Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Bu yıl 50. sanat yılını kutlayan Türk Çocuk Edebiyatı’nın usta ismi Gülten Dayıoğlu ile öğretmenlik yılları ve yazarlığa başlama hikayesi üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.
Röportajımız sırasında 35 yıldır görmediği öğrencileriyle de buluşan Dayıoğlu, geçim derdi ile yöneldiği öğretmenliğe daha sonra aşık olduğunu söylüyor.
Gülten Hanım, 50. sanat yılınızı kutluyorsunuz. Öncelikle biz de sizi kutluyoruz. Çocuklara yönelik kitaplarınızla dünya çapında tanınan bir yazarımız olarak Gülten Dayıoğlu nasıl bir çocuktu, bize anlatabilir misiniz?
İkinci Dünya Savaşı başladığında, henüz dört yaşındaydım. Ülkemiz savaşa girmemişti ama, ciğerlerimizi ürperten savaş rüzgarlarını soluyarak yaşadık savaş bitinceye dek. Sadece beslenmede değil, giyimde de kıtlık vardı. Öyle ki, basma bile karne ile satılırdı.
Birleştirilmiş sınıflarda öğrenim görüyorduk. Sınıfın yarısındaki sıralarda birinci, ikinci ve üçüncü sınıflar oturur, öteki yarısında ise, dört ve beşinci sınıflar otururdu. Öğretmen küçüklerle çalıştıktan sonra onlara ödev verir. Büyüklere ders anlatmaya başlardı. Sınıftaki sobanın yanması için, her çocuk evden odun getirirdi. Soba ters rüzgarlar estiğinde öyle bir tüterdi ki!.. Okuma yazmayı gözlerimizi yakan o duman içinde öğrenmiştim. Ama okula gidebildiğim için mutluydum. Öteki çocuklar da öyleydi. Bir şeyler öğrenme konusunda adeta birbirimizle yarış içinde olduğumuzu anımsıyorum.
Eğitim hayatınız Anadolu’nun farklı yerlerinde geçmiş. Nasıl bir çocuk ve öğrenciydiniz? Farklı yerlerde öğrencilik yapmak sizi nasıl etkiledi?
Ben yaramaz bir çocuktum. Daha çok erkek çocuklarla çelik çomak, aşık oynamayı sever, ağaçlara tırmanmaktan hoşlanırdım. Annem bu yüzden benim için “gökyüzüne kement atan, düz duvara tırmanan bir kızım var” derdi. Köy yaşamımız sürerken, en güzel çocuk oyunlarını, adetleri, türküleri, manileri öğrendim. Masal analarından yakası açılmadık masallar dinledim. Kasabaya daha sonra da kente taşındığımızda yaramazlığım ortama göre sürdü. Ama o ortamlara uyum sağlamakta, insanları sevdiğim ve iyimser olduğum için hiç zorlanmadım.
İstanbul Atatürk Kız Lisesi’ne gelişiniz nasıl oldu? Anadolu’dan sonra İstanbul’da öğrenci olmak sizi zorladı mı? Bu yıllarla ilgili aklınızda kalanları bizimle paylaşabilir misiniz?
1950’de Kütahya’da Otuz Ağustos İlkokulu’nu bitirdim. Aynı yıl ailece İstanbul’a göç ettik. Ortaokulu Nişantaşı Ortaokulu’nda bitirip Tophane –Fındıklı’da yer alan Atatürk Kız Lisesi’ne kaydoldum.. Yazma tutkumun tohumları, Kütahya’da ilkokul üçüncü sınıftayken, öğretmenim Ayşe Bumin’in yazılı anlatım ödevlerime bakarak: “Sen doğuştan yeteneklisin. Gelecekte yazar olacaksın.” demeye başlamasıyla atıldı. Bu tutku orta ve lisede öğretmenlerimin yeteneğime sahip çıkmasıyla yeşerip, boy attı...
Öğretmenlerimin en büyük katkısı, yazma yeteneğimi geliştirme amacına yönelik hazırladıkları, dünya edebiyatının seçme eserlerinin adlarını içeren, çok özel listelerdi. O kitaplarla zihinsel, ruhsal yönden yontuldum. Bilincim bilendi. Gönlüm zenginleşti. Ufkum açıldı. Hayata bakışımla, hayat karşısında duruşum, kısacası kimliğim belirginleşmeye başladı. Kitap okumayı yaşam biçimi edinme bilincini de o kitapları okuyarak edindiğime inanıyorum. Anadolu’dan sonra İstanbul’da öğrenci olmak beni biraz zorladı. Arkadaşlarım, giyim kuşamımla, arada bir ağzımdan kaçan yerel sözcüklerle alay ederlerdi. Ama sonradan hepsiyle çok iyi dost olduk. Bazılarıyla hala bu dostluk sürüyor.
REŞAT NURİ KÜTÜPHANE ANAHTARINI BANA VERDİRDİ
İlköğretim ve lise yıllarınızda sizi etkileyen öğretmenleriniz oldu mu? Bu öğretmenleriniz yaşamınızda nasıl bir değişim sağladılar? Ortaokuldayken, Reşat Nuri Güntekin müfettiş olarak Türkçe dersimize girmişti. Öğretmenim yazma yeteneğimden söz edince ilk sözü “Bu çocuğa yardım edelim.
En iyi yardım da yazarlık temelini ve kişisel kimliğini oluşturması için, çok geniş yelpazede kitap okumasıdır.” dedi. Okul kütüphanesinin anahtarının bana verilmesini önerdi. Ben de kütüphaneye bir daldım, dalış o dalış... O anahtar üç yıl boyunca yaz kış bende kaldı…

Soldan Sağa; Erdir Bayoğlu, Figen Tekkol, Birhan Pabuç, Gülten Dayıoğlu, Uğur Eğilmez, Serap Köktan
ÖĞRETMENLİK YILLARI
Üniversiteye önce Hukuk Fakültesi’nde başlamışsınız, daha sonra ise sınavlara girerek ilkokul öğretmeni olmuşsunuz. Neden öğretmen olmak istediniz? Bu dönemde düşüncelerinizi etkileyen neler oldu? Üniversiteyi, eşim Cevdet Dayıoğlu ile evlenmek için bıraktım. Başımda kavak yellerinin estiği yıllardı. Eşimle akrabayız. O henüz hukuk diplomasını alamamıştı. Birkaç dersi vardı. Aileler evlenmemize pek kızdılar. Bize sırtlarını döndüler biz de ayakta durabilmek için ekmek getiren iş aramaya başladık. Bu sebeple can havliyle öğretmenlik sınavına girdim. İlk girişte sınavı kazandım ve hemen atamam yapıldı. Öğretmenliği çok seviyordum. Zaten harçlığımı çıkarmak için ortaokuldayken varlıklı aile çocuklarının ödevlerine yardım etmeye başlamıştım. Sonradan ilkokul, daha sonra ortaokul öğrencilerine Türkçe, Tarih, Coğrafya ve Yurttaşlık Bilgisi dersleri verecek düzeye ulaştım.
Üniversitede de bu işi sürdürmüştüm. Öğretmenliğe yatkındım yani. Geçim derdi ile yöneldiğim öğretmenliğe aşık oldum. Daha doğrusu çocuklara aşıktım. Onlara hep yarının Türkiye’nin sahipleri gözüyle bakıyor, o sorumluluk duygusuyla hizmet ediyordum. Sürekli olarak da kendimi geliştirip, mesleğimde başarılı olmak için çabalıyordum.
Sonunda Cumhuriyet sonra da Milliyet gazetelerinde eğitim öğretimle ilgili eleştiri yazılarıyla, makaleler yazacak kadar öğretmenliği içselleştirmiştim.
Öğretmenlik mesleği yazarlığıma da çok katkı sağladı. Çocuklar için yazarken, çocuklarla soluk soluğa dirsek dirseğe olabileceğim bir ortamda yaşamak benim için büyük bir ayrıcalıktı.
ÇOCUK KİTAPLARI YAZMAYA ÖĞRETMEN OLUNCA KARAR VERDİ
Yazarlık serüveniniz nasıl başladı? Neden çocuk kitaplarına yöneldiniz?
Yazarlığa gençlik yıllarımda, öyküyle başladım. Bir bakıma edebiyata dar kapıdan girmiş oldum. Ama bir öykümle (Döl) Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü almakta zorlanmadım. Bu ödüldeki birinciliği bir oyla kaybettiğimi, yaşam boyu her fırsatta dile getirdim. Çünkü öykü çok güzeldi. Öğretmen olunca çocukları yakından tanıma olanağı buldum. Onlar için yazmakta karar kıldım. Zaten o zamanlar “1960’lı yıllar” piyasada yerli çocuk kitabı yok denecek kadar azdı. Derme çatma çevirileri anlamak çok zordu. Milliyet Çocuk dergisinde iki yıl süreyle her hafta bir öykü yazdım. Bu çalışma hem kalemimi hem de gözlem yetimi biledi. Ayrıca tanınmamı sağladı. Çünkü dergi o zaman seksen bin satardı. İlk romanım Fadiş, 1971’de yayımlandığında Çocuk Edebiyatı’nın “ilk çok satan kitabı” olmuştu. İki buçuk ayda on bin kitap satılmıştı. Aynı yıl art arda yeni baskıları yapıldı. Fadiş, hâla da yeni baskılarla okuruyla buluşmayı sürdürüyor. İlk kitabım Bahçıvanın Oğlu 1963 yılında yayımlanmıştı. 2013’te, bir bölümü yabancı dillere çevrilmiş, 78 kitabım, üç hatta dört kuşaktan okurumla, 50. yıla eriştik.
ÇOCUK EDEBİYATI TÜRKİYE’DE HÂLA LAYIK OLDUĞU NOKTADA DEĞİL
Türkiye’de çocuk edebiyatını nasıl görüyorsunuz?
Ülkemizde çocuk edebiyatı çok büyük aşamalar geçirdi. 1960’larda ‘çocuk edebiyatı yoktur’ deniliyordu, şimdilerde ise üniversitelerde çocuk edebiyatı kürsüleri var. Bu aşamaya gelene kadar az yol alınmadı. Ama çocuk edebiyatımız hâla layık olduğu noktada değil. Ne var ki, biz yazarlar hala çocuk edebiyatını geliştirme, uygar ülkelerdeki çocuk edebiyatı düzeyine eriştirme çabamızı sürdürüyoruz.
Atatürk ve Cumhuriyet denilince sizde oluşturduğu duygular nelerdir? Türkiye’de yaşanan değişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Atatürk ve Cumhuriyet denilince, varlığımı minnet duygusu sarıyor. Bugün dünya çapında tanınan, sevilen sayılan bir ülke konumundaysak, Cumhuriyet’in ilkeleri doğrultusunda ilerleyerek bu onura eriştik. Ülkemdeki değişimleri, kabuk değiştirip yenilenme depreşmeleri olarak algılamaya çalışıyorum. Ülkem için iyi, güzel, doğru kavramlarına dayalı hayallerimi, sürdürüyorum. Kısacası umut hala ekmeğimin katığı…
TATLI-SERT BİR ÖĞRETMENDİM
Nasıl bir öğretmendiniz? Öğrencilerinizle ilişkileriniz nasıldı? Bu konuda nelere dikkat ederdiniz?
Sevilen bir öğretmen olduğuma inanıyorum. Çünkü hala bazı öğrencilerimle iletişimimiz sürüyor. Tıpkı anneliğim gibi öğretmenliğim de tatlı sertti. Ders anlatırken disiplin isterdim.
Ders sonrasında ise arkadaşça bir tavır takınırdım. Sınıfımda her gün gazete okunurdu, böylece günlük haberleri tartışıp yorum yapardık. Bir de verdiğim ödevleri kesinlikle denetler, okur, imzalardım. Şimdilerde bazı öğrencilerim, bu tutumumun kendileri için çok yararlı olduğunu söylerler. Konuların uygulama ve gözlemle daha iyi öğrenileceğine inandığım için, öğrencilerimi, semtteki, fırına, ayakkabı tamircisine, postaneye, kaymakamlığa, semt pazarına, piknik alanlarına, müzelere götürürdüm.
Televizyonun o zamanlar her evde olmaması sebebiyle, seçim sonrası milletvekillerinin yemin törenini izlemeleri için bir keresinde öğrencilerimi kendi evime de getirmiştim. Ayrıca bir velinin yardımıyla Site sinemasının alt katındaki düğün salonunda Türkan Şoray’ın “Buruk Acı” filminin setine bile gitmiştik.
35 YIL SONRA ÖĞRENCİLERİYLE BULUŞTU
Gülten Dayıoğlu, röportajımız sırasında 35 yıldır görmediği öğrencileriyle de bir buluşma gerçekleştirdi. Duygu dolu anların yaşandığı buluşmada anılar tazelendi, diğer sınıf öğrencileri anıldı.35 yıl aradan sonra öğrencileriyle buluşan Gülten Dayıoğlu, “Çok heyecanlıyım. Uzun yıllar sonra öğrencilerimle buluşmak çok keyifli ve benim için çok anlamlı.” dedi.
Birbirlerini sosyal arkadaşlık sitesi olan Facebook aracılığıyla bulduklarını söyleyen Gülten Dayıoğlu’nun öğrencileri, buluşma sırasında oldukça heyecanlıydı. Gülten Dayıoğlu’nun öğrencileri olmaktan hep gurur duyduklarını ve çok şanslı olduklarını dile getiren öğrencilerinden bazıları şunları söyledi;
Uğur Eğilmez: BİZİ KARAKOLA GÖTÜRDÜ
1971 senesinde Selim Sıtkı Tarcan İlkokulu’nda Gülten Hocamla tanıştık. Bize o zamanın şartlarıyla dünyayı tanıttı, kültürümüzü ve bilmediğimiz birçok şeyi öğretti. Çocukluğumuz onun sayesinde inanılmaz güzel geçti. Hocamız, bir şeyi öğretmek istediği zaman uygulamalı olarak gösterirdi. Bu sebeple birçok kez sınıfça karakola gittik, manava ve daha birçok yere gittik. Bize ayrıca Türkçe’yi çok sevdirdi. Türkçe’nin ne kadar güzel bir lisan olduğunu, bunu geliştirmemiz gerektiğini ve bu konuda bize düşen görevleri öğretti. Kitaplarını bizimle paylaştı. Gururla ‘Gülten Dayıoğlu benim öğretmenimdi’ diyorum.
Aslında öğrencisi olmak yerine çocukları olmak demek daha doğru olur. Çünkü hem anne hem öğretmen hem de lider oldu. Her zaman kalbimizde yeri olacak ve hiçbir zaman çıkmayacak.
Birhan Pabuç: BİZE HAYATI ÖĞRETTİ
Selim Sıtkı Tarcan İlkokulu’nda Gülten Dayıoğlu öğretmenimle ilkokul hayatıma başladım ve sürdürdüm. Ortaokul, lise, üniversite hayatımı da hep ilkokulda aldığım düzgün, doğru ve o günkü şartlarda çok modern bir eğitimle daha rahat okudum. Gülten Hocam, bana hem eğitim verdi hem de hayatı öğretti. Onun sayesinde bireysel yaşamdan ziyade, sosyal yaşam içerisinde oldum. Bu da bana hayatımın her alanında başarı getirdi.
Figen Tekkol: KAHRIMI ÇOK ÇEKTİ
1971 yılında Gülten Hocamla tanıştım. Kendisinin hayatımda çok özel bir yeri var. Benim kahrımı çok çekti. İğneden korkan bir öğrenci olarak ona sorun yaşatıyordum. Şimdi kendisinden yıllar sonra özür diliyorum. Uzun zaman sonra Gülten Hocamla buluşmak çok güzel… Gülten Hoca’nın bana verdiği eğitimle kendimi çok geliştirdim. Oğlumu da onun kitaplarıyla büyüttüm. Kendisine bana kattıkları adına çok teşekkür ediyorum.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Röportaj
Bu yıl 50. sanat yılını kutlayan Türk Çocuk Edebiyatı’nın usta ismi Gülten Dayıoğlu ile öğretmenlik yılları ve yazarlığa başlama hikayesi üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.
Röportajımız sırasında 35 yıldır görmediği öğrencileriyle de buluşan Dayıoğlu, geçim derdi ile yöneldiği öğretmenliğe daha sonra aşık olduğunu söylüyor.
Gülten Hanım, 50. sanat yılınızı kutluyorsunuz. Öncelikle biz de sizi kutluyoruz. Çocuklara yönelik kitaplarınızla dünya çapında tanınan bir yazarımız olarak Gülten Dayıoğlu nasıl bir çocuktu, bize anlatabilir misiniz?
İkinci Dünya Savaşı başladığında, henüz dört yaşındaydım. Ülkemiz savaşa girmemişti ama, ciğerlerimizi ürperten savaş rüzgarlarını soluyarak yaşadık savaş bitinceye dek. Sadece beslenmede değil, giyimde de kıtlık vardı. Öyle ki, basma bile karne ile satılırdı.
Birleştirilmiş sınıflarda öğrenim görüyorduk. Sınıfın yarısındaki sıralarda birinci, ikinci ve üçüncü sınıflar oturur, öteki yarısında ise, dört ve beşinci sınıflar otururdu. Öğretmen küçüklerle çalıştıktan sonra onlara ödev verir. Büyüklere ders anlatmaya başlardı. Sınıftaki sobanın yanması için, her çocuk evden odun getirirdi. Soba ters rüzgarlar estiğinde öyle bir tüterdi ki!.. Okuma yazmayı gözlerimizi yakan o duman içinde öğrenmiştim. Ama okula gidebildiğim için mutluydum. Öteki çocuklar da öyleydi. Bir şeyler öğrenme konusunda adeta birbirimizle yarış içinde olduğumuzu anımsıyorum.
Eğitim hayatınız Anadolu’nun farklı yerlerinde geçmiş. Nasıl bir çocuk ve öğrenciydiniz? Farklı yerlerde öğrencilik yapmak sizi nasıl etkiledi?
Ben yaramaz bir çocuktum. Daha çok erkek çocuklarla çelik çomak, aşık oynamayı sever, ağaçlara tırmanmaktan hoşlanırdım. Annem bu yüzden benim için “gökyüzüne kement atan, düz duvara tırmanan bir kızım var” derdi. Köy yaşamımız sürerken, en güzel çocuk oyunlarını, adetleri, türküleri, manileri öğrendim. Masal analarından yakası açılmadık masallar dinledim. Kasabaya daha sonra da kente taşındığımızda yaramazlığım ortama göre sürdü. Ama o ortamlara uyum sağlamakta, insanları sevdiğim ve iyimser olduğum için hiç zorlanmadım.
İstanbul Atatürk Kız Lisesi’ne gelişiniz nasıl oldu? Anadolu’dan sonra İstanbul’da öğrenci olmak sizi zorladı mı? Bu yıllarla ilgili aklınızda kalanları bizimle paylaşabilir misiniz?
1950’de Kütahya’da Otuz Ağustos İlkokulu’nu bitirdim. Aynı yıl ailece İstanbul’a göç ettik. Ortaokulu Nişantaşı Ortaokulu’nda bitirip Tophane –Fındıklı’da yer alan Atatürk Kız Lisesi’ne kaydoldum.. Yazma tutkumun tohumları, Kütahya’da ilkokul üçüncü sınıftayken, öğretmenim Ayşe Bumin’in yazılı anlatım ödevlerime bakarak: “Sen doğuştan yeteneklisin. Gelecekte yazar olacaksın.” demeye başlamasıyla atıldı. Bu tutku orta ve lisede öğretmenlerimin yeteneğime sahip çıkmasıyla yeşerip, boy attı...
Öğretmenlerimin en büyük katkısı, yazma yeteneğimi geliştirme amacına yönelik hazırladıkları, dünya edebiyatının seçme eserlerinin adlarını içeren, çok özel listelerdi. O kitaplarla zihinsel, ruhsal yönden yontuldum. Bilincim bilendi. Gönlüm zenginleşti. Ufkum açıldı. Hayata bakışımla, hayat karşısında duruşum, kısacası kimliğim belirginleşmeye başladı. Kitap okumayı yaşam biçimi edinme bilincini de o kitapları okuyarak edindiğime inanıyorum. Anadolu’dan sonra İstanbul’da öğrenci olmak beni biraz zorladı. Arkadaşlarım, giyim kuşamımla, arada bir ağzımdan kaçan yerel sözcüklerle alay ederlerdi. Ama sonradan hepsiyle çok iyi dost olduk. Bazılarıyla hala bu dostluk sürüyor.
REŞAT NURİ KÜTÜPHANE ANAHTARINI BANA VERDİRDİ
İlköğretim ve lise yıllarınızda sizi etkileyen öğretmenleriniz oldu mu? Bu öğretmenleriniz yaşamınızda nasıl bir değişim sağladılar? Ortaokuldayken, Reşat Nuri Güntekin müfettiş olarak Türkçe dersimize girmişti. Öğretmenim yazma yeteneğimden söz edince ilk sözü “Bu çocuğa yardım edelim.
En iyi yardım da yazarlık temelini ve kişisel kimliğini oluşturması için, çok geniş yelpazede kitap okumasıdır.” dedi. Okul kütüphanesinin anahtarının bana verilmesini önerdi. Ben de kütüphaneye bir daldım, dalış o dalış... O anahtar üç yıl boyunca yaz kış bende kaldı…

Soldan Sağa; Erdir Bayoğlu, Figen Tekkol, Birhan Pabuç, Gülten Dayıoğlu, Uğur Eğilmez, Serap Köktan
ÖĞRETMENLİK YILLARI
Üniversiteye önce Hukuk Fakültesi’nde başlamışsınız, daha sonra ise sınavlara girerek ilkokul öğretmeni olmuşsunuz. Neden öğretmen olmak istediniz? Bu dönemde düşüncelerinizi etkileyen neler oldu? Üniversiteyi, eşim Cevdet Dayıoğlu ile evlenmek için bıraktım. Başımda kavak yellerinin estiği yıllardı. Eşimle akrabayız. O henüz hukuk diplomasını alamamıştı. Birkaç dersi vardı. Aileler evlenmemize pek kızdılar. Bize sırtlarını döndüler biz de ayakta durabilmek için ekmek getiren iş aramaya başladık. Bu sebeple can havliyle öğretmenlik sınavına girdim. İlk girişte sınavı kazandım ve hemen atamam yapıldı. Öğretmenliği çok seviyordum. Zaten harçlığımı çıkarmak için ortaokuldayken varlıklı aile çocuklarının ödevlerine yardım etmeye başlamıştım. Sonradan ilkokul, daha sonra ortaokul öğrencilerine Türkçe, Tarih, Coğrafya ve Yurttaşlık Bilgisi dersleri verecek düzeye ulaştım.
Üniversitede de bu işi sürdürmüştüm. Öğretmenliğe yatkındım yani. Geçim derdi ile yöneldiğim öğretmenliğe aşık oldum. Daha doğrusu çocuklara aşıktım. Onlara hep yarının Türkiye’nin sahipleri gözüyle bakıyor, o sorumluluk duygusuyla hizmet ediyordum. Sürekli olarak da kendimi geliştirip, mesleğimde başarılı olmak için çabalıyordum.
Sonunda Cumhuriyet sonra da Milliyet gazetelerinde eğitim öğretimle ilgili eleştiri yazılarıyla, makaleler yazacak kadar öğretmenliği içselleştirmiştim.
Öğretmenlik mesleği yazarlığıma da çok katkı sağladı. Çocuklar için yazarken, çocuklarla soluk soluğa dirsek dirseğe olabileceğim bir ortamda yaşamak benim için büyük bir ayrıcalıktı.
ÇOCUK KİTAPLARI YAZMAYA ÖĞRETMEN OLUNCA KARAR VERDİ
Yazarlık serüveniniz nasıl başladı? Neden çocuk kitaplarına yöneldiniz?
Yazarlığa gençlik yıllarımda, öyküyle başladım. Bir bakıma edebiyata dar kapıdan girmiş oldum. Ama bir öykümle (Döl) Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü almakta zorlanmadım. Bu ödüldeki birinciliği bir oyla kaybettiğimi, yaşam boyu her fırsatta dile getirdim. Çünkü öykü çok güzeldi. Öğretmen olunca çocukları yakından tanıma olanağı buldum. Onlar için yazmakta karar kıldım. Zaten o zamanlar “1960’lı yıllar” piyasada yerli çocuk kitabı yok denecek kadar azdı. Derme çatma çevirileri anlamak çok zordu. Milliyet Çocuk dergisinde iki yıl süreyle her hafta bir öykü yazdım. Bu çalışma hem kalemimi hem de gözlem yetimi biledi. Ayrıca tanınmamı sağladı. Çünkü dergi o zaman seksen bin satardı. İlk romanım Fadiş, 1971’de yayımlandığında Çocuk Edebiyatı’nın “ilk çok satan kitabı” olmuştu. İki buçuk ayda on bin kitap satılmıştı. Aynı yıl art arda yeni baskıları yapıldı. Fadiş, hâla da yeni baskılarla okuruyla buluşmayı sürdürüyor. İlk kitabım Bahçıvanın Oğlu 1963 yılında yayımlanmıştı. 2013’te, bir bölümü yabancı dillere çevrilmiş, 78 kitabım, üç hatta dört kuşaktan okurumla, 50. yıla eriştik.
ÇOCUK EDEBİYATI TÜRKİYE’DE HÂLA LAYIK OLDUĞU NOKTADA DEĞİL
Türkiye’de çocuk edebiyatını nasıl görüyorsunuz?
Ülkemizde çocuk edebiyatı çok büyük aşamalar geçirdi. 1960’larda ‘çocuk edebiyatı yoktur’ deniliyordu, şimdilerde ise üniversitelerde çocuk edebiyatı kürsüleri var. Bu aşamaya gelene kadar az yol alınmadı. Ama çocuk edebiyatımız hâla layık olduğu noktada değil. Ne var ki, biz yazarlar hala çocuk edebiyatını geliştirme, uygar ülkelerdeki çocuk edebiyatı düzeyine eriştirme çabamızı sürdürüyoruz.
Atatürk ve Cumhuriyet denilince sizde oluşturduğu duygular nelerdir? Türkiye’de yaşanan değişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Atatürk ve Cumhuriyet denilince, varlığımı minnet duygusu sarıyor. Bugün dünya çapında tanınan, sevilen sayılan bir ülke konumundaysak, Cumhuriyet’in ilkeleri doğrultusunda ilerleyerek bu onura eriştik. Ülkemdeki değişimleri, kabuk değiştirip yenilenme depreşmeleri olarak algılamaya çalışıyorum. Ülkem için iyi, güzel, doğru kavramlarına dayalı hayallerimi, sürdürüyorum. Kısacası umut hala ekmeğimin katığı…
TATLI-SERT BİR ÖĞRETMENDİM
Nasıl bir öğretmendiniz? Öğrencilerinizle ilişkileriniz nasıldı? Bu konuda nelere dikkat ederdiniz?
Sevilen bir öğretmen olduğuma inanıyorum. Çünkü hala bazı öğrencilerimle iletişimimiz sürüyor. Tıpkı anneliğim gibi öğretmenliğim de tatlı sertti. Ders anlatırken disiplin isterdim.
Ders sonrasında ise arkadaşça bir tavır takınırdım. Sınıfımda her gün gazete okunurdu, böylece günlük haberleri tartışıp yorum yapardık. Bir de verdiğim ödevleri kesinlikle denetler, okur, imzalardım. Şimdilerde bazı öğrencilerim, bu tutumumun kendileri için çok yararlı olduğunu söylerler. Konuların uygulama ve gözlemle daha iyi öğrenileceğine inandığım için, öğrencilerimi, semtteki, fırına, ayakkabı tamircisine, postaneye, kaymakamlığa, semt pazarına, piknik alanlarına, müzelere götürürdüm.
Televizyonun o zamanlar her evde olmaması sebebiyle, seçim sonrası milletvekillerinin yemin törenini izlemeleri için bir keresinde öğrencilerimi kendi evime de getirmiştim. Ayrıca bir velinin yardımıyla Site sinemasının alt katındaki düğün salonunda Türkan Şoray’ın “Buruk Acı” filminin setine bile gitmiştik.
35 YIL SONRA ÖĞRENCİLERİYLE BULUŞTU
Gülten Dayıoğlu, röportajımız sırasında 35 yıldır görmediği öğrencileriyle de bir buluşma gerçekleştirdi. Duygu dolu anların yaşandığı buluşmada anılar tazelendi, diğer sınıf öğrencileri anıldı.35 yıl aradan sonra öğrencileriyle buluşan Gülten Dayıoğlu, “Çok heyecanlıyım. Uzun yıllar sonra öğrencilerimle buluşmak çok keyifli ve benim için çok anlamlı.” dedi.
Birbirlerini sosyal arkadaşlık sitesi olan Facebook aracılığıyla bulduklarını söyleyen Gülten Dayıoğlu’nun öğrencileri, buluşma sırasında oldukça heyecanlıydı. Gülten Dayıoğlu’nun öğrencileri olmaktan hep gurur duyduklarını ve çok şanslı olduklarını dile getiren öğrencilerinden bazıları şunları söyledi;
Uğur Eğilmez: BİZİ KARAKOLA GÖTÜRDÜ
1971 senesinde Selim Sıtkı Tarcan İlkokulu’nda Gülten Hocamla tanıştık. Bize o zamanın şartlarıyla dünyayı tanıttı, kültürümüzü ve bilmediğimiz birçok şeyi öğretti. Çocukluğumuz onun sayesinde inanılmaz güzel geçti. Hocamız, bir şeyi öğretmek istediği zaman uygulamalı olarak gösterirdi. Bu sebeple birçok kez sınıfça karakola gittik, manava ve daha birçok yere gittik. Bize ayrıca Türkçe’yi çok sevdirdi. Türkçe’nin ne kadar güzel bir lisan olduğunu, bunu geliştirmemiz gerektiğini ve bu konuda bize düşen görevleri öğretti. Kitaplarını bizimle paylaştı. Gururla ‘Gülten Dayıoğlu benim öğretmenimdi’ diyorum.
Aslında öğrencisi olmak yerine çocukları olmak demek daha doğru olur. Çünkü hem anne hem öğretmen hem de lider oldu. Her zaman kalbimizde yeri olacak ve hiçbir zaman çıkmayacak.
Birhan Pabuç: BİZE HAYATI ÖĞRETTİ
Selim Sıtkı Tarcan İlkokulu’nda Gülten Dayıoğlu öğretmenimle ilkokul hayatıma başladım ve sürdürdüm. Ortaokul, lise, üniversite hayatımı da hep ilkokulda aldığım düzgün, doğru ve o günkü şartlarda çok modern bir eğitimle daha rahat okudum. Gülten Hocam, bana hem eğitim verdi hem de hayatı öğretti. Onun sayesinde bireysel yaşamdan ziyade, sosyal yaşam içerisinde oldum. Bu da bana hayatımın her alanında başarı getirdi.
Figen Tekkol: KAHRIMI ÇOK ÇEKTİ
1971 yılında Gülten Hocamla tanıştım. Kendisinin hayatımda çok özel bir yeri var. Benim kahrımı çok çekti. İğneden korkan bir öğrenci olarak ona sorun yaşatıyordum. Şimdi kendisinden yıllar sonra özür diliyorum. Uzun zaman sonra Gülten Hocamla buluşmak çok güzel… Gülten Hoca’nın bana verdiği eğitimle kendimi çok geliştirdim. Oğlumu da onun kitaplarıyla büyüttüm. Kendisine bana kattıkları adına çok teşekkür ediyorum.
Son Güncelleme: Cuma, 22 Kasım 2013 12:30
Gösterim: 4657
Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği Eş Başkanı Yusuf Tavukçuoğlu ile özel röportaj…
Eğitim sisteminin gelişmesi, daha kaliteli ve dinamik bir eğitime kavuşulması amacıyla uzman ve akademisyenlerle birlikte düzenli çalışmalar yapan, yaptığı sempozyumlarla Türk Milli Eğitimi’ne de ışık tutan Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği Eş Başkanı Yusuf Tavukçuoğlu gelenekselleşen Antalya Sempozyumu’nda bu yıl, ‘Teori Uygulama ve Değerlendirmeyle Farklı Eğitim Modelleri ve Bu Modellerin Çözümü’ konusunu tartışacaklarını söyledi. Tavukçuoğlu, derneğin kendi sınav yerleştirme komisyonlarını kurarak, özel okullara öğrenci yerleştirme hedefinde olduklarını da açıkladı.
Yusuf Bey, Antalya’da gerçekleştirilen ve gelenekselleşen sempozyumun bu sene kaçıncısı düzenleniyor?
Türkiye Özel Okullar Birliği olarak her sene düzenlediğimiz Antalya Sempozyumlarının bu sene 13.’sünü düzenliyoruz. 30-31 Ocak 2014 ve 1 Şubat 2014 tarihlerinde Mardan Palace Otel’de gerçekleştireceğimiz sempozyumumuza, katılım bu sene diğer yıllara göre hayli fazla. Ayrıca çok kaliteli isimler katılacağı bir sempozyum olacak.
Sempozyumun bu yıl ki konusu nedir?
Bu yıl yapılacak olan sempozyumda “Teori Uygulama ve Değerlendirmeyle Farklı Eğitim Modelleri” konusunu ele alacağız. Bu konuyu ele alarak, öğretmeni ön plana çıkarmayı amaçladık. Çünkü son zamanlarda eğitimde teknolojiden faydalanılması ve bu doğrultuda eğitim anlayışının oluşturulması bize doğru gelmiyor. Öğretmenin, öğrencinin, sınıfın olmadığı bir yerde istediğiniz teknoloji ile istediğinizi yapabilirsiniz, fakat istenilen verimi alamazsınız. Dolayısıyla eğitim-öğretimin bir esprisi olmaz. Teori uygulamalarını ve değerlendirmelerini kim yapacak? Öğretmen yapacak. Farklı eğitim modellerini kim uygulayacak? Yine öğretmen. Onun için bu sene öğretmenlerimizi ön plana çıkartacağız.
Eğitim sektörünün ihtiyaçlarına göre mi konular belirleniyor?
Bu sene belirlediğimiz konu için okullarımıza 3-4 ay öncesinden bir yazı gönderdik. ‘2014 yılında yapılacak sempozyumda hangi konuları düşünürsünüz, hangi konuların ele alınmasını istersiniz’ diye sorduk. Okullarımızdan gelen cevaplar doğrultusunda ve kendi düşüncelerimizi de katarak bir değerlendirme yaptık. Sonunda bu konuya karar verdik.
Bu sene Okulöncesi Eğitimi Sempozyumunu da düzenleyeceğiz. 4.’sü yapılacak olan bu sempozyum, 7-8 Aralık tarihlerinde Irmak Okulları’nda düzenlenecek. Yine burada sınıf öğretmeni esasına dayalı olduğu için okulöncesi eğitim sistemi ile ilkokulu da birleştirerek ‘temel eğitim’ sempozyumu adı altında gerçekleştirecek. İlk defa bu konuyu ele alacağız. Bu sempozyumun da kaliteli olacağını düşünüyorum. Güzel sonuçlar ortaya çıkacaktır.
3-4 sene önce ‘beyin’ konusunu işlemiştik. Sağlığın bir konusu gibi algılandığı için eğitimde ele alınmayan bir konuydu. Ancak bu konuyu iki sene üst üste işledik. Çünkü ‘beyin’ konusu eğitim için de bir önem arz ediyordu. Daha sonrasında da teknolojinin eğitim sektörüne hızlı bir giriş yapmasından dolayı bu konuyu tekrar gündemimize aldık. ‘Teknolojinin eğitimde yeri nasıl ve ne kadar olmalı, neler yapılmalı, teknolojinin olduğu eğitim sisteminin ne gibi katkıları olabilir’ başlıklarını içeren konuları konuştuk, tartıştık.
Sempozyuma çok kaliteli isimlerin geleceğini söylediniz. Kimler gelecek?
Amerika’dan bir misafir getirmeyi düşünüyoruz. Bu yönde çalışmalarımız var. Başka ülkelerden de birkaç kişi gelecek. Ancak bu sene ağırlıklı olarak kendi ülkemizdeki akademisyenleri ön plana çıkaracağız. Çünkü yabancı akademisyenlerin ülkelerindeki eğitim sistemleri ve yöntemleri ile bizim ülkemizdeki eğitim sistemi ve yöntemleri arasında çok fark var. Dolayısıyla farklı ülkelerden gelen konuklarımızın anlattıkları pek anlaşılamıyor.
Sempozyumdan nasıl bir verim almayı planlıyorsunuz? Daha önce yapılan çalışmaların sonuçlarını değerlendirme imkanınız oldu mu?
Sadece sempozyuma özgü bir durum değil, yaptığımız çalışma ne olursa olsun sonucunda o çalışmaya katılan insanlardan geri dönüşüm almak istiyoruz. Bu geri dönüşümleri değerlendirerek artılarımızı eksilerimizi görüyoruz. Kendimizi de ona göre yeniliyoruz. Bu sene daha kalabalık bir grup bekliyoruz. Ayrıca daha seçkin ve daha farklı grupların katılımını da bekliyoruz.
Sempozyuma kamudan katılım nasıl olacak?
Başbakanımızı, milletvekillerimizi, Milli Eğitim Bakanlığı’nda görev yapan önemli isimleri davet ediyoruz. Aynı şekilde İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerimizden de belli sayıda davetimiz oluyor. Bunun dışında resmi kurumlarımızdan da belli oranda davetimiz oluyor. Biz ne yaparsak yapalım, öncelikle Türk Milli Eğitimi adına yapıyoruz. Çünkü kazanımlarımız sonunda, Türk Milli Eğitimi, özel okullarımız, resmi okullarımız kazanacak.
ARTIK PATRONLAR DERNEĞİ DEĞİLİZ!
İlk senelerde yönetici ve okul kurucuları ağırlıktaydı. Son zamanlarda sempozyumlarda öğretmenler ağırlık kazanmaya başladı. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Öncelikle derneğimizi patronlar derneği olmaktan çıkardık. Böylece derneğimiz, Türk Milli Eğitimi’ne ve özel okullarımıza hizmet veren bir birim haline geldi. Bu doğrultuda 4-5 sene önce alt komisyonları oluşturduk.
Anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise olmak üzere bu alt komisyonlarımız, sene sonuna kadar, her 15 günde bir, dermeğimizde yarım gün toplantı yapıyorlar. Toplantılar sonrasında ortaya çıkan sonuçlar değerlendirilerek güzel çalışmalar yapılıyor. Böyle olunca da yavaş yavaş kurum, mutfakta olan kişiye yani öğretmene doğru yöneldi. Onun için daha ağırlıklı olarak, öğretmenlerimiz ve lider dediğimiz müdürlerimiz katılıyor. Kurucularımızdan da gelenler oluyor elbette. Böylelikle daha homojen bir yapıya ulaştık.
KALİTELİ HİZMET VERMEK İÇİN ÜYE ALIMINI DURDURDUK
Özel öğretim kurumlarında bir hareketlilik yaşanıyor, bu durum üye sayınızı ve çalışmalarınızı nasıl etkiledi?
Üye sayımız 900’ü buldu. Daha kaliteli hizmet vermek için üye alımını durdurduk. Biz bu 900 üyenin olduğu illeri belirledik ve 7 bölgeye ayırdık. O bölgelerde temsilciliklerimiz var. Oralardan gelen veriler doğrultusunda her yıl 2-3 bölgemize gidiyoruz. Seminer çalışmaları ve kurucularla toplantılar yapıyoruz. Zaman zaman bölge temsilcilerimiz kendi aralarında toplantılar da yapıyorlar. Bölgeler arasında farklılıklar var. Örnek verecek olursak, Karadeniz Bölgesi’ndeki vatandaşın ve öğrencinin istekleri, arzuları, eksikleri İstanbul’daki vatandaş ve öğrencinin beklentileri aynı olmaz. Dolayısıyla bunları belirleyip, akademisyenlerimizle birlikte bölge temsilcilerimizle çalışıp paylaşırsak daha verimli olacağımızı düşünüyorum.
Üye sayımız 900’e ulaştı dediniz. Bu sektörde bir büyümeye mi işaret ediyor? Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunun artısını görebilmek için şöyle bir 62 sene geriye gitmek lazım. Bu dernek 1951 yılında kuruldu. O günden bugüne emek veren herkese şükranlarımızı sunmamız lazım. İstanbul’da 30’a yakın üyesiyle ufak bir dernek olan Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği’ni 2000 yılında devraldık. Esas büyük atılım bundan sonra oldu. Yaptığı kaliteli ve etkili çalışmalarla kendini ortaya koyarak kanıtladı. Öğretmeni, velisi, öğrencisi bu derneğe inandı. Bizler de kendi işimizi bırakıp, daha da farklı yerlere gelsin diye, buraya dört elle sarıldık. Her geçen gün üye sayımızın artmasının sebeplerinde biri bu. İkincisi de dernek, sadece akademik anlamda destek vermekle kalmıyor, aynı zamanda kurumlarımızın bürokrasideki birtakım zorlukları aşması anlamında da destekler veriyor. Tüm bunlar neticesinde, koyup iyi, kaliteli, verimli işler yaptığımız zaman kurumlar da bizi istiyorlar.
DERSHANELER KAPATILIRSA SORUNLAR DAHA DA ARTAR
Kurumların sizi istemelerinin nedeni yaptığınız kaliteli çalışmalardır. Ancak bu sektör içindeki oyuncu sayısı da artıyor. Bu artışı neye bağlıyorsunuz?
Kanun ve yönetmelikler değiştiği için okulların açılması daha kolay oldu. Böylelikle sektör içerisinde rol alan insan ve okul sayısı arttı. Fakat önemli olan sayının artması değil, nitelikli kurumların açılmasıdır. Sayının artması bende, bu sektörde iyi para vardır diye düşünenlerin olduğu düşüncesini yaratıyor. Bu sektöre girenlerin büyük bir bölümü pişman olmuştur. Çünkü bilmediğiniz bir işi yaparsanız eninde sonunda tökezlemeye başlarsınız. Bunun üzerine dershanelerin kesin kapatılıp özel okula dönüştürülmesi gündemde. Bu gerçekleşirse sorunlar daha da artacaktır.
Açılan bazı okullardan bazılarının pişman olduğunu söylediniz. Bu durum ne gibi sonuçlar doğuruyor?
Okulu açanın pişmanlığı var olan parasının gitmesidir. Burada bana göre vatandaşa çok büyük haksızlık yapılıyor. Bunun bir örneğini vereyim size. Duru Okulları adında bir okul açılmıştı. Çocuklarını okula yazdıran velilerden kayıt paralarını toplayıp ortadan kayboldu. Biz o dönem dernek olarak İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne başvurdum ben. Bu olayların önünü almazsanız yarın sıkıntılar yaşanacak dedik. Ama bu da bir yere kadar söylenebilir. Engelleyici durumlar olmayınca böyle sıkıntılar yaşanabiliyor. Burada olan vatandaşa oluyor.
YIKICI DEĞİL YAPICI HAREKET EDİYORUZ
Milli Eğitim Bakanı sınav sistemine yeni bir düzenleme getirdi. Siz özel okulların temsilcisi olarak sıkıntıları dile getirdiniz. Bu doğrultuda bakanı ziyarette bulundunuz. Sıkıntılarını giderecek yanıtlar alabildiniz mi? Siz neler öneriyorsunuz?
Milli Eğitim Bakanımızla yaptığımız toplantı verimli geçti. Sınav sistemi ile birtakım kaygılarımız var ve bu kaygılar nasıl giderilecek bilmiyoruz. Zamanı ne kadar olacak, kaç adet soru sorulacak, nasıl yapılacak? Bu konuların hakkında hiçbir bilgimiz yok. Dolayısıyla bilemediğimiz için biraz kuşkularımız var. Sayın Bakanımız, ‘bu sıkıntıları gidermek için uğraşacağız’ dedi. Biz de sınavın bir seçme yerleştirme sınavı olması noktasında elimizden gelen gayreti göstereceğimizi kendilerine ifade ettik. Biz, yıkıcı olmak yerine yapıcı olmaya devam edeceğiz.
Ayrıca Bakanımıza, özel okullar olarak kendi sınavımızı yapmak istediğimizi söyledik, fakat Bakanımız, buna müsaade etmedi. Biz de yeni sınav sistemiyle bizi tercih eden öğrencilerden belli ufak nüanslarla yapılan sınavdan bazı verileri alarak, kendi sınav yerleştirme komisyonumuzu kuracağız ve okullarımıza öğrencilerimizi alacağız. Bu isteğimizi bir çalışma olarak düzenleyip Sayın Bakanımıza ilettik.
Yeni sınav sistemi ile ilgili son olarak şunu söylemek istiyorum. Bu sınav bir yerleştirme ve seçme sınavı olmaz. Çünkü yerleştirme ve seçme sınavı farklı, öğrencinin geldiği düzey belirleme sınavı farklı bir şeydir.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Röportaj
Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği Eş Başkanı Yusuf Tavukçuoğlu ile özel röportaj…
Eğitim sisteminin gelişmesi, daha kaliteli ve dinamik bir eğitime kavuşulması amacıyla uzman ve akademisyenlerle birlikte düzenli çalışmalar yapan, yaptığı sempozyumlarla Türk Milli Eğitimi’ne de ışık tutan Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği Eş Başkanı Yusuf Tavukçuoğlu gelenekselleşen Antalya Sempozyumu’nda bu yıl, ‘Teori Uygulama ve Değerlendirmeyle Farklı Eğitim Modelleri ve Bu Modellerin Çözümü’ konusunu tartışacaklarını söyledi. Tavukçuoğlu, derneğin kendi sınav yerleştirme komisyonlarını kurarak, özel okullara öğrenci yerleştirme hedefinde olduklarını da açıkladı.
Yusuf Bey, Antalya’da gerçekleştirilen ve gelenekselleşen sempozyumun bu sene kaçıncısı düzenleniyor?
Türkiye Özel Okullar Birliği olarak her sene düzenlediğimiz Antalya Sempozyumlarının bu sene 13.’sünü düzenliyoruz. 30-31 Ocak 2014 ve 1 Şubat 2014 tarihlerinde Mardan Palace Otel’de gerçekleştireceğimiz sempozyumumuza, katılım bu sene diğer yıllara göre hayli fazla. Ayrıca çok kaliteli isimler katılacağı bir sempozyum olacak.
Sempozyumun bu yıl ki konusu nedir?
Bu yıl yapılacak olan sempozyumda “Teori Uygulama ve Değerlendirmeyle Farklı Eğitim Modelleri” konusunu ele alacağız. Bu konuyu ele alarak, öğretmeni ön plana çıkarmayı amaçladık. Çünkü son zamanlarda eğitimde teknolojiden faydalanılması ve bu doğrultuda eğitim anlayışının oluşturulması bize doğru gelmiyor. Öğretmenin, öğrencinin, sınıfın olmadığı bir yerde istediğiniz teknoloji ile istediğinizi yapabilirsiniz, fakat istenilen verimi alamazsınız. Dolayısıyla eğitim-öğretimin bir esprisi olmaz. Teori uygulamalarını ve değerlendirmelerini kim yapacak? Öğretmen yapacak. Farklı eğitim modellerini kim uygulayacak? Yine öğretmen. Onun için bu sene öğretmenlerimizi ön plana çıkartacağız.
Eğitim sektörünün ihtiyaçlarına göre mi konular belirleniyor?
Bu sene belirlediğimiz konu için okullarımıza 3-4 ay öncesinden bir yazı gönderdik. ‘2014 yılında yapılacak sempozyumda hangi konuları düşünürsünüz, hangi konuların ele alınmasını istersiniz’ diye sorduk. Okullarımızdan gelen cevaplar doğrultusunda ve kendi düşüncelerimizi de katarak bir değerlendirme yaptık. Sonunda bu konuya karar verdik.
Bu sene Okulöncesi Eğitimi Sempozyumunu da düzenleyeceğiz. 4.’sü yapılacak olan bu sempozyum, 7-8 Aralık tarihlerinde Irmak Okulları’nda düzenlenecek. Yine burada sınıf öğretmeni esasına dayalı olduğu için okulöncesi eğitim sistemi ile ilkokulu da birleştirerek ‘temel eğitim’ sempozyumu adı altında gerçekleştirecek. İlk defa bu konuyu ele alacağız. Bu sempozyumun da kaliteli olacağını düşünüyorum. Güzel sonuçlar ortaya çıkacaktır.
3-4 sene önce ‘beyin’ konusunu işlemiştik. Sağlığın bir konusu gibi algılandığı için eğitimde ele alınmayan bir konuydu. Ancak bu konuyu iki sene üst üste işledik. Çünkü ‘beyin’ konusu eğitim için de bir önem arz ediyordu. Daha sonrasında da teknolojinin eğitim sektörüne hızlı bir giriş yapmasından dolayı bu konuyu tekrar gündemimize aldık. ‘Teknolojinin eğitimde yeri nasıl ve ne kadar olmalı, neler yapılmalı, teknolojinin olduğu eğitim sisteminin ne gibi katkıları olabilir’ başlıklarını içeren konuları konuştuk, tartıştık.
Sempozyuma çok kaliteli isimlerin geleceğini söylediniz. Kimler gelecek?
Amerika’dan bir misafir getirmeyi düşünüyoruz. Bu yönde çalışmalarımız var. Başka ülkelerden de birkaç kişi gelecek. Ancak bu sene ağırlıklı olarak kendi ülkemizdeki akademisyenleri ön plana çıkaracağız. Çünkü yabancı akademisyenlerin ülkelerindeki eğitim sistemleri ve yöntemleri ile bizim ülkemizdeki eğitim sistemi ve yöntemleri arasında çok fark var. Dolayısıyla farklı ülkelerden gelen konuklarımızın anlattıkları pek anlaşılamıyor.
Sempozyumdan nasıl bir verim almayı planlıyorsunuz? Daha önce yapılan çalışmaların sonuçlarını değerlendirme imkanınız oldu mu?
Sadece sempozyuma özgü bir durum değil, yaptığımız çalışma ne olursa olsun sonucunda o çalışmaya katılan insanlardan geri dönüşüm almak istiyoruz. Bu geri dönüşümleri değerlendirerek artılarımızı eksilerimizi görüyoruz. Kendimizi de ona göre yeniliyoruz. Bu sene daha kalabalık bir grup bekliyoruz. Ayrıca daha seçkin ve daha farklı grupların katılımını da bekliyoruz.
Sempozyuma kamudan katılım nasıl olacak?
Başbakanımızı, milletvekillerimizi, Milli Eğitim Bakanlığı’nda görev yapan önemli isimleri davet ediyoruz. Aynı şekilde İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerimizden de belli sayıda davetimiz oluyor. Bunun dışında resmi kurumlarımızdan da belli oranda davetimiz oluyor. Biz ne yaparsak yapalım, öncelikle Türk Milli Eğitimi adına yapıyoruz. Çünkü kazanımlarımız sonunda, Türk Milli Eğitimi, özel okullarımız, resmi okullarımız kazanacak.
ARTIK PATRONLAR DERNEĞİ DEĞİLİZ!
İlk senelerde yönetici ve okul kurucuları ağırlıktaydı. Son zamanlarda sempozyumlarda öğretmenler ağırlık kazanmaya başladı. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Öncelikle derneğimizi patronlar derneği olmaktan çıkardık. Böylece derneğimiz, Türk Milli Eğitimi’ne ve özel okullarımıza hizmet veren bir birim haline geldi. Bu doğrultuda 4-5 sene önce alt komisyonları oluşturduk.
Anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise olmak üzere bu alt komisyonlarımız, sene sonuna kadar, her 15 günde bir, dermeğimizde yarım gün toplantı yapıyorlar. Toplantılar sonrasında ortaya çıkan sonuçlar değerlendirilerek güzel çalışmalar yapılıyor. Böyle olunca da yavaş yavaş kurum, mutfakta olan kişiye yani öğretmene doğru yöneldi. Onun için daha ağırlıklı olarak, öğretmenlerimiz ve lider dediğimiz müdürlerimiz katılıyor. Kurucularımızdan da gelenler oluyor elbette. Böylelikle daha homojen bir yapıya ulaştık.
KALİTELİ HİZMET VERMEK İÇİN ÜYE ALIMINI DURDURDUK
Özel öğretim kurumlarında bir hareketlilik yaşanıyor, bu durum üye sayınızı ve çalışmalarınızı nasıl etkiledi?
Üye sayımız 900’ü buldu. Daha kaliteli hizmet vermek için üye alımını durdurduk. Biz bu 900 üyenin olduğu illeri belirledik ve 7 bölgeye ayırdık. O bölgelerde temsilciliklerimiz var. Oralardan gelen veriler doğrultusunda her yıl 2-3 bölgemize gidiyoruz. Seminer çalışmaları ve kurucularla toplantılar yapıyoruz. Zaman zaman bölge temsilcilerimiz kendi aralarında toplantılar da yapıyorlar. Bölgeler arasında farklılıklar var. Örnek verecek olursak, Karadeniz Bölgesi’ndeki vatandaşın ve öğrencinin istekleri, arzuları, eksikleri İstanbul’daki vatandaş ve öğrencinin beklentileri aynı olmaz. Dolayısıyla bunları belirleyip, akademisyenlerimizle birlikte bölge temsilcilerimizle çalışıp paylaşırsak daha verimli olacağımızı düşünüyorum.
Üye sayımız 900’e ulaştı dediniz. Bu sektörde bir büyümeye mi işaret ediyor? Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunun artısını görebilmek için şöyle bir 62 sene geriye gitmek lazım. Bu dernek 1951 yılında kuruldu. O günden bugüne emek veren herkese şükranlarımızı sunmamız lazım. İstanbul’da 30’a yakın üyesiyle ufak bir dernek olan Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği’ni 2000 yılında devraldık. Esas büyük atılım bundan sonra oldu. Yaptığı kaliteli ve etkili çalışmalarla kendini ortaya koyarak kanıtladı. Öğretmeni, velisi, öğrencisi bu derneğe inandı. Bizler de kendi işimizi bırakıp, daha da farklı yerlere gelsin diye, buraya dört elle sarıldık. Her geçen gün üye sayımızın artmasının sebeplerinde biri bu. İkincisi de dernek, sadece akademik anlamda destek vermekle kalmıyor, aynı zamanda kurumlarımızın bürokrasideki birtakım zorlukları aşması anlamında da destekler veriyor. Tüm bunlar neticesinde, koyup iyi, kaliteli, verimli işler yaptığımız zaman kurumlar da bizi istiyorlar.
DERSHANELER KAPATILIRSA SORUNLAR DAHA DA ARTAR
Kurumların sizi istemelerinin nedeni yaptığınız kaliteli çalışmalardır. Ancak bu sektör içindeki oyuncu sayısı da artıyor. Bu artışı neye bağlıyorsunuz?
Kanun ve yönetmelikler değiştiği için okulların açılması daha kolay oldu. Böylelikle sektör içerisinde rol alan insan ve okul sayısı arttı. Fakat önemli olan sayının artması değil, nitelikli kurumların açılmasıdır. Sayının artması bende, bu sektörde iyi para vardır diye düşünenlerin olduğu düşüncesini yaratıyor. Bu sektöre girenlerin büyük bir bölümü pişman olmuştur. Çünkü bilmediğiniz bir işi yaparsanız eninde sonunda tökezlemeye başlarsınız. Bunun üzerine dershanelerin kesin kapatılıp özel okula dönüştürülmesi gündemde. Bu gerçekleşirse sorunlar daha da artacaktır.
Açılan bazı okullardan bazılarının pişman olduğunu söylediniz. Bu durum ne gibi sonuçlar doğuruyor?
Okulu açanın pişmanlığı var olan parasının gitmesidir. Burada bana göre vatandaşa çok büyük haksızlık yapılıyor. Bunun bir örneğini vereyim size. Duru Okulları adında bir okul açılmıştı. Çocuklarını okula yazdıran velilerden kayıt paralarını toplayıp ortadan kayboldu. Biz o dönem dernek olarak İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne başvurdum ben. Bu olayların önünü almazsanız yarın sıkıntılar yaşanacak dedik. Ama bu da bir yere kadar söylenebilir. Engelleyici durumlar olmayınca böyle sıkıntılar yaşanabiliyor. Burada olan vatandaşa oluyor.
YIKICI DEĞİL YAPICI HAREKET EDİYORUZ
Milli Eğitim Bakanı sınav sistemine yeni bir düzenleme getirdi. Siz özel okulların temsilcisi olarak sıkıntıları dile getirdiniz. Bu doğrultuda bakanı ziyarette bulundunuz. Sıkıntılarını giderecek yanıtlar alabildiniz mi? Siz neler öneriyorsunuz?
Milli Eğitim Bakanımızla yaptığımız toplantı verimli geçti. Sınav sistemi ile birtakım kaygılarımız var ve bu kaygılar nasıl giderilecek bilmiyoruz. Zamanı ne kadar olacak, kaç adet soru sorulacak, nasıl yapılacak? Bu konuların hakkında hiçbir bilgimiz yok. Dolayısıyla bilemediğimiz için biraz kuşkularımız var. Sayın Bakanımız, ‘bu sıkıntıları gidermek için uğraşacağız’ dedi. Biz de sınavın bir seçme yerleştirme sınavı olması noktasında elimizden gelen gayreti göstereceğimizi kendilerine ifade ettik. Biz, yıkıcı olmak yerine yapıcı olmaya devam edeceğiz.
Ayrıca Bakanımıza, özel okullar olarak kendi sınavımızı yapmak istediğimizi söyledik, fakat Bakanımız, buna müsaade etmedi. Biz de yeni sınav sistemiyle bizi tercih eden öğrencilerden belli ufak nüanslarla yapılan sınavdan bazı verileri alarak, kendi sınav yerleştirme komisyonumuzu kuracağız ve okullarımıza öğrencilerimizi alacağız. Bu isteğimizi bir çalışma olarak düzenleyip Sayın Bakanımıza ilettik.
Yeni sınav sistemi ile ilgili son olarak şunu söylemek istiyorum. Bu sınav bir yerleştirme ve seçme sınavı olmaz. Çünkü yerleştirme ve seçme sınavı farklı, öğrencinin geldiği düzey belirleme sınavı farklı bir şeydir.
Son Güncelleme: Perşembe, 10 Ekim 2013 09:46
Gösterim: 3399
Artı Eğitim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Cem Kaçmaz pilot uygulama ile bugün hizmete giren Fatih Projesi’ni A Haber’de değerlendirdi.

Programın tamamını izlemek için tıklayın
Bugün öğrencilerle buluşan Fatih Projesi’ni A Haber’de Ayça Aydoğdu ile Akşama Doğru adlı programda değerlendiren Artı Eğitim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Cem Kaçmaz, Fatih Projesi’nin eğitimde teknolojik ve felsefi bir dönüşümü ifade ettiğini söyledi. Projenin Türkiye’de eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacağını belirten Kaçmaz, “Kamuoyu projenin içeriği hakkında yeterince bilgilendirilmediği için kafalarda soru işareti olabilir. 52 okulda pilot uygulamasının yapılması, proje ile aksamaların giderilmesine ve kamuoyu tarafından yararlarının görülmesine yardımcı olacak” dedi.
Öğrencilerin teknoloji ile iç içe bir nesil olduğuna vurgu yapan Kaçmaz “Öğrencilerin bu özelliğinden dolayı Fatih Projesi’ne uyum sorunu yaşayacaklarını düşünmüyorum. Fatih Projesi ile öğrenciler birbirleri ile etkileşimli hale gelecekler. Ankara’daki bir öğrenci ile Trabzon’daki bir öğrenci ortak projeler geliştirme imkanına kavuşacak” dedi.
“Türkiye dünyaya öncülük etme fırsatı yakaladı!”
Fatih Projesi sayesinde gigital çağdaki eğitim anlayışına Türkiye’nin öncülük edeceğini ifade eden Kaçmaz, “Projenin akıllı tahtasından e-içeriğine, müfredatından digital pedegoji diyeceğimiz öğretmenlerin eğitimine kadar bu işte Türkiye dünyaya öncülük etme fırsatını yakalamıştır” dedi.
Öğretmen Fatih Projesi’ne nasıl ayak uyduracak?
Öğretmenlerin Fatih Projesine ilişkin uyumu ile ilgili soru işaretlerinin bulunduğunu belirten Kaçmaz, “Proje kapsamında öğretmenlere de tablet bilgisayarlar dağıtıldı ve öğretmeler eğitimden geçirildi. Öğretmenlerin projeye uyumunu kolaylaştırmak adına okullarda teknik destek sağlayacak eğitmenler görevlendirilecek. Kanaatim odur ki, öğretmenlerin dijital eğitime karşı çok büyük direnç göstereceklerini düşünmüyorum. Öğretmenler de kolaylıkla yeni sisteme ayak uyduracaklardır. Öğretmenler bu projenin liderliğini yapacak ve 4 yıl içinde tüm eğitim sistemi bu projeye adapte olacak” dedi.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Röportaj
Artı Eğitim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Cem Kaçmaz pilot uygulama ile bugün hizmete giren Fatih Projesi’ni A Haber’de değerlendirdi.

Programın tamamını izlemek için tıklayın
Bugün öğrencilerle buluşan Fatih Projesi’ni A Haber’de Ayça Aydoğdu ile Akşama Doğru adlı programda değerlendiren Artı Eğitim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Cem Kaçmaz, Fatih Projesi’nin eğitimde teknolojik ve felsefi bir dönüşümü ifade ettiğini söyledi. Projenin Türkiye’de eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacağını belirten Kaçmaz, “Kamuoyu projenin içeriği hakkında yeterince bilgilendirilmediği için kafalarda soru işareti olabilir. 52 okulda pilot uygulamasının yapılması, proje ile aksamaların giderilmesine ve kamuoyu tarafından yararlarının görülmesine yardımcı olacak” dedi.
Öğrencilerin teknoloji ile iç içe bir nesil olduğuna vurgu yapan Kaçmaz “Öğrencilerin bu özelliğinden dolayı Fatih Projesi’ne uyum sorunu yaşayacaklarını düşünmüyorum. Fatih Projesi ile öğrenciler birbirleri ile etkileşimli hale gelecekler. Ankara’daki bir öğrenci ile Trabzon’daki bir öğrenci ortak projeler geliştirme imkanına kavuşacak” dedi.
“Türkiye dünyaya öncülük etme fırsatı yakaladı!”
Fatih Projesi sayesinde gigital çağdaki eğitim anlayışına Türkiye’nin öncülük edeceğini ifade eden Kaçmaz, “Projenin akıllı tahtasından e-içeriğine, müfredatından digital pedegoji diyeceğimiz öğretmenlerin eğitimine kadar bu işte Türkiye dünyaya öncülük etme fırsatını yakalamıştır” dedi.
Öğretmen Fatih Projesi’ne nasıl ayak uyduracak?
Öğretmenlerin Fatih Projesine ilişkin uyumu ile ilgili soru işaretlerinin bulunduğunu belirten Kaçmaz, “Proje kapsamında öğretmenlere de tablet bilgisayarlar dağıtıldı ve öğretmeler eğitimden geçirildi. Öğretmenlerin projeye uyumunu kolaylaştırmak adına okullarda teknik destek sağlayacak eğitmenler görevlendirilecek. Kanaatim odur ki, öğretmenlerin dijital eğitime karşı çok büyük direnç göstereceklerini düşünmüyorum. Öğretmenler de kolaylıkla yeni sisteme ayak uyduracaklardır. Öğretmenler bu projenin liderliğini yapacak ve 4 yıl içinde tüm eğitim sistemi bu projeye adapte olacak” dedi.
Son Güncelleme: Pazartesi, 06 Şubat 2012 21:08
Gösterim: 4526
Kadına karşı şiddetin artış gösterdiği bir dönemde dokuz yıllık tecrübesiyle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın dümenine geçen Fatma Şahin, koltuğa oturur oturmaz birçok projenin startını verdi. Bakanlığın adından ‘kadının’ adı gitse de yerine ‘güçlü aile’yi entegre ettiklerini söyleyen Bakan Fatma Şahin, “Bakanlığı teslim alırken net olarak ‘Kadının hak arama mücadelesinde yanında olacağım ve bu bakanlık kadın bakanlığı olacak’ dedim. Hizmetlerimizle ve icraatlarımızla kadının yanında olacağız, kelimelere takılmadan” diye konuşuyor.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Gaziantep’in ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin ‘ilk kadın’ Milletvekili olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ‘testi kırılmadan’ icraatlere başladı. “Daha önce üç maymunu oynadığımız, halının altına süpürdüğümüz sorunları geç de olsa konuşmaya başladık” diyen Bakan Şahin, ‘kadın’ kavramı altındaki tüm kadınları koruma altına alacaklarının altını çiziyor. Gündemlerinde sığınma evlerinin yeniden düzenlenmesi, evden uzaklaştırılan dayakçı eşe elektronik kelepçe takılması gibi birçok konu başlığı bulunduğunu belirten Bakan Şahin, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde parlamentoda kabul edilen ‘Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Yasası’nın yeni bir dönüm noktası olduğuna dikkat çekiyor. “Yasaları kağıtla değiştirmek kısmen doğru ancak, zihinlerdeki engelleri kaldırarak davranışa dönüştürmek için cinsiyet ayrımı gözetmeden ele ele çalışmalıyız” diyen Bakan Şahin sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bizler kadın, erkek, engelli, yaşlı, genç demeden bu gücü kullanma adına koyduğumuz politikada, ayrım gözetmeden Cumhuriyetin 100′üncü kuruluş yıldönümüne ulaşmalıyız. Son günlerde biraz daha rahat uyuyorum. Parlamentoda Şiddetle Mücadele Yasası’nı çıkardık. Türkiye’de ilk defa mahkeme kararı olmasına rağmen yasanın ihlali söz konusu olduğunda zorlama hapis cezası söz konusu. Biz de Bakanlık olarak izleyeceğiz ve sistemin adaletli çalışması için gözlemleyeceğiz. Bu uzun soluklu bir mücadele…”
KIZ ÇOCUKLARI OKUMAK İÇİN BÜTÜN ŞARTLARI ZORLAMALI
Bakan Fatma Şahin, eğitimli kadın sayısının artması için de önemli çalışmalar yaptıklarını vurguluyor. Kız çocuklarının bütün şartlarını zorlayarak mutlaka okuması ve diploma alması gerektiğini düşünen Şahin, “Kız çocuklarının evliliği ve hayatı buna göre şekilleniyor. Son 10 yılda yoksulluk eğitime etki ediyorsa, çok ciddi bir pozitif ayrımcılık yaptık. 990 bin aileye ve anneye kızları okusun diye yardım ettik. Toplamda 2.6 milyar TL para ödedik. Şuanda kızlar ve erkekler alana eşit bir şekilde girmeye başladılar. Bireysel başarıda sorunumuz yok. Akademik başarıda 50'lilerin altındayız. Sosyal Yardımlaşma da bizim Bakanlığımıza bağlandı. Kızların okullaşması adına ciddi çalışmalar içindeyiz. 5 tane kız öğrenci yurdunun yapılması için onay verdik” diye konuşuyor.
ÇOCUK DA OLUR KARİYER DE…
İş hayatında kadınlara yönelik önemli düzenlemeler yaptıklarını belirten Bakan Şahin, şöyle konuşuyor: “Kadın genç çalıştırıyorlarsa işveren payını 5 yıl boyunca devlet öder dedik. Son iki yılda yüzde 4 kadınların iş gücü piyasasına katılımını artırdık. Hiçbir şey kendiliğinden olmuyor. Bir şey bir şeyin tercihi de değil. Hem kariyer hem çocuk yapabiliriz. Hem bakan, hem de anne olabiliriz. İş dünyasında olup, aynı zamanda güçlü bir ailemiz olabilir.”
OKUMA VE SPOR ALIŞKANLIĞINI GÜÇLENDİRMELİYİZ
Bakanlığın hazırladığı 2011 Aile Araştırma Raporu’nda iki önemli sorunun öne çıktığından söz eden Bakan Şahin, şu tespitleri paylaşıyor: “Bu millet az kitap okuyor, az spor yapıyor. Az kitap okuduğu için algı yönetiminde yalnızca gördüğü ile iman ediyor. Bu çok tehlikeli. Bu milletin okuma alışkanlığını güçlendirmemiz lazım, aynı ölçüde spor yapma alışkanlığını da güçlendirmeliyiz. Çünkü bize söylenen ve bizim de hayatımızda gördüğümüz; Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunuyor.”
Eşimle baştan beri aynı davanın içindeyiz
20 Haziran 1966 Gaziantep doğumlu olan Bakan Fatma Şahin, İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya-Metalurji Fakültesi Kimya Mühendisliği Bölümü'nü bitirdi. Özel sektörde İşletme Mühendisi ve İşletme Müdürü olarak çalışan Şahin, 22. ve 23. Dönem Gaziantep Milletvekili. Gaziantep ve bölgenin üst üste 2 dönem Milletvekilliği yapan ilk kadın Milletvekili olan Şahin, Anadolu’da yaşanan herhangi bir ailenin yaşam standartlarında büyüdüğünü anlatıyor. Bakan Şahin, “Hep çok çalışarak mücadele ettik. İnsan çok çalıştığı ve inandığı şey için mücadele ettiği zaman bir şeyler olabileceğini görecektir hayatta. Bu manada ülkenin kısır döngüsü yok, zengin bir insan kaynağına sahip” diye konuşuyor.
Yoğun tempoda çalışırken en büyük gücü eşinden aldığını söyleyen Bakan Şahin şunları aktarıyor: “Siyasete eşimle birlikte girdik ve en başından beri aynı davanın içinde olduğu için bana hep çok yardımcı oldu. İyi bir eştir, dosttur, yardımcıdır. Annem, babam ve kardeşlerim hep işimi kolaylaştırdılar. Yani ailem de alıştı buna sağ olsunlar. Bir kızımız, bir oğlumuz var.”
Üst Kategori: ROOT Kategori: Röportaj
Kadına karşı şiddetin artış gösterdiği bir dönemde dokuz yıllık tecrübesiyle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın dümenine geçen Fatma Şahin, koltuğa oturur oturmaz birçok projenin startını verdi. Bakanlığın adından ‘kadının’ adı gitse de yerine ‘güçlü aile’yi entegre ettiklerini söyleyen Bakan Fatma Şahin, “Bakanlığı teslim alırken net olarak ‘Kadının hak arama mücadelesinde yanında olacağım ve bu bakanlık kadın bakanlığı olacak’ dedim. Hizmetlerimizle ve icraatlarımızla kadının yanında olacağız, kelimelere takılmadan” diye konuşuyor.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Gaziantep’in ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin ‘ilk kadın’ Milletvekili olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ‘testi kırılmadan’ icraatlere başladı. “Daha önce üç maymunu oynadığımız, halının altına süpürdüğümüz sorunları geç de olsa konuşmaya başladık” diyen Bakan Şahin, ‘kadın’ kavramı altındaki tüm kadınları koruma altına alacaklarının altını çiziyor. Gündemlerinde sığınma evlerinin yeniden düzenlenmesi, evden uzaklaştırılan dayakçı eşe elektronik kelepçe takılması gibi birçok konu başlığı bulunduğunu belirten Bakan Şahin, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde parlamentoda kabul edilen ‘Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Yasası’nın yeni bir dönüm noktası olduğuna dikkat çekiyor. “Yasaları kağıtla değiştirmek kısmen doğru ancak, zihinlerdeki engelleri kaldırarak davranışa dönüştürmek için cinsiyet ayrımı gözetmeden ele ele çalışmalıyız” diyen Bakan Şahin sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bizler kadın, erkek, engelli, yaşlı, genç demeden bu gücü kullanma adına koyduğumuz politikada, ayrım gözetmeden Cumhuriyetin 100′üncü kuruluş yıldönümüne ulaşmalıyız. Son günlerde biraz daha rahat uyuyorum. Parlamentoda Şiddetle Mücadele Yasası’nı çıkardık. Türkiye’de ilk defa mahkeme kararı olmasına rağmen yasanın ihlali söz konusu olduğunda zorlama hapis cezası söz konusu. Biz de Bakanlık olarak izleyeceğiz ve sistemin adaletli çalışması için gözlemleyeceğiz. Bu uzun soluklu bir mücadele…”
KIZ ÇOCUKLARI OKUMAK İÇİN BÜTÜN ŞARTLARI ZORLAMALI
Bakan Fatma Şahin, eğitimli kadın sayısının artması için de önemli çalışmalar yaptıklarını vurguluyor. Kız çocuklarının bütün şartlarını zorlayarak mutlaka okuması ve diploma alması gerektiğini düşünen Şahin, “Kız çocuklarının evliliği ve hayatı buna göre şekilleniyor. Son 10 yılda yoksulluk eğitime etki ediyorsa, çok ciddi bir pozitif ayrımcılık yaptık. 990 bin aileye ve anneye kızları okusun diye yardım ettik. Toplamda 2.6 milyar TL para ödedik. Şuanda kızlar ve erkekler alana eşit bir şekilde girmeye başladılar. Bireysel başarıda sorunumuz yok. Akademik başarıda 50'lilerin altındayız. Sosyal Yardımlaşma da bizim Bakanlığımıza bağlandı. Kızların okullaşması adına ciddi çalışmalar içindeyiz. 5 tane kız öğrenci yurdunun yapılması için onay verdik” diye konuşuyor.
ÇOCUK DA OLUR KARİYER DE…
İş hayatında kadınlara yönelik önemli düzenlemeler yaptıklarını belirten Bakan Şahin, şöyle konuşuyor: “Kadın genç çalıştırıyorlarsa işveren payını 5 yıl boyunca devlet öder dedik. Son iki yılda yüzde 4 kadınların iş gücü piyasasına katılımını artırdık. Hiçbir şey kendiliğinden olmuyor. Bir şey bir şeyin tercihi de değil. Hem kariyer hem çocuk yapabiliriz. Hem bakan, hem de anne olabiliriz. İş dünyasında olup, aynı zamanda güçlü bir ailemiz olabilir.”
OKUMA VE SPOR ALIŞKANLIĞINI GÜÇLENDİRMELİYİZ
Bakanlığın hazırladığı 2011 Aile Araştırma Raporu’nda iki önemli sorunun öne çıktığından söz eden Bakan Şahin, şu tespitleri paylaşıyor: “Bu millet az kitap okuyor, az spor yapıyor. Az kitap okuduğu için algı yönetiminde yalnızca gördüğü ile iman ediyor. Bu çok tehlikeli. Bu milletin okuma alışkanlığını güçlendirmemiz lazım, aynı ölçüde spor yapma alışkanlığını da güçlendirmeliyiz. Çünkü bize söylenen ve bizim de hayatımızda gördüğümüz; Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunuyor.”
Eşimle baştan beri aynı davanın içindeyiz
20 Haziran 1966 Gaziantep doğumlu olan Bakan Fatma Şahin, İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya-Metalurji Fakültesi Kimya Mühendisliği Bölümü'nü bitirdi. Özel sektörde İşletme Mühendisi ve İşletme Müdürü olarak çalışan Şahin, 22. ve 23. Dönem Gaziantep Milletvekili. Gaziantep ve bölgenin üst üste 2 dönem Milletvekilliği yapan ilk kadın Milletvekili olan Şahin, Anadolu’da yaşanan herhangi bir ailenin yaşam standartlarında büyüdüğünü anlatıyor. Bakan Şahin, “Hep çok çalışarak mücadele ettik. İnsan çok çalıştığı ve inandığı şey için mücadele ettiği zaman bir şeyler olabileceğini görecektir hayatta. Bu manada ülkenin kısır döngüsü yok, zengin bir insan kaynağına sahip” diye konuşuyor.
Yoğun tempoda çalışırken en büyük gücü eşinden aldığını söyleyen Bakan Şahin şunları aktarıyor: “Siyasete eşimle birlikte girdik ve en başından beri aynı davanın içinde olduğu için bana hep çok yardımcı oldu. İyi bir eştir, dosttur, yardımcıdır. Annem, babam ve kardeşlerim hep işimi kolaylaştırdılar. Yani ailem de alıştı buna sağ olsunlar. Bir kızımız, bir oğlumuz var.”
Son Güncelleme: Pazar, 20 May 2012 11:25
Gösterim: 3592
İngilizce mülakatlar, adaylar için oldukça stresli olabilir, ancak doğru hazırlık ve pratikle bu süreç çok daha kolay ve verimli hale gelebilir. Preply, bu süreci kolaylaştıracak bir rehber hazırlayarak, adayların İngilizce mülakatlarda başarıyı yakalamalarına yardımcı oluyor. Peki, mülakatta başarılı olmak için neler yapılmalı? İşte Preply’nin sunduğu ipuçları ve öneriler.
İngilizce Mülakat Hazırlığı İçin Temel İpuçları
İngilizce mülakatı geçmenin sırrı doğru hazırlıktan geçiyor. Bu süreçte yapılması gereken en önemli şeylerden biri, görüşme yapacağınız şirketi derinlemesine araştırmaktır. Şirketin misyonu, değerleri, ürünleri ve hizmetleri hakkında bilgi sahibi olmak, sizi diğer adaylardan bir adım öne çıkaracaktır. Ayrıca, şirketin son başarıları, ödülleri ve sektördeki yeri hakkında bilgi sahibi olmak da mülakat için oldukça önemlidir.
Şirketi Detaylı Araştırın
Bir mülakata hazırlanırken, şirketin geçmişi, projeleri ve başarıları hakkında bilgi edinmek büyük fark yaratabilir. Şirketin web sitesi, sosyal medya hesapları ve basın bültenleri bu konuda size yardımcı olabilir. Özellikle şirketin son dönemlerdeki başarıları veya aldığı ödüller hakkında bilgi sahibi olmak, görüşülen kişiyle daha güçlü bir bağ kurmanızı sağlayabilir.
İstenen Adayı Gözünüzde Canlandırın
İş ilanlarını dikkatle incelemek, mülakatta karşınıza çıkabilecek soruları anlamanızı sağlar. İşverenlerin beklentilerini ve pozisyonla ilgili ihtiyaçlarını keşfetmek, mülakatta daha etkili ve özgüvenli olmanıza yardımcı olabilir. Özellikle iş ilanlarındaki anahtar kelimeler, mülakatta sıklıkla karşılaşılan sorulara dair ipuçları verir.
İngilizce Mülakat Soruları ve Örnek Cevaplar
İngilizce mülakatlarda en sık sorulan sorulara önceden hazırlıklı olmak, mülakatınızı daha rahat geçirmenizi sağlayacaktır. Preply’nin önerilerine göre, İngilizce mülakatlarda en çok karşılaşılan sorulardan bazıları şunlardır:
- Tell me about yourself
Bu soru, mülakatın ilk sorusu olarak sıkça karşınıza çıkacaktır. Cevabınızda profesyonel geçmişinizi vurgulamakla birlikte, kişisel bilgilerinizi de eklemeyi unutmayın. Örnek bir cevap şöyle olabilir:
“I grew up in a small town in Turkey, then earned my BA in Business Administration from Istanbul University. I really enjoyed the course, and after graduation, I started working at ABC Corp, where I gained valuable experience in project management.”
- Why are you interested in this role?
İşverenler bu soruyu, başvurduğunuz pozisyona olan ilginizi ölçmek için sorar. İş ilanını dikkatle inceledikten sonra, işin size uygun olan yönlerini vurgulayarak bu soruya şu şekilde cevap verebilirsiniz:
“I feel this job is just right for me because it aligns perfectly with my experience in marketing and my passion for working in a fast-paced environment.”
- Where do you see yourself in five years?
Gelecek hedeflerinizi sormak, işverenin sizinle uzun vadeli bir plan yapıp yapamayacağını anlamasına yardımcı olur. Bu soruya cevap verirken, kısa vadeli ve uzun vadeli hedeflerinizi birleştirerek cevap verebilirsiniz:
“In five years, I hope to be in a leadership position, managing a team and contributing to strategic decisions in the company.”
Bu sorulara verdiğiniz yanıtlar, yalnızca dil becerilerinizi değil, aynı zamanda profesyonel yaklaşımınızı ve işinize olan tutkunuzu da gösterecektir.
İngilizce Mülakat Hazırlığı İçin Preply’nin Sağladığı Fırsatlar
Preply, İngilizce mülakat hazırlığı için sunduğu özel derslerle de adayların mülakatlara daha iyi hazırlanmasına yardımcı oluyor. İngilizce özel dersler ile mülakatlarda karşılaşabileceğiniz soruları önceden çalışabilir ve özgüveninizi artırabilirsiniz. Preply’nin 32.000’den fazla eğitmeni, çeşitli seviyelerde eğitimler sunarak, her bireyin ihtiyaçlarına uygun bir öğrenme deneyimi sağlıyor.
İngilizce özel ders almak, dil becerilerinizi geliştirmek ve mülakatlarda daha rahat bir şekilde İngilizce konuşmak için harika bir fırsattır. Preply, adaylara sadece dil bilgisi kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda mülakat simülasyonları yaparak, gerçek mülakat deneyimine daha yakın bir hazırlık süreci sunar.
Sonuç
İngilizce mülakatlarda başarılı olmanın yolu, doğru hazırlık ve pratik yapmaktan geçiyor. Preply, mülakat öncesi hazırlığınızı pekiştirmeniz için size eşsiz fırsatlar sunuyor. Şirket hakkında araştırma yaparak, İngilizce mülakat soru ve cevapları üzerine çalışarak ve dil pratiği yaparak bu süreci başarıyla atlatabilirsiniz. İngilizce özel ders ile kendinize güveninizi artırabilir ve mülakatlarda daha rahat bir performans sergileyebilirsiniz. Preply ile mülakatlarınızı geçmek artık çok daha kolay!
Üst Kategori: ROOT Kategori: Dershaneler
İngilizce mülakatlar, adaylar için oldukça stresli olabilir, ancak doğru hazırlık ve pratikle bu süreç çok daha kolay ve verimli hale gelebilir. Preply, bu süreci kolaylaştıracak bir rehber hazırlayarak, adayların İngilizce mülakatlarda başarıyı yakalamalarına yardımcı oluyor. Peki, mülakatta başarılı olmak için neler yapılmalı? İşte Preply’nin sunduğu ipuçları ve öneriler.
İngilizce Mülakat Hazırlığı İçin Temel İpuçları
İngilizce mülakatı geçmenin sırrı doğru hazırlıktan geçiyor. Bu süreçte yapılması gereken en önemli şeylerden biri, görüşme yapacağınız şirketi derinlemesine araştırmaktır. Şirketin misyonu, değerleri, ürünleri ve hizmetleri hakkında bilgi sahibi olmak, sizi diğer adaylardan bir adım öne çıkaracaktır. Ayrıca, şirketin son başarıları, ödülleri ve sektördeki yeri hakkında bilgi sahibi olmak da mülakat için oldukça önemlidir.
Şirketi Detaylı Araştırın
Bir mülakata hazırlanırken, şirketin geçmişi, projeleri ve başarıları hakkında bilgi edinmek büyük fark yaratabilir. Şirketin web sitesi, sosyal medya hesapları ve basın bültenleri bu konuda size yardımcı olabilir. Özellikle şirketin son dönemlerdeki başarıları veya aldığı ödüller hakkında bilgi sahibi olmak, görüşülen kişiyle daha güçlü bir bağ kurmanızı sağlayabilir.
İstenen Adayı Gözünüzde Canlandırın
İş ilanlarını dikkatle incelemek, mülakatta karşınıza çıkabilecek soruları anlamanızı sağlar. İşverenlerin beklentilerini ve pozisyonla ilgili ihtiyaçlarını keşfetmek, mülakatta daha etkili ve özgüvenli olmanıza yardımcı olabilir. Özellikle iş ilanlarındaki anahtar kelimeler, mülakatta sıklıkla karşılaşılan sorulara dair ipuçları verir.
İngilizce Mülakat Soruları ve Örnek Cevaplar
İngilizce mülakatlarda en sık sorulan sorulara önceden hazırlıklı olmak, mülakatınızı daha rahat geçirmenizi sağlayacaktır. Preply’nin önerilerine göre, İngilizce mülakatlarda en çok karşılaşılan sorulardan bazıları şunlardır:
- Tell me about yourself
Bu soru, mülakatın ilk sorusu olarak sıkça karşınıza çıkacaktır. Cevabınızda profesyonel geçmişinizi vurgulamakla birlikte, kişisel bilgilerinizi de eklemeyi unutmayın. Örnek bir cevap şöyle olabilir:
“I grew up in a small town in Turkey, then earned my BA in Business Administration from Istanbul University. I really enjoyed the course, and after graduation, I started working at ABC Corp, where I gained valuable experience in project management.”
- Why are you interested in this role?
İşverenler bu soruyu, başvurduğunuz pozisyona olan ilginizi ölçmek için sorar. İş ilanını dikkatle inceledikten sonra, işin size uygun olan yönlerini vurgulayarak bu soruya şu şekilde cevap verebilirsiniz:
“I feel this job is just right for me because it aligns perfectly with my experience in marketing and my passion for working in a fast-paced environment.”
- Where do you see yourself in five years?
Gelecek hedeflerinizi sormak, işverenin sizinle uzun vadeli bir plan yapıp yapamayacağını anlamasına yardımcı olur. Bu soruya cevap verirken, kısa vadeli ve uzun vadeli hedeflerinizi birleştirerek cevap verebilirsiniz:
“In five years, I hope to be in a leadership position, managing a team and contributing to strategic decisions in the company.”
Bu sorulara verdiğiniz yanıtlar, yalnızca dil becerilerinizi değil, aynı zamanda profesyonel yaklaşımınızı ve işinize olan tutkunuzu da gösterecektir.
İngilizce Mülakat Hazırlığı İçin Preply’nin Sağladığı Fırsatlar
Preply, İngilizce mülakat hazırlığı için sunduğu özel derslerle de adayların mülakatlara daha iyi hazırlanmasına yardımcı oluyor. İngilizce özel dersler ile mülakatlarda karşılaşabileceğiniz soruları önceden çalışabilir ve özgüveninizi artırabilirsiniz. Preply’nin 32.000’den fazla eğitmeni, çeşitli seviyelerde eğitimler sunarak, her bireyin ihtiyaçlarına uygun bir öğrenme deneyimi sağlıyor.
İngilizce özel ders almak, dil becerilerinizi geliştirmek ve mülakatlarda daha rahat bir şekilde İngilizce konuşmak için harika bir fırsattır. Preply, adaylara sadece dil bilgisi kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda mülakat simülasyonları yaparak, gerçek mülakat deneyimine daha yakın bir hazırlık süreci sunar.
Sonuç
İngilizce mülakatlarda başarılı olmanın yolu, doğru hazırlık ve pratik yapmaktan geçiyor. Preply, mülakat öncesi hazırlığınızı pekiştirmeniz için size eşsiz fırsatlar sunuyor. Şirket hakkında araştırma yaparak, İngilizce mülakat soru ve cevapları üzerine çalışarak ve dil pratiği yaparak bu süreci başarıyla atlatabilirsiniz. İngilizce özel ders ile kendinize güveninizi artırabilir ve mülakatlarda daha rahat bir performans sergileyebilirsiniz. Preply ile mülakatlarınızı geçmek artık çok daha kolay!
Son Güncelleme: Pazartesi, 28 Nisan 2025 10:33
Gösterim: 494

