Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Trabzon’un Araklı ilçesi Kayaiçi köyünde bir firmanın güvenlik kamerasına yansıyan küçük kızın dayak yediği görüntülerdeki dayak atan kişinin küçük kızın babası olduğu yapılan soruşturma üzerine ortaya çıktı.
Trabzon'un Araklı ilçesi Kayaiçi köyünde bir HES firmasının güvenlik kamerasına yansıyan dayak olayı ile Trabzon Valiliği soruşturma başlattı. Soruşturma kapsamında yapılan inceleme sonucunda kız öğrenciye dayak atan kişinin babası olduğu belirlenirken, baba jandarma ekipleri tarafından köyünde gözaltına alındı.
Konuyla ilgili açıklama Trabzon Valisi Dr. Recep Kızılcık, olayın 2 ay önce yaşandığını belirterek "Araklı'nın Kayaiçi Köyü'nde yaklaşık 2 ay önce çok yakını tarafından 9 yaşındaki kız çocuğumuz malesef dövülme tabirinin ötesinde hırpalanmış.
Bu olay bize geçtiğimiz Cuma günü bir kaset marifeti ile Araklı Kaymakamlığımıza gönderildi. Hemen bizim talimatımızla gerekli suç duyurusunda bulunularak savcılıkta gerekli işlemleri başlatarak zanlı veya zanlıların yakalanması için gerekli tahkikat başlatıldı.
Ertesi gün zanlı yakalandı. Darp edenin dışardan değil ailenin içinden olduğu tespit edildi. Bunu hem kız çocuğu olması hem çocuk olması hem de bir insanın bu şekilde dövülmesi nedeni ile şiddetle kınıyoruz. Devlet olarak da gerekirse çocuğu koruma altına alınması için gerekli işlemleri de başlattık. Bunun kabul edilebilir hiç bir tarafı yoktur" dedi.
Öte yandan 9 yaşındaki kız çocuğu Zehra Eryiğit'i döven şahsın inşaat işçisi olan ve bir süredir boşta gezen babası İsmail Eryiğit (35) olduğu belirlenirken, baba Eryiğit gözaltına alındı. Şahsın ilk ifadesinde Kayaiçi köyü İlköğretim Okulu 3. sınıf öğrencisi kızını okuldan geç döndüğü için dövdüğünü söylediği öğrenildi.
Kayaiçi köyünde meydana gelen ve bir firmanın güvenlik kamerasına yansıyan olayda, kız çocuğu, okul yolundaki köprüden geçtiği sırada, köprü üzerinde bekleyen babası tarafından tekme tokat dövülüyor. Şahıs, tekme ve tokatlarla aralıksız dövdüğü kızını dört defa havaya kaldırarak yere fırlattığı da görülüyor.
Dayak yiyen küçük kız konuştu
Trabzon’un Araklı ilçesi Kayaiçi köyünde babası tarafından dövülen ve dayak görüntüleri bir HES firmasının güvenlik kamerasına yansıyan 9 yaşındaki Zehra Eryiğit yaşadığı olayı gözyaşları ile anlattı.
Güvenlik kamerası görüntülerinin basına yansımasının ardından olayla ilgili Trabzon Valiliği soruşturma başlatırken, görüntülerdeki şahsın kızı Zehra Eryiğit’i döven baba İsmail Eryiğit olduğu belirlendi. Baba Eryiğit gözaltına alınırken, kızı Zehra Eryiğit ise bugün öğle saatlerinde babaannesi Huri Eryiğit ile Araklı Adliyesi’ne geldi. Basın mensuplarının burada sorularını cevaplandıran ilköğretim okulu öğrencisi Zehra Eryiğit “O gün biraz geç kalmıştım.
Babam da köprüde bekliyordu. Geç geldiğim için beni biraz hırpaladı. Üzgünüm” derken daha sonra ağlamaya başladı. En büyük hayalinin okuyup doktor olmak olduğunu söyleyen minik kızı babaannesi sakinleştirmeye çalıştı.
Öte yandan gözaltına alınan baba İsmail Eryiğit’in nöbetçi savcılıktaki ifadesi sürüyor.
Dayakçı baba tutuklandı
Trabzon’un Araklı ilçesi Kayaiçi köyünde kızının döverken bir HES firmasına ait güvenlik kamerası tarafından görüntülenen ve bu görüntülerin basına yansımasının ardından gözaltına alınan baba İsmail E. bugün çıkartıldığı nöbetçi mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Araklı ilçesinde nöbetçi mahkemeye çıkartılan baba İsmail E., savcılığa verdiği ifadesinde kızını okuldan çıkışta geç kaldığı için dövdüğünü söylediği öğrenilirken, “küçük yaşta kızı darp etmek” suçundan tutuklanma talebi ile sevk edildiği mahkemece tutuklanarak Araklı Cezaevi’ne gönderildi.
Adliye çıkışında jandarma görevlileri İsmail E.’nin basın mensupları tarafından görüntülenmemesi için yoğun çaba sarfetttiği gözlendi.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Trabzon’un Araklı ilçesi Kayaiçi köyünde bir firmanın güvenlik kamerasına yansıyan küçük kızın dayak yediği görüntülerdeki dayak atan kişinin küçük kızın babası olduğu yapılan soruşturma üzerine ortaya çıktı.
Trabzon'un Araklı ilçesi Kayaiçi köyünde bir HES firmasının güvenlik kamerasına yansıyan dayak olayı ile Trabzon Valiliği soruşturma başlattı. Soruşturma kapsamında yapılan inceleme sonucunda kız öğrenciye dayak atan kişinin babası olduğu belirlenirken, baba jandarma ekipleri tarafından köyünde gözaltına alındı.
Konuyla ilgili açıklama Trabzon Valisi Dr. Recep Kızılcık, olayın 2 ay önce yaşandığını belirterek "Araklı'nın Kayaiçi Köyü'nde yaklaşık 2 ay önce çok yakını tarafından 9 yaşındaki kız çocuğumuz malesef dövülme tabirinin ötesinde hırpalanmış.
Bu olay bize geçtiğimiz Cuma günü bir kaset marifeti ile Araklı Kaymakamlığımıza gönderildi. Hemen bizim talimatımızla gerekli suç duyurusunda bulunularak savcılıkta gerekli işlemleri başlatarak zanlı veya zanlıların yakalanması için gerekli tahkikat başlatıldı.
Ertesi gün zanlı yakalandı. Darp edenin dışardan değil ailenin içinden olduğu tespit edildi. Bunu hem kız çocuğu olması hem çocuk olması hem de bir insanın bu şekilde dövülmesi nedeni ile şiddetle kınıyoruz. Devlet olarak da gerekirse çocuğu koruma altına alınması için gerekli işlemleri de başlattık. Bunun kabul edilebilir hiç bir tarafı yoktur" dedi.
Öte yandan 9 yaşındaki kız çocuğu Zehra Eryiğit'i döven şahsın inşaat işçisi olan ve bir süredir boşta gezen babası İsmail Eryiğit (35) olduğu belirlenirken, baba Eryiğit gözaltına alındı. Şahsın ilk ifadesinde Kayaiçi köyü İlköğretim Okulu 3. sınıf öğrencisi kızını okuldan geç döndüğü için dövdüğünü söylediği öğrenildi.
Kayaiçi köyünde meydana gelen ve bir firmanın güvenlik kamerasına yansıyan olayda, kız çocuğu, okul yolundaki köprüden geçtiği sırada, köprü üzerinde bekleyen babası tarafından tekme tokat dövülüyor. Şahıs, tekme ve tokatlarla aralıksız dövdüğü kızını dört defa havaya kaldırarak yere fırlattığı da görülüyor.
Dayak yiyen küçük kız konuştu
Trabzon’un Araklı ilçesi Kayaiçi köyünde babası tarafından dövülen ve dayak görüntüleri bir HES firmasının güvenlik kamerasına yansıyan 9 yaşındaki Zehra Eryiğit yaşadığı olayı gözyaşları ile anlattı.
Güvenlik kamerası görüntülerinin basına yansımasının ardından olayla ilgili Trabzon Valiliği soruşturma başlatırken, görüntülerdeki şahsın kızı Zehra Eryiğit’i döven baba İsmail Eryiğit olduğu belirlendi. Baba Eryiğit gözaltına alınırken, kızı Zehra Eryiğit ise bugün öğle saatlerinde babaannesi Huri Eryiğit ile Araklı Adliyesi’ne geldi. Basın mensuplarının burada sorularını cevaplandıran ilköğretim okulu öğrencisi Zehra Eryiğit “O gün biraz geç kalmıştım.
Babam da köprüde bekliyordu. Geç geldiğim için beni biraz hırpaladı. Üzgünüm” derken daha sonra ağlamaya başladı. En büyük hayalinin okuyup doktor olmak olduğunu söyleyen minik kızı babaannesi sakinleştirmeye çalıştı.
Öte yandan gözaltına alınan baba İsmail Eryiğit’in nöbetçi savcılıktaki ifadesi sürüyor.
Dayakçı baba tutuklandı
Trabzon’un Araklı ilçesi Kayaiçi köyünde kızının döverken bir HES firmasına ait güvenlik kamerası tarafından görüntülenen ve bu görüntülerin basına yansımasının ardından gözaltına alınan baba İsmail E. bugün çıkartıldığı nöbetçi mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Araklı ilçesinde nöbetçi mahkemeye çıkartılan baba İsmail E., savcılığa verdiği ifadesinde kızını okuldan çıkışta geç kaldığı için dövdüğünü söylediği öğrenilirken, “küçük yaşta kızı darp etmek” suçundan tutuklanma talebi ile sevk edildiği mahkemece tutuklanarak Araklı Cezaevi’ne gönderildi.
Adliye çıkışında jandarma görevlileri İsmail E.’nin basın mensupları tarafından görüntülenmemesi için yoğun çaba sarfetttiği gözlendi.
Son Güncelleme: Pazar, 18 Mart 2012 20:05
Gösterim: 3874
artı eğitim dergisi Genel Yayın Yönetmeni Dergisi Cem Kaçmaz'ın eğitim reform çalışmalarıyla ilgili yazısı.
Kesintili mi olsun, kesintisiz mi?
Yönlendirme kaç yaşında başlasın?
Ortaokullar tekrar açılacak mı?
Din eğitimi verilmeli mi, verilmemeli mi?
SBS kalkacak mı, devam mı edecek?
İktidarın 4+4+4’te amacı ne?
CHP’nin önerdiği 1+8+4 ne anlama geliyor?
MHP’nin formülü ne anlatmak istiyor?
Kürtçe seçmeli ders olursa ne olur?
Rövanş mı, intikam mı?
Ne?
Aklınızda bunun gibi yüzlerce soru var eminim…
Her gün televizyonlarda eğitim tartışılıyor.
Gazetelerde yüzlerce haber yayınlanıyor.
İnternet sitelerinde binlerce haber görüyorsunuz.
Ama hepimizin kafası karışık…
Yukarıda sıraladığım soruların hiçbirine de tatmin edici yanıtlar alabilmiş değiliz…
Herkes kendi meşrebince yorumlar yapıyor, anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyor…
Ama nafile, kimse sonuca ulaşamıyor…
Aslında her şey bizim yoğurt yiyişimizde düğümleniyor.
Almanya’ya bakalım…
PISA’da alınan kötü sonuçları masaya yatıran Almanya eğitim sistemini değiştirme kararı alıyor.
Eski sistemin 2015 yılına kadar tasfiyesine karar veriliyor, yeni sisteme kademeli geçiş planlanıyor.
Madem eğitim uzun vadeli bir iş, o zaman bugün karar verdim, yarın kaldırıyorum olmuyor, olursa bu kararı alanların sonuçlarına da katlanması gerekiyor.
Şöyle bir düşünün…
Çok uzağa gitmenize de gerek yok.
Son 10 yıla bir bakın…
Tek bir iktidar döneminde eğitimde kaç değişiklik yapıldı ve nasıl uygulanmaya koyuldu?
Bugün karar verildi, yarın da başlandı, değil mi?
Tek örnek…
OKS kaldırıldı, 6, 7, 8. sınıfları kapsayan SBS getirildi.
Sonra sadece 8. sınıflara uygulanmasına karar verildi.
İyi mi…
Neden, niye getirildi, niye kaldırılıyor?
Tatmin edici bir açıklamayla karşılaştınız mı?
Sanmam…
Şimdi AK Parti, eğitimde yeni bir model ortaya koymak istiyor.
Yeni anayasa için tüm sivil toplum kuruluşlarından, hukuk fakültelerinden bu konuda katkı beklenirken, eğitimde neden bu yol tercih edilmiyor?
TBMM Başkanı Cemil Çiçek il il gezerek yeni anayasanın önemini anlatıyor, TOBB’la işbirliği yaparak…
Eğitimin anayasa kadar değeri yok mu?
Başbakan Erdoğan, reform hazırlanırken uzmanlardan yararlanıldığını söylüyor.
Neden kimsenin haberi yok, kamuoyunda neden enine boyuna tartışılmadan TBMM’den geçirilmek isteniyor?
Bir ülkede eğitimin anayasadan da önemli bir konu olduğu kavranmamışsa,
bu boş yere uğraşıyoruz anlamına gelmez mi?
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
artı eğitim dergisi Genel Yayın Yönetmeni Dergisi Cem Kaçmaz'ın eğitim reform çalışmalarıyla ilgili yazısı.
Kesintili mi olsun, kesintisiz mi?
Yönlendirme kaç yaşında başlasın?
Ortaokullar tekrar açılacak mı?
Din eğitimi verilmeli mi, verilmemeli mi?
SBS kalkacak mı, devam mı edecek?
İktidarın 4+4+4’te amacı ne?
CHP’nin önerdiği 1+8+4 ne anlama geliyor?
MHP’nin formülü ne anlatmak istiyor?
Kürtçe seçmeli ders olursa ne olur?
Rövanş mı, intikam mı?
Ne?
Aklınızda bunun gibi yüzlerce soru var eminim…
Her gün televizyonlarda eğitim tartışılıyor.
Gazetelerde yüzlerce haber yayınlanıyor.
İnternet sitelerinde binlerce haber görüyorsunuz.
Ama hepimizin kafası karışık…
Yukarıda sıraladığım soruların hiçbirine de tatmin edici yanıtlar alabilmiş değiliz…
Herkes kendi meşrebince yorumlar yapıyor, anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyor…
Ama nafile, kimse sonuca ulaşamıyor…
Aslında her şey bizim yoğurt yiyişimizde düğümleniyor.
Almanya’ya bakalım…
PISA’da alınan kötü sonuçları masaya yatıran Almanya eğitim sistemini değiştirme kararı alıyor.
Eski sistemin 2015 yılına kadar tasfiyesine karar veriliyor, yeni sisteme kademeli geçiş planlanıyor.
Madem eğitim uzun vadeli bir iş, o zaman bugün karar verdim, yarın kaldırıyorum olmuyor, olursa bu kararı alanların sonuçlarına da katlanması gerekiyor.
Şöyle bir düşünün…
Çok uzağa gitmenize de gerek yok.
Son 10 yıla bir bakın…
Tek bir iktidar döneminde eğitimde kaç değişiklik yapıldı ve nasıl uygulanmaya koyuldu?
Bugün karar verildi, yarın da başlandı, değil mi?
Tek örnek…
OKS kaldırıldı, 6, 7, 8. sınıfları kapsayan SBS getirildi.
Sonra sadece 8. sınıflara uygulanmasına karar verildi.
İyi mi…
Neden, niye getirildi, niye kaldırılıyor?
Tatmin edici bir açıklamayla karşılaştınız mı?
Sanmam…
Şimdi AK Parti, eğitimde yeni bir model ortaya koymak istiyor.
Yeni anayasa için tüm sivil toplum kuruluşlarından, hukuk fakültelerinden bu konuda katkı beklenirken, eğitimde neden bu yol tercih edilmiyor?
TBMM Başkanı Cemil Çiçek il il gezerek yeni anayasanın önemini anlatıyor, TOBB’la işbirliği yaparak…
Eğitimin anayasa kadar değeri yok mu?
Başbakan Erdoğan, reform hazırlanırken uzmanlardan yararlanıldığını söylüyor.
Neden kimsenin haberi yok, kamuoyunda neden enine boyuna tartışılmadan TBMM’den geçirilmek isteniyor?
Bir ülkede eğitimin anayasadan da önemli bir konu olduğu kavranmamışsa,
bu boş yere uğraşıyoruz anlamına gelmez mi?
Son Güncelleme: Pazar, 18 Mart 2012 17:45
Gösterim: 4265
Çeşitli ziyaretler için Niğde’ye giden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Aksaray’da bir dinlenme tesisinde durup, partilileriyle bir araya geldi. Gazetecilerin 4+4+4’le ilgili sorularını değerlendiren Kılıçdaroğlu, 4+4+4’ün Türkiye’yi geriye götüreceğini belirtti.
’4+4+
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Çeşitli ziyaretler için Niğde’ye giden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Aksaray’da bir dinlenme tesisinde durup, partilileriyle bir araya geldi. Gazetecilerin 4+4+4’le ilgili sorularını değerlendiren Kılıçdaroğlu, 4+4+4’ün Türkiye’yi geriye götüreceğini belirtti.
’4+4+
Son Güncelleme: Pazar, 18 Mart 2012 16:41
Gösterim: 2004
Star Gazetesi Yazarı Eser Karakaş, bugünkü yazısını eğitime ayırdı.
4+4+4 tartışmasının kendisi zaten çok önemli bir tartışma.
Meselenin eğitimde etkinlik boyutu var, eğitimde demokrasi boyutu var.
Bu meseleleri tartıştık, muhtemelen önümüzdeki günlerde daha da tartışacağız.
Bendeniz her türlü mesleki karar almanın çok ilerilere taşınmasını, yani kesintisiz eğitimi (eğitimde etkinlik) ama ailelerin her yaşta çocuklarına diledikleri formatta, tercihen de devlet tekeli dışında, din eğitimi verebilmelerini (eğitimde demokrasi) savunanlardanım.
Ancak, yasa tasarısının toplumda, TBMM’de, ekranlarda hararetli tartışılması beraberinde başka sorunların da, bir kısmı çok saçma, ortaya çıkmasına neden oluyor.
Bu saçma sorunların en başında da geleneksel katı, demokrasi alerjili cumhuriyetçilerin toplumsal alanın en önemli konularını demokrasi dışına taşıma merakı geliyor.
Geçenlerde bir kanalda İstanbul Üniversitesi’nin Kemal Alemdaroğlu dönemi rektör yardımcısı sayın Prof. Dr. Nur Serter’i izledim.
Nur Serter’in bildiğimiz diğer görüşlerine değinmeyeceğim ama bu kez ekrana çıktığında söylediği en ilginç (!) ifade, eğitimin eğitimcilere bırakılması, siyasetçilerin bu alana karışmaması gerektiğine ilişkin ifadeleri idi.
16 Mart’ta da CNNTürk’te başka bir eğitim programının bir bölümünü izledim, bu programda da bir eğitim sendikacısı hanım Nur Serter ile yaklaşık aynı şeyleri söyledi, siyasetçinin eğitim meselelerine karışmamasını önerdi.
Bu sendikacı hanım bir adım daha ileri gitti ve çok da ilginç (!) bir benzetme yaparak “Beyninizde bir ur varsa bunu nasıl bir beyin cerrahına aldırıyor, bir ortopediste gitmiyor iseniz, eğitim meselelerinde de siyasetçiyi devreye hiç sokmamak lazım” dedi.
Eğitim meselelerinin eğitim şuralarında ya da Talim ve Terbiye Kurulu’nda uzmanlarca karara bağlanması, siyasetçinin de bu kararlara uyması gerektiğini ifade eden hanım, sözlerinin sonunda, biraz da alaycı bir ifade ile birilerinin Talim ve Terbiye Kurulu’ndan niçin hoşlanmadığını da gayet iyi bildiğini belirtti.
Evrendeki eğitime ilişkin tüm sorunları çözmüş bir havada konuşan, eğitim şuralarında alınan kararların bağlayıcı olmasını savunan bu hanım, anladığım kadarıyla, şura kelimesinin etimolojisi üzerine hiç kafa yormamış.
Malum, şura kelimesi istişare etmekten, yani danışmaktan gelen bir kelime; bu tür şuralar siyasetçiye, yani nihai karar alıcıya danışmanlık yapmak için toplanan meclisler, siyasetçiye öneriler üretiyorlar, siyasetçi kararını kendi veriyor, şuraların bağlayıcı karar almaları demokrasilerde imkansız, demokrasinin özüne aykırı.
Anti-demokrasi cephesinde bu tuhaf görüş sadece eğitimle de sınırlı değil.
Bu anti-demokrasi cephesi siyasetin ulusal savunmaya da, dış politikaya da, hatta illerin yönetimine karışmasına da çok karşıdır.
Ulusal savunma politikalarını uzmanlar, yani askerler belirlemelidirler, dış politika kararlarını da yine uzmanlar yani hariciye diplomasisi almalıdır; merkezi yönetimin ürettiği kamu hizmetlerinin illerdeki acentaları, dağıtıcısı, koordinatörü olan valilere de ‘devletin valisi’ gibi tuhaf, saçma, anlamsız bir isim takabilmişlerdir.
Seçilmiş siyasetçiler ise yol, su, elektrik, köprü, baraj üretmekten başka bir işe karışmamalıdırlar.
1950’de DP iktidara geldiğinde oluşan bu anti-demokrasi görüşünün 2012’de, eğitim yasa tasarısı vesilesiyle hortlamasına bizim ülkemizde şaşmamak gerekir, toprak münbittir, cahilimiz ve vesayetçimiz çoktur.
twitter.com/KarakasEser
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Star Gazetesi Yazarı Eser Karakaş, bugünkü yazısını eğitime ayırdı.
4+4+4 tartışmasının kendisi zaten çok önemli bir tartışma.
Meselenin eğitimde etkinlik boyutu var, eğitimde demokrasi boyutu var.
Bu meseleleri tartıştık, muhtemelen önümüzdeki günlerde daha da tartışacağız.
Bendeniz her türlü mesleki karar almanın çok ilerilere taşınmasını, yani kesintisiz eğitimi (eğitimde etkinlik) ama ailelerin her yaşta çocuklarına diledikleri formatta, tercihen de devlet tekeli dışında, din eğitimi verebilmelerini (eğitimde demokrasi) savunanlardanım.
Ancak, yasa tasarısının toplumda, TBMM’de, ekranlarda hararetli tartışılması beraberinde başka sorunların da, bir kısmı çok saçma, ortaya çıkmasına neden oluyor.
Bu saçma sorunların en başında da geleneksel katı, demokrasi alerjili cumhuriyetçilerin toplumsal alanın en önemli konularını demokrasi dışına taşıma merakı geliyor.
Geçenlerde bir kanalda İstanbul Üniversitesi’nin Kemal Alemdaroğlu dönemi rektör yardımcısı sayın Prof. Dr. Nur Serter’i izledim.
Nur Serter’in bildiğimiz diğer görüşlerine değinmeyeceğim ama bu kez ekrana çıktığında söylediği en ilginç (!) ifade, eğitimin eğitimcilere bırakılması, siyasetçilerin bu alana karışmaması gerektiğine ilişkin ifadeleri idi.
16 Mart’ta da CNNTürk’te başka bir eğitim programının bir bölümünü izledim, bu programda da bir eğitim sendikacısı hanım Nur Serter ile yaklaşık aynı şeyleri söyledi, siyasetçinin eğitim meselelerine karışmamasını önerdi.
Bu sendikacı hanım bir adım daha ileri gitti ve çok da ilginç (!) bir benzetme yaparak “Beyninizde bir ur varsa bunu nasıl bir beyin cerrahına aldırıyor, bir ortopediste gitmiyor iseniz, eğitim meselelerinde de siyasetçiyi devreye hiç sokmamak lazım” dedi.
Eğitim meselelerinin eğitim şuralarında ya da Talim ve Terbiye Kurulu’nda uzmanlarca karara bağlanması, siyasetçinin de bu kararlara uyması gerektiğini ifade eden hanım, sözlerinin sonunda, biraz da alaycı bir ifade ile birilerinin Talim ve Terbiye Kurulu’ndan niçin hoşlanmadığını da gayet iyi bildiğini belirtti.
Evrendeki eğitime ilişkin tüm sorunları çözmüş bir havada konuşan, eğitim şuralarında alınan kararların bağlayıcı olmasını savunan bu hanım, anladığım kadarıyla, şura kelimesinin etimolojisi üzerine hiç kafa yormamış.
Malum, şura kelimesi istişare etmekten, yani danışmaktan gelen bir kelime; bu tür şuralar siyasetçiye, yani nihai karar alıcıya danışmanlık yapmak için toplanan meclisler, siyasetçiye öneriler üretiyorlar, siyasetçi kararını kendi veriyor, şuraların bağlayıcı karar almaları demokrasilerde imkansız, demokrasinin özüne aykırı.
Anti-demokrasi cephesinde bu tuhaf görüş sadece eğitimle de sınırlı değil.
Bu anti-demokrasi cephesi siyasetin ulusal savunmaya da, dış politikaya da, hatta illerin yönetimine karışmasına da çok karşıdır.
Ulusal savunma politikalarını uzmanlar, yani askerler belirlemelidirler, dış politika kararlarını da yine uzmanlar yani hariciye diplomasisi almalıdır; merkezi yönetimin ürettiği kamu hizmetlerinin illerdeki acentaları, dağıtıcısı, koordinatörü olan valilere de ‘devletin valisi’ gibi tuhaf, saçma, anlamsız bir isim takabilmişlerdir.
Seçilmiş siyasetçiler ise yol, su, elektrik, köprü, baraj üretmekten başka bir işe karışmamalıdırlar.
1950’de DP iktidara geldiğinde oluşan bu anti-demokrasi görüşünün 2012’de, eğitim yasa tasarısı vesilesiyle hortlamasına bizim ülkemizde şaşmamak gerekir, toprak münbittir, cahilimiz ve vesayetçimiz çoktur.
twitter.com/KarakasEser
Son Güncelleme: Pazar, 18 Mart 2012 17:24
Gösterim: 1995
Türkiye İstatistik Kurumu araştırmasına göre, Türkiye'de yoksulluk oranında son yıllarda düşüş eğilimi yaşanıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu'na (TÜİK) göre, satın alma gücü paritesiyle kişi başına günlük 2.15 dolar ve 4.3 dolarlık harcama sınırları baz alınarak ölçülen yoksulların oranı 2010'da da düşüşünü sürdürdü. Bu parametrelere göre dar anlamda yoksulların oranında 2002-2010 döneminde çok hızlı bir düşüş yaşandı. TÜİK'in açıkladığı oranların nüfus büyüklüğüne denk gelene ifadesine göre ise, Türkiye'de 2010 yılında 155 bine yakını 2,13 TL olmak üzere 2 milyon 853 bin kişi günlük harcaması 4.26 TL'nin altında bir gelirle geçiniyor.
TÜİK'in 2010 Yoksulluk Çalışması sonuçları açıklandı. Araştırmada, yoksulluk sınırı olarak, satın alma gücü paritesine (SGP) göre kişi başı 2.15 dolar ve 4.3 dolar olmak üzere iki düzey baz alınarak buna göre bireylerin oranları veriliyor. Baz alınan her iki eşiğe göre de yoksulluk oranlarının düştüğü görülüyor. Buna göre kişi başı günlük harcaması, SGP'ye göre 2.15 doların altında kalan bireylerin 2009 yılında yüzde 0.22 olan oranı, 2010 yılında yüzde 0.21'e; günlük kişi başı harcaması 4.3 doların altında olanların oranı da yüzde 4.35'ten yüzde 3.66'ya inerek düşmeye devam etti.
SGP'ye göre kişi başına günlük geliri 2.15 doların altında olanların oranı kentlerde yüzde 0.04'le değişmezken, kırsal kesimde yüzde 0.63'ten yüzde 0.57'ye geriledi https://indigenerics.com. Ancak kırsal yerlerde yaşayanların yoksulluk riskinin, kentlerde yaşayanlardan daha yüksek olmaya devam etti. SGP'ye göre günlük 4.3 dolar sınırı esas alındığında da kırsal kesimde yaşayanlarda 2009 yılında yüzde 11.92 olan yoksulluk oranı 2010'da yüzde 9.61'e düşerken, kentsel yerlerde bu oran yüzde 0.96'dan yüzde 0.97'ye yükseldi.
2002-2010 döneminde hızlı düşüş
TÜİK'in açıkladığı veriler, 2002-2010 döneminde yoksulların oranında hızlı bir düşüş yaşandığını gösteriyor. Araştırmaya göre 2002'de kişi başı günlük harcaması 2.15 doların altında kalanlar yüzde 3.04; günlük harcaması 4.3 doların altında olanlar ise yüzde 30.3 düzeyinde bulunuyordu. 9 yılın ardından günlük 2.15 doların altında kalan bireylerin oranı yüzde 0.21'le marjinal bir düzeye inerken, günlük 4.3 doların altında gelirle yaşayanların oranı da rekor bir düşüşle 3.66'ya inmiş oldu. Düşüşte en önemli faktörlerden biri, 2007 yılında Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi'ne geçilmesiyle nüfusun önceki yıl sayımlarına göre önemli ölçüde azalması oldu. 2007 yılında günlük kişi başı 2.15 doların altı gelirle yaşayanların oranı yaklaşık yarıya yakın gerilemeyle 1.41'den 0.52'ye düştü. 2006 yılında yüzde 13.3 olarak belirlenen 4.3 doların altında gelire sahip olanların oranı da yaklaşık 5 puanlık azalmayla 8.4'e geriledi.
Ölçüm daraltıldı
TÜİK'in 2010 yılı için açıkladığı yoksulluğa ilişkin veriler sadece günlük 2.15 ve 4.3 dolar sınırının altı harcama oranlarıyla sınırlı kaldı. Oysa 2003-2009 arası dönemde açıklanan araştırma sonuçlarında, yoksulluk sınırı yöntemlerine göre yoksul kişi sayısının yanı sıra, hane halkı büyüklüğüne göre aylık ortalama açlık ve yoksulluk sınırları, oranları, türleri ile birlikte hane halkı bireylerinin ekonomik faaliyet, işteki durumu ve çalıştığı sektörlere göre yoksulluk oranları da yer alıyordu. Ayrıntılı tablolarda ayrıca, hane halkı bireylerinin cinsiyetine ve eğitim durumuna göre yoksulluk oranlarına ilişkin veriler de değerlendiriliyordu.
(dünya)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Türkiye İstatistik Kurumu araştırmasına göre, Türkiye'de yoksulluk oranında son yıllarda düşüş eğilimi yaşanıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu'na (TÜİK) göre, satın alma gücü paritesiyle kişi başına günlük 2.15 dolar ve 4.3 dolarlık harcama sınırları baz alınarak ölçülen yoksulların oranı 2010'da da düşüşünü sürdürdü. Bu parametrelere göre dar anlamda yoksulların oranında 2002-2010 döneminde çok hızlı bir düşüş yaşandı. TÜİK'in açıkladığı oranların nüfus büyüklüğüne denk gelene ifadesine göre ise, Türkiye'de 2010 yılında 155 bine yakını 2,13 TL olmak üzere 2 milyon 853 bin kişi günlük harcaması 4.26 TL'nin altında bir gelirle geçiniyor.
TÜİK'in 2010 Yoksulluk Çalışması sonuçları açıklandı. Araştırmada, yoksulluk sınırı olarak, satın alma gücü paritesine (SGP) göre kişi başı 2.15 dolar ve 4.3 dolar olmak üzere iki düzey baz alınarak buna göre bireylerin oranları veriliyor. Baz alınan her iki eşiğe göre de yoksulluk oranlarının düştüğü görülüyor. Buna göre kişi başı günlük harcaması, SGP'ye göre 2.15 doların altında kalan bireylerin 2009 yılında yüzde 0.22 olan oranı, 2010 yılında yüzde 0.21'e; günlük kişi başı harcaması 4.3 doların altında olanların oranı da yüzde 4.35'ten yüzde 3.66'ya inerek düşmeye devam etti.
SGP'ye göre kişi başına günlük geliri 2.15 doların altında olanların oranı kentlerde yüzde 0.04'le değişmezken, kırsal kesimde yüzde 0.63'ten yüzde 0.57'ye geriledi https://indigenerics.com. Ancak kırsal yerlerde yaşayanların yoksulluk riskinin, kentlerde yaşayanlardan daha yüksek olmaya devam etti. SGP'ye göre günlük 4.3 dolar sınırı esas alındığında da kırsal kesimde yaşayanlarda 2009 yılında yüzde 11.92 olan yoksulluk oranı 2010'da yüzde 9.61'e düşerken, kentsel yerlerde bu oran yüzde 0.96'dan yüzde 0.97'ye yükseldi.
2002-2010 döneminde hızlı düşüş
TÜİK'in açıkladığı veriler, 2002-2010 döneminde yoksulların oranında hızlı bir düşüş yaşandığını gösteriyor. Araştırmaya göre 2002'de kişi başı günlük harcaması 2.15 doların altında kalanlar yüzde 3.04; günlük harcaması 4.3 doların altında olanlar ise yüzde 30.3 düzeyinde bulunuyordu. 9 yılın ardından günlük 2.15 doların altında kalan bireylerin oranı yüzde 0.21'le marjinal bir düzeye inerken, günlük 4.3 doların altında gelirle yaşayanların oranı da rekor bir düşüşle 3.66'ya inmiş oldu. Düşüşte en önemli faktörlerden biri, 2007 yılında Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi'ne geçilmesiyle nüfusun önceki yıl sayımlarına göre önemli ölçüde azalması oldu. 2007 yılında günlük kişi başı 2.15 doların altı gelirle yaşayanların oranı yaklaşık yarıya yakın gerilemeyle 1.41'den 0.52'ye düştü. 2006 yılında yüzde 13.3 olarak belirlenen 4.3 doların altında gelire sahip olanların oranı da yaklaşık 5 puanlık azalmayla 8.4'e geriledi.
Ölçüm daraltıldı
TÜİK'in 2010 yılı için açıkladığı yoksulluğa ilişkin veriler sadece günlük 2.15 ve 4.3 dolar sınırının altı harcama oranlarıyla sınırlı kaldı. Oysa 2003-2009 arası dönemde açıklanan araştırma sonuçlarında, yoksulluk sınırı yöntemlerine göre yoksul kişi sayısının yanı sıra, hane halkı büyüklüğüne göre aylık ortalama açlık ve yoksulluk sınırları, oranları, türleri ile birlikte hane halkı bireylerinin ekonomik faaliyet, işteki durumu ve çalıştığı sektörlere göre yoksulluk oranları da yer alıyordu. Ayrıntılı tablolarda ayrıca, hane halkı bireylerinin cinsiyetine ve eğitim durumuna göre yoksulluk oranlarına ilişkin veriler de değerlendiriliyordu.
(dünya)
Son Güncelleme: Pazar, 18 Mart 2012 15:56
Gösterim: 2905

