılaştırma / 2023-2024-2025

               

Öğrenim Durumuna Göre Yerleştirme Puanı Hesaplanan, Yerleştirmeye Başvuran Aday Sayıları

SINAVLARA
GİRENLER
Yerleştirme Puanı
Hesaplanan Aday Sayısı

 

TERCİHTE
BULUNANLAR
Yerleştirmeye
Başvuran Aday Sayısı

 

2025

2024

2023

 

2025

2024

2023

Son Sınıf Düzeyinde

812.210

1.074.712

828.769

 

394.450

535.331

457.521

               

Öğrenim Durumuna Göre Yerleştirmeye Başvuranların ve Başvurmayanların Yüzdesi

Yerleştirmeye
Başvuranların %

 

Yerleştirmeye
Başvurmayan
%

 

2025

2024

2023

 

2025

2024

2023

Son Sınıf Düzeyinde

48,57

49,81

55,20

 

51,43

50,19

44,80

               

Öğrenim Durumuna Göre Yerleşen Aday Sayıları ve Yüzdeleri

Yerleşen Aday Sayısı
Örgün Eğitim / Lisans

2025

 

2024

 

2023

Yerleşen Aday Sayısı

Yerleşen

Aday %

Yerleşen Aday Sayısı

Yerleşen

Aday %

Yerleşen Aday Sayısı

Yerleşen

Aday %

Son Sınıf Düzeyinde

133.700

33,90

191.626

35,80

167.289

36,56

Son sınıf düzeyinde öğrencilerin sistemden uzaklaşmaları aslında yeni değil ama gittikçe artan bir şekilde %51,43’e bu yıl ulaştı. Son Sınıf Düzeyinde adayların %51,43’ü bu yıl yerleştirme için başvuruda bulunmadı. Bu oran 2024’te %50,19 iken 2023’te %44,80 idi. Kısaca son 3 yılda giderek atan bir şekilde Liseyi bitiren öğrenciler içerisinde yurt içinde üniversitede okumak isteyenlerin oranları azalmaktadır.

Başvuran Aday Sayısındaki Değişim

Sınavlarda test ortalamaları değerlendirmelerinde yıllar içerisinde öğrenci başarılarına etki eden faktörlerden birisi de aslında okullarda yaşanan şişirilmiş notlar ve bu notların Orta Öğretim Başarı Puanına etkisi olmuştur. Yıllardır veli ve okulları karşı karşıya getiren not kavgası üniversiteye yerleşimlerde bir puanın hatta “,“ lü puanların oldukça büyük etkisi varken adayların tümüne 30 ila 60 puan aralığında bir ek puan verilmesini sağlayan uygulamada dikkat çekici istatistikler görmek mümkün. Örneğin sadece sınav puanına bakılacak olsa 2025 yılında 500 tam puan alan öğrenci sayısı Dil Puan türünde 5 diğer tüm puan türlerinde 1 öğrenci iken Yerleştirme puanlarına baktığımızda bu sayılar OÖBP nedeniyle oldukça artmıştır bunu her yıl görebiliyoruz. Bu yıllardır eğitimcilerin eleştiri oklarını çevirdikleri bir uygulama olmuştur.

SAYISAL VERİLER

2023 YKS SINAV PUANLARI

 

2023 YKS YERLEŞTİRME PUANLARI

Puan Aralığı

Aday Sayısı

 

Puan Aralığı

Aday Sayısı

TYT

SAYISAL

SÖZEL

EŞİT AĞIRLIK

DİL

 

 

TYT

SAYISAL

SÖZEL

EŞİT AĞIRLIK

DİL

500

1

2

1

1

5

 

550 ve üstü

64

231

1

18

30

480 ve üstü

857

1.821

14

90

229

 

530 ve üstü

2.574

4.106

25

186

530

             

510 ve üstü

11.351

12.729

100

702

1.747

             

490 ve üstü

27.393

25.220

304

1.641

3.707

                         

2024 YKS SINAV PUANLARI

 

2024 YKS YERLEŞTİRME PUANLARI

Puan Aralığı

Aday Sayısı

 

Puan Aralığı

Aday Sayısı

TYT

SAYISAL

SÖZEL

EŞİT AĞIRLIK

DİL

 

 

TYT

SAYISAL

SÖZEL

EŞİT AĞIRLIK

DİL

500

1

1

1

1

5

 

550 ve üstü

59

162

3

5

13

480 ve üstü

986

1.069

20

36

129

 

530 ve üstü

3.017

2.271

31

80

321

             

510 ve üstü

12.996

7.029

142

340

1.178

             

490 ve üstü

29.976

14.673

476

940

2.695

                         

2025 YKS SINAV PUANLARI

 

2025 YKS YERLEŞTİRME PUANLARI

Puan Aralığı

Aday Sayısı

 

Puan Aralığı

Aday Sayısı

TYT

SAYISAL

SÖZEL

EŞİT AĞIRLIK

DİL

 

 

TYT

SAYISAL

SÖZEL

EŞİT AĞIRLIK

DİL

500

1

1

1

1

5

 

550 ve üstü

14

57

1

4

12

480 ve üstü

180

701

4

32

66

 

530 ve üstü

601

1.930

7

58

151

             

510 ve üstü

3.648

7.081

26

261

596

             

490 ve üstü

11.733

16.140

77

742

1.606

Bilginin üretiminde ve yayılmasında merkezi konuma sahip olan üniversiteler bir taraftan bireylere akademik yeterlilik ve yaşamlarını şekillendirecek beceriler kazandırırken diğer taraftan da toplumun ihtiyaç duyduğu her türlü iktisadi, sosyal, kültürel ve teknolojik ilerlemeyi destekleyen kurumlar olmalıdırlar.

Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Erol ÖZVAR’ın “Üniversite İzleme ve Değerlendirme Genel Raporu – 2024” raporunun sunuş yazısında yer verdiği gibi üniversiteler bireysel ve toplumsal gelişmede hayati öneme sahip kurumlara dönüşebilirler. Aslında dünyada yaşanan son derece hızlı ve köklü teknolojik gelişmeler tüm eğitim kademelerinde olduğu gibi yükseköğretimin yapısının da yeniden tanımlanmasını ve organizasyonunu zorunlu hale getirmiştir. Öğrencilerin öğrenme materyallerine daha kolay erişebilmesi, dijital platformların sayıca artması ve çeşitlenmesi bilgiye ulaşmada ve öğrenci ve öğretici ilişkilerinde yeni dinamikler ortaya çıkarmıştır. Özellikle yapay zekâ alanındaki gelişmeler yükseköğretimde çok derin bir etki oluşturmuştur.

Sayın Özvar, sunuş yazısında tüm bunlara değinirken dünyada eğitimin kalitesi, mezunların istihdam edilmesi, öğretim kadrosunun kalitesi, araştırma sayısı, önde gelen bilimsel dergilerde yayınlanan makalelerin sayısı, etkili dergilerde yayınlanan makale sayısı, üniversite öğretim üyelerinin atıf yapılan makale sayısı gibi niteliklerle ölçüldüğünü elbette bilmektedir. Her ilde bir üniversite ya da her ilçede bir yüksekokul açarak sayısal bir gösterinin niteliğe katkısı olmadığını, barajları kaldırarak üniversitelerde boş kalan kontenjanlara eksi netleri olanların bile yerleşmesini sağlayarak öğrenci sayılarında artışlara gitmenin niteliğe hiç mi hiç katkısı yoktur.

Son üç yılın verileri incelendiğinde, vakıf üniversitelerinin ücretli programlarına yerleşen öğrencilerin başarı sıralamalarında belirgin bir düşüş yaşandığı görülmektedir. Bu durum, aslında üniversitelerin kontenjanlarını doldurabilmek için daha düşük puan ve sıradaki adaylara da kapılarını açtıklarını göstermektedir. Öğrenim ücretlerinin sürekli artması nedeniyle tercih edilmeyen programlarda boş kontenjan kalması, hem ekonomik kayıplara hem de kurumsal prestij kaygılarına yol açmakta; bu da üniversiteleri daha esnek kabul politikalarına yöneltmektedir.

Ancak kısa vadede doluluk oranlarını korumaya yönelik bu yaklaşım, uzun vadede ciddi riskler barındırmaktadır. Düşük sıralamalı öğrencilerin artışı, programların akademik seviyesini düşürmekte, mezunların iş gücü piyasasındaki rekabet gücünü zayıflatmakta ve üniversitelerin marka değerini olumsuz etkilemektedir. Sonuç olarak, kontenjanları doldurma uğruna başarı kriterlerini gevşetmek, yalnızca mali bir çözüm değil; aynı zamanda yükseköğretimde kalite, güven ve sürdürülebilirlik açısından yeni sorunların kapısını aralamaktadır.

İSTANBUL'DA 4 VAKIF ÜNİVERSİTESİNİN ÖRNEK BÖLÜMLERDE OYNAKLIĞI

YERLEŞTİRME SILALAMALARI OYNAKLIĞI

Yerleşenlerin Başarı Sırası

 

Üniversite

Fakülte

Program Adı

Bölüm

2024

2023

2022

1

A ÜNİVERSİTESİ 

Mühendislik Fakültesi

Bilgisayar Mühendisliği 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

77.845

32.917

27.405

2

A ÜNİVERSİTESİ 

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

İşletme 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

207.479

194.493

170.963

3

A ÜNİVERSİTESİ 

Mühendislik Fakültesi

Makine Mühendisliği 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

206.137

105.973

124.222

4

A ÜNİVERSİTESİ 

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

Uluslararası İlişkiler 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

321.549

338.508

306.008

5

B ÜNİVERSİTESİ 

Mühendislik Fakültesi

Bilgisayar Mühendisliği 

(İngilizce) (%50 İndirimli) (4 Yıllık)

130.084

92.956

65.433

6

B ÜNİVERSİTESİ 

İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi

İşletme 

(İngilizce) (%50 İndirimli) (4 Yıllık)

470.332

702.683

315.789

7

B ÜNİVERSİTESİ 

Mühendislik Fakültesi

Makine Mühendisliği 

(İngilizce) (%50 İndirimli) (4 Yıllık)

 

Dolmadı

163.070

8

C ÜNİVERSİTESİ 

Mühendislik Fakültesi

Bilgisayar Mühendisliği 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

95.823

243.820

52.897

9

C ÜNİVERSİTESİ 

İşletme Fakültesi

İşletme 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

356.809

363.925

256.842

10

C ÜNİVERSİTESİ 

Mühendislik Fakültesi

Makine Mühendisliği 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

 

134.036

107.777

11

C ÜNİVERSİTESİ 

Sosyal Bilimler Fakültesi

Uluslararası İlişkiler 

(İngilizce) (%50 İndirimli) (4 Yıllık)

405.145

565.357

315.524

12

D ÜNİVERSİTESİ 

Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi

Mühendislik ve Doğa Bilimleri Programları 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

200.794

95.597

 

13

D ÜNİVERSİTESİ 

Yönetim Bilimleri Fakültesi

Yönetim Bilimleri Programları 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

338.690

139.018

144.799

14

D ÜNİVERSİTESİ 

Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi

Sanat ve Sosyal Bilimler Programları 

(İngilizce) (Ücretli) (4 Yıllık)

591.390

195.607

165.439

Sonuç olarak, yükseköğretime başvurulardaki ve tercih oranlarındaki düşüş, yalnızca öğrenci sayılarındaki doğal azalmanın bir yansıması değildir. Ortaöğretim başarı puanının sınav sonuçları üzerindeki etkisi, adayların sıralamalarında kaymalara yol açmakta ve birçok öğrencinin yerleşme ihtimalini zorlaştırmaktadır. Buna paralel olarak, vakıf üniversitelerinin her yıl katlanarak artan ücretleri, ailelerin kararlarında en belirleyici unsur haline gelmiş; devlet üniversiteleri daha cazip hale gelirken, vakıf üniversitelerinde kontenjan boşlukları giderek büyümüştür.

Bu tablolar, yükseköğretim sisteminde yeni bir denge arayışını zorunlu kılmaktadır. Öğrenci ve aileler açısından fırsat eşitliği ön planda tutulmadığı takdirde, azalan başvurular ve artan boş kontenjanlar uzun vadede nitelikli insan kaynağına zarar verecektir. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte;

  • Ortaöğretim başarı puanının etkisi yeniden gözden geçirilmeli, öğrencilerin sıralamalarını adil biçimde yansıtan bir düzenleme yapılmalıdır. Vakıf üniversitelerinin ücret politikaları daha şeffaf ve erişilebilir hale getirilmeli; burs, indirim ve destek mekanizmaları yaygınlaştırılmalıdır.
  • Devlet ve vakıf üniversiteleri arasındaki dengeyi gözeten bir kontenjan planlaması yapılmalı, arz-talep dengesi korunmalıdır.
  • Bölgesel ihtiyaçlara göre program çeşitliliği artırılmalı, özellikle istihdam alanı güçlü olan bölümlere yönlendirme yapılmalıdır.
  • Yükseköğretimde kaliteyi artırmaya yönelik yatırımlar öncelik haline getirilerek öğrencilerin yalnızca “diploma” için değil, nitelikli bir eğitim için üniversiteye yönelmeleri sağlanmalıdır.

Öngörülebilir gelecekte, bu adımlar atılmadığı takdirde, üniversite kontenjanlarının boş kalması, eğitimde fırsat eşitsizliğinin derinleşmesi ve mezunların iş gücü piyasasında yetersiz donanımlarla karşı karşıya kalması kaçınılmazdır. Ancak doğru politikalarla yönlendirilen bir yükseköğretim sistemi, hem bireylerin hem de ülkenin uzun vadeli kalkınma hedeflerine hizmet edecek güçlü bir yapı kazanabilir.

Kaynak

Son Güncelleme: Pazartesi, 29 Eylül 2025 15:20

Gösterim: 1276

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartanEğitimde yılın ve maalesef önceliğimiz özeti; ulusal sınavlara hazırlık, bu sınavların tamamlanması, sonuçların açıklanması ve bu sonuçların ışığında Lise ya da Üniversite tercihlerinin alınması şeklinde olmaktadır. 

Haziran ayında gerçekleştirilen ve ulusal sınavlarımızın (LGS ve YKS’nin) sonuçları açıklandı, açıklanacak. 

Biraz sevinç, biraz üzüntü ve belki biraz da hayal kırıklığı sonrasında sıra tercihlere geldi. Ve maalesef ki küçük bir azınlığın dışında çoğunluk bir grup öğrenci gencimiz ellerine geçecek sınav sonuç belgesinin onlara sunduğu/dayattığı sınırlar içerisinde tercih yapacak.

Yerleştirmelerin sonuçlanmasıyla bir yolculuk bitecek, mutlulukla yerleşilen bölümler, az puan farklarıyla kaçırılan bölümler ve sonrasında kısmet denilerek sevinçle ya da biraz buruk heyecanla yeni bir umuda yolculuk başlayacak. 

İşte bir yılın genel özeti bu olacak.

SINAVLAR düşünüldüğünden daha BÜYÜK bir YÜK

Her yıl yaptığımız sınavlar özellikle LGS ve YKS, çocukların taşıyamayacakları kadar büyük bir yüktür. Özellikle nitelikli küçük bir azınlık kesim için gerçekleştirilen Ortaöğretime Geçiş Sınavı (LGS) ki bu sınavların en ağır olanı gibi duruyor, telafisi olmadığı gibi ergenlik döneminde olan yaşı küçük öğrencilerin ve maalesef ailelerinin psikolojik dayanıklılıkları için zorlu bir süreç. Evet devlette ve özel kurumlarda yer alan bazı okullar hariç ki bunların da alabileceği öğrenci sayıları göre oldukça azdır. Bu sınavın gerçekte bir anlamı yoktur ve öğrencileri küçük yaşlarında hem duygusal hem de fizyolojik olarak yıpratmaktadır. 

Bunun yanında YKS için de farklı bir şey söylenemez. Toplumumuzda önceden iş ve meslek sahibi olma ile üniversite okuma arasında yüksek bir korelasyon olduğu algısı oldukça yaygınken ülkemizde son 5-10 yılda yaşanan ekonomik ve sosyal daralmalar gençlerde güven duygusunu zayıflattığı gibi, iş bulamama kaygısını da oldukça artırdı. 

Türkiye’de lise ve üniversite çağındaki gençler, hem eğitim sistemine hem de toplumsal koşullara bağlı olarak çok çeşitli sorunlarla karşı karşıyadırlar. Bu sorunlar gençlerin bireysel gelişimlerini, akademik başarılarını ve geleceğe dair umutlarını doğrudan etkilemektedir. 

Hayatın içerisinde var olan rekabet/yarış gençlerde ciddi oranda kaygı ve endişe, ileride önlenemez birçok sorun (okuduğu okuldan, meslekten mutsuz olma, geleceğe umutla bakamama, mutsuzluk, endişe, kaygı, içe kapanma, irrasyonel düşünceler, kendine zarar verme vb.) kaynağına dönüşmektedir.

Bireysel çıkış noktalarının gittikçe azaldığı durumlarda aile ve toplumsal baskılar da giderek artmakta meslek seçimi, başarı beklentisi ve geleneksel değerlerle uyum baskısı, gençlerin kendi kimliğini inşa etmesini zorlaştırmaktadır. Genellikle ailede başlayan ve sonrasında dışarıya taşan zorbalık ve akran baskısı, sosyal medyanın devreye girmesiyle daha da bir sınır tanımayan bir hale gelmektedir, bu da ciddi ruhsal zorluk yaşamalarına neden olmaktadır.

Yaşanan tüm olumsuzluklar gençlerde mutsuzluk yaşamdan keyif almama ve yurt dışında okuma/yaşama arzusunun öne çıkmasına neden oldu. Son yıllarda Türkiye’de genç nüfus arasında yurt dışında yaşama ve çalışma isteğinde dikkat çeken biçimde bir artış gözlemleniyor. Bu durum, yalnızca bireysel tercihlerle değil; aynı zamanda ülkedeki sosyal, ekonomik ve siyasal faktörlerin bir araya gelmesiyle şekillenmektedir. 

Gençlerin yurt dışına gitme isteğinde ekonomik motivasyonların belirleyici olduğu görülmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2023 verilerine göre genç işsizlik oranı %20’ nin üzerindedir. Bu oran, üniversite mezunlarında daha da artmaktadır. Ayrıca gençler, Türkiye'de kazandıkları ücretlerin, artan yaşam maliyetleri karşısında yetersiz olduğunu belirtmektedir.

IPSOS’un 2022 Gençlik Araştırmasında 18-24 yaş grubundaki gençlerin %67’si "yurt dışında yaşamak isterim" dediğini, GENAR’ın 2023 Raporunda da Üniversite öğrencilerinin %73’ünün mezun olduktan sonra yurtdışına yerleşmek istediği görülmüş. Gençler, kariyer hedeflerine ulaşmakta zorlandıklarını ve çabalarının karşılığını alamadıklarını düşünmektedir. Araştırmalara göre Türkiye’deki üniversite mezunlarının %41’i, mezuniyetin ilk 2 yılında iş bulamamaktadır.

Türkiye, Avrupa’da yaşam memnuniyetinin en düşük olduğu iki ülkeden biri. 2015 yılına kadar üniversite mezunları ilköğretim/ortaokul veya altı eğitim seviyesine sahip kişilerden daha mutlu iken artık mutluluk oranının en düşük olduğu grup, üniversite mezunları. 

Euronews’te yer alan habere göre, Avrupa’da yaşam memnuniyetinin en düşük olduğu ülkeler Türkiye ve Bulgaristan. 10 üzerinden yapılan değerlendirmeye göre Türkiye’de yaşam memnuniyeti 5,6 puan iken Avrupa Birliği (AB) ortalaması ise 7,1. 

Konrad-Adenauer-Stiftung (KAS), Almanya’da 16 bölge ofisi ve dünyada genelinde 120'den fazla temsilcilikleri ile 200’den fazla proje yürüten bir Alman siyasi vakıf. 1985 yılından bu yana farklı Türk ve uluslararası paydaşlar ile geliştiren çeşitli programların yanı sıra Türkiye'yi Avrupa yapı ve kurumlarına yakınlaştırmak ve transatlantik bağlarını güçlendirmek ve Almanya-Türkiye ve Avrupa-Türkiye ilişkilerinin geliştirilmesini hedefleyen çalışmalar yürütüyor. Bu vakıf Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Çağlar ve uzman bir ekip yürütücülüğünde Türkiye çapında Mayıs-Eylül 2021 tarihleri arasında 28 ilde, 18-25 yaş arasındaki 3.243 kişiyle yüz yüze görüşme-anket tekniğiyle Türk gençliğinin mevcut sosyal, siyasi, ekonomik ve güncel konjonktür karşısındaki görüş, beklenti ve tercihlerini ortaya koymak maksatlı “TÜRKİYE GENÇLİK ARAŞTIRMASI 2021”i gerçekleştirmiş.

Araştırmada, gençlerin sosyo-demografik ve kültürel yapıları, temel ekonomik şartlar, toplumdaki çeşitli sosyal değerlere ve kavramlara verilen önem, Türkiye’de belirli kurum ve kişilere duyulan güven, Türkiye'nin mevcut ekonomik yapısı ve politikalarına ilişkin görüşler, sosyal medya kullanımı, siyasi ve ideolojik kimlikler, siyasi görüş ve tercihler,  Türkiye'deki Suriyeli mültecilere ilişkin tutum ve görüşler, Türkiye'nin ve Dünyanın geleceğine ilişkin tehdit ve tehlikeler üzerine düşünceler konuları ele alınmış.

Türkiye'deki gençlerin çoğu, Türkiye'nin geleceğine ilişkin karamsar bir bakış açısına sahip olduğu, ankete katılanların %62,8'inin Türkiye'nin geleceğini iyi görmedikleri dile getirilmiş. Türkiye'nin geleceğinden tamamen umutsuz olduklarını belirtenlerin oranı ise %35,2 çıkmış. Araştırma Türk gençliğinin özellikle ekonomik duruma karşı karamsar bir bakış açısına sahip ve yaşamları temel olarak hayat pahalılığına, enflasyona ve olası bir ekonomik çöküş korkusuna odaklandığını belirtiyor. Buna dayalı olarak da katılımcıların önemli bir çoğunluğu (%72,9) fırsat verildiği takdirde başka bir ülkede yaşamak istediklerini belirtmiş.

Resmi kurumlarımızca yapılan araştırmalarda da buna benzer sonuçlara ulaşıldığını görüyoruz.  Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 17 Şubat 2025 tarihinde yayınlanan 2024 yılı Yaşam Memnuniyeti Araştırması sonuçları, ülkede mutluluk oranlarının gerilediğini gösteriyor. Araştırmaya göre, mutlu olduğunu beyan eden 18 ve üzeri yaştaki bireylerin oranı 2023 yılında yüzde 52,7 iken 2024 yılında 3,1 puan düşüşle yüzde 49,6’ya gerilemiş. Ülkenin en önemli sorununun ne olduğu sorulduğunda ise her 3 kişiden 1’inin yanıtı hayat pahalılığı olmuş. Geleceğe umutla bakanların oranında da düşüş sürüyor.

Yaşam Memnuniyeti Araştırması, 2024 

Türkiye'nin %49,6'sı mutlu, Yaşam Memnuniyeti Araştırması sonuçlarına göre, mutlu olduğunu beyan eden 18 ve üzeri yaştaki bireylerin oranı, 2023 yılında %52,7 iken 2024 yılında 3,1 puan azalarak %49,6 olmuş. Mutsuz olduğunu beyan eden bireylerin oranı ise 2023 yılında %13,7 iken 2024 yılında 0,8 puan artarak %14,5 olarak gerçekleşmiş. 

Genel mutluluk düzeyi (%), 2003-2024 

 

 

Bireylerin ortalama yaşam memnuniyet düzeyi 5,7

Bireylerin  hayatlarını bir bütün olarak düşündüklerinde hissettikleri yaşam memnuniyet düzeyini hesaplamak amacı ile hiç memnun olmayanlar için "0", çok memnun olanlar için "10" arasında bir değer alınarak ortalama hesaplandığında, bireylerin ortalama yaşam memnuniyet düzeyi 2023 ve 2024 yıllarında 5,7 olarak hesaplanmış. Avrupa’da yaşam memnuniyetinin en düşük olduğu iki ülke Türkiye ve Bulgaristan. 

Yaşam memnuniyet düzeyi, 2017-2024

 

Kimler daha mutlu?

Kadınlar daha mutlu, Araştırma verileri cinsiyet bazında incelendiğinde, mutlu olduğunu söyleyen erkeklerin oranı 2023’te yüzde 50,3 olurken bu oran 2024’te yüzde 46,9’a düştü. Kadınlarda ise oran yüzde 55,1’den yüzde 52,3’e geriledi.

Cinsiyete göre mutlu olduğunu beyan edenlerin oranı (%), 2003-2024

 

 

Mutlulukta yaşa takılanlar…

Mutluluk oranı sadece 25-34 yaş grubunda arttı, Yaş grupları bazında incelendiğinde, mutluluk oranının söz konusu dönemde yalnızca 25-34 yaş grubunda arttığı görüldü. 2023’te yüzde 50,7 olan bu oran, 2024’te 0,3 puan artarak yüzde 51,0’e yükseldi. Buna karşın, diğer tüm yaş gruplarında mutluluk oranları geriledi. En büyük düşüş ise 45-54 yaş grubunda yaşandı. Bu grubun mutluluk oranı 7,1 puan düşerek yüzde 53,6’dan yüzde 46,5’e geriledi. 

Yaş grubuna göre mutluluk oranı (%), 2023, 2024

 

En önemli sorun hayat pahalılığı

Araştırmaya göre, Türkiye’nin en önemli sorunu yüzde 29,2 ile hayat pahalılığı oldu. Bunu yüzde 15,7 ile eğitim ve yüzde 14,0 ile yoksulluk takip etti.

Ülkenin en önemli sorunu (%), 2021-2024

En yüksek memnuniyet oranı %72,1 ile asayiş hizmetlerinde

Kamu hizmetlerinden memnuniyet düzeyleri incelendiğinde; 2024 yılında asayiş hizmetlerinden memnun olduğunu beyan edenlerin oranı %72,1 olurken en düşük memnuniyet oranı %53,5 ile eğitim hizmetleri olmuş.

Sonuç ve Değerlendirme

İşsizlik ve gelecek kaygısı,

Görünen o ki gençler, kişisel özgürlük alanlarının sınırlı olduğunu düşündükleri için olanakları olsa sosyal yaşamlarını daha rahat sürdürebilecekleri ülkelerde yaşamayı tercih etmektedir. Toplumsal baskılar, aile beklentileri ve kültürel sınırlamalar gençlerin özgürlük arayışını artırmaktadır. Bu eğilim, Türkiye’de beyin göçü sorununu derinleştirmektedir. Eğitimli, yaratıcı, üretken gençlerin yurt dışına gitmesi, uzun vadede ülkenin yararına değildir ve bunun tersine çevrilmesi gerekiyor.

Bugünün Türkiye’sinde gençlerin içinde bulunduğu ruhsal durum, yalnızca bireysel psikolojik kırılganlıkların değil; aynı zamanda toplumsal yapının ve devlet politikalarının gençler üzerindeki etkisinin de bir yansımasıdır. Geleceğe dair umutsuzluk, toplumsal güvensizlik ve başka bir ülkede yaşama arzusu; rastlantısal bir ruh hali değil, sistematik bir birikimin doğal sonucudur. Eğitimde fırsat eşitsizliği, liyakatten uzak iş piyasası, ifade özgürlüğü kısıtları ve sosyal adaletsizlik gibi yapısal sorunlar gençlerin aidiyet duygusunu zedelemektedir. Bu yüzden birçok genç için “gitmek”, yalnızca bir tercihten çok, hayatta kalma ve kendini gerçekleştirme umudunun adresidir.

Ancak bu tablo geri döndürülemez değildir. Gençlerin yaşadığı mutsuzluk ve geleceksizlik hissi, toplumun onları yeterince dinlememesi, anlamaması ve dâhil etmemesiyle ilgilidir. Bu bağlamda yapılması gereken, gençleri sorunlu, ilgisiz ya da kayıp bir kuşak olarak değil; değişimin ve yenilenmenin öznesi olarak görebilmektir. Onlara yalnızca konuşma hakkı değil, karar alma süreçlerine katılım hakkı tanındığında, duygusal bağları kopmak üzere olan birçok genci yeniden bu topraklara bağlamak mümkündür.

Gençlerin geleceğe olan inancını yeniden kazanması için, onlara adil, özgür, şeffaf ve umut vadeden bir yaşam alanı sunulmalıdır. Bu yalnızca hükümet politikalarının değil, toplumun tüm kesimlerinin sorumluluğudur. Aileden okula, medyadan sivil topluma kadar her aktör, gençliğin sesini duymalı, taleplerini anlamalı ve onlara yalnızca nasihat değil, gerçek çözümler sunmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, gençler bir ülkenin yarını değil, bugünü temsil eder. Eğer bugün mutsuzlar ve bu topraklarda gelecek göremiyorlarsa, geleceği kaybetmemiz an meselesidir. Fakat eğer bugün onları anlar, dinler, dâhil eder ve umut verebilirsek; sadece bireylerin değil, tüm ülkenin yönünü yeniden tayin edebiliriz. Bu nedenle gençlerin kalmak isteyecekleri bir ülke yaratma çabası toplumda karşılık bulmalıdır.

Kaynak.

•https://www.kas.de/tr/web/tuerkei/einzeltitel/-/content/tuerkiye-genclik-arast-rmasi-2021

•https://www.ekoiq.com/turkiye-mutsuz-bir-ulke/ 

•https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Yasam-Memnuniyeti-Arastirmasi-2024-53785

> Gençler Mutsuz ve Umutsuz

Alpaslan Dartan - Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartanEğitimde yılın ve maalesef önceliğimiz özeti; ulusal sınavlara hazırlık, bu sınavların tamamlanması, sonuçların açıklanması ve bu sonuçların ışığında Lise ya da Üniversite tercihlerinin alınması şeklinde olmaktadır. 

Haziran ayında gerçekleştirilen ve ulusal sınavlarımızın (LGS ve YKS’nin) sonuçları açıklandı, açıklanacak. 

Biraz sevinç, biraz üzüntü ve belki biraz da hayal kırıklığı sonrasında sıra tercihlere geldi. Ve maalesef ki küçük bir azınlığın dışında çoğunluk bir grup öğrenci gencimiz ellerine geçecek sınav sonuç belgesinin onlara sunduğu/dayattığı sınırlar içerisinde tercih yapacak.

Yerleştirmelerin sonuçlanmasıyla bir yolculuk bitecek, mutlulukla yerleşilen bölümler, az puan farklarıyla kaçırılan bölümler ve sonrasında kısmet denilerek sevinçle ya da biraz buruk heyecanla yeni bir umuda yolculuk başlayacak. 

İşte bir yılın genel özeti bu olacak.

SINAVLAR düşünüldüğünden daha BÜYÜK bir YÜK

Her yıl yaptığımız sınavlar özellikle LGS ve YKS, çocukların taşıyamayacakları kadar büyük bir yüktür. Özellikle nitelikli küçük bir azınlık kesim için gerçekleştirilen Ortaöğretime Geçiş Sınavı (LGS) ki bu sınavların en ağır olanı gibi duruyor, telafisi olmadığı gibi ergenlik döneminde olan yaşı küçük öğrencilerin ve maalesef ailelerinin psikolojik dayanıklılıkları için zorlu bir süreç. Evet devlette ve özel kurumlarda yer alan bazı okullar hariç ki bunların da alabileceği öğrenci sayıları göre oldukça azdır. Bu sınavın gerçekte bir anlamı yoktur ve öğrencileri küçük yaşlarında hem duygusal hem de fizyolojik olarak yıpratmaktadır. 

Bunun yanında YKS için de farklı bir şey söylenemez. Toplumumuzda önceden iş ve meslek sahibi olma ile üniversite okuma arasında yüksek bir korelasyon olduğu algısı oldukça yaygınken ülkemizde son 5-10 yılda yaşanan ekonomik ve sosyal daralmalar gençlerde güven duygusunu zayıflattığı gibi, iş bulamama kaygısını da oldukça artırdı. 

Türkiye’de lise ve üniversite çağındaki gençler, hem eğitim sistemine hem de toplumsal koşullara bağlı olarak çok çeşitli sorunlarla karşı karşıyadırlar. Bu sorunlar gençlerin bireysel gelişimlerini, akademik başarılarını ve geleceğe dair umutlarını doğrudan etkilemektedir. 

Hayatın içerisinde var olan rekabet/yarış gençlerde ciddi oranda kaygı ve endişe, ileride önlenemez birçok sorun (okuduğu okuldan, meslekten mutsuz olma, geleceğe umutla bakamama, mutsuzluk, endişe, kaygı, içe kapanma, irrasyonel düşünceler, kendine zarar verme vb.) kaynağına dönüşmektedir.

Bireysel çıkış noktalarının gittikçe azaldığı durumlarda aile ve toplumsal baskılar da giderek artmakta meslek seçimi, başarı beklentisi ve geleneksel değerlerle uyum baskısı, gençlerin kendi kimliğini inşa etmesini zorlaştırmaktadır. Genellikle ailede başlayan ve sonrasında dışarıya taşan zorbalık ve akran baskısı, sosyal medyanın devreye girmesiyle daha da bir sınır tanımayan bir hale gelmektedir, bu da ciddi ruhsal zorluk yaşamalarına neden olmaktadır.

Yaşanan tüm olumsuzluklar gençlerde mutsuzluk yaşamdan keyif almama ve yurt dışında okuma/yaşama arzusunun öne çıkmasına neden oldu. Son yıllarda Türkiye’de genç nüfus arasında yurt dışında yaşama ve çalışma isteğinde dikkat çeken biçimde bir artış gözlemleniyor. Bu durum, yalnızca bireysel tercihlerle değil; aynı zamanda ülkedeki sosyal, ekonomik ve siyasal faktörlerin bir araya gelmesiyle şekillenmektedir. 

Gençlerin yurt dışına gitme isteğinde ekonomik motivasyonların belirleyici olduğu görülmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2023 verilerine göre genç işsizlik oranı %20’ nin üzerindedir. Bu oran, üniversite mezunlarında daha da artmaktadır. Ayrıca gençler, Türkiye'de kazandıkları ücretlerin, artan yaşam maliyetleri karşısında yetersiz olduğunu belirtmektedir.

IPSOS’un 2022 Gençlik Araştırmasında 18-24 yaş grubundaki gençlerin %67’si "yurt dışında yaşamak isterim" dediğini, GENAR’ın 2023 Raporunda da Üniversite öğrencilerinin %73’ünün mezun olduktan sonra yurtdışına yerleşmek istediği görülmüş. Gençler, kariyer hedeflerine ulaşmakta zorlandıklarını ve çabalarının karşılığını alamadıklarını düşünmektedir. Araştırmalara göre Türkiye’deki üniversite mezunlarının %41’i, mezuniyetin ilk 2 yılında iş bulamamaktadır.

Türkiye, Avrupa’da yaşam memnuniyetinin en düşük olduğu iki ülkeden biri. 2015 yılına kadar üniversite mezunları ilköğretim/ortaokul veya altı eğitim seviyesine sahip kişilerden daha mutlu iken artık mutluluk oranının en düşük olduğu grup, üniversite mezunları. 

Euronews’te yer alan habere göre, Avrupa’da yaşam memnuniyetinin en düşük olduğu ülkeler Türkiye ve Bulgaristan. 10 üzerinden yapılan değerlendirmeye göre Türkiye’de yaşam memnuniyeti 5,6 puan iken Avrupa Birliği (AB) ortalaması ise 7,1. 

Konrad-Adenauer-Stiftung (KAS), Almanya’da 16 bölge ofisi ve dünyada genelinde 120'den fazla temsilcilikleri ile 200’den fazla proje yürüten bir Alman siyasi vakıf. 1985 yılından bu yana farklı Türk ve uluslararası paydaşlar ile geliştiren çeşitli programların yanı sıra Türkiye'yi Avrupa yapı ve kurumlarına yakınlaştırmak ve transatlantik bağlarını güçlendirmek ve Almanya-Türkiye ve Avrupa-Türkiye ilişkilerinin geliştirilmesini hedefleyen çalışmalar yürütüyor. Bu vakıf Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Çağlar ve uzman bir ekip yürütücülüğünde Türkiye çapında Mayıs-Eylül 2021 tarihleri arasında 28 ilde, 18-25 yaş arasındaki 3.243 kişiyle yüz yüze görüşme-anket tekniğiyle Türk gençliğinin mevcut sosyal, siyasi, ekonomik ve güncel konjonktür karşısındaki görüş, beklenti ve tercihlerini ortaya koymak maksatlı “TÜRKİYE GENÇLİK ARAŞTIRMASI 2021”i gerçekleştirmiş.

Araştırmada, gençlerin sosyo-demografik ve kültürel yapıları, temel ekonomik şartlar, toplumdaki çeşitli sosyal değerlere ve kavramlara verilen önem, Türkiye’de belirli kurum ve kişilere duyulan güven, Türkiye'nin mevcut ekonomik yapısı ve politikalarına ilişkin görüşler, sosyal medya kullanımı, siyasi ve ideolojik kimlikler, siyasi görüş ve tercihler,  Türkiye'deki Suriyeli mültecilere ilişkin tutum ve görüşler, Türkiye'nin ve Dünyanın geleceğine ilişkin tehdit ve tehlikeler üzerine düşünceler konuları ele alınmış.

Türkiye'deki gençlerin çoğu, Türkiye'nin geleceğine ilişkin karamsar bir bakış açısına sahip olduğu, ankete katılanların %62,8'inin Türkiye'nin geleceğini iyi görmedikleri dile getirilmiş. Türkiye'nin geleceğinden tamamen umutsuz olduklarını belirtenlerin oranı ise %35,2 çıkmış. Araştırma Türk gençliğinin özellikle ekonomik duruma karşı karamsar bir bakış açısına sahip ve yaşamları temel olarak hayat pahalılığına, enflasyona ve olası bir ekonomik çöküş korkusuna odaklandığını belirtiyor. Buna dayalı olarak da katılımcıların önemli bir çoğunluğu (%72,9) fırsat verildiği takdirde başka bir ülkede yaşamak istediklerini belirtmiş.

Resmi kurumlarımızca yapılan araştırmalarda da buna benzer sonuçlara ulaşıldığını görüyoruz.  Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 17 Şubat 2025 tarihinde yayınlanan 2024 yılı Yaşam Memnuniyeti Araştırması sonuçları, ülkede mutluluk oranlarının gerilediğini gösteriyor. Araştırmaya göre, mutlu olduğunu beyan eden 18 ve üzeri yaştaki bireylerin oranı 2023 yılında yüzde 52,7 iken 2024 yılında 3,1 puan düşüşle yüzde 49,6’ya gerilemiş. Ülkenin en önemli sorununun ne olduğu sorulduğunda ise her 3 kişiden 1’inin yanıtı hayat pahalılığı olmuş. Geleceğe umutla bakanların oranında da düşüş sürüyor.

Yaşam Memnuniyeti Araştırması, 2024 

Türkiye'nin %49,6'sı mutlu, Yaşam Memnuniyeti Araştırması sonuçlarına göre, mutlu olduğunu beyan eden 18 ve üzeri yaştaki bireylerin oranı, 2023 yılında %52,7 iken 2024 yılında 3,1 puan azalarak %49,6 olmuş. Mutsuz olduğunu beyan eden bireylerin oranı ise 2023 yılında %13,7 iken 2024 yılında 0,8 puan artarak %14,5 olarak gerçekleşmiş. 

Genel mutluluk düzeyi (%), 2003-2024 

 

 

Bireylerin ortalama yaşam memnuniyet düzeyi 5,7

Bireylerin  hayatlarını bir bütün olarak düşündüklerinde hissettikleri yaşam memnuniyet düzeyini hesaplamak amacı ile hiç memnun olmayanlar için "0", çok memnun olanlar için "10" arasında bir değer alınarak ortalama hesaplandığında, bireylerin ortalama yaşam memnuniyet düzeyi 2023 ve 2024 yıllarında 5,7 olarak hesaplanmış. Avrupa’da yaşam memnuniyetinin en düşük olduğu iki ülke Türkiye ve Bulgaristan. 

Yaşam memnuniyet düzeyi, 2017-2024

 

Kimler daha mutlu?

Kadınlar daha mutlu, Araştırma verileri cinsiyet bazında incelendiğinde, mutlu olduğunu söyleyen erkeklerin oranı 2023’te yüzde 50,3 olurken bu oran 2024’te yüzde 46,9’a düştü. Kadınlarda ise oran yüzde 55,1’den yüzde 52,3’e geriledi.

Cinsiyete göre mutlu olduğunu beyan edenlerin oranı (%), 2003-2024

 

 

Mutlulukta yaşa takılanlar…

Mutluluk oranı sadece 25-34 yaş grubunda arttı, Yaş grupları bazında incelendiğinde, mutluluk oranının söz konusu dönemde yalnızca 25-34 yaş grubunda arttığı görüldü. 2023’te yüzde 50,7 olan bu oran, 2024’te 0,3 puan artarak yüzde 51,0’e yükseldi. Buna karşın, diğer tüm yaş gruplarında mutluluk oranları geriledi. En büyük düşüş ise 45-54 yaş grubunda yaşandı. Bu grubun mutluluk oranı 7,1 puan düşerek yüzde 53,6’dan yüzde 46,5’e geriledi. 

Yaş grubuna göre mutluluk oranı (%), 2023, 2024

 

En önemli sorun hayat pahalılığı

Araştırmaya göre, Türkiye’nin en önemli sorunu yüzde 29,2 ile hayat pahalılığı oldu. Bunu yüzde 15,7 ile eğitim ve yüzde 14,0 ile yoksulluk takip etti.

Ülkenin en önemli sorunu (%), 2021-2024

En yüksek memnuniyet oranı %72,1 ile asayiş hizmetlerinde

Kamu hizmetlerinden memnuniyet düzeyleri incelendiğinde; 2024 yılında asayiş hizmetlerinden memnun olduğunu beyan edenlerin oranı %72,1 olurken en düşük memnuniyet oranı %53,5 ile eğitim hizmetleri olmuş.

Sonuç ve Değerlendirme

İşsizlik ve gelecek kaygısı,

Görünen o ki gençler, kişisel özgürlük alanlarının sınırlı olduğunu düşündükleri için olanakları olsa sosyal yaşamlarını daha rahat sürdürebilecekleri ülkelerde yaşamayı tercih etmektedir. Toplumsal baskılar, aile beklentileri ve kültürel sınırlamalar gençlerin özgürlük arayışını artırmaktadır. Bu eğilim, Türkiye’de beyin göçü sorununu derinleştirmektedir. Eğitimli, yaratıcı, üretken gençlerin yurt dışına gitmesi, uzun vadede ülkenin yararına değildir ve bunun tersine çevrilmesi gerekiyor.

Bugünün Türkiye’sinde gençlerin içinde bulunduğu ruhsal durum, yalnızca bireysel psikolojik kırılganlıkların değil; aynı zamanda toplumsal yapının ve devlet politikalarının gençler üzerindeki etkisinin de bir yansımasıdır. Geleceğe dair umutsuzluk, toplumsal güvensizlik ve başka bir ülkede yaşama arzusu; rastlantısal bir ruh hali değil, sistematik bir birikimin doğal sonucudur. Eğitimde fırsat eşitsizliği, liyakatten uzak iş piyasası, ifade özgürlüğü kısıtları ve sosyal adaletsizlik gibi yapısal sorunlar gençlerin aidiyet duygusunu zedelemektedir. Bu yüzden birçok genç için “gitmek”, yalnızca bir tercihten çok, hayatta kalma ve kendini gerçekleştirme umudunun adresidir.

Ancak bu tablo geri döndürülemez değildir. Gençlerin yaşadığı mutsuzluk ve geleceksizlik hissi, toplumun onları yeterince dinlememesi, anlamaması ve dâhil etmemesiyle ilgilidir. Bu bağlamda yapılması gereken, gençleri sorunlu, ilgisiz ya da kayıp bir kuşak olarak değil; değişimin ve yenilenmenin öznesi olarak görebilmektir. Onlara yalnızca konuşma hakkı değil, karar alma süreçlerine katılım hakkı tanındığında, duygusal bağları kopmak üzere olan birçok genci yeniden bu topraklara bağlamak mümkündür.

Gençlerin geleceğe olan inancını yeniden kazanması için, onlara adil, özgür, şeffaf ve umut vadeden bir yaşam alanı sunulmalıdır. Bu yalnızca hükümet politikalarının değil, toplumun tüm kesimlerinin sorumluluğudur. Aileden okula, medyadan sivil topluma kadar her aktör, gençliğin sesini duymalı, taleplerini anlamalı ve onlara yalnızca nasihat değil, gerçek çözümler sunmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, gençler bir ülkenin yarını değil, bugünü temsil eder. Eğer bugün mutsuzlar ve bu topraklarda gelecek göremiyorlarsa, geleceği kaybetmemiz an meselesidir. Fakat eğer bugün onları anlar, dinler, dâhil eder ve umut verebilirsek; sadece bireylerin değil, tüm ülkenin yönünü yeniden tayin edebiliriz. Bu nedenle gençlerin kalmak isteyecekleri bir ülke yaratma çabası toplumda karşılık bulmalıdır.

Kaynak.

•https://www.kas.de/tr/web/tuerkei/einzeltitel/-/content/tuerkiye-genclik-arast-rmasi-2021

•https://www.ekoiq.com/turkiye-mutsuz-bir-ulke/ 

•https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Yasam-Memnuniyeti-Arastirmasi-2024-53785

Son Güncelleme: Çarşamba, 23 Temmuz 2025 10:11

Gösterim: 558

Alpaslan Dartan – Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartan2024-2025 eğitim-öğretim yılı, Türkiye eğitim sisteminin yıllardır biriktirdiği sorunların daha da derinleştiği, krizlerin daha bir görünür hale geldiği yıl olmuştur. Eğitim, yalnızca siyasi iktidarların şekillendirdiği bir alan değil, aynı zamanda geleceğin toplumu üzerinde doğrudan belirleyici olan bir alandır. Bu bağlamda, yıl boyunca alınan kararlar, yapılan düzenlemeler ve görmezden gelinen kimi sorunlar; öğrenciden öğretmene, veliden tüm topluma kadar herkesin hayatını doğrudan etkilemiştir ve etkilemeye de devam etmektedir.

DIPLOMA SKANDALI ve EĞİTİMDE GÜVEN BUNALIMI
Diploma,
https://sozluk.gov.tr/ da yer aldığı haliyle Bir kimseye herhangi bir okulu veya öğrenim programını başarıyla tamamladığını, bir derece veya ünvanı kullanmaya hak kazandığını, bir iş, sanat veya meslek dalında çalışabilme yetkisi elde ettiğini belirtmek için bir öğretim kurumu tarafından düzenlenip verilen resmî belge; icazet, icazetname, şehadetname anlamına gelmektedir.
Bu tanımlamaya ek diploma, yalnızca akademik yeterliliği değil, aynı zamanda bireyin mesleki yeterliliğini, yetkinliğini ve toplumsal statüsünü de ifade ediyor. Son yıllarda artan sahte diploma olayları ve eğitim geçmişi tartışmaları, eğitim sistemine olan güveni ciddi biçimde sarsmıştır. Bu güven bunalımı, sadece bireysel bir problem olmaktan öte, son olaylarla beraber kurumsal ve toplumsal bir soruna dönüşmüştür. Eğitimde güven bunalımı, gençler üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta onların motivasyonunu azaltmakta, öğretmenlerin ve akademisyenlerin emeğ
ini değersizleştirmekte ve toplumsal adalet duygusunu da zedelemektedir.

KURUMLARIN ZAAFLARI
Sahte diploma ile çeşitli görevlere atanan kişiler, sadece bireysel sahtekârlık yapmakla kalmamış, sistemin bütününe dair güvensizlikleri de beraberinde getirmişlerdir. Bu aynı zamanda eğitim kurumlarının ve kamu denetim mekanizmalarının yetersizliğini açıkça gözler önü
ne sermiştir.

TOPLUMSAL GÜVEN ve EĞİTİM SİSTEMİ
Bu durumun, özellikle kamu görevlerinde liyakatin artık önemli olmadığını, yıllarca emek vererek eğitim gören bireylerin motivasyonlarını düşürdüğünü ve toplumda oluşan 'nasıl olsa bir yolu bulunur' algısının bir bütün olarak eğitimin niteliğine darbe vurduğunu, toplumsal adaletsizliğe sebep olduğunu görmemizi sağlaması gerekir.

ÖĞRENCİLER AÇISINDANDERİNLEŞEN EŞİTSİZLİKLER
2024-2025 eğitim-öğretim yılında öğrenciler; yıllardır olduğu gibi sınav odaklı bir eğitim sistemin içinde, sadece akademik değil, psikolojik ve sosyal olarak da ağır baskı altında LGS ve YKS gibi merkezi sınavlara hazırlandılar.
Hayatlarının bu kritik döneminde sürekli başarıya zorlanmış, sınavlar yüzünden sosyal faaliyetlerden, özgür düşünce ve yaratıcı
gelişimsel süreçlerden “ırak” kalmışlardır. Üstelik yoksul bölgelerde yaşayan öğrencilerin, internete erişim, yeterli beslenme ve temel okul ihtiyaçları konusunda büyük zorluklar yaşadıkları biline biline. Özellikle bu yıl sınavların güvenirliliğini de tartışmaya açacak kadar gündem olan olayların, sorgulamaların olduğu ülkemizde öğrencilerin bu yılı çok mutlu geçirdiklerini söyleyemeyiz.

ÖĞRETMENLER AÇISINDAN DEĞER ve İTİBAR KAYBI
2024-2025 öğretim yılı öğretmenlerimiz için, yalnızca ekonomik olarak değil, meslekî saygınlık açısından da yı
pratıcı bir yıl olmuştur.
Öğretmenlik Meslek Kanunu’nda yapılan düzenlemelerle öğretmenler arasında eş
itliğin zedelendiği bir yapı oluşturulmuştur. Eğitim-Sen’e göre öğretmenlerin %80’i bu yasayı “ayrımcı” ve mobbinge açık” olarak değerlendirmiş. Ayrıca müfredatın öğretmenlerin sınıf içi pedagojik özgürlüğünü ciddi biçimde kısıtladığı da öğretmenler arasında çokça konuşulduğu bilinmektedir.

VELİ AÇISINDAN KAMUSAL EĞİTİMİN TERK EDİLİŞİ ve SESSİZ ÖZELLEŞTİRME
Veliler açısından ise bu yıl, özellikle ekonomik zorlukların istendik eğitime erişimi belirlediği bir dönem olmuştur. Devlet okullarında yaşanan kalabalık sınıflar, öğretmen eksiklikleri, altyapı sorunları ve düşük kaliteli hizmetler; pek çok veliyi bütçelerine uygun özel okullara yönlendirmiştir. Bununla birlikte özel okulları
n ücret artışları orta sınıf aileler için ciddi bir çıkmaz haline gelmiştir. Bu durum sadece özel okullar için değil Yükseköğretimde Vakıf üniversiteleri için de geçerlidir. Okulların ücretleri arasındaki uçurumlar eğitimin niteliğini de veliler açısından sorgular hale getirmiştir.

EĞİTİM POLİTİKALARI ve MÜFREDAT
Millî Eğitim Bakanlığı'nın bu öğretim yılına damga vuran adımı tartışmasız yeni müfredattır. Talim ve Terbiye Kurulu tarafından onaylanan müfredat; bilimsel içerikten uzak olmakla ve eleştirel düşünceyi dışlamakla eleştirilmektedir. Bir gelecek krizi olarak eğitimi öncelemek ve düşünmek gerekir. Eşitsizliklerin büyümesi, öğretmenlerin değersizleştirilmesi, öğrencilerin psikolojik olarak yıpranması ve müfredatın dönüşümü; sadece bugünü değil, geleceği de endişeli hale getirmektedir.
Bu eleştirel bakış açısına rağmen Milli Eğitim Bakanlığı faaliyetlerini değerlendirdiği 2024 raporunda Bakanlığın 2024-2028 Stratejik Planı’nda yer alan 2024 yılı hedeflerinin gerçekleşme bulgularına dayanılarak yapı
lan değerlendirmelerde ortaya konulan hedeflere yön veren üstünlükler ve zayıflıklara yer vermiştir. Bu ifadelere bakıldığında eğitime bakış açılarının MEB bürokrasisiyle ne kadar farklı olduğunu görebiliyoruz.

2024 MEB İdare Faaliyet Raporundaki ifadelere göre MEB’in Üstünlükleri ve Zayıflıkları.

alpaslan_dartan

Kısaca kamuoyu algısı dâhil diploma skandalından, Öğretmenlik Meslek Kanunu’na, eğitimde ve iş hayatında liyakatten adam kayırmacılığa, sınavların öğrenciler üzerinde yarattığı tahribattan, eğitime erişmedeki eşitsizliğe, kaynakların eşit ve adil dağılımına kadar ne kadar büyük bir kutuplaşmanın ayrışmanın içerisinde olduğumuzu ‘aynı olaylara’ nasıl farklı baktığımızı gösteren bir eğitim yılını geride bırakmışız görebiliyoruz.

 

Kaynakça.

https://sgb.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2025_03/07145320_148.pdf

> Diploma Skandalı Özelinde; 2024-2025 Eğitim-Öğretim Yılına Eleştirel Bir Bakış

Alpaslan Dartan – Eğitim Yöneticisi / PDR Uzmanı

alpaslan_dartan2024-2025 eğitim-öğretim yılı, Türkiye eğitim sisteminin yıllardır biriktirdiği sorunların daha da derinleştiği, krizlerin daha bir görünür hale geldiği yıl olmuştur. Eğitim, yalnızca siyasi iktidarların şekillendirdiği bir alan değil, aynı zamanda geleceğin toplumu üzerinde doğrudan belirleyici olan bir alandır. Bu bağlamda, yıl boyunca alınan kararlar, yapılan düzenlemeler ve görmezden gelinen kimi sorunlar; öğrenciden öğretmene, veliden tüm topluma kadar herkesin hayatını doğrudan etkilemiştir ve etkilemeye de devam etmektedir.

DIPLOMA SKANDALI ve EĞİTİMDE GÜVEN BUNALIMI
Diploma,
https://sozluk.gov.tr/ da yer aldığı haliyle Bir kimseye herhangi bir okulu veya öğrenim programını başarıyla tamamladığını, bir derece veya ünvanı kullanmaya hak kazandığını, bir iş, sanat veya meslek dalında çalışabilme yetkisi elde ettiğini belirtmek için bir öğretim kurumu tarafından düzenlenip verilen resmî belge; icazet, icazetname, şehadetname anlamına gelmektedir.
Bu tanımlamaya ek diploma, yalnızca akademik yeterliliği değil, aynı zamanda bireyin mesleki yeterliliğini, yetkinliğini ve toplumsal statüsünü de ifade ediyor. Son yıllarda artan sahte diploma olayları ve eğitim geçmişi tartışmaları, eğitim sistemine olan güveni ciddi biçimde sarsmıştır. Bu güven bunalımı, sadece bireysel bir problem olmaktan öte, son olaylarla beraber kurumsal ve toplumsal bir soruna dönüşmüştür. Eğitimde güven bunalımı, gençler üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta onların motivasyonunu azaltmakta, öğretmenlerin ve akademisyenlerin emeğ
ini değersizleştirmekte ve toplumsal adalet duygusunu da zedelemektedir.

KURUMLARIN ZAAFLARI
Sahte diploma ile çeşitli görevlere atanan kişiler, sadece bireysel sahtekârlık yapmakla kalmamış, sistemin bütününe dair güvensizlikleri de beraberinde getirmişlerdir. Bu aynı zamanda eğitim kurumlarının ve kamu denetim mekanizmalarının yetersizliğini açıkça gözler önü
ne sermiştir.

TOPLUMSAL GÜVEN ve EĞİTİM SİSTEMİ
Bu durumun, özellikle kamu görevlerinde liyakatin artık önemli olmadığını, yıllarca emek vererek eğitim gören bireylerin motivasyonlarını düşürdüğünü ve toplumda oluşan 'nasıl olsa bir yolu bulunur' algısının bir bütün olarak eğitimin niteliğine darbe vurduğunu, toplumsal adaletsizliğe sebep olduğunu görmemizi sağlaması gerekir.

ÖĞRENCİLER AÇISINDANDERİNLEŞEN EŞİTSİZLİKLER
2024-2025 eğitim-öğretim yılında öğrenciler; yıllardır olduğu gibi sınav odaklı bir eğitim sistemin içinde, sadece akademik değil, psikolojik ve sosyal olarak da ağır baskı altında LGS ve YKS gibi merkezi sınavlara hazırlandılar.
Hayatlarının bu kritik döneminde sürekli başarıya zorlanmış, sınavlar yüzünden sosyal faaliyetlerden, özgür düşünce ve yaratıcı
gelişimsel süreçlerden “ırak” kalmışlardır. Üstelik yoksul bölgelerde yaşayan öğrencilerin, internete erişim, yeterli beslenme ve temel okul ihtiyaçları konusunda büyük zorluklar yaşadıkları biline biline. Özellikle bu yıl sınavların güvenirliliğini de tartışmaya açacak kadar gündem olan olayların, sorgulamaların olduğu ülkemizde öğrencilerin bu yılı çok mutlu geçirdiklerini söyleyemeyiz.

ÖĞRETMENLER AÇISINDAN DEĞER ve İTİBAR KAYBI
2024-2025 öğretim yılı öğretmenlerimiz için, yalnızca ekonomik olarak değil, meslekî saygınlık açısından da yı
pratıcı bir yıl olmuştur.
Öğretmenlik Meslek Kanunu’nda yapılan düzenlemelerle öğretmenler arasında eş
itliğin zedelendiği bir yapı oluşturulmuştur. Eğitim-Sen’e göre öğretmenlerin %80’i bu yasayı “ayrımcı” ve mobbinge açık” olarak değerlendirmiş. Ayrıca müfredatın öğretmenlerin sınıf içi pedagojik özgürlüğünü ciddi biçimde kısıtladığı da öğretmenler arasında çokça konuşulduğu bilinmektedir.

VELİ AÇISINDAN KAMUSAL EĞİTİMİN TERK EDİLİŞİ ve SESSİZ ÖZELLEŞTİRME
Veliler açısından ise bu yıl, özellikle ekonomik zorlukların istendik eğitime erişimi belirlediği bir dönem olmuştur. Devlet okullarında yaşanan kalabalık sınıflar, öğretmen eksiklikleri, altyapı sorunları ve düşük kaliteli hizmetler; pek çok veliyi bütçelerine uygun özel okullara yönlendirmiştir. Bununla birlikte özel okulları
n ücret artışları orta sınıf aileler için ciddi bir çıkmaz haline gelmiştir. Bu durum sadece özel okullar için değil Yükseköğretimde Vakıf üniversiteleri için de geçerlidir. Okulların ücretleri arasındaki uçurumlar eğitimin niteliğini de veliler açısından sorgular hale getirmiştir.

EĞİTİM POLİTİKALARI ve MÜFREDAT
Millî Eğitim Bakanlığı'nın bu öğretim yılına damga vuran adımı tartışmasız yeni müfredattır. Talim ve Terbiye Kurulu tarafından onaylanan müfredat; bilimsel içerikten uzak olmakla ve eleştirel düşünceyi dışlamakla eleştirilmektedir. Bir gelecek krizi olarak eğitimi öncelemek ve düşünmek gerekir. Eşitsizliklerin büyümesi, öğretmenlerin değersizleştirilmesi, öğrencilerin psikolojik olarak yıpranması ve müfredatın dönüşümü; sadece bugünü değil, geleceği de endişeli hale getirmektedir.
Bu eleştirel bakış açısına rağmen Milli Eğitim Bakanlığı faaliyetlerini değerlendirdiği 2024 raporunda Bakanlığın 2024-2028 Stratejik Planı’nda yer alan 2024 yılı hedeflerinin gerçekleşme bulgularına dayanılarak yapı
lan değerlendirmelerde ortaya konulan hedeflere yön veren üstünlükler ve zayıflıklara yer vermiştir. Bu ifadelere bakıldığında eğitime bakış açılarının MEB bürokrasisiyle ne kadar farklı olduğunu görebiliyoruz.

2024 MEB İdare Faaliyet Raporundaki ifadelere göre MEB’in Üstünlükleri ve Zayıflıkları.

alpaslan_dartan

Kısaca kamuoyu algısı dâhil diploma skandalından, Öğretmenlik Meslek Kanunu’na, eğitimde ve iş hayatında liyakatten adam kayırmacılığa, sınavların öğrenciler üzerinde yarattığı tahribattan, eğitime erişmedeki eşitsizliğe, kaynakların eşit ve adil dağılımına kadar ne kadar büyük bir kutuplaşmanın ayrışmanın içerisinde olduğumuzu ‘aynı olaylara’ nasıl farklı baktığımızı gösteren bir eğitim yılını geride bırakmışız görebiliyoruz.

 

Kaynakça.

https://sgb.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2025_03/07145320_148.pdf

Son Güncelleme: Cumartesi, 30 Ağustos 2025 11:18

Gösterim: 808

Alpaslan Dartan
Eğitim Yöneticisi – PDR Uzmanı 

alpaslan_dartanMillî Eğitim Bakanlığı, Mayıs ayında farklı tarihlerde ve farklı illerde Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli kapsamındaki uygulamaların ele alındığı "Öğretmenlerin Bakış Açısıyla Eğitimde Öne Çıkan Konular" temalı eğitim çalıştayları düzenlemeye başladı. Başlığı “Öğretmenlerin gözünden eğitimde öne çıkanlar” olunca içeriğine ve neler konuşulduğuna bakma ihtiyacı duydum. İlgimi çeken ise öğretmenlerin okullardaki eğitim öğretim süreçlerini ve okul’u nasıl tanımladıklarına ilişkin merakımdı. Ankara, Antalya, İstanbul ve İzmir'de 5-6 Mayıs 2025 tarihleri arasında gerçekleştirilen ve aralıklarla da değişik illerde devam etmesi planlanan çalıştaylarda;

• Erdem-değer-eylem çerçevesinin okul iklimine etkisi,

• Becerilerin ölçülmesi ve değerlendirilmesi,

• Disiplinler arası çalışmalar,

• Eğitimde yapay zekâ kullanımı ve

• Akran zorbalığı

Konularının tartışmalarda ele alındığı görülüyor.
Çalıştaylarda öğretmenlerin görüşleri alınarak hangi alanlarda destek ihtiyacının öne çıktığını görmek ve geleceğe yönelik stratejik adımların atılmasına yardımcı olacak verilerin tartışılması esas olurken çalıştaylar kapsamında elde edilecek verilerin okul ikliminin iyileştirilmesi, disiplinler arası çalışmaların artırılması, becerilerin ölçülmesinin geliştirilmesi, eğitimde yapay zekâ kullanımının artırılması ve akran zorbalığının önlenmesi konularına katkı sunması bekleniyormuş. Özellikle Yapay zekâ ile Akran zorbalığı konularının tartışılması ve öğretmenlerin gözüyle irdelenmesi önemli.
Umarım bu beklentilere uygun sonuçlar ortaya konur ve bu doğrultuda politika kararları alınır. Günümüzde dünyanın değişen koşulları artık okullarda ve hayatın içinde edinilen eğitimin esnek, yaratıcı, inisiyatif kullanabilen üretici bireyler yetiştirtilmesi gerektiğini söylüyor. Yaratıcı yenilikleri arttırmak, iş kalitesini yükseltmek üzere kültürel farklılıklar arasındaki boşlukları doldurmak ve farklı bakış açılarını kullanma becerisine sahip olmak da geleceğin eğitilmiş insanlarında beklenilen beceriler arasında yer alıyor.
Pandeminin öğrettikleri ile önceden pek önemsemediğimiz ilke ve değerlerin ne kadar önemli olduğunu gördük. Okul kavramının sadece öğretim yönü ağır basan akademik beklentilerin öne çıktığı bir ana kavram olmaktan çıktığını tüm bileşenleriyle okul-insan ilişkisinin içerdiği duygusal zekâya, ilişki kurmaya, sosyal ve kültürel birikime eşlik eden bütüncül bir süreç yönetimini de kapsayan yeni bir evreye dönüştüğünü görmeye başladık. Ancak bu evre tamamlanmadan bugünün gündemine oturan yapay zekâ uygulamaları okul ve insan ilişkileri daha bir sorgulanır duruma geldi.
Buna yüksek teknolojilerin eskinin ağır teknolojilerinin önüne geçmesi hayatta ve okullarda öğrenme ve öğretme ile ilgili paradigmaları ve okul-öğretmen kavramlarını değiştirdi. Yeni teknolojik gelişmeler sayesinde dünya bizler için daha da küçülüyor ve daha bir erişilebilir oluyor. Okullar da toplumsal açık sistemler olarak ve tek bilgi kaynağı olmaktan çıktığından beri yenilenmek ve akademik becerilerin yanı sıra sosyal ve duygusal becerilerin de geliştirilmesi, insani ilişkilerin değerlerin de aktarıldığı yerler olarak öne çıkma durumundalar.
Bu nedenle okulun sadece akademik başarıya değil yaşam becerilerine de odaklanması önemli hale gelmiştir. Çocuğun sınıf ortamında ve genel olarak okulda kendi yaşamında var olmasına özen gösteren, neye tanıklık yapması gerektiği konusunda açık seçik bir farkındalık geliştirmiş olan eğitim kurumlarının artı bir kültür ve değer yarattığı söylenebilir.
Okullar, her ne kadar akademik öğrenmelerin asıl hedef olarak konulduğu bir yaşam alanı olsa da onu var eden öğretmen, öğrenci ve veliler olmadan düşünülemez. Okulun taşıdığı değer ve anlam ifade ettiği kavramsal tanımından çok daha büyüktür. Okulları okul yapan, bir yandan kapsayıcı ve çevreleyici okul binası, bahçesi, sosyal, sanat-spor alanları ve sınıfları gibi kendi fiziksel alanları iken, tek başına bir şey ifade etmeyen bu fiziki çevreyi canlı, işler ve işlevsel kılan da öğrencilerin ve öğretmenlerin varlığıdır.
Öğretmenlerle öğrencilerin bir arada yarattıkları sinerji, aralarında kurdukları mistik bağ ve dinamik ilişki aslında bir okul çatısı altında geçmişten bugüne kuşaklar arası bir alışverişi simgeler. Okullar da dünden alıp bugüne, bugünden alıp geleceğe taşıyan bu alışverişin gerçek sahipleri olan öğrencileri ve öğretmenlerin sayesinde var olurlar, gelişirler ve büyürler.
Ancak nasıl bir okul ve nasıl bir eğitim sistemi sorusunun ülkemizde ve dünyada tek bir karşılığı yok. Tarihi ve kültürel açıdan bir ülkenin geçmişi, gelenekleri, değerleri ve inançları, eğitim sisteminin temelini oluşturur. Bununla birlikte ülkenin siyasi yapısı, iktidarın eğitim politikalarına bakışı ve benimsediği ideolojiler de eğitim sistemini doğrudan etkiler. Ayrıca ülkenin ekonomik gelişmişlik düzeyi de, eğitime ayrılan kaynakları, okulların altyapısını, öğretmenlerin toplumdaki statülerini, manevi tatminlerini ve maddi kazanımlarını ve de eğitimde kullanılan teknolojileri önemli ölçüde etkiler.
Ülkenin demografik yapısı, toplumsal ihtiyaçlar, sosyal adalet anlayışı ve eşitsizlikler eğitim sisteminin şekillenmesinde önemli rol oynar. Keza ülkenin coğrafi konumu, kırsal ve kentsel bölgeler arasındaki farklılıklar, ulaşım olanakları ve iklim koşulları eğitime erişimi ve eğitim uygulamalarını etkiler. Son yirmi, otuz yılda bilim ve teknolojideki gelişmeler, eğitimde kullanılan araçları, yöntemleri ve öğrenme yaklaşımlarını sürekli olarak değişime uğrattı pandemi ile birlikte okul kavramı ve içeriğinde başkalaşımlar yaşandı, sınırlar kalktı ve uzaklar yakın yakınlar uzak oldu. Dijitalleşme ve yapay zekânın gelişimi ile de bugün ve geleceğin okul düzeni oldukça etkilenecek gibi görünüyor.
İşte bu çoklu faktörlerin varlığı içerisinde her ülkenin kendine özgü bir eğitim sistemini görmek mümkün. Gelişmiş ülkelerde eğitim girdi ve çıktıları ile bizim gibi yarı gelişmiş ülkelerde eğitim girdi ve çıktılarının karşılaştırılmaları bu düzlem içerisinde değerlendirilmeli elbette.
Ancak genel olarak tüm dünyada etkili okul, başka bir okul, geleceğin okulu kavramları içerisinde belirleyici kavramın başarı olduğunu görmek mümkün. Okullardaki eğitimin niteliğini artırmaya yönelik tüm çabalar etkili okul kavramını öne çıkarmaktadır. Etkili okul araştırmalarının çıkış noktası da tüm okulların önceden belirlenen kriterlere göre bazı okulların, diğerlerine göre daha başarılı olmasıdır.
Etkili okul çok boyutlu bir kavram olmakla beraber, okul yöneticileri, öğretmen, öğrenci, program, öğrenme süreci, okul iklimi ve kültürü, çevre ve aile etkili ve başarılı okul kavramını içerisine yer alırlar.


YENİ OKUL TANIMI ARAYIŞI ve YENİ NESİL OKUL NASIL OLMALI?

  • Öğretmeni hangi özelliklerde olmalı?
  • Öğrencisinden ne beklemeli?
  • Öğrencisini seçmeli mi seçmemeli mi?
  • Okul sistemi paralı mı olmalı parasız mı?
  • Milli ve politik bir müfredat mı olmalı yoksa çeşitliliği ve farklılığı da içine alan bağımsız müfredat mı?
  • Akademik çalışmalarla sınava hazırlayan bir okul mu?
  • Sosyal ve kültürel zenginliği de içine alan sosyal bir okul mu?
  • Yabancı dile eğitiminde başarı gösteren bir okul mu?
  • Eşitlikçi ve eğitime erişimde sorunsuz bir eğitim mi?
  • Seçici bir eğitim mi?
  • Öğrenci merkezli yaklaşımlı bir sistem mi?
  • Az sınav baskılı, esnek müfredatlı, yeterli sayıda öğretmenlerin varlığının olduğu okul mu?
  • Okul yaşına geç başlama ve daha kısa ders saatleri mi?
  • Öğrencilere daha fazla serbest zaman ve dinlenme olanağının sunulması mı?
  • Araştırma ve sürekli gelişim temelinde bir okul sistemi mi yoksa gelenekçi yaklaşımlı okul mu?

Ya da

  • Nitelikli ve motivasyonu yüksek öğretmenlerin olduğu,
  • Okul ve sınıf yönetiminde güçlü liderliklerin olduğu,
  • Öğrencilerin kendilerini güvende, değerli ve aidiyet duygusu içinde hissettikleri okul iklimi mi?
  • Öğrencilerin potansiyellerine ulaşmalarını sağlayacak ortamların olduğu okullar mı?
  • Bireysel farklılıklara saygı gösteren okul mu?
  • Geri bildirim kültürünün içselleştirildiği bir okul mu?
  • Güçlü bir veli okul işbirliği, iletişimi mi?
  • Her öğrencinin kaliteli eğitime erişiminin sağlanması mı?
  • Teknoloji, kütüphane, laboratuvar, sanat ve spor alanları gibi olanakların varlığı mı?
  • Sosyal-duygusal gelişim desteğinin öncelenmesi mi? 

Ya da bu özelliklerin hepsinin az biraz içerisinde olduğu bir okul mu? Özü itibari ile yazının başına dönecek olursam yeni nesil okul arayışı hem dünün hem bugünün hem de geleceğin okullarından bir nebze içerisinde barındıran bir kavram. Hepsinde öne çıkan okulu öne çıkaran, öğretmeni, veliyi ve öğrenciyi temele alan bir okul kavramı.
Ama yapay zekâ uygulamaları ve akran zorbalığı konuları bugün olduğu kadar geleceğin de en önemli sorunları arasında.

Bu iki kavramın temel yönlendiricisi öğretmen ve öğrenci tutumlarıdır. Öğretmenlik, belki de değişen dünya parametrelerine en hızlı adapte olması gereken meslek grubudur. Hızla değişen bir sistemde doğan, farklı beceriler ve yeteneklerle donanması gereken öğrencileri yetiştirme noktasında öğretmene düşen rol belki de, dinamik bir öğretim sürecini tasarlayabilmektir. Bu da ancak öğretmenlerin kendilerini iyi güçlü, donanımlı ve lider hissedecekleri koşulların yaratılmasıyla mümkün olacaktır. İkincisi de çalıştaylarda konferanslarda ortaya çıkan okullardaki akran baskısı ve şiddet ortamıdır.
Maalesef okullarda akran zorbalığı oldukça yaygın. Türkiye’de Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) 2022’ye katılan 15 yaş grubundaki öğrencilerin yüzde 27’si zorbalık içeren davranışlardan herhangi birine uğradığını söylüyor. En sık yaşadıklarını bildirdikleri zorbalık deneyimleri sözel (dalga geçme, isim takma, tehdit vb.) ve ilişkisel zorbalık (dışlama, dedikodu çıkarma, iftira atma vb.). Uluslararası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması’nın (TIMSS) 2023 sonuçlarına göre ise, araştırmaya katılan 4. sınıfların yüzde 15’i, 8. sınıfların yüzde 14’ü haftada bir akran zorbalığına maruz kaldığını söylüyor.
Okul öncesinden Üniversiteye çocuk haklarının temel alındığı evrensel değerlerle donatılmış okul temelli şiddeti önleme programlarının en önemli boyutu olumlu okul ikliminin yaratılmasıdır. Hayat başarısı ile sınav başarısı arasında sıkışmışlık eğitim gören milyonlarca gencin sorunu, bu sorun çocukluktan yetişkinliğe kadar hayatın tüm evrelerinde farklı biçimlerde karşımıza çıkmaktadır.
Saldırganlık veya öfke, dürtüsel eğilimler, olumsuz düşünceler, sinirlilik, saldırganlık, uygunsuz davranışlar, dikkatsizlik, antisosyal davranışlar/tutumlar pek çok genç için, buz dağının altında yatan duygu durumlarıdır. Bu nedenle güvenli okulun inşası daha çocukluktan itibaren şiddet sarmalının önüne geçebilmenin ön koşulu gibidir.
Güvenli okul kavramı ise eğitim-öğretim faaliyetlerinin korkudan, şiddetten ve endişeden arınmış, keyifli bir ortamda gerçekleştirilebileceği bir mekânı tarif eder. Böyle bir ortam, her öğrencinin kendisini özen görmekte ve kabul edilmiş hissettiği bir eğitim iklimi sağlar.
Güven ortamı oluşmuş okul; zorbalıktan uzak, davranış beklentilerinin açık bir şekilde ifade edildiği ve destekleyici ve özenli bir şekilde uygulandığı bir yerdir.
Umarım MEB’in yaptığı bu çalıştaylar, öğretmenlerin görüşleri doğrultusunda özellikle olumlu okul ikliminin iyileştirilmesine katkı sağlayacak veriler ortaya çıkar ve geleceğe yönelik stratejik adımların atılmasına yardımcı olur. 

Kaynakça
https://www.meb.gov.tr/ogretmenlerin-bakis-acisiyla-egitimde-one-cikan-konular-temali-calistaylar-basladi/haber/37095/tr
https://egitimreformugirisimi.org/sicak-bir-yuva-ile-yalnizlik-arasinda-cocuklarin-gozunden-okul/

 

 

 

 

 

 

 

 

> Okul kavramı değişiyor mu?

Alpaslan Dartan
Eğitim Yöneticisi – PDR Uzmanı 

alpaslan_dartanMillî Eğitim Bakanlığı, Mayıs ayında farklı tarihlerde ve farklı illerde Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli kapsamındaki uygulamaların ele alındığı "Öğretmenlerin Bakış Açısıyla Eğitimde Öne Çıkan Konular" temalı eğitim çalıştayları düzenlemeye başladı. Başlığı “Öğretmenlerin gözünden eğitimde öne çıkanlar” olunca içeriğine ve neler konuşulduğuna bakma ihtiyacı duydum. İlgimi çeken ise öğretmenlerin okullardaki eğitim öğretim süreçlerini ve okul’u nasıl tanımladıklarına ilişkin merakımdı. Ankara, Antalya, İstanbul ve İzmir'de 5-6 Mayıs 2025 tarihleri arasında gerçekleştirilen ve aralıklarla da değişik illerde devam etmesi planlanan çalıştaylarda;

• Erdem-değer-eylem çerçevesinin okul iklimine etkisi,

• Becerilerin ölçülmesi ve değerlendirilmesi,

• Disiplinler arası çalışmalar,

• Eğitimde yapay zekâ kullanımı ve

• Akran zorbalığı

Konularının tartışmalarda ele alındığı görülüyor.
Çalıştaylarda öğretmenlerin görüşleri alınarak hangi alanlarda destek ihtiyacının öne çıktığını görmek ve geleceğe yönelik stratejik adımların atılmasına yardımcı olacak verilerin tartışılması esas olurken çalıştaylar kapsamında elde edilecek verilerin okul ikliminin iyileştirilmesi, disiplinler arası çalışmaların artırılması, becerilerin ölçülmesinin geliştirilmesi, eğitimde yapay zekâ kullanımının artırılması ve akran zorbalığının önlenmesi konularına katkı sunması bekleniyormuş. Özellikle Yapay zekâ ile Akran zorbalığı konularının tartışılması ve öğretmenlerin gözüyle irdelenmesi önemli.
Umarım bu beklentilere uygun sonuçlar ortaya konur ve bu doğrultuda politika kararları alınır. Günümüzde dünyanın değişen koşulları artık okullarda ve hayatın içinde edinilen eğitimin esnek, yaratıcı, inisiyatif kullanabilen üretici bireyler yetiştirtilmesi gerektiğini söylüyor. Yaratıcı yenilikleri arttırmak, iş kalitesini yükseltmek üzere kültürel farklılıklar arasındaki boşlukları doldurmak ve farklı bakış açılarını kullanma becerisine sahip olmak da geleceğin eğitilmiş insanlarında beklenilen beceriler arasında yer alıyor.
Pandeminin öğrettikleri ile önceden pek önemsemediğimiz ilke ve değerlerin ne kadar önemli olduğunu gördük. Okul kavramının sadece öğretim yönü ağır basan akademik beklentilerin öne çıktığı bir ana kavram olmaktan çıktığını tüm bileşenleriyle okul-insan ilişkisinin içerdiği duygusal zekâya, ilişki kurmaya, sosyal ve kültürel birikime eşlik eden bütüncül bir süreç yönetimini de kapsayan yeni bir evreye dönüştüğünü görmeye başladık. Ancak bu evre tamamlanmadan bugünün gündemine oturan yapay zekâ uygulamaları okul ve insan ilişkileri daha bir sorgulanır duruma geldi.
Buna yüksek teknolojilerin eskinin ağır teknolojilerinin önüne geçmesi hayatta ve okullarda öğrenme ve öğretme ile ilgili paradigmaları ve okul-öğretmen kavramlarını değiştirdi. Yeni teknolojik gelişmeler sayesinde dünya bizler için daha da küçülüyor ve daha bir erişilebilir oluyor. Okullar da toplumsal açık sistemler olarak ve tek bilgi kaynağı olmaktan çıktığından beri yenilenmek ve akademik becerilerin yanı sıra sosyal ve duygusal becerilerin de geliştirilmesi, insani ilişkilerin değerlerin de aktarıldığı yerler olarak öne çıkma durumundalar.
Bu nedenle okulun sadece akademik başarıya değil yaşam becerilerine de odaklanması önemli hale gelmiştir. Çocuğun sınıf ortamında ve genel olarak okulda kendi yaşamında var olmasına özen gösteren, neye tanıklık yapması gerektiği konusunda açık seçik bir farkındalık geliştirmiş olan eğitim kurumlarının artı bir kültür ve değer yarattığı söylenebilir.
Okullar, her ne kadar akademik öğrenmelerin asıl hedef olarak konulduğu bir yaşam alanı olsa da onu var eden öğretmen, öğrenci ve veliler olmadan düşünülemez. Okulun taşıdığı değer ve anlam ifade ettiği kavramsal tanımından çok daha büyüktür. Okulları okul yapan, bir yandan kapsayıcı ve çevreleyici okul binası, bahçesi, sosyal, sanat-spor alanları ve sınıfları gibi kendi fiziksel alanları iken, tek başına bir şey ifade etmeyen bu fiziki çevreyi canlı, işler ve işlevsel kılan da öğrencilerin ve öğretmenlerin varlığıdır.
Öğretmenlerle öğrencilerin bir arada yarattıkları sinerji, aralarında kurdukları mistik bağ ve dinamik ilişki aslında bir okul çatısı altında geçmişten bugüne kuşaklar arası bir alışverişi simgeler. Okullar da dünden alıp bugüne, bugünden alıp geleceğe taşıyan bu alışverişin gerçek sahipleri olan öğrencileri ve öğretmenlerin sayesinde var olurlar, gelişirler ve büyürler.
Ancak nasıl bir okul ve nasıl bir eğitim sistemi sorusunun ülkemizde ve dünyada tek bir karşılığı yok. Tarihi ve kültürel açıdan bir ülkenin geçmişi, gelenekleri, değerleri ve inançları, eğitim sisteminin temelini oluşturur. Bununla birlikte ülkenin siyasi yapısı, iktidarın eğitim politikalarına bakışı ve benimsediği ideolojiler de eğitim sistemini doğrudan etkiler. Ayrıca ülkenin ekonomik gelişmişlik düzeyi de, eğitime ayrılan kaynakları, okulların altyapısını, öğretmenlerin toplumdaki statülerini, manevi tatminlerini ve maddi kazanımlarını ve de eğitimde kullanılan teknolojileri önemli ölçüde etkiler.
Ülkenin demografik yapısı, toplumsal ihtiyaçlar, sosyal adalet anlayışı ve eşitsizlikler eğitim sisteminin şekillenmesinde önemli rol oynar. Keza ülkenin coğrafi konumu, kırsal ve kentsel bölgeler arasındaki farklılıklar, ulaşım olanakları ve iklim koşulları eğitime erişimi ve eğitim uygulamalarını etkiler. Son yirmi, otuz yılda bilim ve teknolojideki gelişmeler, eğitimde kullanılan araçları, yöntemleri ve öğrenme yaklaşımlarını sürekli olarak değişime uğrattı pandemi ile birlikte okul kavramı ve içeriğinde başkalaşımlar yaşandı, sınırlar kalktı ve uzaklar yakın yakınlar uzak oldu. Dijitalleşme ve yapay zekânın gelişimi ile de bugün ve geleceğin okul düzeni oldukça etkilenecek gibi görünüyor.
İşte bu çoklu faktörlerin varlığı içerisinde her ülkenin kendine özgü bir eğitim sistemini görmek mümkün. Gelişmiş ülkelerde eğitim girdi ve çıktıları ile bizim gibi yarı gelişmiş ülkelerde eğitim girdi ve çıktılarının karşılaştırılmaları bu düzlem içerisinde değerlendirilmeli elbette.
Ancak genel olarak tüm dünyada etkili okul, başka bir okul, geleceğin okulu kavramları içerisinde belirleyici kavramın başarı olduğunu görmek mümkün. Okullardaki eğitimin niteliğini artırmaya yönelik tüm çabalar etkili okul kavramını öne çıkarmaktadır. Etkili okul araştırmalarının çıkış noktası da tüm okulların önceden belirlenen kriterlere göre bazı okulların, diğerlerine göre daha başarılı olmasıdır.
Etkili okul çok boyutlu bir kavram olmakla beraber, okul yöneticileri, öğretmen, öğrenci, program, öğrenme süreci, okul iklimi ve kültürü, çevre ve aile etkili ve başarılı okul kavramını içerisine yer alırlar.


YENİ OKUL TANIMI ARAYIŞI ve YENİ NESİL OKUL NASIL OLMALI?

  • Öğretmeni hangi özelliklerde olmalı?
  • Öğrencisinden ne beklemeli?
  • Öğrencisini seçmeli mi seçmemeli mi?
  • Okul sistemi paralı mı olmalı parasız mı?
  • Milli ve politik bir müfredat mı olmalı yoksa çeşitliliği ve farklılığı da içine alan bağımsız müfredat mı?
  • Akademik çalışmalarla sınava hazırlayan bir okul mu?
  • Sosyal ve kültürel zenginliği de içine alan sosyal bir okul mu?
  • Yabancı dile eğitiminde başarı gösteren bir okul mu?
  • Eşitlikçi ve eğitime erişimde sorunsuz bir eğitim mi?
  • Seçici bir eğitim mi?
  • Öğrenci merkezli yaklaşımlı bir sistem mi?
  • Az sınav baskılı, esnek müfredatlı, yeterli sayıda öğretmenlerin varlığının olduğu okul mu?
  • Okul yaşına geç başlama ve daha kısa ders saatleri mi?
  • Öğrencilere daha fazla serbest zaman ve dinlenme olanağının sunulması mı?
  • Araştırma ve sürekli gelişim temelinde bir okul sistemi mi yoksa gelenekçi yaklaşımlı okul mu?

Ya da

  • Nitelikli ve motivasyonu yüksek öğretmenlerin olduğu,
  • Okul ve sınıf yönetiminde güçlü liderliklerin olduğu,
  • Öğrencilerin kendilerini güvende, değerli ve aidiyet duygusu içinde hissettikleri okul iklimi mi?
  • Öğrencilerin potansiyellerine ulaşmalarını sağlayacak ortamların olduğu okullar mı?
  • Bireysel farklılıklara saygı gösteren okul mu?
  • Geri bildirim kültürünün içselleştirildiği bir okul mu?
  • Güçlü bir veli okul işbirliği, iletişimi mi?
  • Her öğrencinin kaliteli eğitime erişiminin sağlanması mı?
  • Teknoloji, kütüphane, laboratuvar, sanat ve spor alanları gibi olanakların varlığı mı?
  • Sosyal-duygusal gelişim desteğinin öncelenmesi mi? 

Ya da bu özelliklerin hepsinin az biraz içerisinde olduğu bir okul mu? Özü itibari ile yazının başına dönecek olursam yeni nesil okul arayışı hem dünün hem bugünün hem de geleceğin okullarından bir nebze içerisinde barındıran bir kavram. Hepsinde öne çıkan okulu öne çıkaran, öğretmeni, veliyi ve öğrenciyi temele alan bir okul kavramı.
Ama yapay zekâ uygulamaları ve akran zorbalığı konuları bugün olduğu kadar geleceğin de en önemli sorunları arasında.

Bu iki kavramın temel yönlendiricisi öğretmen ve öğrenci tutumlarıdır. Öğretmenlik, belki de değişen dünya parametrelerine en hızlı adapte olması gereken meslek grubudur. Hızla değişen bir sistemde doğan, farklı beceriler ve yeteneklerle donanması gereken öğrencileri yetiştirme noktasında öğretmene düşen rol belki de, dinamik bir öğretim sürecini tasarlayabilmektir. Bu da ancak öğretmenlerin kendilerini iyi güçlü, donanımlı ve lider hissedecekleri koşulların yaratılmasıyla mümkün olacaktır. İkincisi de çalıştaylarda konferanslarda ortaya çıkan okullardaki akran baskısı ve şiddet ortamıdır.
Maalesef okullarda akran zorbalığı oldukça yaygın. Türkiye’de Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) 2022’ye katılan 15 yaş grubundaki öğrencilerin yüzde 27’si zorbalık içeren davranışlardan herhangi birine uğradığını söylüyor. En sık yaşadıklarını bildirdikleri zorbalık deneyimleri sözel (dalga geçme, isim takma, tehdit vb.) ve ilişkisel zorbalık (dışlama, dedikodu çıkarma, iftira atma vb.). Uluslararası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması’nın (TIMSS) 2023 sonuçlarına göre ise, araştırmaya katılan 4. sınıfların yüzde 15’i, 8. sınıfların yüzde 14’ü haftada bir akran zorbalığına maruz kaldığını söylüyor.
Okul öncesinden Üniversiteye çocuk haklarının temel alındığı evrensel değerlerle donatılmış okul temelli şiddeti önleme programlarının en önemli boyutu olumlu okul ikliminin yaratılmasıdır. Hayat başarısı ile sınav başarısı arasında sıkışmışlık eğitim gören milyonlarca gencin sorunu, bu sorun çocukluktan yetişkinliğe kadar hayatın tüm evrelerinde farklı biçimlerde karşımıza çıkmaktadır.
Saldırganlık veya öfke, dürtüsel eğilimler, olumsuz düşünceler, sinirlilik, saldırganlık, uygunsuz davranışlar, dikkatsizlik, antisosyal davranışlar/tutumlar pek çok genç için, buz dağının altında yatan duygu durumlarıdır. Bu nedenle güvenli okulun inşası daha çocukluktan itibaren şiddet sarmalının önüne geçebilmenin ön koşulu gibidir.
Güvenli okul kavramı ise eğitim-öğretim faaliyetlerinin korkudan, şiddetten ve endişeden arınmış, keyifli bir ortamda gerçekleştirilebileceği bir mekânı tarif eder. Böyle bir ortam, her öğrencinin kendisini özen görmekte ve kabul edilmiş hissettiği bir eğitim iklimi sağlar.
Güven ortamı oluşmuş okul; zorbalıktan uzak, davranış beklentilerinin açık bir şekilde ifade edildiği ve destekleyici ve özenli bir şekilde uygulandığı bir yerdir.
Umarım MEB’in yaptığı bu çalıştaylar, öğretmenlerin görüşleri doğrultusunda özellikle olumlu okul ikliminin iyileştirilmesine katkı sağlayacak veriler ortaya çıkar ve geleceğe yönelik stratejik adımların atılmasına yardımcı olur. 

Kaynakça
https://www.meb.gov.tr/ogretmenlerin-bakis-acisiyla-egitimde-one-cikan-konular-temali-calistaylar-basladi/haber/37095/tr
https://egitimreformugirisimi.org/sicak-bir-yuva-ile-yalnizlik-arasinda-cocuklarin-gozunden-okul/

 

 

 

 

 

 

 

 

Son Güncelleme: Perşembe, 29 May 2025 11:20

Gösterim: 767


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.