Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Okan Gürbüz – Forte Kültür Akademi Kurucusu

okan_gurbuz_forteDershanelerin kapanması ve özel okullara dönüşüm süreciyle birlikte eğitim sistemimizde zayıf kaldığımız konular daha çok gün yüzüne çıkmaya başladı. Okullarımızın fiziki yapıları, müfredat yetersizliği ve sınav sistemi derken iş TEOG efsanesinin kaldırılmasına kadar geldi. Tabi bu devrim niteliğindeki gelişmeler yıllarca akademik başarı oranı ve özellikle öğrencilerini lise veya üniversitelere yerleştirme oranları ile övünen pek çok özel eğitim kurumunu kara kara düşündürmeye başladı. Dershanelerden özel okula dönüşen temel liselere verilen sürenin de sonuna gelinmesi, durumu iyiden iyiye zorlaştırdı.

Aslında bu belirttiğim adımların hepsini oldukça önemli buluyorum. Zira bu adımlarla öğrenciler için gerçekten okul kavramına yakışan yapılara ve daha donanımlı eğitim modellerine dönüşüm olacağını düşünüyorum, ki bunun somut örneklerini görüyoruz. Özellikle kampüs okul yapısına geçiş ile birlikte özel eğitim kurumlarının öğrencilerine okul öncesi dönemden itibaren sunması gereken nitelikli ve nicelikli eğitim anlayışının zorunlu hale geleceğini umuyorum. Sadece akademik başarı ve eğitim modellerinin değil; öğrencilerin sosyal, fiziksel, kültürel, sportif ve sanatsal kazanımlarına yönelik eğitim programlarının da hayata geçeceğini düşünüyorum. Aslında bu konu özellikle özel eğitim kurumlarının yarışta fark yaratabilmeleri ve geri kalmamaları için zorunlu bir konudur. Köklü özel eğitim kurumlarının yanı sıra son 3 yılda pek çok yeni özel okul açıldığını gözlemliyoruz. Bu okulların hemen hemen hepsinde aynı konular gündemde… STEM, robotik, kodlama bugün pek çok özel eğitim kurumunun tanıtım broşürlerinde ilk sıraları alıyor. Dünya standartlarını yakalamak için son derece değerli olan ve hatta eğitim programlarımıza almakta oldukça geç kaldığımız bu önemli eğitim modellerinin yanında kültür sanat ve sportif eğitimlerde de önemli adımlar atmamız gerektiğine inanıyorum.

Özel eğitim alanında yeni kurumların açılması standartları yükseltecek olsa da özellikle bizim branşımız olan kültür sanat alanında daha ne kadar yol almamız gerektiğini gözler önüne sermektedir. Okullarımızda kültür sanat eğitimleri için gerekli fiziki alan ve materyallerden bu alanlarda eğitim verecek donanımlı öğretmen ihtiyacına kadar pek çok konuda ciddi adımlar atılması gerektiğini görüyoruz. Öğrencilerin sosyal yaşam ve eleştiri yeteneğinin olgunlaşması, geleneksel sanat becerileri ile kültürel miras kavramlarının oluşması, kendini ifade etme ve yaratıcılık olgularının ortaya çıkması, özgüven ve çoğumuzun göz ardı ettiği özsaygı özelliklerinin kazanılması, çevreye duyarlılık, sanatsal yaklaşım kavramlarının kazanımı gibi pek çok konuda önemli olan kültür sanat eğitimlerinin yeterli çerçevede verilmesi ve bunun okul öncesi dönemden itibaren standartlara oturtulması son derece önemlidir. Bu belirtmiş olduğum konularda ciddi adımlar atan özel eğitim kurumları olduğunu görmek alanımız adına oldukça önemli bir gelişmedir. Artık Dünyayı izleyen, takip eden ve anlamaya çalışan bir veli profili oluşmaya başladığını görüyoruz. Özel okulların sayısındaki artış ile eğitimin ticari bir boyut kazandığını ve buna bağlı olarak hizmet alan ile hizmeti sunan taraf arasında da karşılıklı olarak kaliteli hizmet alma ya da kaliteli hizmet sunabilme kaygısı olduğunu gözlemliyoruz. Bu durum başta da belirttiğim gibi eğitim standartlarında yeniliklere ve herkesin yaptığını yapmamak ya da sunmamak şeklinde bir kaygıyı da beraberinde getirmektedir. Eğitim kurumları artık bizim 20 sene evvel yaptığımız 23 Nisan kutlamalarını adeta bir festival havasında yapma gayreti içerisindeler. Bu önemli günleri ya da yıl sonu kapanış etkinliklerini pahalı prodüksiyonlar şeklinde profesyonel salonlarda yapıyorlar. Bu gelinen nokta kültür ve sanat adına son derece önemlidir. Okul öncesi dönem müzik eğitimlerinde Suziki, Orff, Kodaly. Carabo-Cone ve Dalcroze gibi metodları kullanan eğitim kurumlarımız bulunmaktadır. Ayrıca son yıllarda oldukça popüler olan yaratıcı drama eğitimlerini de eğitim programlarına dahil eden kurumlar olduğunu gözlemliyoruz.

Bu önemli adımlar kültür ve sanat alanında ne denli yol aldığımızın bir göstergesi diye düşünmekle birlikte halen almamız gereken oldukça yol olduğunu da düşünüyorum. Öğrenciler üzerinde bu kadar çok olumlu etkisi olan kültür sanat faaliyetlerinin veya derslerinin akademik müfredat içerisinde tamamlayıcı mı yoksa ayrı bir unsur olarak mı işlenmesi gerektiğini halen netleştirebilmiş değiliz. Bu alandaki derslerin ders saatlerinin yetersiz olması, kültür sanat alanında daha donanımlı eğitimler almamızın önündeki en büyük engellerden birisidir… Müfredat içerisindeki ders saati yetersizliği nedeniyle öğrencilerimizin bu alandaki derslere olan bakış açıları da ne yazık ki fizik ya da matematik derslerine verilen önem kadar kuvvetli olmuyor. Dolayısıyla bu alandaki öğretmenlerimize de bakış açısı aynı oranda zayıf kalabiliyor. Halbuki kültür sanat alanında eğitim almış öğretmenlerimizin matematik ya da biyoloji öğretmenlerimizden hiçbir farkı olduğunu düşünmüyorum. Hatta el becerisi, enstrüman becerisi ve yaratıcılık yönünden bir adım önde olduklarını bile söyleyebilirim. Bunun yanı sıra örnek işler ortaya koyan eğitim kurumları olmasına rağmen özellikle kültür ve sanat alanında “proje” kavramından uzak olan özel eğitim kurumlarımızın da olduğunu görüyoruz. Sahne performansı gerektiren kültür sanat etkinliklerinde basmakalıp şekilde her yıl aynı standartta yapılan işler yerine, ulusal ve uluslararası alanda ses getirecek örnek işler yapılabileceğine inanıyorum. Elbette bunlar ancak kültür ve sanat kavramlarının gerçek anlamda değerine ve gücüne inanan eğitim kurumları tarafından hayata geçirilebilecektir. Kaldı ki doğru planlanmış ve özellikle veli-öğrenci profili dikkate alınarak ortaya konmuş bir kültür sanat projesi kuruma olan aidiyet duygusundan, kurum öğrencilerinin eğitim yaşamları sırasında atacakları adımlara kadar pek çok konuda önemli rol oynayacaktır. Bu projeler aynı zamanda kurum çalışanlarının, velilerinin ve öğrencilerinin ortak sinerji yaratarak ortaya koyabileceği önemli paylaşımlar olacaktır. Kültür sanat alanındaki derslerin ders saati yetersizliği nedeniyle pek çok kurum yaz ve kış okulları kapsamında özel kurslarla ya da ücretsiz kulüp faaliyetleri ile bu açığı kapatmaya gayret etmektedirler. Bu noktada da doğru planlama, operasyon yönetimi ve uzman eğitmen kadrosunun bu eğitimleri vermesi ya da takip etmesi son derece önemlidir.

Forte Kültür Sanat Akademi olarak özel eğitim kurumlarının kültür sanat programlarının doğru şekilde oluşturulması, bu alanda örnek projelerin hayata geçirilmesi ve kurumların kaliteli akademik eğitim anlayışlarının yanı sıra kaliteli kültür ve sanat eğitim modellerine de sahip olması için çalışıyoruz. Yurt içi ve yurt dışı bağlantılarımız ile öğrencilerimizin yerel değerlere sahip bir şekilde evrensel değerleri görmesini ve özellikle yurt dışındaki kültür sanat projelerine katılım sağlamalarına da yardımcı oluyoruz.

> Herkesin yaptığını yapmamak

Okan Gürbüz – Forte Kültür Akademi Kurucusu

okan_gurbuz_forteDershanelerin kapanması ve özel okullara dönüşüm süreciyle birlikte eğitim sistemimizde zayıf kaldığımız konular daha çok gün yüzüne çıkmaya başladı. Okullarımızın fiziki yapıları, müfredat yetersizliği ve sınav sistemi derken iş TEOG efsanesinin kaldırılmasına kadar geldi. Tabi bu devrim niteliğindeki gelişmeler yıllarca akademik başarı oranı ve özellikle öğrencilerini lise veya üniversitelere yerleştirme oranları ile övünen pek çok özel eğitim kurumunu kara kara düşündürmeye başladı. Dershanelerden özel okula dönüşen temel liselere verilen sürenin de sonuna gelinmesi, durumu iyiden iyiye zorlaştırdı.

Aslında bu belirttiğim adımların hepsini oldukça önemli buluyorum. Zira bu adımlarla öğrenciler için gerçekten okul kavramına yakışan yapılara ve daha donanımlı eğitim modellerine dönüşüm olacağını düşünüyorum, ki bunun somut örneklerini görüyoruz. Özellikle kampüs okul yapısına geçiş ile birlikte özel eğitim kurumlarının öğrencilerine okul öncesi dönemden itibaren sunması gereken nitelikli ve nicelikli eğitim anlayışının zorunlu hale geleceğini umuyorum. Sadece akademik başarı ve eğitim modellerinin değil; öğrencilerin sosyal, fiziksel, kültürel, sportif ve sanatsal kazanımlarına yönelik eğitim programlarının da hayata geçeceğini düşünüyorum. Aslında bu konu özellikle özel eğitim kurumlarının yarışta fark yaratabilmeleri ve geri kalmamaları için zorunlu bir konudur. Köklü özel eğitim kurumlarının yanı sıra son 3 yılda pek çok yeni özel okul açıldığını gözlemliyoruz. Bu okulların hemen hemen hepsinde aynı konular gündemde… STEM, robotik, kodlama bugün pek çok özel eğitim kurumunun tanıtım broşürlerinde ilk sıraları alıyor. Dünya standartlarını yakalamak için son derece değerli olan ve hatta eğitim programlarımıza almakta oldukça geç kaldığımız bu önemli eğitim modellerinin yanında kültür sanat ve sportif eğitimlerde de önemli adımlar atmamız gerektiğine inanıyorum.

Özel eğitim alanında yeni kurumların açılması standartları yükseltecek olsa da özellikle bizim branşımız olan kültür sanat alanında daha ne kadar yol almamız gerektiğini gözler önüne sermektedir. Okullarımızda kültür sanat eğitimleri için gerekli fiziki alan ve materyallerden bu alanlarda eğitim verecek donanımlı öğretmen ihtiyacına kadar pek çok konuda ciddi adımlar atılması gerektiğini görüyoruz. Öğrencilerin sosyal yaşam ve eleştiri yeteneğinin olgunlaşması, geleneksel sanat becerileri ile kültürel miras kavramlarının oluşması, kendini ifade etme ve yaratıcılık olgularının ortaya çıkması, özgüven ve çoğumuzun göz ardı ettiği özsaygı özelliklerinin kazanılması, çevreye duyarlılık, sanatsal yaklaşım kavramlarının kazanımı gibi pek çok konuda önemli olan kültür sanat eğitimlerinin yeterli çerçevede verilmesi ve bunun okul öncesi dönemden itibaren standartlara oturtulması son derece önemlidir. Bu belirtmiş olduğum konularda ciddi adımlar atan özel eğitim kurumları olduğunu görmek alanımız adına oldukça önemli bir gelişmedir. Artık Dünyayı izleyen, takip eden ve anlamaya çalışan bir veli profili oluşmaya başladığını görüyoruz. Özel okulların sayısındaki artış ile eğitimin ticari bir boyut kazandığını ve buna bağlı olarak hizmet alan ile hizmeti sunan taraf arasında da karşılıklı olarak kaliteli hizmet alma ya da kaliteli hizmet sunabilme kaygısı olduğunu gözlemliyoruz. Bu durum başta da belirttiğim gibi eğitim standartlarında yeniliklere ve herkesin yaptığını yapmamak ya da sunmamak şeklinde bir kaygıyı da beraberinde getirmektedir. Eğitim kurumları artık bizim 20 sene evvel yaptığımız 23 Nisan kutlamalarını adeta bir festival havasında yapma gayreti içerisindeler. Bu önemli günleri ya da yıl sonu kapanış etkinliklerini pahalı prodüksiyonlar şeklinde profesyonel salonlarda yapıyorlar. Bu gelinen nokta kültür ve sanat adına son derece önemlidir. Okul öncesi dönem müzik eğitimlerinde Suziki, Orff, Kodaly. Carabo-Cone ve Dalcroze gibi metodları kullanan eğitim kurumlarımız bulunmaktadır. Ayrıca son yıllarda oldukça popüler olan yaratıcı drama eğitimlerini de eğitim programlarına dahil eden kurumlar olduğunu gözlemliyoruz.

Bu önemli adımlar kültür ve sanat alanında ne denli yol aldığımızın bir göstergesi diye düşünmekle birlikte halen almamız gereken oldukça yol olduğunu da düşünüyorum. Öğrenciler üzerinde bu kadar çok olumlu etkisi olan kültür sanat faaliyetlerinin veya derslerinin akademik müfredat içerisinde tamamlayıcı mı yoksa ayrı bir unsur olarak mı işlenmesi gerektiğini halen netleştirebilmiş değiliz. Bu alandaki derslerin ders saatlerinin yetersiz olması, kültür sanat alanında daha donanımlı eğitimler almamızın önündeki en büyük engellerden birisidir… Müfredat içerisindeki ders saati yetersizliği nedeniyle öğrencilerimizin bu alandaki derslere olan bakış açıları da ne yazık ki fizik ya da matematik derslerine verilen önem kadar kuvvetli olmuyor. Dolayısıyla bu alandaki öğretmenlerimize de bakış açısı aynı oranda zayıf kalabiliyor. Halbuki kültür sanat alanında eğitim almış öğretmenlerimizin matematik ya da biyoloji öğretmenlerimizden hiçbir farkı olduğunu düşünmüyorum. Hatta el becerisi, enstrüman becerisi ve yaratıcılık yönünden bir adım önde olduklarını bile söyleyebilirim. Bunun yanı sıra örnek işler ortaya koyan eğitim kurumları olmasına rağmen özellikle kültür ve sanat alanında “proje” kavramından uzak olan özel eğitim kurumlarımızın da olduğunu görüyoruz. Sahne performansı gerektiren kültür sanat etkinliklerinde basmakalıp şekilde her yıl aynı standartta yapılan işler yerine, ulusal ve uluslararası alanda ses getirecek örnek işler yapılabileceğine inanıyorum. Elbette bunlar ancak kültür ve sanat kavramlarının gerçek anlamda değerine ve gücüne inanan eğitim kurumları tarafından hayata geçirilebilecektir. Kaldı ki doğru planlanmış ve özellikle veli-öğrenci profili dikkate alınarak ortaya konmuş bir kültür sanat projesi kuruma olan aidiyet duygusundan, kurum öğrencilerinin eğitim yaşamları sırasında atacakları adımlara kadar pek çok konuda önemli rol oynayacaktır. Bu projeler aynı zamanda kurum çalışanlarının, velilerinin ve öğrencilerinin ortak sinerji yaratarak ortaya koyabileceği önemli paylaşımlar olacaktır. Kültür sanat alanındaki derslerin ders saati yetersizliği nedeniyle pek çok kurum yaz ve kış okulları kapsamında özel kurslarla ya da ücretsiz kulüp faaliyetleri ile bu açığı kapatmaya gayret etmektedirler. Bu noktada da doğru planlama, operasyon yönetimi ve uzman eğitmen kadrosunun bu eğitimleri vermesi ya da takip etmesi son derece önemlidir.

Forte Kültür Sanat Akademi olarak özel eğitim kurumlarının kültür sanat programlarının doğru şekilde oluşturulması, bu alanda örnek projelerin hayata geçirilmesi ve kurumların kaliteli akademik eğitim anlayışlarının yanı sıra kaliteli kültür ve sanat eğitim modellerine de sahip olması için çalışıyoruz. Yurt içi ve yurt dışı bağlantılarımız ile öğrencilerimizin yerel değerlere sahip bir şekilde evrensel değerleri görmesini ve özellikle yurt dışındaki kültür sanat projelerine katılım sağlamalarına da yardımcı oluyoruz.

Son Güncelleme: Salı, 13 Mart 2018 16:41

Gösterim: 13393

Ahmet AKÇA - ÖZDER BAŞKANI

ahmet_akcaGünümüz dünyası, çok hızlı bir değişim ve dönüşümün olduğu; bilginin üretilmesi, kullanılması ve aktarılmasına yönelik her alanda değişmelerin yaşandığı bir dönem içerisindedir. Bu dönemin özelliği, sosyal hayatımızdaki genel değişmelere temel olan eğitim alanında da birçok değişmeleri zorunlu hale getirmesidir. Çünkü bilgi toplumuna ulaşma sürecindeki bilgi tabanlı değişim hareketleri, bireylerin eğitimden beklentilerini de değiştirmiştir. Bu bağlamda, eğitime yeni bir tanım getirilmiş ve eğitim, “kişide kendi öğrenme profili hakkında farkındalık yaratılması yoluyla, daha üst zihinsel yeteneklerini ortaya çıkarıp geliştirmesi ve bu arada da değişen çevresel koşullara uyum gösterebileceği bilgi, beceri ve davranışları sürekli olarak güncelleyebilmesi için uygun öğrenme ortamlarının oluşturulma süreci” olarak görülmeye başlanmıştır.

Bulunduğumuz çağda ve dünyadaki bu değişimler karşısında ülkemiz 2023, 2053 ve 2071 vizyonunu ortaya koymuş, yönetim anlayışımız başta olmak üzere birçok alanda yeniden bir yapılanmaya girilmiş; eğitim alanında da zaman zaman değişikliğe gidilmiştir.

Bu değişikliklere rağmen; özellikle günümüzde eğitime dair kaygıların gittikçe arttığı bilinen bir gerçektir. PISA, TIMSS ve PIRLS gibi faydalanılabilecek araştırmalarla bizim gibi yüzlerce yıllık geleneği olan ülkelerin bile kendisine yeniden çekidüzen verdiği bir dönemde ülkemiz de gelecekte var olma adına daha büyük düşünmek zorundadır. Çünkü küresel güçlerin terör ve finans tehdidi altındaki bir Türkiye’nin durumu gerçekten zordur. Bizim işin felsefesinden başlayarak insan ve medeniyet tasavvurumuzu tüm kuramsal ve kurumsal alt yapısıyla ortaya koyma zamanımız gelmiştir ve geçmektedir.

İnsanın kalbinin terbiyesiyle başlayan aklın terbiyesiyle devam eden ve insanlığın yararına bilimi esas alan anlayışla birlikte vicdanla bütünleştirilmiş, maneviyatını ve millî değerlerini bilen "Hayata Dokunma" (Okul Öncesi Eğitim) dönemi,"Hayatı Okuma" (İlkokul) dönemi, "Hayatı Anlama" (Ortaokul) dönemi ve "Hayatı Yorumlama" (Lise) dönemlerinin birbirini tamamlayan bir anlayışla yorumlanmış yeni bir eğitim sistemine ve buna göre oluşan bir dünya düzenine ihtiyaç vardır!

Çevremize ve dünyaya baktığımızda birey olma, sosyal sorumluluk, hukuk, insan hakları ve özgürlükler açısından yol kat etmiş ülkelerin genellikle eğitim açısından gelişmiş ülkeler olduğunu görmekteyiz. Zikrettiğimiz bu kavramların tamamının şekillendiği iki yer vardır: aile ve eğitim sistemi. Eğitim sisteminin temel öğesi ise öğretmendir. Dolayısıyla, müfredat programı ne kadar mükemmel olursa olsun sitemin uygulayıcısı öğretmenlerdir. Okullar ise ne kadar gelişmiş donanıma sahip olursa olsun, okul sistemleri nasıl kurulmuş olursa olsun, bunları uygulayacak ve kullanacak olan öğretmen “çok iyi” yetişmemişse istenilen sonuca ulaşmak mümkün olmayacaktır.

Bunun için, millî bilinci yüksek, ülkesini kalkındıracak, nitelikli ve üretken bir nüfusun yetiştirilmesi ancak nitelikli ve erdemli eğitimciler ile olacaktır. Eğitimin genel başarısı asla öğretmenlerin başarısından daha fazla olamayacaktır. Öğretmenler ne kadar iyi yetişmişse sistem de o kadar başarılı olacaktır. Önemli olan yetenekli ve ilgili kişileri öğretmenlik mesleğine çekmek ve mesleği cazip hâle getirmektir. Bugün daha nitelikli öğretmenlerin yetiştirilmesine yönelik yeteri kadar gayretimiz yoktur. Biz başarının akıllı tahtalarla, tabletlerle ve bilgisayarlarla çözülebileceği inancını değiştirmek zorundayız.

Yeni eğitim anlayışımızda bireylere bilgiler öğretme, öğrettiği bilgileri kullanma, bunları yaşama aktarma ve yeni durumlara uyum sağlayarak bilgiyi üretime dönüştürmek hedef olarak ele alınmalı, eğitim sistemimiz girişimcilik ve üretim üzerine kodlanmalıdır. Bunun en güzel örneği robotların hayatımıza girmesi ve yaşamın her alanında kullanılabilir olmasıdır.

Robotların günlük hayatımızda ve iş dünyasında yaygınlaşmasının bir sonucu olarak herkes işinde ve hayatında yaşayacağı değişiklikleri gözden geçirmelidir. Zira dünyada robot ve ilgili teknolojilerde de bir patlama yaşanmaktadır. İş ve üretim süreçlerine entegre edilen robotlar fabrikaların üretim kapasitesini artırmakta, günlük hayatımızda bize kolaylıklar sunmakta, çocuklarımızı eğitmekte ve sosyal hayatımızı değiştirmektedir.


Dolayısıyla; “Mevcut eğitim anlayışımız ve ortaya koyduğumuz vizyonumuzla her alanda gelişmiş, üreten ve dünyada söz sahibi olan ilk on ülke arasında yer alabilmemiz için biz beklentimiz oranında neden başarılı olamıyoruz?” sorusunu bir an önce kendimize sormamız gerekmektedir. Ayrıca, “Okuduğunu anlamayan, öğrendiği bilgiyi yaşama aktaramayan öğrencilerin olmasında okullarımızdaki teknoloji kullanımının ve uyguladığımız müfredatın etkisi var mıdır?” sorusuna da bir an önce cevap vermemiz gerekmektedir.

Dünyamızdaki değişimlerin hızı çocuklarımızın büyüdükleri günlerde nelerle karşılaşacakları hakkında tahminde bulunmamıza izin vermiyor. Bugün önemli görünen bilgiler yarın hiçbir anlam taşımayabilir. Tek çare onlara nasıl düşünmeleri ve değişimler karşısında nasıl hareket etmeleri gerektiğini öğretmek olarak görünürken bulunduğumuz çağa göre çocuklarımıza vermek istediklerimiz ile onları nasıl yetiştirmek istiyoruz sorularının karşılığı mutlaka gözden geçirilmelidir.

Bu sorunların ve beklentilerin içerisinde özel okulların gelişim seyri ve katkıları nedir diye baktığımızda:
Ülkemizde özellikle son 15 yılda özel öğretim alanında çok büyük gelişmeler olmuştur.2002 yılında özel okullarda okullaşma oranı %1.74 (222.922 öğrenci) iken 2017 yılında bu oran %7.75 (1.255.470 öğrenci), okul sayısı açısından 2002 yılında %2.97 (1294 okul) iken 2017’de %14.95 (9547 okul) olmuş, Bakanlığımız tarafından da özel okulda okuyan öğrencilere teşvik sistemi getirilmiştir. Bu getirilen teşvik miktarı ve oran yeterli olmasa da özel okulların gelişmesine katkı sağlamıştır.

Türk Eğitim sistemi içerisinde öğrencilerin devlete maliyeti gün geçtikçe artmaktadır.2015 yılında bir öğrencinin ortalama maliyeti 5.000.TL iken 2017 yılında bu rakam yaklaşık 8.000 TL olmuştur. Özel okullarımız okuttuğu 1.255.470 öğrenci ile (1.255.470x8.000) kamunun her yıl 10.043.760.000 TL yükünü ailerle birlikte karşılamakta ve bu alanda da birçok personel istihdam etmektedir. Dolayısıyla özel okullar kamuya yük değildir, aksine kamunun yükünü alma açısından önemli bir hizmet vermektedir.

Sonuç olarak; Türkiye, yeni eğitim müfredatımızla birlikte kendi eğitim modelini oluşturarak çocuklarımız özgün; temel disiplinlere dayalı özgür hareket etmelerini ve düşünmelerini destekleyen, farklı yaklaşımları olan; esneklik, orijinallik, sanat ve sosyal aktivitelerle mutlu olmalarını önemseyen; kültürel köklerimizden ve medeniyetimizden beslenen eğitim ortamlarında yetiştirilmezse geleceğin dünyasında söz sahibi olmamız mümkün olamayacaktır. Bu bağlamda Nurettin Topçu’nun Maarif Davasında ifade ettiği ‘’Her şey okulda başlar ve okulda yıkılır’’ anlayışı çerçevesinde üretim odaklı bir ‘’MİLLÎ MEKTEP’’i inşa ederek, yaşam alanı olarak tasarlanan bir modelin oluşturulmasıyla milletimiz, düşünme ve üretim sahasında dünyada söz sahibi olacaktır. Bu konuda özel okullarımız da üzerine düşeni fazlasıyla yapacaktır.

> Ahmet Akça: Üretim odaklı bir MİLLÎ MEKTEP’i inşası

Ahmet AKÇA - ÖZDER BAŞKANI

ahmet_akcaGünümüz dünyası, çok hızlı bir değişim ve dönüşümün olduğu; bilginin üretilmesi, kullanılması ve aktarılmasına yönelik her alanda değişmelerin yaşandığı bir dönem içerisindedir. Bu dönemin özelliği, sosyal hayatımızdaki genel değişmelere temel olan eğitim alanında da birçok değişmeleri zorunlu hale getirmesidir. Çünkü bilgi toplumuna ulaşma sürecindeki bilgi tabanlı değişim hareketleri, bireylerin eğitimden beklentilerini de değiştirmiştir. Bu bağlamda, eğitime yeni bir tanım getirilmiş ve eğitim, “kişide kendi öğrenme profili hakkında farkındalık yaratılması yoluyla, daha üst zihinsel yeteneklerini ortaya çıkarıp geliştirmesi ve bu arada da değişen çevresel koşullara uyum gösterebileceği bilgi, beceri ve davranışları sürekli olarak güncelleyebilmesi için uygun öğrenme ortamlarının oluşturulma süreci” olarak görülmeye başlanmıştır.

Bulunduğumuz çağda ve dünyadaki bu değişimler karşısında ülkemiz 2023, 2053 ve 2071 vizyonunu ortaya koymuş, yönetim anlayışımız başta olmak üzere birçok alanda yeniden bir yapılanmaya girilmiş; eğitim alanında da zaman zaman değişikliğe gidilmiştir.

Bu değişikliklere rağmen; özellikle günümüzde eğitime dair kaygıların gittikçe arttığı bilinen bir gerçektir. PISA, TIMSS ve PIRLS gibi faydalanılabilecek araştırmalarla bizim gibi yüzlerce yıllık geleneği olan ülkelerin bile kendisine yeniden çekidüzen verdiği bir dönemde ülkemiz de gelecekte var olma adına daha büyük düşünmek zorundadır. Çünkü küresel güçlerin terör ve finans tehdidi altındaki bir Türkiye’nin durumu gerçekten zordur. Bizim işin felsefesinden başlayarak insan ve medeniyet tasavvurumuzu tüm kuramsal ve kurumsal alt yapısıyla ortaya koyma zamanımız gelmiştir ve geçmektedir.

İnsanın kalbinin terbiyesiyle başlayan aklın terbiyesiyle devam eden ve insanlığın yararına bilimi esas alan anlayışla birlikte vicdanla bütünleştirilmiş, maneviyatını ve millî değerlerini bilen "Hayata Dokunma" (Okul Öncesi Eğitim) dönemi,"Hayatı Okuma" (İlkokul) dönemi, "Hayatı Anlama" (Ortaokul) dönemi ve "Hayatı Yorumlama" (Lise) dönemlerinin birbirini tamamlayan bir anlayışla yorumlanmış yeni bir eğitim sistemine ve buna göre oluşan bir dünya düzenine ihtiyaç vardır!

Çevremize ve dünyaya baktığımızda birey olma, sosyal sorumluluk, hukuk, insan hakları ve özgürlükler açısından yol kat etmiş ülkelerin genellikle eğitim açısından gelişmiş ülkeler olduğunu görmekteyiz. Zikrettiğimiz bu kavramların tamamının şekillendiği iki yer vardır: aile ve eğitim sistemi. Eğitim sisteminin temel öğesi ise öğretmendir. Dolayısıyla, müfredat programı ne kadar mükemmel olursa olsun sitemin uygulayıcısı öğretmenlerdir. Okullar ise ne kadar gelişmiş donanıma sahip olursa olsun, okul sistemleri nasıl kurulmuş olursa olsun, bunları uygulayacak ve kullanacak olan öğretmen “çok iyi” yetişmemişse istenilen sonuca ulaşmak mümkün olmayacaktır.

Bunun için, millî bilinci yüksek, ülkesini kalkındıracak, nitelikli ve üretken bir nüfusun yetiştirilmesi ancak nitelikli ve erdemli eğitimciler ile olacaktır. Eğitimin genel başarısı asla öğretmenlerin başarısından daha fazla olamayacaktır. Öğretmenler ne kadar iyi yetişmişse sistem de o kadar başarılı olacaktır. Önemli olan yetenekli ve ilgili kişileri öğretmenlik mesleğine çekmek ve mesleği cazip hâle getirmektir. Bugün daha nitelikli öğretmenlerin yetiştirilmesine yönelik yeteri kadar gayretimiz yoktur. Biz başarının akıllı tahtalarla, tabletlerle ve bilgisayarlarla çözülebileceği inancını değiştirmek zorundayız.

Yeni eğitim anlayışımızda bireylere bilgiler öğretme, öğrettiği bilgileri kullanma, bunları yaşama aktarma ve yeni durumlara uyum sağlayarak bilgiyi üretime dönüştürmek hedef olarak ele alınmalı, eğitim sistemimiz girişimcilik ve üretim üzerine kodlanmalıdır. Bunun en güzel örneği robotların hayatımıza girmesi ve yaşamın her alanında kullanılabilir olmasıdır.

Robotların günlük hayatımızda ve iş dünyasında yaygınlaşmasının bir sonucu olarak herkes işinde ve hayatında yaşayacağı değişiklikleri gözden geçirmelidir. Zira dünyada robot ve ilgili teknolojilerde de bir patlama yaşanmaktadır. İş ve üretim süreçlerine entegre edilen robotlar fabrikaların üretim kapasitesini artırmakta, günlük hayatımızda bize kolaylıklar sunmakta, çocuklarımızı eğitmekte ve sosyal hayatımızı değiştirmektedir.


Dolayısıyla; “Mevcut eğitim anlayışımız ve ortaya koyduğumuz vizyonumuzla her alanda gelişmiş, üreten ve dünyada söz sahibi olan ilk on ülke arasında yer alabilmemiz için biz beklentimiz oranında neden başarılı olamıyoruz?” sorusunu bir an önce kendimize sormamız gerekmektedir. Ayrıca, “Okuduğunu anlamayan, öğrendiği bilgiyi yaşama aktaramayan öğrencilerin olmasında okullarımızdaki teknoloji kullanımının ve uyguladığımız müfredatın etkisi var mıdır?” sorusuna da bir an önce cevap vermemiz gerekmektedir.

Dünyamızdaki değişimlerin hızı çocuklarımızın büyüdükleri günlerde nelerle karşılaşacakları hakkında tahminde bulunmamıza izin vermiyor. Bugün önemli görünen bilgiler yarın hiçbir anlam taşımayabilir. Tek çare onlara nasıl düşünmeleri ve değişimler karşısında nasıl hareket etmeleri gerektiğini öğretmek olarak görünürken bulunduğumuz çağa göre çocuklarımıza vermek istediklerimiz ile onları nasıl yetiştirmek istiyoruz sorularının karşılığı mutlaka gözden geçirilmelidir.

Bu sorunların ve beklentilerin içerisinde özel okulların gelişim seyri ve katkıları nedir diye baktığımızda:
Ülkemizde özellikle son 15 yılda özel öğretim alanında çok büyük gelişmeler olmuştur.2002 yılında özel okullarda okullaşma oranı %1.74 (222.922 öğrenci) iken 2017 yılında bu oran %7.75 (1.255.470 öğrenci), okul sayısı açısından 2002 yılında %2.97 (1294 okul) iken 2017’de %14.95 (9547 okul) olmuş, Bakanlığımız tarafından da özel okulda okuyan öğrencilere teşvik sistemi getirilmiştir. Bu getirilen teşvik miktarı ve oran yeterli olmasa da özel okulların gelişmesine katkı sağlamıştır.

Türk Eğitim sistemi içerisinde öğrencilerin devlete maliyeti gün geçtikçe artmaktadır.2015 yılında bir öğrencinin ortalama maliyeti 5.000.TL iken 2017 yılında bu rakam yaklaşık 8.000 TL olmuştur. Özel okullarımız okuttuğu 1.255.470 öğrenci ile (1.255.470x8.000) kamunun her yıl 10.043.760.000 TL yükünü ailerle birlikte karşılamakta ve bu alanda da birçok personel istihdam etmektedir. Dolayısıyla özel okullar kamuya yük değildir, aksine kamunun yükünü alma açısından önemli bir hizmet vermektedir.

Sonuç olarak; Türkiye, yeni eğitim müfredatımızla birlikte kendi eğitim modelini oluşturarak çocuklarımız özgün; temel disiplinlere dayalı özgür hareket etmelerini ve düşünmelerini destekleyen, farklı yaklaşımları olan; esneklik, orijinallik, sanat ve sosyal aktivitelerle mutlu olmalarını önemseyen; kültürel köklerimizden ve medeniyetimizden beslenen eğitim ortamlarında yetiştirilmezse geleceğin dünyasında söz sahibi olmamız mümkün olamayacaktır. Bu bağlamda Nurettin Topçu’nun Maarif Davasında ifade ettiği ‘’Her şey okulda başlar ve okulda yıkılır’’ anlayışı çerçevesinde üretim odaklı bir ‘’MİLLÎ MEKTEP’’i inşa ederek, yaşam alanı olarak tasarlanan bir modelin oluşturulmasıyla milletimiz, düşünme ve üretim sahasında dünyada söz sahibi olacaktır. Bu konuda özel okullarımız da üzerine düşeni fazlasıyla yapacaktır.

Son Güncelleme: Salı, 09 Ocak 2018 16:00

Gösterim: 13852

Okullarda son ders zilinin çalmasına kısa bir süre kala, milyonlarca öğrenci ve aileleri için heyecan dorukta. Kimi karneler sevindirecek; kimileri hayal kırıklığı yaratacak. Öğrencinin yıl boyu çalışmasının değerlendirmesini yansıtan karneler, anne-babalar içinse apayrı bir sınav olacak.

karneAcıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Betül Mazlum, “Sonuç ne olursa olsun velilerin unutmaması gereken şey; çocuklarımız bizim en değerli varlıklarımız ve her koşulda onların yanında olmalı, onları anlamaya çalışmalı ve ortada bir başarı eksikliği varsa buna birlikte çözüm yolları aramalıyız” diyor. Peki ebeveynlerin, çocuklarının karnesine yaklaşımı nasıl olmalı, nelere dikkat edilmeli? Dr. Betül Mazlum, karneye 5 doğru yaklaşımı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

• Kardeşi ya da yaşıtıyla kıyaslamayın
Öncelikle başarının göreceli bir kavram olduğunu, her çocuğun farklı yetenekleri ve farklı alanlarda güçlükleri olduğunu bilin. Bu doğrultuda çocuğunuzu kendi içinde kendi donanımı doğrultusunda değerlendirin ve bununla orantılı bir başarı bekleyin. Kardeşiyle ya da çevredeki diğer çocuklarla kıyaslamayın. Ders dışında resim, müzik, spor gibi alanlarda da destekleyin ve bu alanlardaki başarılarına vurgu yapın. Aksi halde “Notlarım yüksekse ben başarılıyım ve ancak o zaman ailem için değerliyim, sevilirim” gibi hatalı ve son derece sakıncalı bir algının çocuğunuzda yerleşmesine neden olursunuz ki bu çocuğunuzun ruh sağlığını oldukça olumsuz bir şekilde etkileyecektir. Onları koşulsuz sevdiğiniz ve benimsediğiniz mesajını her fırsatta verin.

• Davranış değerlendirmelerine de vurgu yapın
Karnedeki ders notları, çocuğunuzun başarısını değerlendirmede tek kriter olmamalı. Derslerden alınan notlar kuşkusuz önemli ancak karnede dikkat edilmesi ve vurgulanması gereken tek nokta değil. Ders notları yeterince başarılı olmasa da eğer davranış puanları iyiyse ve okulda olumlu davranışları ile öğretmenlerinin beğenisini toplamışsa karneyi kaygıyla elinize veren çocuğunuza sadece aldığı notlar değil, davranışları ile de ilgilendiğinizi gösterin ve onu taktir edin. Ancak daha sonra ders notlarına dikkat çekerek, onunla bu sonucun olası nedenlerini ve çözüm yollarını konuşun.

• Üslubunuza dikkat edin!
Çocuğunuzla başarı düşüklüğünü konuşurken üslubunuza, seçtiğiniz kelimelere dikkat edin. Kesinlikle yüksek bir ses tonu kullanmayın, sevgi dolu ve onu anlamaya çalışan bir üslup içinde olun. Asla onlarla alay edici, onları incitici, aşağılayıcı bir şekilde konuşmayın. Sözel ve fiziksel şiddetten kaçının! Aksi taktirde çocuğunuzu ruhsal açıdan örselemekle birlikte telafisi güç yaralar açmış olursunuz. Olumsuz bir tavır içinde olduğunuz taktirde çocuğunuzun kendilik algısında sorunlara, özgüven eksikliklerine ve kişilik gelişiminde bazı sorunlara sebebiyet vermeniz kaçınılmaz olur. Karne notları ne olursa olsun onun yanında olup ona sizin için değerli olduğunu söyleyin ve bunu hissettirin.

• Kendinizi sorgulayın
Eğer ortada bir başarısızlık varsa bu sadece çocuğa ait bir başarısızlık değil şüphesiz.
Eğitim öğretim dönemi boyunca çocuğunuzun okul durumunu yakından gözlemlediniz mi? Desteğe ve yardıma ihtiyaç duyduğu her noktada yanında olup yol gösterdiniz mi? Çözüm yolları arayıp yardımcı oldunuz mu? Bunları yapmamış, çocuğunuz ile hem duygusal hem akademik olarak yeterince ilgilenmemişseniz ve sene sonunda ortada bir başarı eksikliği varsa bunda kuşkusuz sizin de payınız bulunmaktadır. Bu durumda olası çözüm yollarını araştırırken kendinizi de sorgulamalı ve gerekli dersi almaktan kaçınmamalısınız.

• Ödülde aşırıya kaçmayın
Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Betül Mazlum “Nasıl ki kötü karne getiren çocuğa fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamamak gerekiyorsa, başarılı bir karne getiren çocuğa da abartılı övgüde bulunmamalı, pahalı ödüllerden kaçınmalısınız. Çocuk herşeyden önce kendisi ve geleceği için çalışıp başarılı olması gerektiğinin bilincinde olmalıdır. Çocuğunuz ile bu başarıya nasıl ulaştığı, hangi olumlu davranış kalıpları ile bunu başardığı, bu aşamaya gelirken karşılaştığı zorluklar ve bulunan çözüm yollarını konuşarak, gelişen becerilerine ve kazanımlarına da vurgu yapmalısınız” diyor.

> Karne tepkinizde 5 DOĞRU YAKLAŞIM

Okullarda son ders zilinin çalmasına kısa bir süre kala, milyonlarca öğrenci ve aileleri için heyecan dorukta. Kimi karneler sevindirecek; kimileri hayal kırıklığı yaratacak. Öğrencinin yıl boyu çalışmasının değerlendirmesini yansıtan karneler, anne-babalar içinse apayrı bir sınav olacak.

karneAcıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Betül Mazlum, “Sonuç ne olursa olsun velilerin unutmaması gereken şey; çocuklarımız bizim en değerli varlıklarımız ve her koşulda onların yanında olmalı, onları anlamaya çalışmalı ve ortada bir başarı eksikliği varsa buna birlikte çözüm yolları aramalıyız” diyor. Peki ebeveynlerin, çocuklarının karnesine yaklaşımı nasıl olmalı, nelere dikkat edilmeli? Dr. Betül Mazlum, karneye 5 doğru yaklaşımı anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

• Kardeşi ya da yaşıtıyla kıyaslamayın
Öncelikle başarının göreceli bir kavram olduğunu, her çocuğun farklı yetenekleri ve farklı alanlarda güçlükleri olduğunu bilin. Bu doğrultuda çocuğunuzu kendi içinde kendi donanımı doğrultusunda değerlendirin ve bununla orantılı bir başarı bekleyin. Kardeşiyle ya da çevredeki diğer çocuklarla kıyaslamayın. Ders dışında resim, müzik, spor gibi alanlarda da destekleyin ve bu alanlardaki başarılarına vurgu yapın. Aksi halde “Notlarım yüksekse ben başarılıyım ve ancak o zaman ailem için değerliyim, sevilirim” gibi hatalı ve son derece sakıncalı bir algının çocuğunuzda yerleşmesine neden olursunuz ki bu çocuğunuzun ruh sağlığını oldukça olumsuz bir şekilde etkileyecektir. Onları koşulsuz sevdiğiniz ve benimsediğiniz mesajını her fırsatta verin.

• Davranış değerlendirmelerine de vurgu yapın
Karnedeki ders notları, çocuğunuzun başarısını değerlendirmede tek kriter olmamalı. Derslerden alınan notlar kuşkusuz önemli ancak karnede dikkat edilmesi ve vurgulanması gereken tek nokta değil. Ders notları yeterince başarılı olmasa da eğer davranış puanları iyiyse ve okulda olumlu davranışları ile öğretmenlerinin beğenisini toplamışsa karneyi kaygıyla elinize veren çocuğunuza sadece aldığı notlar değil, davranışları ile de ilgilendiğinizi gösterin ve onu taktir edin. Ancak daha sonra ders notlarına dikkat çekerek, onunla bu sonucun olası nedenlerini ve çözüm yollarını konuşun.

• Üslubunuza dikkat edin!
Çocuğunuzla başarı düşüklüğünü konuşurken üslubunuza, seçtiğiniz kelimelere dikkat edin. Kesinlikle yüksek bir ses tonu kullanmayın, sevgi dolu ve onu anlamaya çalışan bir üslup içinde olun. Asla onlarla alay edici, onları incitici, aşağılayıcı bir şekilde konuşmayın. Sözel ve fiziksel şiddetten kaçının! Aksi taktirde çocuğunuzu ruhsal açıdan örselemekle birlikte telafisi güç yaralar açmış olursunuz. Olumsuz bir tavır içinde olduğunuz taktirde çocuğunuzun kendilik algısında sorunlara, özgüven eksikliklerine ve kişilik gelişiminde bazı sorunlara sebebiyet vermeniz kaçınılmaz olur. Karne notları ne olursa olsun onun yanında olup ona sizin için değerli olduğunu söyleyin ve bunu hissettirin.

• Kendinizi sorgulayın
Eğer ortada bir başarısızlık varsa bu sadece çocuğa ait bir başarısızlık değil şüphesiz.
Eğitim öğretim dönemi boyunca çocuğunuzun okul durumunu yakından gözlemlediniz mi? Desteğe ve yardıma ihtiyaç duyduğu her noktada yanında olup yol gösterdiniz mi? Çözüm yolları arayıp yardımcı oldunuz mu? Bunları yapmamış, çocuğunuz ile hem duygusal hem akademik olarak yeterince ilgilenmemişseniz ve sene sonunda ortada bir başarı eksikliği varsa bunda kuşkusuz sizin de payınız bulunmaktadır. Bu durumda olası çözüm yollarını araştırırken kendinizi de sorgulamalı ve gerekli dersi almaktan kaçınmamalısınız.

• Ödülde aşırıya kaçmayın
Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Betül Mazlum “Nasıl ki kötü karne getiren çocuğa fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamamak gerekiyorsa, başarılı bir karne getiren çocuğa da abartılı övgüde bulunmamalı, pahalı ödüllerden kaçınmalısınız. Çocuk herşeyden önce kendisi ve geleceği için çalışıp başarılı olması gerektiğinin bilincinde olmalıdır. Çocuğunuz ile bu başarıya nasıl ulaştığı, hangi olumlu davranış kalıpları ile bunu başardığı, bu aşamaya gelirken karşılaştığı zorluklar ve bulunan çözüm yollarını konuşarak, gelişen becerilerine ve kazanımlarına da vurgu yapmalısınız” diyor.

Son Güncelleme: Perşembe, 08 Haziran 2017 11:53

Gösterim: 12803

Vatan Okulları Rehberlik Merkezi

egitim_oyun_x“Çocuğun hayatında oyunun asli bir önemi vardır: Çocuk, oynarken nasılsa, büyüdüğü zaman iş başında da öyle olacaktır. Bu sebeple bireyin eğitimi her şeyden önce oyun içinde sürdürülür.”
(Makarenko)
İnsanlığın bilgi birikiminin artması ile doğa, teknoloji ve insan yaşamı gibi konulara yönelik soruların cevaplarına bulunan çözümler de çeşitlenmektedir. İnsan yaşamına dair çeşitlenen bu çözümler karşısında eğitimde kullanılan program, yöntem ve tekniklerin de yeni teorilerin ışığında revize edilmesini gerektirmektedir.
Geleceğimizi şekillendirebilmek açısından eğitimimizin ezberci yapısından çıkartılarak toplumun yapılanmasına katkı sağlayacak, bireyin yaratıcılığını arttırarak edilgen konumdan çıkmasına olanak sağlayacak bir değişime ihtiyacı vardır. Bu bağlamda oyunun eğitimdeki yeri ayrıca önem kazanmaktadır. Eğitimin amaçlarına hizmet edebilecek şekilde dönüştürülebilen her türden oyun sınıf ortamında rahatlıkla kullanılabilir. Çocuklar için oyun ve öğrenme birbirlerine paralel giden şeylerdir.
6-11 yaş arası öğrenciler somut düşünme dönemindedirler. Bu nedenle duyu organlarını kullanacakları bir öğrenme ortamı sağlanmalıdır. Özellikle ilköğretim çağındaki öğrencilerde dikkati uzun süre korumak oldukça zordur. Bu durum algılama ve öğrenmeyi içeren bilişsel süreçlerin gelişimi açısından kısıtlayıcı olabilmektedir. Eğitimde oyunun kullanılmasının faydalarından biri dikkati uzun süre yoğunlaştırabilmedir. Oyun ile pasif durumdan aktif duruma daha kolay geçebilen öğrencilerde öğrenme; bilginin beyinlere yüklenmesinden ziyade bilginin hayatta nasıl kullanılması gerektiğinin öğretildiği bir süreç haline gelir.
Oyunun eğitimde kullanılmasının temel amacı; öğrencinin eğlenerek motivasyonlarını ve katılımlarını arttırmak, kelime dağarcığını zenginleştirerek sözel ifade etme becerisini geliştirme, bireysel düşünme ve yaratıcılık kazandırarak günlük yaşam olaylarında daha zengin deneyimler oluşturmalarında yardımcı olmaktır.
vatan_okullari_binaOyunun Eğitimdeki Avantajları
Önemi çok eskiden beri bilinmesine rağmen, oyunun eğitimde bilinçli olarak kullanılması yenidir. Oyun çocuğun doğal öğrenme ortamıdır. Oyun içinde çocuğun duyuları keskinleşir, becerileri artar. Oyun; çocuğun öğrendiklerini pekiştirdiği, kısıtlanmadan yaratıcılığını geliştirdiği ve yaşamına geçirmeden önce pratik yaptığı güvenli bir yeridir.
Ezberleme yoluyla kazandığımız bilgiler bellekte uzun süre kalmazlar ancak bireyi aktif hale getirerek bilgiyi anlamlı şekilde sınıflandırmasını sağlayan oyun ile edinilen yeni bilgiler bellekte uzun süre kalırlar. Oyun ve etkinliklerle öğretim öğrencinin kendi bilişsel süreçlerini işleterek, öğrenme sürecine istekli katılımını sağlaması ve somut bir yaşantıya geçirmesini sağlar. Oyundaki eğlence ve yarışma duygusundan yararlanarak öğrencilerin fiziksel ve zihinsel yeteneklerinin geliştirilmesi sağlanmış olur. Oyunla eğitim sonucunda çocuğun kazanma ve kaybetme anındaki hareketlerini görmeleri ve değerlendirmeleri sağlanarak davranışları olumlu yönde etkilenmesi sağlanır.
Derste kullanılan farklı oyun çeşitleriyle bilgiler, beceriler ve alışkanlıklar çocuğun sadece duyarak ya da görerek edindiği bilgilere göre daha kalıcı hale getirilmiş olur.
Oyun çocuğun yaratıcılığını kullandığı kendine ait ortamıdır. Çocuk için resim renklerle, müzik seslerle, dans hareketlerle oynanan bir oyun gibi düşünülebilir. Bunlar gibi Matematik rakamların, Türkçe de kelimelerin oyunudur.
Eğitim bağlamında oyunun birçok işlevi olabilir:
• Kendini tanımayı öğrenme
• Diğer insanların yaşam rolleri hakkında öğrencileri duyarlı hale getirme
• Öğretilen konuya yönelik motivasyon geliştirme
• Öğrenme performansını arttırma
• Analitik süreçler geliştirme
• Problem çözme becerisini geliştirme
Eğitimde kullanılan çeşitli oyunlar vardır. Bunlar çocuğun pedagojik gelişimi açısından uygunluğuna ve öğretiminin amaçlandığı bilgiye göre çeşitlilik göstermektedir. Kullanılan oyun malzemesi ve çocuğun tek başına kurduğu oyunlar, başka çocukları izleyerek öğrendiği oyunlar, işbirliğine dayanan oyunlar, taklit oyunları, kurallı oyunlar gibi...
Teknolojinin gelişimi ile değişen oyun kültürüne bilgisayar oyunları da eklenmiştir. Bilgisayarlar ve internet teknolojilerin yaşamımızda artan önemine bağlı olarak eğitim ve öğretim alanında da kullanımları artmaktadır. Son zamanlarda matematik, yabancı dil öğrenimi gibi alanlarda oyun paketleri eğitim alanına dahil edilmektedir.
Oyun aracılığıyla amaçlanan öğrenmenin gerçekleşebilmesi için gerekli koşullar sağlanmalıdır. Bütün öğrencilerin ilgisini çeken, sınıf ortamının yapılacak etkinlik için uygun hale getirilmiş olması, sınıftaki her çocuğun oynanacak oyuna yönelik gelişim özellikleri, fiziksel ve bilişsel yetenekleri yeterlilik göstermelidir. Kullanılan materyaller çocuğun yararlanabileceği şekilde düzenlenmiş olup oyunlar çocuğun katkı sağlayabileceği böylelikle psikolojik doyuma ulaşabileceği bir şekilde sunulmalıdır.
Oyun sürecinin eğitime dahil edilmesi aşamasında tercih edilecek oyunun seçimi; kazandırılması amaçlanan beceri ve davranışlara göre değişiklik gösterecektir. Bu bağlamda oyunun gerektirdiği ön hazırlıklar, grup mu yoksa bireysel mi uygulanacak, gereken süre ve araç gereçlerin belirlenmesi, oyunun anlatılması ve değerlendirilmesi gibi aşamalar da önem kazanmaktadır.
Oyunla öğretim sürecinde bilginin aktarımına yönelik amacımıza ulaşabilmek için öğrencinin yeteneklerinin, eğilimlerinin, desteklenmesi gereken yanlarının ve kişiliğinin gözlenmesi gerekmektedir. Sınavların öğrencinin ancak bilişsel kapasitesini belirlemekte olması nedeniyle öğrencinin birçok açıdan izlenmesi ve değerlendirilmesi konunun öğretimi sırasında sürecin nasıl gittiğinin daha sağlıklı göstergesi olacaktır. Oyunların kendilerine has puanlama sistemi ile öğrencinin bilgi edinme kapasitesine yönelik daha ayrıntılı bilgi elde edilmiş olacaktır.
Çağdaş yaşamımızda çözüm beklenen ihtiyaçlardan birisi de artan entelektüel kapasitesi ile birlikte bilgi edinme ve bilgiyi kullanmaya yönelik değişimin gerekliliğidir. Ezberci ve belirli çerçevede sunulan eğitimin verimsiz, kısır döngüsünün kırılma ihtiyacına yönelik en verimli öğrenmenin ‘oyunla öğrenme’ olduğu ilkesi ortaya çıkmaktadır.
Oynayarak öğrenme ilkesi çerçevesinde verilecek olan eğitim programlarının önemi çocuklarımızın eğitim yaşantılarının hemen her döneminde önemli yer tutacak, yaşama dair sorumluluk almalarını kolaylaştırarak, öğrenmenin değerini daha iyi anlamalarını ve en önemlisi de sevmelerini sağlayacaktır.

> Oyun ve öğrenme birbirlerine paralel ilerler

Vatan Okulları Rehberlik Merkezi

egitim_oyun_x“Çocuğun hayatında oyunun asli bir önemi vardır: Çocuk, oynarken nasılsa, büyüdüğü zaman iş başında da öyle olacaktır. Bu sebeple bireyin eğitimi her şeyden önce oyun içinde sürdürülür.”
(Makarenko)
İnsanlığın bilgi birikiminin artması ile doğa, teknoloji ve insan yaşamı gibi konulara yönelik soruların cevaplarına bulunan çözümler de çeşitlenmektedir. İnsan yaşamına dair çeşitlenen bu çözümler karşısında eğitimde kullanılan program, yöntem ve tekniklerin de yeni teorilerin ışığında revize edilmesini gerektirmektedir.
Geleceğimizi şekillendirebilmek açısından eğitimimizin ezberci yapısından çıkartılarak toplumun yapılanmasına katkı sağlayacak, bireyin yaratıcılığını arttırarak edilgen konumdan çıkmasına olanak sağlayacak bir değişime ihtiyacı vardır. Bu bağlamda oyunun eğitimdeki yeri ayrıca önem kazanmaktadır. Eğitimin amaçlarına hizmet edebilecek şekilde dönüştürülebilen her türden oyun sınıf ortamında rahatlıkla kullanılabilir. Çocuklar için oyun ve öğrenme birbirlerine paralel giden şeylerdir.
6-11 yaş arası öğrenciler somut düşünme dönemindedirler. Bu nedenle duyu organlarını kullanacakları bir öğrenme ortamı sağlanmalıdır. Özellikle ilköğretim çağındaki öğrencilerde dikkati uzun süre korumak oldukça zordur. Bu durum algılama ve öğrenmeyi içeren bilişsel süreçlerin gelişimi açısından kısıtlayıcı olabilmektedir. Eğitimde oyunun kullanılmasının faydalarından biri dikkati uzun süre yoğunlaştırabilmedir. Oyun ile pasif durumdan aktif duruma daha kolay geçebilen öğrencilerde öğrenme; bilginin beyinlere yüklenmesinden ziyade bilginin hayatta nasıl kullanılması gerektiğinin öğretildiği bir süreç haline gelir.
Oyunun eğitimde kullanılmasının temel amacı; öğrencinin eğlenerek motivasyonlarını ve katılımlarını arttırmak, kelime dağarcığını zenginleştirerek sözel ifade etme becerisini geliştirme, bireysel düşünme ve yaratıcılık kazandırarak günlük yaşam olaylarında daha zengin deneyimler oluşturmalarında yardımcı olmaktır.
vatan_okullari_binaOyunun Eğitimdeki Avantajları
Önemi çok eskiden beri bilinmesine rağmen, oyunun eğitimde bilinçli olarak kullanılması yenidir. Oyun çocuğun doğal öğrenme ortamıdır. Oyun içinde çocuğun duyuları keskinleşir, becerileri artar. Oyun; çocuğun öğrendiklerini pekiştirdiği, kısıtlanmadan yaratıcılığını geliştirdiği ve yaşamına geçirmeden önce pratik yaptığı güvenli bir yeridir.
Ezberleme yoluyla kazandığımız bilgiler bellekte uzun süre kalmazlar ancak bireyi aktif hale getirerek bilgiyi anlamlı şekilde sınıflandırmasını sağlayan oyun ile edinilen yeni bilgiler bellekte uzun süre kalırlar. Oyun ve etkinliklerle öğretim öğrencinin kendi bilişsel süreçlerini işleterek, öğrenme sürecine istekli katılımını sağlaması ve somut bir yaşantıya geçirmesini sağlar. Oyundaki eğlence ve yarışma duygusundan yararlanarak öğrencilerin fiziksel ve zihinsel yeteneklerinin geliştirilmesi sağlanmış olur. Oyunla eğitim sonucunda çocuğun kazanma ve kaybetme anındaki hareketlerini görmeleri ve değerlendirmeleri sağlanarak davranışları olumlu yönde etkilenmesi sağlanır.
Derste kullanılan farklı oyun çeşitleriyle bilgiler, beceriler ve alışkanlıklar çocuğun sadece duyarak ya da görerek edindiği bilgilere göre daha kalıcı hale getirilmiş olur.
Oyun çocuğun yaratıcılığını kullandığı kendine ait ortamıdır. Çocuk için resim renklerle, müzik seslerle, dans hareketlerle oynanan bir oyun gibi düşünülebilir. Bunlar gibi Matematik rakamların, Türkçe de kelimelerin oyunudur.
Eğitim bağlamında oyunun birçok işlevi olabilir:
• Kendini tanımayı öğrenme
• Diğer insanların yaşam rolleri hakkında öğrencileri duyarlı hale getirme
• Öğretilen konuya yönelik motivasyon geliştirme
• Öğrenme performansını arttırma
• Analitik süreçler geliştirme
• Problem çözme becerisini geliştirme
Eğitimde kullanılan çeşitli oyunlar vardır. Bunlar çocuğun pedagojik gelişimi açısından uygunluğuna ve öğretiminin amaçlandığı bilgiye göre çeşitlilik göstermektedir. Kullanılan oyun malzemesi ve çocuğun tek başına kurduğu oyunlar, başka çocukları izleyerek öğrendiği oyunlar, işbirliğine dayanan oyunlar, taklit oyunları, kurallı oyunlar gibi...
Teknolojinin gelişimi ile değişen oyun kültürüne bilgisayar oyunları da eklenmiştir. Bilgisayarlar ve internet teknolojilerin yaşamımızda artan önemine bağlı olarak eğitim ve öğretim alanında da kullanımları artmaktadır. Son zamanlarda matematik, yabancı dil öğrenimi gibi alanlarda oyun paketleri eğitim alanına dahil edilmektedir.
Oyun aracılığıyla amaçlanan öğrenmenin gerçekleşebilmesi için gerekli koşullar sağlanmalıdır. Bütün öğrencilerin ilgisini çeken, sınıf ortamının yapılacak etkinlik için uygun hale getirilmiş olması, sınıftaki her çocuğun oynanacak oyuna yönelik gelişim özellikleri, fiziksel ve bilişsel yetenekleri yeterlilik göstermelidir. Kullanılan materyaller çocuğun yararlanabileceği şekilde düzenlenmiş olup oyunlar çocuğun katkı sağlayabileceği böylelikle psikolojik doyuma ulaşabileceği bir şekilde sunulmalıdır.
Oyun sürecinin eğitime dahil edilmesi aşamasında tercih edilecek oyunun seçimi; kazandırılması amaçlanan beceri ve davranışlara göre değişiklik gösterecektir. Bu bağlamda oyunun gerektirdiği ön hazırlıklar, grup mu yoksa bireysel mi uygulanacak, gereken süre ve araç gereçlerin belirlenmesi, oyunun anlatılması ve değerlendirilmesi gibi aşamalar da önem kazanmaktadır.
Oyunla öğretim sürecinde bilginin aktarımına yönelik amacımıza ulaşabilmek için öğrencinin yeteneklerinin, eğilimlerinin, desteklenmesi gereken yanlarının ve kişiliğinin gözlenmesi gerekmektedir. Sınavların öğrencinin ancak bilişsel kapasitesini belirlemekte olması nedeniyle öğrencinin birçok açıdan izlenmesi ve değerlendirilmesi konunun öğretimi sırasında sürecin nasıl gittiğinin daha sağlıklı göstergesi olacaktır. Oyunların kendilerine has puanlama sistemi ile öğrencinin bilgi edinme kapasitesine yönelik daha ayrıntılı bilgi elde edilmiş olacaktır.
Çağdaş yaşamımızda çözüm beklenen ihtiyaçlardan birisi de artan entelektüel kapasitesi ile birlikte bilgi edinme ve bilgiyi kullanmaya yönelik değişimin gerekliliğidir. Ezberci ve belirli çerçevede sunulan eğitimin verimsiz, kısır döngüsünün kırılma ihtiyacına yönelik en verimli öğrenmenin ‘oyunla öğrenme’ olduğu ilkesi ortaya çıkmaktadır.
Oynayarak öğrenme ilkesi çerçevesinde verilecek olan eğitim programlarının önemi çocuklarımızın eğitim yaşantılarının hemen her döneminde önemli yer tutacak, yaşama dair sorumluluk almalarını kolaylaştırarak, öğrenmenin değerini daha iyi anlamalarını ve en önemlisi de sevmelerini sağlayacaktır.

Son Güncelleme: Pazartesi, 18 Aralık 2017 13:00

Gösterim: 13672

Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) yaklaşıyor ve sürenin azalması öğrencilerde performans kaygısını artırıyor. Sınavda başarılı olmanın yolu ise kaygıyı yönetebilmekten geçiyor.

sinavSınavdan önceki günlerde yapılacak her aktivitenin, beslenme düzeninin ve sosyal ortamların sınav stresine etki edebileceğinin göz ardı edilmemesi gerekiyor. Memorial Antalya Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Uz. Dr. Nehir Kürklü, sınava girecek öğrenciler ve aileleri için tavsiyelerde bulundu.
Kaygı arttıkça dikkatsizlik ortaya çıkabilir
Belli bir seviyenin üzerine çıkmamak koşuluyla performans kaygısı, kişinin motivasyonunu artırır ve dikkatini sürdürmesine yardımcı olur. Ancak çok artmış kaygı seviyesi kişiyi rahatsız etmeye başlar, dikkatini sürdürmesine engel olur. Mevcut bilgilerin sınav esnasında en etkili şekilde kullanılmasının önüne geçer.
Ailelere büyük görev düşüyor
Sınav öncesinde devamlı olarak sınavla ilgili konuşmalar yapmak, ev içinde ebeveynler ve diğer aile bireyleri tarafından sınav sözcüğünün sık sık kullanılması, öğrencilerin kaygısını artırabilir. Aile bireylerinin tutumları, sınava girecek öğrencilerin stresini azaltarak rahatlamasını sağlayacak ve dikkatlerini toplamalarına yardımcı olacak şekilde olmalıdır.
Aileler bunlara dikkat etmeli;
• Ders çalışma gerekliliğinin sadece sınavda başarılı olma amacı taşımadığı öğrencilere anlatılmalıdır. Öğrencilere, yeni bilgiler edinme ve mevcut bilgilerin pekiştirilmesi amacıyla ders çalışması gerektiği belirtilmelidir. Aileler çocuklarına koşullu cümleler kurmamalı, sınavdan alacakları sonucun çocukları ile ilgili sevgi ve güven düzeyini değiştirmeyeceği iletilmelidir. Aileler çocuklarıyla gurur duyduklarını onlara sık sık hatırlatmalıdır.
Deneme sınavlarından farkı olmadığı unutulmamalı
Sınav stresi ve kaygısı ile baş etmenin en iyi yolu, onu önceden tanıyıp yüzleşmektir. Dolayısıyla aslında öğrenciler sınava hazırlık sürecinde sürekli deneme sınavlarına girdikleri için pek çok defa bu stresle karşı karşıya kalmışlardır. Bu yüzden öğrenciler, üniversite sınavına girerken de bu stresle defalarca yüzleştiklerini hatırlamalı ve bu sınavın da diğer hazırlık sınavlarından farklı olmadığını unutmamalıdır.
Rahat bir sınav için 10 altın kural;
1. Özellikle sınavdan bir gün önce siyah çay, yeşil çay, kahve ve kola gibi kafeinli içecekler tüketmeyin. Adaçayı, ıhlamur gibi bitki çayları veya taze sıkılmış meyve sularını tercih edin
2. Kesinlikle alkolden uzak durmaya özen gösterin
3. Uyku düzenini değiştirecek her türlü aktiviteden uzak durun. Sınava yakın günlerde iyi uyumak zihnin dinlenmesine yardımcı olacaktır
4. Sınavdan önceki günlerde hafif tempoda yürüyüş ve egzersiz yapmaya özen gösterin
5. Sınavdan 1 gün önce, özellikle akşam yemeğinde hafif beslenin
6. Sınavdan önceki gün hazırlıklarınızı bir gün önceden tamamlayın
7. Sınav günü kahvaltıda yumurta, peynir, süt, tam tahıllı ekmek, domates, yeşil biber, salatalık, zeytin, ceviz gibi bütün besin gruplarını içeren gıdalar tüketin ve yeterli enerji alın
8. Sınav esnasında mide ve sindirim problemleri yaşamamak için, gaz yapıcı ve daha önce hiç tüketilmemiş, vücudun alışık olmadığı besinler tüketmeyin
9. Sınav esnasında fazla su tüketimine ve tuvalet ihtiyacının artmasına neden olabilecek fazla yağlı ve tuzlu besinler tüketmeyin
10. Kan şekerinin hızla yükselmesine sonra da düşmesine yol açan çikolata, şeker, tatlı gibi şekerli besinler bilinenin aksine beynin ihtiyaç duyduğu şekeri karşılamaz ve sınav esnasında dikkat dağınıklığına, konsantrasyonun azalmasına neden olur. Özellikle sınav gününde bunlardan uzak durun.

> Sınav başarısını artırmak için 10 ALTIN KURAL

Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) yaklaşıyor ve sürenin azalması öğrencilerde performans kaygısını artırıyor. Sınavda başarılı olmanın yolu ise kaygıyı yönetebilmekten geçiyor.

sinavSınavdan önceki günlerde yapılacak her aktivitenin, beslenme düzeninin ve sosyal ortamların sınav stresine etki edebileceğinin göz ardı edilmemesi gerekiyor. Memorial Antalya Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Uz. Dr. Nehir Kürklü, sınava girecek öğrenciler ve aileleri için tavsiyelerde bulundu.
Kaygı arttıkça dikkatsizlik ortaya çıkabilir
Belli bir seviyenin üzerine çıkmamak koşuluyla performans kaygısı, kişinin motivasyonunu artırır ve dikkatini sürdürmesine yardımcı olur. Ancak çok artmış kaygı seviyesi kişiyi rahatsız etmeye başlar, dikkatini sürdürmesine engel olur. Mevcut bilgilerin sınav esnasında en etkili şekilde kullanılmasının önüne geçer.
Ailelere büyük görev düşüyor
Sınav öncesinde devamlı olarak sınavla ilgili konuşmalar yapmak, ev içinde ebeveynler ve diğer aile bireyleri tarafından sınav sözcüğünün sık sık kullanılması, öğrencilerin kaygısını artırabilir. Aile bireylerinin tutumları, sınava girecek öğrencilerin stresini azaltarak rahatlamasını sağlayacak ve dikkatlerini toplamalarına yardımcı olacak şekilde olmalıdır.
Aileler bunlara dikkat etmeli;
• Ders çalışma gerekliliğinin sadece sınavda başarılı olma amacı taşımadığı öğrencilere anlatılmalıdır. Öğrencilere, yeni bilgiler edinme ve mevcut bilgilerin pekiştirilmesi amacıyla ders çalışması gerektiği belirtilmelidir. Aileler çocuklarına koşullu cümleler kurmamalı, sınavdan alacakları sonucun çocukları ile ilgili sevgi ve güven düzeyini değiştirmeyeceği iletilmelidir. Aileler çocuklarıyla gurur duyduklarını onlara sık sık hatırlatmalıdır.
Deneme sınavlarından farkı olmadığı unutulmamalı
Sınav stresi ve kaygısı ile baş etmenin en iyi yolu, onu önceden tanıyıp yüzleşmektir. Dolayısıyla aslında öğrenciler sınava hazırlık sürecinde sürekli deneme sınavlarına girdikleri için pek çok defa bu stresle karşı karşıya kalmışlardır. Bu yüzden öğrenciler, üniversite sınavına girerken de bu stresle defalarca yüzleştiklerini hatırlamalı ve bu sınavın da diğer hazırlık sınavlarından farklı olmadığını unutmamalıdır.
Rahat bir sınav için 10 altın kural;
1. Özellikle sınavdan bir gün önce siyah çay, yeşil çay, kahve ve kola gibi kafeinli içecekler tüketmeyin. Adaçayı, ıhlamur gibi bitki çayları veya taze sıkılmış meyve sularını tercih edin
2. Kesinlikle alkolden uzak durmaya özen gösterin
3. Uyku düzenini değiştirecek her türlü aktiviteden uzak durun. Sınava yakın günlerde iyi uyumak zihnin dinlenmesine yardımcı olacaktır
4. Sınavdan önceki günlerde hafif tempoda yürüyüş ve egzersiz yapmaya özen gösterin
5. Sınavdan 1 gün önce, özellikle akşam yemeğinde hafif beslenin
6. Sınavdan önceki gün hazırlıklarınızı bir gün önceden tamamlayın
7. Sınav günü kahvaltıda yumurta, peynir, süt, tam tahıllı ekmek, domates, yeşil biber, salatalık, zeytin, ceviz gibi bütün besin gruplarını içeren gıdalar tüketin ve yeterli enerji alın
8. Sınav esnasında mide ve sindirim problemleri yaşamamak için, gaz yapıcı ve daha önce hiç tüketilmemiş, vücudun alışık olmadığı besinler tüketmeyin
9. Sınav esnasında fazla su tüketimine ve tuvalet ihtiyacının artmasına neden olabilecek fazla yağlı ve tuzlu besinler tüketmeyin
10. Kan şekerinin hızla yükselmesine sonra da düşmesine yol açan çikolata, şeker, tatlı gibi şekerli besinler bilinenin aksine beynin ihtiyaç duyduğu şekeri karşılamaz ve sınav esnasında dikkat dağınıklığına, konsantrasyonun azalmasına neden olur. Özellikle sınav gününde bunlardan uzak durun.

Son Güncelleme: Perşembe, 08 Haziran 2017 11:50

Gösterim: 12833


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.