Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Eğitim sektörünün iki güçlü markası güç birliğine giderek farklı oluşum gerçekleştiriyor. Avrupa Koleji ve Sınav Eğitim Kurumları bir araya gelerek birikimlerini gelecek nesiller için kullanmaya karar verdi.
Çekmeköy Avrupa Koleji üzerine yapılan bu etik dışı saldırılarla giriştiği mücadelede ekonomik açıdan ortaya çıkan durum nedeniyle gelecekle ilgili yeni önlemler düşünmek zorunda kaldığını belirten Avrupa Koleji Okulları Yönetim Kurulu Başkanı Talip Emiroğlu, yaptığı açıklamada Sınav Okulları ile gerçekleştirlen güç birliği hakkında şunları söyledi: “Özellikle ortaokul ve liseyi beklentiler doğrultusunda çok güçlendirmek gerekiyordu.
Bu noktada gerek yayınlarıyla, gerek sınava hazırlık başarısıyla öteden beri tanıdığım Sınav Eğitim Grubu ve değerli dostum Metin Özer ile güç birliğine gittik. Çekmeköy ile başlayan bu güç birliği anlaşması yükseköğretim projemizde de devam edecektir. Bu hamleyle Çekmeköy Avrupa Koleji'nin geleceğini garanti altına almış bulunuyoruz. Çağdaş, Atatürk ilkelerine bağlı, vicdanımızın sesini dinleyerek yaptığımız eğitim daha da güçlenerek devam edecektir.
Avrupa Koleji'nin eğitim imkanlarına Sınav'ın imkanları da eklenmiştir.
Bazıları okulun satılmasından söz ediyor, bu asla söz konusu olmadığı gibi yasal olarak da mümkün değildir. Çekmeköy Avrupa Koleji'nin mülkü Avrupa Eğitim Vakfı'na aittir.
Okulumuz mevcut kadrosuyla, ismiyle, marşıyla sonsuza dek yaşayacak, pırıl pırıl gençler yetiştirmeye devam edecektir inşallah.
Bizim işimiz çocuklarımızı geleceğe en iyi şekilde hazırlamaktır. Bu kutsal yolda Allah'a şükürler olsun ki verdiğim sözler karşısında hiç bir zaman mahçup olmadım.”
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Eğitim sektörünün iki güçlü markası güç birliğine giderek farklı oluşum gerçekleştiriyor. Avrupa Koleji ve Sınav Eğitim Kurumları bir araya gelerek birikimlerini gelecek nesiller için kullanmaya karar verdi.
Çekmeköy Avrupa Koleji üzerine yapılan bu etik dışı saldırılarla giriştiği mücadelede ekonomik açıdan ortaya çıkan durum nedeniyle gelecekle ilgili yeni önlemler düşünmek zorunda kaldığını belirten Avrupa Koleji Okulları Yönetim Kurulu Başkanı Talip Emiroğlu, yaptığı açıklamada Sınav Okulları ile gerçekleştirlen güç birliği hakkında şunları söyledi: “Özellikle ortaokul ve liseyi beklentiler doğrultusunda çok güçlendirmek gerekiyordu.
Bu noktada gerek yayınlarıyla, gerek sınava hazırlık başarısıyla öteden beri tanıdığım Sınav Eğitim Grubu ve değerli dostum Metin Özer ile güç birliğine gittik. Çekmeköy ile başlayan bu güç birliği anlaşması yükseköğretim projemizde de devam edecektir. Bu hamleyle Çekmeköy Avrupa Koleji'nin geleceğini garanti altına almış bulunuyoruz. Çağdaş, Atatürk ilkelerine bağlı, vicdanımızın sesini dinleyerek yaptığımız eğitim daha da güçlenerek devam edecektir.
Avrupa Koleji'nin eğitim imkanlarına Sınav'ın imkanları da eklenmiştir.
Bazıları okulun satılmasından söz ediyor, bu asla söz konusu olmadığı gibi yasal olarak da mümkün değildir. Çekmeköy Avrupa Koleji'nin mülkü Avrupa Eğitim Vakfı'na aittir.
Okulumuz mevcut kadrosuyla, ismiyle, marşıyla sonsuza dek yaşayacak, pırıl pırıl gençler yetiştirmeye devam edecektir inşallah.
Bizim işimiz çocuklarımızı geleceğe en iyi şekilde hazırlamaktır. Bu kutsal yolda Allah'a şükürler olsun ki verdiğim sözler karşısında hiç bir zaman mahçup olmadım.”
Son Güncelleme: Perşembe, 25 May 2017 11:04
Gösterim: 3780
Eğitim – öğretim desteklerini mercek altına alan MEB, usulsüz ve yanlış beyanla bu destekleri alan okulları tespit etti.Milli Eğitim Bakanlığınca (MEB), maarif müfettişleri ve Sayıştay denetçilerince çeşitli illerde yapılan denetimlerde, bazı velilerin ve özel okulların gerçek dışı beyanlarla haksız eğitim ile öğretim desteği ödemelerine sebebiyet verdikleri belirlendi.
MEB yetkilileri, özel okullara devam eden öğrenciler adına 2014-2015 öğretim yılından bu yana verilen eğitim ve öğretim desteği ödemelerine ilişkin beyanlar konusunda açıklamalarda bulundu.
Bakanlık yetkililerinden alınan bilgiye göre, Sayıştay denetçileri ve maarif müfettişleri tarafından çeşitli illerde yapılan denetimlerde, bazı velilerin ve özel okulların gerçek dışı beyanlarla haksız eğitim ile öğretim desteğinden faydalandığı tespit edildi.
Gerçeğe aykırı gelir beyan eden veliler, bu beyanları sisteme eksik ve yanlış giren veya başarı belgesi ibraz etmediği halde öğrencilere ilave puan veren özel okul yetkilileri hakkında cezai işlem uygulandı. Haksız teşvik verilen öğrencilerin destek ödemeleri Bakanlık tarafından kesildi.
Bakanlık tarafından özel okul teşviği olarak yapılan ödemeler, bunun gerçekleştirildiği tarihten itibaren hesaplanacak gecikme zammı ile birlikte velilerden tahsil edilecek.
Gerçeğe aykırı beyanda bulunan tarafın özel okul olması ve aynı fiilin tekrar edilmesi halinde kanun gereği okulun kurum açma izninin Bakanlıkça iptali söz konusu olacak.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Eğitim – öğretim desteklerini mercek altına alan MEB, usulsüz ve yanlış beyanla bu destekleri alan okulları tespit etti.Milli Eğitim Bakanlığınca (MEB), maarif müfettişleri ve Sayıştay denetçilerince çeşitli illerde yapılan denetimlerde, bazı velilerin ve özel okulların gerçek dışı beyanlarla haksız eğitim ile öğretim desteği ödemelerine sebebiyet verdikleri belirlendi.
MEB yetkilileri, özel okullara devam eden öğrenciler adına 2014-2015 öğretim yılından bu yana verilen eğitim ve öğretim desteği ödemelerine ilişkin beyanlar konusunda açıklamalarda bulundu.
Bakanlık yetkililerinden alınan bilgiye göre, Sayıştay denetçileri ve maarif müfettişleri tarafından çeşitli illerde yapılan denetimlerde, bazı velilerin ve özel okulların gerçek dışı beyanlarla haksız eğitim ile öğretim desteğinden faydalandığı tespit edildi.
Gerçeğe aykırı gelir beyan eden veliler, bu beyanları sisteme eksik ve yanlış giren veya başarı belgesi ibraz etmediği halde öğrencilere ilave puan veren özel okul yetkilileri hakkında cezai işlem uygulandı. Haksız teşvik verilen öğrencilerin destek ödemeleri Bakanlık tarafından kesildi.
Bakanlık tarafından özel okul teşviği olarak yapılan ödemeler, bunun gerçekleştirildiği tarihten itibaren hesaplanacak gecikme zammı ile birlikte velilerden tahsil edilecek.
Gerçeğe aykırı beyanda bulunan tarafın özel okul olması ve aynı fiilin tekrar edilmesi halinde kanun gereği okulun kurum açma izninin Bakanlıkça iptali söz konusu olacak.
Son Güncelleme: Perşembe, 18 May 2017 15:30
Gösterim: 1875
Özel öğretim sektörünün giderek güçlenen ve dayanaklı hale dönüşen bir duruma geldiğini belirten MEB Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürü Kemal Şamlıoğlu röportaj, 2023 hedefi olan yüzde 15 oranına ulaşılacağını söylüyor. Bu alanı suistimal etmek isteyen terör örgütlerinin eğitimi bir “arayüz” olarak kullandıklarının görüldüğünü vurgulayan Şamlıoğlu, “15 Temmuz’dan sonra yayımlanan hemen tüm HSYK kararlarına bu durumun yansıdığı görülüyor. Yine özel öğretim faaliyetlerinin hangi sermaye grupları ile bağlantılı olarak yürütüldüğü de Bakanlığımızın takibinde. Bilmediğimiz, görmediğimiz bir “üçüncü kişi”nin özel öğretimi dizayn etmesine müsaade etmeyeceğiz.” diye konuşuyor.
Özel öğretim sektöründe dönüşüm süreci ve teşvik mekanizmasının oluşumu ile bir yükselme trendi yakalandı. Şu an için eğitim sektöründe özel öğretim kurumlarının yeri ve büyüklüğü hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Özellikle son üç yıldır özel öğretim kurumlarının nicelik ve nitelik olarak sürekli artan bir ivme içerisinde olduğunu görüyoruz. Bu olumlu hareketlilikte Bakanlığımızın ortaya koyduğu iradenin önemli olduğunu düşünüyorum. Zira 14 Mart 2014 tarihinde yürürlüğe giren Kanunla öngörülen dershane dönüşümü ve özel okullarda okuyan öğrencilere teşvik verilmesi süreçlerini Bakanlık olarak kararlılıkla ve başarıyla yürüttük, yürütmeye de devam ediyoruz.
Eğitim ve öğretim desteğinin özel okullar ve bu okullarda okuyan öğrencilerin sayısında ciddi bir artış sağladığı hem kayıtlarımızdan hem de sosyal ortaklarımızdan gelen dönütlerden açıkça görülüyor. Kaldı ki, destek sürecinin başladığı 2014-2015 öğretim yılından önce, özel okullarda kayıtlı öğrenci sayısı 656.096 iken destek uygulamasının da katkısıyla bugün 1.166.427 öğrencimizin özel okullarda öğrenim gördüğünü ve bu öğrencilerimizden de 314.413’ünün destek kapsamında olduğunu görüyoruz.
Özel öğretim sektöründe bugün itibariyle;
• 8.042 özel okul (2.778 okul öncesi, 1.277 ilkokul, 1.412 ortaokul,
• 2.575 ortaöğretim okulu)
• 3.943 özel öğrenci yurdu
• 12.065 diğer özel öğretim kurumu
olmak üzere toplam 24.050 kurumumuzla hizmet veriyoruz.
TEŞVİKLER GAYESİNE HİZMET ETTİ
Özel öğretim teşviklerinin yarattığı etkileri ve gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Özel okullara başvuran tüm öğrencilere teşvik verilmesi konusunda bir çalışma var mı?
Eğitim ve öğretim desteği, alt ve orta gelir düzeyindeki ailelerin özel okullarda eğitime erişim imkânı elde etmesini ve kontenjanlarını dolduramayan özel okullarımızın doluluk oranlarının arttırılmasını öngören çift yönlü bir mekanizma olarak geliştirildi. 2014-2015 öğretim yılından itibaren devam eden destek uygulamamızın ortaya çıkış gayesine hizmet ettiğini, her kesimin memnuniyetinden net bir şekilde görebiliyoruz.
Bakanlığımız ayrıca 2012-2013 öğretim yılından bu yana Organize Sanayi Bölgeleri içinde, 2016-2017 öğretim yılından itibaren ise bu bölgeler dışında açılan özel mesleki ve teknik eğitim okullarında öğrenim gören öğrencilere de eğitim ve öğretim desteği veriyor. Eğitim ve öğretim desteği kapsamında şu ana kadar özel okullara 2.512.745.221 TL, OSB içi ve dışında açılan özel mesleki ve teknik eğitim okullarına ise 234.033.451 TL ödeme yaptık.
Eğitim ve öğretim desteği uygulamasını oldukça önemsiyoruz. Özel sektörün eğitimdeki payının artırılması yönündeki öncelikli politikalarımız çerçevesinde desteğin kapsamının da genişletilmesi üzerine çalışıyoruz. Ancak sizin de bildiğiniz gibi, Anayasamızın 65’ inci maddesinde devletimizin, sosyal ve ekonomik alanlardaki Anayasal görevlerini malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceği hükmü yer alıyor. Biz de bu noktada Maliye Bakanlığımız ile görüşmelerimizi sürdürüyor ve imkânları zorluyoruz.
OKULA DÖNÜŞÜM TAAHHÜDÜNDE BULUNANLAR YARARLANACAK
Dönüşüm süreci ile başlayan dönemden bugüne özel öğretim sektöründe ne gibi farklılaşmalar yaşandı? Temel lise ve diğer kurumlarda beklenen sonuçlar elde edilebildi mi? Bu alanda neler planlanmaktadır?
Öncelikle şunu belirteyim, dönüşüm sürecinin başladığı günden bu yana, 1.636 dershanenin başka bir özel öğretim kurumuna dönüşümünü gerçekleştirdik ve bu dershanelerden 1.471’i özel okula dönüşmeyi tercih etti. Neticede dershane dönüşümleri sayesinde 14 özel anaokulu, 16 özel ilkokul, 212 özel ortaokul ve 1.230 özel ortaöğretim kurumunu eğitim camiamıza kazandırmış olduk.
Bakanlığımızın, hâlihazırda yüzde 7,6 olan özel okula devam eden öğrenci oranını 2023’e kadar yüzde 15’e taşıma hedefi bulunuyor. Dönüşüm sürecinin bu hedefe ulaşmada ciddi bir katkı sağladığı muhakkaktır.
Temel liseler ise, girişimcilerimizin olası mağduriyetlerinin önüne geçmek amacıyla kanuni zorunluluk olarak ortaya konulan, dönüşüm sürecine özgü geçici bir modeldir. 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu gereğince de 2018-2019 öğretim yılı bitimiyle; temel liseler yerine eğitim sistemimizin kalıcı unsurları olan özel liselerimiz faaliyet göstermeye devam edecekler.
Bunun yanı sıra, Maliye Bakanlığı ile müştereken hazırladığımız ve geçtiğimiz ay yayımlanan yönetmelik ile özel okula dönüşüm taahhüdünde bulunan dershanelere iki tür destek imkanı sunuyoruz. Bu Yönetmeliğe göre dönüşüm programına dahil dershaneler lehine Hazine taşınmazları üzerinde 25 yıla kadar irtifak hakkı kurulabilecek ya da mülkiyeti Hazineye ait olmakla Milli Eğitim Bakanlığına tahsisli binaların tamamı veya bir kısmı pazarlık usulü ile 10 yıla kadar kiralanabilecek. Bu noktada irtifak hakkı ve bina kiralama ihalelerine katılabilmek için dershane kurucularının 1/9/2015 tarihine kadar dönüşüm programına alınmış ve bu kapsamda özel okula dönüşüm taahhüdünde bulunmuş olması Yönetmelikte aranan en önemli şart olarak görülüyor.
Özel okulların eğitim sistemimize yaptığı katkılardan bahsedebilir misiniz? Özel okulların ülkemiz açısından yarattığı en büyük değer nedir?
Eğitim hizmetinin, toplumun ihtiyaç ve eğilimindeki değişimlere uyum sağlaması, değişen ve gelişen koşullara ayak uydurması için şekillenmesi zaruridir. Bugün eğitim hizmetinin şekillenmesinde özel okullarımızın önemli bir rolü olduğu kuşkusuzdur.
Nüfus artış hızımız ve ekonomik büyümemiz göz önünde tutulduğunda, bu alanda yatırım yapma niyetinde olan girişimcilerin desteklenmesinin kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu görüyoruz. Zira arazi, bina, demirbaş yatırımları, her yıl artan oranda ekonomik işlem hacimleri, sektörel büyüklüklerinin yanı sıra öğrenci maliyetlerini üstlenmeleri, istihdam yaratmaları ve ödedikleri vergilerle, özel okullarımızın, devletimizin üzerindeki kamu hizmeti verme yükünü önemli ölçüde hafiflettiğini söylemek gerekir. Bunun yanı sıra özel okullarımız, oluşturdukları rekabet ortamı ile eğitim ve öğretimin niteliğini artırıyor ve program geliştirme kabiliyetleri, sahip oldukları özgün ve üretken mekanizma itibariyle de yeni eğitim modelleri geliştirme noktasında eğitim sistemimize önemli katkılar sunuyor.
ÖZEL OKULLARIMIZIN DAYANIKLILIĞI GÖRÜLMÜŞ OLDU
15 Temmuz sürecinden en çok eğitim sektörünün etkilendiğini görüyoruz. Kapanan okullar ve eğitim kurumlarının sektöre etkilerini değerlendirebilir misiniz? Bu konuda Bakanlığın kısa ve orta vadede önlemleri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
15 Temmuz darbe girişimi, birçok anlamda ülkemiz için bir dönüm noktası oldu. Bu girişimi idare eden örgütlerin eğitim ve öğretim verme perdesi ardına gizlenerek devletimiz aleyhine kullandıkları bazı kurumlar, bu süreçte çıkarılan olağanüstü hal kararnameleri gereğince kapatıldı. Bu çerçevede yayımlanan 667 sayılı KHK kapsamında 1.060 özel okul, 845 özel yurt ve 352 diğer özel öğretim kurumu olmak üzere toplam 2.257 kurumun ruhsatları iptal edildi, kapatma işlemleri gerçekleştirildi. Kapatılan özel okulların hemen hemen hepsi 2016-2017 öğretim yılından itibaren resmi okul olarak milletimize hizmet vermeye başladı.
Bu noktada, kapanan okullara rağmen özel okula devam eden öğrenci sayılarımızda bir azalma meydana gelmediğini ifade etmek isterim. Nitekim 2 Eylül 2015 ile 2 Eylül 2016 tarihleri arasındaki bir yıllık periyotta 1.021 özel okulumuz Bakanlığımızdan aldıkları ruhsat ile faaliyetlerine başladı. Yaşanan olaylara rağmen özel okulculuğumuzun oldukça dayanıklı bir yapıya sahip olduğu da bu vesileyle görülmüş oldu.
KANUNA UYMAYAN ÖZEL ÖĞRETİM KURSLARINA PARA CEZASI UYGULANACAK
Özel öğretim kurslarının mevcut durumları hakkında neler söylersiniz?
Bildiğiniz gibi dershanelerin dönüşümünü öngören Kanun değişikliğinden sonra Ağustos 2015’te, yeni bir kurum türü olarak özel öğretim kursları tanımlandı ve bu kursların Bakanlığımızca belirlenen sekiz bilim grubundan en fazla üçü ile faaliyet gösterebileceği düzenlendi. Ancak üç bilim grubu sınırlamasını öngören yönetmelik değişikliği dava konusu edilerek iptali istemiyle Danıştay’a taşındı. Yüksek Mahkeme, 2015 yılının Aralık ayında üç bilim grubu sınırlaması hakkında yürütmenin durdurulması kararı verdi. Bu karar üzerine bilim grubu sayısını 2016 yılı Nisan ayında beşe çıkardık. Ancak bir yandan da Bakanlığımızın yürütmenin durdurulması kararına karşı yaptığı itiraz Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından Mayıs 2016 tarihinde haklı bulunarak, Bakanlığın bilim grubu sınırlaması yapmaya yetkili olduğu hükme bağlandı. Bu kararın ardından Ağustos 2016 tarihinde, özel öğretim kurslarının bir bilim grubunda açılabileceğine ilişkin yine yönetmelik değişikliğine gittik. Akabinde de 676 sayılı KHK ile 5580 sayılı Kanun’da düzenleme yapılarak özel öğretim kursu tanımı bağımsız bir kurum olarak Kanun’a eklendi ve açılabilecek bilim grubu sayısı da bir olarak belirlendi.
Son tahlilde, daha önce açılmış olup birden fazla bilim grubuyla faaliyet gösteren kurumlar, 1/8/2017 tarihine kadar kendilerini bir bilim grubunda faaliyet gösterecek hale getirmek mecburiyetindeler. Bu tarihten sonra kurslarımızın takiplerini MEBBİS üzerinde oluşturulan e-Yaygın Modülünden takip edeceğiz ve dershane gibi çalışma eğiliminde olan, bilim grubu sınırlamasına riayet etmeyen kurumlara kesinlikle müsaade edilmeyecektir. Belirtilen sınırların dışında faaliyet gösteren kurumlara idari para cezaları uygulanacak, sonrasında ise kurum açma ve işyeri açma ve çalışma ruhsatları iptal edilebilecektir.
GENEL MÜDÜRLÜĞÜN SON 1 YILLIK ÇALIŞMALARI
Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü olarak son 1 yılda yaptığınız çalışmaları nasıl özetlersiniz?
Son bir yılın, Genel Müdürlüğümüz çalışmaları açısından oldukça verimli geçtiğini düşünüyorum. Gerçekleştirdiğimiz mevzuat değişiklikleri ve getirdiğimiz yeniliklerle daha iyiye ulaşma gayreti içerisindeyiz. Çalışmalarımızın bir kısmına kısaca değinmek gerekirse, bu noktada özel öğrenci barınma hizmeti veren yerler meselesinin öncelikli meselelerimizden olduğunu ifade etmek isterim. Bildiğiniz gibi 6764 sayılı Kanun ile öğrencilere özel barınma hizmeti veren kurumlara iş yeri açma ve çalışma ruhsatı verme yetkisi Bakanlığımıza verilmişti. Bu Kanun değişikliğinin ardından Bakanlar Kurulu tarafından yürütülecek olan özel öğrenci barınma hizmetlerine ilişkin yönetmelik taslağının yayımlanmak üzere Başbakanlıkta olduğunu biliyoruz. Bu kurumların standartları ile çalışma usul ve esaslarına ilişkin yönerge çalışmamız da yönetmeliğe müteakip yürürlüğe girecek.
Geçtiğimiz ay Özel Motorlu Taşıt Sürücü Kursları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik yayımlandı. Bu Yönetmelikle il ve ilçelerin nüfusuna bağlı olarak sürücü kursu sayısına sınır getirildi. Ayrıca özel motorlu taşıt sürücüleri kurslarında verilen teorik ve direksiyon eğitimi derslerinin takibi ve denetimi hüküm altına alındı. Bu sayede, sürücü kurslarında verilen eğitimlerin ciddiyetini ve kalitesini artırmayı hedefliyor, “kurallı sürücü” yetiştirmenin Bakanlığımızın en önemli hassasiyetlerinden biri olduğunu vurgulamış oluyoruz.
Bunun yanı sıra Bakanlıklar arası imzalanan protokol ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’ndan Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilen mesleki yeterlilik eğitim merkezlerinin iş ve işlemlerinin nasıl yürütüleceğine ilişkin Şubat ayında Millî Eğitim Bakanlığı Özel Mesleki Yeterlilik Kursları Yönetmeliğini yayımladık. Yine bu kurslarımızın inceleme ve kontrolleri ile sınavları da hazırlanan yönerge çerçevesinde Genel Müdürlüğümüzce yürütmekte.
Yine Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğimizde bir dizi önemli değişiklik yaptık. Bu değişikliklerin en önemlilerinden biri, özel mesleki ve teknik Anadolu liselerindeki alan ve dallara ilişkin atölye ve laboratuvar standartlarına ilişkin. Genel Müdürlüğümüz tarafından yürütülen çalışma doğrultusunda bu okullarımızda üretim yapılabilmesinin önünü de açtık. Hazırladığımız Özel Mesleki Ve Teknik Anadolu Lisesi Üretim Yönergesi ile öğrencilerin “eğitimde üretim, üretimde eğitim” yapmalarına imkân vermiş olduk. Bu sayede öğretmen ve öğrencilerin mesleki bilgi ve becerilerinin üretim içinde gelişiminin yanı sıra atölye, teçhizat ve donatıların aktif kullanılması sağlanmış olacak.
İl millî eğitim müdürlükleriyle belediyeler arasında yapılan protokolün Bakanlıkça onaylanmasından sonra belediyelerin ilköğretim ve ortaöğretim programlarına destek amaçlı ücretsiz kurslar açmalarına imkân sağladık. Özel öğretim kurumlarına kurucu isteğiyle eğitim ve öğretim faaliyetine ara verebilmesinin önünü açtık. Böylelikle ekonomik dara düşmüş kurumlarımıza kendilerini toparlamaları için süre vererek kapanmalarının önüne geçmeyi hedefledik. Okul öncesi eğitim kurumlarında görevli öğretmenlerin okutabileceği ders saati sayısını 32’den 40’a çıkardık. Özel ilkokulların dördüncü sınıflarında branş öğretmenlerinin derslerde görevlendirilmesi yönünde düzenleme yaptık. Yine özel okullarda nakil ve geçiş başvurularının veli talebi doğrultusunda e-Okul sistemi üzerinden zamana bağlı kalmaksızın yapılabilmesine ve üç ortaöğretim okulunun bir arada açılabilmesine imkân tanıdık. Bunlara ilaveten özel okullarımızın güvenliğini arttırmak amacıyla bahçe giriş ve bina kapıları öncelikli olmak üzere en az bir yıl süreyle süreyle görüntü kayıtlarını depolayacak güvenlik kamera sistemi kurulmasını mecburi tuttuk.
Yaptığımız çalışmaları özetlemek dahi zor; ancak son olarak Şubat ayında Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla örgün ve yaygın eğitim kurumlarında Fars, Kore ve Urdu dillerinde eğitim ve öğretim yapılmasının önünü açtığımızı ve böylelikle Türkiye’de eğitim ve öğretimi yapılabilecek yabancı dillerin sayısının on beşe yükseldiğini de ifade etmek isterim.
ŞEHİT VE GAZİLERİMİZİN BİZE EMANETİ OLAN ÇOCUKLARIMIZA HEP BİRLİKTE SAHİP ÇIKIYORUZ
Türkiye’de özel okul sektörünün diğer ülkelerle karşılaştırıldığında artı ve eksileri nelerdir?
Bu noktada da yine az önce değindiğimiz gibi, eğitim ve öğretim desteği uygulamasının önemli bir artı olduğunu görüyoruz. Zira sosyal devlet olmanın da bir gereği olarak düşünebileceğimiz bu destek uygulamasının birçok devlette örneği yok. Bazı ülkelerde ise verilen destek yerel yönetimlerin inisiyatifine bırakılmış durumda. Bizde ise destek, doğrudan devlet eliyle veriliyor ve şartları belli.
Benzer şekilde biliyorsunuz, tüm özel öğretim kurumlarında öğrenim gören öğrenci sayısının %3’ü oranında ücretsiz öğrenci okutulması yasal bir zorunluluk. Ancak bugün birçok okulumuzun bu oranın çok daha üzerinde öğrenciyi ücretsiz okutma eğiliminde olduğunu görüyoruz. Bu vesileyle şehit ve gazilerimizin bize emaneti olan çocuklarımıza hep birlikte sahip çıkıyor, vefa borcumuzu bir nebze olsun ödeyebilme gayreti gösteriyoruz.
SERMAYE GRUPLARINA YAKIN TAKİP
İzinsiz eğitim ve öğretim faaliyeti gösteren yerler hakkında ne tür önlemler alıyorsunuz?
Geçtiğimiz Aralık ayında yürürlüğe giren 6764 sayılı Kanun’la 5580 sayılı Kanunda birtakım değişiklikler yapıldı. Bu değişiklik ile önceki düzenlemede geçici ve sürekli kapatma şeklinde öngörülen yaptırımlar yerine ihdas edilen idari para cezaları ile daha etkin ve caydırıcı bir sistem oluşturulduğunu düşünüyoruz.
Bu doğrultuda en ağır yaptırımın ise, Bakanlıktan herhangi bir izin almaksızın eğitim ve öğretim faaliyeti gösteren yerlere uygulanması öngörülüyor. Kanun, bu yerler için brüt asgari ücretin 20 katı tutarında idari para cezası ile kapatma yaptırımını birlikte düzenliyor. Bu düzenleme, izinsiz faaliyetin neden olabileceği olası mağduriyetlerin önüne geçilmesi açısından oldukça önemli. Böylelikle Bakanlığımızın gözetim ve denetiminde olmayan, kayıt dışı olarak faaliyet göstermek isteyen eğitim kurumlarının etkin bir şekilde önüne geçmeyi hedefliyoruz. Velilerimizin, öğrencilerimizin, personelimizin Bakanlığın tanımadığı bir kurumla yaşayacağı sorunlar bu sayede daha en başından engellenmiş olacak.
Ayrıca FETÖ/PDY, PKK gibi terör örgütlerinin izinsiz eğitim faaliyeti gösteren yerlerde yuvalanmalarının da bu vesileyle önüne geçeceğiz. Bu noktada, FETÖ/PDY terör örgütü için eğitimin bir “arayüz” konumunda olduğunun 15 Temmuz’dan sonra yayımlanan hemen tüm HSYK kararlarına da yansıdığı görülüyor. Yine özel öğretim faaliyetlerinin hangi sermaye grupları ile bağlantılı olarak yürütüldüğü de Bakanlığımızın takibinde. Bilmediğimiz, görmediğimiz bir “üçüncü kişi”nin özel öğretimi dizayn etmesine müsaade etmeyeceğiz.
Bu röportaj vesileyle, özel okullarımızın milli değerlere sahip çıkan ve dünya vizyonunu takip eden bir anlayışla Türk milli eğitiminin olmazsa olmaz unsurlarından oldukları yönündeki inancımı bir kez daha dile getirmek isterim. Birlik olmayı ve kardeş olmayı, değerlerine sahip çıkmayı, öz benliğinin farkında olmayı gelecek nesillerimize aşılayacak en büyük yardımcılarımızın özel öğretim kurumlarımız olduğunu düşünüyorum. artı eğitim Dergisini ayrıca yakından takip ediyor ve başarılarının devamını diliyorum.
Atölye ve Laboratuvarlar ile Donatım Standartları Belirlenen Alanlar
• Ayakkabı Ve Saraciye Teknolojisi Alanı
• Bilişim Teknolojileri Alanı
• Biyomedikal Cihaz Teknolojileri Alanı
• Elektrik Elektronik Teknolojileri Alanı
• Endüstriyel Otomasyon Alanı
• Gemi Yapımı Teknolojileri Alanı
• Gıda Teknolojisi Alanı
• Hayvan Yetiştiriciliği Ve Sağlığı Alanı
• İnşaat Teknolojisi Alanı
• Kimya Teknolojisi Alanı
• Kuyumculuk Teknolojisi Alanı
• Makine Teknolojisi Alanı
• Matbaa Teknolojisi Alanı
• Metal Teknolojisi Alanı
• Metalürji Teknolojisi Alanı
• Mobilya Ve İç Mekân Tasarımı Alanı
• Motorlu Araçlar Teknolojisi Alanı
• Plastik Teknolojisi Alanı
• Raylı Sistemler Teknolojisi Alanı
• Seramik Ve Cam Teknolojisi Alanı
• Tarım Alanı
• Tasarım Teknolojileri Alanı
• Tekstil Teknolojisi Alanı
• Tesisat Teknolojisi Ve İklimlendirme Alanı
• Yenilenebilir Enerji Teknolojileri Alanı
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Özel öğretim sektörünün giderek güçlenen ve dayanaklı hale dönüşen bir duruma geldiğini belirten MEB Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürü Kemal Şamlıoğlu röportaj, 2023 hedefi olan yüzde 15 oranına ulaşılacağını söylüyor. Bu alanı suistimal etmek isteyen terör örgütlerinin eğitimi bir “arayüz” olarak kullandıklarının görüldüğünü vurgulayan Şamlıoğlu, “15 Temmuz’dan sonra yayımlanan hemen tüm HSYK kararlarına bu durumun yansıdığı görülüyor. Yine özel öğretim faaliyetlerinin hangi sermaye grupları ile bağlantılı olarak yürütüldüğü de Bakanlığımızın takibinde. Bilmediğimiz, görmediğimiz bir “üçüncü kişi”nin özel öğretimi dizayn etmesine müsaade etmeyeceğiz.” diye konuşuyor.
Özel öğretim sektöründe dönüşüm süreci ve teşvik mekanizmasının oluşumu ile bir yükselme trendi yakalandı. Şu an için eğitim sektöründe özel öğretim kurumlarının yeri ve büyüklüğü hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Özellikle son üç yıldır özel öğretim kurumlarının nicelik ve nitelik olarak sürekli artan bir ivme içerisinde olduğunu görüyoruz. Bu olumlu hareketlilikte Bakanlığımızın ortaya koyduğu iradenin önemli olduğunu düşünüyorum. Zira 14 Mart 2014 tarihinde yürürlüğe giren Kanunla öngörülen dershane dönüşümü ve özel okullarda okuyan öğrencilere teşvik verilmesi süreçlerini Bakanlık olarak kararlılıkla ve başarıyla yürüttük, yürütmeye de devam ediyoruz.
Eğitim ve öğretim desteğinin özel okullar ve bu okullarda okuyan öğrencilerin sayısında ciddi bir artış sağladığı hem kayıtlarımızdan hem de sosyal ortaklarımızdan gelen dönütlerden açıkça görülüyor. Kaldı ki, destek sürecinin başladığı 2014-2015 öğretim yılından önce, özel okullarda kayıtlı öğrenci sayısı 656.096 iken destek uygulamasının da katkısıyla bugün 1.166.427 öğrencimizin özel okullarda öğrenim gördüğünü ve bu öğrencilerimizden de 314.413’ünün destek kapsamında olduğunu görüyoruz.
Özel öğretim sektöründe bugün itibariyle;
• 8.042 özel okul (2.778 okul öncesi, 1.277 ilkokul, 1.412 ortaokul,
• 2.575 ortaöğretim okulu)
• 3.943 özel öğrenci yurdu
• 12.065 diğer özel öğretim kurumu
olmak üzere toplam 24.050 kurumumuzla hizmet veriyoruz.
TEŞVİKLER GAYESİNE HİZMET ETTİ
Özel öğretim teşviklerinin yarattığı etkileri ve gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Özel okullara başvuran tüm öğrencilere teşvik verilmesi konusunda bir çalışma var mı?
Eğitim ve öğretim desteği, alt ve orta gelir düzeyindeki ailelerin özel okullarda eğitime erişim imkânı elde etmesini ve kontenjanlarını dolduramayan özel okullarımızın doluluk oranlarının arttırılmasını öngören çift yönlü bir mekanizma olarak geliştirildi. 2014-2015 öğretim yılından itibaren devam eden destek uygulamamızın ortaya çıkış gayesine hizmet ettiğini, her kesimin memnuniyetinden net bir şekilde görebiliyoruz.
Bakanlığımız ayrıca 2012-2013 öğretim yılından bu yana Organize Sanayi Bölgeleri içinde, 2016-2017 öğretim yılından itibaren ise bu bölgeler dışında açılan özel mesleki ve teknik eğitim okullarında öğrenim gören öğrencilere de eğitim ve öğretim desteği veriyor. Eğitim ve öğretim desteği kapsamında şu ana kadar özel okullara 2.512.745.221 TL, OSB içi ve dışında açılan özel mesleki ve teknik eğitim okullarına ise 234.033.451 TL ödeme yaptık.
Eğitim ve öğretim desteği uygulamasını oldukça önemsiyoruz. Özel sektörün eğitimdeki payının artırılması yönündeki öncelikli politikalarımız çerçevesinde desteğin kapsamının da genişletilmesi üzerine çalışıyoruz. Ancak sizin de bildiğiniz gibi, Anayasamızın 65’ inci maddesinde devletimizin, sosyal ve ekonomik alanlardaki Anayasal görevlerini malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceği hükmü yer alıyor. Biz de bu noktada Maliye Bakanlığımız ile görüşmelerimizi sürdürüyor ve imkânları zorluyoruz.
OKULA DÖNÜŞÜM TAAHHÜDÜNDE BULUNANLAR YARARLANACAK
Dönüşüm süreci ile başlayan dönemden bugüne özel öğretim sektöründe ne gibi farklılaşmalar yaşandı? Temel lise ve diğer kurumlarda beklenen sonuçlar elde edilebildi mi? Bu alanda neler planlanmaktadır?
Öncelikle şunu belirteyim, dönüşüm sürecinin başladığı günden bu yana, 1.636 dershanenin başka bir özel öğretim kurumuna dönüşümünü gerçekleştirdik ve bu dershanelerden 1.471’i özel okula dönüşmeyi tercih etti. Neticede dershane dönüşümleri sayesinde 14 özel anaokulu, 16 özel ilkokul, 212 özel ortaokul ve 1.230 özel ortaöğretim kurumunu eğitim camiamıza kazandırmış olduk.
Bakanlığımızın, hâlihazırda yüzde 7,6 olan özel okula devam eden öğrenci oranını 2023’e kadar yüzde 15’e taşıma hedefi bulunuyor. Dönüşüm sürecinin bu hedefe ulaşmada ciddi bir katkı sağladığı muhakkaktır.
Temel liseler ise, girişimcilerimizin olası mağduriyetlerinin önüne geçmek amacıyla kanuni zorunluluk olarak ortaya konulan, dönüşüm sürecine özgü geçici bir modeldir. 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu gereğince de 2018-2019 öğretim yılı bitimiyle; temel liseler yerine eğitim sistemimizin kalıcı unsurları olan özel liselerimiz faaliyet göstermeye devam edecekler.
Bunun yanı sıra, Maliye Bakanlığı ile müştereken hazırladığımız ve geçtiğimiz ay yayımlanan yönetmelik ile özel okula dönüşüm taahhüdünde bulunan dershanelere iki tür destek imkanı sunuyoruz. Bu Yönetmeliğe göre dönüşüm programına dahil dershaneler lehine Hazine taşınmazları üzerinde 25 yıla kadar irtifak hakkı kurulabilecek ya da mülkiyeti Hazineye ait olmakla Milli Eğitim Bakanlığına tahsisli binaların tamamı veya bir kısmı pazarlık usulü ile 10 yıla kadar kiralanabilecek. Bu noktada irtifak hakkı ve bina kiralama ihalelerine katılabilmek için dershane kurucularının 1/9/2015 tarihine kadar dönüşüm programına alınmış ve bu kapsamda özel okula dönüşüm taahhüdünde bulunmuş olması Yönetmelikte aranan en önemli şart olarak görülüyor.
Özel okulların eğitim sistemimize yaptığı katkılardan bahsedebilir misiniz? Özel okulların ülkemiz açısından yarattığı en büyük değer nedir?
Eğitim hizmetinin, toplumun ihtiyaç ve eğilimindeki değişimlere uyum sağlaması, değişen ve gelişen koşullara ayak uydurması için şekillenmesi zaruridir. Bugün eğitim hizmetinin şekillenmesinde özel okullarımızın önemli bir rolü olduğu kuşkusuzdur.
Nüfus artış hızımız ve ekonomik büyümemiz göz önünde tutulduğunda, bu alanda yatırım yapma niyetinde olan girişimcilerin desteklenmesinin kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu görüyoruz. Zira arazi, bina, demirbaş yatırımları, her yıl artan oranda ekonomik işlem hacimleri, sektörel büyüklüklerinin yanı sıra öğrenci maliyetlerini üstlenmeleri, istihdam yaratmaları ve ödedikleri vergilerle, özel okullarımızın, devletimizin üzerindeki kamu hizmeti verme yükünü önemli ölçüde hafiflettiğini söylemek gerekir. Bunun yanı sıra özel okullarımız, oluşturdukları rekabet ortamı ile eğitim ve öğretimin niteliğini artırıyor ve program geliştirme kabiliyetleri, sahip oldukları özgün ve üretken mekanizma itibariyle de yeni eğitim modelleri geliştirme noktasında eğitim sistemimize önemli katkılar sunuyor.
ÖZEL OKULLARIMIZIN DAYANIKLILIĞI GÖRÜLMÜŞ OLDU
15 Temmuz sürecinden en çok eğitim sektörünün etkilendiğini görüyoruz. Kapanan okullar ve eğitim kurumlarının sektöre etkilerini değerlendirebilir misiniz? Bu konuda Bakanlığın kısa ve orta vadede önlemleri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
15 Temmuz darbe girişimi, birçok anlamda ülkemiz için bir dönüm noktası oldu. Bu girişimi idare eden örgütlerin eğitim ve öğretim verme perdesi ardına gizlenerek devletimiz aleyhine kullandıkları bazı kurumlar, bu süreçte çıkarılan olağanüstü hal kararnameleri gereğince kapatıldı. Bu çerçevede yayımlanan 667 sayılı KHK kapsamında 1.060 özel okul, 845 özel yurt ve 352 diğer özel öğretim kurumu olmak üzere toplam 2.257 kurumun ruhsatları iptal edildi, kapatma işlemleri gerçekleştirildi. Kapatılan özel okulların hemen hemen hepsi 2016-2017 öğretim yılından itibaren resmi okul olarak milletimize hizmet vermeye başladı.
Bu noktada, kapanan okullara rağmen özel okula devam eden öğrenci sayılarımızda bir azalma meydana gelmediğini ifade etmek isterim. Nitekim 2 Eylül 2015 ile 2 Eylül 2016 tarihleri arasındaki bir yıllık periyotta 1.021 özel okulumuz Bakanlığımızdan aldıkları ruhsat ile faaliyetlerine başladı. Yaşanan olaylara rağmen özel okulculuğumuzun oldukça dayanıklı bir yapıya sahip olduğu da bu vesileyle görülmüş oldu.
KANUNA UYMAYAN ÖZEL ÖĞRETİM KURSLARINA PARA CEZASI UYGULANACAK
Özel öğretim kurslarının mevcut durumları hakkında neler söylersiniz?
Bildiğiniz gibi dershanelerin dönüşümünü öngören Kanun değişikliğinden sonra Ağustos 2015’te, yeni bir kurum türü olarak özel öğretim kursları tanımlandı ve bu kursların Bakanlığımızca belirlenen sekiz bilim grubundan en fazla üçü ile faaliyet gösterebileceği düzenlendi. Ancak üç bilim grubu sınırlamasını öngören yönetmelik değişikliği dava konusu edilerek iptali istemiyle Danıştay’a taşındı. Yüksek Mahkeme, 2015 yılının Aralık ayında üç bilim grubu sınırlaması hakkında yürütmenin durdurulması kararı verdi. Bu karar üzerine bilim grubu sayısını 2016 yılı Nisan ayında beşe çıkardık. Ancak bir yandan da Bakanlığımızın yürütmenin durdurulması kararına karşı yaptığı itiraz Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından Mayıs 2016 tarihinde haklı bulunarak, Bakanlığın bilim grubu sınırlaması yapmaya yetkili olduğu hükme bağlandı. Bu kararın ardından Ağustos 2016 tarihinde, özel öğretim kurslarının bir bilim grubunda açılabileceğine ilişkin yine yönetmelik değişikliğine gittik. Akabinde de 676 sayılı KHK ile 5580 sayılı Kanun’da düzenleme yapılarak özel öğretim kursu tanımı bağımsız bir kurum olarak Kanun’a eklendi ve açılabilecek bilim grubu sayısı da bir olarak belirlendi.
Son tahlilde, daha önce açılmış olup birden fazla bilim grubuyla faaliyet gösteren kurumlar, 1/8/2017 tarihine kadar kendilerini bir bilim grubunda faaliyet gösterecek hale getirmek mecburiyetindeler. Bu tarihten sonra kurslarımızın takiplerini MEBBİS üzerinde oluşturulan e-Yaygın Modülünden takip edeceğiz ve dershane gibi çalışma eğiliminde olan, bilim grubu sınırlamasına riayet etmeyen kurumlara kesinlikle müsaade edilmeyecektir. Belirtilen sınırların dışında faaliyet gösteren kurumlara idari para cezaları uygulanacak, sonrasında ise kurum açma ve işyeri açma ve çalışma ruhsatları iptal edilebilecektir.
GENEL MÜDÜRLÜĞÜN SON 1 YILLIK ÇALIŞMALARI
Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü olarak son 1 yılda yaptığınız çalışmaları nasıl özetlersiniz?
Son bir yılın, Genel Müdürlüğümüz çalışmaları açısından oldukça verimli geçtiğini düşünüyorum. Gerçekleştirdiğimiz mevzuat değişiklikleri ve getirdiğimiz yeniliklerle daha iyiye ulaşma gayreti içerisindeyiz. Çalışmalarımızın bir kısmına kısaca değinmek gerekirse, bu noktada özel öğrenci barınma hizmeti veren yerler meselesinin öncelikli meselelerimizden olduğunu ifade etmek isterim. Bildiğiniz gibi 6764 sayılı Kanun ile öğrencilere özel barınma hizmeti veren kurumlara iş yeri açma ve çalışma ruhsatı verme yetkisi Bakanlığımıza verilmişti. Bu Kanun değişikliğinin ardından Bakanlar Kurulu tarafından yürütülecek olan özel öğrenci barınma hizmetlerine ilişkin yönetmelik taslağının yayımlanmak üzere Başbakanlıkta olduğunu biliyoruz. Bu kurumların standartları ile çalışma usul ve esaslarına ilişkin yönerge çalışmamız da yönetmeliğe müteakip yürürlüğe girecek.
Geçtiğimiz ay Özel Motorlu Taşıt Sürücü Kursları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik yayımlandı. Bu Yönetmelikle il ve ilçelerin nüfusuna bağlı olarak sürücü kursu sayısına sınır getirildi. Ayrıca özel motorlu taşıt sürücüleri kurslarında verilen teorik ve direksiyon eğitimi derslerinin takibi ve denetimi hüküm altına alındı. Bu sayede, sürücü kurslarında verilen eğitimlerin ciddiyetini ve kalitesini artırmayı hedefliyor, “kurallı sürücü” yetiştirmenin Bakanlığımızın en önemli hassasiyetlerinden biri olduğunu vurgulamış oluyoruz.
Bunun yanı sıra Bakanlıklar arası imzalanan protokol ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’ndan Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilen mesleki yeterlilik eğitim merkezlerinin iş ve işlemlerinin nasıl yürütüleceğine ilişkin Şubat ayında Millî Eğitim Bakanlığı Özel Mesleki Yeterlilik Kursları Yönetmeliğini yayımladık. Yine bu kurslarımızın inceleme ve kontrolleri ile sınavları da hazırlanan yönerge çerçevesinde Genel Müdürlüğümüzce yürütmekte.
Yine Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğimizde bir dizi önemli değişiklik yaptık. Bu değişikliklerin en önemlilerinden biri, özel mesleki ve teknik Anadolu liselerindeki alan ve dallara ilişkin atölye ve laboratuvar standartlarına ilişkin. Genel Müdürlüğümüz tarafından yürütülen çalışma doğrultusunda bu okullarımızda üretim yapılabilmesinin önünü de açtık. Hazırladığımız Özel Mesleki Ve Teknik Anadolu Lisesi Üretim Yönergesi ile öğrencilerin “eğitimde üretim, üretimde eğitim” yapmalarına imkân vermiş olduk. Bu sayede öğretmen ve öğrencilerin mesleki bilgi ve becerilerinin üretim içinde gelişiminin yanı sıra atölye, teçhizat ve donatıların aktif kullanılması sağlanmış olacak.
İl millî eğitim müdürlükleriyle belediyeler arasında yapılan protokolün Bakanlıkça onaylanmasından sonra belediyelerin ilköğretim ve ortaöğretim programlarına destek amaçlı ücretsiz kurslar açmalarına imkân sağladık. Özel öğretim kurumlarına kurucu isteğiyle eğitim ve öğretim faaliyetine ara verebilmesinin önünü açtık. Böylelikle ekonomik dara düşmüş kurumlarımıza kendilerini toparlamaları için süre vererek kapanmalarının önüne geçmeyi hedefledik. Okul öncesi eğitim kurumlarında görevli öğretmenlerin okutabileceği ders saati sayısını 32’den 40’a çıkardık. Özel ilkokulların dördüncü sınıflarında branş öğretmenlerinin derslerde görevlendirilmesi yönünde düzenleme yaptık. Yine özel okullarda nakil ve geçiş başvurularının veli talebi doğrultusunda e-Okul sistemi üzerinden zamana bağlı kalmaksızın yapılabilmesine ve üç ortaöğretim okulunun bir arada açılabilmesine imkân tanıdık. Bunlara ilaveten özel okullarımızın güvenliğini arttırmak amacıyla bahçe giriş ve bina kapıları öncelikli olmak üzere en az bir yıl süreyle süreyle görüntü kayıtlarını depolayacak güvenlik kamera sistemi kurulmasını mecburi tuttuk.
Yaptığımız çalışmaları özetlemek dahi zor; ancak son olarak Şubat ayında Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla örgün ve yaygın eğitim kurumlarında Fars, Kore ve Urdu dillerinde eğitim ve öğretim yapılmasının önünü açtığımızı ve böylelikle Türkiye’de eğitim ve öğretimi yapılabilecek yabancı dillerin sayısının on beşe yükseldiğini de ifade etmek isterim.
ŞEHİT VE GAZİLERİMİZİN BİZE EMANETİ OLAN ÇOCUKLARIMIZA HEP BİRLİKTE SAHİP ÇIKIYORUZ
Türkiye’de özel okul sektörünün diğer ülkelerle karşılaştırıldığında artı ve eksileri nelerdir?
Bu noktada da yine az önce değindiğimiz gibi, eğitim ve öğretim desteği uygulamasının önemli bir artı olduğunu görüyoruz. Zira sosyal devlet olmanın da bir gereği olarak düşünebileceğimiz bu destek uygulamasının birçok devlette örneği yok. Bazı ülkelerde ise verilen destek yerel yönetimlerin inisiyatifine bırakılmış durumda. Bizde ise destek, doğrudan devlet eliyle veriliyor ve şartları belli.
Benzer şekilde biliyorsunuz, tüm özel öğretim kurumlarında öğrenim gören öğrenci sayısının %3’ü oranında ücretsiz öğrenci okutulması yasal bir zorunluluk. Ancak bugün birçok okulumuzun bu oranın çok daha üzerinde öğrenciyi ücretsiz okutma eğiliminde olduğunu görüyoruz. Bu vesileyle şehit ve gazilerimizin bize emaneti olan çocuklarımıza hep birlikte sahip çıkıyor, vefa borcumuzu bir nebze olsun ödeyebilme gayreti gösteriyoruz.
SERMAYE GRUPLARINA YAKIN TAKİP
İzinsiz eğitim ve öğretim faaliyeti gösteren yerler hakkında ne tür önlemler alıyorsunuz?
Geçtiğimiz Aralık ayında yürürlüğe giren 6764 sayılı Kanun’la 5580 sayılı Kanunda birtakım değişiklikler yapıldı. Bu değişiklik ile önceki düzenlemede geçici ve sürekli kapatma şeklinde öngörülen yaptırımlar yerine ihdas edilen idari para cezaları ile daha etkin ve caydırıcı bir sistem oluşturulduğunu düşünüyoruz.
Bu doğrultuda en ağır yaptırımın ise, Bakanlıktan herhangi bir izin almaksızın eğitim ve öğretim faaliyeti gösteren yerlere uygulanması öngörülüyor. Kanun, bu yerler için brüt asgari ücretin 20 katı tutarında idari para cezası ile kapatma yaptırımını birlikte düzenliyor. Bu düzenleme, izinsiz faaliyetin neden olabileceği olası mağduriyetlerin önüne geçilmesi açısından oldukça önemli. Böylelikle Bakanlığımızın gözetim ve denetiminde olmayan, kayıt dışı olarak faaliyet göstermek isteyen eğitim kurumlarının etkin bir şekilde önüne geçmeyi hedefliyoruz. Velilerimizin, öğrencilerimizin, personelimizin Bakanlığın tanımadığı bir kurumla yaşayacağı sorunlar bu sayede daha en başından engellenmiş olacak.
Ayrıca FETÖ/PDY, PKK gibi terör örgütlerinin izinsiz eğitim faaliyeti gösteren yerlerde yuvalanmalarının da bu vesileyle önüne geçeceğiz. Bu noktada, FETÖ/PDY terör örgütü için eğitimin bir “arayüz” konumunda olduğunun 15 Temmuz’dan sonra yayımlanan hemen tüm HSYK kararlarına da yansıdığı görülüyor. Yine özel öğretim faaliyetlerinin hangi sermaye grupları ile bağlantılı olarak yürütüldüğü de Bakanlığımızın takibinde. Bilmediğimiz, görmediğimiz bir “üçüncü kişi”nin özel öğretimi dizayn etmesine müsaade etmeyeceğiz.
Bu röportaj vesileyle, özel okullarımızın milli değerlere sahip çıkan ve dünya vizyonunu takip eden bir anlayışla Türk milli eğitiminin olmazsa olmaz unsurlarından oldukları yönündeki inancımı bir kez daha dile getirmek isterim. Birlik olmayı ve kardeş olmayı, değerlerine sahip çıkmayı, öz benliğinin farkında olmayı gelecek nesillerimize aşılayacak en büyük yardımcılarımızın özel öğretim kurumlarımız olduğunu düşünüyorum. artı eğitim Dergisini ayrıca yakından takip ediyor ve başarılarının devamını diliyorum.
Atölye ve Laboratuvarlar ile Donatım Standartları Belirlenen Alanlar
• Ayakkabı Ve Saraciye Teknolojisi Alanı
• Bilişim Teknolojileri Alanı
• Biyomedikal Cihaz Teknolojileri Alanı
• Elektrik Elektronik Teknolojileri Alanı
• Endüstriyel Otomasyon Alanı
• Gemi Yapımı Teknolojileri Alanı
• Gıda Teknolojisi Alanı
• Hayvan Yetiştiriciliği Ve Sağlığı Alanı
• İnşaat Teknolojisi Alanı
• Kimya Teknolojisi Alanı
• Kuyumculuk Teknolojisi Alanı
• Makine Teknolojisi Alanı
• Matbaa Teknolojisi Alanı
• Metal Teknolojisi Alanı
• Metalürji Teknolojisi Alanı
• Mobilya Ve İç Mekân Tasarımı Alanı
• Motorlu Araçlar Teknolojisi Alanı
• Plastik Teknolojisi Alanı
• Raylı Sistemler Teknolojisi Alanı
• Seramik Ve Cam Teknolojisi Alanı
• Tarım Alanı
• Tasarım Teknolojileri Alanı
• Tekstil Teknolojisi Alanı
• Tesisat Teknolojisi Ve İklimlendirme Alanı
• Yenilenebilir Enerji Teknolojileri Alanı
Son Güncelleme: Perşembe, 27 Nisan 2017 17:30
Gösterim: 1593
Dünyanın yeni eğitim dili STEM modelini 11 yıl önce Türkiye’ye getiren Bahçeşehir Koleji Fen ve Teknoloji Lisesinin ilk mezunları dünyanın en iyi üniversitelerinden kabul almaya başladı.
Fen ve Teknoloji Liselerini Türkiye geneline yayacaklarını belirten BUEK Başkanı Enver Yücel; “ Tam 11 yıl önce Fen ve Teknoloji lisemizi açarak Türkiye’yi STEM eğitim sistemiyle tanıştırdık. Geçen bu zaman diliminde sürdürülebilir başarımız sayesinde artık profesyonelleşerek bu sistemi yurt dışına biz anlatmaya başladık. Yurt dışında açmış olduğumuz okullarda STEM’i biz anlatacağız ve uygulayacağız. Artık ülkemizin eğitim sistemini ithal değil ihraç edeceğimiz bir kaliteye ulaştırdık” dedi.
Bahçeşehir Koleji tarafından 2006 yılında İstanbul Bahçeşehir’de kurulan Fen ve Teknoloji Lisesi, Türkiye’de fen eğitimine getirdiği farklı bakış açısıyla öne çıkarken, yetiştirdiği gençlerle de ülkenin geleceği için umut aşılıyor. Diğer fen liselerinden farklı olarak, öğrencilere üniversite standartlarında eğitimlerin verildiği, fakültede derslere girme imkanı sunulduğu fen ve teknoloji liselerinde öğrenciler erken yaşta iş hayatı tecrübesi de yaşayabiliyor. Bahçeşehir Koleji Fen ve Teknoloji Lisesinin, İzmir, İstanbul, Diyarbakır, Eskişehir ve Samsun‘da kampüsleri bulunuyor.
İstanbul’da 3. Fen ve Teknoloji Lisesi Açılıyor
2017-2018 eğitim öğretim yılında açılacak olan Bahçeşehir Koleji Fen ve Teknoloji Liseleri Basın Ekspres Kampüsü tanıtım toplantısında konuşan BUEK Başkanı Enver Yücel, hedeflerinin 30 yeni kampüs olduğunu belirtti.
Kanada’da STEM’i Anlatacağız
Bahçeşehir Koleji Kurucusu Enver Yücel; “Bundan tam 11 yıl önce Fen ve Teknoloji lisemizi açarak STEM eğitim sistemini ülkemize getirdik. Çünkü dijital dönüşümün yaşandığı bu çağda başarılı olmak için ilk önce eğitim sistemini değiştirmemiz gerekiyor. Biz bunu yıllardır başarıyla yönettik. En büyük kanıtımız ise mezunlarımızın Stantford, MIT, University Of Chicago gibi dünyanın en başarılı üniversitelerinden kabul almasıdır.
Dünya Lideri Olmak için Fen ve Teknoloji Liseleri Gerekli
Dünyada artık “beyin gücünü yönetmek” önem taşıyor diyen Enver Yücel, “1950´lerin başında hem ABD hem de SSCB yani Rusya, uzaya ilk uyduyu fırlatmak için birbirleriyle bir yarış içine girmişlerdi. ABD´nin başarısız denemelerinin ardından hiç beklenmedik bir zamanda Rusya, bir basketbol topu büyüklüğünde 85 kg ağırlığındaki Sputnik uydusunun yörüngeye oturtulduğunu açıkladı. Bu ABD için tam bir şok etkisi yarattı. Piskolojik bir üstünlük yaratıldı ve bu başarının altında Rusya’nın fen liseleri yatıyordu. İşte o günden bugüne fen liseleri bir ülkenin başarısı için temel taşı oldu. Bilim sanayinin hakim olduğu yeni dönemde biz de ülkemizin başarısını Fen ve Teknoloji liselerimizle yükselteceğiz.” dedi.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Dünyanın yeni eğitim dili STEM modelini 11 yıl önce Türkiye’ye getiren Bahçeşehir Koleji Fen ve Teknoloji Lisesinin ilk mezunları dünyanın en iyi üniversitelerinden kabul almaya başladı.
Fen ve Teknoloji Liselerini Türkiye geneline yayacaklarını belirten BUEK Başkanı Enver Yücel; “ Tam 11 yıl önce Fen ve Teknoloji lisemizi açarak Türkiye’yi STEM eğitim sistemiyle tanıştırdık. Geçen bu zaman diliminde sürdürülebilir başarımız sayesinde artık profesyonelleşerek bu sistemi yurt dışına biz anlatmaya başladık. Yurt dışında açmış olduğumuz okullarda STEM’i biz anlatacağız ve uygulayacağız. Artık ülkemizin eğitim sistemini ithal değil ihraç edeceğimiz bir kaliteye ulaştırdık” dedi.
Bahçeşehir Koleji tarafından 2006 yılında İstanbul Bahçeşehir’de kurulan Fen ve Teknoloji Lisesi, Türkiye’de fen eğitimine getirdiği farklı bakış açısıyla öne çıkarken, yetiştirdiği gençlerle de ülkenin geleceği için umut aşılıyor. Diğer fen liselerinden farklı olarak, öğrencilere üniversite standartlarında eğitimlerin verildiği, fakültede derslere girme imkanı sunulduğu fen ve teknoloji liselerinde öğrenciler erken yaşta iş hayatı tecrübesi de yaşayabiliyor. Bahçeşehir Koleji Fen ve Teknoloji Lisesinin, İzmir, İstanbul, Diyarbakır, Eskişehir ve Samsun‘da kampüsleri bulunuyor.
İstanbul’da 3. Fen ve Teknoloji Lisesi Açılıyor
2017-2018 eğitim öğretim yılında açılacak olan Bahçeşehir Koleji Fen ve Teknoloji Liseleri Basın Ekspres Kampüsü tanıtım toplantısında konuşan BUEK Başkanı Enver Yücel, hedeflerinin 30 yeni kampüs olduğunu belirtti.
Kanada’da STEM’i Anlatacağız
Bahçeşehir Koleji Kurucusu Enver Yücel; “Bundan tam 11 yıl önce Fen ve Teknoloji lisemizi açarak STEM eğitim sistemini ülkemize getirdik. Çünkü dijital dönüşümün yaşandığı bu çağda başarılı olmak için ilk önce eğitim sistemini değiştirmemiz gerekiyor. Biz bunu yıllardır başarıyla yönettik. En büyük kanıtımız ise mezunlarımızın Stantford, MIT, University Of Chicago gibi dünyanın en başarılı üniversitelerinden kabul almasıdır.
Dünya Lideri Olmak için Fen ve Teknoloji Liseleri Gerekli
Dünyada artık “beyin gücünü yönetmek” önem taşıyor diyen Enver Yücel, “1950´lerin başında hem ABD hem de SSCB yani Rusya, uzaya ilk uyduyu fırlatmak için birbirleriyle bir yarış içine girmişlerdi. ABD´nin başarısız denemelerinin ardından hiç beklenmedik bir zamanda Rusya, bir basketbol topu büyüklüğünde 85 kg ağırlığındaki Sputnik uydusunun yörüngeye oturtulduğunu açıkladı. Bu ABD için tam bir şok etkisi yarattı. Piskolojik bir üstünlük yaratıldı ve bu başarının altında Rusya’nın fen liseleri yatıyordu. İşte o günden bugüne fen liseleri bir ülkenin başarısı için temel taşı oldu. Bilim sanayinin hakim olduğu yeni dönemde biz de ülkemizin başarısını Fen ve Teknoloji liselerimizle yükselteceğiz.” dedi.
Son Güncelleme: Perşembe, 18 May 2017 12:05
Gösterim: 2672
Prof. Dr. Ziya Selçuk
Bugüne kadar yaptığım eğitim değerlendirmeleri o yıl içindeki eğitim politika ve uygulamalarına yönelik görüşlerimi içermişti. Pratiğin içinden gelen biri olarak, yıl çinde olup bitenleri yorumlayarak yazmak oldukça normal geldi bana. Bu yıl bir değişiklik yapıp mevcut duruma başka bir açıdan bakayım istiyorum. Böyle bir ihtiyacı hissetmeme, yapageldiğimiz eğitim değerlendirmelerinin doğurduğu patinaj duygusu yol açtı. Zira popüler ve güncel olanın ortaya çıkardığı zehirlenme, aynı konuları, aynı zeminde biteviye tartışmamıza yol açıyor. Sanki çok yoğun bir sisin içinde yön duygusunu kaybetmiş gibiyiz. “Durun Kalabalıklar” diyebilecek bir kollektif zekanın bağırma zamanı sanki. Çözümleri hep dışarda arıyoruz. Kendi eğitim anlayışımızı doğurmak yerine “sperm bankasından tüp eğitim” doğurtmaya çalışıyoruz. Zihinsel alet olarak ithal edilen şey, ithal edilen şey değildir; başkalaşır. Zihninizde bir tranformasyon modeliniz varsa elbet. Model kurmak için içe dönmek gerekiyor. Herkes kendi içine dönmek ve kendini düzeltmektense sistemi düzeltmeye çalışıyor. Bu da ya kendi eğitim deneyimimizden ya da çocuğumuzun eğitim yolculuğundan hareketle önerilerde bulunarak yapılıyor. Kullandığımız dil öylesine kirli, kelimeler öylesine esir alınmış ki eleştirel düşünmekten bahsedenler bile dönme dolap tadında düşünebiliyor. Kolay değil. Derdimiz belki birkaç yüzyıllık bir dert.
Farkındalık kitabında Osho, ıstırabın kökenlerini anlatırken şöyle diyor: “Sefalet bir bilinçsizlik halidir. Sefil durumdayız çünkü ne yaptığımızın, ne düşündüğümüzün, ne hissettiğimizin farkında değiliz; bu yüzden her an kendimizle çatışma halindeyiz. Eylem bir yönde giderken, düşünce diğerinde gider, duygularsa bambaşka bir yere. Sürekli bölünüyoruz ve giderek daha çok parçalara ayrılıyoruz. Sefalet budur; bütünlüğümüzü, birlikteliğimizi yitiriyoruz. Tamamıyla merkezsiz kalıyoruz”.
Ülkemdeki tartışmaların ekseriyeti bende yukarıda bahsedilen hali çağrıştırıyor. Özellikle eğitim tartışmaları. Hiçbirimiz sanki gerçeğin peşinde değiliz; ikna olmanın peşindeyiz. Yeter ki taraftarı olduğumuz takım kazanmış görünsün. Gerçekten ortada bir merkez yok; hiza taşımız yok. Popülerleştirilmiş güncel kavramlar hazır gıda gibi paketler halinde dilimize, düşüncemize yerleşiyor. 1950’de başlayan eğitim dilinin devşirilmesi işlemi çoktan tamamlanmış görünüyor. 1939’da bir komisyon marifetiyle MEB yayını olarak yayımlanan Umumi Tedris Usulü adlı kitapta şöyle bir paragraf var: İhsaslarla alınan intibaların şiddeti tedrisatta nazarı dikkate alınmalıdır. Ruhiyat gösteriyor ki bu intibaların şiddeti meselesi çocuğun tasavvur enmuzecile münasebettedir. Basari tipte olanlarda basira intibalarının şiddeti, sem’i tipte samiadan gelen intibaların şiddeti, keza hareki tipte hareket ihsaslarına taallük eden intibaların şiddeti mevzubahistir. Öğretmen çocuğun hangi tipten olduğunu bilmelidir”. Yani bizim ikibinli yıllarda öne çıkardığımız görsel, işitsel ve kinestetik öğrencilerden bahsediliyor. Lakin dile ne kadar yabancıyız! Bugünlerde filozof John Dewey’in 1929 baskı School and Society (Okul ve Toplum) kitabının orjinal İngilizce tam nüshasını okuyorum. Bugün kullanılmayan tek bir kelime içermiyor kitap. Bu da başka bir yara. Düşüncenin merkezi olan dil sahici olamayınca düşünce gölgeleşiyor. Gerçekten merkezsiz kaldık. Uygulamaya sokulan eğitim uygulamalarının sağlamasını yapabileceğimiz bir ana fikrimiz yok. İnsan yetiştirmeyle uğraşan eğitim kurumlarımız var. İnsan yetiştiren insanları yetiştiren eğitim fakültelerimiz var. “Yetiştirmek fiilinin kendisi sorunlu bir defa; insan yetiştirilmez, yetişir. Her neyse! Hiçbir eğitim fakültesinin “bizim insan anlayışımız şudur; ontolojik ve epistemolojik olarak şu bağlamdan yola çıkıyoruz, bilim ekolümüz ve öğretmen yetiştirmede ideolojik tercihimiz bu” biçiminde kimliğini tanıtıcı kendine özgü bir ifadesi yok. İnsanın yetişmesiyle ilgilendikleri halde hiçbir öğretmene böyle bir farkındalık yolu aç(a)mıyoruz. İnsan görüşü olmayan insan yetiştiriciler... bitki yetiştirir gibi. Google’ın önceki başkan yardımcısı olan, Carnegie Mellon’ın dekanlarından A. Moore’ın deyişiyle “İnsanlık tarihinin en büyük varoluşsal tehdidi yaşadığı çağımızda”, insan kavramını parçalıyoruz. Psikoloji kitaplarına göre insan, “biyo-psiko-sosyal bir varlıktır”. Oysa insan aynı zamanda manevi-spritüel yönü olan bir varlıktır. İnsanın bu yönünü ihmal eden bir anlayışın bütüncül bir insan tasviri ortaya koyması mümkün olabilir mi? İnsanı parçalamak çağdaş eğitim sisteminin ana misyonu haline gelmiş durumda. Öyle ki; içgüdü, duyum, duygu ve düşünce alanları insanın ana terbiye temelleridir. Bugünkü eğitim hemen hemen tümüyle sadece düşünce/bilişsel/akademik alan(ın)a basıyor. Ancak piyanonun başka tuşları da var. Son derece profesyonelce hazırlanan, teknik olarak güçlü, derinlikli yorumlara yol açar nitelikte veriler sunan PISA araştırması da piyanonun sadece belli tuşlarına basan çalışmalardan biri. Bu araştırmada eğitimin ölçülebilir boyutlarının çok dar bir aralığına vurgu yapılıyor. Sadece düşünce alanının anlama, problem çözme, eleştirel düşünme gibi ön/sol beynin çok sınırlı bir kısmına dönük sorgulamalar yapılıyor. Resmiyette okuma becerileri, fen okuryazarlığı ve matematik okuryazarlığından söz ediliyor. Ancak pazarlamada, ülkelerin eğitim sistemleri karşılaştırılıyor; dünyanın en iyi eğitim sistemleri ilan ediliyor. OECD, kậr amacı güden çok uluslu şirketlerle işbirliği kuruyor ve bazı ülkelerin eğitim sistemlerini sözde düzeltme çalışmalarına destek veriyor. Yani eğitimin ticarileşmesine ve piyasalaşmasına ön açıyor. Ne var bunda denilebilir. Tam da burada bir şeyler var. OECD üstüne vazife olmadığı halde ülkelerin eğitim sistemlerinin standartlaştırlmasına hizmet ediyor. Batı medeniyetinin tüm ülkelerdeki kültürleri, (giyecekleri, yiyecekleri, müziği, eşyaları) standartlaştırma merakı eğitimde de sürüyor. George Ritzer’in “Toplumun McDonadlaştırılması” kitabında ifade edilene benzer şekilde eğitimin/insanın MCDonalds’laştırması denilebilecek bu mekanizmalar yüzünden yerel kültürler yok oluyor. Eğitim sistemlerinin tüm ülkelerde standartlaştırılması farklı kültürlerin yaratıcı potansiyeline yönelik bir tehdittir. Her ülke kendine özgü insan yetiştirme sistemiyle dünyaya açılmalıdır. Dijital kapitalist uygarlığın yok edici etkisinin, eğitimi de çürütmeye başlatması çok üzücü. IMF’nin araçsal pratikleriyle davranan OECD, onlarca alan varken sadece üç alt alanla bir öğrencinin gelişimi hakkında karar veriyor ve ülkeleri manipule ediyor. Sınavlarda başarılı olan ülke, öğretmen ve öğrencilerde sahte bir tamamlanmışlık duygusu uyandırılıyor. OECD’nin üç yılda bir yaydığı PISA rüzgarından kitleler etkileniyor ve PISAdan bahsetmek zorunlulukmuş gibi hissettiriliyor. Ameliyat sonrası nekahet dönemi gibi kısa süre spot ışıklar eğitimin üzerine yöneliyor. Paylaş ki fotoğraf kararsın kabilinden, herkes PISA sonuçlarını paylaşarak problemin esasını gözden kaçırıyor. Basit birkaç soru bile tezgahın aydınlanmasına yol açabilir:
- PISA sıralamasında neden ilk on sırada G8 ülkelerinden sadece biri var? Onların eğitim sistemi kötü mü?
- Matematikte 40. sırada yer alan, belki de dünyanın en iyi eğitim sistemlerinden birine sahip olan İsrail’in eğitim sistemi yetersiz mi?
- Bir önceki PISA’da matematikte 52. olan Malezya’nın ihracatındaki yüksek teknoloji oranının şaşırtıcı şekilde %44 olması nasıl açıklanabilir. (Türkiye’ninki %2)
- Hep ilk sıralarda yer alan Finlandiya matematikte ilk on sırada olmadığı için eğitim sistemi kötüleşti mi?
- 2015 Küresel İnovasyon Endeksi’nin ilk on sırasında neden PISA sıralamasındaki ilk on ülkenin sekizi neden yok?
- 2015 Küresel Yaratıcılık Endeksi ilk on sırada neden PISA sıralamasındaki ilk on ülkenin yedisi niçin yok?
Bu sorulardan yüzlercesi mevcut. 72 ülkenin kültürü, ekonomisi, doğal kaynakları, tarihinde sömürgecilik yapıp yapmadığı, milli geliri, öğrenci başına yaptığı harcama ve daha yüzlerce parametre dikkate alınmadan, sanki girdileri ve araştırma değişkenleri eşitmiş gibi karşılaştırılması ne garip. Lisansta verilen Araştırma Teknikleri dersinde bir öğrencim istatistiksel olarak değişkenleri kontrol etmeden, düzeltme formulü uygulamadan bu ülkeleri karşılaştırsa o dersten kalırdı. PISA araştırmasında yapılan bu. Üç alt müfredat alanıyla eğitim kalitesi imajı oluşturuluyor. PISA’da yüksek not almakla ekonomik gelişme arasında doğrusal ilişki kurularak algı yönetimi yapılıyor. Matematik okuryazarlığı alanında ilk on sırada yer alan ülkelerin %70’inde anasınıfından itibaren katı sınav sistemlerinin olduğu, pop yıldızı gibi meşhur sınav çalıştırıcılarının bulunduğu, PISA hazırlık sektörünün doğduğu bir ortam mevcut. Arap tayıyla sütçü beygirinin yarıştırılması gibi birşey bu. Bu yarışın sonunda ortaya çıkan sonuçlara şaşıran insanlara çok şaşırıyorum. Çünkü çok güzel şaşırıyormuş gibi yapıyorlar. Ya da hipnoz altındalar.
PISA araştırmasındaki istatistikleri göstererek insanları ikna etmek çok ta büyüleyici değil. Nobel Ödüllü D. Kahneman Hızlı ve Yavaş Düşünme kitabında İstatistikleri Bir Neden Olarak Görme Hatası’ndan bahsediyor: “Olay, durum ve olgular karşısında neden aramak ve belirlemek üzere hazırlanmış bir düşünme stratejisi çoğu zaman bize iyi hizmet ediyor. Zira doğal süreçler nedenlere bağlıdır ve bu nedenleri belirlemek birçok durum karşısında nasıl bir tepki vermemiz gerektiğini belirlemeye yardımcı oluyor. Buna rağmen, bazı zamanlarda esiri olduğumuz nedensel önyargılar bizi yolumuzdan saptırabilir çünkü her şeye bir neden, özellikle de kasti bir neden bulma eğilimindeyiz – işin belirleyicisi şans veya istatistiki kirlilik olduğu zamanlarda bile.” Kahneman’ın satırlarında ifade edilen hata bugün, eğitim, tıp, siyaset ve benzeri alanlarda binlerce kez karşımıza çıkıyor. Ortaya çıkan hemen her araştırma bulgusunun genellikle zıttı da olabildiğinden önyargılarımıza göre okumalar yapabiliyoruz.
Diğer yandan, kullandığı istatistiksel yaklaşım bakımından ciddi eleştirilere maruz kalmasına rağmen, PISA araştırması son derece profesyonelce hazırlanan, içerdiği değişkenler itibarıyla oldukça derinlikli analiz fırsatları veren, kesinlikle kapsamı çerçevesinde yararlanılması gereken bir çalışma. Bu çalışmayı küçümseyerek veya yok sayarak rasyonel bir zemin kurmak mümkün görünmüyor. PISA’nın olumsuzluklarını sıralayarak eğitim sistemimizi olumlulaştırabilir miyiz? Eğitim sisteminin kötü olduğunu kanıtlamak için PISA sonuçlarına gerek mi var? TEOG, YGS-LYS, KPSS, ÖABT vd. bakmak da yeterli olabilir. Devletimizin en yüksek kademesinden bu alarm veriliyor zaten. Meslek lisesi öğrencilerinin yüksek oranda olması, ortaöğretimdeki değişiklikler gibi gerekçelerden dolayı düşük sonuçlar alındı demek, tekil neden-sonuç fetişizmine götürür. Ya da bu okullarda okuyan öğrencilerin feda edilebileceğini peşine kabul etmeye… Ortaöğretimde değişiklik yapılmadan da, meslek lisesi öğrencilerinin oranı düşükken de durumumuz çok benzerdi. Almamız gereken dersler var ve PISA kısmi alanlarda çok işlevsel bir araç. Ancak bizim öğretimsel başarı paradigmamızla PISA’daki yeterlik paradigması arasındaki farklılığa dikkat etmek şart. Örneğin okuma becerileri, bizim müfredatta paragraf anlamaya dönük doğrusal beceri listesi şeklinde düzenleniyor. PISA araştırmasında ise bizim müfredatta olmayan şekilde, metne ilişkin alt kavram hiyerarşisi, okurun metne yaklaşımı, metnin kullanım amacı, bilgi organizasyonu, kişisel yorum ve benzeri bir çok ağsı katman yer alıyor. Okuma becerileri açısından böyle bir konsept farklılığı varken, yapılan ülkeler arası karşılaştırma gerçekten makul değil. Türkiye’de hemen bununla ilgili teorik çalışmaların hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu bizim eksiğimiz. PISA sonuçlarını reddetmek veya alakasız gerekçeler söylemek yerine analitik araştırmalar yapmak durumundayız. Zira arkasında yatan politik amaç dikkate alınmadan bakıldığında, PISA spesifik konularda teknik fırsatlar içeriyor. Ne’liğini bilerek PISA konusunda gerçekçi bir master planlama yapmakta yarar var. Ancak projeler yığınına yeni projeler ekleyerek böyle bir planlama yapılamaz. Hizası ve merkezi olmayan bir sisteme “ne güzelmiş” deyip habire yeni projeler ekliyoruz. Lazım mı, güzel mi diye sormuyoruz. Küçük Prens’in yazarı St. Euxpery kitabı ilk yazdığında bin sayfaymış. Sonra çıkara çıkara yüz sayfaya düşürmüş. Neden böyle yaptığı sorulduğunda “Eklenecek şey kalmadığında değil de, çıkarılacak şey kalmadığında mükemmel olur bir eser” demiş.
Sonuç olarak, obezleşmiş olan eğitim sistemini acilen felsefesinden başlayarak yeniden tasarlamamız lazım. Hayatı pratiğin ve teorinin içinde geçmiş biri olarak uygulamalar düzeyinde yapılan eleştiri ve katkıların bu dönemde sözde tartışmalar dışında bir yararı olmadığına inanıyorum. Yine inanıyorum ki, eğitimin yeniden inşası bir grubun, hizbin değil, Türkiye’nin birikimi değerlendirilerek sağlanabilir. Milli mutabakat olmadan ortak bir hayal ve hayat sahnemiz olamaz. Kısa vadede elde edilen kậrcıkların uzun vadede bir sistem kurmaya yetmeyeceği anlaşılır. Yapısı gereği çok sınırlı olan PISA gibi çalışmalar üzerinden de bir sistem kurulamaz. Sadece karaciğere bakarak check-up yapılamaz. Öncelikle bütünsel insan görüşümüzü net olarak ortaya koymalıyız. Bu görüşü TEDMEM tarafından ortaya konulan Ulusal Eğitim Programı (2015-2022) benzeri katılımcı bir planla somutlaştırmalıyız. Yukarıda bahsettiğim 1939 tarihli Umumi Tedris Usulü kitabında sadeleştirilmiş haliyle şöyle bir not var: “Öğretimin eğitimsel gayesinden sadece düşünsel yeteneklerin gelişmesi anlaşılmamalıdır. Duygu ve irade terbiyesinin buna eklenmesi gerekir. Çocuklara sadece eğlenceli cazip konular verilmemeli. Hayat ehemmiyetsiz, ağır ve eğlencesiz işler de ister. Öğretimin yükselten ve asalet veren insani görevi, hissi ve iradi gelişimle ilgilidir. Sadece entelektüalist bir bakış açısı yetmez. Öğretimin nihai gayesi fazilettir.” 1930’ larda vakıf olduğumuz bir bütünlüğü bugün tümüyle kaybetmiş olmamız şaşırtıcı değil. Çünkü para ve yarar eksenli pragmatist OECD bakış açısına iman ettik ve vaizlerini alkışlamakla meşgulüz. Düşünüp tartışalım denildiğinde “ne yani siz ekonominin gelişmesine karşı mısınız?“ türünden “itikadi” sorularla karşılaşıyoruz. Filin kuyruğunu tartışarak eğitim meselesini bütünsel olarak tartışmış olmayız. Hatta tartışmasak, önce düşünsek, hissetsek, duyumsasak...
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Prof. Dr. Ziya Selçuk
Bugüne kadar yaptığım eğitim değerlendirmeleri o yıl içindeki eğitim politika ve uygulamalarına yönelik görüşlerimi içermişti. Pratiğin içinden gelen biri olarak, yıl çinde olup bitenleri yorumlayarak yazmak oldukça normal geldi bana. Bu yıl bir değişiklik yapıp mevcut duruma başka bir açıdan bakayım istiyorum. Böyle bir ihtiyacı hissetmeme, yapageldiğimiz eğitim değerlendirmelerinin doğurduğu patinaj duygusu yol açtı. Zira popüler ve güncel olanın ortaya çıkardığı zehirlenme, aynı konuları, aynı zeminde biteviye tartışmamıza yol açıyor. Sanki çok yoğun bir sisin içinde yön duygusunu kaybetmiş gibiyiz. “Durun Kalabalıklar” diyebilecek bir kollektif zekanın bağırma zamanı sanki. Çözümleri hep dışarda arıyoruz. Kendi eğitim anlayışımızı doğurmak yerine “sperm bankasından tüp eğitim” doğurtmaya çalışıyoruz. Zihinsel alet olarak ithal edilen şey, ithal edilen şey değildir; başkalaşır. Zihninizde bir tranformasyon modeliniz varsa elbet. Model kurmak için içe dönmek gerekiyor. Herkes kendi içine dönmek ve kendini düzeltmektense sistemi düzeltmeye çalışıyor. Bu da ya kendi eğitim deneyimimizden ya da çocuğumuzun eğitim yolculuğundan hareketle önerilerde bulunarak yapılıyor. Kullandığımız dil öylesine kirli, kelimeler öylesine esir alınmış ki eleştirel düşünmekten bahsedenler bile dönme dolap tadında düşünebiliyor. Kolay değil. Derdimiz belki birkaç yüzyıllık bir dert.
Farkındalık kitabında Osho, ıstırabın kökenlerini anlatırken şöyle diyor: “Sefalet bir bilinçsizlik halidir. Sefil durumdayız çünkü ne yaptığımızın, ne düşündüğümüzün, ne hissettiğimizin farkında değiliz; bu yüzden her an kendimizle çatışma halindeyiz. Eylem bir yönde giderken, düşünce diğerinde gider, duygularsa bambaşka bir yere. Sürekli bölünüyoruz ve giderek daha çok parçalara ayrılıyoruz. Sefalet budur; bütünlüğümüzü, birlikteliğimizi yitiriyoruz. Tamamıyla merkezsiz kalıyoruz”.
Ülkemdeki tartışmaların ekseriyeti bende yukarıda bahsedilen hali çağrıştırıyor. Özellikle eğitim tartışmaları. Hiçbirimiz sanki gerçeğin peşinde değiliz; ikna olmanın peşindeyiz. Yeter ki taraftarı olduğumuz takım kazanmış görünsün. Gerçekten ortada bir merkez yok; hiza taşımız yok. Popülerleştirilmiş güncel kavramlar hazır gıda gibi paketler halinde dilimize, düşüncemize yerleşiyor. 1950’de başlayan eğitim dilinin devşirilmesi işlemi çoktan tamamlanmış görünüyor. 1939’da bir komisyon marifetiyle MEB yayını olarak yayımlanan Umumi Tedris Usulü adlı kitapta şöyle bir paragraf var: İhsaslarla alınan intibaların şiddeti tedrisatta nazarı dikkate alınmalıdır. Ruhiyat gösteriyor ki bu intibaların şiddeti meselesi çocuğun tasavvur enmuzecile münasebettedir. Basari tipte olanlarda basira intibalarının şiddeti, sem’i tipte samiadan gelen intibaların şiddeti, keza hareki tipte hareket ihsaslarına taallük eden intibaların şiddeti mevzubahistir. Öğretmen çocuğun hangi tipten olduğunu bilmelidir”. Yani bizim ikibinli yıllarda öne çıkardığımız görsel, işitsel ve kinestetik öğrencilerden bahsediliyor. Lakin dile ne kadar yabancıyız! Bugünlerde filozof John Dewey’in 1929 baskı School and Society (Okul ve Toplum) kitabının orjinal İngilizce tam nüshasını okuyorum. Bugün kullanılmayan tek bir kelime içermiyor kitap. Bu da başka bir yara. Düşüncenin merkezi olan dil sahici olamayınca düşünce gölgeleşiyor. Gerçekten merkezsiz kaldık. Uygulamaya sokulan eğitim uygulamalarının sağlamasını yapabileceğimiz bir ana fikrimiz yok. İnsan yetiştirmeyle uğraşan eğitim kurumlarımız var. İnsan yetiştiren insanları yetiştiren eğitim fakültelerimiz var. “Yetiştirmek fiilinin kendisi sorunlu bir defa; insan yetiştirilmez, yetişir. Her neyse! Hiçbir eğitim fakültesinin “bizim insan anlayışımız şudur; ontolojik ve epistemolojik olarak şu bağlamdan yola çıkıyoruz, bilim ekolümüz ve öğretmen yetiştirmede ideolojik tercihimiz bu” biçiminde kimliğini tanıtıcı kendine özgü bir ifadesi yok. İnsanın yetişmesiyle ilgilendikleri halde hiçbir öğretmene böyle bir farkındalık yolu aç(a)mıyoruz. İnsan görüşü olmayan insan yetiştiriciler... bitki yetiştirir gibi. Google’ın önceki başkan yardımcısı olan, Carnegie Mellon’ın dekanlarından A. Moore’ın deyişiyle “İnsanlık tarihinin en büyük varoluşsal tehdidi yaşadığı çağımızda”, insan kavramını parçalıyoruz. Psikoloji kitaplarına göre insan, “biyo-psiko-sosyal bir varlıktır”. Oysa insan aynı zamanda manevi-spritüel yönü olan bir varlıktır. İnsanın bu yönünü ihmal eden bir anlayışın bütüncül bir insan tasviri ortaya koyması mümkün olabilir mi? İnsanı parçalamak çağdaş eğitim sisteminin ana misyonu haline gelmiş durumda. Öyle ki; içgüdü, duyum, duygu ve düşünce alanları insanın ana terbiye temelleridir. Bugünkü eğitim hemen hemen tümüyle sadece düşünce/bilişsel/akademik alan(ın)a basıyor. Ancak piyanonun başka tuşları da var. Son derece profesyonelce hazırlanan, teknik olarak güçlü, derinlikli yorumlara yol açar nitelikte veriler sunan PISA araştırması da piyanonun sadece belli tuşlarına basan çalışmalardan biri. Bu araştırmada eğitimin ölçülebilir boyutlarının çok dar bir aralığına vurgu yapılıyor. Sadece düşünce alanının anlama, problem çözme, eleştirel düşünme gibi ön/sol beynin çok sınırlı bir kısmına dönük sorgulamalar yapılıyor. Resmiyette okuma becerileri, fen okuryazarlığı ve matematik okuryazarlığından söz ediliyor. Ancak pazarlamada, ülkelerin eğitim sistemleri karşılaştırılıyor; dünyanın en iyi eğitim sistemleri ilan ediliyor. OECD, kậr amacı güden çok uluslu şirketlerle işbirliği kuruyor ve bazı ülkelerin eğitim sistemlerini sözde düzeltme çalışmalarına destek veriyor. Yani eğitimin ticarileşmesine ve piyasalaşmasına ön açıyor. Ne var bunda denilebilir. Tam da burada bir şeyler var. OECD üstüne vazife olmadığı halde ülkelerin eğitim sistemlerinin standartlaştırlmasına hizmet ediyor. Batı medeniyetinin tüm ülkelerdeki kültürleri, (giyecekleri, yiyecekleri, müziği, eşyaları) standartlaştırma merakı eğitimde de sürüyor. George Ritzer’in “Toplumun McDonadlaştırılması” kitabında ifade edilene benzer şekilde eğitimin/insanın MCDonalds’laştırması denilebilecek bu mekanizmalar yüzünden yerel kültürler yok oluyor. Eğitim sistemlerinin tüm ülkelerde standartlaştırılması farklı kültürlerin yaratıcı potansiyeline yönelik bir tehdittir. Her ülke kendine özgü insan yetiştirme sistemiyle dünyaya açılmalıdır. Dijital kapitalist uygarlığın yok edici etkisinin, eğitimi de çürütmeye başlatması çok üzücü. IMF’nin araçsal pratikleriyle davranan OECD, onlarca alan varken sadece üç alt alanla bir öğrencinin gelişimi hakkında karar veriyor ve ülkeleri manipule ediyor. Sınavlarda başarılı olan ülke, öğretmen ve öğrencilerde sahte bir tamamlanmışlık duygusu uyandırılıyor. OECD’nin üç yılda bir yaydığı PISA rüzgarından kitleler etkileniyor ve PISAdan bahsetmek zorunlulukmuş gibi hissettiriliyor. Ameliyat sonrası nekahet dönemi gibi kısa süre spot ışıklar eğitimin üzerine yöneliyor. Paylaş ki fotoğraf kararsın kabilinden, herkes PISA sonuçlarını paylaşarak problemin esasını gözden kaçırıyor. Basit birkaç soru bile tezgahın aydınlanmasına yol açabilir:
- PISA sıralamasında neden ilk on sırada G8 ülkelerinden sadece biri var? Onların eğitim sistemi kötü mü?
- Matematikte 40. sırada yer alan, belki de dünyanın en iyi eğitim sistemlerinden birine sahip olan İsrail’in eğitim sistemi yetersiz mi?
- Bir önceki PISA’da matematikte 52. olan Malezya’nın ihracatındaki yüksek teknoloji oranının şaşırtıcı şekilde %44 olması nasıl açıklanabilir. (Türkiye’ninki %2)
- Hep ilk sıralarda yer alan Finlandiya matematikte ilk on sırada olmadığı için eğitim sistemi kötüleşti mi?
- 2015 Küresel İnovasyon Endeksi’nin ilk on sırasında neden PISA sıralamasındaki ilk on ülkenin sekizi neden yok?
- 2015 Küresel Yaratıcılık Endeksi ilk on sırada neden PISA sıralamasındaki ilk on ülkenin yedisi niçin yok?
Bu sorulardan yüzlercesi mevcut. 72 ülkenin kültürü, ekonomisi, doğal kaynakları, tarihinde sömürgecilik yapıp yapmadığı, milli geliri, öğrenci başına yaptığı harcama ve daha yüzlerce parametre dikkate alınmadan, sanki girdileri ve araştırma değişkenleri eşitmiş gibi karşılaştırılması ne garip. Lisansta verilen Araştırma Teknikleri dersinde bir öğrencim istatistiksel olarak değişkenleri kontrol etmeden, düzeltme formulü uygulamadan bu ülkeleri karşılaştırsa o dersten kalırdı. PISA araştırmasında yapılan bu. Üç alt müfredat alanıyla eğitim kalitesi imajı oluşturuluyor. PISA’da yüksek not almakla ekonomik gelişme arasında doğrusal ilişki kurularak algı yönetimi yapılıyor. Matematik okuryazarlığı alanında ilk on sırada yer alan ülkelerin %70’inde anasınıfından itibaren katı sınav sistemlerinin olduğu, pop yıldızı gibi meşhur sınav çalıştırıcılarının bulunduğu, PISA hazırlık sektörünün doğduğu bir ortam mevcut. Arap tayıyla sütçü beygirinin yarıştırılması gibi birşey bu. Bu yarışın sonunda ortaya çıkan sonuçlara şaşıran insanlara çok şaşırıyorum. Çünkü çok güzel şaşırıyormuş gibi yapıyorlar. Ya da hipnoz altındalar.
PISA araştırmasındaki istatistikleri göstererek insanları ikna etmek çok ta büyüleyici değil. Nobel Ödüllü D. Kahneman Hızlı ve Yavaş Düşünme kitabında İstatistikleri Bir Neden Olarak Görme Hatası’ndan bahsediyor: “Olay, durum ve olgular karşısında neden aramak ve belirlemek üzere hazırlanmış bir düşünme stratejisi çoğu zaman bize iyi hizmet ediyor. Zira doğal süreçler nedenlere bağlıdır ve bu nedenleri belirlemek birçok durum karşısında nasıl bir tepki vermemiz gerektiğini belirlemeye yardımcı oluyor. Buna rağmen, bazı zamanlarda esiri olduğumuz nedensel önyargılar bizi yolumuzdan saptırabilir çünkü her şeye bir neden, özellikle de kasti bir neden bulma eğilimindeyiz – işin belirleyicisi şans veya istatistiki kirlilik olduğu zamanlarda bile.” Kahneman’ın satırlarında ifade edilen hata bugün, eğitim, tıp, siyaset ve benzeri alanlarda binlerce kez karşımıza çıkıyor. Ortaya çıkan hemen her araştırma bulgusunun genellikle zıttı da olabildiğinden önyargılarımıza göre okumalar yapabiliyoruz.
Diğer yandan, kullandığı istatistiksel yaklaşım bakımından ciddi eleştirilere maruz kalmasına rağmen, PISA araştırması son derece profesyonelce hazırlanan, içerdiği değişkenler itibarıyla oldukça derinlikli analiz fırsatları veren, kesinlikle kapsamı çerçevesinde yararlanılması gereken bir çalışma. Bu çalışmayı küçümseyerek veya yok sayarak rasyonel bir zemin kurmak mümkün görünmüyor. PISA’nın olumsuzluklarını sıralayarak eğitim sistemimizi olumlulaştırabilir miyiz? Eğitim sisteminin kötü olduğunu kanıtlamak için PISA sonuçlarına gerek mi var? TEOG, YGS-LYS, KPSS, ÖABT vd. bakmak da yeterli olabilir. Devletimizin en yüksek kademesinden bu alarm veriliyor zaten. Meslek lisesi öğrencilerinin yüksek oranda olması, ortaöğretimdeki değişiklikler gibi gerekçelerden dolayı düşük sonuçlar alındı demek, tekil neden-sonuç fetişizmine götürür. Ya da bu okullarda okuyan öğrencilerin feda edilebileceğini peşine kabul etmeye… Ortaöğretimde değişiklik yapılmadan da, meslek lisesi öğrencilerinin oranı düşükken de durumumuz çok benzerdi. Almamız gereken dersler var ve PISA kısmi alanlarda çok işlevsel bir araç. Ancak bizim öğretimsel başarı paradigmamızla PISA’daki yeterlik paradigması arasındaki farklılığa dikkat etmek şart. Örneğin okuma becerileri, bizim müfredatta paragraf anlamaya dönük doğrusal beceri listesi şeklinde düzenleniyor. PISA araştırmasında ise bizim müfredatta olmayan şekilde, metne ilişkin alt kavram hiyerarşisi, okurun metne yaklaşımı, metnin kullanım amacı, bilgi organizasyonu, kişisel yorum ve benzeri bir çok ağsı katman yer alıyor. Okuma becerileri açısından böyle bir konsept farklılığı varken, yapılan ülkeler arası karşılaştırma gerçekten makul değil. Türkiye’de hemen bununla ilgili teorik çalışmaların hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu bizim eksiğimiz. PISA sonuçlarını reddetmek veya alakasız gerekçeler söylemek yerine analitik araştırmalar yapmak durumundayız. Zira arkasında yatan politik amaç dikkate alınmadan bakıldığında, PISA spesifik konularda teknik fırsatlar içeriyor. Ne’liğini bilerek PISA konusunda gerçekçi bir master planlama yapmakta yarar var. Ancak projeler yığınına yeni projeler ekleyerek böyle bir planlama yapılamaz. Hizası ve merkezi olmayan bir sisteme “ne güzelmiş” deyip habire yeni projeler ekliyoruz. Lazım mı, güzel mi diye sormuyoruz. Küçük Prens’in yazarı St. Euxpery kitabı ilk yazdığında bin sayfaymış. Sonra çıkara çıkara yüz sayfaya düşürmüş. Neden böyle yaptığı sorulduğunda “Eklenecek şey kalmadığında değil de, çıkarılacak şey kalmadığında mükemmel olur bir eser” demiş.
Sonuç olarak, obezleşmiş olan eğitim sistemini acilen felsefesinden başlayarak yeniden tasarlamamız lazım. Hayatı pratiğin ve teorinin içinde geçmiş biri olarak uygulamalar düzeyinde yapılan eleştiri ve katkıların bu dönemde sözde tartışmalar dışında bir yararı olmadığına inanıyorum. Yine inanıyorum ki, eğitimin yeniden inşası bir grubun, hizbin değil, Türkiye’nin birikimi değerlendirilerek sağlanabilir. Milli mutabakat olmadan ortak bir hayal ve hayat sahnemiz olamaz. Kısa vadede elde edilen kậrcıkların uzun vadede bir sistem kurmaya yetmeyeceği anlaşılır. Yapısı gereği çok sınırlı olan PISA gibi çalışmalar üzerinden de bir sistem kurulamaz. Sadece karaciğere bakarak check-up yapılamaz. Öncelikle bütünsel insan görüşümüzü net olarak ortaya koymalıyız. Bu görüşü TEDMEM tarafından ortaya konulan Ulusal Eğitim Programı (2015-2022) benzeri katılımcı bir planla somutlaştırmalıyız. Yukarıda bahsettiğim 1939 tarihli Umumi Tedris Usulü kitabında sadeleştirilmiş haliyle şöyle bir not var: “Öğretimin eğitimsel gayesinden sadece düşünsel yeteneklerin gelişmesi anlaşılmamalıdır. Duygu ve irade terbiyesinin buna eklenmesi gerekir. Çocuklara sadece eğlenceli cazip konular verilmemeli. Hayat ehemmiyetsiz, ağır ve eğlencesiz işler de ister. Öğretimin yükselten ve asalet veren insani görevi, hissi ve iradi gelişimle ilgilidir. Sadece entelektüalist bir bakış açısı yetmez. Öğretimin nihai gayesi fazilettir.” 1930’ larda vakıf olduğumuz bir bütünlüğü bugün tümüyle kaybetmiş olmamız şaşırtıcı değil. Çünkü para ve yarar eksenli pragmatist OECD bakış açısına iman ettik ve vaizlerini alkışlamakla meşgulüz. Düşünüp tartışalım denildiğinde “ne yani siz ekonominin gelişmesine karşı mısınız?“ türünden “itikadi” sorularla karşılaşıyoruz. Filin kuyruğunu tartışarak eğitim meselesini bütünsel olarak tartışmış olmayız. Hatta tartışmasak, önce düşünsek, hissetsek, duyumsasak...
Son Güncelleme: Pazartesi, 23 Ocak 2017 18:17
Gösterim: 6341