Hiç kimse akıl sır erdiremiyor. Bu ikizlerin her şeyi aynı sınav sonuçları, sınavda yaptıkları yanlış sorular
Milliyet’in haberine göre, Yozgat’ın Sorgun İlçesi’nde tek yumurta ikizleri 14 yaşındaki Özgür ve Mehmet Eser, girdikleri Seviye Belirleme Sınavı’nda (SBS) aynı puanı aldı.
Sınavı aynı sürede bitirip, sorulara aynı yanlış ve doğru yanıtları veren ikizlerin, geçen yılki SBS sonuçları ile Orta Öğretim Yerleştirme puanlarının da aynı olduğu belirtildi.
Sorgun İlçesi’nde pastane işleten Erol ile ev hanımı Sevim Eser çiftinin tek yumurta ikizi çocukları Özgür ve Mehmet, girdikleri SBS’de 485’er puan, Orta Öğretim Yerleştirme Sınavı’ndan da 484.2’er puan aldı. İkizlerin, sınavda doğru ve yanlış cevap verdikleri soruların da aynı olması, Türkçe testinde aynı 2 soruya yanlış cevap vermeleri dikkat çekti. Milli Egemenlik İlköğretim Okulu’nu bitiren ikiz kardeşlerin not ortalamalarının da aynı olduğu kaydedildi.
TERCİHLERİ DE AYNI OLDU
Aynı puanı alan ikizler Özgür ve Mehmet Eser’in tercihleri de aynı oldu. İlk tercihleri Bursa, ikinci tercihleri de Samsun’da fen lisesi olan ikizler, şimdi heyecanla gidecekleri okullarının belirlenmesini bekliyor. İkizler, "Aynı puanı aldığımız için çok mutlu olduk. Çünkü biz bir birimizden ayrılamayız. Aynı puanları aldığımız için aynı tercihleri yaptık umarım aynı okulla gideriz" dedi.
’ÖZGÜR BİRAZ DAHA ASABİ’
İkizlerinin başarılarıyla gurur duyduğunu kaydeden baba Erol Eser şunları anlattı:
"Özgür, Mehmet’e göre biraz daha asabi. Ancak diğer bütün özellikleri aynı. İkisi de çok çalışkan ve başarılılar. Sınavlarda ikisinden de başarı bekliyorduk, ancak aynı puanı almaları bizi biraz şaşırttı. Okuldaki derslerdeki başarıları da aynı, ortalama puanları da. Bundan sonra girecekleri bir sınavda birisinin sınav sonucunu öğrenmemiz yeterli olacak sanırım. Çünkü her şeyleri aynı."
’TELEPATİ YOLUYLA MI İLETİŞİM KURUYORSUNUZ?’
Anne Sevim Erol ise ikizlerinin bir birlerinde bir saniye olsun ayrı kalamadıklarını belirterek şunları söyledi:
"Bazen tartışıyorlar, ama arada kısa süre geçmeden hemen barışıyorlar. Birbirlerinden asla ayrı duramıyorlar. Eğitim hayatlarında hep başarılıydılar. İkisi de aynı başarıyı gösterdi. İnşallah ikisi de aynı fen lisesine gider ve ilerde de aynı puanı yine alıp, aynı üniversiteye giderler. Orta Öğretim Yerleştirme Puanları, geçen seneki SBS puanları da aynıydı. Hatta sadece Türkçe’den ikişer yanlışları var ve ikisinin de yanlış soruları aynı. Yani aynı soruları yanlış yapıyorlar. Öğretmenleri, ’Siz telepati yoluyla mı iletişim kuruyorsunuz? Nasıl oluyor da yanlışınız doğrunuz aynı?’ diye soruyorlar."
(milliyet)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
Hiç kimse akıl sır erdiremiyor. Bu ikizlerin her şeyi aynı sınav sonuçları, sınavda yaptıkları yanlış sorular
Milliyet’in haberine göre, Yozgat’ın Sorgun İlçesi’nde tek yumurta ikizleri 14 yaşındaki Özgür ve Mehmet Eser, girdikleri Seviye Belirleme Sınavı’nda (SBS) aynı puanı aldı.
Sınavı aynı sürede bitirip, sorulara aynı yanlış ve doğru yanıtları veren ikizlerin, geçen yılki SBS sonuçları ile Orta Öğretim Yerleştirme puanlarının da aynı olduğu belirtildi.
Sorgun İlçesi’nde pastane işleten Erol ile ev hanımı Sevim Eser çiftinin tek yumurta ikizi çocukları Özgür ve Mehmet, girdikleri SBS’de 485’er puan, Orta Öğretim Yerleştirme Sınavı’ndan da 484.2’er puan aldı. İkizlerin, sınavda doğru ve yanlış cevap verdikleri soruların da aynı olması, Türkçe testinde aynı 2 soruya yanlış cevap vermeleri dikkat çekti. Milli Egemenlik İlköğretim Okulu’nu bitiren ikiz kardeşlerin not ortalamalarının da aynı olduğu kaydedildi.
TERCİHLERİ DE AYNI OLDU
Aynı puanı alan ikizler Özgür ve Mehmet Eser’in tercihleri de aynı oldu. İlk tercihleri Bursa, ikinci tercihleri de Samsun’da fen lisesi olan ikizler, şimdi heyecanla gidecekleri okullarının belirlenmesini bekliyor. İkizler, "Aynı puanı aldığımız için çok mutlu olduk. Çünkü biz bir birimizden ayrılamayız. Aynı puanları aldığımız için aynı tercihleri yaptık umarım aynı okulla gideriz" dedi.
’ÖZGÜR BİRAZ DAHA ASABİ’
İkizlerinin başarılarıyla gurur duyduğunu kaydeden baba Erol Eser şunları anlattı:
"Özgür, Mehmet’e göre biraz daha asabi. Ancak diğer bütün özellikleri aynı. İkisi de çok çalışkan ve başarılılar. Sınavlarda ikisinden de başarı bekliyorduk, ancak aynı puanı almaları bizi biraz şaşırttı. Okuldaki derslerdeki başarıları da aynı, ortalama puanları da. Bundan sonra girecekleri bir sınavda birisinin sınav sonucunu öğrenmemiz yeterli olacak sanırım. Çünkü her şeyleri aynı."
’TELEPATİ YOLUYLA MI İLETİŞİM KURUYORSUNUZ?’
Anne Sevim Erol ise ikizlerinin bir birlerinde bir saniye olsun ayrı kalamadıklarını belirterek şunları söyledi:
"Bazen tartışıyorlar, ama arada kısa süre geçmeden hemen barışıyorlar. Birbirlerinden asla ayrı duramıyorlar. Eğitim hayatlarında hep başarılıydılar. İkisi de aynı başarıyı gösterdi. İnşallah ikisi de aynı fen lisesine gider ve ilerde de aynı puanı yine alıp, aynı üniversiteye giderler. Orta Öğretim Yerleştirme Puanları, geçen seneki SBS puanları da aynıydı. Hatta sadece Türkçe’den ikişer yanlışları var ve ikisinin de yanlış soruları aynı. Yani aynı soruları yanlış yapıyorlar. Öğretmenleri, ’Siz telepati yoluyla mı iletişim kuruyorsunuz? Nasıl oluyor da yanlışınız doğrunuz aynı?’ diye soruyorlar."
(milliyet)
Son Güncelleme: Perşembe, 02 Ağustos 2012 15:35
Gösterim: 2234
ABD'li lise öğrencisi Kanser teşhisi yazılımı ile Google Bilim Fuarı'nda birincilik ödülü kazandı.
ABD'li 17 yaşındaki lise öğrencisi Brittany Wenger, meme kanserini yüzde 99 doğrulukla tespit eden yapay sinir sistemi geliştirdi. Wenger, büyük başarısıyla Google Bilim Fuarı'nda birincilik kazandı
Florida eyaletinin Sarasota kentinde yaşayan Wenger, yapay bir sinir ağına dayalı bir meme kanseri teşhisi yazılımı geliştirdi. Yazılımın dayandığı sinir ağı, birbirine bağlı beyin hücreleri model alınarak tasarlandı. Lise öğrencisi, projesiyle Palo Alto’da düzenlenen Google Bilim Fuarı’nda birincilik kazandı.
Yapay zeka programlarında olduğu gibi, yapay sinir ağları, verilen örneklere dayanarak “ne yapılması gerektiğini” öğrenebiliyor. Kullanılan örnek miktarı artarsa, sinir ağının performansı da artış gösteriyor. Dahası, yapay sinir ağları insan beyni ve diğer programlar için anlamaşı çok karmaşık olan tasarımları tespit edebiliyor. Google , geçtiğimiz ay, kedileri internet üzerinden tanıyabilen bir sinir ağı geliştirmişti.
Wenger, meme kanseri teşhisi için kullanılan “ince iğne biyopsisi”nin başarı oranının yüksek olmaması nedeniyle bu alana yöneldiğini belirtti. Bu teşhiste, ilk test bir sonuç vermezse, hastaların daha büyük bir iğne ile ikinci bir biyopsi yaptırması, hatta ameliyat olması gerekebiliyor.
VERİLERİ SİNİR AĞINA YÜKLEDİ
Wenger, oluşturduğu çok sayıdaki yapay sinir ağına, kamuya açık olan ince iğne biyopsisi testlerinin verilerini yükledi. Verileri analiz eden sinir ağları, farklı biyopsi numunelerinin karakterlerine bakarak meme kanserinin nasıl teşhis edileceğini öğrendi.
Okulda öğrendiği bilgisayar dili Java’yı kullanarak sinir ağı yazılımı geliştiren Wenger, aynı zamanda medikal piyasaya sunulması planlanan üç sinir ağı daha hazırladı. Wenger’in geliştirdiği yazılımın doğruluk testleri ise mükemmele yakın sonuç verdi.
Sinir ağı yazılımı, 681 ince iğne biyopsisi numunesiyle test edildiğinde, testlerin yüzde 94’ü için doğru sonucu verdi. Aynı zamanda, kanserli teşhislerin yüzde 99’undan fazlasını da tespit etmeyi başardı. Sinir ağı yazılımı, yaptığı analizlerin yüzde 4’ünde “sonuçsuz” kaldı.
Genç bilim insanı, elde ettiği başarının ardından “yazılımının medikal alanda pazarlanmaya hazır olduğuna inandığını” belirtti. “Cloud4Cancer” adını verdiği yazılımı internete sunacağını söyleyen genç kız, böylece doktorların kendi test verilerini yükleyerek sonuç alabileceklerini ifade etti. Wenger, geliştirdiği yazılımın prostat ve rahim kanseri için de kullanılabileceğini öne sürdü.
Lego’dan yapılma birincilik ödülü kazanan Wenger, aynı zamanda Galapagos Adaları’na seyahet ve 50 bin dolarlık üniversite bursunun sahibi oldu. Genç kız, bilgisayar bilimi ve pediatrik onkoloji alanında uzmanlaşmak istediğini belirtti. (Ntvmsnbc)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
ABD'li lise öğrencisi Kanser teşhisi yazılımı ile Google Bilim Fuarı'nda birincilik ödülü kazandı.
ABD'li 17 yaşındaki lise öğrencisi Brittany Wenger, meme kanserini yüzde 99 doğrulukla tespit eden yapay sinir sistemi geliştirdi. Wenger, büyük başarısıyla Google Bilim Fuarı'nda birincilik kazandı
Florida eyaletinin Sarasota kentinde yaşayan Wenger, yapay bir sinir ağına dayalı bir meme kanseri teşhisi yazılımı geliştirdi. Yazılımın dayandığı sinir ağı, birbirine bağlı beyin hücreleri model alınarak tasarlandı. Lise öğrencisi, projesiyle Palo Alto’da düzenlenen Google Bilim Fuarı’nda birincilik kazandı.
Yapay zeka programlarında olduğu gibi, yapay sinir ağları, verilen örneklere dayanarak “ne yapılması gerektiğini” öğrenebiliyor. Kullanılan örnek miktarı artarsa, sinir ağının performansı da artış gösteriyor. Dahası, yapay sinir ağları insan beyni ve diğer programlar için anlamaşı çok karmaşık olan tasarımları tespit edebiliyor. Google , geçtiğimiz ay, kedileri internet üzerinden tanıyabilen bir sinir ağı geliştirmişti.
Wenger, meme kanseri teşhisi için kullanılan “ince iğne biyopsisi”nin başarı oranının yüksek olmaması nedeniyle bu alana yöneldiğini belirtti. Bu teşhiste, ilk test bir sonuç vermezse, hastaların daha büyük bir iğne ile ikinci bir biyopsi yaptırması, hatta ameliyat olması gerekebiliyor.
VERİLERİ SİNİR AĞINA YÜKLEDİ
Wenger, oluşturduğu çok sayıdaki yapay sinir ağına, kamuya açık olan ince iğne biyopsisi testlerinin verilerini yükledi. Verileri analiz eden sinir ağları, farklı biyopsi numunelerinin karakterlerine bakarak meme kanserinin nasıl teşhis edileceğini öğrendi.
Okulda öğrendiği bilgisayar dili Java’yı kullanarak sinir ağı yazılımı geliştiren Wenger, aynı zamanda medikal piyasaya sunulması planlanan üç sinir ağı daha hazırladı. Wenger’in geliştirdiği yazılımın doğruluk testleri ise mükemmele yakın sonuç verdi.
Sinir ağı yazılımı, 681 ince iğne biyopsisi numunesiyle test edildiğinde, testlerin yüzde 94’ü için doğru sonucu verdi. Aynı zamanda, kanserli teşhislerin yüzde 99’undan fazlasını da tespit etmeyi başardı. Sinir ağı yazılımı, yaptığı analizlerin yüzde 4’ünde “sonuçsuz” kaldı.
Genç bilim insanı, elde ettiği başarının ardından “yazılımının medikal alanda pazarlanmaya hazır olduğuna inandığını” belirtti. “Cloud4Cancer” adını verdiği yazılımı internete sunacağını söyleyen genç kız, böylece doktorların kendi test verilerini yükleyerek sonuç alabileceklerini ifade etti. Wenger, geliştirdiği yazılımın prostat ve rahim kanseri için de kullanılabileceğini öne sürdü.
Lego’dan yapılma birincilik ödülü kazanan Wenger, aynı zamanda Galapagos Adaları’na seyahet ve 50 bin dolarlık üniversite bursunun sahibi oldu. Genç kız, bilgisayar bilimi ve pediatrik onkoloji alanında uzmanlaşmak istediğini belirtti. (Ntvmsnbc)
Son Güncelleme: Perşembe, 26 Temmuz 2012 23:51
Gösterim: 1457
Bugün, şair-yazar Rıfat Ilgaz'ın ölümünün 19'ncu yılı.
'Efsane kitap ve film 'Hababam Sınıfı'nın yazarı Rıfat Ilgaz 19 yıl önce bugün aramızdan ayrıldı.
Rıfat Ilgaz, Türkiye'de toplumcu gerçekçiliğin en güçlü kalemlerinden birisi olan usta Türkiye mizahının da öncülerindendi.
Son şiiri
1980'li yıllarının çoğunu panellerde ve imza günlerinde geçiren Ilgaz için 1990'li yıllarda "plaketler" dönemi oldu. Son şiirini 19 Kasım 1991'de yazdı:
Elim eline değsin
Isıtayım üşüdüyse
Boşa gitmesin son sıcaklığım
Hayatı
1911 yılında Kastamonu'nun Cide ilçesinde doğdu. Yedi kardeşin sonuncusu olan Ilgaz'ın doğum tarihi kesin olarak belli değildi. Nüfusa göre 7 Mayıs 1911 olan doğum tarihi, annesinin söylemesiyle "derin kar"dadır. Bu da, Ilgaz'ın demesiyle, 1910'un Şubat'ına rastlamaktadır. Ortaokuldayken liseye devam edip üniversite okumak istemesine ve öğretmenlerinin bu konuda onu desteklemesine rağmen babasının vefatı nedeniyle Kastamonu Muallim Mektebi'ne (öğretmen okulu) girdi. Mezun olduktan sonra Gerede ve Akçakoca'da ilkokul öğretmenliği yaptı. Bolu'daki öğretmenliği sırasında ilk eşi Nuriye Hanım'la tanışıp evlendi (1931). 1932'de kızı Gönül doğdu. Daha sonra Gümüşova'ya başöğretmen olarak atandı. 1933 yılında askere alındıktan sonra ilk eşinden boşandı. 1936'da Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat bölümüne girdi ve 1938'de mezun oldu. İkinci eşi Rikkat Hanımla enstitüde tanıştı ve 1939'da evlendi. Bu evlilikten oğlu Aydın ve kızı Yıldız doğdu. Mezuniyetinden sonra Adapazarı'na atanan Ilgaz, vereme yakalandığı için öğretmenlik yapamadan buradan ayrıldı ve İstanbul Yakacık Sanatoryumuna yattı.
Kendi tayininden bir süre sonra eşi de İstanbul'a atandı. İstanbul'dayken hem KaragümrükOrtaokulu'nda Türkçe öğretmenliği yapıyor hem de fakülte de felsefe okuyordu. II. Dünya Savaşı'na denk gelen bu dönemler daha sonra edebiyatında da oldukça etkili oldu. Örneğin savaş Karartma Geceleri romanının arka planında yoğun olarak hissedilmektedir. 1943 yılında Karagümrük Ortaokulunda bir öğretmenle kavga ettiği için Nişantaşı'na sürüldü. Aynı yıl ağabeyinin de bulunduğu Tosya'da deprem olunca oraya gitti ve daha sonra izlenimlerini gazete de yazdı. Ayrıca bir de bu deneyimi yansıtan Tosya Zelzelesi şiirini yazdı.
1944'ün Ocak ayında yayınladığı Sınıf kitabıyla adliyeler ve hapishaneyle tanışmış oldu. Bir süre saklanan Ilgaz, 24 Mayıs 1944'te Birinci Şubeye teslim oldu. 6 aya çarptırılan yazar, hapishaneden çıktığında hem öğrenciliğini hem de öğretmenliğini kaybetmişti. Sağlığı da oldukça bozulan Ilgaz, Heybeliada Sanatoryumuna yattı. 1946 yılında öğretmenliğe kısa bir süreliğine dönse de, sonunda 1947'de temelli olarak bu şansı kaybetti. Bununla birlikte sanatoryuma yatabilme hakkını da kaybetmiş oluyordu. Eşi Rikkat Hanım'dan 1949 yılında ayrıldı. Bu ayrılığı yazar şu şekilde açıklıyordu:
“ ...Rikkat Hanım'dan 1949 yılında ayrıldım. Benim yüzümden işinden olmaması ve çocuklarımızın zarar görmemesi için anlaşarak ayrıldık. Öğretmenlikten çıkarılmıştım, iki de bir kovuşturmaya uğruyordum. Adım komüniste çıkmıştı. İzleniyordum. Yerim yurdum, ne olacağım belli değildi. Üstelik, verem gibi bulaşıcı bir hastalığım vardı. Bütün bunların eşime de zarar vereceğini, bir gün onun da işinden atılabileceğini düşünüyor, çocuklarım için de kaygılanıyordum. Ayrılmamız bundan oldu. ”
Bu yanıt bir bakıma dönemin hayat şartlarının yıpratıcılığının da altını çizmektedir. Bu süreçte hayatı dergi ve gazetecilik ile şiir yazarak geçiyordu. 1953 yılında Devam kitabı da toplatıldı ve yazar hakkında soruşturma açıldı. 27 Mayıs'tan hemen önce gönderilmesi planlanan sürgünden 27 Mayıs 1960 askeri müdahelesiyle kurtuldu. 1966'da Ilgaz'ın oyunlaştırdığı Hababam Sınıfı romanı Ulvi Uraz Tiyatro Topluluğu tarafından sahnelendi. Aynı oyun 1969 yılında İstanbul Tiyatrosu'nda sahneye kondu. Aynı yıl Çatal Matal oyunu da Ankara Sanat Tiyatrosu'nda sahnelendi.
1970 yılında yazar Afet Hanım'la evlendi ve 1971'de kızları Defne doğdu. Aynı yıl Basın Şeref Kartı aldı. Bu yıl ayrıca Sınıf Yayınları'nı kuran yazar kendi kitaplarını yayınlamaya başladı. İlk denendiğinde sansüre takılan Hababam Sınıfı, Umur Bugay'ın senaryosuyla sansürden geçti ve Ertem Eğilmez'in yönetmenliğinde çekildi. Fakat yazar bu durumdan hoşnut değildi, çünkü sansürden geçmeyi başaran senaryo eserin bütün toplumsal eleştirilerinden arıtılmış ve sadece eğlencelik bir komedi haline getirilmişti.
“ Onlar, Hababam Sınıfı'nın özüne saygı gösterilerek çevrilmiş filmler değildi. İçeriği bakımından, tezi bakımından aykırı. Ben eğitimi eleştiririm. Kopyacılığı, ezberciliği... Senaryoyu yazanlar öğrenci velilerine başlıyorlar çıkışmaya. Hemen dava açtım. ”
Filmin başarısından sonra 6 film daha yapıldı. 1974'te emekli olan Ilgaz, Cide'ye yerleşti. Zaten bir süredir eşinden ayrı yaşamaktaydı.12 Eylül (1980) döneminde Cide'de bulunan Rıfat Ilgaz sürekli tehdit ya da rahatsız ediliyordu. Örneğin, bir gün oturduğu evin karşısındaki binaya Rıfat Ilgaz evden atılmadığı takdirde evin taranacağına dair not asılır.
28 Mayıs 1981 gecesi Rıfat Ilgaz Yıldız Karayel romanını yazmaktayken gözaltına alındı.Gözleri bağlanarak ve zincirlenerek merkeze kadar yürütülen yazar, Kastamonu, Et Balık Kurumu mezbahasından bozma hapishaneye kondu. Doktor muayenesi isteyerek hastalığını kanıtlayınca jandarma tarafından Ballıdağ Sanatoryumuna yatırıldı. Gözaltına alınmasının belirli bir nedeni zaten bulunmamaktaydı ve genel sorgudan sonra serbest bırakıldı. Oğlu Aydın Ilgaz ile yaşamak üzere İstanbul'a döndü.
Öncelikli olarak şiir ve öykü olmak üzere yazmaya devam etti. Adına etkinlikler ve festivaller düzenlendi. Fikri Sağlar'ın Kültür Bakanlığı döneminde devlet tarafından bir çeşit itibar iadesi olacak şekilde Kültür Bakanlığı plaketi verildi.
2 Temmuz Sivas Madımak Olayı'nda başta yakın dostu Asım Bezirci olmak üzere birçok kişinin katledildiği haberine oldukça üzülen Ilgaz, bundan 5 gün sonra, 7 Temmuz 1993'te evinde vefat etti ve Zincirlikuyu Mezarlığı'na, Asım Bezirci'nin yanına defnedildi.
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
Bugün, şair-yazar Rıfat Ilgaz'ın ölümünün 19'ncu yılı.
'Efsane kitap ve film 'Hababam Sınıfı'nın yazarı Rıfat Ilgaz 19 yıl önce bugün aramızdan ayrıldı.
Rıfat Ilgaz, Türkiye'de toplumcu gerçekçiliğin en güçlü kalemlerinden birisi olan usta Türkiye mizahının da öncülerindendi.
Son şiiri
1980'li yıllarının çoğunu panellerde ve imza günlerinde geçiren Ilgaz için 1990'li yıllarda "plaketler" dönemi oldu. Son şiirini 19 Kasım 1991'de yazdı:
Elim eline değsin
Isıtayım üşüdüyse
Boşa gitmesin son sıcaklığım
Hayatı
1911 yılında Kastamonu'nun Cide ilçesinde doğdu. Yedi kardeşin sonuncusu olan Ilgaz'ın doğum tarihi kesin olarak belli değildi. Nüfusa göre 7 Mayıs 1911 olan doğum tarihi, annesinin söylemesiyle "derin kar"dadır. Bu da, Ilgaz'ın demesiyle, 1910'un Şubat'ına rastlamaktadır. Ortaokuldayken liseye devam edip üniversite okumak istemesine ve öğretmenlerinin bu konuda onu desteklemesine rağmen babasının vefatı nedeniyle Kastamonu Muallim Mektebi'ne (öğretmen okulu) girdi. Mezun olduktan sonra Gerede ve Akçakoca'da ilkokul öğretmenliği yaptı. Bolu'daki öğretmenliği sırasında ilk eşi Nuriye Hanım'la tanışıp evlendi (1931). 1932'de kızı Gönül doğdu. Daha sonra Gümüşova'ya başöğretmen olarak atandı. 1933 yılında askere alındıktan sonra ilk eşinden boşandı. 1936'da Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat bölümüne girdi ve 1938'de mezun oldu. İkinci eşi Rikkat Hanımla enstitüde tanıştı ve 1939'da evlendi. Bu evlilikten oğlu Aydın ve kızı Yıldız doğdu. Mezuniyetinden sonra Adapazarı'na atanan Ilgaz, vereme yakalandığı için öğretmenlik yapamadan buradan ayrıldı ve İstanbul Yakacık Sanatoryumuna yattı.
Kendi tayininden bir süre sonra eşi de İstanbul'a atandı. İstanbul'dayken hem KaragümrükOrtaokulu'nda Türkçe öğretmenliği yapıyor hem de fakülte de felsefe okuyordu. II. Dünya Savaşı'na denk gelen bu dönemler daha sonra edebiyatında da oldukça etkili oldu. Örneğin savaş Karartma Geceleri romanının arka planında yoğun olarak hissedilmektedir. 1943 yılında Karagümrük Ortaokulunda bir öğretmenle kavga ettiği için Nişantaşı'na sürüldü. Aynı yıl ağabeyinin de bulunduğu Tosya'da deprem olunca oraya gitti ve daha sonra izlenimlerini gazete de yazdı. Ayrıca bir de bu deneyimi yansıtan Tosya Zelzelesi şiirini yazdı.
1944'ün Ocak ayında yayınladığı Sınıf kitabıyla adliyeler ve hapishaneyle tanışmış oldu. Bir süre saklanan Ilgaz, 24 Mayıs 1944'te Birinci Şubeye teslim oldu. 6 aya çarptırılan yazar, hapishaneden çıktığında hem öğrenciliğini hem de öğretmenliğini kaybetmişti. Sağlığı da oldukça bozulan Ilgaz, Heybeliada Sanatoryumuna yattı. 1946 yılında öğretmenliğe kısa bir süreliğine dönse de, sonunda 1947'de temelli olarak bu şansı kaybetti. Bununla birlikte sanatoryuma yatabilme hakkını da kaybetmiş oluyordu. Eşi Rikkat Hanım'dan 1949 yılında ayrıldı. Bu ayrılığı yazar şu şekilde açıklıyordu:
“ ...Rikkat Hanım'dan 1949 yılında ayrıldım. Benim yüzümden işinden olmaması ve çocuklarımızın zarar görmemesi için anlaşarak ayrıldık. Öğretmenlikten çıkarılmıştım, iki de bir kovuşturmaya uğruyordum. Adım komüniste çıkmıştı. İzleniyordum. Yerim yurdum, ne olacağım belli değildi. Üstelik, verem gibi bulaşıcı bir hastalığım vardı. Bütün bunların eşime de zarar vereceğini, bir gün onun da işinden atılabileceğini düşünüyor, çocuklarım için de kaygılanıyordum. Ayrılmamız bundan oldu. ”
Bu yanıt bir bakıma dönemin hayat şartlarının yıpratıcılığının da altını çizmektedir. Bu süreçte hayatı dergi ve gazetecilik ile şiir yazarak geçiyordu. 1953 yılında Devam kitabı da toplatıldı ve yazar hakkında soruşturma açıldı. 27 Mayıs'tan hemen önce gönderilmesi planlanan sürgünden 27 Mayıs 1960 askeri müdahelesiyle kurtuldu. 1966'da Ilgaz'ın oyunlaştırdığı Hababam Sınıfı romanı Ulvi Uraz Tiyatro Topluluğu tarafından sahnelendi. Aynı oyun 1969 yılında İstanbul Tiyatrosu'nda sahneye kondu. Aynı yıl Çatal Matal oyunu da Ankara Sanat Tiyatrosu'nda sahnelendi.
1970 yılında yazar Afet Hanım'la evlendi ve 1971'de kızları Defne doğdu. Aynı yıl Basın Şeref Kartı aldı. Bu yıl ayrıca Sınıf Yayınları'nı kuran yazar kendi kitaplarını yayınlamaya başladı. İlk denendiğinde sansüre takılan Hababam Sınıfı, Umur Bugay'ın senaryosuyla sansürden geçti ve Ertem Eğilmez'in yönetmenliğinde çekildi. Fakat yazar bu durumdan hoşnut değildi, çünkü sansürden geçmeyi başaran senaryo eserin bütün toplumsal eleştirilerinden arıtılmış ve sadece eğlencelik bir komedi haline getirilmişti.
“ Onlar, Hababam Sınıfı'nın özüne saygı gösterilerek çevrilmiş filmler değildi. İçeriği bakımından, tezi bakımından aykırı. Ben eğitimi eleştiririm. Kopyacılığı, ezberciliği... Senaryoyu yazanlar öğrenci velilerine başlıyorlar çıkışmaya. Hemen dava açtım. ”
Filmin başarısından sonra 6 film daha yapıldı. 1974'te emekli olan Ilgaz, Cide'ye yerleşti. Zaten bir süredir eşinden ayrı yaşamaktaydı.12 Eylül (1980) döneminde Cide'de bulunan Rıfat Ilgaz sürekli tehdit ya da rahatsız ediliyordu. Örneğin, bir gün oturduğu evin karşısındaki binaya Rıfat Ilgaz evden atılmadığı takdirde evin taranacağına dair not asılır.
28 Mayıs 1981 gecesi Rıfat Ilgaz Yıldız Karayel romanını yazmaktayken gözaltına alındı.Gözleri bağlanarak ve zincirlenerek merkeze kadar yürütülen yazar, Kastamonu, Et Balık Kurumu mezbahasından bozma hapishaneye kondu. Doktor muayenesi isteyerek hastalığını kanıtlayınca jandarma tarafından Ballıdağ Sanatoryumuna yatırıldı. Gözaltına alınmasının belirli bir nedeni zaten bulunmamaktaydı ve genel sorgudan sonra serbest bırakıldı. Oğlu Aydın Ilgaz ile yaşamak üzere İstanbul'a döndü.
Öncelikli olarak şiir ve öykü olmak üzere yazmaya devam etti. Adına etkinlikler ve festivaller düzenlendi. Fikri Sağlar'ın Kültür Bakanlığı döneminde devlet tarafından bir çeşit itibar iadesi olacak şekilde Kültür Bakanlığı plaketi verildi.
2 Temmuz Sivas Madımak Olayı'nda başta yakın dostu Asım Bezirci olmak üzere birçok kişinin katledildiği haberine oldukça üzülen Ilgaz, bundan 5 gün sonra, 7 Temmuz 1993'te evinde vefat etti ve Zincirlikuyu Mezarlığı'na, Asım Bezirci'nin yanına defnedildi.
Son Güncelleme: Cumartesi, 07 Temmuz 2012 13:54
Gösterim: 2314
Hayatından bir kesiti anlatan 'Akıl Oyunları' filmi Oscar alan dünyaca ünlü matematikçi John Nash İstanbul'a geliyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Santral Kampüsü 22 Temmuz- 26 Temmuz 2012 tarihleri arasında Oyun Teorisi Dünya Kongresi(GAMES 2012)’ne ev sahipliği yapacak.
Oyun Teorisi Cemiyeti tarafından her dört yılda bir düzenlenen bu bilimsel buluşmada 1994 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi John Nash, 1994 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Reinhard Selten, 2007 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Eric Maskin ve 2007 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Roger Myerson başta olmak üzere uluslararası arenadan bir çok önemli isim katılacak. Kongrede 550’ye yakın sunum ve genel katılımlı çok sayıda oturum yapılacak. Kongre genel ve yarı katılımlı oturumların ardından tüm Nobel ödüllü katılımcıların katıldığı Nobel Paneli ile tamamlanacak. İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrencileri de özel bir oturumda Nobel Ekonomi Ödüllü bilim insanlarıyla bir araya gelecek, yüz yüze sorularını aktarma şansı bulacak.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Rektörü Prof. Remzi Sanver şöyle konuştu: “Uluslararası akademik camiada büyük saygınlığı olan bu kongre 4 yılda bir yapılıyor. En son Northwestern Üniversitesi’nde gerçekleştirilmişti. Matematik ve iktisat alanının zirvesine bu yıl Bilgi Üniversitesi’nin seçilmiş olması bizim için ayrı bir gurur. Bu alanda şimdiye dek 7-8 tane Nobel ödülü verildi ve bunlardan 4’ü de bu kongre için İstanbul ’a geliyor” dedi.
OYUN TEORİSİ NEDİR?
Oyun teorisi, hem rekabetçi hem de işbirlikçi ortamlarda stratejik etkileşim alanlarını çalışır. Başlangıçta uygulamalı matematik dalında zorlu bir alan olarak geliştirilen Oyun Teorisi, geçen yüzyılın ikinci yarısı itibari ile ekonomi için de esaslı bir araç haline gelmiş; günümüzde Bilgisayar Bilimi, Siyaset Bilimi, Yönetim Bilimi, Sosyoloji, Nörolojik Bilimler, Felsefe ve Biyoloji gibi çeşitli alanlarda uygulanıyor. Oyun teorisi sahasındaki araştırmaları, eğitim ve uygulamaları desteklemek için 1999 yılında kurulan Oyun Teorisi Cemiyeti, her dört senede bir uluslararası ve geniş katılımlı bir kongre düzenliyor. Bir önceki kongre 2008 yılında Amerika ’da Northwestern Üniversitesi’nde düzenlenmiştir.
AKIL OYUNLARI FİLMİ

Yönetmenliğini Ron Howard’ın yaptığı John Nash’in hayatının anlatıldığı film Akıl Oyunları (A Beautiful Mind) 2002 yılında en iyi yönetmen ve en iyi film dahil 4 Oscar almıştı. Başrolünü Russel Crowe’un oynadığı filmin konusu şöyleydi: John Forbes Nash Jr., genç yaşında geliştirdiği kuramlarla matematik dünyasının bir numaralı ismi haline gelir. Fakat kısa süre içerisinde bencilliği ve kendine olan aşırı güveni sonucunda oluşan kişisel problemleri ile baş edemez duruma düşer. Dahilik ile delilik arasındaki ince çizgide, delilik tarafına doğru sürüklenir. Uzun süre şizofreni ile mücadele eden matematikçi, yıllar sonra adeta yeniden doğarak Nobel ödülünü almayı başarır.
(radikal)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
Hayatından bir kesiti anlatan 'Akıl Oyunları' filmi Oscar alan dünyaca ünlü matematikçi John Nash İstanbul'a geliyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Santral Kampüsü 22 Temmuz- 26 Temmuz 2012 tarihleri arasında Oyun Teorisi Dünya Kongresi(GAMES 2012)’ne ev sahipliği yapacak.
Oyun Teorisi Cemiyeti tarafından her dört yılda bir düzenlenen bu bilimsel buluşmada 1994 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi John Nash, 1994 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Reinhard Selten, 2007 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Eric Maskin ve 2007 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Roger Myerson başta olmak üzere uluslararası arenadan bir çok önemli isim katılacak. Kongrede 550’ye yakın sunum ve genel katılımlı çok sayıda oturum yapılacak. Kongre genel ve yarı katılımlı oturumların ardından tüm Nobel ödüllü katılımcıların katıldığı Nobel Paneli ile tamamlanacak. İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrencileri de özel bir oturumda Nobel Ekonomi Ödüllü bilim insanlarıyla bir araya gelecek, yüz yüze sorularını aktarma şansı bulacak.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Rektörü Prof. Remzi Sanver şöyle konuştu: “Uluslararası akademik camiada büyük saygınlığı olan bu kongre 4 yılda bir yapılıyor. En son Northwestern Üniversitesi’nde gerçekleştirilmişti. Matematik ve iktisat alanının zirvesine bu yıl Bilgi Üniversitesi’nin seçilmiş olması bizim için ayrı bir gurur. Bu alanda şimdiye dek 7-8 tane Nobel ödülü verildi ve bunlardan 4’ü de bu kongre için İstanbul ’a geliyor” dedi.
OYUN TEORİSİ NEDİR?
Oyun teorisi, hem rekabetçi hem de işbirlikçi ortamlarda stratejik etkileşim alanlarını çalışır. Başlangıçta uygulamalı matematik dalında zorlu bir alan olarak geliştirilen Oyun Teorisi, geçen yüzyılın ikinci yarısı itibari ile ekonomi için de esaslı bir araç haline gelmiş; günümüzde Bilgisayar Bilimi, Siyaset Bilimi, Yönetim Bilimi, Sosyoloji, Nörolojik Bilimler, Felsefe ve Biyoloji gibi çeşitli alanlarda uygulanıyor. Oyun teorisi sahasındaki araştırmaları, eğitim ve uygulamaları desteklemek için 1999 yılında kurulan Oyun Teorisi Cemiyeti, her dört senede bir uluslararası ve geniş katılımlı bir kongre düzenliyor. Bir önceki kongre 2008 yılında Amerika ’da Northwestern Üniversitesi’nde düzenlenmiştir.
AKIL OYUNLARI FİLMİ

Yönetmenliğini Ron Howard’ın yaptığı John Nash’in hayatının anlatıldığı film Akıl Oyunları (A Beautiful Mind) 2002 yılında en iyi yönetmen ve en iyi film dahil 4 Oscar almıştı. Başrolünü Russel Crowe’un oynadığı filmin konusu şöyleydi: John Forbes Nash Jr., genç yaşında geliştirdiği kuramlarla matematik dünyasının bir numaralı ismi haline gelir. Fakat kısa süre içerisinde bencilliği ve kendine olan aşırı güveni sonucunda oluşan kişisel problemleri ile baş edemez duruma düşer. Dahilik ile delilik arasındaki ince çizgide, delilik tarafına doğru sürüklenir. Uzun süre şizofreni ile mücadele eden matematikçi, yıllar sonra adeta yeniden doğarak Nobel ödülünü almayı başarır.
(radikal)
Son Güncelleme: Cumartesi, 21 Temmuz 2012 10:08
Gösterim: 2977
YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, kurumun dününü, bugününü ve yarınını anlattı. Öğrencilerinin 'Beni YÖK yazmayın,' diye espriler yaptığı öğretmen eşi, kızı ve 'Ayı olmak isteyen' oğluyla bir araya geldik.
YÖK, tam adıyla Yüksek Öğrenim Kurumu 1980 darbesinden sonra oluşturulan kurumlardan. Kaderin garip bir cilvesidir ki onun şimdilerdeki başkanı yüksek öğrenimine, YÖK'ün kurulduğu yıl başladı. Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, YÖK başkanlığına yedi ay kadar önce atandı. Daha önce İstanbul Şehir Üniversitesi rektörüydü. Kurumun gelmiş geçmiş en genç başkanı (47 yaşında). Çetinsaya göreve gelmeden önce özellikle uluslararası bilim çevreleri tarafından bilinen bir isim olsa da kamuoyunun önemlice bir kısmı onun adını ilk kez duydu. Haliyle herkeste bir merak uyandı. Ama Çetinsaya, kendisinden önceki, özellikle 28 Şubat dönemindeki medyatik YÖK başkanlarının aksine medyadan uzak kaldı. Kendisini YÖK'ün çağdaşlaştırılması ve yeniden yapılandırılması çalışmalarına adadı. Çetinsaya çok farklı bir YÖK başkanı portresi çizdi. Sabah akşam televizyonlara çıkıp konuşmadı, gazetelere demeç vermedi ama sosyal medyayı çok etkin bir biçimde kullandı. Dileyen bütün öğrenciler, sadece interneti kullanarak ona ulaşıp görüşlerini aktardılar. Başkan bu görüşleri ve diğer bazı görüşleri rektörlerle, idari personelle, akademisyenlerle ve özellikle öğrencilerle yaptığı toplantılarda değerlendirmeye sundu. Yeni görevine atandığı günden beri Çetinsaya ile görüşmek için bekliyorduk. Nihayet ısrarlarımıza dayanamadı ve bizi Feneryolu'ndaki evinde ağırladı. İyi ki evlerinde ziyaret etmişiz; Çetinsaya'nın ciddi görüntüsünün altındaki sıcakkanlılığı ve hoşsohbetliği keşfettik. Başkanla, öğrenciliğini, ailesini ve başkanlığını konuştuk. Ailenin diğer fertleri de oradaydı. Onlarla da bu durumun hayatlarında meydana getirdiği değişiklikleri konuştuk. Eşi Ebru Çetinsaya bizi kendi çocuklarıymışız gibi karşıladı ve ağırladı. Altı yaşındaki Mustafa Selim Çetinsaya bizimle oyunlar oynadı.
- 1981 yılında üniversiteye başladınız. YÖK'ün kurulduğu yıl... Sistemin ilk öğrencilerindensiniz ve de kurumun en genç başkanı.
- Aslına bakarsanız, YÖK benim hayatımı epey değiştirdi. Anarşi dönemi dediğimiz 1980 öncesi yıllarda üniversitelerde yaşanan olaylar dolayısıyla ailem beni üniversiteye göndermek istemiyordu. Lise son sınıfta darbe oldu. Darbe olmasaydı ailem beni üniversiteye göndermeyecekti. Ben baba mesleğini sürdürecek, muhasebecilik yapacaktım. Bu sayede Ankara Mülkiye'ye geldim. Normalde iki sene bütün öğrenciler ortak ders görecek, daha sonra Maliye, Hariciye gibi bölümlere ayrılacaktık. Ama ikinci sınıfın başında birdenbire 'YÖK kuruldu, bir hafta içinde bölümünüzü seçin,' dendi. Apar topar 'İdari Şube'ye girdim, yani Kamu Yönetimi bölümüne.
- Nasıl bir duyguydu ihtilal döneminde öğrenci olmak?
- 12 Eylül'ü her bakımdan hissettik. Bir kere, bütün öğrenci faaliyetleri yasaktı. O kadar yasaktı ki Türk Sanat Musikisi kulübü kurmak bile imkânsızdı. İkincisi gözümüzün önünde Mete Tunçay gibi hocalarımızın öğretim üyeliğinden atıldığını gördük. Okulun önüne bir askeri cip gelir ve elinde sarı zarfla bir subay beliriverirse anlardık ki o gün birileri atılacak. 1402'likler denilen olay. Bu bende iz bırakmış bir süreçtir. Aynı süreçte fakülteden atılan arkadaşlarının kendilerine imzaladığı kitapları alelacele elden çıkaran hocalar da gördük.
- O yıllarda akademide kalmak istiyor muydunuz?
- Erken yaşlarımdan itibaren izah edilemez bir şekilde akademisyen olmak istiyordum. Akademisyenlik benim için bir tutkuydu, aşktı. Kentleşme kürsüsü de olsa, Yönetim Bilimleri kürsüsü de olsa fark etmezdi. Bütün derslerimi en iyi yapmaya çalışırdım. Daha sonra tarihin cazibesine kapıldım. Türk Siyasal Hayatı dersi bu bakımdan kritiktir. Daha sonra ben de uzun yıllar bu dersi verme şansına eriştim. 3. sınıfın yaz tatili geldiğinde Osmanlı dönemini bitirdik. Hocamız Sina Akşin'di. 'Bir ödev vereceğim, bunu yazın çalışacaksınız, 4. sınıfın güz bölümünde ben bunları değerlendireceğim,' dedi. Her sene bir başka liste getirirmiş, o sene 2. Abdülhamid listesi vardı elinde. 2. Abdülhamid ve Ordu, 2. Abdülhamid ve Demiryolu diye bir liste. Ben Abdülhamid ve Panislamizm başlığını seçtim. Hem Sultan Abdülhamid'i çok merak ediyordum hem de Panislamizmi. Yaz tatili boyunca Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde çalışarak 100 sayfayı aşkın bir ödev yazdım. Bu ödev hem benim kaderimi değiştirdi, hem de akademik çalışma alanımı belirledi, birçok kapılar açtı. Hem akademik hayata dahil olmama yardım etti, hem de doçentliğe kadar 2. Abdülhamid ve dönemini çalıştım.
- Sarı zarfla işlerine son verilen akademisyenler varken, neden akademisyen olmak istediniz?
- Onlar yaşansa bile Mülkiye'de hoca olmanın havası başkaydı. Mete Tunçay'ı, İlber Ortaylı'yı, Mümtaz Soysal'ı, Nermin Abadan Unat'ı, Yahya Sezai Tezel'i hayranlıkla izlerdik.
- Doktora için yurtdışına çıkmanızın hikayesi nedir?
- Bir yandan Mülkiye'de yüksek lisans yaparken, 1986 Eylülünde Hacettepe Üniversitesi'nde asistan oldum. 1988'de YÖK bursu çıktı! Doktora için İngiltere'de Manchester Üniversitesi'ne, Ortadoğu Çalışmaları bölümüne gittim. Yine 2. Abdülhamid dönemi çalıştım. Çok değerli bir 2. Abdülhamid dönemi uzmanıyla Prof. F.A.K. Yasamee ile çalıştım. Konuyu çok iyi bilen bir hocayla çalışmak çok önemlidir. Bana 'Irak çalışmalısın,' dediğinde önce tepki göstermiştim, 'Başka konu mu kalmadı?' diye. Daha sonra bu konunun ne kadar önemli olduğunu anladım.
- Teziniz başarılı bulundu mu? - Amerikan Ortadoğu Çalışmaları Cemiyeti'nin ve İngiliz Ortadoğu Çalışmaları Cemiyeti'nin en iyi doktora tezi ödüllerini aldı.
VESAYETÇİ ANLAYIŞLA MÜCADELE EDİYORUZ
- YÖK ve 28 Şubat dendiğinde kötü hatıralar geliyor akla.
- YÖK'ün en karanlık dönemidir 28 Şubat. Ben o dönemde yardımcı doçenttim. O yılların havasını tabii ki hissettik. Hiç unutamadığım ve çok üzüldüğüm birkaç kare var zihnimde. Hacettepe'ye uzun körüklü otobüslerle gelirdik. O körüklü otobüse bekçiler girer, bir avcı edasıyla başörtülü öğrencileri aşağıya indirirlerdi. Yine hocalarımızdan duyardık, senatolarda zorla kararlar aldırırlardı. Din sosyolojisi ve antropolojisi çalışan bazı arkadaşlarımın fişlendiğini, doçentliklerinin engellendiğini gördüm. Trajikomik olaylar da olurdu bazen. 2. Abdülhamid çalışanların fişlendiği bir üniversitede, 1. Abdülhamid çalışan bir tarihçi de fişlenmişti.
- Göreve geldikten sonra 28 Şubat bakiyesi bazı yapıları temizlemeye başladınız sanırım. Milli Komiteler Yönetmeliği mesela.
- Hem Milli Komiteleri kaldırdık, hem de Toplumsal Faaliyetler Birimi'ni kapattık. Her ikisi de dönemin vesayetçi anlayışı içinde iş görmüşler sildentadal.com. Üniversite mensuplarına yönelik fişlemeler başta olmak üzere, üniversiteler üzerinde kurulan ideolojik kontrol bu birim üzerinden hayata geçirilmişti.
FORUMLAR OLUŞTURDUK; KARARLARIMIZI ÖĞRENCİLERLE DİYALOG KURARAK ALIYORUZ
- YÖK'ü yeniden yapılandırma çalışmaları nasıl gidiyor? Önceliğiniz yeni bir Yüksek Öğretim Kanunu önerisi sunmak olacak sanırım.
- Evet! Meclis'in yeni dönemine yetiştirmeye çalışıyoruz. Malumunuz, uzun süredir tartışılan bir konu yeni YÖK kanunu. Son yıllarda gerek rektör olarak, gerekse Üniversitelerarası Kurul üyesi olarak mevcut YÖK kanunuyla daha fazla yol yürünemeyeceğini görüyordum. 1980 darbesi sonrası oluşan vesayetçi sistemin izlerini taşımaktan da öte, mevcut kanun 21. yüzyılın ihtiyaçlarına hiçbir şekilde cevap verebilecek özellikte değil. Bu yasa çıktığında 27 üniversite vardı. Şimdi 170'e yakın üniversitemiz var. Yılda 100 bin kadar evrak girişi var YÖK'te. Bu haliyle sürdürülmesi imkansız. Göreve geldiğimden bu yana yeni sistemle ilgili çalışıyorum. Türkiye'nin her bölgesinde bütün paydaşlarla görüşüyorum. Sadece akademisyenlerle değil, öğrencilerle de...
- Yumurta atan öğrencilerle de görüştünüz mü?
- Onlarla da görüştüm. Hatta bana daha sonra bir sepet yumurta gönderdiler. Yüz yüze aktardıkları taleplerini bir de yumurtaların üzerine yazmışlar. Toplam beş talepleri oldu.
- Neydi bu talepler?
- Harçların tamamen kaldırılması, öğrencilere yönelik disiplin cezalarının hafifletilmesi gibi. Bu konuyla zaten ilgileniyoruz. Yeni bir öğrenci disiplin yönetmeliği yazıyoruz. Önümüzdeki dönemde yürürlüğe girecek. Hemen ardından da öğretim elemanlarına ilişkin disiplin yönetmeliğini değiştireceğiz.
- Öğrencilerle Twitter ve YÖK forumları üzerinden irtibat halindesiniz...
- Aldığımız son iki karar da öğrencilerle kurduğumuz diyaloğun sonucu. Birincisi, ikinci öğretim yaz okulu ücretlerini birinci öğretimle eşitlemek. İkincisi ise bütünleme hakkı. Bu kararlar gerçekten de son altı aydır öğrencilerle kurduğum iletişimin sonucudur. 'Yumurta atmayıp tweet atanların' zaferidir. Onlar sayesinde mağduriyetler giderildi. Bütünleme kararı sosyal medyanın, Twitter'ın, e-maillerin, forumlara yazan öğrencilerin zaferidir.
ÖĞRETİM ÜYELERİNİN MAAŞLARI İYİLEŞTİRİLECEK
- YÖK resmi web sitesinde forum uygulaması başlattınız. Oradan periyodik olarak duyurular yapılıyor. Ne çıktı buradan?
- Bu forumda birçok konu tartışılıyor ama, en çarpıcı örnek olarak Öğrenci Yetiştirme Programı'nı gösterebilirim. ÖYP önemli bir proje. Türkiye'nin akademisyen yetiştirme kaynağı. Gelir gelmez ÖYP ile ilgili yeni bir düzenleme hazırlığına başladık. Bunu yaparken bu süreci bizzat yaşayan genç meslektaşlarımızla görüşmemiz elzemdi ve doğal olarak onlara kulak verdik. Önce bir forum açtık. Onbinlerce katkı geldi. Bunlardan en dikkate değer katkı veren 20 kişiyi YÖK'e davet ettim, onlarla derinlemesine tartıştık, konuştuk. Aynı anda bütün üniversitelerin ÖYP koordinatörleri ile Gaziantep, Ankara ve İstanbul'da üç çalıştay yaptık. Diğer yandan rektörlüklerden resmi görüş ve önerilerini istedik. Bütün bu sürecin sonucunda yeni bir düzenlemeyi yürürlüğe koymak üzereyiz.
- En tartışmalı konu da rektörlük seçimleri. Bu sorunun çözülmesi için konsensüs var dediniz?
- Rektörlük seçimlerinin mevcut haliyle üniversitelere büyük zarar verdiği konusunda herkes hemfikir, bizzat seçimle gelen rektörlerimiz de dahil. Bu sistem Slovenya, Kore ve Yunanistan gibi birkaç ülkede var. Türkiye, çağdaş bir yükseköğretim yönetimini hak ediyor.
- Twitter'da sizin yaz okullarında ikinci öğretimle birinci öğretim ücretlerini eşitlemenizden sonra bir kampanya başladı. Bazı üniversiteler gelirden olmamak için ikinci öğretimler için gece yarısı ders koymuşlar. - Fark ettik. O konuyla da ilgileniyoruz.
- Ben üniversitedeyken hocalarım hep maaşlarından şikayet ederdi, bununla ilgili bir çalışma var mı?
- Öğretim üyelerinin özlük haklarını ciddi şekilde iyileştirmek zorundayız. Son 10 yılda kamu kesiminde özlük hakları iyileştirildi. Fakat öğretim üyelerinin özlük hakları iyileştirilemedi. En büyük hedeflerimden biri, önümüzdeki aylarda sosyal haklar ve maaş bakımından bir iyileştirme yapılmasını sağlamak. Bu konuya hükümetimizin çok sıcak yaklaştığını da buradan mutlulukla ifade etmek isterim.
'YÖK BÖYLE ŞEY' ÖĞRETMENİM!
- Ebru hanım, eşinizle nasıl tanıştınız?
- Ebru Çetinsaya: Ankara Üniversitesi DTCF İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü yeni bitirmiş, Bolu'da Abant İzzet Baysal Üniversitesi'nde okutmanlık yapıyordum. Ortak arkadaşlarımız vasıtasıyla tanıştık. 1995'in yazında evlendik.
- Gökhan Bey İstanbullu. Fatih'te doğup büyümüş. Siz?
- Ankara'da doğup büyüdüm.
- Eşinizin YÖK Başkanı olduğunu öğrendiğinizde ne hissettiniz?
- Hayatımızın bundan sonra eskisi gibi olamayacağını hissettim. Öğretmenlik yaptığım lisedeki öğrencilerin esprileri bile değişince durumun ciddiyetini daha net anladım. Geç kalan öğrenciler, 'Beni YÖK yazdınız mı?' diye sormaya, koridorda görenler 'YÖK böyle bir şey öğretmenim, YÖK ya!' demeye başladılar. 'Hocam çalışmaya gerek yok, beni iyi bir üniversiteye aldırırsınız artık,' şeklinde muziplikler yapanlar da yok değildi.
- Gökhan Bey de, siz de eğitimcisiniz...
- Evet, herkes akşam ders çalışıyor bizim evde. Öyle ki, kızım küçükken okula gidince para kazanılır sanıyordu, 'Ben ne zaman okula gideceğim, para kazanacağım?' diye soruyordu.
- Elif şu an lise öğrencisi ve okula her gidenin para kazanamayacağını anladı sanırım. Ne okumak istiyor?
- İki yıl sonra üniversite sınavlarına girecek. Psikoloji okumak istiyor. Reklamcılık alanında çalışmayı düşünüyor.
- Gerçi çok küçük ama oğlunuz Mustafa Selim nasıl karşıladı bu durumu?
- O bu sene ilkokula başlayacak. Babasının atanmasına en ilginç tepkiyi de o verdi. Evde birkaç hafta boyunca televizyonda dinlediklerini, aile sohbetlerinde duyduklarını kendince sentezleyip, 'Ben YÖK başkanı olacağım, üniversiteleri kontrol edeceğim, şunu yap bunu yapma diyeceğim,' demeye başladı.
- Bir de kendisine soralım. Mustafa! Büyüyünce ne olmak istiyorsun?
- Mustafa S. Çetinsaya: Ayı olmak istiyorum. (Gülüşmeler). Daha önce de su aygırı olmak istiyordum.
ATANMAM SÜRPRİZ OLDU
- Atamanızı bekliyor muydunuz?
- Atanmam sürpriz oldu. Tam bir hafta önce Cumhurbaşkanımız tarafından Çankaya'ya çağrılınca öğrendim. Ben o sırada İstanbul Şehir Üniversite'sindeki işlerimi rayına oturtmuş, kendimi akademik çalışmalara vermeye başlamıştım. Masanın üstü kitap yığılıydı. İmparatorluk teorileri üzerine okuyordum.
- Bir projeniz mi vardı?
- Edinburgh Üniversitesi Yayınevi tarafından hazırlanan İslam İmparatorlukları dizisi var. Benden bu serinin Osmanlı İmparatorluğu cildini yazmamı istediler. Tek ciltte, 300 sayfada bütün Osmanlı İmparatorluk tarihini anlatacaksınız. Heyecan verici bir projeydi.
- İdari göreviniz, akademik çalışmalarınızı yavaşlattı mı?
- Haliyle. Rektörken bile günün birkaç saatini ve cumartesi günlerini ayırabiliyordunuz. Son altı ayda akademik çalışmalarım adına hiçbir şey yapamadım.
(Ragıp Soylu-sabah)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Öne Çıkanlar
YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, kurumun dününü, bugününü ve yarınını anlattı. Öğrencilerinin 'Beni YÖK yazmayın,' diye espriler yaptığı öğretmen eşi, kızı ve 'Ayı olmak isteyen' oğluyla bir araya geldik.
YÖK, tam adıyla Yüksek Öğrenim Kurumu 1980 darbesinden sonra oluşturulan kurumlardan. Kaderin garip bir cilvesidir ki onun şimdilerdeki başkanı yüksek öğrenimine, YÖK'ün kurulduğu yıl başladı. Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, YÖK başkanlığına yedi ay kadar önce atandı. Daha önce İstanbul Şehir Üniversitesi rektörüydü. Kurumun gelmiş geçmiş en genç başkanı (47 yaşında). Çetinsaya göreve gelmeden önce özellikle uluslararası bilim çevreleri tarafından bilinen bir isim olsa da kamuoyunun önemlice bir kısmı onun adını ilk kez duydu. Haliyle herkeste bir merak uyandı. Ama Çetinsaya, kendisinden önceki, özellikle 28 Şubat dönemindeki medyatik YÖK başkanlarının aksine medyadan uzak kaldı. Kendisini YÖK'ün çağdaşlaştırılması ve yeniden yapılandırılması çalışmalarına adadı. Çetinsaya çok farklı bir YÖK başkanı portresi çizdi. Sabah akşam televizyonlara çıkıp konuşmadı, gazetelere demeç vermedi ama sosyal medyayı çok etkin bir biçimde kullandı. Dileyen bütün öğrenciler, sadece interneti kullanarak ona ulaşıp görüşlerini aktardılar. Başkan bu görüşleri ve diğer bazı görüşleri rektörlerle, idari personelle, akademisyenlerle ve özellikle öğrencilerle yaptığı toplantılarda değerlendirmeye sundu. Yeni görevine atandığı günden beri Çetinsaya ile görüşmek için bekliyorduk. Nihayet ısrarlarımıza dayanamadı ve bizi Feneryolu'ndaki evinde ağırladı. İyi ki evlerinde ziyaret etmişiz; Çetinsaya'nın ciddi görüntüsünün altındaki sıcakkanlılığı ve hoşsohbetliği keşfettik. Başkanla, öğrenciliğini, ailesini ve başkanlığını konuştuk. Ailenin diğer fertleri de oradaydı. Onlarla da bu durumun hayatlarında meydana getirdiği değişiklikleri konuştuk. Eşi Ebru Çetinsaya bizi kendi çocuklarıymışız gibi karşıladı ve ağırladı. Altı yaşındaki Mustafa Selim Çetinsaya bizimle oyunlar oynadı.
- 1981 yılında üniversiteye başladınız. YÖK'ün kurulduğu yıl... Sistemin ilk öğrencilerindensiniz ve de kurumun en genç başkanı.
- Aslına bakarsanız, YÖK benim hayatımı epey değiştirdi. Anarşi dönemi dediğimiz 1980 öncesi yıllarda üniversitelerde yaşanan olaylar dolayısıyla ailem beni üniversiteye göndermek istemiyordu. Lise son sınıfta darbe oldu. Darbe olmasaydı ailem beni üniversiteye göndermeyecekti. Ben baba mesleğini sürdürecek, muhasebecilik yapacaktım. Bu sayede Ankara Mülkiye'ye geldim. Normalde iki sene bütün öğrenciler ortak ders görecek, daha sonra Maliye, Hariciye gibi bölümlere ayrılacaktık. Ama ikinci sınıfın başında birdenbire 'YÖK kuruldu, bir hafta içinde bölümünüzü seçin,' dendi. Apar topar 'İdari Şube'ye girdim, yani Kamu Yönetimi bölümüne.
- Nasıl bir duyguydu ihtilal döneminde öğrenci olmak?
- 12 Eylül'ü her bakımdan hissettik. Bir kere, bütün öğrenci faaliyetleri yasaktı. O kadar yasaktı ki Türk Sanat Musikisi kulübü kurmak bile imkânsızdı. İkincisi gözümüzün önünde Mete Tunçay gibi hocalarımızın öğretim üyeliğinden atıldığını gördük. Okulun önüne bir askeri cip gelir ve elinde sarı zarfla bir subay beliriverirse anlardık ki o gün birileri atılacak. 1402'likler denilen olay. Bu bende iz bırakmış bir süreçtir. Aynı süreçte fakülteden atılan arkadaşlarının kendilerine imzaladığı kitapları alelacele elden çıkaran hocalar da gördük.
- O yıllarda akademide kalmak istiyor muydunuz?
- Erken yaşlarımdan itibaren izah edilemez bir şekilde akademisyen olmak istiyordum. Akademisyenlik benim için bir tutkuydu, aşktı. Kentleşme kürsüsü de olsa, Yönetim Bilimleri kürsüsü de olsa fark etmezdi. Bütün derslerimi en iyi yapmaya çalışırdım. Daha sonra tarihin cazibesine kapıldım. Türk Siyasal Hayatı dersi bu bakımdan kritiktir. Daha sonra ben de uzun yıllar bu dersi verme şansına eriştim. 3. sınıfın yaz tatili geldiğinde Osmanlı dönemini bitirdik. Hocamız Sina Akşin'di. 'Bir ödev vereceğim, bunu yazın çalışacaksınız, 4. sınıfın güz bölümünde ben bunları değerlendireceğim,' dedi. Her sene bir başka liste getirirmiş, o sene 2. Abdülhamid listesi vardı elinde. 2. Abdülhamid ve Ordu, 2. Abdülhamid ve Demiryolu diye bir liste. Ben Abdülhamid ve Panislamizm başlığını seçtim. Hem Sultan Abdülhamid'i çok merak ediyordum hem de Panislamizmi. Yaz tatili boyunca Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde çalışarak 100 sayfayı aşkın bir ödev yazdım. Bu ödev hem benim kaderimi değiştirdi, hem de akademik çalışma alanımı belirledi, birçok kapılar açtı. Hem akademik hayata dahil olmama yardım etti, hem de doçentliğe kadar 2. Abdülhamid ve dönemini çalıştım.
- Sarı zarfla işlerine son verilen akademisyenler varken, neden akademisyen olmak istediniz?
- Onlar yaşansa bile Mülkiye'de hoca olmanın havası başkaydı. Mete Tunçay'ı, İlber Ortaylı'yı, Mümtaz Soysal'ı, Nermin Abadan Unat'ı, Yahya Sezai Tezel'i hayranlıkla izlerdik.
- Doktora için yurtdışına çıkmanızın hikayesi nedir?
- Bir yandan Mülkiye'de yüksek lisans yaparken, 1986 Eylülünde Hacettepe Üniversitesi'nde asistan oldum. 1988'de YÖK bursu çıktı! Doktora için İngiltere'de Manchester Üniversitesi'ne, Ortadoğu Çalışmaları bölümüne gittim. Yine 2. Abdülhamid dönemi çalıştım. Çok değerli bir 2. Abdülhamid dönemi uzmanıyla Prof. F.A.K. Yasamee ile çalıştım. Konuyu çok iyi bilen bir hocayla çalışmak çok önemlidir. Bana 'Irak çalışmalısın,' dediğinde önce tepki göstermiştim, 'Başka konu mu kalmadı?' diye. Daha sonra bu konunun ne kadar önemli olduğunu anladım.
- Teziniz başarılı bulundu mu? - Amerikan Ortadoğu Çalışmaları Cemiyeti'nin ve İngiliz Ortadoğu Çalışmaları Cemiyeti'nin en iyi doktora tezi ödüllerini aldı.
VESAYETÇİ ANLAYIŞLA MÜCADELE EDİYORUZ
- YÖK ve 28 Şubat dendiğinde kötü hatıralar geliyor akla.
- YÖK'ün en karanlık dönemidir 28 Şubat. Ben o dönemde yardımcı doçenttim. O yılların havasını tabii ki hissettik. Hiç unutamadığım ve çok üzüldüğüm birkaç kare var zihnimde. Hacettepe'ye uzun körüklü otobüslerle gelirdik. O körüklü otobüse bekçiler girer, bir avcı edasıyla başörtülü öğrencileri aşağıya indirirlerdi. Yine hocalarımızdan duyardık, senatolarda zorla kararlar aldırırlardı. Din sosyolojisi ve antropolojisi çalışan bazı arkadaşlarımın fişlendiğini, doçentliklerinin engellendiğini gördüm. Trajikomik olaylar da olurdu bazen. 2. Abdülhamid çalışanların fişlendiği bir üniversitede, 1. Abdülhamid çalışan bir tarihçi de fişlenmişti.
- Göreve geldikten sonra 28 Şubat bakiyesi bazı yapıları temizlemeye başladınız sanırım. Milli Komiteler Yönetmeliği mesela.
- Hem Milli Komiteleri kaldırdık, hem de Toplumsal Faaliyetler Birimi'ni kapattık. Her ikisi de dönemin vesayetçi anlayışı içinde iş görmüşler sildentadal.com. Üniversite mensuplarına yönelik fişlemeler başta olmak üzere, üniversiteler üzerinde kurulan ideolojik kontrol bu birim üzerinden hayata geçirilmişti.
FORUMLAR OLUŞTURDUK; KARARLARIMIZI ÖĞRENCİLERLE DİYALOG KURARAK ALIYORUZ
- YÖK'ü yeniden yapılandırma çalışmaları nasıl gidiyor? Önceliğiniz yeni bir Yüksek Öğretim Kanunu önerisi sunmak olacak sanırım.
- Evet! Meclis'in yeni dönemine yetiştirmeye çalışıyoruz. Malumunuz, uzun süredir tartışılan bir konu yeni YÖK kanunu. Son yıllarda gerek rektör olarak, gerekse Üniversitelerarası Kurul üyesi olarak mevcut YÖK kanunuyla daha fazla yol yürünemeyeceğini görüyordum. 1980 darbesi sonrası oluşan vesayetçi sistemin izlerini taşımaktan da öte, mevcut kanun 21. yüzyılın ihtiyaçlarına hiçbir şekilde cevap verebilecek özellikte değil. Bu yasa çıktığında 27 üniversite vardı. Şimdi 170'e yakın üniversitemiz var. Yılda 100 bin kadar evrak girişi var YÖK'te. Bu haliyle sürdürülmesi imkansız. Göreve geldiğimden bu yana yeni sistemle ilgili çalışıyorum. Türkiye'nin her bölgesinde bütün paydaşlarla görüşüyorum. Sadece akademisyenlerle değil, öğrencilerle de...
- Yumurta atan öğrencilerle de görüştünüz mü?
- Onlarla da görüştüm. Hatta bana daha sonra bir sepet yumurta gönderdiler. Yüz yüze aktardıkları taleplerini bir de yumurtaların üzerine yazmışlar. Toplam beş talepleri oldu.
- Neydi bu talepler?
- Harçların tamamen kaldırılması, öğrencilere yönelik disiplin cezalarının hafifletilmesi gibi. Bu konuyla zaten ilgileniyoruz. Yeni bir öğrenci disiplin yönetmeliği yazıyoruz. Önümüzdeki dönemde yürürlüğe girecek. Hemen ardından da öğretim elemanlarına ilişkin disiplin yönetmeliğini değiştireceğiz.
- Öğrencilerle Twitter ve YÖK forumları üzerinden irtibat halindesiniz...
- Aldığımız son iki karar da öğrencilerle kurduğumuz diyaloğun sonucu. Birincisi, ikinci öğretim yaz okulu ücretlerini birinci öğretimle eşitlemek. İkincisi ise bütünleme hakkı. Bu kararlar gerçekten de son altı aydır öğrencilerle kurduğum iletişimin sonucudur. 'Yumurta atmayıp tweet atanların' zaferidir. Onlar sayesinde mağduriyetler giderildi. Bütünleme kararı sosyal medyanın, Twitter'ın, e-maillerin, forumlara yazan öğrencilerin zaferidir.
ÖĞRETİM ÜYELERİNİN MAAŞLARI İYİLEŞTİRİLECEK
- YÖK resmi web sitesinde forum uygulaması başlattınız. Oradan periyodik olarak duyurular yapılıyor. Ne çıktı buradan?
- Bu forumda birçok konu tartışılıyor ama, en çarpıcı örnek olarak Öğrenci Yetiştirme Programı'nı gösterebilirim. ÖYP önemli bir proje. Türkiye'nin akademisyen yetiştirme kaynağı. Gelir gelmez ÖYP ile ilgili yeni bir düzenleme hazırlığına başladık. Bunu yaparken bu süreci bizzat yaşayan genç meslektaşlarımızla görüşmemiz elzemdi ve doğal olarak onlara kulak verdik. Önce bir forum açtık. Onbinlerce katkı geldi. Bunlardan en dikkate değer katkı veren 20 kişiyi YÖK'e davet ettim, onlarla derinlemesine tartıştık, konuştuk. Aynı anda bütün üniversitelerin ÖYP koordinatörleri ile Gaziantep, Ankara ve İstanbul'da üç çalıştay yaptık. Diğer yandan rektörlüklerden resmi görüş ve önerilerini istedik. Bütün bu sürecin sonucunda yeni bir düzenlemeyi yürürlüğe koymak üzereyiz.
- En tartışmalı konu da rektörlük seçimleri. Bu sorunun çözülmesi için konsensüs var dediniz?
- Rektörlük seçimlerinin mevcut haliyle üniversitelere büyük zarar verdiği konusunda herkes hemfikir, bizzat seçimle gelen rektörlerimiz de dahil. Bu sistem Slovenya, Kore ve Yunanistan gibi birkaç ülkede var. Türkiye, çağdaş bir yükseköğretim yönetimini hak ediyor.
- Twitter'da sizin yaz okullarında ikinci öğretimle birinci öğretim ücretlerini eşitlemenizden sonra bir kampanya başladı. Bazı üniversiteler gelirden olmamak için ikinci öğretimler için gece yarısı ders koymuşlar. - Fark ettik. O konuyla da ilgileniyoruz.
- Ben üniversitedeyken hocalarım hep maaşlarından şikayet ederdi, bununla ilgili bir çalışma var mı?
- Öğretim üyelerinin özlük haklarını ciddi şekilde iyileştirmek zorundayız. Son 10 yılda kamu kesiminde özlük hakları iyileştirildi. Fakat öğretim üyelerinin özlük hakları iyileştirilemedi. En büyük hedeflerimden biri, önümüzdeki aylarda sosyal haklar ve maaş bakımından bir iyileştirme yapılmasını sağlamak. Bu konuya hükümetimizin çok sıcak yaklaştığını da buradan mutlulukla ifade etmek isterim.
'YÖK BÖYLE ŞEY' ÖĞRETMENİM!
- Ebru hanım, eşinizle nasıl tanıştınız?
- Ebru Çetinsaya: Ankara Üniversitesi DTCF İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü yeni bitirmiş, Bolu'da Abant İzzet Baysal Üniversitesi'nde okutmanlık yapıyordum. Ortak arkadaşlarımız vasıtasıyla tanıştık. 1995'in yazında evlendik.
- Gökhan Bey İstanbullu. Fatih'te doğup büyümüş. Siz?
- Ankara'da doğup büyüdüm.
- Eşinizin YÖK Başkanı olduğunu öğrendiğinizde ne hissettiniz?
- Hayatımızın bundan sonra eskisi gibi olamayacağını hissettim. Öğretmenlik yaptığım lisedeki öğrencilerin esprileri bile değişince durumun ciddiyetini daha net anladım. Geç kalan öğrenciler, 'Beni YÖK yazdınız mı?' diye sormaya, koridorda görenler 'YÖK böyle bir şey öğretmenim, YÖK ya!' demeye başladılar. 'Hocam çalışmaya gerek yok, beni iyi bir üniversiteye aldırırsınız artık,' şeklinde muziplikler yapanlar da yok değildi.
- Gökhan Bey de, siz de eğitimcisiniz...
- Evet, herkes akşam ders çalışıyor bizim evde. Öyle ki, kızım küçükken okula gidince para kazanılır sanıyordu, 'Ben ne zaman okula gideceğim, para kazanacağım?' diye soruyordu.
- Elif şu an lise öğrencisi ve okula her gidenin para kazanamayacağını anladı sanırım. Ne okumak istiyor?
- İki yıl sonra üniversite sınavlarına girecek. Psikoloji okumak istiyor. Reklamcılık alanında çalışmayı düşünüyor.
- Gerçi çok küçük ama oğlunuz Mustafa Selim nasıl karşıladı bu durumu?
- O bu sene ilkokula başlayacak. Babasının atanmasına en ilginç tepkiyi de o verdi. Evde birkaç hafta boyunca televizyonda dinlediklerini, aile sohbetlerinde duyduklarını kendince sentezleyip, 'Ben YÖK başkanı olacağım, üniversiteleri kontrol edeceğim, şunu yap bunu yapma diyeceğim,' demeye başladı.
- Bir de kendisine soralım. Mustafa! Büyüyünce ne olmak istiyorsun?
- Mustafa S. Çetinsaya: Ayı olmak istiyorum. (Gülüşmeler). Daha önce de su aygırı olmak istiyordum.
ATANMAM SÜRPRİZ OLDU
- Atamanızı bekliyor muydunuz?
- Atanmam sürpriz oldu. Tam bir hafta önce Cumhurbaşkanımız tarafından Çankaya'ya çağrılınca öğrendim. Ben o sırada İstanbul Şehir Üniversite'sindeki işlerimi rayına oturtmuş, kendimi akademik çalışmalara vermeye başlamıştım. Masanın üstü kitap yığılıydı. İmparatorluk teorileri üzerine okuyordum.
- Bir projeniz mi vardı?
- Edinburgh Üniversitesi Yayınevi tarafından hazırlanan İslam İmparatorlukları dizisi var. Benden bu serinin Osmanlı İmparatorluğu cildini yazmamı istediler. Tek ciltte, 300 sayfada bütün Osmanlı İmparatorluk tarihini anlatacaksınız. Heyecan verici bir projeydi.
- İdari göreviniz, akademik çalışmalarınızı yavaşlattı mı?
- Haliyle. Rektörken bile günün birkaç saatini ve cumartesi günlerini ayırabiliyordunuz. Son altı ayda akademik çalışmalarım adına hiçbir şey yapamadım.
(Ragıp Soylu-sabah)
Son Güncelleme: Pazartesi, 02 Temmuz 2012 11:56
Gösterim: 2720