Geçim derdi ile yöneldiğim öğretmenliğe aşık oldum
- Ayrıntılar
- Kategori: Röportaj
- Cuma, 22 Kasım 2013 12:18 tarihinde oluşturuldu
Bu yıl 50. sanat yılını kutlayan Türk Çocuk Edebiyatı’nın usta ismi Gülten Dayıoğlu ile öğretmenlik yılları ve yazarlığa başlama hikayesi üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.
Röportajımız sırasında 35 yıldır görmediği öğrencileriyle de buluşan Dayıoğlu, geçim derdi ile yöneldiği öğretmenliğe daha sonra aşık olduğunu söylüyor.
Gülten Hanım, 50. sanat yılınızı kutluyorsunuz. Öncelikle biz de sizi kutluyoruz. Çocuklara yönelik kitaplarınızla dünya çapında tanınan bir yazarımız olarak Gülten Dayıoğlu nasıl bir çocuktu, bize anlatabilir misiniz?
İkinci Dünya Savaşı başladığında, henüz dört yaşındaydım. Ülkemiz savaşa girmemişti ama, ciğerlerimizi ürperten savaş rüzgarlarını soluyarak yaşadık savaş bitinceye dek. Sadece beslenmede değil, giyimde de kıtlık vardı. Öyle ki, basma bile karne ile satılırdı.
Birleştirilmiş sınıflarda öğrenim görüyorduk. Sınıfın yarısındaki sıralarda birinci, ikinci ve üçüncü sınıflar oturur, öteki yarısında ise, dört ve beşinci sınıflar otururdu. Öğretmen küçüklerle çalıştıktan sonra onlara ödev verir. Büyüklere ders anlatmaya başlardı. Sınıftaki sobanın yanması için, her çocuk evden odun getirirdi. Soba ters rüzgarlar estiğinde öyle bir tüterdi ki!.. Okuma yazmayı gözlerimizi yakan o duman içinde öğrenmiştim. Ama okula gidebildiğim için mutluydum. Öteki çocuklar da öyleydi. Bir şeyler öğrenme konusunda adeta birbirimizle yarış içinde olduğumuzu anımsıyorum.
Eğitim hayatınız Anadolu’nun farklı yerlerinde geçmiş. Nasıl bir çocuk ve öğrenciydiniz? Farklı yerlerde öğrencilik yapmak sizi nasıl etkiledi?
Ben yaramaz bir çocuktum. Daha çok erkek çocuklarla çelik çomak, aşık oynamayı sever, ağaçlara tırmanmaktan hoşlanırdım. Annem bu yüzden benim için “gökyüzüne kement atan, düz duvara tırmanan bir kızım var” derdi. Köy yaşamımız sürerken, en güzel çocuk oyunlarını, adetleri, türküleri, manileri öğrendim. Masal analarından yakası açılmadık masallar dinledim. Kasabaya daha sonra da kente taşındığımızda yaramazlığım ortama göre sürdü. Ama o ortamlara uyum sağlamakta, insanları sevdiğim ve iyimser olduğum için hiç zorlanmadım.
İstanbul Atatürk Kız Lisesi’ne gelişiniz nasıl oldu? Anadolu’dan sonra İstanbul’da öğrenci olmak sizi zorladı mı? Bu yıllarla ilgili aklınızda kalanları bizimle paylaşabilir misiniz?
1950’de Kütahya’da Otuz Ağustos İlkokulu’nu bitirdim. Aynı yıl ailece İstanbul’a göç ettik. Ortaokulu Nişantaşı Ortaokulu’nda bitirip Tophane –Fındıklı’da yer alan Atatürk Kız Lisesi’ne kaydoldum.. Yazma tutkumun tohumları, Kütahya’da ilkokul üçüncü sınıftayken, öğretmenim Ayşe Bumin’in yazılı anlatım ödevlerime bakarak: “Sen doğuştan yeteneklisin. Gelecekte yazar olacaksın.” demeye başlamasıyla atıldı. Bu tutku orta ve lisede öğretmenlerimin yeteneğime sahip çıkmasıyla yeşerip, boy attı...
Öğretmenlerimin en büyük katkısı, yazma yeteneğimi geliştirme amacına yönelik hazırladıkları, dünya edebiyatının seçme eserlerinin adlarını içeren, çok özel listelerdi. O kitaplarla zihinsel, ruhsal yönden yontuldum. Bilincim bilendi. Gönlüm zenginleşti. Ufkum açıldı. Hayata bakışımla, hayat karşısında duruşum, kısacası kimliğim belirginleşmeye başladı. Kitap okumayı yaşam biçimi edinme bilincini de o kitapları okuyarak edindiğime inanıyorum. Anadolu’dan sonra İstanbul’da öğrenci olmak beni biraz zorladı. Arkadaşlarım, giyim kuşamımla, arada bir ağzımdan kaçan yerel sözcüklerle alay ederlerdi. Ama sonradan hepsiyle çok iyi dost olduk. Bazılarıyla hala bu dostluk sürüyor.
REŞAT NURİ KÜTÜPHANE ANAHTARINI BANA VERDİRDİ
İlköğretim ve lise yıllarınızda sizi etkileyen öğretmenleriniz oldu mu? Bu öğretmenleriniz yaşamınızda nasıl bir değişim sağladılar? Ortaokuldayken, Reşat Nuri Güntekin müfettiş olarak Türkçe dersimize girmişti. Öğretmenim yazma yeteneğimden söz edince ilk sözü “Bu çocuğa yardım edelim.
En iyi yardım da yazarlık temelini ve kişisel kimliğini oluşturması için, çok geniş yelpazede kitap okumasıdır.” dedi. Okul kütüphanesinin anahtarının bana verilmesini önerdi. Ben de kütüphaneye bir daldım, dalış o dalış... O anahtar üç yıl boyunca yaz kış bende kaldı…
Soldan Sağa; Erdir Bayoğlu, Figen Tekkol, Birhan Pabuç, Gülten Dayıoğlu, Uğur Eğilmez, Serap Köktan
ÖĞRETMENLİK YILLARI
Üniversiteye önce Hukuk Fakültesi’nde başlamışsınız, daha sonra ise sınavlara girerek ilkokul öğretmeni olmuşsunuz. Neden öğretmen olmak istediniz? Bu dönemde düşüncelerinizi etkileyen neler oldu? Üniversiteyi, eşim Cevdet Dayıoğlu ile evlenmek için bıraktım. Başımda kavak yellerinin estiği yıllardı. Eşimle akrabayız. O henüz hukuk diplomasını alamamıştı. Birkaç dersi vardı. Aileler evlenmemize pek kızdılar. Bize sırtlarını döndüler biz de ayakta durabilmek için ekmek getiren iş aramaya başladık. Bu sebeple can havliyle öğretmenlik sınavına girdim. İlk girişte sınavı kazandım ve hemen atamam yapıldı. Öğretmenliği çok seviyordum. Zaten harçlığımı çıkarmak için ortaokuldayken varlıklı aile çocuklarının ödevlerine yardım etmeye başlamıştım. Sonradan ilkokul, daha sonra ortaokul öğrencilerine Türkçe, Tarih, Coğrafya ve Yurttaşlık Bilgisi dersleri verecek düzeye ulaştım.
Üniversitede de bu işi sürdürmüştüm. Öğretmenliğe yatkındım yani. Geçim derdi ile yöneldiğim öğretmenliğe aşık oldum. Daha doğrusu çocuklara aşıktım. Onlara hep yarının Türkiye’nin sahipleri gözüyle bakıyor, o sorumluluk duygusuyla hizmet ediyordum. Sürekli olarak da kendimi geliştirip, mesleğimde başarılı olmak için çabalıyordum.
Sonunda Cumhuriyet sonra da Milliyet gazetelerinde eğitim öğretimle ilgili eleştiri yazılarıyla, makaleler yazacak kadar öğretmenliği içselleştirmiştim.
Öğretmenlik mesleği yazarlığıma da çok katkı sağladı. Çocuklar için yazarken, çocuklarla soluk soluğa dirsek dirseğe olabileceğim bir ortamda yaşamak benim için büyük bir ayrıcalıktı.
ÇOCUK KİTAPLARI YAZMAYA ÖĞRETMEN OLUNCA KARAR VERDİ
Yazarlık serüveniniz nasıl başladı? Neden çocuk kitaplarına yöneldiniz?
Yazarlığa gençlik yıllarımda, öyküyle başladım. Bir bakıma edebiyata dar kapıdan girmiş oldum. Ama bir öykümle (Döl) Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü almakta zorlanmadım. Bu ödüldeki birinciliği bir oyla kaybettiğimi, yaşam boyu her fırsatta dile getirdim. Çünkü öykü çok güzeldi. Öğretmen olunca çocukları yakından tanıma olanağı buldum. Onlar için yazmakta karar kıldım. Zaten o zamanlar “1960’lı yıllar” piyasada yerli çocuk kitabı yok denecek kadar azdı. Derme çatma çevirileri anlamak çok zordu. Milliyet Çocuk dergisinde iki yıl süreyle her hafta bir öykü yazdım. Bu çalışma hem kalemimi hem de gözlem yetimi biledi. Ayrıca tanınmamı sağladı. Çünkü dergi o zaman seksen bin satardı. İlk romanım Fadiş, 1971’de yayımlandığında Çocuk Edebiyatı’nın “ilk çok satan kitabı” olmuştu. İki buçuk ayda on bin kitap satılmıştı. Aynı yıl art arda yeni baskıları yapıldı. Fadiş, hâla da yeni baskılarla okuruyla buluşmayı sürdürüyor. İlk kitabım Bahçıvanın Oğlu 1963 yılında yayımlanmıştı. 2013’te, bir bölümü yabancı dillere çevrilmiş, 78 kitabım, üç hatta dört kuşaktan okurumla, 50. yıla eriştik.
ÇOCUK EDEBİYATI TÜRKİYE’DE HÂLA LAYIK OLDUĞU NOKTADA DEĞİL
Türkiye’de çocuk edebiyatını nasıl görüyorsunuz?
Ülkemizde çocuk edebiyatı çok büyük aşamalar geçirdi. 1960’larda ‘çocuk edebiyatı yoktur’ deniliyordu, şimdilerde ise üniversitelerde çocuk edebiyatı kürsüleri var. Bu aşamaya gelene kadar az yol alınmadı. Ama çocuk edebiyatımız hâla layık olduğu noktada değil. Ne var ki, biz yazarlar hala çocuk edebiyatını geliştirme, uygar ülkelerdeki çocuk edebiyatı düzeyine eriştirme çabamızı sürdürüyoruz.
Atatürk ve Cumhuriyet denilince sizde oluşturduğu duygular nelerdir? Türkiye’de yaşanan değişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Atatürk ve Cumhuriyet denilince, varlığımı minnet duygusu sarıyor. Bugün dünya çapında tanınan, sevilen sayılan bir ülke konumundaysak, Cumhuriyet’in ilkeleri doğrultusunda ilerleyerek bu onura eriştik. Ülkemdeki değişimleri, kabuk değiştirip yenilenme depreşmeleri olarak algılamaya çalışıyorum. Ülkem için iyi, güzel, doğru kavramlarına dayalı hayallerimi, sürdürüyorum. Kısacası umut hala ekmeğimin katığı…
TATLI-SERT BİR ÖĞRETMENDİM
Nasıl bir öğretmendiniz? Öğrencilerinizle ilişkileriniz nasıldı? Bu konuda nelere dikkat ederdiniz?
Sevilen bir öğretmen olduğuma inanıyorum. Çünkü hala bazı öğrencilerimle iletişimimiz sürüyor. Tıpkı anneliğim gibi öğretmenliğim de tatlı sertti. Ders anlatırken disiplin isterdim.
Ders sonrasında ise arkadaşça bir tavır takınırdım. Sınıfımda her gün gazete okunurdu, böylece günlük haberleri tartışıp yorum yapardık. Bir de verdiğim ödevleri kesinlikle denetler, okur, imzalardım. Şimdilerde bazı öğrencilerim, bu tutumumun kendileri için çok yararlı olduğunu söylerler. Konuların uygulama ve gözlemle daha iyi öğrenileceğine inandığım için, öğrencilerimi, semtteki, fırına, ayakkabı tamircisine, postaneye, kaymakamlığa, semt pazarına, piknik alanlarına, müzelere götürürdüm.
Televizyonun o zamanlar her evde olmaması sebebiyle, seçim sonrası milletvekillerinin yemin törenini izlemeleri için bir keresinde öğrencilerimi kendi evime de getirmiştim. Ayrıca bir velinin yardımıyla Site sinemasının alt katındaki düğün salonunda Türkan Şoray’ın “Buruk Acı” filminin setine bile gitmiştik.
35 YIL SONRA ÖĞRENCİLERİYLE BULUŞTU
Gülten Dayıoğlu, röportajımız sırasında 35 yıldır görmediği öğrencileriyle de bir buluşma gerçekleştirdi. Duygu dolu anların yaşandığı buluşmada anılar tazelendi, diğer sınıf öğrencileri anıldı.35 yıl aradan sonra öğrencileriyle buluşan Gülten Dayıoğlu, “Çok heyecanlıyım. Uzun yıllar sonra öğrencilerimle buluşmak çok keyifli ve benim için çok anlamlı.” dedi.
Birbirlerini sosyal arkadaşlık sitesi olan Facebook aracılığıyla bulduklarını söyleyen Gülten Dayıoğlu’nun öğrencileri, buluşma sırasında oldukça heyecanlıydı. Gülten Dayıoğlu’nun öğrencileri olmaktan hep gurur duyduklarını ve çok şanslı olduklarını dile getiren öğrencilerinden bazıları şunları söyledi;
Uğur Eğilmez: BİZİ KARAKOLA GÖTÜRDÜ
1971 senesinde Selim Sıtkı Tarcan İlkokulu’nda Gülten Hocamla tanıştık. Bize o zamanın şartlarıyla dünyayı tanıttı, kültürümüzü ve bilmediğimiz birçok şeyi öğretti. Çocukluğumuz onun sayesinde inanılmaz güzel geçti. Hocamız, bir şeyi öğretmek istediği zaman uygulamalı olarak gösterirdi. Bu sebeple birçok kez sınıfça karakola gittik, manava ve daha birçok yere gittik. Bize ayrıca Türkçe’yi çok sevdirdi. Türkçe’nin ne kadar güzel bir lisan olduğunu, bunu geliştirmemiz gerektiğini ve bu konuda bize düşen görevleri öğretti. Kitaplarını bizimle paylaştı. Gururla ‘Gülten Dayıoğlu benim öğretmenimdi’ diyorum.
Aslında öğrencisi olmak yerine çocukları olmak demek daha doğru olur. Çünkü hem anne hem öğretmen hem de lider oldu. Her zaman kalbimizde yeri olacak ve hiçbir zaman çıkmayacak.
Birhan Pabuç: BİZE HAYATI ÖĞRETTİ
Selim Sıtkı Tarcan İlkokulu’nda Gülten Dayıoğlu öğretmenimle ilkokul hayatıma başladım ve sürdürdüm. Ortaokul, lise, üniversite hayatımı da hep ilkokulda aldığım düzgün, doğru ve o günkü şartlarda çok modern bir eğitimle daha rahat okudum. Gülten Hocam, bana hem eğitim verdi hem de hayatı öğretti. Onun sayesinde bireysel yaşamdan ziyade, sosyal yaşam içerisinde oldum. Bu da bana hayatımın her alanında başarı getirdi.
Figen Tekkol: KAHRIMI ÇOK ÇEKTİ
1971 yılında Gülten Hocamla tanıştım. Kendisinin hayatımda çok özel bir yeri var. Benim kahrımı çok çekti. İğneden korkan bir öğrenci olarak ona sorun yaşatıyordum. Şimdi kendisinden yıllar sonra özür diliyorum. Uzun zaman sonra Gülten Hocamla buluşmak çok güzel… Gülten Hoca’nın bana verdiği eğitimle kendimi çok geliştirdim. Oğlumu da onun kitaplarıyla büyüttüm. Kendisine bana kattıkları adına çok teşekkür ediyorum.
YASAL UYARI:
Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
İLGİLİ HABERLER
-
DAS Akademie Yeni Eğitim Öğretim Yılına Hazır
-
Yabancı Dil Eğitiminde Yükselen Trend: Almanca
-
Kandilli Koleji Kariyer alanında öğrencilerine yol gösteriyor
-
EN ÇOK İZLENEN İLK 10 SİNEMA FİLMİ BELLİ OLDU
-
YABANCI DİL ÖĞRENİMİNDE 50 KRİTİK SORU
-
Burundan uygulanan sprey aşının insan deneylerine başlanıyor
-
23 yıldır öğrenci ve öğretmenlerin yanında Sadık Uygun Yayınları
-
Okul Tasarımcısı okul duvarlarını yeniden canlandırıyor
-
Uzay Kampı Türkiye, çocukların kendilerini ve dünyayı tanımalarını sağlıyor
-
Boş duvarlar Okul Tasarımcısı ile hayat buluyor